Ölüme Ya da Yaşama : HEPYEK

By akcino

28.4K 2.5K 639

"Ben seninle Ağrı Dağı’nın mistik ve demli bir çay kıvamına bakan Doğubayazıt’ın herhangi bir toprak damında... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7. Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
14. Bölüm
15.Bölüm
16. Bölüm
17.Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34 - FİNAL

13. Bölüm

698 63 15
By akcino

29 Ekim Ağrı

Garnizon Hareket Noktası/Saat 08.45 Civarı...


"Çetin sonunda başlıyor."

"İnşallah bir sorun çıkmadan da biter Sayın Valim, hava çok kötü. Bu yıl sanki bu çocuklara özel hava şartları. Zamanından önce bu kadar yağması, Allah sonunu hayretsin. Allah'tan Celali Efendi onlarla gitmeyi kabul etti. Birde o yanlarında olmasa bu havada aklımda onlarla beraber dağa tırmanışa geçecekti."

"Aklına sahip ol evlat. O bize daha çok lazım."

"Sayın Valim kara baksanıza soluk almadan yağıyor. Yetmez gibi birde hava yumuşadı sabahtan beri karla karışık yağmur halini aldı."

"Sen karı boş ver, tabiat koşulları halledilir."

"Başka ne var ki.'' dedi meraklı gözlerle valiye dönerek.

"Akşam İstanbul'dan bir telefon aldım. Mirza..."

"Yoksa..."

"Valla şimdilik sadece Hakan Sait'in tahminleri, sezdikleri, duydukları... Yani aslı olsa istihbarat alırdık çoktan."

"Tamam, bize dikkatli olmamız için bilgi geçildi ama buralara geleceğini hiç düşünmedim."

"Neden? Ben hep buraya geleceğini düşündüm."

"Nasıl yani? Sayın Valim bir şeyler var, lütfen bana da anlatın."

"Yani gideceği başka yer yok, onu burada bekleyen bir şey var. Ancak gelip alırsa rahatlar."

"Nedir o?"

"İntikam Çetin, intikam... İntikam soğuk yenen bir yemektir, oda tadına varmak için sakin davranıyor."

"Hiçbir şey anlamıyorum. Mirza'nın kiminle ne alıp veremediği olabilir ki?"

"Benimle evlat, benimle..." derken Çetin şaşkın Vali Şeref'e baktı.

"Sayın valim ne oldu nasıl oldu bilmiyorum ama sizin gitmeniz sakıncalı değil mi?"

Şeref babacan bir ifadeyle "Çetin hayatım boyunca hiçbir şeyden kaçmadım, kaçmam. Ne Mirza korkutur beni ne de bu dağ. Yaşanacak ne varsa günü gelir yaşanır. Hakan Sait'in duyumlarına güvenirim. O yüzden olmuşlar, olabilecekler değil yapacaklarımız üzerine konuşalım. Grupta öyle kişiler var ki Mirza varlıklarını asla öğrenmemeli. O yüzden güvenlik önemlerini arttırın ve gençlerin kimliklerini sıkı tutun. Mutlaka bir grup jandarma eri ve bir çavuş gurupla yürüsün."

"Siz hiç merak etmeyin Sayın Valim. Atilla'da sizinle gelsin. Korumalarınız var ama Atilla'da yanınızda olursa benim içim daha rahat olur."

"Peki, Çetin için rahat olacaksa kabulüm. Hadi artık sen de törene geç kalma. Bu ülke inşallah nice Cumhuriyet Bayramları görecek. Bak benimde kısmetim bu yıl Ağrı Dağı'nda kutlamakmış bayramı." dedi gülümseyerek. Ama dışa vurduğu bu gülümseme sadece içinde sakladığı endişelerini ertelemeye çalışmaktı.


29 Ekim Ağrı

Garnizon Hareket Noktası/Devam Eden Zamanda...

Tuğra "Aklım karma karışık oldu dayı. Bu anlattıkların inanılır gibi değil. Benden daha ne sakladığınızı çok merak eder oldum doğrusu." dedi sitemkâr bir ses tonuyla. Otobüsün biraz ilerisinde durmuş sinirli adımlarla olduğu yerde dönüyordu.

