H.A.V. *Hayallerinden Asla Va...

Oleh Kad-ELf

286K 1.6K 376

Deniz misali olur bazı insanlar. Kimi zaman haşmetli dalgalarıyla döver kıyıları; kimi zaman ise bir anne şef... Lebih Banyak

Bölüm 1 ''GİRİŞ''
Bölüm 2 ''SEÇMELER!''
Bölüm 3 ''PİÇ DEME GÜNÜ!''
Bölüm 4 ''AZRAİL!''

Bölüm 5 ''KELEBEK ÖMÜRLÜ!''

7K 342 100
Oleh Kad-ELf

Ben öylece çikolata rengi gözlere bakıp kalırken acıktığımı hissettim. Sahi ben en son ne zaman yemek yemiştim ki? Bari ölmeden önce son kez bir çiğköfte yiyeydim. Şöyle; bol isotlu, bol nar ekşili, bol turşulu. Ağzımın sulandığını hissederken refleks olarak dudaklarımı yaladım. Bu sırada Azrail'imin gözleri dudaklarıma kaydı.

'Hop dedik kardeş, o gözler yanlış sularda geziniyor!' diye içimden hayıflandım. 

'Neva! Allah aşkına! Çikolata gözlerden, çiğköfteye oradan yasaklı sulara geçmeyi nasıl başardın anlayamıyorum ben ya!' diyen bilincime göz devirdim.

Kendimi toparlayıp geri çekildim ve Emre'nin silahı tutan elini yani sağ elini tuttum. Tenine temas etmemle vücuduma yayılan bir akım hissettim. Statik elektrik olsa gerekti ama önemsemeden silahı kaldırıp tam alnımın hizasına getirdim ve iki kaşımın arasına sabitledim. 

İki elimle Emre'nin silahını tutan elinin etrafını sarmıştım. Bana söylediği sözler tekrar aklıma gelirken öfkemin körüklendiğini hissettim. Anneme beni doğurduğu için utanmasını söylemişti. İşin aslı şu ki içime bir şüphe düşürmüştü. Belki de annem gerçekten benden utanıyordu. Kim evladının hırsız olmasını ister ki? Belki de söylediklerinin gerçek olma ihtimaliydi beni öfkelendiren.

Hem öfkeden hem de Azrail'imin söylediklerinin doğru olma ihtimalinin verdiği acıyla gözlerimden yaşlar firar etmeye başladı. Ağlamamalıydım! Bu beni aciz gösteriyordu. Bu kadar aciz olduğum için kendime öfkelendim ve beni bu duruma düşürdüğü için Emre'den nefret ettim.

''Çek lan tetiği! Kaybedecek neyim kaldı ki? Çek lan! Erkeksen şu tetiği çekersin! Al işte! Bak! Silahını çalan piç, aptal, cesur yürek karşında! Bir bok bilmeyen şerefsiz karşında! Annesinin utanması gereken evlat karşında! Şimdi! Çek şu tetiği de dünya bir pislikten daha kurtulsun! Hadi lan çeksene!'' diye öfkeyle haykırdım.

Sesimin şiddetiyle tırnaklarımı eline daha da geçiriyordum. Gözünü kırpmadan bana bakıyor, ifadesiz bir suratla öfkemi haykırışımı izliyordu. Gözlerimden yaşlar akmayı bir türlü kesmeyince ve de Azrail'im tetiği çekmeyince Emre'nin elini bıraktım.

Ondan uzaklaşıp gözyaşlarımı sildim ve ellerimi saçlarımın içinden geçirdim. Git gide kontrolümü yitiriyordum. Histerik bir kahkaha attım ve Emre'nin yüzüne baktım. Azrail'imdi değil mi benim? Öylece dikilip beni izliyordu. Kollarımı kendime sararak yere çöktüm.

''Ne oldu? Niye çekmiyorsun tetiği? Niye söylesene?'' dedim sırıtarak. Sonra dayanamadım ve tekrardan kahkaha attım. Ben biraz sonra ölecektim yahu! Ben gülmeyeyim de kimler gülsün?

