Bulvar

By denizyolcusu

234K 25.5K 6.2K

Görünmez bir adamın son derece sıradan hayatı, çekimine kapılarak peşinden sürüklendiği tuhaf bir kadınla kar... More

İlk dokunuş - 1
Mahşere mahkum - 2
Bulutkent koruyucuları - 4
Tuhaf rüyalar - 5
Semender'in dönüşü - 6
Sorular ve zehirler - 7
Ellerinde sihir var - 8
Çaresizlik denizi - 9
Yarasa'nın yardımı - 10
Kör edici şüphe - 11
Mayın tarlası - 12
Mavi gökyüzü - 13
Madalyonun öteki yüzü - 14
Tehlikeli oyunlar - 15
Gözyaşının kaderi - 16
Kuralların canı cehenneme - 17
Kaygan bir balık - 18
Benim büyük lanetim - 19
Avcı ve av - 20
İkinci şans - 21
Çıkmaz sokak - 22
Vaat edilen bahar - 23
İki ayrı cadde - 24
Düşmüş bir uçurtma - 25
Yedi alem şahit - 26
Yaşatmak uğruna - 27
Ağır ölüm - 28
Son bölüm

Kardaki ayak izleri - 3

11.1K 1.2K 176
By denizyolcusu

Son beş dakikadır, kaldırım kenarında başı kanlar içinde yatan adamın etrafında hale şeklinde bir kalabalık vardı. Kalabalık, yerde dizleri üzerinde büzülmüş oturan kadının, insanı paniğe ve dehşete sevk eden bu manzaradan uzaklaşmasına izin vermiyordu. Doğal olarak, ben de olduğum yerden bir adım öteye kıpırdamadan, birilerinin bana çarpıp bir terslik olduğunu fark etmemesini dileyerek bekliyordum. Bu tutsaklık huzursuz ediciydi, istesem çekip gidebilirdim, fakat gönlüm elvermiyordu. Sanki çekip gitsem, sesler ve görüntüler kadını aç bir kaplan gibi yiyip bitirecek, bir deri bir kemik bırakacaktı. 

Aslında bu benim uçup giden hayal gücümün eseriydi. Çünkü etraftaki sesler, yükselip alçalan dalgaları andırıyordu; aradan pek azını anlamlandırabiliyordum.

"Onu gördüm." diyordu, yaşlı bir kadın ısrarla. "Çocuğu deli gücüyle kaldırıma itti. Gördüğüme eminim." Bu sırada işaret parmağıyla, yerde oturan ve gözlerini bir an olsun kanlar içindeki çocuktan ayırmayan kadını işaret ediyordu. 

Başkaları yaşlı kadını sakinleştirmeye çalışıyor, yerde oturan kadına temkinli bakışlar atmaktan geri durmuyordu. Aradan çok zaman geçmedi, siren sesleri duyuldu ve ambulans, öbek öbek kara bulanmış asfalt yolu yalayıp yutarak kalabalığa yaklaştı. Hemen ardından gelen polis arabasıyla birlikte kaldırımın hemen yanında durdu. 

Sedyeler, sağlık görevlileri kalabalığı yararak geldiğinde, bunu kaçmak için bir fırsat olarak görüp kadının yanına yaklaştım ve yere çömeldim. Omzuna hafifçe dokunurken çığlık atmasından korktuğumdan temkinliydim. Ancak o beklentimin aksine çığlık atmadı, hareket etmedi ya da birinin ona temas ettiğine dair herhangi bir tepkide bulunmadı. Gözleri boş, donuk ve camsıydı. 

Resmi üniformalarının içindeki iki polis memuru kadının yanına yaklaştığında, sıkıntıyla nefes verdim ve kadının başına çöreklenen belayı def edemeyeceğime emin oldum. Bu sırada yaşlı kadın, şahit olduğu olayı aynı hararetle polis memurlarına anlatıyordu. 

"Bayan, ayağa kalkabilecek durumda mısınız?" dedi, genç olan polis memuru. 