"Tuğra bunları bizde yeni öğrendik. Neden senden bir şey saklayalım."

"Baksana dayı o zamanlar olayın sabotaj olduğundan şüphe edilmiş. Ama ben bunu bile yeni öğreniyorum."

"Tuğra..."

"Efendim dayı."

"Seninle kafaları çekmeyeli uzun zaman oldu değil mi?"

"Bundan emin misin dayı?'' dedi yumuşayan ses tonuyla. Olgun ona dayıdan çok bir abi gibi olmuştu her zaman. "Birkaç kadehle kurtulabileceğini mi sanıyorsun?"

Olgun gülümsedi, "Hiç sanmam. Tuğra..." dedi sonra birden ciddi bir ifadeyle. "Benim bu hayatta tutunduğum iki dalım var. Onlarda şu anda senin yanında... Ve tehlikeli bir yolculuk içindeler. Benden uzaklar. Emin ol şu anda geri dönün demek o kadar kolay ki benim için... Ama ne onları kırmak isterim ne de onlara zarar gelsin. Çocuklarım önce Allah'a sonra sana emanetler"

"Dayı merak etme. İkisinin de keyfi çok yerinde. Hem istesen de Burçak'ı buradan getirebileceğini sanmıyorum."

"Bende sanmıyorum. Tuğra, Burçak bundan hoşlanmaz ve kabul etmek istemez biliyorsun. O yüzden kampta ilacını sürmeyi lütfen unutmasın."

"Merak etme sen dayı doktorumuzda yanımızda. İnatçı kızına ilaçlarını zorla kullandıracağım söz. Böcekler yanına yaklaşamaz. Gerçi ondan korkarlar ama."

Gergin başlayan telefon konuşmasının neşeli bir hal almasının dışında iki adamın aklında birçok tedirginlik yavaş yavaş ilerliyordu. Tuğra başını bir an kaldırdığında otobüsün içinde oturmuş, başını cama yaslamış kendisine bakan Efsun'u gördü.

"Sen yanlarındasın ama yine de aklım hep sizinle Tuğra. Beni sık sık haberdar edin oldu mu? Bak Zühre'de burada Arda'ya söyle Tuğra, annesini habersiz bırakmasın."

Tuğra dayısının telefonda söylediklerini duymuyordu sanki. Gözleri saniyelerdir Efsun'un gözlerine kilitliydi.

"Tuğra... Tuğra orda mısın?"

Tuğra birden toparladı kendini. Gözlerini çekti Efsun'un etki alanından.

"Evet, dayı buradayım. Devam ediyorsun sandım. Merak etmeyin, sizi habersiz bırakmayız. Otobüs kalkıyor dayı. Ben artık kapatıyorum."

"Selam söyle herkese. Kızımı öp benim için. İyi yolculuklar."

"Tamam, dayı aklın bizde kalmasın." diyerek telefonu kapattı. Efsun'un olduğu tarafa tekrar baktığında onun başını çevirdiğini, yanında oturan arkadaşıyla sohbet ettiğini gördü. Kendine gelmek istercesine silkeledi başını.

"Tuğra ne yapıyorsun sen dostum? Haydi, otobüs hareket edecek" diye seslenen Koralp'e kulak verdiğinde, henüz yüzünden telaş ve tedirginliği atamamıştı. Dayısından duydukları onu fazlasıyla tedirgin etmeye yetmişti. Bir de biraz önce yaşadığı bakışma karıştırmıştı aklını.

"Geldim Koralp."

Koralp Tuğra'nın tedirgin ifadesini görünce "Ters bir şey mi var?"

"Dayımla konuştum da biraz. Anlatırım sonra. Haydi, bize sesleniyorlar." dedi otobüsün camından onlara seslenen şoförü göstererek.


29 Ekim İstanbul

Olgun Tarhanlının Evi/ Devam Eden Zamanda...

