NOKSAN | ✓

De celestial_bones

404K 15.1K 2.6K

O, bir kraliçeydi; hayran kaldığım ancak asla ulaşamadığım. Güzeller güzeli, fakat acımasız olan, beni gidişi... Mais

[ Bölüm Bir: Kâğıtlar]
[ Bölüm İki: Paranoyak ]
[ Bölüm Üç: Aslan ]
[ Bölüm Dört: Hız ]
[ Bölüm Beş: Tesadüf ]
[ Bölüm Altı: Güller ]
[ Bölüm Yedi: Zebani ]
[ Bölüm Sekiz: Rubik Küp ]
[ Bölüm Dokuz: Alevler ]
[ Bölüm On: Yabancı ]
[ Bölüm On Bir: Düş ]
[ Bölüm On İki: Salıncak ]
[ Bölüm On Üç: Sitrin ]
[ Bölüm On Dört: Karanlık ]
[ Bölüm On Beş: Bulutlar ]
[ Bölüm On Altı: Düşman ]
[ Bölüm On Yedi: Kibir ]
[ Bölüm On Sekiz: Bay Resmiyet ]
[ Bölüm On Dokuz: Yapmacık ]
[ Bölüm Yirmi: Kural Tanımaz ]
[ Bölüm Yirmi Bir: Küçük Kalp ]
[ Bölüm Yirmi İki: Gerçekdışı ]
[ Bölüm Yirmi Üç: Pembe Dizi ]
[ Bölüm Yirmi Dört: Kireç ]
[ Bölüm Yirmi Beş: Minnettar ]
[ Bölüm Yirmi Altı: Bilmece ]
[ Bölüm Yirmi Yedi: Şenlik ]
[ Bölüm Yirmi Sekiz: Paha Biçilmez ]
[ Bölüm Yirmi Dokuz: Yoldaş ]
[ Bölüm Otuz: Söz ]
[ Bölüm Otuz Bir: Büyü ]
[ Bölüm Otuz Üç: Gazap ]
[ Bölüm Otuz Dört: Strateji ]
[ Bölüm Otuz Beş: Büyük Gün ]
[ Bölüm Otuz Altı: Cevher ]
[ Bölüm Otuz Yedi: Panik ]
[ Bölüm Otuz Sekiz: İyi ]
[ Bölüm Otuz Dokuz: Çilek ]
[ Bölüm Kırk: Teklif ]
[ Bölüm Kırk Bir: Takdire Şayan ]
[ Bölüm Kırk İki: Şehrin Soytarısı ]
[ Bölüm Kırk Üç: Kist ]
[ Bölüm Kırk Dört: Şehrin Prensesi ]
[ Bölüm Kırk Beş: Soysuz ]
[ Bölüm Kırk Altı: Affedilmez ]
[ Bölüm Kırk Yedi: Başkaldırı ]
[[FİNAL] Bölüm Kırk Sekiz: Cadı Avı ]
[ YAZARDAN FİNAL NOTU ve İKİNCİ HİKÂYE BİLDİRİSİ ]
[ Şarkı Listesi ]

[ Bölüm Otuz İki: Baskı ]

2.5K 141 44
De celestial_bones

[ Bölüm Otuz İki: Baskı ]

Şehirde keşfedilecek hiçbir yer kalmamıştı; Rasatya, üzerinde oturduğum metal merdivenlerle ve hemen yanımda hissettiğim marketin beyaz binasıyla oldukça kısıtlanmış, son günlerini yaşayan küçük bir devletti benim için. Hoşnutsuzluk veren bir histi, ancak Amas ile tıpkı iki güvercin gibi bu merdivenlere yerleşmiş, sislerin ardından seçebildiğimiz şehre anlamsızca bakıyorduk; çünkü ikimiz de buradaki sisin gün geçtikçe arttığının hem de azaldığının farkındaydık.

Bu durumda belki de yüzlerimizde bir mimik, bir kıpırtı ya da sıkıntının getirdiği çizgiler olmalıydı, ancak derin bir kabulleniş, bu şehrin bizi bastırdığı kadar da özgür bıraktığı haricinde bir düşünce yoktu kafamızda. Birçok olay dönüyordu, fakat biz, yalnızca bir kısmında, şehrin yaşam döngüsünün bizimle ilgisiz olduğu bölükte kalıyorduk; onunla saatlerce bu merdivende oturup sessizce sisi izleyebilirdim, ama Amas'ın böyle bir niyeti olmadığı baştan belliydi.

