Efsunlu Adamlar Kod Adı: Camb...

Por mandalinagibi

689K 45.3K 11.8K

"Yanımızdan geçip giden adamlar var... Bir de dönüp baktıklarımız, durup izlediklerimiz... Onlar Efsu... Más

Giriş
Okumadan Geçmeyin Lütfen
1
2
3
4
Çukurova Kitap Fuarı Söyleşi
5
Ankara Kitap Fuarı
6
7
8
9
10
2. Karadeniz Kitap Fuarı - Söyleşi
12
13
CNR İstanbul Kitap Fuarı
14
Bursa Kitap Fuarı - Söyleşi ve İmza
15
16
İzmir Kitap Fuarı 2016
İzmir Kitap Fuarı | Söyleşi
17
Düzeltme
18
19
Eskişehir Kitap Fuarı
Gaziantep Kitap Fuarı | Duyuru
20
Kocaeli Kitap Fuarı | 2016
21
22
23
24
25
Timuçin Cevaplıyor ♪
26 | Wattpad Finali
Kapak | Çıkış Tarihi
#ilkdokunus | Ankara Buluşması
İstanbul Tüyap 2016 | İmza Günü Etkinliği

11

21K 1.5K 356
Por mandalinagibi

Bölüm şarkısı yok. Ama öneri bir şarkım var. Justin Bieber'ın Sorry'sinin postmodern coverlanmış hali. Bir şans verin. ♥

# Sorry - Vintage Motown Justin Bieber Cover ft. Shoshana Bean

Müzik zevkime güvenirim.

Multimedya ♥ ben ♥ yapan kişi. Ayrıca aşağıda gördüğünüz hareket eden kız Eylül! Merak edenlere... 

Eylül

Çarpıldığımı sanıyordum. Gerçekten. Etrafa yayılan o elektrik akımının buz mavi rengini ve çıtırtısını duyuyordum. Tenimi cayır cayır yakması, uyuşturduğu gibi diriltmesi de cabasıydı. Sıkı sıkıya tutunduğum tek gerçek, başımın dönüyor olduğunu bilmemdi.

Dudaklarım mühürlenmişti. Bırak konuşmayı, küçük bir nida bile çıkmıyordu. Sessizlik... Gecenin ruhuna yakışan bir sessizlik vardı aramızda. Gürültülü nefesler, çılgın bakan gözler... Biraz önce yaşadığımızı kelimelere dökecek kadar güçlü değildim. Ne söylesem eksik kalacak, hissettiğimi anlatmaya yetmeyecekti.

Tim, tişörtüne sardığım ellerimi tutup olduğu yerden çekti onları. Bırakacak sandım; arkasını döndüğü gibi koşarak uzaklaşacak. Fakat o ellerimi sıkı sıkıya tutup, "Haydi, seni temizleyelim," dedi. İçime dolan hafifleme hissine sıkı sıkıya tutundum. Kafamı sallamakla yetindim.

Beni banyoya götürürken yürüdüğümü hissetmiyordum. Sanki ayaklarım yere değmiyordu. Küçük ama bana ait sihirli bir bulutun içindeydiler. O taşıyordu beni değerli ve nadide bir eser taşırmış gibi. Böyle hissetmeme sebep olan öpücük geldi aklıma. Sahi aklım hâlâ yerinde miydi?

Suyu açarak ellerimi ıslattı. Kırmızı boyanın lavaboya çarpışını heyecanlı göz kırpışlarımla izledim. Bedenim yatağa muhtaçtı fakat ruhum Tim'in varlığından çılgına dönmüştü. Hangisinin daha baskın olduğuna karar veremediğimden tepkisiz kalmayı seçiyordum sanırım.

Büyük avuçlarına biraz sabun döktü. İyice ovaladı; köpürttü ve tenini beyaz baloncuklara hapsetti. Sonra elleriyle ellerimi kavradı ve bizi baloncukladı. Temizledi, hassasiyetle ovaladı ve arındırdı. Kollarımı temizledi. Yüzümü... Aynadaki aksim çok komik görünüyordu. Yanaklarım kıpkırmızı olmuştu gözyaşlarımı silmek için elimi kullandığımdan. Sonra üstüne tekrar ağlayınca yanağımdaki kırmızılığı bölen incecik bir çizgi olmuştu boydan boya. Tim, onları özenle temizledi. Kuruyan yaşlarımın üstünden geçmeden önce gözlerime baktı. Kaşları sebebini bilmediğim bir rahatsızlık duygusuyla çatıldı. İçini çekti sonra. Böyle tüm dünyayı nefesine hapsetmek istermiş gibi.

