Lacivert - Safir - Amber

By tymazerr

2.8M 124K 24.2K

Tıp öğrencisi Beren, yıllardır göğüs gerdiği aile şiddeti yüzünden sonunda evden kaçtığında, aklına gelecek s... More

GİRİŞ
1- BEREN SOYDAN
2- JAMES HUNTER
3- Mahzen
4- Royal De Maria
5- Antidote
6- Sofia Dark
7- Denge
8- Dönüş
9- Kaçış
10- Sara
11- Soğuk
12- Ekip
13- Sınırlar
14- Kırık
15- YANILGI
16- YENİ GÖREV
17- DONUK
18- ACI SESLER
19- ILIK GECE
21- BOWIE
22- DEIRDRE
23- ÇIPLAK
24 - NOT
25- OYUNCAK BEBEK
SAFİR | GİRİŞ
SAFİR | 1.BÖLÜM
SAFİR | 2. BÖLÜM
SAFİR | 3. BÖLÜM
SAFİR | 4.BÖLÜM
SAFİR | 5.BÖLÜM
SAFİR | 6. BÖLÜM
SAFİR 7. BÖLÜM | Gece Nöbeti
SAFİR 8. BÖLÜM | Fil Ağacı
SAFİR 9. BÖLÜM | Zehir
SAFİR 10. BÖLÜM | BOZUK
SAFİR 11. BÖLÜM | LACİVERT
SAFİR 12. BÖLÜM | AİT
SAFİR 13. BÖLÜM | SIFIR
SAFİR 14. BÖLÜM | Ruh Kesiği
SAFİR 16. BÖLÜM | Ateş
SAFİR 15. BÖLÜM | Cennet
SAFİR 17. BÖLÜM | Geç
SAFİR Final | Herkes için...
Amber 1 | PARADOKS
Amber 2 | KARMAKARIŞIK
Amber 3 | EĞİTİM
Amber 4 | ÇAYLAK
Amber 5 | MILEN
Amber 6 | DARKBLUE
Amber 7 | RÜYA
Amber 8 | HAVADA SÜZÜLMEK
Amber 9 | SOĞUK ATEŞ
Amber 10 | TAŞIYICI
Amber 11 | KAÇIŞ
AMBER 20 | LIZY
AMBER 12 | CENNET
AMBER 13 | DEĞİŞİM
AMBER 14 | UZAY BOŞLUĞU
AMBER 15 | ZİHİN YANGINI
AMBER 16 | GÜVEN
AMBER 17 | FAROE
AMBER 18 | GENOA
AMBER 19 | GÜN IŞIĞI
AMBER 20 | LIZY
AMBER 21 | VEDA VE ÖTESİ
AMBER 22 | FİNAL 1- İLLÜZYON
AMBER 23 | FİNAL 2- GERÇEKLER
AMBER 24 | FİNAL 3- MASALLAR VE SONLAR

20- EV

32.3K 1.8K 220
By tymazerr

Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr

20- EV

Güneş ışığıyla uyanmak... Aylardır özlemini çektiğim göz alıcı ışıklar, geceden açık bıraktığım camı delip yüzüme yansıdığında, yeniden hayat bulmuş gibi gülümsedim.

İçimde artık yerini bile bilmediğim bir yerde sakladığım aile özlemim, ailemin evindeki odama vuran güneş ışığını anımsamamla varlığını hatırlatmak istese de, gözlerimi yumup bu uyarıyı uzaklaştırmak istedim. Çünkü ne zaman onları düşünsem Çetin'in beni öldüresiye dövüşü anılarıma kâbus gibi çöküyor ve aileme kalan sevgimi de söküp alıyordu. Çetin'e yıllarca karşı çıkmayan, bu kadar ileri gitmesine neden olanlar onlardı.

Ekim'in sonuna gelmiştik ama hava hala yazı aratmıyordu. Yine de gece ara ara üşümüş ve pikeyi kafama kadar çekme ihtiyacı duymuştum.

Mutlu bir şekilde yataktan kalkıp Deirdre'ye de günaydın dedikten sonra balkona yöneldim ve gözlerimi kapatarak taze havadan derin bir nefes çektim. Hafif esneme hareketleriyle kaslarımı gevşetmeye başladım. Bahçedeki çamların kokusu havaya karışmıştı ve daha derin nefesler almam için teşvik ediyordu.