Kadın başını evet anlamında salladı ve polis memurundan yardım alarak ayağa kalktı, ancak gözleri hala sedyeye bindirilmekte olan yaralı genç adamdaydı. 

"Mihriban hanımın anlattıkları doğru mu?"

Şahitlik yapan Mihriban hanım, adını duymasıyla birlikte sustu ve heyecanlı gözlerini kadının üzerine dikti. Ancak kadın bu itham karşısında itiraz ya da onaylama belirtisi göstermeyi reddediyordu.

"Benimle birlikte emniyete kadar gelmeniz gerekiyor." dedi polis memuru, cevap alamayacağını anladığında. 

Kadın beni şaşırtarak gözlerini polis memurunun yüzüne çevirdi ve durgun yüzünde düşmeye başlayan karanlığın gölgesi gezindi. Bu manzara sebebini tasvir edemeyeceğim bir biçimde ürperticiydi, polis memuru da benimle aynı fikirde olacak ki adamın yüzündeki öz güven yerini tedirginliğe bıraktı. Elleri pantolonuna asılı kelepçelere gitti ancak kelepçeleri yerinden almadı. 

"Ben yapmadım." dedi kadın. Bunu öylesine bir kesinlikle söylemişti ki, söyledikleri akla mantığa sığmayacak saçmalıklar olsa bile, her kelimesine inanabilirdim. 

Polis memuru itiraz edecek gibi oldu ancak yüz ifadesi ansızın çözüldü ve durgunlaştı.

"Elbette." dedi. "Sizi suçlamak için herhangi bir gerekçemiz yok." 

Sonra aynı durgun yüz ifadesiyle, şahitlik yapan Mihriban hanıma döndü.

"Gördüğünüz kişinin bu bayan olduğuna emin misiniz, Mihriban hanım?" diye sordu. 

Yaşlı kadın, polis memuruna biraz öfke biraz da kırgınlıkla baktıktan sonra, "Tabii ki eminim, oydu, aynı kara saçlar ve aynı - " diyecek oldu. Bu sırada gözlerini polis memurundan ayırıp kadının yüzüne çevirdi. Sesi gittikçe kısıldı ve sonunda kendinden emin tonunu kaybetti. Yüzündeki hararetli ifade silindi, yerini garipsenecek derecede boş ve şaşkın bir ifadeye bıraktı. "Şimdi bakınca, kafam karıştı." dedi, kısık sesle. "Belki de başka biriydi. Kara saçlarını gördüğüme eminim ama sanki yüzü daha kiloluydu."

"Tam olarak ne gördünüz?"

"Kadın genç adamı itiyordu." dedi yaşlı kadın, aynı güvensiz sesle. "Ama tekrar baktığımda, adam karda kaymış olabilir gibi geliyor." 

Polis memurlarından yaşlı olanı başını sinirli bir ifadeyle sağa sola salladı. "Yürü, gidelim." dedi, genç olan polise. "Kadını da bırak, muhtemelen sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi."

Genç polis memuru neredeyse rahatlamış bir ifadeyle kadının kollarını bıraktı. Ne yapacağını bilemiyormuş gibi etrafına bakındıktan sonra kaldırımın kana bulanmış köşesine doğru yürüdü. Yaşlı kadın çoktan göz önünden kaybolmuş, küçük adımlarla yokuş yukarı çıkmaya başlamıştı. Adımları hızlı ve titrekti. 

Kar durmuş, hava kararmış, gökyüzü yıldızlara bulanmıştı. Ambulans çoktan hastaneye doğru yola düşmüş, kalabalık olaya olan ilgisini yitirerek dağılmıştı. Sokaklar tenhaydı artık, ortalığa gecenin yalnızlığı sinmişti.

Kadın üzerindeki paltoya sarındı ve yalnızca benim duyabileceğim şekilde derin bir nefes verdi. Dudaklarını ısırdı, bir an için pişman ve karamsar bir görüntü çizdi ancak sonra yeniden donuklaşarak, karların olay sonrasında görevliler tarafından süpürüldüğü ve yol kenarlarına yığıldığı kaldırımda hızlı adımlarla yürümeye başladı. 

