Lacivert - Safir - Amber

By tymazerr

2.8M 124K 24.2K

Tıp öğrencisi Beren, yıllardır göğüs gerdiği aile şiddeti yüzünden sonunda evden kaçtığında, aklına gelecek s... More

GİRİŞ
1- BEREN SOYDAN
2- JAMES HUNTER
3- Mahzen
4- Royal De Maria
5- Antidote
6- Sofia Dark
7- Denge
8- Dönüş
9- Kaçış
10- Sara
11- Soğuk
12- Ekip
13- Sınırlar
14- Kırık
15- YANILGI
16- YENİ GÖREV
17- DONUK
18- ACI SESLER
19- ILIK GECE
20- EV
21- BOWIE
22- DEIRDRE
23- ÇIPLAK
24 - NOT
25- OYUNCAK BEBEK
SAFİR | GİRİŞ
SAFİR | 2. BÖLÜM
SAFİR | 3. BÖLÜM
SAFİR | 4.BÖLÜM
SAFİR | 5.BÖLÜM
SAFİR | 6. BÖLÜM
SAFİR 7. BÖLÜM | Gece Nöbeti
SAFİR 8. BÖLÜM | Fil Ağacı
SAFİR 9. BÖLÜM | Zehir
SAFİR 10. BÖLÜM | BOZUK
SAFİR 11. BÖLÜM | LACİVERT
SAFİR 12. BÖLÜM | AİT
SAFİR 13. BÖLÜM | SIFIR
SAFİR 14. BÖLÜM | Ruh Kesiği
SAFİR 16. BÖLÜM | Ateş
SAFİR 15. BÖLÜM | Cennet
SAFİR 17. BÖLÜM | Geç
SAFİR Final | Herkes için...
Amber 1 | PARADOKS
Amber 2 | KARMAKARIŞIK
Amber 3 | EĞİTİM
Amber 4 | ÇAYLAK
Amber 5 | MILEN
Amber 6 | DARKBLUE
Amber 7 | RÜYA
Amber 8 | HAVADA SÜZÜLMEK
Amber 9 | SOĞUK ATEŞ
Amber 10 | TAŞIYICI
Amber 11 | KAÇIŞ
AMBER 20 | LIZY
AMBER 12 | CENNET
AMBER 13 | DEĞİŞİM
AMBER 14 | UZAY BOŞLUĞU
AMBER 15 | ZİHİN YANGINI
AMBER 16 | GÜVEN
AMBER 17 | FAROE
AMBER 18 | GENOA
AMBER 19 | GÜN IŞIĞI
AMBER 20 | LIZY
AMBER 21 | VEDA VE ÖTESİ
AMBER 22 | FİNAL 1- İLLÜZYON
AMBER 23 | FİNAL 2- GERÇEKLER
AMBER 24 | FİNAL 3- MASALLAR VE SONLAR

SAFİR | 1.BÖLÜM

30.4K 1.8K 449
By tymazerr


Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr


LACİVERT 2. KİTAP 

SAFİR

1. BÜYÜ

Hissettiğim duygu karmaşası içinde en kolay seçileni rahatlama ve güvendi. Lacivertin güvenli tonuna sığınarak derin bir nefes aldım. Oysa sonsuz bir acının karanlık odalarına hapsolmama çok az kalmıştı.

Hala akmaya devam eden gözyaşlarıma aldırmadan, özlemini çektiğim renklere biraz daha baktım. O ise dehşetin gölgesini kendi üzerine almış gibi korkutucuydu. Onu bilmesem, tanımasam korkardım belki...

Karanlığın ardına saklanmış da olsa, dehşetin kendisi de olsa, bir noktada o benim Edepsiz Lacivert'imdi.

Gözlerini bir süre üzerimde gezdirdikten sonra ne yaptığının yeni farkına varmış gibi hızlı adımlarla yanıma geldi. Yüzündeki yeni bir ifadeleri seçebiliyordum. Korku, endişe, acı... Daha önce aynı anda rastlamadığım birçok duyguyu şimdi görebiliyordum.

Hepsini kusursuz bir şekilde harmanlamış ve incecik bir maskeyle yüzüne sabitlemişti. Ancak yanıma yaklaştıkça zaten ince olan maskesi daha da saydamlaşıyordu. Suratı acıyla geriliyor, hayran olduğum ifadesizliği bile ona yardımcı olamıyordu.

"Beren..." dedi can çekişir gibi. Gösterdiğinden çok daha fazla acı çektiğini hissedebiliyordum.

Cevap vermek yerine sadece yüzüne baktım. Panik yapmıyordu, ama sanki paniklememek için ekstra çaba sarf ediyordu. İlk defa.

"Buradayım Deirdre'm artık güvendesin." diyerek yanıma eğildiğinde gözlerimi sıkıca kapayarak devam etmeye meyilli gözyaşlarımı engellemeye çalıştım. Daha fazla ağlamak istemiyordum ancak 'Deirdre'm' diye seslenişi bu durumda bile içime işlemek için yeterliydi.

Kontrollü ve hızlı bir şekilde vücudumu saran kemerleri çözmeye başladı. Bunu yaparken o kadar dikkatliydi ki tenime değmemeye gayret ediyordu. Bunu hassas olduğumu düşünerek yaptığını biliyordum ama yine de onun dokunuşundan, şefkatinden mahrum kalmak o kadar canımı yaktı ki, az önce geri gönderdiğim yaşlar hevesli bir şekilde yanağımdan süzülmeye başladı.

"Şştt, Beren ağlama. Lütfen ağlama, söz veriyorum bir daha seni kimse incitemeyecek."

Sesi fısıltı şeklindeydi. Beni sakinleştirmek istercesine Lacivert'in sınırlarını aşan şefkatle yüklenmiş bir teselliydi bu. Ardından avuçlarıyla yüzümü kavradı ve gözlerimin içine bakarak tekrarladı.

"Bir daha kimse seni incitemeyecek"

"Anladın mı güzel Deirdre?" diye devam ettiğinde sesine bulaşmış acı, kendini fütursuzca belli etmişti. Başımı salladım ancak hala şoktaydım.