Ellerimi yıkarken, suyun tenimi adeta bir bıçak gibi kesen soğuğuyla irkildim. Bizim çeşme ne kadar açık kalırsa su aynı derecede soğuyor ve soğumaya devam ediyordu. Ellerimin soğuktan kıpkırımız olduğunu gördüğünde yüzüme baktı.

"Çok mu soğuk senin için?"

Kafamı omzuma doğru eğerek başımı salladım. Bu sırada vücutlarımız neredeyse birbirine değecek haldeyken, başına buyruk saçlarım kayarak Tim'in koluna dokundu. Çekmek için uğraşmadım görüşümü kısıtladığı halde. Sadece ona bu şekilde temas etmek; saçlarımı vücudunda görmek beni buruk bir şekilde gülümsetmişti.

Koluna değen saçımı ya görmedi ya da umursamadı. Sıcak suyu açarak suyun ılımasını bekledi. Bir süre sonra önce kendi elini suyun altına tutarak kontrol etti. Kalbimin sıvı olup ellerime aktığını hissettim sanki. Bana bakıyordu.

"Sanırım şimdi oldu," dedi daha çok kendi kendine.

Ellerimi suyun altına götürdükten sonra yüzüme bakarak ellerimdeki baloncukları bir bir temizledi. "Şimdi daha iyi mi?"

Kafamı sallayıp, "Teşekkürler," diye fısıldadım.

Belki de asıl söylemem gerekenler, benimle ilgilenmene gerek yok, ben yaparım, sen git gibi şeyler olmalıydı. Ona git demeye de kal demeye de cesaretim yoktu. Şimdi, şuan olduğumuz gibi kalsak uzun ama çok uzunca bir süre, bana yeterdi. Çünkü öyle savunmasızdık ki ikimiz de, tek bir yanlış kelimemiz ikimizden birini kaçırmaya yetebilirdi. İnce bir ipin üstünde yürüyorduk. Ve Cambaz olan oydu. İşi en iyi bilen o... Layıkıyla yapıyordu.

Boyanın tenimde bıraktığı silik izlere dalgınca baktım. Bir vardılar, şimdi yoklar. Tıpkı Tim'in hayatımdaki yerine benziyordu. Benim için uzunca bir süredir vardı. Haberi olmadan da hayatımın kocaman, ışıltılı bir parçasıydı. Birkaç gün önce sıcak kucağından ayrıldığım gün bir daha olmayacağını düşünmüştüm. Bir daha göremeyeceğimi... Şimdi ise ne olduğumuz belli değildi. Biz ikimiz, bir vardık bir yoktuk.

Duvarda asılı olan sarı havluyla ellerimi, kollarımı ve yüzümü kuruladı. Nefesimi tutmuş, sürekli ve nazikçe hareket eden koluna bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Arada bir kendini sıktığını, kolunda beliren şişkin damarından anlıyordum. Göze sadece güzel ya da hoş değil; muhteşem gelen bir yanı vardı. Hatta daha çok büyüleyici... Efsunlu...

Yüzümden boynuma doğru yavaşça kayarak inen damlaları izledi. Gözleri onları takip ederken ben de onunkileri takip ediyordum. Arzu kendini saklamaktan vazgeçmiş, bir güzel vals tutuyordu. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştım. Dikkatimi yeniden toplamaya... Yüzümü kurulayan havlu, sıra boynuma geldiğinde kalakalmıştı. Aramızdaki cinsel tansiyon git gide artarken daha fazla seyirci kalmamayı seçtim. Elini sıkıca kavrayarak havluyu boynuma yanaştırdım. Hareketimle beraber sanki derin bir uykudan uyanmış gibi gözlerini kocaman açtı. Ben havluyu boynuma sürttükçe ve yer açmak için boynumu geriye doğru attıkça, kontrolü eline almaya başladı. Yine de elimi çekemedim. Biraz daha sıcağında kalmak istedim. Elimin altında fokurdayan gücü hissetmek istedim. Diğer eliyle saçlarımı boynumdan geriye ittirdi. Yemin ederim; parmakları boynuma sürttüğü an kendimi tutamayacak ve inleyeceğim sandım. Dokunduğu yerde küçük şimşekler çakmaya devam ediyordu.

