Lacivert - Safir - Amber

By tymazerr

2.8M 124K 24.2K

Tıp öğrencisi Beren, yıllardır göğüs gerdiği aile şiddeti yüzünden sonunda evden kaçtığında, aklına gelecek s... More

GİRİŞ
1- BEREN SOYDAN
2- JAMES HUNTER
3- Mahzen
4- Royal De Maria
5- Antidote
6- Sofia Dark
7- Denge
8- Dönüş
9- Kaçış
10- Sara
11- Soğuk
12- Ekip
13- Sınırlar
14- Kırık
15- YANILGI
16- YENİ GÖREV
17- DONUK
18- ACI SESLER
19- ILIK GECE
20- EV
21- BOWIE
22- DEIRDRE
23- ÇIPLAK
24 - NOT
25- OYUNCAK BEBEK
SAFİR | GİRİŞ
SAFİR | 1.BÖLÜM
SAFİR | 2. BÖLÜM
SAFİR | 3. BÖLÜM
SAFİR | 4.BÖLÜM
SAFİR | 6. BÖLÜM
SAFİR 7. BÖLÜM | Gece Nöbeti
SAFİR 8. BÖLÜM | Fil Ağacı
SAFİR 9. BÖLÜM | Zehir
SAFİR 10. BÖLÜM | BOZUK
SAFİR 11. BÖLÜM | LACİVERT
SAFİR 12. BÖLÜM | AİT
SAFİR 13. BÖLÜM | SIFIR
SAFİR 14. BÖLÜM | Ruh Kesiği
SAFİR 16. BÖLÜM | Ateş
SAFİR 15. BÖLÜM | Cennet
SAFİR 17. BÖLÜM | Geç
SAFİR Final | Herkes için...
Amber 1 | PARADOKS
Amber 2 | KARMAKARIŞIK
Amber 3 | EĞİTİM
Amber 4 | ÇAYLAK
Amber 5 | MILEN
Amber 6 | DARKBLUE
Amber 7 | RÜYA
Amber 8 | HAVADA SÜZÜLMEK
Amber 9 | SOĞUK ATEŞ
Amber 10 | TAŞIYICI
Amber 11 | KAÇIŞ
AMBER 20 | LIZY
AMBER 12 | CENNET
AMBER 13 | DEĞİŞİM
AMBER 14 | UZAY BOŞLUĞU
AMBER 15 | ZİHİN YANGINI
AMBER 16 | GÜVEN
AMBER 17 | FAROE
AMBER 18 | GENOA
AMBER 19 | GÜN IŞIĞI
AMBER 20 | LIZY
AMBER 21 | VEDA VE ÖTESİ
AMBER 22 | FİNAL 1- İLLÜZYON
AMBER 23 | FİNAL 2- GERÇEKLER
AMBER 24 | FİNAL 3- MASALLAR VE SONLAR

SAFİR | 5.BÖLÜM

30.2K 1.6K 238
By tymazerr


Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr

5. DONÖR

Saçlarım arasında dolanan nefesi hissederek gözlerimi açtığımda bir an için nerede olduğumu sorguladım. Dünden kalma anılar puslu bir hava gibi zihnimi gölgelemişti. Usulca bir nefesi ciğerlerime çektiğimde etrafımı çevreleyen tanıdık koku, güvenle soluğumu bırakmamı sağladı. Önceki akşam yaşananlar tek tek hafızamda canlanınca yanaklarım ısınmaya başladı ancak içimden kahkaha atmak geliyordu.

Bu olanlara inanamıyordum. O kadar hayalin ötesinde bir şeydi ki. Her şeyim olan adam, gerçek anlamda her şeyim olmuştu. Bu mantık dışı olayları düşündükçe ne hissetmem gerektiği sonucuna varmakta zorlanıyordum.

James, benim Lacivert'im, artık benliğime katılmıştı.

Bu akıl almazdı.

"Zihninden neler geçiyor?"

Kadife ve derin sesi kulaklarıma dolduğunda, ateşim daha çok yükselmeye başladı. Burnumu saçlarına gömdüğü için sesi mırıltı halinde çıkmıştı. Bedenimi saran ve karnımda kilit halinde duran sıcak elleri vücudumu ona hapsediyordu.

Hafifçe kıpırdandım ancak tenimi öyle bir ateş sarmıştı ki cevap adına aklıma bir şey gelmiyordu. Sessiz kalacağımı anladığında başımın tepesine bir öpücük bırakarak, ona bakacak şekilde dönmemi sağladı.

Şimdi gece laciverti gözleri üzerimdeydi. Bakışları hafifçe kısıldığında ne düşündüğümü tahmin etmeye çalıştığını fark ettim.

O sırada aklımdan birçok şey geçiyordu. Bunlardan birisi de neden sorusuydu. Lacivert Suudi Arabistan hakkında bu kadar çok şey biliyorsa dün olanları da öngörmeliydi.

Bu hazırlık yakalanış hiç Lacivert'e göre değildi.

Birden aklıma gelen düşünceyle kollarından sıyrılarak yatakta geriye doğru kaçtım. Lacivert sakin bir şekilde beni izliyordu. Agh! Her zamanki gibi acelesi olmayan mağdur bir edası vardı.

Parmaklarının ucu çıplak kalan dizime değdiğinde elektrik çarpmışa döndüm. Başını hafifçe eğdiğinde artık konuşmamı istediğini biliyordum.

"Dün..." diye başladım söze, "seninle gelmeseydim, buraya Sofia ile gelecektin?" Sorum karşısında bir an bile afallamadı.

"Evet." dediğinde kalbimin çatırdadığını hissettim.

"Evet mi?" dedim fısıltıyla.

Diz kapağıma değen parmaklarını yavaşça derime sürterek başıyla onayladı.

"Evet onunla gelecektim ancak nişanlım diye değil, iş ortağım diye tanıtacaktım."

Gözlerimi kısarak beni böylesine can çekiştirdiği için ona düşmanca bir bakış attım.

"Beni neden bu şekilde tanıştırmadın?"

Bakışlarını benimkine kitledi ve cevap vermek konusunda bir süre düşündü.

"Seninle ayrı olma olasılığını göze alamazdım." dedi keskin bir sesle. "Sofia başının çaresine bakabilir"

Söyledikleri karşısında rahatlamalı mıydım bilemiyordum.

"Neden sadece evli olduğumuzu söylemedin?"

"Çünkü T.J.Allen evlenmiş olsaydı, tüm dünyadan gizlese bile bundan Raşid'in mutlaka haberi olurdu."

Tereddütüme rağmen devamını sormaktan kendimi alamadım. Daha fazlasını öğrenmek istiyordum.

"Raşid'in önerdiği şeyi tahmin ediyor muydun?"

"Öngördüm." dedi sabit bir sesle.

Doğru tahmin etmiştim. Lacivert her şeyi baştan planlamıştı. Tüm bu olanlara hala inanamıyordum. Ömrü boyunca bana bağlılık yemini etmişti. Aramızda konuşulan hiçbir şey olmamasına karşılık. Bu hem çol fazla hem de damarlarımdaki kanın akışını değiştirecek kadar heyecan vericiydi.