Bacağımı sıkan son kemeri de çözdükten sonra sırtımdan kavrayarak bana destek oldu ve doğrulmamı sağladı.

Kesik bir nefes verdikten sonra, yaşların ıslattığı gözlerime baktı ve sol elini uzattı. İnce parmaklarını takip ederken bakışlarının saçımdaki pembe peruğa kaydığını gördüm. Başımdaki yapay saç yığınına uzanırken, birden elini yumruk yaparak geri çekildi ve yumruğu havada asılı kaldı. Yüzü kasılmıştı. Kendiyle kavga halinde olduğu açıkça belli oluyordu. Lacivert gözleri yine o andan uzaklaşmıştı. Ancak nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde toparlanarak avucunu açtı ve tek hamlede saçımdaki peruğu çıkardı. Hızlı olmasına rağmen nazikti. Ensemde küçük bir topuzla toplanan saçımı yine aynı hafif hareketlerle çözerek sarı tutamlarımın omuzlarıma düşmesine izin verdi.

Bana her dokunuşu içimdeki depremi daha fazla güçlendiriyor, ağlama isteğimi arttırıyordu. İncitmekten korkar gibi yavaş davranıyor, bu etkiyi en aza indirmeye çalışıyordu.

Ancak tüm bunlar, içimde kopan fırtınaların göğsümü daraltmasına ve nefesimi kesmesine engel değildi. Yaşadığım acı içimi yakıp kavururken tükenmiş hissettim. Daha fazla dayanamayarak yorgun bedenimi öne attım ve Lacivert'in yapamadığını yaparak kollarımı boynuna doladım.

Temasımızla gerilen kolları, ne olduğunu çabucak kavrayarak beni özlemle karşıladı. Kırgın bedenimi göğsüne daha çok bastırarak sıcaklığını hissetmemi, boyun girintisinde nefeslenmemi, ona has burun kırıştıran kokusunu içime çekmemi sağladı.

Huzur esintileri tenime yerleşmeye başlarken, içimde süregelen savaş hala devam ediyor ve kokusuyla yumuşamaya başlayan duygularıma sivri uçlu mızraklarıyla saldırıyordu.

Lacivert'le tanıştıktan sonra, zaten yeterince sıkıntılı geçen hayatımda birçok ağır olay yaşamıştım ama bu en kötü tecrübem olmaya adaydı. Bu, kabuslarımda beni rahat bırakmayacak, karşımda duran, cesetten kopyamı zihnimden silmeyecek, Onur'un hastalıklı kahkahasının göğüs kafesimde açtığı yaranın kolay kolay temizlenmesine izin vermeyecek bir esaretti... Ve o an Lacivert'in güvenli kollarında oluşum bile, bu gerçeğin düşüncelerimi acımasızca bölmesine engel değildi.

Ona kıyamayan, onu suçlayamayan, onu anlamaya çalışan yanım bir anda ışıklarını kapatarak hiç bilmediğim bir kuyuya çekildi. Ancak bir kenarda hazır bekleyen öfkem tüm hücrelerimi ele geçirmiş gibi hareketlerimi yönlendirmeye istekliydi. Sert bir hamleyle, huzur verici bir rüyadan uyanmış gibi kollarının arasından çıktım.

Lacivert şaşırmadı. Aksine düşünceli bir şekilde gözlerimin içine bakmaya devam etti. Aşık olduğum gözlerinin o anı bölmesine izin vermeden, tüm öfkemi sağ elime alarak, şiddetli bir tokatla yüzünde patlattım.

Vuruşumun etkisiyle başı sağa döndü. Tepkisizliği yine gün gibi ortadaydı ancak gözlerinin kızardığına yemin edebilirdim. O halini, sessiz kabullenişini görmemle, yaptığım şeye lanet ettim. Çünkü içimdeki öfke de, kapanmayan derin yara da, beni bırakmaktan çok öte bir yerdeydi ve bu tokat daha fazla kanamasına neden olmaktan başka birşey yapmamıştı.

Yavaş hareketlerle yüzünü bana doğru çevirdiğinde, güzel teninde parmaklarımın izi seçiliyordu. Onu bir şekilde, isteyerek yaralamış olmak bile beni tekrar yakmaya yeterdi.

Dudaklarım aralandı ancak söyleyebilecek hiçbir şeyim yoktu. Kuru kuru yutkunarak, gözlerimi tekrar yanağına çevirdim. Ama buna izin vermeyerek, seri bir hamleyle beni kucağına alıp bir bebek gibi dizlerine oturttu. Daha önce hissetmediğim kadar yoğun bir şekilde tüm bedenimi sarmaladı. Kolları sırtımı sararken bir yandan şükreder gibi saçlarımı kokluyordu. Az önceki tereddüdünden eser yoktu. Bana neyin iyi geleceğini, asıl çaremin o olduğunu anlamış gibi koca bedeniyle beni koruma altına almıştı.

Ardından boynumdan bir nefes çekti ve kulağıma fısıldadayarak "Ben bu tokatı çoktan hak ettim" dediğinde tüm acılarım gün yüzüne çıkmış gibi tekrar ağlamaya başladım.

Onun kollarındaydım, o yanımdayken artık bana bir şey olmayacağını biliyordum ancak günlerdir yaşadıklarım o kadar gerçek, o kadar can yakıcıydı ki, aldığım nefeslerde hissettiğim zift tadı hala dilimin ucundaydı. Bu his, Lacivert'in etkisini bile zehriyle siliyordu.

Kendimi kontrol edemeyip sesli bir şekilde ağlamaya başladığımda beni daha sıkı sardı. Ağzımdaki lanet tat yerinde dururken hıçkırarak konuşmaya başladım.

"O, o ba-na dokun-du James!"

"Beni yıkadı, be-ni giydir-di!

"O lanet neşterini tenimde gezdirdi!"

Son sözlerim hıçkırıklarımın esaretinden kurtularak çıkmıştı ama bunları söylerken yüzüne bakamamıştım. Belki bana cinsel anlamda zarar vermemişti ancak günlerdir yüzünde gördüğüm hastalıklı bakışlar ve her uyandığımda kendimi bulduğum durum, pis dokunuşlarını yakından hissetmemin en büyük sebebiydi.