''Kızım diye mi yoksa? Sen var ya tam bir-'' tam söylenmeye devam edecektim ki silahı sertçe koltuğa fırlattı ve bana doğru eğilip bileğimden tutup beni ayağa kaldırdı. Beni kendine doğru çekti ve gözlerimin içine baktı.

''Çok konuşuyorsun!'' diye tısladı yüzüme doğru. Nefesi yüzümü yakıp geçerken aynı anda titrememe sebep oldu. Tam ağzımı açıp münasip bir cevap verecektim ki kolumdan sürüklemeye başladı.

''Nereye gidiyoruz lan!'' diye bağırdım. Aniden durup beni duvara doğru savurdu. Çarpmanın şiddetiyle ciğerlerimdeki nefesi verdim. Derin bir nefes alacakken Emre bedenini bedenime yaslayıp duvarla ve kendisiyle bedenimi bütünleştirdi. Çarpmanın etkisiyle nefes alamıyordum. Nefessizlikten ciğerlerim yanmaya ve gözlerim kararmaya başlarken nefesini kulağımın dibinde hissettim.

''Bağırmayı kes! Sus ve eğer yaşamak istiyorsan gıkını bile çıkarma!'' diye fısıldadı kulağıma. Vücudunu vücudumdan çekince yere, dizlerimin ve ellerimin üstüne çöktüm. Sanki tüm dayanağım onun bedeniymiş gibiydi ve birden çekilince bacaklarım vücudumu taşımamıştı.  

Ciğerlerim açlıkla nefesi solurken; ciğerlerimdeki yanma yüzünden gözlerim sulandı. Gözlerimde uçuşan benekleri dağıtmak için gözlerimi kırpıştırdım. Gözlerimdeki benekler yeni yeni dağılırken koltukaltlarımdan tutulup havaya kaldırıldım. Sanki hiç ağırlığım yokmuş gibi; bir bez bebeği kaldırırmışçasına kolayca kaldırmıştı beni.

Aniden kalktığım için başım dönünce sendeledim. Tam kıç üstü düşecekken sol kolumdan yakaladı ve beni kendine çekti. Vücudum ona yaslanınca burnuma kokusu doldu. Sigara, tıraş losyonu ve adını bilmediğim bir parfüm gibi kokuyordu. Nasıl desem? Uzun süre suyun altında kalmış bir insanın aldığı ilk nefes nasıl ferahlatıcıysa bu kokuda öyleydi.

''İyi misin?'' diye sorsa da cevap verme tenezzülünde bile bulunmadım.

Başım tekrar dönerken sağ elimle Emre'nin koluna sıkıca tutundum. Kafamı aşağıda tutup adımlarıma odaklanırken başımın dönmesinin sebebini açlığıma verdim. En son sabah kahvaltısı olarak iki haşlanmış yumurta yemiştim ve üzerinden en az altı saat geçmişti.

Emre beni daha önce farkına varmadığım bir kapıdan geçirirken bakışlarımı kaldırıp girdiğimiz odayı inceledim. Bir duvardan aşağıya ucunda kelepçe olan zincirler sarkıyordu. Diğer duvarda raflar vardı ve üzerinde işkence aletleri vardı. Odanın ortasında deri bir koltuk vardı hani şu psikologların kullandığı türden. Bu oda tamamen polisiye, cinayet, (Grey) romanlarından fırlamış gibiydi. 

Diğer duvarda ise beyaz renkli dolaplar vardı. Odanın duvarlarının rengi kasvetli bir grilikteydi ve tek bir camdan ışık giriyordu odaya.

Aklıma 'Kırmızı Acı Odası' tabiri gelirken bu odadaki acılarla o tabirin acısının bir olmadığını biliyordum. Ne yani? Şimdi Emre beni buraya işkence etmek için mi getirmişti? Yaşamak istiyorsan dediği bana işkence edeceği miydi? Yutkunup, korku dolu gözlerle Emre'ye baktım.