"Neden?" diye söyledim fısıltıyla.

"Nedenini söyledim zaten Deirdre" dedi ve dizimi son defa okşayarak ayağa kalktı.

Şaşkın bakışlarıma aldırmadan boxerı ile bir kilometre uzak gibi görünen banyoya ilerledi.

Aniden durup bana dönünce hazırlık yakalandım.

"Banyoya giriyorum, seni de yanıma çağırmalı mıyım?" dedi çok olağan bir şeyden bahseder gibi.

Cevap olarak gözlerimin delicesine açıldığını görünce gülümsedi.

"Rahatla, sadece şaka yapıyorum."

Bir an ikimizde donup kaldık.

Lacivert şaka yapmazdı.

Kaşları hafifçe çatıldı, ifadesizliğinden kurtuldu ve sırtını bana dönerek seri adımlarla gözden kayboldu.

Lacivert şaka yapmıştı.

Lacivert'ten sonra banyoyu kullanarak bir süre duşun altında kaldım. Banyodan çok mini bir müzeye benzeyen ortam inanılır gibi değildi. Tüm evyelerin ve muslukların altından yapıldığından şüpheleniyordum.

Eski tarzda bir tokmağa benzeyen duş musluğunu çevirerek suyu kapattım. Banyoda devasa bir küvet yer alsa da, buzlu camlara sahip olan duşu kullanmayı tercih etmiştim. Yumuşacık bornoza iyice sarındıktan sonra yavaş adımlarla banyodan çıktım. Lacivert dünkü takımından farklı olarak gri ile mavi arasında kalan klas bir takım elbise giymişti. Kravat takmamıştı ve yakasında bir iki düğme açıktı. İlahi görüntüsünden gözlerimi alamıyordum ancak kendimle savaşarak havluya sardığım saçlarımı serbest bıraktım. Valizlerin nerede olduğunu düşünürken, giyeceğim her şeyin altın varaklı bir elbise askısına asılı olduğunu gördüm. Dün giydiğim elbiseye göre daha iddialı parçalar olduğunu görünce şaşırdım.

Askıda Lacivert'in takımının birkaç ton açığı üzerime oturan bir elbise ve makul bir topuklu ayakkabı kombini vardı.

Lacivert'in dikkatle beni izlediğini biliyordum ancak ikimiz de bir yorumda bulunmadık. Beni seyretmeye devam ettiğini görünce sesli bir nefes bıraktım.

"Giyineceğim James" dedim ancak odadan çıkmayacağını tahmin ettiğim için banyoya yöneldim.

"Giyinebilirsin." dedi ama tavrında rahatlıktan eser yok gibiydi. Her zamanki sabit ses tonunu duymayı beklediğimi itiraf etmeliydim.

Tek kaşımı kaldırıp ona imayla bakınca başını salladı ve dışarı çıktı.

Arkasından uzunca bir süre baktıktan sonra giyinmeye başladım. Makyaj malzemeleri, saç şekillendiriciler ve gerekli diğer ayrıntılar ben banyodayken ayarlanmış ve kullanıma hazır hale bırakılmış gibiydi. Hayretle etrafıma bakarken kapı tıklandı. James olduğunu düşünmüştüm ancak kapı aralığından bakan peçeli bir yüz görünce kaşlarımı kaldırarak odaya girmesini işaret ettim. Hizmetli olduğunu tahmin ettiğim genç kız peçesini açarak gülümsedi. Sanırım beni hazırlamaya gelmişti.

Çok geçmeden hazır olduğumda aynaya baktım. Düne kıyasla biraz daha feminen ancak aynı oranda şık ve asil bir görüntüm vardı. Üzerimdeki elbisenin kaliteli kumaşı dizlerimin altına kadar dar iniyordu. Kolları dirseklerime kadar uzundu ve yakasında derin sayılmayacak hafif bir dekoltesi vardı. Saçlarım dümdüz hale getirilerek sıkı bir at kuyruğu yapılmıştı.

Kapıdan çıkmadan önce siyah ince şifon bir pardesüyü işaret eden genç kıza gülümseyerek, zarif kıyafeti kollarımdan geçirdim. Pelerine benzeyen pardesünün bir de örtü gibi omuzlarıma düşen bir şapkası mevcuttu. Bu ek kıyafeti Suudi Arabistan halkının hassasiyetine istinaden giydiğimi biliyordum.

Merdivenlerden inerken gözlerim Lacivert'i arıyordu. Nihayet büyük salona ulaştığımda, Raşid ile oturmuş kahve içtiklerini gördüm. Akıcı bir şekilde Arapça konuşuyorlardı. Bir kez daha Lacivert'in dudaklarından kopan kelimelerin tınısı beni tesiri altına aldı. Büyülenmiş gibi ona bakıyordum.

İzlendiğinin farkına varıp bana doğru dönünce yüzü aydınlandı. Ya da nişanlı, hatta evli rolünü beceriyle yürüttüğü için böyle olmuştu, bilmiyordum. İçimi tuhaf bir karamsarlık kapladı.

Ayağa kalkıp yanıma ulaştığında gülümsedi.

"Biz kahvaltımızı yapıp kahveye geçtik, Elfida ile kahvaltınızı yaptıktan sonra çıkabiliriz." dediğinde başımı olumlu anlamda salladım ve dün oturduğum salona yöneldim. Elfida ona katılmamı beklerken gülümsedi ve gülüşündeki imayı hissettiğim an yanaklarım ısındı. Ah, tabi ya. Yeni evlililerin ilk gecesi.

Kendimi bir yerden atmak istiyordum.

Sofradaki zenginliği görünce şaşkınlığa uğradım. Kahvaltıdaki bu çeşitliliği beklemiyordum. Dün gece neredeyse aç yattığım için midem isyanlardaydı. Hemen oturarak bir parça ekmek kopardım ve tabağıma kahvaltılıklardan eklemeye başladım. Elfida yine imayla güldü. Ah, bu çok sinir bozucuydu.

Hızla karnımı doyurduktan sonra arkama yaslandım. Her nereye gideceksek artık kendimi daha enerjik hissediyordum.

Raşid'le vedalaşmamız neyseki kısa sürmüştü. Valizler limuzine yüklenirken, gelirken getirdiklerimizin yerlerini yenilerinin aldığını fark ettim. Özel piste varmamız beklediğim kadar uzun sürmedi. Yol boyunca Lacivert hiç bir şekilde konuşmamış olsa da, ilgisi üzerimdeydi. Bu sessizliğinin nedeni her zamanki halimi yoksa konuşcak bir şey bulamadığı gerçeği mi kestiremiyordum

Nihayet ortamdaki havayı bozmak adına merakıma sarıldım.

"Şimdi buraya neden gelmiş olduk?"

Sorumun cevabı zaten belli gibiydi. Bir an utandığımı hissetsem de toparlamaya çalıştım.