Geri dönecektim, bu kez onu takip etmeye ve onun peşinden sürüklenmeye niyetim yoktu. Olayların benim sakin ve huzurlu dünyamı yerle bir etme ihtimalinden duyduğum korku, hissettiğim her türlü duyguya ağır basıyordu o an. Ancak kaldırımın bittiği yerde, karanlık sokakta ansızın bir ışık peydah oldu; büyüdü, büyüdü ve sokak lambaları gibi titreştikten sonra belirgin bir surete büründü. 

Beyaz yüzü, beyaz saçları, beyaz favorileri ve üzerine giydiği, ne bulunduğumuz çağa ne de bulunduğumuz mekana uyan siyah frakıyla nerede olsa tanırdım onu. Düş polisi, karanlıkta parlayan kızıl gözleriyle kadına yaklaştı. Kadın düş polisini gördüğünde duraksadı ve başını yerden kaldırıp ona baktı. Sol ayağının tabanını kaldırıma vurmaya başladığında, bu hareketi stresli ya da öfkeli olduğu zamanlarda tekrarladığını fark ettim. 

Düş polisinin beni ifşa etmeyeceğini umut ederek sesleri duyabilecek şekilde ikisine yaklaştım. Düş polisi beni görmüştü, en azından gözleri kısa bir an için bulunduğum yere çevrilmişti ancak beni gördüğüne dair bir işarette bulunmadı.

"Bugün saat on yedi elli sekizde, bir adamın yaralanmasına sebebiyet verdiniz, muhterem." dedi düş polisi, kadına. "Benzer bir olayın önümüzdeki bir ay içinde tekrarlanması halinde, ıslah edilmek üzere şehirden uzaklaştırılacaksınız."

Kadın, düş polisine bakarken sakindi ancak elleri öyle olmadığını belli edercesine sıkılı haldeydi. 

"Evet." dedi. "Evet, biliyorum. İsteyerek olmadı."

"Şehirde tek başınıza dolaşmanızın güvenli olmadığını da biliyorsunuz o halde." Düş polisinin gözleri mütemadiyen elindeki kırmızı ekrandaydı, kadının gözlerinden bilerek uzak durduğu fikrine kapılmadan edemiyordum.

"Biliyorum." dedi kadın, bu kez sert bir sesle. "Bir daha tekrarlanmayacak."

"O halde sorunu hallettik." diye cevap verdi düş polisi. Ardından geleneğe uygun davranarak tek kelime etmeden yok oldu.

Kadın, düş polisinin kaybolduğu noktaya baktı uzun süre. Ellerini ceplerine yerleştirmiş, sol ayağının tabanını yere vurmayı kesmişti. 

Artık gidebilirdim, kalmam için hiçbir sebep yoktu, kadının ne olduğu ve bugünkü olayda ne gibi bir parmağı olduğunu öğrenmem bana ne fayda getirecekti? Merak, huzurlu hayatıma soktuğum bir çomak işlevi görmemeliydi. Aklımı başıma toplamalıydım. Bu gibi düşüncelerle bir adım geriledim ancak dikkatim o denli dağınıktı ki arkamda duran çöp tenekesine çarparak, tenekenin üzerine yığılı çöpleri, karton kutuları devirdim. Birkaç kedi gürültüyle çöpten çıktı ve içlerinden sarı olanı ciyaklayarak üzerime atıldı. Görünmezliğim kedilere işlemediği için çoğu kere sızlandığım olmuştur; ancak hiçbir defasında bu kadar öfkelenmemiştim sanırım. Tırnaklarını tenime geçirdiğinde kısık sesle küfrettim ve kediyi üzerimden güç bela atabildim. 

Nefes nefese dönüp baktığımda kadınla yüz yüze geldim. Ben kediyle boğuşurken yanıma dek yürümüş olmalıydı, sonuçta havada asılı kalan bir kedi doğal bir manzara olmasa gerekti. Gözleri omzumun üzerinden karşı sokağa bakıyor, bir hareketlilik fark etmeye çalışır gibi dikkat kesiliyordu. Kaşları şaşkınlık ve belli belirsiz bir korkuyla yukarı kalkmış, durgun yüzü dalgalanmıştı. Nefesini yüzümde hissediyordum; o da benim hızlı ve düzensiz nefesimi duyuyor, hissediyor olmalıydı. 