Havluyu ait olduğu yere asarken rahatlama olduğunu düşündüğüm bir hisle nefes verdi.

"Teşekkür ederim, Timuçin," dedim. Adını tam olarak sık kullanmazdım kendi içimde bile. Ona Tim demeyi seviyordum diğer herkes gibi. O da onu duymayı seviyordu. Fakat aramızdaki gergin elektrik ve sabah yaşananlar, ne olursa olsun bir mesafeyi hak ediyormuşuz gibi hissettiriyordu.

Tabii ki hissettiğimde yanıldım. Bana, "Doğru yatağa gidiyoruz," dediği an anladım. "Uyku bize lazım olan tek şey şimdi... Ertesi gün uyandığımızda tüm bunların birer kâbustan ibaret olduğunu görürüz belki."

Yatağa girerken kaşlarımı kızgınlıkla çattım. Başımı yastığa koyup çarşafımı üstüme çektim. Kâbus öyle mi? Bunların hepsi kâbus olsaydı.

"Şuan benimle olmayı kâbus olarak görüyorsan, kapının yerini biliyorsun. Sana kimse gel demedi."

"Saçmalama," diye çıkıştı. "Ben kavgamızdan bahsediyorum. Bir de ortada olacak olma ihtimali olan bir bebek var."

Yüzümü, bebekten bahsedişine bozularak buruşturdum. "Olacak olma ihtimali olan öyle mi? Çok karışık konuşuyorsun ve inan bu kadar bitkin olmasam bunu komik bulurdum."

Yatağımın kenarına oturdu. Ağırlığıyla yatak iyice alçalırken, otururken estirdiği rüzgârla beraber gelen kokusu burnumdan içeri acımasızca sızdı. Sanki hastaymışım gibi burnumu çektim. Reflekslerimin bile ayarını bozmuştu. Kokusu güzel diye burun çekmek ne demekti?

"Eh, en azından birimiz şu yaşananlardan komik bir şeyler bulabiliyor," derken bir yandan da botlarının bağcıklarını çözüyordu.

"Ne yapıyorsun?" dedim yerimde doğrulup çıkardığı botlarına bakarken.

"Ama durumu en son ifade edecek kelimenin komik olduğunu düşünüyorum. Ben daha çok sıkıntılı, karmaşık ve titreşim yüklü derdim."

"Titreşim mi?"

"Evet," diyerek bana döndü. Gözlerinde çakan şimşekler neredeyse gözümü alıyordu. Uzun süre bakmak imkânsızdı. "Cinsel titreşim."

Ve henüz duyduğum şeyi hazmedemeden, ağzım açık ve beynim ne söyleyeceğini düşüne dururken tekrar konuştu. Açık sözlü olması yanaklarımı on yaşında bir kız çocuğununki gibi kıpkırmızı ediyordu.

"Şimdi, kay biraz."

Dehşetle, "Yanıma mı yatacaksın gerçekten?" diye sordum. "Hangi yüzle be adam?"

Ellerini bacaklarımın yanına koyarak yüzüme eğildi. Dudaklarındaki nefes nefesime karışıyordu ve beni giderek güçsüz kılıyordu. Savaşamadım.

"Hangi yüzle olduğunu şimdi görebiliyor musun? Ha? Bu açıdan daha iyi olsa gerek."

Kesinlikle daha iyiydi ve itirazım yoktu. Ama bunu ona söyleyecek kadar da güçsüz bir kız değildim. Sabahki lafları her yakınlaşmamızda bir hayalet gibi kovalıyordu beni. Kendini sürekli hatırlatıyordu. Peki sen?diyordu bana. Sen hangi yüzle ona bu kadar yanaşıyorsun? Gurursuz!