"Yani gece gizli odalara sızıp bilgi filan toplayacağımızı düşünmüştüm." dedim.

Lacivert parlayan gözlerini yoldan ayırarak bana döndü. Bunu yaparken zarif bir şekilde kol düğmesini kontrol etti. Her zamanki gibi ulaşılmaz görünüyordu.

"Dubai'ye gidiyoruz." dedi sabit ama sıcak bir sesle. "Buraya gelerek birazdan katılacağımız kokteyl için davetiye bulmuş olduk, ayrıca Raşid'in desteğini aldık. Bahsettiğim ihalede birilerinin arkamızda olması çok önemli."

Başımı sallayarak anladığımı belirttim. Genler ve üst düzey teknolojiyi kavramak, ihaleler ve bu işlerin içine karışan politik oyunları çözmekten daha kolaydı.

Uçağa binip, havalandığımızda haklım hala karışıktı. Havada süzülürken kendimi içinde bulunduğumuz araçtan pek de farklı hissetmiyordum. Düşüncelerim bulutlara karışıyor gibiydi.

Lacivert'in her zamanki analiz dolu bakışları etrafta dolanırken, çoktan göreve başladığımızı fark ettim.

Oysa ben küçük bir çocuk gibi kollarımı ona dolamak ve zihnimdeki sorulara bir süreliğine son vermek istiyordum.

Dikkatini sonunda bana verdiğinde bu anı bekliyormuş gibi sordum.

"Bahsettiğin konferans Dubai'deki ünlü otelde mi? Şu yedi yıldızlı olan?"

Hafifçe gülümsedi. İçimin sıcacık olduğunu hissettim.

"Hayır, Burj Al Arab'a gitmiyoruz ancak merak ediyorsan seni oraya daha sonra götürbilirim. Bu arada oteller en fazla beş yıldız olabiliyor, yedi yıldız sadece oradaki lüksü anlatmak için kullanılan bir tabir."

Ah. Kesinlikle görevdeki James geri gelmişti. Göz devirmemek için kendimi zor tuttum. Oteli sormamın tek nedeni Dubai hakkında başka bir detay bilmiyor oluşumdu.

Uçağa girdiğimiz anca çıkardığım siyah pelerini göstererek sordum.

"Dubai de giyinme konusunda bir zorunluluk yok sanırım."

"Hayır, yok. Ancak yine de belirli ve keskin kuralları var. Sokakta romantizme ya da istediğin her plajda denize girmene sıcak bakılmıyor. Bunlar için lüks mekanlar zaten ayarlanmış, oralardan yararlanıp para harcaman bekleniyor."

"İyi de" dedim kafam karışmış bir şekilde "bu iki yüzlülük değil mi?"

Alaylı bir şekilde güldü. "Yıllardır para, lüks ve ihtirasla gelen gücün insanlara neler yaptırdığına şahit oluyorum. Aracının tamamını elmasla süsleten ya da evcil hayvan olarak bir kaplan besleyen Arap'ları duymamış olamazsın."

Yüzümü buruşturdum. "Bu bahsettiklerinle dünyanın bir kısmı açlıktan kurtulabilir."

Beni onaylar gibi derin bir nefes aldı.

Yaklaşık iki saat süren yolculuktan sonra tahminlerimin ötesi bir lüksün içine düşmüştük. Önümüzde uzanan incecik gökyüzüne ulaşan kuleye bakınca yutkundum.

"Dünya'nın en yüksek binası. Burj Al Khalifa Otel." Elimi tuttu. Bunu gerginliğimi almak adına yaptığını düşünerek rahatlamaya çalıştım. Ellerinin sıcaklığı zihnime sızarken kendimi güvende hissetmeye başladım.

"Sadece ve gülümse ve kendin ol. Nişanlım olarak katılacağını biliyorlar. Kimse sana ismini ya da neden orada olduğunu sormayacak. Sadece seni inceleyecekler. Ne kadar doğal görünürsen o kadar inandırıcı olursun."

"Pekala" dedim. Avuç içlerim terlemişti ve elimi elbiseme sürme dürtümü engellemeye çalışıyordum. Lacivert bunu tahmin ederek elimi kaldırdı ve nazik bir hareketle avucumun içini öptü. Ardından elimi kendi takım elbisesine sürttü.

Neredeyse aklımı okuyordu. Bu durumun beni rahatsız hissettirmesi gerekirken tüm ruhumu ona vermiş gibiydim. Benim için dönüşü yoktu. Ruhum ve kalbim onundu. Onlarla ne yapacağını bilmiyordum ancak bir şekilde artık endişelenmekten vazgeçmiştim.

Arabamızın iki yandan kapıları açıldı ve Lacivert görevlilere izin vermeyerek arabadan beni kendi indirdi. Bu defa dirseğinden destek alıyordum. Otelin giriş kapısına ulaştığımızda adımlarımız sakindi. O kadar gergindim ki arkamızda muhteşem manzarayı gözüm görmüyordu.

Görevliler adeta eğitimli gibi hiç bir soru sormadan bizi kokteyl salonuna yönlendirdiler. Lacivert dirseğinde duran elimin üzerine boşta kalan elini kapatarak bana küçük bir güvence verdi. Yine de bu dünyalara bedeldi.

Davet salonundan girdiğimiz anda etrafı kolaçan etmeye başladım. Arap Emirliklerinin farklı bölgelerinden gelen iş adamları, onların bir kısmı peçeli bir kısmı modern giyimli eşleri ve onlardan ayrışan takım elbiseli diğer iş adamları salonu doldurmuştu.

Bakışlarım bir köşede iştahlı bir şekilde yemek yiyen Araplara kaydı. Önümde uzanan görüntü karşısında önce gözlerim büyüdü. Sonra ifademi düzeltmeye çalıştım ancak dudaklarım ve yanaklarım benden bağımsız bir şekilde hareket ediyordu. Acilen toparlanmam lazımdı. Acilen.

Ne yaptığımın oldukça farkında olan Lacivert uyarıcı bakışlarını yüzüme sabitledi ancak kendime hakim olamıyordum.

"Bana bir saniye izin ver" dedim sıktığım yanaklarımın arasından. Aman Allah'ım bu sahneye gülmemek çok zordu.

Mike tam karşımızdaki sedirlerle döşenmiş köşede, yanındaki Araplardan hiç farkı olmayan bir kıyafet ve tavırla, önlerindeki büyük tepsideki yemekleri parmaklarıyla avuçlayarak ağzına götürüyordu. Arada yağlı parmak uçlarını başındaki kırmızı beyaz örtüye sürüyor, yüzyıllardır orada yaşıyormuş görüntüsü çiziyordu. Ara sıra çıkardığı Arapça homurtuları bile duyabiliyordum. Kahkahamı bastırmak için adeta karnımı sıkıyordum ancak kendimi tutamayacak gibiydim.

Lacivert en alımlı ifadelerinden birine dönerek, bana doğru eğildi ve baştan çıkarıcı bir şekilde gülümsedi.

"Yapma. Aşkım."