"Baba?" dedi, titrek bir sesle. Yutkundu, boğazını temizledi, ancak devamını getiremedi. Islanmış ve kızarmış gözlerine bakarken, az önce etrafındaki insanları oyun hamuru gibi isteğine göre şekillendiren ve bunu yaparken sertliğinden taviz vermeyen kadının karşımdaki kadın olup olmadığı konusunda şüpheye düştüm. 

"Sensin, biliyorum." dedi, zorlukla yutkunarak. Ellerini yüzünde birleştirdi ve nefesi boğazından geçerken kesik hıçkırıklarla titredi bir kez daha. 

Ona, sandığı gibi babasının hayaleti olmadığımı; yalnızca sokaklarda görünmeden dolaşan bir avare olduğumu söyleyecektim. 

Eğer yanıma yaklaşıp, küçük bir kız çocuğu gibi bana sığınmasaydı.

Başını görünmeyen göğsüme yaslayıp, elleriyle ceketimin iki yanına çaresizce tutunmasaydı.

Hıçkırıkları göğüs kafesimi parçalamasa, söyleyecektim, anlatacaktım ona. 

Benim göğsüm geniştir, omuzlarım da hayli yapılı. İstesem dünyayı sırtlanır, dünyayı kucaklarım zorlanmadan. Ama o an, benim geniş göğsüm onun zayıf, biçare vücudunu hapsetmeye, korumaya kafi gelmeyecek diye, ölümcül bir korku duydum. 

Tutuk hareketlerle elimi uzatıp, gece kadar siyah saçlarına dokundum. İçimde neye karşılık geldiğini kestiremediğim bir duyguyla saçlarını okşadım. Bunu ben istediğim için mi yoksa o istediği için mi yapıyordum, hiçbir fikrim yoktu. Ancak güçlerinin, göremediği birine işleyemeyeceğini tahmin ediyordum. Beni yönlendiremezdi, onu yatıştırmak ve korumak isteyen kendi irademdi ve bu, diğer ihtimalden çok daha korkutucuydu benim için.

Göğsümden uzaklaştı, elleri iki yana düştü, yüzündeki gölgeler dağılmış, gözlerinde güneş açmıştı sanki. Tenhalaşan sokaktaki kaldırımdan inip karla kaplı asfalt yola geçti, ardından bulunduğum yere baktı. Gözleri bu kez emin olamayarak etrafı tarıyor, gidip gitmediğimden emin olmak istiyordu. 

"Bana öfkeli olduğunu biliyorum." dedi, neredeyse telaşla. "Ama biraz daha benimle kalsan, olur mu?"

Onu kandırmayı ben istemedim. Şu an bile düşündüğümde, o an onu kandırmak, aldatmak istemediğimi fark ediyorum. Ancak onu kırmak, küçük bir kız çocuğunun gözleriyle bakan kadının hayallerini yıkmak istemedim, doğru olmadığını bildiğim halde kaldırımdan inip yanına gittim. Sokak lambasının ışığı yüzüne, yaşlarla kaplı gözlerine vuruyordu. Asfalt yolda biriken kar katmanında bıraktığım ayak izlerine takıldı gözleri. Çocuk gibi sevindi, onu takip ettiğimden beri ilk kez neşeyle güldü. 

"Teşekkür ederim." dedi, boğuk bir sesle. Ellerini ceplerine yerleştirdi ve önüne dönüp ağır ağır yürümeye başladı. Kısa süreli tereddüdün ardından onu takip ettim. Onun hemen yanında bıraktığım ayak izlerini takip ediyor, sanki her adımda rahatlıyordu. 

"Bugün yaşananlar tam bir fiyaskoydu." dedi, dakikalar sonra. Yürüyüşü, anı uzatmaya çalışırcasına, alabildiğine yavaş; sesi kısık ama heyecanlıydı. "Elime yüzüme bulaştırdım." diye devam etti.

"Kendimi tutamadım yine. Çocuk kollarıma yapışıp sarsınca beni, tedirgin oldum. Benden uzaklaşmasını her şeyden çok istedim. Gözlerine baktığım anda da onu yol kenarına savurdum." Gıcık tutmuş gibi öksürürken ellerini ağzına kapattı. "Öyle kanlar içinde yattığını görünce de donup kaldım. Yıllar öncesi düştü aklıma yine. Ölmesin, içimden geçirdiğim tek şey buydu. Ölüm söz dinlemiyor ama, ölüme güç yetiremem, mümkün değil..." İç çekti. "Neyse ki yaralı atlatmış, düş polisi karşıma dikildiğinde birini öldürdüğümü söyleyecek diye ödüm koptu. Ama ceza alırım diye değil, bu kez atlatamazdım baba. Birini daha öldürseydim, bu kez atlatamazdım." 

Sustu. Geceye dudaklarından beyaz bir buhar bıraktı. 

"Hava buz gibi." dedi, konuyu değiştirerek. "Bu aralar çok sık üşüyorum."

Durdum. Ayak izlerinin durduğunu fark ettiğinde o da durdu. Paltosunun kapüşonunu başına taktım, sonra da iplerinden tutup çenesinin altında bağladım, kapüşonundan fırlayıp bağımsızlığını ilan eden perçemini düzelttim. 

Gözleri doldu yine. Neden bu kadar sık ağlamaklı oluyordu? Gözyaşının uğramadığı bedenim, bu manzarayı her şeyden çok garipsiyordu.

"Şimdi daha iyi." dedi, dudakları titremesin diye dişlerini sıkarken. "Nasıl da aklıma gelmedi?" 

Yaşlı gözleriyle gülümsedi ve yürümeye devam etti. Başımı kaldırıp baktığımda, evinin bulunduğu sokağa geldiğimizi fark ettim. Ne ara geçmişti zaman, ne ara bitirmiştik onca yolu, akıl sır erdiremedim. Bahçe kapısına vardığımızda, elini kapının demir kulpuna yerleştirdi ancak açmak yerine öylece bekledi. Hemen yanında durmuş, evde yanan ışığa dikmiştim gözlerimi. 

"Gelmiş." dedi kadın. Ona vuran o heriften bahsettiğini biliyordum. "Eve geç kaldım, Günay bey merak etmiştir."

Gözlerinde yalan vardı, görmezden geldim. 

"Yarın saat ikide, saat kulesinde. Umarım gelirsin, baba."

Tereddüt etti, ardından kapıyı açıp bahçeye geçti. Koşar adımlarla iç kapıya gitti, paltosunun cebinden anahtarı çıkarıp, içinde o herifin beklediği eve girdi.

Bekledim, iki katlı müstakil evin ışıklarını izledim, bir an içeri gizlice sızmayı düşündüm, vazgeçtim.

Bir adamın bağırışları, muhtemelen hakaret içeren kızgın hırıltıları geliyordu o evden. Kadının sesi duyulmuyordu, aradan dakikalar geçti, ışıklar söndü birer birer.

Yarın saat ikide. Saat kulesinde. Oraya gitmeyeceğim, gitmemeliyim, gidersem sonu gelmeyecek gidişlerimin. 

Delirmiş olmalıyım. Böyle, başka birinin hayaleti olarak bile olsa, onun yanında kalmak istiyorum.




















Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 64.6K 35
"Hatırla Rüzgar! Bir hayalet olarak girdim hayatına. Yani aslında hiç olmadım. Beni görünür yapan sendin..." "Bir hayalete sarılamazsın, dokunamazsın...
3.6M 300K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
45.5K 6K 35
•Baş Şeytan serisinin ikinci hikayesidir. •Yetişkin okurlar içindir. Armando Behemoth'un ölümü talihsizlik doluydu. Kaderin habersiz bir şekilde onda...