Göz ucuyla etrafı taradığımda, ona rastlamadım. Güya umursamıyordum ama hayal kırıklığına uğramıştım bile. Kısa bir süre sonra odama geçip, banyodaki işlerimi halleder halletmez, gece üşümemin verdiği etkiyle üzerime kırmızı renk triko bir kazak, altıma da açık renk dar paça bir pantolon giydim. Kahverengi süet bot ve onunla uyumlu çantayı da aldıktan sonra yüzümü renklendirip aşağıya indim.

Ocakta dumanı tüten çaydanlığı görünce az önce güneşi görmemle başlayan mutluluğum bir seviye daha artarken, dün gece aç kalmamın etkisi ciddi anlamda kendini gösteriyordu.

Bu yüzden, masada çayını yudumlayan, çivit mavisi dar bir kazak ve altına da benim gibi krem rengi bir pantolon giyen, saçları dağınık, gözleri önündeki tablette ama irislerindeki hareketlilikten aslında beni izlediğini anladığım Lacivert'i görmezden geldim. Masaya dizdiği kahvaltılıklardan birer parça tabağıma doldurup, dışarı, çardağa çıkarak güzel havanın tadını çıkarmaya karar verdim.

Biri bu adama bu kadar yakışıklı görünmemesi gerektiğini söyleyebilir miydi!

Mutfakta, dün gece kırıldığını duyduğum tabaklardan eser yoktu ve sağlam olanların tümü benim yetişebileceğim bir dolaba yerleştirilmişti. Gördüğüm manzara içimi ısıtsa da, omuz silkerek bir tabak aldım.

Çardakta oturup çayımı içtiğim sırada, kokusu ondan önce yanıma ulaşmıştı.

"Hazırsan çıkalım."

Gözümü manzaradan ayırmadan konuştum.

"Beraber gitmeyeceğiz herhalde"

"Hayır." dedi kesin bir tonla.

"Beraber çıkacağız ama her gün bir garajda okulda kullandığımız arabalarımıza binip ayrılacağız."

Başımı salladım ve ayağa kalktım.

Önden geçip, arabasına doğru yürürken onu beklememiştim. Elbette bana kısa sürede yetişmişti. Arabaya bindiğimizde hiç konuşmamış, ondan tarafa dönmemiştim. Bu benim için kolay değildi, görüntüsünü inkâr etsem de kokusu bana ulaşıyordu.

Arada sırada beni kontrol ettiğini hissetsem de öylece yolu izledim.

Tünele girdiğimizde, etrafta bizimkinden başka araç olmaması dikkatimi çekmişti ancak tünelin yarısında, hızla açılan bir kapıdan içeri, ani bir hamleyle döndüğünde, her şeyin kamuflaj olduğunu anlamıştım. Garaja girdiğimizde beyaz Porsche jeepi ve mavi Mercedes'i gördüm.

Tam arabaya doğru ilerliyordum ki, arabamın anahtarının bende olmadığı aklıma geldi ve ona dönüp elimi uzattım.

Bu anı bekliyormuş gibi anahtarı avucuma bıraksa da avucumu kapattığım anda, benimkine nazaran kocaman kalan elleriyle avucumu kapladı.

"Bugün Davidson'un off günü, dersten çıktığın gibi garaja gel. 2'de burada olacağım."

Söylediklerinden çok yumruğumu kaplayan sıcacık avucundaydı aklım. Sanki kalbimi yumruğuma hapsetmiştim ve o da kocaman eliyle hem onu koruyor hem de acımasızca sıkıp, nefessiz bırakıyordu.

"Peki." dedim bir yandan da elimi çekmeye çalışarak.

Zorlamadı. Elimi bıraktı ve arabasına yöneldi.

Günüm inanılmaz hızlı geçmişti.

Sinem ailesinin ziyareti nedeniyle okula gelememişti ve onlarla tanışmam için yalvaran bol öpücüklü birkaç arama yapmıştı. Mike'la ne yaptıkları konusunda ifadesini alamasam da sesinin çok mutlu gelmesine sevinmiştim. Ayrıca Donaldson'un olmayışı da, daha rahat hareket edebilmem ve tetikte durmak zorunda olmamam açısından iyiydi.