Dudaklarından kulağıma ulaşan kelimeler öyle büyülüydü ki bir süre zihnimde konumlandıracak yer bulamadım. Tek yapabildiğim donup kalmak ve duyduklarımın doğruluğunu tartmak oldu. Lacivert az önce bana ne demişti? Tüm gülme hissim saniyeler içinde kaybolurken yanaklarımı alev bastı. Bir adamın tek bir kelimesi bile beni nasıl bir hale getiriyordu?

Lacivert belimi kavrayarak beni kadınların bulunduğu bir köşeye çekti.

"Benim birkaç görüşme yapmam gerekiyor. Buradaki kadınlar İngilizce biliyor, sohbetlerine karşılık verebilirsin. Konuşmak istemiyorsan gülümsemen yeterli."

Kulağıma neredeyse fısıltı şeklinde söylediklerine odaklanmam biraz güç olmuştu ancak yine de hafifçe kafamı salladım.

Siyah kıyafetli örtülü kadınların bir tanesinin gözünde güneş gözlüğü vardı. Ortamdaki insanların gariplikleri düşünülünce bu durum bana farklı gelmedi ancak bahsettiğim kadın gözlüklerini hafifçe indirdiğinde yeni bir şok yaşadım. Sofia'nın başında yüzünün etrafını tamamen çevreleyen siyah bir örtü ve yine siyah, tüm vücudunu kapatan bir elbise vardı. Gözlerini görmemiş olsam onu asla tanımazdım, bana hafiften gülümsediğinde istem dışı bende gülümsedim. Göz ucuyla hala parmaklarını yalayan Mike'ı işaret etti. Ah sanırım Mike'ın eşi rolündeydi. Göreve Lacivert ile katıldığıma bir kez daha minnet ettim.

Güvenli olup olmadığını bilmediğimden Sofia'ya fazla yaklaşmadan ortada durdum. Rahat duruşumu korumaya ve başımı dik tutmaya çalışıyordum. Önümden geçen garsonun elinden bir tane meyve kokteyli kaparak içecekle oyalanmayı umdum.

Gözlerim bir yandan Lacivert'i arıyordu. Bu toplantının amacını bilmiyordum ancak network yapmak için oldukça garip bir yöntemdi. James'i ortamdakilere nazaran daha ciddi adamların yanında görünce derin bir nefes aldım. Arapça konuştuğunu tahmin ediyordum. O kadar etkiliydi ki, karşısındakiler pür dikkat onu dinliyorlardı. Öyle ki, konuşmaları ne kadar sürmüştü ya da Lacivert'in mimiklerini, yüz ifadesini, ince parmaklarıyla saçlarını alnından çekişini ne kadar süre izlemiştim bilmiyordum.

Omzumdan yükselen sesle arkamı dönmek zorunda kaldım.

"An extraordinary woman in love." (Olağanüstü aşık bir kadın.)

Karşımda Arap olduğu belli olmasına rağmen, diğerlerinin aksine takım elbise giymiş, yanık tenli bir adam bulunuyordu. Saçları uzundu ancak arkaya doğru taranmıştı, simsiyah kaşları ve onlara uyumlu koyu renk gözleri vardı. Yakışıklı denemezdi ancak güçlü duruşu etkileyiciydi.

Yorumuna hafifçe gülümseyerek karşılık verdim. Ardından yine İngilizce devam ederek sordu.

"Eşiniz?"

Cevabı geciktirmeden tek kelimeyle verdim.

"Nişanlım."

"Ah," dedi o da gülümseyerek. "İşte bu her şeyi açıklıyor."

Tüm ilgimi ona vererek yüzümü ondan tarafa çevirdim. O ana kadar Lacivert'ten gözlerimi çekmemekte ısrar etmiştim.

"Ne demek istiyorsunuz?" diye sordum savunmaya geçmediğimden emin olarak. Normal bir soru gibiydi.

"Evliliğin tek düzeliğiyle henüz karşılaşmadınız demek istiyorum." dedi kendine güvenli bir şekilde.

Kaşlarım havaya kalktı.

"Kaç eşiniz var?" dedim imayla. "iki, üç?"

"Dört" dedi. Gözlerinde eğlendiğini gösteren pırıltılar dolaşıyordu.

Midemin bulandığını hissettim ancak belli etmedim.

"Dört kişi fikrinizi değiştirmeye yetmediyse belki de bahsettiğiniz sorun tam olarak sizdedir." dedim olumlu bir şeyden bahseder gibi.

Kaşları hafifçe çatıldı ancak cevap vermesine fırsat bırakmadan yanından ayrılmak üzere hareketlendim.

Adımlarımı Lacivert'in olduğu tarafa yönlendirdiğimde ilk önce içinde bulunduğu kalabalığın bakışları bana döndü. Ardından Lacivert'in bakışları beni buldu. Belki de yanına giderek yanlış bir şey yapıyordum ancak onun yanında olmaya ihtiyacım vardı.

Lacivert davetkar bir şekilde gülümseyerek beni belimden kavradı. Arapça konuşmaya devam etti, ve ahenkli sözlerinin arasından beni tanıttı. Ne dediğini anlamamıştım ancak ismimi söylemediğine emindim.

Herkes memnuniyetle başını sallarken gülümsedim. Bir süre daha Arapça konuşmalarını dinlerken kendimi daha güvende hissediyordum. Lacivert kolunu belimden ayırmayarak kaldığı yerden devam etti. Elimde taşıdığım kokteylin yarısı bitmişti ancak devam etmek istemediğime karar verdiğimde boş bardakları toplayan garsonu aramaya başladım. Lacivert bu hareketimi sezerek kulağıma eğildi.

"İçeceğini yavaşça içmeye devam et, bardağını bırakma."

Bunun neden yapacağımı anlamasam da itaatkar bir şekilde minik bir yudum aldım. İçecek de bir şey mi vardı? Sıvı neredeyse boğazımda takılı kalmıştı. Ama sonra saçmaladığımı düşündüm, içinde bir şey olsa Lacivert içmeme izin vermek, ondan kurtulmam için bir şey yapardı. Bir yudum daha içtim.

Görüşme sona erip, kısa vedalar edildiğinde bardak hala elimdeydi. Lacivert hiç acele etmeden beni çıkışa yönlendirdikten sonra kalabalığın içinde gözlerim son bir defa Mike ve Sofia'yı aradı. Onları göremeyince önüme dönerek Lacivert'e ayak uydurdum. Bardağı hayatımdaki en önemli şeymiş gibi sıkıca tutuyordum. Kokteyl salonundan çıktığımız anda beni bir köşeye çektiğinde kalp atışlarım deli gibi hızlandı. Elimde kalan sıvıyı hızla dudaklarına götürdü ve bir yudumda içti. Ardından ince kadehi ceketinin iç cebine koyarak, elimi tekrar kavradı. Lobiden çıkıp çıkışa yöneldik.