Peki ya aşkta gurur olur muydu?

"Kay," dedi tekrar. Bu sefer olaya biçimli kaşlarını da dâhil etmişti. Yatağımı işaret ediyordu. Tek kişilik yatağımı... Tek!

"Timuçin," dedim ve tane tane konuştum. "Bu yatak tek kişilik..."

"Sığarız. Daha önceden denemişliğim var."

Nedense hiç şaşırmamıştım. O sığarız diyorsa kesin sığardık. Yaşam tecrübesi her zaman üstündü. Fakat aynı yatakta uyuyacak olma düşüncesi gözlerimizde çakan bu ışıkla hiç de sağlıklı değildi.

"Sen niye benim evimde kalıyorsun ki hem? Gitsene evine."

"Kelepçeleri sıkmam lazım herhalde?" diyerek bileğini havaya kaldırdı. "Ayrıca saat ikiye geliyor, bilmem farkında mısın? Şimdi arabaya atla, onu sür, eve var, anahtarla kapıyı aç, üstünü çıkar – "

"Tamam! Devam etme, lütfen." Elimle kapıyı gösterdim. "Bak buradan çıkıyorsun. İlk solda oturma odası var. Kanepe," diyerek çarşafımı tekrar üstüme çekerek yattım. Gitmesini umarak gözlerimi kapadım.

"Kanepede falan yatamam ben. Rahatım için Pusula'ya bile yatak almışım. Kanepe nedir? Hakaret mi?"

Dudaklarımdan engelleyemediğim bir "hah" çıktı. Yatağı rahatı için almıştı öyle mi? Peki... Konuşmasına karşılık vermedim. Doğrusu yaptığım tek şey ona arkamı dönerek, aslında onu görmemeyi tercih ederek irademi güçlü kılmaktı. Olmamıştı. Oradaydı. Dağ gibiydi. Varlığını reddetmek yapabileceğim bir şey değildi. Yapabildiğim en iyi şeyse put gibi durmaktı. Risksiz.

Hiç beklemediğim bir anda küçük bir "Pekâlâ," lafıyla elleriyle belimi sararak beni ileri kaydırdı ve kolayca koca vücuduyla arkamda yerini aldı. Bu şekilde her yerime değiyordu. Teninin her yeri, tenimin her yerine... Zihnimin içindeki işkence odasında ziller deli gibi ötüyordu. Bir şeyler alarm vermişti.

"Bu sessizliğini evet olarak aldım."

"Sen delisin," diyerek belimdeki kollarından kurtulmaya çalıştım fakat boşa bir çabaydı. Beni yalnızca iki avucuyla zapt ediyordu. Cılız vücudum elbette karşı koyamıyor, debelenmekten hemen yorgun düşüyordu.

"Pişkin herif!"

"Şiiişt!" deyip parmağını dudağıma bastırdı. "Şimdi, Eylül... Şimdi uyku vakti... Savaşa yarın kaldığımız yerden devam ederiz." Dudağımdaki parmağı dokunduğu teni okşayarak yavaşça geri çekildi. "Söz."

Gergin bedenim yavaşça çözüldü. Efsunlu sesiyle kulağıma fısıldadığı an karşı koyamayacağımı biliyordum. Kabul ettim. Küçük bir araydı. Bir şey değişmiyordu. Hâlâ sözlerini geri alıp özür dilemesi gerekiyordu. Fakat uyku, iyileştirici kollarını ikimize de açmıştı. Karşı koyamadık.

-

Sabaha gözlerimi açmak istemedim önce. Uyanmıştım hâlbuki. Fakat boynumda esen nefes, yanağımı okşayan saçlar ve güçlü kollardan kopmak demekti uyanmak. Uyanmak, savaşa kaldığı yerden devam etmek demekti.

Sırtüstü yatıyordum. Gözlerimi ağır ağır açtım. Vücudumu gevşekçe saran kola hafifçe dokunduktan sonra başımı Tim'den yana doğru çevirdim ve uyuyup uyumadığını kontrol ettim. Uykusunun ağır olduğu belliydi. Tilki uykusuna yatanlardan olsa şimdiye uyanmıştı bile.