Elbette korkmuştum! Ölüm çabuk ve acısız olurdu ama işkence? Her bir saniyesini hissedecektim! Aklımda kötü senaryolar belirirken Emre'nin gözlerinin içine baktım. İlk defa sessiz kalıyordum ve ilk defa birine yalvarırcasına bakıyordum.

''Lütfen!'' diye döküldü harfler dudaklarımdan. Beynimin kontrolünü kaybetmiştim. Acı çekme düşüncesi beni çok korkutmuştu. Her türlü ruhsal acıya dayanıklı bir insan olmakla birlikte fiziksel acı sınırım çok düşüktü.

Emre'nin donuk koyu kahverengi gözlerinde bir kıvılcım dans etti ve oluştuğu gibi de söndü.

''Korkma!'' dedi ve beni koltuğa doğru itti ama dengemi sağlayamayıp yere düştüm.Üstüme doğru yürüyüp beni tekrar koltukaltlarımdan tutarak kaldırıp koltuğa oturttu ve sonra gidip kapıyı kilitledi. Dengesizdi galiba bu adam! İlk önce düzgünce oturtsaydı olmuyordu!

 Beyaz dolapların yanına gidip çekmeceleri ve dolapları açıp kapamaya başladı. Bir şey arıyordu.

''Adın ne?'' diye sordu havadan sudan konuşurcasına. Ne yani? İşkence etmeden önce kurbanlarının şeceresini mi inceliyordu?

''Sana bir soru sordum!'' dedi bir dolabın kapağını sertçe kapatırken. Yerimde sıçrayıp kekelememeye çalışarak konuştum.

''Neva!''

''Kaç yaşındasın Neva?''

''On dokuz.''

''Kaç yaşından beri bu sektördesin?'' deyince kıkırdadım. Sektör dediği şey hırsızlıktı. Onun da gülümsediğini duyduğumu sandım ama iyice gerilen sinirlerimin bana bir oyunu olmalıydı herhalde.

''Üç yıldan fazla.'' dedim koltukta yan dönüp onu izlerken. Arkası bana dönüktü ve geniş omuzlarını, muhteşem kalça-

 'Tövbe! Bismillahirrahmanirrahim! Kızım! Sen ne diyorsun? Delirdin mi? Ne kalçası lan!' diye düşüncelerimin akşını kesti bilincim. 

'Haklıyım ama! Taş gibi adam, maşallah! Çirkin dersek çarpar vallahi Allah!' diye cevabı yapıştırdım.

''Neva, sana bir soru sordum?'' diyen Emre, beni bilincimle olan tartışmamdan çıkardı.

''Ha? Yani, ne dedin? Duymadım da?'' dedim titrek bir nefes çekmeden önce ciğerlerime. Şu an gerçekten delirmiş olmalıydım! Azrail'imle muhabbet ediyor bana yapacağı işkence için aletlerini hazırlamasını bekliyordum.

''Sana dedim ki, kalıcı mı geçici mi olsun?'' diye soru sordu oturduğum koltuğun yanına bir sehpa çekerken. Ne kalıcı mı olsun geçici mi olsun? Acaba yara izinden mi bahsediyordu. Yutkundum ve kabullenişin verdiği bir sesle mırıldandım.

''Geçici olsun!''

''Üzgünüm ama kalıcı olacak maalesef. Sağ mı sol mu?'' dediğinde saçlarımı yolmak istedim! Oyun oynuyordu resmen benimle ya! Dalga geçiyordu. Öfkeyle ayağa kalktım ama başım dönünce tekrar oturdum ve oturduğum yerden bağırmaya başladım.

''Bu sorgu sual de ne ya? Oyun oynamayı kes benimle! Ne yapacaksan yap, artık beni rahat bırak!'' dedim.

''Sana işkence falan etmeyeceğim Neva! Ben sadist değilim!'' dedi şaşırmış bir yüz ifadesiyle. 

''Bende sana inandım öyle mi? Külahıma anlat Emre Efendi! Bu odanın hali ne peki?'' dedim ellerimle tavandan sarkan zincirleri raftaki işkence aletlerini gösterirken. Gösterdiğim yerlere göz gezdirip omuz silkip sırıttı.