Kapıda gelirken bindiğimiz lüks araçtan farklı bir araba görünce, hareket etmek için Lacivert'i bekledim. Ultra lüks, ışıl ışıl parlayan arabanın ön yolcu kapısını açtıktan sonra binmeme yardımcı oldu ve ardından sürücü koltuğuna geçti. Aslında bu araca araba demek haksızlık olurdu. Başka bir evrenden geldiğini düşünüyordum. İç dizaynını dikkatle incelediğimde Bugatti marka olduğunu gördüm.

Otelin girişinden ayrılıp anayola geçtiğimiz anda ön camın üzerinde saydam ekranlar belirdi. Gözlerim bir anlığına büyüse de, Jenny'nin sesini duyunca rahatladım. Hatta neredeyse kendimi tutamayıp ellerimi çırpacaktım.

"Hoşgeldiniz Bay Hunter, görev kodu 03Delta46Lima onaylıyor musunuz?"

"Onaylıyorum" dedi Lacivert sabit bir sesle. Görev esnasında takındığı ifadesizlik neden bu kadar hoşuma gidiyordu bilmiyordum.

"İmha protokolünü başlat" dediğinde bir an korkuyla olduğum yerde kıpırdandım. Etrafta birkaç bina havaya uçurmamızı beklerken ayaklarımın ucunda küçük bir panel açıldı.

Lacivert ceketinin cebindeki bardağı çevik bir hareketle bacaklarımın üzerinden doladığı eliyle panele yolladı.

"Bu ne içindi?" diye sordum hayretle. Cevap vermedi. Ah, yanıtsız kaldığım anlara çabuk dönmüştük. Oysa ben konuşkan halini daha çok seviyordum. Ya da her halini. Yutkundum.

Aracın ön camında sıralanan görüntüleri parmak hareketleriyle değiştirerek, göz ucuyla taramaya devam etti. Oldukça konsantre görünüyordu ve bir şey aradığını tahmin edebiliyordum.

Görüntüler saydam çizimlerden ibaretti ancak yine de bir mekana ait oldukları seçiliyordu.

"Kamera saptandı mı?" diye sorduğunda hala Jenny ile konuştuğunu fark ederek araya girmedim.

"Sadece yasal lokasyolarda Bay Hunter."

"Şu an otelde kalan herhangi öne çıkan bir isim var mı?"

"Rusya Savunma Bakanı."

Lacivert'in direksiyonu tutan elleri kasıldı.

"Ne zaman çıkış yapacak?"

"Akşam saati dört itibari ile"

Merakla konuşmalarını dinlerken neredeyse nefes almıyordum. Lacivert ekranlarda bir oda görüntüsü yakaladı ve dikkatle incelemeye koyuldu. Bir yandan görüntüyü yaklaştırırken bir yandan da dikkatle aracı sürmeye devam ediyordu.

"Mike ve Sofia ile bağlantı kur. Bakan çıktıktan saniyeler sonra odanın tamamını görmek istiyorum."

"Anlaşıldı Bay Hunter, temas sağlanıyor."

Halihazırda yapılan ancak pek bir şey çıkaramadığım plana o kadar odaklanmıştım ki, hızla geçtiğimiz Dubai'nin lüks caddelerine bakamıyordum bile.

Lacivert bana döndü ve elimi kavradı.

"İyi misin?"

"İyiyim" dedim hızla. Daha fazlasını öğrenmek istiyordum.

"Nereye gidiyoruz?"

"Bugün katıldığımız koktely sonrasında ihaleye dahil edileceğimizden emin oldum. Raşid'in beni desteklediğini biliyorlar. İhaleye katılan şirket sahiplerini büyük bir otelde ağırlayacaklar. Yarın da ihale toplantısı olacak."

"Ve bu otel de Bakan'ın kaldığı otel" diye tamamladım. Ancak hala eksik bir şeyler vardı. Bakan zaten bu akşam yarınki ihaleden sonra ayrılacaktı.

"Otelin başka bir özelliği daha var" dedi ifadesiz bir şekilde. "Oraya varınca her şey netlik kazanacak"

Başımı salladım ve adrenalin ve korkunun aynı anda damarlarımda salınmasına izin verdim.

Devasa büyüklükte ve aynı oranda lükse sahip olan Jawahir Otel'e vardığımızda aracın saati 3.35'i gösteriyordu. Seri adımlarla ilerleyen Lacivert'e ayak uydurarak, otele giriş yaptık. Lacivert'in T.J.Allen ismini kullanması yeterliydi. Kayıt için herhangi bir kimlik vermedik. Sanki oradaydım ancak hiç bir şekilde varlığım somut değil gibiydi. Bu durum bir avantaj gibi görünse de rahatsızlık hissetmeye başlamıştım.

Lacivert arabadan ayrılmadan önce Jenny'nin artık aktif olmamasını sağladı. Para çantasına benzeyen dikdörtgen şeklinde parlak siyah bir çantayı da yanına almayı ihmal etmedi. İçinde paradan başka her şey olabileceğini tahmin ediyordum.

Odanın bulunduğu kata çıktığımızda hızla ilerlemeye devam ettik. Zamanla yarıştığımızın farkındaydım. Lacivert göz bebeklerine davetkar bir bakış sabitleyerek kulağıma uzandığında tüm bunların görev gereği olduğunu bilmeme rağmen heyecanlandım. Kalp atışlarımın göreve kulak astığı yoktu. Odamıza yaklaştıkta beni kendine daha çok çekmeye devam ettiği. Kapıya kartı okuttuğunda sırtını kapıya dayadı ve beni kendine yaklaştırarak gözlerinde peyda olan kızıl ateşle beraber odadan içeri çekti. Koridordaki kameralara sunduğumuz bu tutku gösterisi sayesinde, kapıyı dirseğiyle, parmakları değmeden açmış olması oldukça doğal görünmüştü.

Odanın girişinde durduğumuz an kendimi tutamayarak yüzüne baktım. Vaktimiz olmadığını biliyordum ancak o saniyeye ihtiyacım vardı. Duraksadığımı hissedince o da bana döndü. Gözlerindeki kızıl yansımamın hala devam ettiğini görünce kuru kuru yutkundum.

Parmakları hızla çenemi kavradı. Neredeyse nefes nefese konuşacaktı.

"Şimdi." dedi sıkıntılı bir iç çekerek. "dikkatimi dağıtma Deirdre, aklıma ihtiyacım var."

Bir bıçak kadar keskin ancak bir o kadar da derin cümlesi karşısında gözlerimi kırpıştırdım.

"Tamam" diyebildim sadece. Parmak uçları çenemi terk ederken üşümüş hissettim.

Oldukça büyük odanın ortasına geçerek elindeki çantayı açtı.

Dikkatle yanına yanaştım.

"Ayakkabılarını çıkarma, hiç bir yere dokunma" dedi. Gerginliğim katlanırken heyecanla onu izlemeye başladım. Çantadan çıkardığı küçük bir küpü zemine yerleştirdi tepesinde parmağını dolaştırdı. Küp hızla eriyerek zeminde bir su birikintisi gibi büyüdü ve büyükçe bir kare şeklinde saydam bir zar oluşturdu.