Lacivert derin bir iç çekti ve yavaşça beni kucağından ayırarak yanına oturttu. Kocaman bir boşluk hissi her yanımı sarmalarken ufak hıçkırıklarım eşliğinde onu izliyordum.

Beni kucağından indirmiş olsa da ellerimi bırakmayarak sedyeden sarkan bacaklarımın önünde diz çöktü ve başını kaldırarak yüzüme odaklandı.

Alnına düşen saçlarını geriye atma gereği duymadan uzunca bir süre bana baktı. Gözlerinin kırmızı oluşunun yanı sıra göz altları morarmış, saçlarını dağılmıştı. Bedenini saran siyah tişörtü günlerdir değiştirmediği, üzerine sinen yoğun kokusundan belliydi.

"Sana dokunduğunu unut!" dedi gözleri acıyla kısılarak.

"Sana baktığını, seni düşündüğünü unut!" cümleleri ünlem dolu olsa da sesi kısık ve işkence çeker gibi çıkıyordu.

Sonra başını dizlerime düşürerek yorgun bir nefes aldı ve diz kapaklarımı öptü. Bu öyle bir öpüştü ki sanki dudaklarıyla şifa vermek istiyor, acılarımı, kötü anılarımı sıcak nefesiyle silmeye çalışıyordu.

Parmaklarını kemerlerin yaktığı yerlerde dolaştırarak yaralarımı önce sevdi sonra tek tek öpmeye başladı. Bacaklarımdaki berelerle ilgilendikten sonra sıkıca tuttuğu ellerimi açarak avuç içlerimi öptü.

İçim yeni bir ağlama isteğiyle büzülürken gözlerimi kapayarak kendimi sakinleştirmeye ve büyüsüne odaklanmaya çalıştım. Sıra kollarıma geldiğinde, istem dışı gözlerimi açtım. Gözleri iyice kızarmıştı. Lacivert'i tanımasam ağlayacak derdim ama ağlamayacağını biliyordum. Benim aksime o, zehrini içine akıtıyordu.

Kollarımı şefkatle sararak, köprücük kemiğime kadar izlediği yolda beni içine çekerek şifa vermeye çalıştı. Dudaklarını her kıpırdattığı an içim titriyordu. Şehvetten uzak, iyileştirici dokunuşları acılarımızı birleştiriyor birbirlerine dayanma gücü veriyor gibiydi.

En son durağı yüzümdü. Önce gözyaşlarımı öptü, sonra gözlerimi. Çenemi kavrayan ellerinin titrediğini görünce birleştirdiğimiz acılar bir an fazla geldi. Yeni bir ağlama krizinin eşiğine gelmişken, ne hissettiğimi anlamış gibi yanağım boyunca dudaklarını oynattı.

"Şştt,"dedi, "artık ağlamak yok."

Son dokunuşunu alnıma sıkıca bastırdığı dudaklarıyla yaptı. Tüm fırtınalarını, karanlığını, gölgelerinin içinde sakladığı küçük çocuğu kucağıma teslim eder gibi öptü alnımdan. Sen benimsin der gibi. Sonra kulağıma son defa fısıldadı.

"Sana ben bile dokunamadım Deirdre, hele Onur hiç dokunmadı. Hepsi bir kâbustu. Hepsi."

Kulaklarımı okşayan tatlı sesini içime çekerek, zihnimde süregelen savaşı durdurmaya çalıştım. Beni tekrar kucağına alıp sıkıca sarıldığında, kollarımı boynuna dolayarak yüzümü göğsünde sakladım ve tanıdık kokusunu içime çektim.

Seri ve yumuşak hareketlerle yıkıntı binadan çıkmamızı sağladı. Bu esnada etrafa bakmak yerine göğsündeki yerimi koruyarak, sıcak limanına sığınmayı tercih ettim. O yere ait herhangi bir şey hatırlamak istemiyordum.

Ormanlık alana parkettiği arabaya yaklaştığımızda, arka kapının kapısını açarak, beni koltuğa yatırdı. Deri kaplama kokusu normalde hoşuma gitmese de, günlerdir soluduğum kokudan sonra derin nefes alma ihtiyacı uyandırıyordu.

Bacaklarımı kendime doğru çekerek cenin pozisyonu aldım. İki saniye sonra tekrar kapıda belirdi ve yün bir battaniyeyi üzerime örtüp , üşümeyeceğimden emin olduktan sonra emniyet kemerini düşmememi sağlayacak şekilde bacaklarımın altından geçirerek bağladı.

Battaniyeye sarılarak minnetle yüzüne baktım. Saçlarımı yüzümden çekerek kulağımın arkasına sıkıştırdı ve son bir defa başımdan öperek sürücü koltuğuna yöneldi.

Yıkıntı binadan hızla uzaklaşmaya başladığımızda ne kadar uğraşsam da gözlerimi o görüntüden alamadım. Çirkin yapı görüş açımda küçülmeye başladığı anda, Lacivert kolundaki saate dokundu ve bina büyük bir patlamayla alev topları ve kapkara dumanın etkisi altında kaldı. Bir süre sonra tek gördüğüm parlak gökyüzüne karışan siyah, uğursuz dumandı.

Arabayı her zamanki gibi kontrollü kullanıyordu. Ormanlık alanda olduğumuz için usta şöförlüğüne rağmen araba hafif de olsa sarsılıyor, bu da beni günlerdir hasret kaldığım huzurlu uykunun kollarına çağırıyordu. Artık güvende olduğumun bilinciyle gözlerimi kapadım.

*

Gıdıklayıcı kokusu burnumda dolduğunda, sıcaklığını da hissetmemle kucağında olduğumu anladım.

Uyandığımı anında hissederek gözlerini yüzüme düşürdü.

"İyi misin?" Lacivert gözleri dingindi. Büyük bir fırtınanın kalıntılarını gösteren siyah noktalar hala harelerindeydi ama çoğunlukla en sevdiğim tonuyla çevrelenmişti. Gökyüzü laciverti.