''Hiç birini daha önce kullanmadığıma yemin edebilirim! Hepsi düşmanlarımın gözünü korkutmak için!'' dedi ve bana doğru yürümeye başladı.

Yanıma çektiği sehpanın üzerine bıraktığı şeyin ne olduğunu anladığımda koltuktan kalktım.

''Hayır ya hayır! Bunu yapamazsın!'' diye bağırarak kapıya doğru ilerlemeye çalıştım ama başım döndüğü için ayağıma takılıp düştüm. Emre, ayak bileğimden yakalayıp beni kendine doğru çekti ve yüzüstü çevirip kapüşonumun fermuarını açtı. Üstüme ata biner gibi oturdu ve hareketlerimi kısıtladı. Ağırlığını üstüme vermiyordu ama beni hapsedecek kadar da sıkıyordu.

Elimle onun ellerini engellemeye çalışsam da atletimle kalana kadar üstümdeki kıyafetlerimi çıkardı. Göğsümdeki sargıyı gösterip soru sorarcasına tek kaşını kaldırdı.

''Kız olduğunu saklamak için yapıyorsan; söylemeliyim ki çok zararlı!'' dedi ve atletimin altına elini sokup; sargımın iki ucunu bir arada tutan kopçayı çözdü. Bana dokunuyordu! Tüm gücümü sağ elimde toplayıp yüzüne yumruğumu savurdum ama kafasını geri çekince göğsüne geldi. Çırpınıp onu üstümden atmaya çalıştım ama nafileydi.

Ayaklarımı kıpırdatamıyordum. Belimi kaldırmaya çalıştım ama beceremedim.

''Lütfen! Bırak gideyim!'' dedim gözyaşlarımın akmasına mani olamayarak. Gözyaşlarımın arasından bulanık görünen yüzüne baktım yalvarırcasına. Atletimi çıkarmadan göğsümdeki sargıyı çıkardı ve beni yüzüstü çevirmek için üstümden kalktı. Fırsatı değerlendirmek için ne kadar çabalasam da kendimi yerle öpüşürken buldum.

''Lütfen! Yapma! Yalvarırım! Bunun ne anlamı var ki?'' dediğimde atletimin sağ omzunu aşağıya çekip bana doğru eğildi.

''Neva! Bundan sonra ben ne dersem o olacak! Çünkü benim emrim altında olacaksın!'' dedi nefesini enseme üfleyerek. Bir süre bir şeylerle uğraşırken ben kapüşonumu çekip kafamın altına koydum. Buz gibi parke ve onun sımsıcak bedeni arasında sıkışıp kalmıştım.

Ne demek emri altında olacaktım ya? Böyle saçmalık mı olurdu?Çok fazla dizi izleyip kitap okuyor olmalıydı. Tamamen bir hayal dünyasında yaşıyordu.

İşin aslı şuydu: Kaçamayacaktım. Bunu anlamıştım.

''Sana bir şans veriyorum! Ya benim gibi başka birinin kuyruğuna basacaksın hırsızlık yaparak ve canından olacaksın ya da bundan sonra benim çalışanlarımdan biri olup bir şansa daha sahip olacaksın! Kısacası sana daha iyi bir ortam sunuyorum! Yapacağın tek şey emirlerime uymak olacak!'' diye düşünceli bir sesle mırıldandı.

''Ya emirlerine uymazsam?'' diye sordum son bir cesaret kırıntısıyla. Gülümsediğini duymamla sağ omzumda bir yanma hissetmem bir oldu.

''O zaman senin yüzünden Erdinç ve diğer oto sıçanları ölümle tanışır!'' dedi. Yutkundum, birilerine benim yüzümden bir şey olma düşüncesi beni mahvederken omzumdaki yanmayla ağlamaya başladım.

''Babanı ölümle tanıştırdığın gibi mi?'' diye pat diye soruverdim. Sırtımdaki eli donup kalırken nefes almayı da bırakmıştı. Sırtımdaki yanma hala devam ederken kalbim kulaklarımda atıyordu. Çenemi tutamamış saçmalamıştım.