O yine yüzüstü yatıyordu. Tıpkı o gün onu bıraktığım gibiydi. Bir tekrardı sanki bu. Tekrar aynı şeyleri hatırlıyor fakat o geceki gibi pervasız ve mutlu hissetmiyordum. Kolundaki seyrek tüylerde parmaklarımı gezdirirken, zihnime doluşan sıcak görüntülere hoş geldiniz diyordum. Bilmem kaçıncı kez canlanıyordu o gece gözlerimin önünde. Saymayı bırakmıştım.

Birden bire aklımda bir şimşek çaktı. Beni canlandırıp kendime getiren bir şimşekti. Üstelik sabahın körü ve pek de hayra alametti. Önceliği kahveye verdim. Sabah kahvemi hazırladım. Üzerime günümün güzel geçmesini sağlamak için çiçekli bir şort giydim hem. Küçük ve güçsüz bir inanıştı ama içinde mutlu olduğum şeyi giymek ruh halime iyi geliyor diye düşündüm.

Şortumdaki çiçeklerin bir yansıması gibi gözüken fincanımla beraber parmak uçlarımda odaya döndüm. Gördüğüm kadarıyla yalnızdık ayrıca. Aslı dün eve dönmemişti. Dün gece elime alıp çizmeye cesaret edemediğim eskiz defterimi aldım yine. Bu sefer çizmezsem günahtı. Tim canlı canlı karşımda durur ve hiçbir şeyden habersiz bir şekilde mışıl mışıl uyurken ellerim sevap işlemekten geri duramazdı.

Yatağın boş tarafına dolaştım ve defterimi çarşafın üstüne koydum. Ben de yere oturup fincanımı da yanıma aldım. Fincanımdan doyasıya, dolu dolu bir yudum aldıktan sonra nefeslenip başladım sevap kazanmaya. Daha önce kabaca çizdiğim çalışmayı, bu sefer kanlı canlısına bakarak hatta arada küçük küçük dokunarak yüzüne, çenesine, dudaklarına, öyle yaptım çizimimi. Tamamladım eksik parçaları. Hatta hemen hayat vermek istiyordum ona. Fakat o etrafımdayken imkânı yoktu. Onu çizdiğimi bilsin istemiyordum. Açıklama olarak ne sunacağımı bilmiyordum ki. Ne diyecektim? Sana aşığım Tim, seni çizmeden duramazdım mı?

Tamamlanan çizimime hayran hayran baktım bir süre. Gerçeğinin sadece küçücük bir yansımasıydı. Karşımda capcanlı bir şekilde dururken, hiçbir şeyin bu görüntünün yerini tutamayacağını daha iyi anlıyordum. Yerde oturmaya devam ederek, başımı yatağa yasladım. Ellerim açık kumral saçlarına sarılırken ben daha dur diyemeden, dudaklarım ışık saçan bir gülümsemeyle aydınlandı. İşte benim günaydınım buydu. Günümü aydın eden adam, aynı zamanda karanlık gecelerimin de rehberiydi.

Kıpırdadığını görünce elimi hızla çekip ayaklandım. Defterimi çalışma masamın çekmecesine attım. Çekmeceye karşı orantısız güç kullanıp fazla hızlı kapatınca suratımı ekşittim. Aynı anda Tim'den güçlü bir sızlanma geldi.

"Ne oluyor?" diyerek sırtüstü yattı. Eliyle gözlerini ovuştururken gidip onu bebekler gibi öperek uyandırmamak için kendimi zor tuttum. Bu görüntüye kayıtsız kalmak gerçekten güçtü. "Saat kaç?"

Komodinin üstündeki telefonunu aldı. Ben de ufak ve çekingen adımlarla yanına yaklaştım. Saate baktıktan sonra tek gözüyle bana baktı. Çünkü diğeri hâlâ uykunun kollarından kopamıyordu.

"Saat dokuz. Bildiğimiz dokuz," diyerek bana döndü. "Sen neden uyanıksın, Eylül?"

Omzumu silktim. "Ben hep bu saatlerde kalkarım. Çekmece için özür dilerim. Orantısız güç," diyerek özür dilercesine gülümsedim.