Olgun, Tuğra ile konuştuktan sonra Zühre'nin bulunduğu odaya gitti. Odaya girdiğinde Zühre, İpek öldüğünden beri yeri hiç değişmemiş olan gramofona bakıyordu.

Olgun'un odaya girdiğini gören Zühre "Bir an beni unuttun sandım." dedi. Olgun gülümsedi.

"Avukata anca laf anlatabildim. Sonra da Tuğra aradı. O yüzden biraz uzun sürdü."

Zühre gözleri telaşlı baktı Olgun'a, "Nasıllarmış?"

"Hepsi çok iyiler. Birazdan tırmanışa başlıyorlar."

Zühre derin bir nefes aldı. Sonra önündeki gramofona baktı gözlerine özlemler yükleyerek, "Hala duruyor. Sapasağlam." dedi gramofona dokunarak.

Olgun tebessümle geldi yanına Zühre'nin. Taş plakların bulunduğu dolabın kapağını açıp bir plak çıkardı.

"Bunu seversin."

"Hangisiymiş o?"

"Sabırsızlanma." dedi biraz önce çalan plağı özenle çıkardı gramofondan ve yenisini taktı. İğneyi usulca çekti plağın üzerine. Olgun yerine oturduğunda plağın üzerinde çalışmaya başlayan iğnenin ince sesi duyuldu önce.

"Bu ses öyle güzel anıları çağrıştırıyor ki..." dediğinde odayı dolduran müzikle beraber sevgi ve minnetle baktı Olgun'a. Karşısındaki koltuğa geçip oturdu.


"Rüya gibi uçan yıllar

Biraz durun, durun biraz

Kaybolan günlerim için

Hesap sorun, sorun biraz..."(1)

"Kime soracağızki hesabı." dedi tebessümle.

Olgun camdan dışarı doğru çevirdi gözlerini, "Kendimize soramayız değil mi?"


29 Ekim Ağrı

Garnizon Hareket Noktası/Saat 09.00...

Otobüsün hareket etmesinin ardından Atilla "Sayın Valim arabanız hazır. Emirlerinizi bekliyoruz." dedi.

"Tamam Atilla... Celali Nerde?"

"Görmedim Sayın Valim."

"Tamam ben şimdi geliyorum." dedi ve biraz ileri doğru yürümeye başladı. Bir süre yürüdükten sonra yolun aşağı kısmında gördü Celali'yi. Yanına doğru yürüdü.

"Celali seni bekliyoruz. Eğer hala bizimle gelmeye kararlıysan." dedi biraz ileride durmuş çiseleyen yağmuru avucunun içine dolduran Celali'ye bakarak. Celali yan gözle baktı Şeref'e.

"Yağmur başladı. Bu hiç iyi değil." dedi ve sonra aniden döndü Şeref'e; "Yapma Şeref. Geziyi iptal etmelisin."

"Bu aşamaya geldikten sonra mı? Bu gezinin çok önemli bir amacı var Celali. Unuttun mu?"

"Unutmadım Şeref, unutmam! Ben bir eğitim neferiydim. Atam için tırmanılıyor, anlıyorum heyecanını."

"O zaman derdin ne Celali?"

"Şeref, görmüyor musun?"

"Görüyorum! Atam için yürümek isteyen yüreği kıpır kıpır kırk genç görüyorum."

"O zaman gözlerini iyi aç ve gelen tehlikeyi gör. Birden düşen hava sıcaklığı iyi değil anlamıyor musun? Buz parçaları kopabilir, tırmanmak zor olur."

"Sıkma canını hava akşam oldu mu çeker yine ayaza."

"İnşallah dediğin gibi olur Şeref, inşallah..."


29 Ekim Ağrı/Tırmanış Noktasına Gidiş

Otobüsün İçi/ Saat 09.30 Civarı...

Efsun başını cama yaslamış inceden karla karışık yağan yağmurun yol boyu uzanan ağaçlara vuruşunu izliyordu. Yanında oturan Tayfun'un söylediklerini duymuyordu bile. Karmakarışıktı aklı. Beş senedir olanları, yaptıklarını düşündükçe kendini tanıyamıyor gibi hissediyordu ve beş senedir ilk defa içini kemiren kurt pişmansın dedirtiyordu ona.