'Aferin Neva! İyi halt ettin!' diye korkuyla mırıldandı bilincim. Onu öfkelendirmiştim. 

''Ne biliyorsun?'' diye boğuk bir sesle sorunca sırtımdaki yanma aniden kesilmişti.

''Ben bir şey bilmiyorum!'' dedim ağlamaktan boğuk çıkan sesimle.

''Neva! Sana ne biliyorsun diye sordum!'' diye gürledi sırtımda. Sesinin şiddetini kemiklerimde hissederken derin bir nefes aldım.

''Babanı yirmi yerinden bıçakladığını ve bunu sırf koltuk sevdan için yaptığını!'' diye mırıldandım. Bir insanın damarına nasıl basılır biliyordum. Emre'nin derin bir nefes aldığını hissettim sırtımda. 

''Neva! Bu kapıdan içeriye girdiğin an benimle ilgili duyduğun her şeyi o kapının ardında bırak! Bu kapıdan çıktığında da benimle ilgili öğrendiğin şeyleri burada bırak! Bu konuda anlaşalım önce!'' dedi buz gibi bir ses tonuyla. En iyisi belki de bu olacaktı. Durup dururken Emre'yi sinirlendirmenin bir faydası yoktu çünkü.

''Tamam! Tamam kabul!'' diye mırıldandım.

''Güzel! Şimdi lütfen dikkatimi dağıtma! Olabildiğince hareketsiz dur ki çabucak bitsin!'' dedi tekrar yanmayı omzumda hissederken. Acıyla inlerken aklıma gelen sorulardan birini dile getirmek için derin bir nefes aldım.

''Neden dövme yapıyorsun? Bir kontrat imzalamak daha az acı verici olmaz mıydı?'' dedim kıpırdamamaya çalışarak. Gülümsediğini hissederken sırtımdaki yanma yine azaldı.

''Dövme senin teninde olduğu sürece bana ait olduğunu hissedeceksin! Kağıtlar yırtılır ama ten yırtılmaz. Bir tür imza gibi düşün!'' dediğinde sinirlendiğimi hissettim.

''Sen bana imza mı atıyorsun yani?'' diye tısladım. Tok sesli bir kahkaha atarken kafamı geriye çevirmeye çalıştım ama başarılı olmadım.

''Bir bakıma öyle! Dövmeni her gördüğünde ya da onu her hissettiğine beni hatırlayacaksın! Bir tür mühür gibi! Şimdi çok soru sorma da bitsin şu iş!'' diyerek işine dönerken acıya kendimi hazırladım ama hazırlanılmıyordu.

Acıyla gözyaşlarım tekrar firar ederken dudağımı ısırdım. Sırtımdaki yanma adeta bir nabız misali omzumda atıyor ve tüm vücuduma acı sinyalleri gönderiyordu. Ağzıma kan dolunca dudağımı ısırmaktan vazgeçtim ve nefesimi tuttum. 

Emre'nin göğsü sırtıma değiyordu ve tüm dikkatini omzuma vermişti. Acıyla tutunmak için bir şey aradım ve sol elimle Emre'nin bacağını kavradım. Tırnaklarımı bacağına gömerken sırtımdaki acı birden şiddetlendi. Elimi bacağından hızla çekip inledim ve tekrar dudağımı dişledim.

''Elimi tut!'' diye mırıldandığını duydum ama gaipten ses sanıp umursamadım. Sol elim avucunun içinde kaybolunca şaşkınlıktan bir an omzumdaki acıyı unuttum. O bir an da bir sürü düşünce ve duygu beynimi istila etti.

Ne kadar da sıcaktı elleri! Elim, elinin içinde kaybolmuştu resmen! Parmaklarına tutunup olağanca gücümle sıktım. Ne kadar süre o parmaklara tutundum bilmiyorum ama bir süre sonra omzumda bir serinlik hissetmemle hızla elimi çektim. Emre omzuma bir şey sürüp ardından beni yavaşça kaldırdı. Yüzümü ona dönmem için çevirdiğinde sol kolumla göğüslerimi kapatmaya çalıştım.