Bana bakmaksızın kolundaki sargıları çekiştirerek, "Sıçtığımın şehrinde iki metre ötesi dahi görünmüyor," diye homurdandı ve iyice sinirlenip bezlerini çekiştirmeye koyuldu. "Seni suçlamak istemiyorum Ecrin, fakat sen dahi kendini neyin içerisine attığını bilmezken tüm aşıları yiyen kişi olmak ve üstüne üstlük uykusuzluğun azabını çekmek, hiç de adil değil."

"Lafı dolandırmana gerek yok," diye bir iç çektim. "Olanlar için bana kızgınsın."

"Kızgın olduğumu da nereden çıkardın?" derken siniriyle uyuşan, ahenkli bir kahkaha dudaklarından döküldü. "Belki de bu merdivenlerde pinekleyerek hayatımın en huzurlu dakikalarını yaşıyorum."

"Öyle mi dersin?" diye tıpkı onun gibi güldüm. "Sana gitmeni söylemiştim Amas, tüm bunlardan uzak durmanı ve beni yalnız bırakmanı. Ama her zamanki gibi gitmedin." 

Bana doğru döndü ve alnıma işaret parmağıyla iki kere vurarak, "Serhat Özkan oradayken sence seni bırakabilir miydim, akıllı?" diye sordu.

"Yapabilirdin," diye zorladım. "Sana hasta olduğumu söylerken şans tanımıştım."

"Verem olduğunu söylediğin zamanı mı diyorsun?"

Başımla onu onayladım. "O an gitmeni istemiştim, ama gitmedin," diye tekrarladım. "Sen böyle bir insansın Amas; insanlar ne derse onun tersini yaparsın."

"Benden çok farklısın, bu yüzden sürekli kendini boka batırır, daha sonra da bundan arınmak için şekilden şekle girersin," diye sırıtırken bana değil, karşısındaki engin sise bakıyordu. "Eğer şu sargıları çıkarırsan benden istediğini dileyebilirsin," diye ekledi, düşük sesiyle.

"Bir şey istemiyorum," diye söylendim ve Amas'ın kolundaki sargıları çözmek için bir giriş yolu aramaya başladım.

"Emin misin?" diye şüpheli gözlerini bana doğrulttu. "Ben de tam hastaneden birkaç şişe morfin çalmayı düşünüyordum."

"Pekâlâ, o morfinleri istisnasız her dakika anmakta başarıyla ilerliyorsun Amas," diye karşılık verdim.

"Sonuçta insan beleş morfine hayatta bir daha rastlayamaz," diye yüzünü buruşturdu.

"Gerçekten de tuhafsın."

"Tuhaf olan sensin."

"Bence Caner'le yaşadıklarımı duymamak için konuyu dağıtıyorsun."

Bunu dememle Amas'ın yüzüne katı bir ifade oturdu; gözleri kısıldı, dudakları tatminsizce büküldü ve o an kolundaki sargı bezleri öylesine ağırlaştı ki, bezleri çıkarmak nefesimin kesilmesine, kalbimin ritimsizce çarpmasına neden oldu.

Sopsoğuk bir sesle, "Bazı şeylerin gerçekliğini değiştiriyorsun Ecrin," dedi. "Bunu da en güzel anda, tam olaylar zirve noktasına ulaşmışken beceriyorsun."

"Bu yüzden," dedim ve diğer kolundaki sargı bezlerini çıkarmak için ona uzandım. "Olayın aslını anlatmak istiyorum."

"Ecrin," diyerek iğneleyici gözlerini üzerime dikti. "Havasızlık beyninde kabarcık yapmış; salaklığın ölümcül olduğunu biliyor muydun?"

"Ben dalga geçmiyorum," dedim büyük bir ciddilikle.

"Dalga geçmiyorsun," diye ukalaca, fakat beni korkuya düşürecek bir şekilde gülümsedi. "O zaman seni bir numaralı dolandırıcı olarak gazetelere çıkarabiliriz."

"Amas," diye uyardım onu. "Anlatmamı istemiyorsan..."