Birden cep telefonuna bir mesaj geldiğini duydu. Boynundan asılı olan küçük çantasının içinden telefonunu çıkardı. Tayfun'a doğru döndü. "Pardon" dedi gülümseyerek. O anda ön sırada, çapraz koltukta oturan Tuğra ile göz göze geldi. Tuğra birkaç saniye çevirmedi bakışlarını Efsun'dan. Efsun önce alelade başını arkaya çevirdi sandı. Ama Tuğra ona baktığını hiç çekinmeden ifade ediyordu bakışlarıyla. Efsun önce gözlerini kaçırdı Tuğra'dan. Telefonunda mesajı oku tuşuna bastı. Bakışlarını tekrar Tuğra'nın yönüne çevirdiğinde onun da başını çevirmiş olduğunu gördü. Tam telefonuna doğru bakacakken Tuğra tekrar başını hafifçe çevirerek baktı Efsun'a. Otobüs hareket etmeden önce yaşadıklarının bir tekrarı yaşanıyordu sanki. Aklındakilere yeni bir soru katmak istemedi Efsun. Başını hemen çevirdi.

***

Seyhan "Tuğra çok soğuk." dedi onun koluna girip iyice sokularak, "Söylesene biraz daha yükseltsinler ısıyı."

Tuğra bakışlarını Seyhan'a doğru çevirdi yavaşça. "Biraz önce söyledik ya Seyhan. Hem sen şimdi üşüyorsun tırmanırken ne yapacaksın?"

Ön sırada oturan Meris döndürdü başını koltuk aralığından,

"Ona seyyar kalorifer bağlayacaktık Tuğracım. Ayrıca sen varsın yanında. Sesi çıkmaz eminim." dedi ve göz kırparak yanındaki Koralp' e döndü. "Aşkım ne zaman varacağız? Aşkım sana diyorum duymuyor musun beni? Aşkım?"

"Pardon Meris, Cüneyt'e dalmışım. Ortalığı kasıp kavuruyor yine." dedi dalgın.

"Çok tatlıymış kardeşin. Sonunda tanışabildik. Biraz garip oldu ama."

"Neden?" dedi yine aynı dalgın ifadeyle. Aslında gözlerinin takıldığı Cüneyt değildi. Cüneyt ayakta durmuş, koltukta oturan Gülce ile konuşuyordu. Hem ne konuştuklarını hem de Gülce'nin solgun yüzünün nedenini merak ediyordu aslına.

"Ne demek neden aşkım. Baksana hiç ummadığımız bir yerde çıktı karşımıza. Sabah kardeşim diye tanıştırınca çok şaşırdım valla. Hep böyle midir?"

"Nasıl böyle midir?" dediğinde hala Gülce'nin yüzünü, konuşmalarını inceliyordu.

"Aşkım neyin var senin bugün? Dalgın gibisin. Hem neden bu kadar dikkatli bakıyorsun ki?" dedi ve başını uzatıp Cüneyt'in konuştuğu kişiye baktı.

"Aaa o kızla nerden tanışıyor ki Cüneyt?"

"Kiminle?"

"Şu kız, Berfin'in arkadaşı. Ne kadar soğuk ve ukala bir kız. Böyle her şeyi bilirim, yaparım havalarında. Neydi adı?"

"Gülce."

"Evet, Gülce." dediğinde Koralp'teki durgunluğun bu kızla bir ilgisi olup olmadığını sorgulamaya başladı.

"Yoksa Cüneyt ile aralarında bir şey mi vardı?"

Koralp bakışlarını aniden Meris'e doğru çevirdi. Bir kaç dakika hiçbir şey söylemeden baktı. "Hayır." dedi ve arkasına yaslanarak bakışlarını ileri doğru çevirdi;

"Benimle bir ilgisi vardı."