"Hmmm..." diye mırıldanarak küçücük gülümsedi. Gözleri ise çoktan kapanmıştı. "Gel, tekrar uyuyalım."

Son söyleyeceğini de mırıldandıktan sonra çoktan yarım bıraktığı uykusuna geri dönmüştü. İçim içime sığmayarak ve savaştaki aranın tadını çıkararak odadan çıktım.

Kendime bir tost hazırladım. İlgimi çekecek hiçbir şey olmamasına rağmen televizyon izledim. Hatta sıkıntıdan sosyal medya hesaplarıma bile sardım ki normalde çok sık kullanmazdım. Saat on ikiye gelmişti ki kapı küçük bir tık sesiyle açıldı. Televizyonun sesini duyup kendini oturma odasına atan Aslı'yı gördüğüme hiç bu kadar sevinmemiştim. Can sıkıntısından kendimi yiyip bitirecektim yoksa.

"Eylül? Kargalar bile güne start vermeden sen ne diye ayaktasın?"

"Karga mı kaldı bu saatte, Aslı? Göç bile etti onlar."

Kendini yanıma atarak karman çorman olan saçlarını şekle sokmaya çalıştı. İşe yaramayınca pes etti.

"Saat kaç ki? Ben öyle uyandığım gibi geldim."

"Biraz," deyip akan makyajına ve kuş yuvası saçlarına baktım. "ağır bir gece oldu galiba?"

"Hiç sorma," diyerek sırıttı.

Yüzümü ekşittim. "Niyetim yok."

"Bu arada Tim meselesi için üzgünüm. İnan buraya geleceğini çok geç öğrendim. Yoksa engel olurdum, Eylül." Uzanıp ellerimi tuttu. Yüzündeki samimiyeti görebiliyordum. "Kızma bana."

"Kızmıyorum. Bu adam," diyerek gözlerimi devirdim. "Baş edilebilecek bir adam değil. Başına buyruk. İstediğini yaptırmak için her yolu koşulsuz deneyecek biri. Engel olamazdın." Yenilgiyle yerime sindim. "Ben nasıl olacağım bilmiyorum."

"Tabii ki geçirdiğiniz vakitleri ona zehir ederek, canım. Buraya, gelerek sana hakaret edip o da yetmezmiş gibi her istediğinde bu eve gelemez. Gelebilir mi?"

Ciddiyetle cıkladım. "Gelemez."

"Öyle seni kendisine falan da kelepçeleyemez. Değil mi?"

"Kelepçeleyemez tabii."

"Bir de öyle istediği – " deyip durunca transtan çıktım. Gözlerimi kırpıştırıp kaşlarını hırsla çatan Aslı'ya baktım. "Nerede o? Kaldı mı dün gece?"

Kafamı usul usul salladım. "Kaldı."

"E nerede yattı bu adam?"

Koridordan yükselen tok ayak sesleri kaskatı kesilmeme sebep oldu. Resmen titredim; ürperdim. Tüylerim varlıklarını belli etmek istercesine dikleşti. Soğuk bir rüzgâr tüm vücudumu yaktı.

"Eylül'le, Eylül'ün yatağında yattım."

Eh böyle söyleyince kulağa korkunç geliyordu. Özellikle dün yaşadıklarımızdan ve Aslı'nın buna şahitlik etmesinden sonra yanlış anlaşılma gittikçe büyüyordu.

"Öyle değil, Aslı," diye atılsam da güçlü ses beni bastırdı. Hatta ezerek parçalara ayırdı. Cılız sesimin hiç şansı yoktu.

"Öyle. Nasıl anlıyorsan öyle!"

Aslı'nın dehşet dolu gözlerinden kaçınmak için ayağa kalktım. Pişkince ve yeni uyandığının kanıtı olan şiş gözleriyle bana gülümsemesi ayağıma taşlar dolduruyordu. Yine de atladım üzerlerinden.

"Savaş daha başlamadı sanıyordum," diye tısladım.

"Affedersin, haklısın," diyerek kocaman gülümsedi yeni uyanan bir insanın aksine mahmurluğunu attığını gösterircesine. "Günaydın, hayatım."