Kafa salladım ve bakışlarımı etrafa çevirdim. Siyah odanın kapısından yeni girmiştik. Kalp atışlarım hızlanırken istemsiz bir şekilde etrafı kontrol ettim. Ortamda bizden başka kimse yoktu. Lacivert'in yatağına gözüm kaydığında, beni saran kollarının gerildiğini hissettim ama bu uzun sürmedi.

Odanın merkezinde bulunan siyah koltuğun önüne geldiğimizde beni zarif bir şekilde koltuğa oturttu. Tekrar dizlerimin önüne çökerek ellerimi tuttu.

"İyi olacaksın, Jenny sana yardımcı olacak." dedi.

Jenny'den bahsedince mekanik bir şekilde gülümsedim. Bir robotu özlediğime inanamıyordum. Lacivert'in büyüleyici gözlerine bakarak, "Yaralarım ciddi değil James, tedaviye ihtiyacım yok." dedim yorgun bir sesle.

Kararlı bir duruşla beni incelemeye devam ediyordu. İfadesine oturan anlık soğukluk ürpermeme neden olsa da, bakışlarımı onunkilerden çekmedim.

"Gördüğün anda içini acıtacak hiç bir iz kalsın istemiyorum." dedi düz bir tonla.

"Jenny, Beren için tedavi protokolünü başlat."

Jenny'nin mekanik ama tatlı sesini duyunca içim ısındı.

"Bayan Soydan için tedavi protokolü başlatıldı."

Gözlerim parlak ışıklarla kamaşmaya başladığı anda Jenny'nin sesi tekrar duyuldu.

"Hoşgeldiniz Bayan Soydan, dilerseniz tedavi sonrası size çay ikram edebilirim."

Günler sonra dudaklarım ilk defa kıvrılırken, Laciver'tin gergin yüzü gevşemiş havalanan kaşlarıyla gülümsememe karşılık vermişti.

"Jenny için bu bir ilk. Bana bile böyle bir teklifte bulunmadı" deyince gülümsemem daha da genişledi.

Işık huzmeleri etrafımda sıralanırken hasar kontrolü için yukarıdan aşağı bir tarama yaptı. James hala elimi tutuyordu. Işıklar onu eleyerek benim üzerimde yoğunlaşmaya başladı. Önce ılık esintinin başımdaki kesiğe odaklandığını hissettim. Sonra yavaşça boynuma doğru indi ve bu yolu tüm vücudum boyunca takip etti.

Lacivert işlem boyunca gözlerini benden ayırmayarak ellerimi tutmaya devam etti. Tenim boyunca dolanan ışıklar hafiflemeye başlayarak uzaklaştılar. İtiraz etmeme fırsat vermeden beni tekrar kucakladığında, kendimi çok daha iyi hissediyordum. Öyle ki çaresizlik zincirleri bedenimi terketmişti ve göğüs kafesimdeki yerini hatırlayan kalbim yine en vurucu tekmelerini kullanmaya başlamıştı.

Sık nefeslerle kokusunu içime çekerek sakinleşmeye çalıştım. Yatağına doğru ilerlerken bedenim de isteğim doğrultusunda geriliyor, o yatakla ilgili son anılarımı zihnime misafir ederek yaşadığım rahatlamanın buharlaşmasına neden oluyordu.

Ancak Lacivert beni şaşırtarak ayna şeklinde olan banyo kapısını açtı ve içeri girmemizi sağladı. Banyoya girdiğimiz anda hissettiğim rahatlatıcı koku anında gevşememe neden oldu. Ortama loş bir ışık hakimdi. Duvar diplerine dizilen mumlar bu ışığa daha mistik bir hava katıyordu. Sıcak buhar ve nem güzel bir aromayla damağı tatlandıran bir kokuyla karışmıştı.

Ağzına kadar köpükle dolu olan küvete yaklaştığımızda, bu kokunun köpük jelinden kaynaklı olduğunu düşünsem de daha farklı bir şey vardı. Banyoya girdiğimden beri zihnim uyuşmuş, sadece bu ana odaklanmış gibiydim.

Lacivert beni kollarından yavaşça indirdi ve küvetin kenarına oturttu. Belimden kavramaya devam ediyordu. Oturduğum hizada eğilerek gözlerimin içinde baktı.

"Bana güveniyor musun Beren?"

Sıcak ama resmi bir tonda sormuştu. Sanki yasal bir izin alacaktı. Zaten sıcak ve resminin buluşabildiği tek nokta Lacivert olabilirdi.

"Her zaman." dedim kırık sesimle.

Dudağının kenarı minnet eder gibi kıvrıldı ve eğilip alnımdan öptü.

"Pekala, şimdi üzerindeki elbiseyi çıkaracağım." Sakin bir şekilde söylese de anında taş kesen bedenimi hissetmişti. "Rahat yıkanabilmen için." diye ekledi ellerimi avuçlarıyla kaplayarak.

Derin bir nefes aldım ve sakinleşmek için kendime zaman tanıdım. O Lacivert'ti, bana zarar vermeyeceğinden adım kadar emindim.

"Tamam," diye cevap verdim yenilmiş gibi.

"Bu elbisenin bir saniye daha üzerimde kalmasını istemiyorum." dediğimde, nerden aldığını fark edemediğim bir makası eteğin ucundan itibaren sürüyerek elbisenin ön kısmının tamamen ortadan kalkmasını sağladı. Çıplak tenim ortaya çıktığında, fiziksel olarak üşümüyor fakat içten içe titriyordum. Makas elbiseye değer değmez aklıma en son yaşadığımız elbise krizi gelmiş ve yanaklarım kızarmaya başlamıştı bile.

Başımı yukarı çevirerek ona bakmayarak utancımı gizlemeye çalıştım.

Dikkatli bir şekilde suyun sıcaklığını kontrol ederken, beni utandırmamak için ekstra kontrollü olduğunu görebiliyordum. Üzerimde, hala siyah iç çamaşırlarımın olduğunu görünce rahatladım. Onur pisliği en azından bu kadarına cesaret edememişti.

Lacivert yüzümü buruşturan düşüncelerimi böldü ve beni bir bebek gibi kollarımın altından kavrayarak küvetin içine girmemi sağladı. Sıcak su tenimi okşarken gerçekten iyi gelmeye başlamıştı ancak yine de suyun içinde hareket etmiyor sabit bir şekilde duruyordum.