Küp görevini tamamladığı anda Lacivert ceketini çıkararak az önce oluşan bölgenin üzerine attı. Güvenli bir alan oluşturduğunu o zaman anladım. Dizleri üzerinde çökerek çantadaki aletleri çıkarmaya devam etti.

"Buraya gel," dedi sıcak bir sesle. "Dilersen ayakkabılarını çıkarabilirsin."

Sanki çok özel bir halıya ayakkabılarımla basmamam gerekiyormuş gibi hissederek, ayakkabılarımdan kurtuldum. Çıplak ayaklarımla saydam zarın üzerinde yürüyor olmak oldukça garip hissettirmişti. Ona yaklaştığım anda Lacivert çantanın içindeki bir şeye işaret etti. Parmak izi alan cihazların el izi alan versiyonu gibiydi.

"Ellerini buraya yerleştir" dedi sabit bir sesle. Ona güvenim hiçbir şeyi sorgulamama fırsat vermiyordu. Sahi kaç defa hayatımı kurtarmıştı?

Zemini kaplayan saydam zar bu defa parmak uçlarımda ve avuç içlerimde dolandı. Daha ince bir tabaka tenime yerleşirken kaşlarımı hayretle kaldırdım.

"Parmak izi bırakmamamız şüphe çekecektir." dedi.

Kendi de aynı işlemi tekrarladıktan sonra ayağa kalktı ve daha önce görmüş olduğum incecik bir tabletin ekran görüntüsünün duvarda yansımasını sağladı.

Odadan ayrılmaya hazırlananan bir adam ve ardından valizlerini taşıyan yardımcıları ekrandaydı. Bu Rus Bakan olmalıydı, tam zamanında yetişmiştik.

Birkaç dakika boyunca odada son kontrolleri yapmalarını ve Bakan'a ait tüm eşyaların alındığından emin olmaya çalıştı. Onlar odayı terk ettiği anda, beş kişiden oluşan bir temizlik ekibi, temizlik malzemeleriyle odayı doldurdu. İlk önce gözüme kalabalık gelseler de, dakikalar içinde tüm tablo netlik kazandı.

Odayı süpürmek ya da toz almak yerine, balistik inceleme aletleri çıkarıldı. Kullanılan bardaklar, çarşaflar, havlular ve battanite dahil her şey çelik çantalara doldurulurken hayretle profesyonel bir şekilde çalışan sözde temizlik ekibine baktım. Önümüzdeki ekranın bir köşesinde banyonun görüntüsü de vardı. Çöp kutusu boşaltılarak güvene alındı. Ardından klozete büyük bir borusu olan bir cihaz yerleştirildi. Yüzümü buruşturdum.

"Ne yapıyorlar?"

"Dışkısını çekiyorlar." dedi Lacivert hiç etkilenmemiş gibi. Midem yerinden oynarken, gözlerimi tekrar ana odaya çevirdim. Şimdi her yerden parmak izi ve tahminimce saç ve doku örnekleri toplanıyordu. Titiz çalışmaları toplamda 15 dakika sürdü. Tüm çelik çantaları toplayıp, Bakan'a ait her türlü iğrenç artıkla odadan ayrıldıkları anda, iki kişilik gerçek bir temizlik ekibi odaya girdi.

Lacivert'e döndüm. "Bu akşam yemek yiyebilir miyim bilmiyorum. Tüm bunlar ne için?"

Yüzünde gülümsemeden eser yoktu.

"Genetik kopya için malzeme topluyorlar" dedi katı bir tonla. "Gerektiğinde kullanmak için. Siyasi ve ekonomik açıdan önce gelen isimler en önemli donörler elbette."

Yaptığı açıklamayla birlikte tüm taşlar yavaşça yerine oturdu. Yüzümde canlanan ifade tamamen dehşet doluydu. "Ama bu," dedim duraksayarak. "Bu delilik."

Derin bir nefes aldı.

"Donaldson düşündüğümüz gibi sadece bir piyon. Bu işin arkasındakiler çok daha güçlü çok daha tehlikeli. Donaldson'ın bu bağlantıyı tek başına kurduğunu düşünmüyorum. Bu kapasitede değil." dedi düşünceli bir şekilde.

Olan biteni anlamış olsam da aklım hala karışıktı. "İhalede başka kimler var?" diye sordum.

"Çoğunlukla Arap şirketleri. İki İngiliz bir de Amerikan şirketi var. İngilizler'den biri benim şirketim dedi."

Düz bir sesle.

"Burası dünyanın en prestijli en güvenilir otellerinden biri. Arap yarımadasına ayak basanlar bir çeşit gövde gösterisi olarak burada konaklar. Bu düzen çok uzun zaman önce kuruldu. Belki de en başından beri plan buydu. Elimizde o kadar eskiye dayananan bulgu yok ancak, Birlik de tamamen farklı hedefler için benzer bir yapı inşa etmişti, çok şaşırtıcı değil" diye açıkladı.

Az önce zihnim karışmıştı ancak şimdi allak bullak olmuştum. "Birlik de mi böyle şeyler yapıyor?" diye sordum kızgın bir tonla.

"Hayır" dedi. "En azından bu şekilde değil. Orada sistem daha farklı. Yakında senin için uygun kimliği seçtiğimde, orayı ziyaret edeceğiz ve ne demek istediğimi anlayacaksın."

"Benim için uygun bir kimlik mi?" diye sordum ilgiyle.

Başını salladı. "Şu an kimsenin nişanlım olman dışında kimliğinle ilgili bilgisi yok. İhale normal şartlarda haftaya yapılacaktı ve hazırlanacak vaktimiz olacaktı. Ancak Raşid'in belirttiği üzere güvenlik nedenlerinden dolayı erkene alındı ve spontane hareket etmek zorunda kaldık."

"Tüm bunlar çok karışık" dedim omuzlarımı düşürerek. İkimizde güvenli alandaydık ancak aramızda mesafe vardı.

"Biliyorum." dedi kısık sesle. Ardından elini uzattı. "Gel buraya."

Sıcacık bir güven duygusuyla kollarının arasına yerleştim. Artık o kadar tanıdıktı ki, kokusu, beni sarışı, sahiplenişi. Bunun bana verdiği hazzı hiçbir yerde bulamayacağımı biliyordum.

Olduğumuz yere oturarak bir süre daha kamera görüntülerini izledik.

Lacivert başımın tepesini öperek mırıldandı.

"Acıktın mı?"

"Biraz" dedim mayışmış bir şekilde. Zeminde oturuyorduk ve yumuşacık yatak az ilerde dururken bu halde olmak sırtımın istemsizce ağrımasına neden olsada kollarında olmak pahabiçilemezdi. Yavaşça beni kendinden ayırarak, çantaya uzandı. İki sandviç çıkardığında gülümsedim.

"Bunları sen mi yaptın?"

"Hayır," dedi "Acil durum yiyecekleri, tadından şüpheliyim."

"Hiç yardımcı olmuyorsun" dedim elinden bir tanesini alarak.