Emre gülümsedi ve- Bir dakika! Allah'ım sen aklıma mukayyet ol! Bakın şimdi! Bir adam somurturken ve kızgınken yakışıklıysa gülerken çirkin olmalı bence. Ama bu adam bu kuralların hiç birine uymuyordu. Ben ne kadar güzel güldüğünü düşünürken dediği şeyle kan beynime sıçradı.

''Saklamana gerek yok! Onlardan daha iyilerini görmüştüm. Neden sardığını hala anlamadım. Saklanacak göğüs yok ortada!'' dedi alaycı bir sırıtışla. Az önce ben buna çok güzel mi gülüyor demiştim? Lafımı geri alıyorum! Çakal bile daha sempatik gözüktü şu an gözüme.

''Lafını bil de öyle konuş! Sana ne benim göğüslerimden! Emrin altına aldın diye bu göğüslerime laf edebileceğin anlamına gelmiyor!'' diye söyledim. 

'Göğüslerinden bahsediyorsun Neva farkında mısın sen?' diye cırlayan bilincimi umursamadım.

Arkama geçip; beni, kalçamın az üzerinden, belimin iki tarafından tutarak az önce çıktığımız odaya geri götürdü. O odadan da başka bir odaya açılan kapıya doğru belimden itmeye devam etti. Kapıyı benim için açıp beni banyo olduğunu tahmin ettiğim yere soktu. Şimdi diyeceksiniz ki; Kızım sen alık mısın da banyo olduğunu bile anlayamıyorsun bir odanın? Diye ama haksızsınız!

Banyo dediğim yer; boydan boya bir gardırop, jakuzi, duş ve minik bir havuzdan oluşuyordu. Ağzım açık odayı seyrederken Emre beni belimden gardıroba doğru itmeye başladı. Gardıroptaki boy aynasının önünde beni durdurdu ve bir çekmeceyi açıp el aynası aldı. Ben aynadan ikimizin yansımasına bakarken ne kadar da tuhaf göründüğümüzü düşündüm.

Gözlerimi üzerimde gezdirip berbat bir halde olduğuma kanaat getirdim. Üstümde artık ne kaldıysa hepsi toz içindeydi. Sağ oldun Emre Efendi odayı benimle paspas etmişti!

Gözlerim ağlamaktan şişmişti, dudağım da ısırmaktan kanayıp şişmişti. Emre boştaki eliyle saçlarımı sol omzumda topladı ve atletimin sağ kolunu aşağı indirdi. El aynasını sağ omzuma tutup sırtıma yaptığı şeyi bana gösterdi.

Biri büyük biri küçük olmak üzere iki tane kelebek dövmesi yapmıştı omzuma. 

''Niye kelebek?'' diye sordum aynadan göz göze gelerek.

''Çünkü benim için bir kelebekten farkın yok. Onun için ayağını denk al ve sakın bana aşık olayım deme! Benim için bugün varsan yarın yoksun! Kelebek Ömürlüsün!''  

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM :D LÜTFEN, DÜŞÜNCELERİNİZ BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ :D BÖLÜM VE HİKAYE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİNİZİ DUYMAKTAN MUTLULUK DUYARIM :D

SEVİLİYORSUNUZ :)

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

57.5K 3.4K 16
"Hüzn-ü Baran ne demek? Öyle kaydetmişsin beni." Elimdeki telefonu bırakıp ona döndüm. Telefonunu kaybettiği için onu çaldırmamı istemesi bayağı uzu...
10.9K 570 38
ben şebnem Gürsoy. bu benim hayat hikayem. hayatıma çok sevdiğim bir adam girdi . Her şey güzelken nerden bilebilirdim bir gün bu aşkın bedelini öde...
78.8K 8.4K 57
Tevâfuk: Birbirine denk gelme, latifâne (hoş, zarif) bir şekilde uyum içinde olma. ===== Henüz 21 yaşındayken -sözüm ona- töre kanunları yüzünden evl...
854K 38K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...