Tek sorun çıkışta yine onunla aynı eve gidip aynı havayı solumak ve yine nefessiz anlara hazır olmak zorunda kalacak olmamdı. Onu deli gibi görmek istesem de, dünkü yaptığımız konuşma zihnimde hala o kadar tazeydi ki, gösterdiğim cesaret hem utanma hissimi hem de ondan uzağa kaçma isteğimi tetikliyordu.

Ders bitiminde ayak sürüyerek arabama bindim ve sabah uğradığımız garajın yolunu tuttum. İstanbul'un yollarına çok aşina değildim ve James bunu düşünmüş garajın adresini navigasyona kaydetmişti. Ama işin afili kısmı bu da değildi. Navigasyon parmak izimle aktive oluyordu ve kimlik tespitinden sonra İngilizce hoş geldin hoş bulduk muhabbeti bile yapıyorduk.

Ahh tüm bu teknoloji Jenny'i özlememe neden oluyordu. Utanmasam evlatlık çocuk gibi onu da yanımıza getirmesini isteyecektim. Ama onun teknolojisinin sadece mahzende verimli olduğunu biliyordum.

Garaja yaklaştığım anda telefonuma gelen mesaj sesi dikkatimi dağıttı. Homurdanarak telefonu aramaya koyuldum.

'Daha saatin 2 olmasına 4 dakika var! Bekleyemedin değil mi?' diye homurdandım.

Ancak gelen mesaj kayıtlı olmayan bir numaradandı.

"Beren Merhaba, ben Onur. Numaranı bulmak bayağı zor oldu :) Yemek konusunda hala cevabın değişmedi mi, merak ediyorum..."

Sıkıntılı bir iç çekerek mesaj sekmesini kapattım. Bu çocuk neden vazgeçmiyordu?

Arabayı garaja soktuğumda neyse ki daha 2 dakika vardı ve rampadan çıktığım anda gözlerimiz buluştu.

Kalçasını simsiyah arabasına dayamış ve kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde benim geleceğim kapıya dikmişti gözlerini. Lacivert alevleri taşıyan gözleri her zamanki gibi çok güzeldi. Beni gördüğü anda dudağının kenarı kıvrıldı ve yüzünde alayla karışık bir ifade oluştu. Sanırım vaktinde gelmemi beklemiyordu.

Yüzüne hayran hayran bakmayı kesip, arabayı park ettim ve aşağı indim. Oldukça zarif ve yavaş hareketlerle kollarını çözdü ve sürücü koltuğuna oturdu.

Ben de yerimi aldıktan sonra arabayı çalıştırdı ve garajdan çıktık.

İlk dakikalar ikimiz de sessizdik.

Lacivert bir süre sonra dikiz aynasına sıkça bakmaya başladı.

Her bakışınca çenesi daha çok sertleşiyor ve az önce alayla parlayan lacivertleri çok daha ciddi bir hal alıyordu.

Alnındaki kasın seğirdiğini görünce sadece gerilmemiş aynı zamanda sinirlenmişti.

"Sorun ne?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

"Sorun şu arkadaşın." dedi tıslar gibi.

"Kim?" dedim gözlerimi büyüterek.

"Onur piçi." dediğinde açılan ağızım neredeyse arabanın tavanına değecekti.

Lacivert'in ağzından aylardır duyduğum ilk argo kelimeydi bu. Bu da demek oluyor ki daha önce bu kadar sinirlenmemişti.

"Na-nasıl yani?"

"Seni takip etmiş olmalı, şimdi de araç değiştirdiğini anlamış." Göz ucuyla ters bir şekilde bana baktı.

Kahretsin takip edildiğimi ruhum bile duymamıştı. Manyak herif mesajı da beni takip ederken atmıştı demek ki. Kabul ettiğim anda karşıma çıkacaktı.

"Seni gördü mü?" diye sordum panikle.

"Sanmıyorum." dedi kısa ve net bir şekilde.

"Şimdi sıkı tutun." Hala gergin ve anladığım kadarıyla fazlaca sinirliydi.

Araba aniden hızlanırken, arkama yaslanma ihtiyacı duydum.

Arkadaki siyah araba Onur'un arabasıydı ama o uyarmamış olsa asla hatırlamazdım.

Yani, takip edilmiş olmam büyük ihtimaldi. Ayrıca Onur'un arabası da tamamen filmle kaplanmıştı. Sürücüyü seçmek zordu.