Belli belirsiz gülümsedi ve ayağa kalktı. Mini barı açıp içinden birkaç içecek çıkarınca kaşlarımı çattım.

"Ne yapıyorsun?"

" Sahte parmak izlerimizi bırakıyorum. Bir de seni susuz bırakmıyorum."

Gülümsedim ve uzattığı portakal suyunu aldım. Ancak kapağını açmama izin vermeden yüzüme uzandı. Elinde ruja benzer bir tüp duruyordu.

Dudaklarımı aralayıp dikkatli bir şekilde ağzımın etrafında saydam sıvıyı gezdirdi. Yutkunmamak için kendimi zor tuttum. Dudaklarımdaki şeyin hızla kuruduğunu hissettim.

"Şimdi şişeyi dudaklarına değdir ancak içme" dedi.

Dediğini yaptım. Ardından şişeyi elimden alarak içindeki plastik bir bardağa boşalttı.

"Bu doku örneğini almamaları içindi." dedi nazikçe.

Kafamı salladım. Her detaya böylesine dikkat etmek yorucu olmalıydı.

Onun içeceğine de dudaklarımı değdirdikten sonra güldüm. "Her şeyi benim içtiğimi sanacaklar."

Yorumum karşısında dudakları kıvrıldı ve dişleri ortaya çıktı. Allah'ım bu görüntüyü o kadar özlemiştim ki.

"Bu kadar şey dönüyor ve sen obur damgası yemekten mi korkuyorsun?" dedi gülüşü devam ederken.

Omuz silktim. Belki de içimden geçen her şeyi söylememeliydim.

Sandviçlerimiz bittikten sonra tekrar bana sarıldı. Anavatanıma kavuşmuş gibi huzurla dolarken saçlarıma ulaşan nefesini hissedebiliyordum.

"Şimdi nasıl hissediyorsun?" dedi sessizce.

"Tok ve mayışık" dedim gülerek.

"Uyu Deirdre." dedi ve ardından ekledi, "yarına kadar bu odadan ayrılma şansımız yok. İz üstünde olmaya devam etmemiz lazım."

Söylediklerini ikiletmeden ona daha çok sokularak uykuya daldım.

*

Bütün vücuduma yayılan ağrı ile gözlerimi araladım. Acıyla yüzüm kasılırken, güneş ışığı gözlerimi almıştı. Kafam karışmış bir şekilde etrafıma baktığımda Lacivert'in yeni bir takım elbiseyle karşımda olduğunu gördüm. Üzerimi dün giydiği ceketle örmüştü ve hala zeminde yatıyordum. Ah, kaç saat uyumuştum? Oniki, onbeş?

Uyandığımı görünce sert ifadesi gevşedi ve yanıma gelip diz çöktü. "Ne kadar kötü?" diye sorduğunda somurttum.

"On üzerinden on."

Parmaklarını saçlarımın arasından geçirdi. "Üzgünüm, geceyi senin için kolaylaştırmaya çalıştım ancak deliksiz bir uyku dışına verebileceğim pek bir şey yoktu."

Gözlerimi kıstım. "Şimdi başımın neden bu kadar ağrıdığı anlaşılıyor, Sinem'e yaptığın gibi" dedim suçunu itiraf ettirmek ister gibi. Çizgi halindeki dudakları hafifçe kıvrıldı ve avcunu açtı.

"İlacı iç, bardakları sonra imha edeceğiz. Ben ihale toplantısındayken burada kalmak zorundasın." Güvenli alanı işaret ediyordu. Hayalkırıklığı ile doldum.

"Biliyorum senin için zor ancak gece oda her ihtimale karşı dezenfekte edildi. Bir saç telini bile arkamızda bırakmayı göze alamam."

Derin bir nefes aldım ve başımla onayladım. Ciddi bir iş yapıyorduk ve sırf bedenim tutuldu diye planı berbat edecek değildim. Aslında mızmızlanmam bile yanlıştı ancak bir Isolater gibi düşünememek de benim suçum değildi.

Lacivert dudaklarını kısaca alnıma değdirmeden önce ilacımı içmemi bekledi ve birçok keskin direktif verdi. Her birini dikkatle dinleyerek bir hataya meydan bırakmamaya çalıştım.

Odadaki sıcaklığı kaybolduğunda, yaptığı işte her zaman iyi olduğunu bilmeme rağmen orada bulunuşumun dikkatini dağıtmamasını diliyordum.

O andan itibaren geçmeyen dakikalar başlamış oldu. Yatmaktan bunaldığım için bir süre hala önümde açık olan görüntüleri inceledim. Odalarda kamera olmadığı için Jenny geriye kalan kameralara bağlanmıştı. Ekranda kaç tane olduğunu saymadığım kadar kutucuk vardı. Her birinde farklı alanın görüntüleri seçiliyor insanlar gelip gidiyordu. Bir süre sonra görüntülere bakmak acı verici olmaya başladı. Bu defa da odayı incelemeye, böyle bir odayı dekore etmek kaça malolmuştur diye saçma sapan sorularla uğraşmaya başladım. Ancak bu çabamın oldukça faydasız olduğunu düşünerek vazgeçtim.

Aklıma görev ve bundan sonraki olacaklar geldikçe midemin amansızca burkulduğunu hissediyordum. Biz daha Donaldson konusunda yeterince ilerleyememişken resme çok daha fazla kötü adam dahil olmuştu. Kötü adam benzetmesi zihnimde iki kere tekrarlanınca bir kahkaha patlattım. İyi ki bu düşünceyi sesli bir şekilde James'in yanında dile getirmemiştim.

Dakikalar saatleri kovalamakta oldukça yavaş olsa da, bir saati neredeyse kıpırdamayarak geçirmiştim. Çok geçmeden midemdeki kasılmalar soyutluktan somutluğa ulaştı ve bedenimin önce titremeye sonra karıncalanmaya başladığını hissettim. Dişlerimin birbirine çarpmasıyla dizlerimin üzerinde duran ceketle örtünmeye çalıştım. Kokusu her bir yanımı sarsa da, sıtma nöbetinin ortasındayken teselli vermekten uzaktı. Tüm vücudumun alev alev yanmaya başlaması çok uzun sürmedi. Olabildiğince sakin ve ayık kalmaya çalıştım. Ancak sabrımın ve direncimin sonlarına yaklaştığımı hissedebiliyordum. Derin bir uyku beni hem pençesine çekiyor hem de bedenimi bir enkaz gibi ağırlaştırıyordu. Bu şekilde titreyerek ne kadar zaman geçirdim bilmiyordum... Nihayet kapıdan gelen kilit sesini duyduğumda neredeyse mutluluktan ağlayacaktım. Lacivert etkileyici bedeniyle odayı doldurduğunda rahatlama hissim de beraberinde geldi.

"Bitti mi?" dedim yorgun bir sesle. "Evet" dedi ve çantasını güvenli zemine bırakarak yanıma oturdu. Ancak ters giden bir şeyler olduğunu anlaması uzun sürmedi. Güvenli bölgenin içinde cenin pozisyonunda kendimi ısıtmaya çalışıyordum.