"Timuçin!"

Göz ucuyla Aslı'nın ayaklandığını gördüm. Kocaman gözlerle, "Siz umutsuz vakasınız," dedi. "Ne haliniz varsa görün. Ben duştayım."

Tim, yanağımı parmaklarıyla hafifçe sıkıştırdıktan sonra parmaklarını dudaklarına götürüp öptü. "Bu da günaydın öpücüğüm olsun," deyip göz kırptı. "Şimdilik bu kadar..."

Sehpada duran tabağı kucağına alarak koltuğa oturdu. Yalnızca birkaç ısırık alıp bitirmeyi başaramadığım tostumu iki büyük lokmada bitirdi. "Hmmm... Güzel olmuş. Çay yok mu?"

"Ne oluyor sana? Ne bu sevimlilik?"

"Her zamanki halim. Ha, sen alışık değilsin! E tabii, savaşırken böyle görünmüyorum."

Ayağımı sabırsızca yere vurdum. "Savaştan çekiliyor musun? Özür dileyecek misin?"

Bir anda ciddileştiğinde yüzü, irkildim. Oturduğu yerde dikleşti bir kartalın göz korkutmak için kanatlarını açması gibi. Kocaman oldu; devleşti. "Asla!" dedi kendinden emin sesiyle. "Ben söylediklerimin hâlâ arkasındayım. Fakat şu savaş işini kahvaltı bittikten sonra başlatalım. Ne dersin? Malum, savaşmak için enerji lazım."

Gittikçe ve gittikçe sinirleniyordum. Kendimi patlamaya hazır, yaşayan bir volkan gibi hissediyordum. "Dalga mı geçiyorsun, Timuçin?"

"Hayır, hayatım," dediğinde gözlerimi kocaman açtım. "Tamam, bu hitaptan neden bu kadar nefret ediyorsun anlamıyorum." Elindeki boş tabağı sehpaya bırakarak hızla karşıma dikildi. Boğazını temizleyip suratını astı. "Tamam. Şimdi gidiyorum. Ama akşam, Eylül... Akşam Pusula'ya geliyorsun."

Kollarımı kavuşturup alayla güldüm. "Demek şimdi savaşıyoruz."

Koridora doğru ilerledi ve kapıyı açtı. Çıkmadan önce, "Unutma, kahvaltı bitince savaş başlar," dedi.

"Çocuk musun sen?"

"Hele bu akşam Pusula'ya bir gelme... O zaman beğenmediğin çocuğu görürsün nasıl omzuna atıp zorla götürüyor seni. Sonra dersin yine çocuk diye. Dikkat et de çarpılma ama."

-

Selamlar, sevgiler, efendim! 

Umarım bölümden memnun kalmışsınızdır. Bence mıncırılası, böyle yanakları sıkılası bir bölümdü. Ne dersiniz?

Tim'in bu oyuncu halleri yazarken beni de kahrediyor inanın. Hem sinir bozucu hem de kızamayacağınız kadar yakışıklı ulan! Buyurun aşağıda da Tim var. 

Bebek işini unutmuşa benziyorlar. Öğrenince şu yarı mutlu yarı sinir bozucu ilişkileri de kökten bitmesin? 

E her şeyin hayırlısı! 

Şu yukarıya eklediğim giflere ne diyorsunuz? Çok eğlenceli değil mi be? Ben gif ararken o kadar eğleniyorum ki!

Her bölüm ekleyeyim mi böyle?

Sevgilerin büyüğü benden efendim... ♥

-

Facebook Sayfası: facebook.com/merveakincikitaplari

Facebook Grup: Merve Akıncı'dan ♥

Twitter: mandalinagibi

Instagram: mervenilya

Snapchat: mervenilya

Ask.fm: mervenilya

Seguir leyendo

También te gustarán

1.8M 78.7K 63
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
3.5M 128K 71
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
52.4K 1.1K 30
bir gün ansızın babam yanında onlarca siyah takım elbiseli adamlarla gelmişti ben okulu bitirmeyi planlarken o benimle evlilik planları kuruyordu ond...
270K 1.8K 21
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.