Aramızdaki mesafe açılsa da Onur kısa sürede bize yetişiyordu. Otobanda gidiyor olduğumuz için tek yaptığımız şey şerit atlamak olmuştu. Lacivert trafik olmasına rağmen seri bir şekilde önündeki arabaları geçiyordu ama Onur da geri de kalmıyordu. Otobandan çıkmamızı sağlayan ilk sapağa hızla girdik. Sapağı dönerken neredeyse 150 km ile gidiyorduk ve bu hızla nasıl dönemeci geçtiğine hayret ettim. Çevik bir hareketle düz yola çıkmamızı sağladı ancak hala panikle arkama bakıyordum. Onur görünmüyor diye sesli dile getirecektim ki arabası bizim gibi düz yolda göründü.

Parmak boğumları beyazlarken, parmaklarının neredeyse direksiyonu parçalayacağını düşündüm. Onu bu halde görmek beni korkutuyordu.

Seri bir hareketle tekrar sağa döndü ama bu sefer de trafiğin göbeğine düşmüştük. Ancak birkaç arabayı geçebildik. Onur'la aramızda yaklaşık on arabalık mesafe vardı. Son bir hamle olarak bir otobüsün önüne kırdı ve arabayı durdurdu. Otobüs aniden durmak zorunda kaldığında, şoförü camını indirip bağırmaya başladı.

Lacivert el frenini çektikten sonra kontrollü bir sesle konuştu.

"Arabadan in ve koşmaya başla"

Önce ne dediğini anlamaya çalışsam da çabucak toparlanıp dediğini yaptım.

Lacivert de benimle aynı anda indi ve anında bana yetişerek elimi tuttu.

Bir an duraksayıp ona baktım, kalbim yakalanacağımız korkusuyla değil de, daha çok elimi tutuyor olduğu için ağzımda atıyordu.

"Daha hızlı koşman için" dedi bana dönmeyerek. Bir şey söylemedim ama elimden geldiğince ona uyarak yanında koştum. O kadar hızlıydık ki insan kalabalığını kabaca yarıyor ve özür dilemeden hızlıca yanlarından geçiyorduk. Beni hızla kapalı bir alana çektiğinde nefesim tükenmeye yüz tutmuştu.

Hırıltılarım eşliğinde etrafa baktım. Metro istasyonuna gelmiştik.

"Az kaldı, biraz daha dayan." dedi yumuşak bir sesle.

Ciğerlerim isyan etse de onun hiç şikâyeti yok gibiydi. Ses tonu bile etkilenmemişti.

Koşar adımlarla metroda ilerledik. Gişelere gelince yanımızda jeton ya da akbil olmadığını düşündüm ama çoktan cebinden bir kart çıkarıp gişeyi geçmişti ve gişe başında benim de gelmemi işaret ediyordu.

Elindeki şeyin İstanbul Kart olduğunu anlayınca gülmeye yakın bir ses çıkardım.

"Ciddi olamazsın James. İstanbul kartın mı var? Benim bile öğrenci kartım yok."

Çenesinde sertlik biraz olsun azalmıştı ve lacivertleri sevdiğim tona dönmüştü.

"Tedbir." dedi kısaca.

Tekrar elini uzattı.

"Hadi, bir an önce çıkalım şuradan, hala takip ediyor olabilir."

Kafa salladım ve elini tuttum. Uzunca bir yürüyen merdiveni yine koşar adım indik ve metronun gelmesini bekledik. Bu süre zarfında elimi bırakmadı. Benim de şikâyetçi olduğu söylenemezdi. Gelen metroya bindiğimizde milimetrik hareketlerle etrafı kontrol ettiğini fark ettim. Çenesinin tekrar gerildiğini gördüğüm anda panik dalgası benim etrafımda da dolanmaya başlamıştı.

"Yaklaş." dedi kısık sesle.

"Ne oluyor?" sesim tedirgindi.

"Tam arkanda Profesör Haldun Alacalı oturuyor. Metroya binerken bizi el ele gördü ama senin yüzünü seçemedi. Yaşlı olsa da dikkatli bir adamdır. Gelecek dönem dersine girecek, seni tanımasını istemiyorum."

"Ne yapacağız?" dedim daha büyük panikle.

"Şu an beni tanıdı ama seni görmeye çalışıyor. Kaçarsak şüphelenir. Yaklaş Beren." dedi yarı gülümseyerek. Bu gülümseme tedirgin bir gülümsemeydi ve uyarı tonu taşıyordu.

Yaklaştığım anda beni kendine çekerek, iyice yakınlaştı. Dünden beri kaçmaya çalıştığım her şey hayat buluyordu ve bu lanet kokusunu içime çekerek ne kadar mantıklı kalabilirdim ki?!

Bir yandan profesörü izlediğinin farkındaydım. Saniyeler çok ağır bir şekilde ilerlerken bakışlarında alarm sinyalleri gördüm, gözleri hafifçe kısılırken bakışlarını bana sabitledi.

"Ayağa kalkıyor." dedi gülümseyerek. Bunun sahte bir gülümseme olduğunu biliyordum ancak yine de tapılasıydı.

Arkasından gelen sözlerin zamanı durduracağından habersiz düşünmüştüm bunları.

"Öp beni."

"Ne?!!" dedim kaşlarımı çatarak.

"Buraya yaklaşıyor, selam verecek, öp beni." dedi daha uyarıcı bir tonla.

Tabii ki öpmeyecektim! Tabii ki öpmeyecektim! Hayır öpmeyecektim!

Beynimdeki isyanlar dalga dalga atağa geçerken, bir iç çekti ve sabır diler gibi baktıktan sonra ensemi kavradı. Dudaklarımı aralayıp itiraz edecektim ki, buna fırsat vermeden, dudaklarını benimkilere bastırdı. İtirazım da, karşı çıkmak için kalkan ellerim de havada asılı kalmıştı.

Yumuşak dudakları benimkilerin üzerinde gezinirken, bedenim orada kalmış ama ruhum beni çoktan terk etmişti. Kalbim işlevini unutmuş her bölgem ona ve hareketlerine odaklanmıştı.

Kıpırdayamıyordum, nefes alamıyor, düşünemiyordum. Aklımın tüm odalarında o vardı. Bu anı hiç hayal etmeye cesaret etmemiştim ama böylesini de beklemiyordum.

Her geçen saniye yaptığım keşifle ona daha çok bağlandım. Sanki kalbimi, aşkımı, ruhumu, her şeyimi böyle aktarabiliyordum ona. Bu inanılmazdı.

"Öp beni Beren, karşılık ver! Hala bize bakıyor."

Evet, karşılık vermiyordum çünkü, dünya ciddi anlamda benim için durmuştu.

Sessiz uyarısıyla biraz sakinleşip dudaklarımı kımıldattım.

Ama o küçücük hareketimi bekliyor gibi ensemi daha sıkı kavradı ve dizlerimi titretecek kadar yoğun bir şekilde tekrar öpmeye başladı. Şuurumu da yitirmek üzereydim. İçgüdüsel olarak yapabildiğim tek şey kollarımı boynuna dolamak oldu.

Metronun ortasında, insanların gözü önünde fazla mahrem bulduğum bir an yaşıyorduk ama sanki hiç kimse yoktu. Sanki etrafımızda dolanan cık cıklar fısıldaşmalar sadece fon müziğiydi. Gerçeklikten uzaktı.

Öpüşünü sonlandırdığında, yüzüme vuran sıcak nefesi hala dudaklarımda iz bırakıyordu.

"Gitti" dedi ama onun da nefesi sıklaşmıştı.

Bütün ateş suratıma toplanmıştı. Ondan ayrıldığım anda yere bakmaya başladım. Bu zamana kadar yarım kalan her anımızda yaşadığım boşluğun bir hiç olduğunu anladım. Asıl boşluk bu andı. Asıl boşluk bu anı bir daha yaşamayacak olan kalbimin hissettiği acıydı.

Çenemden tutup ona bakmamı sağladı.

Ve, beni yerin dibine sokmaktan beter edecek bir soru sordu.

"Beren, sen öpüşmeyi bilmiyor musun?"

Continue Reading

You'll Also Like

725K 41.5K 35
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
4.4M 211K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
2.5K 405 10
Üniversiteye giden her genç gibi Rachel'ın da tek derdi geçmesi gereken finallerdi ama her gün uğradığı kahve dükkanında silahlı saldırıya uğrayınca...
1K 171 4
"Bak oraya! Gördüğün ne?" "Bir gidiş, bir veda." "Hayır, bir başlangıç." #tamamlandı #yolcu 1 (20.08.2023)