Kaşları çatılırken elleriyle yüzümü ve boynumu kontrol etti. Üzerimdeki ceketi hızla kenara attığında dişlerim tekrar birbirine çarpmaya başladı.

"Beren" dedi kontrollü bir sesle. Sanki bir kelime daha etse öfkesi ve telaşı açığa çıkacaktı. Bakışlarındaki tedirginliği hissedebiliyordum.

"Ne zamandır bu haldesin?"

"Bilmiyorum" dedim güç çıkan sesimle. "Belki birkaç saat."

Derin ve tahammülsüz bir nefes aldı.

"Seni burada bırakmamalıydım." dedi kendini suçlarcasına.

"Hayır," diye itiraz ettim. "Zayıf olmam senin suçun değil."

Alaydan uzak bir şekilde güldü. "Kendini zayıf mı sanıyorsun?"

Cevap vermek yerine gücümü toplamayı tercih ettim. Lacivert hızla çantaları ve eşyaları topladıktan sonra boşta kalan eliyle ağırlığımın tümünü alarak ayakta durmam için yardımcı oldu. Yavaş adımlarla kapıya yönelirken zeminde yer alan saydam tabakanın bizi takip ederek kalan izlerimizi de örtmesini hayretle seyrettim.

Tamamen işine odaklanmış görünse de gergin olduğunu hissedebiliyordum.

Kapıdan çıkmadan önce son bir kez etrafı kontrol etti ve yakıcı bakışlarını bana çevirdi.

"Bana yaslan, dik durmaya çalış. Dikkat çekmemek adına buradan yürüyerek çıkmana ihtiyacım var."

Komut verir gibi sarf ettiği sözlerden sonra ses tonunun yumuşadığına şahit oldum.

"Az kaldı" dedi fısıltıyla. "Seni çok yorduğumun farkındayım, biraz daha dayan."

Sessizce kafamı salladım ancak o kadar uyuşuk hissediyordum ki, dudaklarının alnımda bıraktığı sıcak izi ya da saçlarımın arasında dolanan ferah nefesini zar zor hatırlıyordum. Lobiye çıktığımızda daha önce tüm işlemleri halletmiş olacak ki hızla Jenny'nin kontrolünde olan Bugatti'ye yöneldik. Lacivert beni güvenle yolcu koltuğuna bindirdikten sonra sürücü tarafına geçti ve aracı çalıştırdı.

Araba hareket etmeye başladığı anda Jenny aktif olarak bizi karşıladı. Düz taranmış saçlarımın enseme ve alnıma yapıştığını hissedebiliyordum. Ter damlaları tenimin her yerinde rahatsız edici bir şekilde dolanıyordu ve aynı oranda üşüyordum.

"Jenny özel pist için en hızlı rotayı belirle."

Aracın ön camında bir harita belirirken Lacivert direksiyonu sola kırarak hamle yaptı.

Sağ eliyle alnıma dokunduğunda, vücut sıcaklığıma oranla soğuk kalan temasıyla ürperdim.

"Jenny, Beren için kan testi prosedürüne başla. Kanındaki tüm toksin ve olası hastalık belirtilerini kontrol etmeni istiyorum. Özellikle Parazitoloji taraması, Malarya'ya öncelik ver."

Malarya yani sıtma virüsünün kuluçka süresi bir hafta olduğu için, belirtilerinin ortaya çıkması için en az yedi gün gerekirdi ancak burada normal hayattaki kurallarımızın geçmediğini bildiğim için yorum yapmadım.

İkimizin arasında kalan bölme açılıp küçük bir tabla ortaya çıktığında sık nefesler almakla meşguldüm.

Lacivert nazik bir hareketle sol yüzük parmağımı kavradı ve tablada sabit bir şekilde duran iğrenin üzerine getirdi. Özür dilercesine bakışlarını bana çevirdiğinde, gözlerinin etrafında dolaşan endişe öylesine içime işledi ki bir anlığına hasta olduğum gerçeğini unuttum. Ne yapmaya çalıştığını anladığım için ondan önce davranarak parmağımı iğneye batırdım ve bunu yaparken yüzümü buruşturmamaya gayret ettim. Parmak ucumdan kurtulan kan damlasını lam ve lamel olduğunu tahmin ettiğim cam parçalarının arasına bıraktığım anda, kan örneğimin alınarak bölmenin kapanmasını izledim.

Lacivert rahat görünmeye çalışsa da, direksiyonu ne kadar sıktığını ve alnında beliren damarı seçebiliyordum. Parmaklarının sıkça alnımı ve yanaklarımı kontrol etmesi de buna işaretti.

Sabit bir sesle "Jenny sonuçlar?" dediğinde ses tonunun yüksekliği ile irkildim.

"Septisemi saptanmadı, Plazmodium Vivax saptanmadı."

Lacivert'in derin bir nefes bıraktığını hissettim. Parmaklarını kolumda gezdirirken hafifçe gülümsedi.

Güzel ifadesine aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım. Ardından aramızdaki bölmeden küçük bir tüp çıkardı. İçinde mavi bir sıvı vardı. Daha önce bu renkte bir serumla tedavi olduğumu hatırlayınca anılar zihnimi acımasızca işgal etti. İnce bir sızı eşliğinde Çetin'in beni nasıl hırpaladığını düşününce kaşlarımı çattım.

Lacivert elimi kendi elinin içine yerleştirerek tüpü avucuma bıraktı ve açık kapan parmak uçlarımı öptü.

"Düşünme."

Bakışlarımı ona çevirerek, yutkundum. Lacivert'lerinin beni nasıl bir güvenle sardığını tasvir etmek imkansızdı.

"Gece soğuk almış olmalısın" dedi şefkatli bir sesle. "Bu karışım iyileşme sürecini hızlandıracak ve huzurlu bir uçuş geçirmeni sağlayacak."

Başımı sallayarak dediklerini onayladım ve tüpün tıpasını kaldırdım. Sıvının tadı keskindi ancak ferahlatıcı etkisi göz ardı edilemezdi. Tüpü bir kenara koyup arkama yaslandığım anda daha iyi hissetmeye başladım. Lacivert parmaklarını benimkilerden geçirdi ve hem yol, hem de uçuş boyunca elimi bırakmadı. Ruhum onun varlığıyla sarmalanırken, bizi neyin beklediğini düşünmeye ara verdim.


*İş ağını genişletmek

*Kanda görünen mikrop

*Sıtmaya neden olan parazit.

Continue Reading

You'll Also Like

1.7K 393 31
Hangi dünyada buluşacağız... Ya yarın bugün için çok geçse... Büyük bir savaşın ardında kalan bir geri dönüş macerası... Herkesi kurtarmayı başarabil...
2.1K 1.3K 11
Karaladığım satırları topladım bir araya; sonra gemi yaptım o kağıtları, yüzer sanmıştım ilk başta Gömülünce anladım. Gerçek; saklı kalmalıydı, deri...
694K 39.9K 34
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
4.3M 207K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...