Lacivert'in kokusunun yakınımda hissedince, istem dışı kapadığım gözlerimi ona çevirdim. Tişörtünü çıkarmış gövdesini serbest bırakmıştı. Gözlerimi kocaman açmış ne yaptığını anlamaya çalışırken pantolonundan da kurtuldu. Anında bakışlarımı ellerimle sabitledim ve ona bakmamaya çalıştım.

Ancak yine de ne yapacağını merak ediyordum. Normal şartlarda çoktan bağırıp çağırıp banyodan çıkmasını isterdim ama ne şartlar normaldi ne de ben.

Lacivert düştüğüm hale dudağının kenarıyla gülümseyerek hızlı bir şekilde küvete girdi ve gözlerini bana sabitledi.

"Rahatla, sadece seni yıkamaya geldim."

Başımı kaldırıp yüzüne baksam da utandığımı anlamıştı.

"Şimdi arkanı dön ve bana güven tamam mı Deirdre?" dedi tatlı bir şekilde.

Kafamı eğmem ve itiraz etmemem ona yeterli cevabı vermiş olacak ki, sırtımı ona dönmemi sağlayacak şekilde çevirdi beni ve omuzlarıma masaj yapmaya başladı.

Dokunuşu inanılmazdı, büyülüydü... İyileştirici etkisini hissetmek o an için tüm yaşadığım acıları unutturmuş gibiydi. Başımı yana yatırarak tenime değen parmaklarının beni gevşetmesine izin verdim. Uzun bacakları iki tarafımda uzanıyordu, küvete sığmayacağı için dizleri havada bir şekilde oturmuştu ve diz kapakları köpüklerin üzerinden görünüyordu. Ona dokunmak istesem de az önce serbest bıraktığım ellerimi birbirine kenetleyerek kendime engel oldum.

Şifalı masajına devam ederken uykumun geldiğini hissettim.

"İstersen uyuyabilirsin." diye kulağıma fısıldadığında, tatlı ses tonu iyice kendimden geçmem için davetçiydi. Ancak o anı kaçırmak istemiyordum. Olumsuz anlamda kafamı salladım.

Aramızda hala belirli mesafe tutarak rahat olmamı sağlamaya çalışıyordu. Ellerini omuzlarımdan çekerek, bir kaç saniye bekledi ve ılık lifi sırtımda ve kollarımda nazik bir şekilde gezdirmeye başladı. Life döktüğü jel, küveti dolduran köpükle aynı aromadaydı. Sanki vanilya esansının içinde baharat da vardı ve ikisinin ahengi baş döndürüyordu. Belki de, bu kokuya karışan ve aromayı farklı kılan Lacivert'in karabiberimsi kokusuydu.

Düşünmeyi bırakıp muhteşem kokuyu içime çektim. Giderek gevşiyordum. Lacivert nazik ve dikkatli dokunuşlarına devam ederek suyu açtı ve omuzlarımla saçlarımı ıslatmaya başladı. Her hareketini büyük bir zarafetle yapıyordu ve bu adamın bu kadar yetenekli oluşu, onu bu halde bile kıskanmama neden oluyordu. Saçlarıma soğuk şampuanı yedirmeye başladığında önce ürperdim ancak devamında bahşettiği saç masajıyla bu sefer uykuya teslim olmaya başladım.

Yavaşça beni kendine çekerek göğsüne yatmamı sağladı.

"Uyu Deirdre, ben buradayım."

Göğsüne değen başım, sanki bu anı bekliyor gibi mekanik bir şekilde gözlerimi kapamamı sağladı.

Bir kaç dakikalığına lacivertin göğsünde dinlenmenin bir zararı olmaz diye düşünerek kendime engel olmadım.

*

Gözlerimi tekrar açtığımda tenimde tatlı bir hisle uyandım. Lacivert işaret parmağıyla omzumun üzerinde daireler çiziyordu.

Ortamın rahatlatıcı atmosferinden memnun olarak, derin bir nefes alarak konuştum.

"Ne zamandır uyuyorum?"

"Bir saati biraz geçti."

Söylediğine inanamayarak hızla ondan uzaklaşırken paniğime engel olamamıştım. Keyifli bir şekilde bana güldü.

"Sakin ol, su soğudu zaten, hadi saçını durulayıp çıkaralım seni."

Oysa daldığım uyku bir saat değil beş dakika gibi gelmişti. Uysal bir şekilde söylediğini yaparak sıcak suyla saçlarımı yıkamasına izin verdim. Lacivert küçük hareketlerle saçlarımı durularken aklıma gelen soruyu içimde tutamayarak sordum.

"James'"

"Dinliyorum" dedi tatlı sesiyle.

"Bende hiç bir izin kalmasına izin vermiyorsun ama senin vücudun izlerle dolu. Neden onları Jenny'nin iyileştirmesine izin vermedin?"

Sorduğum soru saçımda dolanan parmaklarının bir anlığına durmasına neden olsa da, hemen yaptığı işleme geri döndü. Sabırla vereceği cevabı beklerken yine ellerimle oynamaya başlamıştım.

"Çünkü," dedi yine resmiyete yaklaşan sesiyle.

"Ben senin gibi masum değilim ve öylece yaptıklarımın izlerinin silinmesine izin veremem."

İfadesi kalbimi parçalasa da, devam etmeme fırsat vermeden ayağa kalktı ve vücudundan suların firar etmesine aldırış etmeden küvetten çıktı. Karşıda duran dolaptan büyük bir havlu alarak tekrar yanıma geldi.

"Hadi artık, üşüdün, gel bakalım."

Ses tonu aniden değişmiş yine şefkatli bir tınıya bürünmüştü. İtiraz etmeden ayağa kalktım ve havluyla beni sarmasını izledim.

"Sen üşümeyecek misin?" diye sorduğumda gülümsedi ancak cevap vermedi. Zihnimden gelen cevap benimle alay eder gibiydi. 'Çünkü o soğuğa bile eğitimli.'

Küvetten çıkmamı sağladıktan sonra "hemen geliyorum" diyerek gözden kayboldu ve saniyeler sonra geri dönüp elindeki birkaç kıyafeti dolabın rafına koydu.