Yeşil gözleri, hiçbir şekilde dağılmayacak olan kaskatı bir şeye, Rasatya'nın sokaklarını kaplayan yoğun dumanın kendisine boğulmuş, kızıl saçlarını dağıtan rüzgâr, Amas'ın çehresini bir savaş meydanına çevirmişti. Göğüs kafesi ölümcül bir ritimle inip kalkarken sözlerimden geriye içi boş, kocaman bir baloncuk haricinde hiçbir şey kalmamıştı; bana karşı aldığı siper, onu bir askere, belki de daha korkuncuna, daha önce de hissettiğim baskının kendisine dönüştürüyordu.

"Bu bilmem kaçıncı anlatışın olacak," dediğinde sesi hırıltılı, aynı zamanda da alçaktı.

Sargı bezinin beyaz ipliklerini teker teker sökmeye başladığımda bunun beni rahatlatacağını zannediyordum, fakat bu sefer hiçbir şey bana iyi gelmiyordu. Çünkü yine aynı hissi, bir göçmenin ülkesine, kendisini güvende hissedebileceği tek yere dönme arzusu uyanmıştı içimde; beş aydır yaptığım şeyi tekrarlamayı, yani ondan uzaklaşmayı delicesine istiyordum.

"Küçükken kanayan dizlerine rağmen düşmediğini söylerdin," dedi. "Biraz büyüdüğünde iplikleri zevk için söktüğünü, özünde gergin bir insan olmadığını iddia ettin ve şimdiyse... Asıl olayı anlatacağını söylüyor, ancak yine de bir eksiklik yaratıyorsun."

Yutkundum ve ellerimi sargı bezlerinden ayırarak, "Bazen," diye konuşmaya zorladım kendimi. "Bazen... Tüm bunlar elimde olmaksızın gerçekleşiyor."

"Sadece sen ne yapacağını seçemiyorsun ve bu durumda yanlış olana yöneliyorsun."

"Bu doğru değil Amas," diye onu inkâr ettim.

"Bazı şeyleri bilmediğimi söyleyemezsin," dedi ve eliyle aşağıyı gösterdi. "Merdivenler seni bekliyor; burada durmanın hiçbir anlamı yok Ecrin."

Kaşlarımın çatıldığını gördüğünde, "Beyaz atlı prensini çok uzun süredir bekletiyorsun," diye açıkladı.

"En azından beyaz atlının senden daha anlayışlı olduğu kesin," diye bakışlarımı devirdim.

"Onunla tanışmak için can atıyorum," dedi, ancak bir ölüde bulunabilecek bir heyecanla.

"Ben de," diye ona katıldım.

"Yoksa," diye duraksadı. "Beyaz atlı prensle çoktan tanıştım mı? Şenlik'te o kadar çok yüz gördüm ki içlerinden hangisinin o olduğunu çıkaramıyorum. Biraz tarif edersen hatırlayabilirim sanırım."

"Bunu bilerek mi yapıyorsun Amas?" derken sesimin titremesini durdurmak için dudaklarımı kemirdim ve yanıt vermesine fırsat vermeden, "Neyin acısını çıkarmak istiyorsun?" diye sordum. Bana bakan mesafeli gözlerini işaret ederek, "Yine aynısı," dedim. "Yine üzerimde baskı kuruyorsun."

"Daha açık konuşmalısın," dedi tek kaşını kaldırarak.

"Belki de bu yüzden anlaşamıyoruz Amas," diye cevap verdim. "Senden uzaklaşmak istemediğim halde beni vuracağın anı o kadar iyi hesaplıyorsun ki, duruşun, bakışların ve kelimelerin hep aynı mesajı iletiyor." Ciğerlerimdeki havayı dışarı verdiğimde, "Morfin almanı ben istemedim," dedim. "Şenlik'e gelmeni de, seni Şenlik'te yalnız başına bırakmayı da ben istemedim."

"Konumuzun bununla bir alakası yok," diye savunmaya geçtiğinde ellerimi pürçek pürçek ayrılmış olan saçlarımın arasından geçirdim.

"Beyaz atlı prens diyerek kimi kastettiğini anlayamasam da," dedim ve ayağa kalktım. "Bir prensin varlığını defalarca kez düşlemekten onun da durup dururken, ya da kendiliğinden ortaya çıkmasını bekliyorum. Tıpkı evimin yanması, Caner'in kendi kendini bıçaklaması, Oktay'ın o gün revirde beni öpmesi ve bunları durduramamış olmam gibi."

"Bütün gece boyunca düşünmekten ve endişelenmekten uykusuz kalan yalnız sen değilsin," diye ekleyip arkamı döndüm, merdivenlerden aşağı inmeye başladım.