***

Diğer tarafta Efsun telefonuna gelen mesajı okuduğundan beri gergin duruyordu. Yan sırada oturan Ece, Atalay ve yanında oturan Tayfun'un sohbetlerine isteksiz katıldığı her halinden belliydi. Ece Efsun'daki bu durumu fark etti. Bir bahane uydurup Tayfun ile yer değiştirip Efsun'un yanına oturdu.

"Kimdendi o mesaj?"

"Hangi mesaj?"

"Efsun!" dedi saklamamasını vurgulayan bir ifadeyle.

"Suat'tan." dedi bıkkın bir sesle.

"Sahi onun burada ne işi var? Eee ne yazmış?"

Efsun elinde bulunan telefonun mesaj menüsüne girerek açtı Suat'ın gönderdiği mesajı. Telefonu Ece'ye doğru uzattı.

"BEN SADECE SENİ GÖRMEK İÇİN GELDİM."

"Ne yani bu şimdi?"

"Anlasam."

"Bence anlamalısın." dedi biraz kızgın bir ifade ile Efsun'a bakarak.

"Ne oldu şimdi neden bana öyle bakıyorsun?"

"Neden baktığımı biliyorsun. Bunların hepsini sen planladın. Şimdi de sonucuna katlan."

"Ben bir şey planlamadım."

"Efsun gerçekçi ol artık. Gözünü intikamdan başka bir şey görmüyorduki son birkaç aya kadar. Sana dedim, en başından dedim."

"Başlama ne olur." dediğinde bir eliyle başını ovuşturmaya başladı.

"Eee ne yapacaksın?"

"Bir şey yapmayacağım tabii ki..."

"Acaba oda gelecek mi? "

"Bilmiyorum." dedi dalgın camdan dışarı bakarken. İçinde hesaplaşmasını yaşıyordu. Ece'nin haklı olduğunu biliyordu. Suat ile yaşadığı bu durumun tek sebebi kendisiydi, biliyordu.

***

Cüneyt, Gülce ve Berfin ile sohbet ederken şoförün uyarması üzerine "Fırçayı yedik." dedi gülerek. Berfin,

"Bizim susturmaya gücümüz yetmez seni. Bak şoför amcam nasıl fırça attı." dedi Gülce'ye dönerek.

"Şikâyetçisiniz galiba Berfin Hanım. O zaman ben yerime geçeyim. Elbet beni özleyen birileri vardır." dedi alaycı ve ileri doğru yürüdü.

"Sana diyorum da inanmıyorsun Gülce. Akıllanmaz bu oğlan."

"O kadar çok şeyi saklıyor ki aslında içinde."

"Bunu da nerden çıkardın şimdi?"

"Gözlerine bak Berfin, anlarsın." dedi yoldan gözünü ayırmadan.

"Zaten sizin aranızdaki iletişim beni aşar. Yani benim kuzenim ama sanki senin kardeşin gibi. "

Gülce Berfin'e dönerek göz kırptı, "Kan bağı olmasına gerek var mı?"

Berfin gülümsedi, "Yok değil mi? En büyük örnekte biziz galiba. Kardeş gibi, hatta öte." dedi tebessümle.

O sırada dağ hocası Dinçer otobüsün mikrofonunu eline almış yol güzergâhı hakkında bilgi veriyordu. Berfin yüzünü buruşturdu,

"Hoş adam ama ukala..."

"Fazlasıyla."

"Eee anlatmadın."

"Neyi?"

"Dün gece kiminleydin?"

"Hımm dedim ya İncilay, bir de birkaç genç vardı. Bizi yol boyu eğlendirdiler. Şarkılar, şiirler, espriler..."

Berfin gözlerini kıstı, "Peki otel önünde kiminle muhabbet ettin?"

Gülce şaşkın baktı Berfin' e, "Anlamadım?"

"Ben de anlamadım zaten o yüzden sana soruyorum."

Gülce dün geceyi hatırlamaya çalıştı, "Hımm otele geldiğimizde Dinçer Bey karşıladı bizi fırça atmaya. Ama... Yani ben önemsiz diye... Yani öylesine..."

"Gülce sen niye sıkıldın şimdi? Hımm anladım. Rahat ol. Benim açımdan yani. Ama başkaları rahat mı bilemem?"