"Giyinmene yardım etmemi ister misin?"

Tamamen samimiyetle sorduğuna emin olduğum sorusu karşısında bir an afallasam da kafa salladım.

"Ben hallederim James, herşey için teşekkür ederim." dedim mahçup bir şekilde.

Yanıma yaklaştı. "Hiç bir şey için teşekkür etme."

Daha fazla konuşmadan banyodan çıktığında, yavaş hareketlerle bana getirdiği kıyafetleri giymeye başladım. Bej rengi iç çamaşır takımını görünce siyah olmadığına şükrederek hızlıca giydim. Ardından gri eşofman altını ve beyaz tişörtü de üzerime geçirerek aynadaki yansımama baktım. Hissettiğimin aksine iyi görünüyordum.

Islak saçlarımı havluyla kurulayarak omzuma düşen su tanelerinden kurtulmaya çalıştım.

O sırada James banyonun kapısını açtı ancak içeri girmedi.

"Giyindin mi?"

"Giyindim girebilirsin" dedim alçak sesimle.

Adımları kararlı olsa da duruşundaki tereddütü hissediyordum. Gözlerimiz buluştuğu anda ifadesi yumuşadı.

"Daha iyi görünüyorsun."

"Daha iyi hissediyorum." dedim gülümsemeye çalışarak.

"Saçların ıslak kalmış." dedi eliyle işaret ederek.

Sorun değil der gibi omuz silktim. "Yaz aylarında ıslak tuttuğunu biliyorum ama bu havada böyle kalmasın." dedi çok ciddi bir şeyden bahseder gibi.

Anında yanıma gelerek nazikçe kolumu kavradı ve birkaç adım gerilememi sağladı. Şimdi ikimizde aynaya bakar durumdaydık ama gözlerimiz birbirimizdeydi.

"Jenny hızlı kurutmayı başlatır mısın?" diye seslendi gözlerini benden ayırmadan.

"Başlatılıyor Bay Hunter."

Ardından ıslak saçlarıma dokunarak, hepsini ensemde topladı.

Sıcak bir esinti başımın etrafını sardığında iliklerime kadar ısındığımı hissettim. Saç kurutma makinesi oranla çok daha yumuşak ve hafif bir etkisinin olmasına rağmen saç tellerimin hızla kurumaya başladığını hissedebiliyordum. Şaşkın gözlerle yirmi saniyede kuruyan ve hiç elektriklenmeyen saçlarımı incelerken Lacivert her zamanki ifadesizliği koruyor, duvara yaslanmış bir şekilde hiçbir şey olmamış gibi bana bakıyordu.

Şaşkınlığım geçtikten sonra bir hışımla ona döndüm.

"James bunca zaman böyle bir kolaylığa sahiptim ama saçlarımı kurutmakla uğraşmama izin verdin öyle mi?" dedim parmağımı ona doğru uzatarak.

Bu tepkime keyiflenmiş gibiydi, gülümsemese de surat ifadesi değişmişti.

"Mahzende her şey için bir kolaylık var ama ben çoğunu kullanmıyorum." dedi omuz silkerek.

Kaşlarımı kaldırdım.

"Gerçekten çok ilginçsin James."

İnanmayan gözlerle ona bakmayı sürdürdüm. Bu defa gülümsedi ve yaslandığı yerden doğruldu.

"Hadi gel, sana bir şeyler hazırlayalım, aç olduğunu biliyorum." dedi. Belimden tutarak beni yönlendirmesine izin verdim.

Lacivert'i tanıdığımdan beri ilk defa bana bu kadar dokunarak iletişim kuruyordu. Bu hisse kolayca alışabileceğimi düşünerek iç çektim.

Siyah odaya geçtikten sonra yatağı hızla geçerek kanepeye yöneldim. Herhangi bir şey yorumda bulunmayarak kanepeye oturmamı bekledi ve ardından omuzlarıma ince bir battaniye örttü. O mutfağa geçerken ben de yanağımı koltuk başına yaslayarak huzurla onu izlemeye başladım. Mahzeni özlemiştim.

Aslında asıl özlediğim karşımdaki gerçek üstü insandı. Tüm hücrelerim, tüm duyularımla yanında olmak, onu hissetmek, onu koklamak, ona dokunmak, onu solumak istiyordum.

Altında lacivert bir eşofman üzerinde de benimki gibi beyaz bir tişört vardı. Normalde koyu renk üstlerle görmeye alışık olduğum Lacivert, her renge büyüsünü katılıyordu. Ciddi ifadesini koruyarak, önündeki kesme tahtasında usta hareketlerle sebzeleri doğramaya başlayınca pür dikkat onu izlemeye başladım. Arada alnında düşen saçları elinin üstüyle geriye ittiriyor, seri hareketler ve ufak dokunuşlarla küçük küçük doğradığı sebzeleri önünde kaynayan tencereye atıyordu.

O sırada fırından gelen ses ile yaptığı işe ara vererek ada mutfağın önünde eğildi ve fırını açtı. Hareketini takip ederek başımı kaldırdım ve ne yaptığını görmeye çalıştım. O an babasını yemek yaparken izleyen küçük bir kız çocuğuna benzediğime emindim.

Kapağı açtığı anda ortaya çıkan sıcak buhar ve yoğun kurabiye kokusu ile karnımdan büyük ve isyankar bir gurultu yükseldi. Utançla olduğum yerde büzülerek bu sesi duymamasını diledim. Fırın tepsisini tezgahın üzerine koyarak kurabiyelerin altını kontrol etti ve ellerine bulaşan kurabiye artıklarını küçük bir çocuk gibi parmaklarını emerek gidermeye çalıştı. Bu hali içimi sıcacık yapmıştı. Gülümseyerek onu izlemeye devam ettim ancak bir dejavunun içinde gibiydim. Aylar önce Lacivert'in ilk defa kurabiye yaptığı anı hatırlamam bir ürpertinin hislerime eşlik etmesine neden oldu.

'Kurabiye pişirebilen bir katil' diye hatırlattı zihnim. Lacivert için adamakıllı ilk düşüncem buydu. Ama şimdi , saatler önce gözlerimin önünde birini öldürmesi bile onu gözümde katil yapamıyordu.