Amas bileğimden tutarak beni durdurdu ve önüme geçerek, "Kızım yürüyüp gitmesene," diye huysuzlandı.

Bileğimi çekmeye çalıştım, ancak bırakmamakta ısrar ettiğinde, "Az önce gitmemi istiyordun," diye hatırlattım. "Fikrini değiştiren ne?"

"Lafları sırala ve git," diye sesine yansıyan agresiflikle devam etti. "Ayıp oluyor."

"Dinlemeyeceğini, dinlesen de her şekilde karşı çıkacağını biliyorum Amas," diye ofladım ve bir basamak daha aşağı inerek aramızdaki mesafeyi kapadım. "Seni itmemi istemiyorsan çekilirsin."

"Birlikte merdivenlerden düşmediğimiz kalmıştı," dedi. "Hadi it de düşelim."

İfadesiz gözlerle onun yüzüne bakarken boşta kalan elimle Amas'ın bileğini kavradım ve kazağımın kolunu sıyırarak, "Bileğimi kes desem," diye önerdim. "Gerçekten keser misin?"

Yüzünü ekşiterek, "Bu ne biçim bir soru?" diye sordu.

Elini daha güçlü kavrayıp, açıkta kalan bileğime doğru yaklaştırınca, "İlk önce arkanda duran bıçağa uzanmam, daha sonra da o bıçağı senin eline tutturmam gerekiyor," diye talimatları verdim. "Zarar vereceğin insan, kaybolan kız kardeşinin eski sevgilisi, aynı zamanda da nefret ettiğin biri olduğundan bunu yapmak o kadar da zor olmamalı, değil mi?"

Amas hissettiklerini kalın, siyah bir perdenin arkasında gizliyordu, fakat bu, onun dediklerimi anlamadığı manasına gelmiyordu; ben Caner'in, Amas da benim rolüme girmişti ve bu kadar yakın durduğumuz sürece bu canlandırma devam edecekti.

"Kesmek istiyor musun?" diye sorduğumda Amas sessizliğini korudu.

Sorumu tekrarlama gereği duymadım. "İstemediğini biliyorum," diye omuz silktim. "Zaten bunun pek bir önemi yok."

Elinin üzerindeki baskıyı arttırarak parmaklarını bileğimi dik kesecek şekilde yaklaştırdım ve bununla beraber o anın görüntüleri gözlerime doldu: Caner bıçağı seri hareketlerle bileğinin üzerinde gezdirirken ellerim, onun ellerinin altında donakalmış, yere damlayan kanlar ve bıçağın düşerken çıkardığı ses, zihnimi darmaduman etmişti.

Suçlu oydu, ancak olayın sorumlusu ben olarak gösteriliyordum; Amas'ın da dediği gibi, gerçekleri değiştirdiğim anlar hakikaten de mevcuttu.

Elini tutmayı keserek tümüyle ondan ayrıldım ve basamakların aşağısına yöneldim. "Sadece eve gitmek istiyorum," dedim, hâlbuki ev diye nitelendirebileceğim bir yer Rasatya üzerinde bulunmuyordu bile.

"Ecrin," diye seslendi arkamdan. "Arabada... Neden..."

Amas'a döndüm. "Çünkü yoruldum," dedim. "Hep aynı lafları, eskisi gibi olmadığımı duymaktan bıktım."

"Amber'in aptallığına..."

"Kız kardeşine suçu yüklemene gerek yok Amas," dedim sertçe. "Eski şirin Ecrin'in varlığını kanıtlayacak biri var sadece; beni gerçekten tanıyan, ancak şu an yanımda olmayan biri. Ve o kişi haricinde hiçbirinizin bana bir söz söylemeye hakkı yok."

Rasatya'yı yerinden sarsıp bodur evleri bir harabeden ibaret kılacak olan adımlarım, otoparkın olduğu alana doğru gitmekteydi; Amas'ın arkamdan bağırarak peşimden geldiğini, "Yine kaçıyorsun Ecrin," diyen sesinden anlıyordum. Çok, çok uzun zaman önce bana dediği şeyleri tekrar ettiğinin düşüncesine kapılıyordum amansızca.

Ondan ziyade kaşımın çevresinde yayılan ağrıya odaklıydım; dikkatimin dağılması ancak birkaç metre ötemde duran birini görmemle ve Amas'ın ansızın bana çarpmasıyla olabildi. "Kazık gibi dikilmeyi nereden öğrendiysen," diye homurdandı Amas, benden uzaklaşırken.

Dudaklarıma yapışan saçlarımı yüzümden çektim ve az önce söylediklerini duymamış gibi yaparak, "Peşimden gelmenin bir yararı yok," dedim.

"Delirdin galiba," diye soludu Amas. 

Başımı olumsuz anlamda salladım, "Annem..." diyebildim bir tek.

Annem, evrendeki canlıların bütünlüğünü yalanlarcasına buradaydı; suratı, son beş aydır olduğu gibi asık, mavi gözleri ise kendi gözlerimin bir yansıması olarak oldukça kıpırtısız, çevredeki ışığa dahi duyarsızdı. Dalgın görünümü alışveriş sepetini itekleyen ellerinin, bilinçsizce ilerleyen adımlarının üzerindeydi; yanında babam yoktu, fakat paketleri bagaja yerleştiren Enver vardı.

Onu burada görmenin beni şaşırtmaması gerekiyordu; marketin ıssızlığında kamufle olduğunun, böylelikle birçok şeyden kaçındığının çoktandır bilincindeydim. Sonuçta annem podyumlarda olma imkânı varken izleyici kitlesinin en arka sırasını tercih eden bir kadındı. Göze çarpmaktan nefret ederdi, fakat davranışları ile hisleri, düşünceleri ile de bedeni sürekli bir çatışma halindeydi; ironikti, öz kızını meydanda boğazlayacak kadar da cesaretliydi. 

Amas neyden bahsettiğimi anladığında, "Şansımıza..." diye bir iç geçirdi.

Korunaklı bir çatının altında, kafamın her daim bir köşesinde bulunan aile üyelerim, hayali konuşmalarımın bir numaralı kahramanlarıydı. Bir süredir onlarla yüz yüze görüşmediğim halde, gerçeküstü birçok diyalog yaşadığım için sanki yanlarından hiç ayrılmamış, yükselen kan basıncımla her gün, her saat annemle tartışmış gibiydim.

Ayaklarım sürünerek, zeminde kötü sesler bırakarak ilerliyordu ve Amas da bunu fark etmiş olmalıydı ki, "Bir merhaba demekten bir şey olmaz," diye bana destek çıkmaya çalıştı.

Arabanın bagajını kapattıktan sonra Enver'in gözleri benimkilerle buluştu; şaşkınlıkla ağzı açılırken annemi dürtükledi ve Amas'la beni işaret etti. Annem de onun bu dokunuşuyla huysuzlansa dahi beni görmesiyle uykudan uyanır gibi irkildi; gözlerini yüzüme, ona doğru ilerleyen vücuduma sabitledi.

Yanlarına vardığımda, "Selam," dedim donuk bir sesle.

"Senin Serhat Özkan'ın evinde olman gerekmiyor muydu?" diye patladı Enver. "Hani şu kızın ismi neydi... Serpil miydi? Yok, Serap'tı. Serap'la olduğunu zannediyorduk biz. Niye Amas'la geziyorsun? Yani... Amas Abi mi demem gerekiyor? Kafam karıştı."

"Tamam, her şeyi açıklayacağım," dedim onu sakinleştirmek için.

"Kaşına, aslında kaşınıza ne oldu?" diye sordu annem, kollarını göğsünde bağlayarak. Sesi, beni dışlarcasına bir vurgu yapmış, işten atıldığının haberini alan biri kadar mahcup hissettirmişti.

Cevap vermeye hazırlanırken Amas araya girdi. "Okulda oldu," diye yalan söyledi. "Kırık bir dolap var, ona çarptık ikimiz de."

"Geçmiş olsun," diye geveledi annem ve ayağını yere vurarak "Neden buradasın?" dedi.

Sorusu direk beni hedef alıyordu. "Sabahleyin Serap'tan ayrıldıktan sonra okula gittim," diye yanıtladım. "Son sınıfları erken bıraktıkları için markete uğramaya karar verdik."

Annem bunu yutmadığını kıvrılan dudaklarıyla belli etti. "Üşenmeden buraya geldin," dedi. "Neredeyse kırk dakikalık yol."

Sözleri birçok şey için beni suçluyordu, fakat bu gizli aşağılamalara Amas'ın yanında devam edemeyeceğini bildiğimden, "Dinlemek için vaktin varsa her şeyi anlatırım," dedim.

"Boş versene," diye cebindeki anahtarı çıkardı ve arabanın kapısını açtı. "Sözlere gerek yok, yüzünden pek çok şey okunuyor Ecrin."

Buna nasıl karşı çıkacağımı bilemediğimden sinirle dudaklarımı birbirine bastırdım ve annemin ön koltuğa geçtiğini görünce bize tuhaf tuhaf bakan Enver'e döndüm. "Ne demek istedi şimdi?" diye sordum.

Enver omuz silkerek, "Bilmem," dedi. "Kaçamak yaptığınızı falan ima etti sanırım."

"Hayır hayır," diye karşı çıktı Amas. "Caner ve Amber de burada..."

Daha Amas sözünü tamamlayamadan annem arabanın camını açtı ve bize doğru döndü. "Orada dikilmeye devam edecek misiniz?" diye huysuzca konuştu. "İkiniz de arabaya binin bakalım, Amas istersen bizimle gelebilirsin ama seni evine bırakamayacağımı belirtmem gerek. Yolumuz ters düşüyor ve benzin parasından bahsetmek bile istemiyorum."

Annem elinden geldiğince kibar konuşmaya çalışsa da eskiden Amas'a daha samimi yaklaştığı kesindi; sanal ortam, onu ağzına gelen her şeyi söyleyebilen birine dönüştürmüş, ses tonunu ise klavyeyle, nazik gözlerini de mavi ekranla değiştirmişti. Pek çok insan onun bu davranışlarını sorgulamıyordu, fakat ben sık sık düşünüyor ve üzülüyordum. 

Amas düşünceli bir şekilde yere baktıktan sonra, "Teşekkür ederim ama Amber de burada, o yüzden onu yalnız bırakamam," dedi.

"Amber de gelebilir isterse," diye teklifini sundu annem.

"Gerçekten teşekkür ederim ama o da şu günler çok yoğun, eve gitmemiz lazım," diye açıkladı Amas.

Annem 'siz bilirsiniz' cinsinden başını salladıktan sonra arabanın kontağını çevirdi ve içeri girmemi işaret etti. Ben de Amas'a dönerek, "Sonra görüşürüz," dedim, arabanın kapısına doğru uzandım.

"Sonra görüşürüz," diye huzursuz bir kahkaha attı Amas. "Kaçmazsan tabii."

"Öyleyse görüşmeyelim," dedim direk. "Küselim, aramızı açalım, zaman koyalım, ya da her ne deniyorsa."

"Lafı çarpıtma."

"Görüşeceğiz diyorsam görüşürüz," dedim. "Ama sen niyetli olmadığına göre görüşmeyelim."

Amas, gözlerini tam tur çevrede dolaştırdı, ardından yeniden bana baktı. "Yarın sabah kalktığında gördüğün ilk yüz ben olacağım," dedi, gözlerindeki meydan okuma işaretleriyle.

"Abartma," dedim ve arabaya geçtim.

"Yarına bekle beni," diye güldükten sonra 'ciddi misin' dercesine bir bakış gönderdim ve arabanın kapısını kapadım, emniyet kemerini taktım.

Amas bir noktadan ibaret kalana kadar onu, marketin neon ışıklarını ve otoparkı izledim; devamında ise Rasatya'daki sis, hepsini küçük balıklardan ibaretmişçesine yuttu, annem, Enver ve ben haricinde gözlerimin görebildiği kimse kalmadı.

Continue lendo

Você também vai gostar

730 51 12
"Ölüme yalın ayak koşanların öyküsü bu." "Bu motorun üzerine bindiğin zaman zebaniler sana cehennemden yer ayırtmıştı hanımefendi, cehennemde görüşür...
YARAMAZ ÇOCUK De DİLEK TARINCI

Ficção Adolescente

22.9M 489K 77
"Ve ateş kül oluncaya dek yanmaya devam etti. Su ise buhar olacağını bilmesine rağmen savaşından vazgeçmedi.'' Masal on sekiz yaşını doldurduğunda ka...
2.3K 311 33
Gitmek için hazırlanırken, Yine kaldın kendi başına. Yükselmek için çabalarken, Dipte ve yalnızca
157K 43 9
Onlar için aşk, meskensiz bir yavru gibiydi. Yine de içlerine o kor düştüğünde, Akel; "Kalbim gün batımının kızılına boyanmış saçlarının bir teline b...