"Berfin biliyorsun benim için sadece dağ hocası Dinçer Bey. Hem kim neden rahatsız olacak anlamadım?"

Berfin gülümsedi anlamlı, "Bilmem birisi görmüş sizi akşam otelin önünde, homur homur homurdanıyordu."

"Cüneyt mi?"

"Ah Gülce hala anlamıyorsun değil mi? Koralp..."

"Koralp? O ne görmüş, ne zaman görmüş ki?" dedi tedirgin.

"Orasını bilemem ama görmüş işte."

"Sana mı bir şey dedi?"

"Neden bu kadar merak ettin? Hani o defter kapanmıştı."

Gülce telaşlı hareketlerle yerde duran sırt çantasına doğru eğildi, "Yok canım niye merak edeyim. Şaşırdım sadece." dedi ve çantasından çıkardığı bir derginin sayfasını açtı,

"Berfin baksana bayıldım. İlk fırsatta gidelim buraya."

***

"Burçak baksana şuna, çalışmıyor.'' dedi Merve elindeki mp3 çaları Burçak'a uzatarak. Ama Burçak Merve'yi duymadı. Kulaklıklarını takmış, müziği son ses açmıştı. Merve uzandı Burçak'ın kulağındaki kulaklığı çıkardı.

"Sana sesleniyorum kızım. Öyle açmışsın ki sesi..."

"Fark etmedim."

"Neyin var senin?"

"Yok, bir şeyim. Manzara o kadar güzel ki müzikle beraber dalmışım." dediğinde başına bir elin uzandığını hissetti. Burçak hızla ve sert bir ifadeyle döndü arkasını.

"Uygar yapma..." dediğinde Cüneyt ile göz göze geldi.

"Bu ne şiddet ne celal ufaklık..."

"Uygar sandım." diyerek usulca önüne döndü Burçak. Arkadaşının uzattığı mp3 çaları eline aldı, "Bakalım nesi varmış" dedi ama elinin titremesine engel olamıyordu.

Cüneyt oturduğu yerden kalktı hafifçe, "Nesi varmış" dedi muzip bir ifadeyle.

"Bilmem çalmadı birden."

"Anlar mısın ufaklık sen bu işlerden?" diyerek Merve'nin söylediklerini duymamış gibi Burçak'a sordu Cüneyt. Burçak sert bir ifade ile baktı Cüneyt'e.

"Formundasın bakıyorum. Seneler sana hiç bir şey kaybettirmemiş. Ayrıca bana ufaklık deme."

"Bana bir şey kaybettirdi mi bilemem. Ama sana kazandırmış belli..."

Burçak "Ne?" dedi dalgın bir ifade ile Cüneyt'e bakarak.

"Hiç... Eee beni arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?"

"Merve... Bu da Cüneyt, Firuze'nin abisi..."

"Yakınsınız galiba."

Merve elini uzattı Cüneyt'in uzattığı ele karşılık vererek, "Hem de nasıl... Bizimki ilkokuldan başlıyor. Lise yıllarında bir ayrılık yaşadık ama yine beraberiz işte."

"Değişik bir şey olmalı. Çok uzun zaman arkadaş olmak." dedi ve elindeki mp3 çaları tamir etmeye çalışan Burçak'a çevirdi bakışlarını. Burçak bu konuşmanın bir an önce bitmesini istiyordu.

"Hay Allah sıkıştı."

"Tarif edilemez aslında. Uzun seneler görüşemedik. Şimdi aynı üniversitedeyiz. Kaldığımız yerden devam yani."

Cüneyt Merve'yi hiç duymuyordu sanki "Ne sıkıştı?"

"Ben hallederim."

Cüneyt tam bir şey söyleyecekti ki ön sıralardan kendisine seslendiklerini duydu. "Bana müsaade kızlar" dedi ve kalktı yerinden. İleri doğru yürürken dönüp Burçak'a baktı.

Cüneyt ileri doğru gidince Merve "Bu o mu?" dedi fısıltı halinde.

"Neden çalışmıyor anlamıyorum. Şarjı dolu başka da bir sorun görünmüyor."