Onur aklıma geldiği anda midem bulanmaya başladı. Acı çeker bir halde oturduğum yerde daha fazla büzüşerek iyice küçüldüm.

Bana bakmadığı halde, durumumu fark eden Lacivert kurabiyeleri bırakıp hızla yanıma geldi.

"İyi misin?" diye sordu dizleri üzerinde, önümde eğilerek.

"Biraz midem bulanıyor sadece." dedim kısık bir sesle.

"Çorban şimdi hazır." dedi yarı gülümseyerek. Kafa salladım. Ne düşündüğümü çoktan anlamış gibi bir süre daha yüzüme baktı ama üstelemek istemediği belliydi.

İki dakika sonra elinde bir tepsiyle yanıma oturdu. Tepsinin içinde, koca bir kasede nefis kokan sıcak bir çorba, iki dilim ekmek, bir de su ve peçete bulunuyordu. Peçetenin üstünde küçük mavi bir hap vardı. Tepsiyi önüme koyarak beklentili bir şekilde bana baktı.

"James bu çok fazla." dedim koca kaseye bakarak.

"Hepsini içmeni istiyorum." dedi ciddi bir tavırla.

"Miden kaldırmaz diye başka birşey pişirmedim." dedi düz bir sesle. "Çorbanı içtikten sonra ilacı içersin, çabuk toparlanmanı sağlayacaktır."

Kafa sallayarak tepsiyi kucağıma yerleştirdim. Lacivert'in bu ciddi tavırlarıyla baş etmek bazen gerçekten yorucu oluyordu.

Çorbadan bir kaşık aldım ve ağzıma götürmeden önce göz ucuyla inceledim. İçinde sayamadığım kadar çok sebze olan karışımın kokusu muhteşemdi.

"James muhteşem kokuyor, sebze çorbası mı?" diye sorarken, cevabı bekleyemeden kaşığı ağzıma götürdüm. Damağımın algıladığı ilk tat, taze domatesti. Sonra fesleğen ve diğer sebzelerin aromasını tatmaya başladım. Sebzeler fazla pişirilmemişti ancak bu daha fazla lezzetli olmasını sağlamıştı. İçinde mercimek, fasülye ve nohut gibi bakliyatların da olduğunu görüce iyice şaşırdım.

"James bu çok güzel!" dedim mest olmuş bir şekilde.

Dirseklerini orta sehpaya koyarak bana doğru eğildi ve kafasını salladı.

Gözlerinde muzip ışıklar parlamaya başlamıştı. Bu sevdiğim görüntü karşısında yemeye bir süre ara vererek gözlerimi ondan alamadım.

"Ben daha tadına bakmadım" dedi, ilginç bir şeyden bahseder gibi. Biraz daha eğilip kafasını bana doğru uzattığında kaşlarımı çattım.

"Bir kaşık bile vermeyecek misin?" dediğinde yine şaşkın bir Beren portresi çiziyordum.

Aralanan dudaklarımı kapatarak telaşla konuştum.

"Ah pardon, elbette." diye saçmalamaya başlayıp, çorbadan bir kaşık daha aldım ve ona uzattım. Bu halimden gayet keyif alıyordu ve bu durum sinirimi bozsa da ona dair her şeyi özlemiştim.

Gözlerime bakmaya devam ederek ağzını açtı ve ona uzattığımdan kaşıktaki çorbayı içtikten sonra dilini dudağının üzerinde gezdirdi.

"Fena olmamış." dedi gözlerini kısarak.

Hayran hayran onu izleme faslına son vererek kendime geldim.

"Saçmalama James, hayatımda içtiğim en güzel çorba bu."

"Abartıyorsun." dedi gülümseyerek.

Yanaklarımı şişirdim ve ona cevap vermek yerine lezzetli çorbayı içmeye devam ettim. Tahminimin aksine kasenin dibi çabuk gelmişti. Çorbayı bitirir bitirmez mavi hapı ağzıma atarak tepsideki suyu da bitirerek arkama yaslandım. Lacivert keyifle beni izliyordu.

Ancak huzurumu kendi ellerimle bozmaya kararlı gibiydim.

"James," dedim duraksayarak. "Kaç gün oldu?"

Lacivert doğrulduğunda tüm vücudu gerilmişti.

"Bu konuyu şimdi konuşmak istediğine emin misin?" dedi düşünceli bir şekilde.

"Evet." dedim. Bir an önce konuşup her şeyi öğrenmek istiyordum. Çünkü yanında yaşadığım huzur zihnimin arka planında süregelen savaşla baltalanıp duruyordu.

"İki gün." diye cevap verdi gergin bir şekilde.

Sıkıntılı bir nefes vererek bana döndü.

"Eğer Onur'u öldürdüğüm için beni suçluyorsan, bundan pişman değilim. Ama inan bana bunun için yeterince sabrettim."

"Suçlamıyorum." dedim ruhsuz bir tınıyla.

"Ama olayların boyutunu anlamakta güçlük çekiyorum." diye itiraf ettim.

Tüm vücudu kaskatı kesilmiş bir şekilde ayağa kalktı. İnce parmaklarını saçlarında gezdirerek tavana baktı ancak bu sefer ifadesiz değildi. Canının sıkkın olduğunu ilk defa bu kadar açık ifade ediyordu.

"Onu öldürmemek için ailesini uyardım." dedi sonunda anlatmaya karar vererek.

Sonra kafasını sallayarak bu böyle olmayacak der gibi ayakta durmaktan vazgeçip, kanepeye yanıma oturdu ve ellerimi tuttu.

"Onur çok küçük yaştan beri hastaymış Beren. OCD, yani Türkçe'siyle Obsesif Kompulsif Bozukluk. Normalde bu hastalar takıntılarını tekrar eden, daha çok kendine zarar veren hastalardır."

Derin bir nefes aldı.

"Kız çocuklarına karşı sapıkça bir zaafı varmış. Çok küçük yaştan beri oyuncak bebekleri parçalayıp, tekrar tekrar monte ediyormuş. Onun farklı olduğunu anlayan çevresinden ayrışması uzun sürmemiş ancak ailesi nüfuzlarını kullanarak garipliklerini örtmüş."

Midem bulanmıştı.

Lacivert anlatmaya devam etti.

"Onur yıllar boyunca aldığı tedavilere cevap vermediği gibi aksine hastalığını saklamayı öğrenmiş. Ancak tek derdi tıp fakültesine girerek oyuncak bebekleri gerçekleriyle değiştirmekmiş. Ve tabi organ biriktirmek gibi sapık zevklere merak sarmış."

Söyledikleri karşısında avuçlarının içinde kaybolan parmaklarımın buz kestiğini hissettim.

Ellerimi daha sıkı kavradı ve gözlerimin içine bakarak tane tane konuştu.

"Yılbaşı gecesi sonrası Onur'un ailesiyle bir avukat aracılığı ile görüştüm ve Onur'u buradan uzaklaştırmaları ya da bir kliniğe yatırmaları aksi takdirde bu durumun duyurulacağı konusunda uyarı da bulunmasını sağladım." Bir anlığına duraksadığında, gözlerim adem elmasının ahenkli hareketini takip etti.

"O gece onu öldürmek istesem de kendimi tuttum Beren." diye devam etti öfkeli bir şekilde.

"Ama.." dedim, "nasıl, normal görünüyordu?"

Tatsız bir şekilde güldü. "Her obsesif hastalığının farkında olmayabilir ancak Onur farkındaydı ve takıntı ritüellerini gözlerden uzak bir şekilde gerçekleştirerek normal görünmeyi başarabiliyordu. Onur'un takıntısı basit değildi. Mikrop bulaşmasından korkmak ya da simetri takıntısını gizlemek zor olabilir. Ancak sapıkça bir takıntıyı kilitli kapılar ardına gizlemek daha kolay olmuş, en azından onun için." dedi katı bir sesle.

"Ertesi gün ailesi Onur'u yurt dışına yolladı. Sömestr boyunca orada kaldı ama okulun açıldığı gün gizlice kaçarak geri dönmüş. Hakkındaki tüm kayıtlara ulaştığım halde, topladığı organları sakladığı lokasyona bir türlü ulaşamadım. Günlerce takip etmeme rağmen seni bulduğum lanet laboratuvara bir gün bile uğramadı."

Söylediklerinin kanımı dondurması gerekirken tepkisiz bir şekilde dinliyordum. Acıya ve dehşete bağışıklık kazanmış gibiydim. Kendi soğukkanlılığıma şaşırırken, gözlerinin üzerimde olduğunu biliyordum.

"Devam et." dedim sakince.

"O gün okula seni almaya gelmiştim ancak arabandaki takip cihazı bir garaja çekildiğini gösteriyordu. Ters bir şeyler olduğunu anlayıp telefonundaki ve saatindeki takip cihazlarını denedim ama onlardan da sinyal alamadım. O cihazların kırılmayla bozulması imkansız. Kimyasal bir çözeltinin içine atarak erimelerini sağlamış. Laboratuvarın çevresinde lokasyonunu belirleyebileceğim tek bir kamera yoktu. Bu konuda Jenny'ye bile güvenemezdim çünkü günün sonunda merkez onu da takibe alabilirdi. Birlik'te geçen bunca zaman boyunca kendimi çaresiz hissettiğim tek andı" dedi derin bir nefes vererek.

"Peki beni nasıl buldun?" dedim kısık sesle.

"Jenny'den yardım alamadığım için tek başımaydım. En başta Onur'dan şüphelenmeyip, seni farklı yerlerde aradığımı itiraf etmeliyim. Kampüsten başlayarak, havalimanları, otogarlar ve İstanbul sınırına yakın tüm şehirlerin mobese kameralarını incelemek durumundaydım. Sonunda, bindiğin taksiyi yakaladım."

"James.." dedim küçük bir şokla. "O kayıtları incelemek aylar sürebilirdi"

"Normal biri için" dedi sakin bir sesle. "Bir de Mike vardı tabi, konunun detaylarını sonradan öğrense de kaybolduğunu biliyordu ve ikimiz yokken ortamı idare etme görevi ondaydı."

Ardından alnını alnıma yasladı.

"Bu kadar uzun sürdüğü için üzgünüm, Onur'u hafife aldığım için üzgünüm, yanında olamadığım için üzgünüm Beren"

Ağlamamak için kendime söz vermiştim ancak acı dolu sesi sızlamaya devam eden yarama dokunmuş, göğsümü sıkıştıran fitili ateşlemişti.

İki küçük damla gözlerimden süzüldüğü anda, hemen fark ederek başparmaklarıyla yaşlarımı sildi ve nazik bir hareketle göz kapaklarımın üzerini kapatarak fısıldadı.

"Ağlama. Daha fazla ağladığını görmek istemiyorum Deirdre." Gözlerimin bir süre daha kapalı olmasını sağladıktan sonra bana sıkıca sarıldı.

"Hadi artık eve gidelim. Rahatça uyumanı istiyorum."

Teklifini onaylamak için başımı salladım. Ev fikri huzuru çağırıştırıyordu.


Obsessive Compulsive Disorder 

Continue Reading

You'll Also Like

500K 45.5K 67
IMMATURA Serisinin ikinci kitabıdır. UYARI: Bu kitabı okumadan önce lütfen Mavi Ay kitabını okuyunuz! Zannettiğiniz kişi olmadığınızı hatta bir i...
PARANOYA By AMARA

General Fiction

426 57 5
Meray kendi ölümünü kendi eliyle yazıp tüm kainatı lanetlemiş bir melekti. Bunun üzerine ölüm kabilesinden olan Ahin bu laneti tüm kainat üzerinden y...
30.3K 2K 25
Ben ölülerin öpüp ruhunu çürüttüğü bir kızdım. Belki bir kahin. Belki bir katil. Yolumun kesiştiği kaderimle hayat kurmaya çalışan, sır kapılarını ar...
16.4K 8K 33
O gün, "Bir insan kaç kere ölür," demişti silahın namlusunu koluma sürterken. Geçmişi düşünürken acıyla gülümsedim. "Bir insan kaç kere ölür, gece yü...