"Burçak... İstersen bana yapma."

"Neyi?"

Merve'nin bakışlarından ve sözlerinden daha fazla kaçamayacağını biliyordu Burçak, "Evet, o..."

"Sakin olmayı dene diyeceğim ama... Yani en azından elinden geldiği kadarıyla..."

"O defteri kapadım ben Merve, biliyorsun."

"Hı hı biliyorum."

"Tekrar açılsa ne olacak ki... Kendi kendine açılır durur. Onun umurunda mı olur sanki..."

"Kabul edip sorunu çözmeye çalışmak, kaçmaktan daima daha iyidir."

"Heh çalıştı. Al bakalım." dediğinde gözleri koridorda durmuş sohbet edip etrafa laf yetiştiren Cüneyt'e takıldı. Gözlerini zorla onun etki alanından çekip dışarı çevirdi. Kulaklığını tekrar takıp müziği son ses açtı. İçinde yaşayanı gömmekten başka bir çare yoktu biliyordu. Bir kere dışa vurduğunda yaşadığı acıyı hatırlamak dahi istemiyordu.


29 Ekim İstanbul

Olgun Tarhanlı'nın Evi/ Saat 10.00...

"Bir kahve daha içer misin?"

"Hayır, fazlasıyla içtim zaten." dedi ve kolundaki saate baktı, "Saat onu geçiyor. Gitmesek mi bugün işe?"

Olgun gülümsedi, "Gitmeyelim. Kaçalım." dedi ve derin bir iç çekti , "Hem Cumhuriyet Bayramı bugün. Keyfini çıkaralım."

"Değil mi? Bugün sabah buraya gelirken radyoda çalan onuncu yıl marşını bağıra bağıra söyledim." dedi ve gözleri daldı birden, "Akşam gösteri varmış boğazda."

"O zaman Saliha anneye söyleyelim bize nefis içli pilavından yapsın." dediğinde Zühre'nin geldiğinden beri tedirginliğini gizlediği gözlerine baktı.

"Zühre, hadi kaçmaktan vazgeçelim. Ne var aklında? Seni sıkan ne?"

"Sen de söyleyeceksin ama."

"Ne zaman kaçabildim ki senden?"

"Arda... Ben üstüne titredikçe, onu korumaya çalıştıkça, aramızı sıcaklaştırmak istedikçe duvarlar daha da büyüyor sanki. Ve bu yetmiyormuş gibi annem."

"Ne oldu Saliha anneye?"

"Yok, yok sağlığında bir sorun yok. Ama tutturdu çocukları geri çağır diye. Dün gece kötü rüyalar görmüş. Birde babası... Biliyorsun anlatmıştım."

"Evet hatırladım. Ağrı Dağı'na çıkarken ölmüştü değil mi?"

"Bir yerlerde birilerini kaybediyoruz. Yitip gidiyorlar hayatımızdan. Kimseye dur diyemiyoruz, değil mi?"

"Zamanı geri döndürebilsem her şeyi değiştirirdim."

"Biliyorum."

"Bende biliyorum."

Zühre "Neyi?" dedi gülümseyen ve meraklı gözlerle.

"Senin zamanı geriye çevirmek istediğini..."

"Benimki kendi hatam... Mutsuz olacağımı bile bile... Ama yinede hayatımı devam ettirmeme sebep olan bir şey var."

"Arda...''

"Evet, Arda... Ama o her gün avuçlarımın arasından kayıp gidiyor ve ben onu yakalayamıyorum. Onu kaybetmekten çok korkuyorum Olgun."

"Hayatta en çok korku kaybettirir insana Zühre." dedi elinin üstüne elini koyarak ve devam etti, "Korkma Zühre, anla yeter..."


1) "Rüya Gibi Uçan Yıllar" Alaturka Şarkı Sözü



Continue Reading

You'll Also Like

248K 20.9K 38
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
879K 52.3K 69
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
154K 14.6K 42
Kerem Aktürkoğlu & Kumsal Yıldız
91.1K 5.4K 16
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur]