Bulvar

By denizyolcusu

234K 25.5K 6.2K

Görünmez bir adamın son derece sıradan hayatı, çekimine kapılarak peşinden sürüklendiği tuhaf bir kadınla kar... More

Mahşere mahkum - 2
Kardaki ayak izleri - 3
Bulutkent koruyucuları - 4
Tuhaf rüyalar - 5
Semender'in dönüşü - 6
Sorular ve zehirler - 7
Ellerinde sihir var - 8
Çaresizlik denizi - 9
Yarasa'nın yardımı - 10
Kör edici şüphe - 11
Mayın tarlası - 12
Mavi gökyüzü - 13
Madalyonun öteki yüzü - 14
Tehlikeli oyunlar - 15
Gözyaşının kaderi - 16
Kuralların canı cehenneme - 17
Kaygan bir balık - 18
Benim büyük lanetim - 19
Avcı ve av - 20
İkinci şans - 21
Çıkmaz sokak - 22
Vaat edilen bahar - 23
İki ayrı cadde - 24
Düşmüş bir uçurtma - 25
Yedi alem şahit - 26
Yaşatmak uğruna - 27
Ağır ölüm - 28
Son bölüm

İlk dokunuş - 1

30.2K 1.7K 559
By denizyolcusu

Kısa hikaye olarak başladım fakat bir delilik sonucu bu hikayeyi bırakmaya, kısa kesmeye gönlüm elvermedi. Ne kadar uzun olacağını kestiremediğim bu yolculukta yalnız kalmamak dileğiyle, sevgiler. / Zeynep.

Burası Şuursuzlar Bulvarı. Saat sabahın yedisi oldu mu damlarım bu bulvara, trafik lambasından on beş adım öteye, kırmızı telefon kulübesinin hemen yanına otururum, sonra kaldırımların pejmürde sakinlerini; her sabah sekizde otobüse binen seksen yaşlarındaki amcayı, bulvarın köşesine savrulmuş caminin avlusunda dilenen oğlan çocuğunu, suratı asık trafik polisini, kitapçının saçları kuş yuvasına dönmüş sahibini izlerim. 

Ben herkesi, her küçük ayrıntıyı görürüm; tek bir şey bile kaçmaz gözümden. Azgın kedinin bir kuşun üzerine atlayışını, uyuyan köpeği huysuzlandıran kara sineği dahi fark edebilirim. Yol ortasında kavga eden evli çiftin sözlerinden akan öfkeyi hissederim. Ekmek çalan evsizi kovalayan fırıncının yaratıcı küfürlerini ezberlerken, evsizin gözlerindeki mahcubiyeti duyarım. Bulvarı çevreleyen tüm kırgınlıklar avuçlarımdadır adeta. Herkesi kırabilirim ama hiç kimse kıramaz beni.

Bazen canım sıkıldığında durakta bekleyen evhamlı kadınların yanına sızar, kulaklarına anlamsız birkaç kelime fısıldarım. Aniden atılır, sesin nereden geldiğini kestirmeye çalışır, sonra da bu gaipten gelen sesi yorgunlukla ilişkilendirip deli oldukları fikrinden uzaklaşırlar hemen. Ben gülümserim, uzaklaşırım bulvardan, kimsenin üzerime basamayacağı kuytu bir köşede uyuklarım.

Nadiren de olsa benim gibilerle kesişir yolum, ancak hiçbiriyle tek kelime etmem. Onlar da konuşmaya hevesli değillerdir doğrusu. Benim gibiler, görünmezlik şapkasını sırf bu yüzden takmışlardır esasen. Konuşmak, fark edilmek ve göze çarpmak istemediklerinden; kuytu bir köşede sadece izlemekle yetinme isteğinden takmışlardır. Şapkamı asla çıkarmam kafamdan, zannederim benim gibiler de şapkalarını bırakmazlar ellerinden. Şapkamın içine örümcekler yuvalanır, toz katranı birikir, üzeri şehrin boğucu havasından kararır; yine de kati surette saçlarımın üzerindedir şapkam.

Kasımın son günleri, pastırma yazı bitmek üzere...Ben yine bulvarda, her zamanki köşemdeyim. Sırtımı telefon kulübesine vermişim, keyfime diyecek yok. Kulübenin içinde bir kadın, duyulmayacak bir sesle mırıldanıyor. Belki duyarım ümidiyle kulağımı kulübeye yasladım ben de. Ancak kadın bu hareketimin ardından sustu, kulübenin kapısını açıp dışarı çıktı. Yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış, dudakları çatlamıştı. Hırkasını çıplak omuzlarına çekti, gözleri bulunduğum yere kısa bir an çevrildi. Uzun, kara saçları beline dek varıyordu, koyu yeşil gözleri güneşte yeşilin nadir bir tonuna bürünüyordu. Kaşının üzerinde belirsiz bir iz vardı, yara iziydi muhtemel. Gözlerimiz buluştuğunda öyle anlamlı baktı ki, imkansız olsa da beni görebildiğinden şüphelendim. Fakat bu fikri ivedilikle yok etmeme neden olarak, tam benim hizamda, hemen arkamda duran kıvrık dal parçasını aldı eline. Elindekini bir mücevhermiş gibi incelerken, gözyaşları dinmiş, yüzü bulutlardan arınmıştı. Ağır ağır yürümeye başladı. Elindeki dal parçasını özel kılan neydi? Merakım uyandığından ayağa kalkıp peşinden yürümeye başladım.

Kadının farkındalığı yoktu, ilk saniyeden anladım bunu. Bazen kaldırımda duran taşlara takılıp tökezliyor, bazense yanından geçen insanları görmeyerek onlarla sertçe çarpışıyor, çarpıştığının dahi farkına varmayarak ilerlemeye devam ediyordu. Birkaç kez caddede karşıdan karşıya geçerken parlak otomobillerle burun buruna geldi - her defasında onu uyarmamak için kendimi zor tutmuştum - ancak arabaların ona çarpma ihtimali onu korkutmuyormuş gibiydi. 

Canlılık belirtisi gösterdiği zamanlar, gözlerinin başka kimsenin ilgisini çekmeyen noktalarla buluştuğu zamanlara tekabül ediyordu. Bu gibi zamanlarda, ilgisini çeken şeyi görebilmek için sabırsızlanıyordum. Muhtemelen dağılan bir bilezikten fırlamış ahşap bir boncuk, yassı ve bordo renk bir taş, çöpün kenarına fırlatılmış yüzü boyalı bir oyuncak bebek, desenli bir cam şişe, pamukları dışarı çıkmış oyuncak ayı, imitasyon bir künye, eski bir defter, boya fırçası...Dikkatimle övünen ben bile, bu gibi nesneleri gördüğümde onların gözümden nasıl kaçtığına anlam veremiyordum. Garipti, daha önce hiçbir vakayı bu derece garipsememiştim. Kadının çantasına doldurduğu her nesne, en az benim kadar görünmezdi.

Bir saate yakın süre boyunca yürüdükten sonra, giriş kapısı paslı, müstakil bir evin önünde durduk. Benim gibilerinin aksine, normalde başkalarının evine girmek adetim değildir. İlk zamanlar yiyecek çalmak için evlere gizlice sızdığım olmadı değil, fakat sonraları karnımı doyurabilmek için başka yollar keşfettim ve böylelikle iyi hissettirmeyen bu hırsızlıklara son verdim. Ne var ki bir kereliğine kurallarımı yıkmaya razıydım, bu yüzden bir an olsun tereddüt etmeden, kadının ardından evin paslı bahçe kapısından geçtim.

Kadın ağırlaşmış çantasını ardında sürükleyerek, evin kilitli kapısını açtı, içeri girdi. Peşinden süzüldüm; şömineli, eski mobilyalarla dolu bir salonla göz göze geldim. Kadın ayaklarını sürüyerek şöminenin karşısındaki masaya yürüdü, çantasındakileri masanın üzerine boşalttı. Sonra beni salonun ortasında yalnız bırakarak yan odaya geçti, elleri boya kutularıyla, fırçalarla, iplik ve iğnelerle dolu olarak geri döndü. Masaya kurulurken güleç ve dingin bir ifadesi vardı, boyaları hazırladıktan sonra dal parçasını eline alıp ince fırçayla üzerine bir takım desenler çizmeye başladı. Masanın üzerine hiç ses çıkarmadan kuruldum ve büyülenmiş gibi onu izlemeye başladım. Çatılmış kaşları, büzülmüş dudakları ve iyi bir iş çıkardığında gözlerinde oluşan parıltı, sebebini anlayamadığım bir şekilde beni cezbetmeyi başarıyordu.

Saatler dizginleri salınmış kısraklar gibi koştu, vakit akşamı buldu. Kadın dakikalar sonra başını kaldırarak saati kontrol etti, dingin yüzü aniden telaşlı bir havaya büründü, alelacele masayı topladı, yan odaya geçti, tıkırtıların ardından geri döndü. Odada bir ileri bir geri yürümeye başladı, kapı çalındığında adeta yerinde zıpladı ve koşarak gidip kapıyı açtı.

"Ne bakıyorsun öyle alık alık? Alsana şu elimdekileri." dedi bir adam sesi. Masadan sessizce kalktım ve kapıdakini görebilecek şekilde yaklaştım. Göbekli, saçları iki yandan dökülmeye başlamış, orta yaşların sonundaki bir adamdı gelen. Adamdan en az on yaş daha genç gösteren kadın, adamın elindeki poşetleri titreyen ellerle aldı.

"Açlıktan ölüyorum." dedi adam, ayakkabılarını fırlatıp salona yürürken. "Yiyecek bir şeyler hazırla bana."

Adam salondaki eski koltuğa doğru yürürken, parmak uçlarımda ilerleyerek kadının yanına, mutfağa gittim. Kadın elindeki poşetleri tezgaha bırakırken kesik bir nefes verdi, buzdolabını açtı, ne yapacağına karar veremiyormuş gibi geri kapattı. Sonunda poşetleri karıştırıp paketli bir sosis buldu, titreyen ellerle sosisi doğrarken parmağını kesti. Kan, kırmızı bir mürekkep gibi parmağından akıp avuçlarını boyadı kadının. Kanayan parmağını suyun altına tutarken olduğu yerde sabırsızca zıplıyordu. Kan durmayınca ağlamaklı oldu bir an, parmağını peçeteye sardı. Aradan dakikalar geçti ama kan durmak bilmiyordu. Ayak sesleri duydum, adam mutfağın kapısına gelmişti.

"Alt tarafı yiyecek bir şeyler hazırlayacaksın." dedi adam, sinirle. Boynu öfkeden dolayı kızarmıştı. Adamın gözleri kadının kanlı peçeteye sarılı parmağına kaydı. "Ne beceriksiz kadınsın sen, yemin olsun hastaneye falan götürmem, kanasın dursun, kansız kalıp geber, umrumda değil." dedi.

"Faktör almayı unuttum." dedi kadın, duru bir sesle. Telaşına rağmen sesi titrememişti. "Acile gitmem gerek."

"Gidersin yarın. Yemek hazırla."

Kadın derin bir nefes verdi. "Şimdi gitmem gerek."

Adamın gözleri titredi, ben daha ne olduğunu anlamadan kadınla arasındaki mesafeyi kapattı, saçlarından tutup kadının omzuna sertçe vurdu. "Git şimdi." dedi, tükürür gibi.

Kadın gitmedi. Bir süreliğine ilk kez görüyormuş gibi tezgahtakileri inceledikten sonra, ağır ağır çıktı mutfaktan. Merdivenleri adeta sürünerek tırmandı, üst kattaki odalardan birine daldı, ışıkları yakmak yerine abajurun düğmesine dokundu, odadaki çift kişilik yatağa oturdu. Üzerindeki hırkayı çıkardı, omzunu inceledi, loş ışıkta dikkatli baktığımda omzunun morardığını, tenine adeta kan oturduğunu gördüm. Üstelik parmağının kanaması da durmamıştı. Zayıf vücudunu battaniyeye sarıp yatağa uzandı, gözlerini abajurun soluk ışığına dikti. Parmağını saran peçete kanla ağırlaşmış, yer yer parçalanmıştı.

Eskimiş tişörtümün ucundan bir parça kumaş yırttım, sonra da kadının eline dokundum. Elleri zarif, parmakları ince, teni kuru ve sıcaktı. Temasımı hissettiğinde ansızın çözüldü ve hızlı hızlı nefes alarak etrafa bakındı. Bu hareketim tehlikeliydi, üstelik büyük ihtimalle benim gibiler bunu duyacak olursa, başım belaya girebilirdi. Yine de bir kez daha dokundum, bu kez onu yatıştırmaya çalışır gibi elini sıvazladım hafifçe.

"Nesin sen?" dedi, boşluğa doğru. Sesi titriyordu.

Cevap vermek yerine parmağına doladığı peçete parçasını çektim ve dikkatle hareket ederek kumaş parçasıyla sardım işaret parmağını. Kadın, boşluktan peydah olan kumaşa büyümüş gözlerle baktı.

"Teşekkür ederim." dedi, kısık sesle. Başka biri olsa bırakın teşekkür etmeyi, avaz avaz bağırarak odayı terk ederdi. Ancak o, tanıdığım her türlü insandan farklıydı. Dakikalar boyunca hiç ses etmeden, elim elinin üzerinde bekledim. Nefesleri düzenli hale geldi ve göz kapakları ağırlaştı.

Sonra aniden odanın kapısı açıldı. Az önce kadına vuran adam, sarsak adımlarla yatağa yaklaştı. Adamın ayağı bana takılmasın diye acele ama sessiz adımlarla uzaklaştım, bu sırada elimin temasından yoksun kalan kadın gözlerini açtı. Karşısında adamı gördüğünde gürültüyle yutkundu. Adam kadına dokundu ve kadının üzerindeki elbiseyi yukarı doğru sıyırdı. Gözlerimi kaçırdım ve ilk kez sessiz olma kuralını bozarak hızlı adımlarla odanın kapısına yürüdüm. Adamın beni duyacağı yoktu zaten, idama teslim olur gibi bir tavır takınan kadınla meşguldü.

Odadan çıkıp sırtımı duvara yasladım, odadan gelen sesleri dinledim bir süre. Bunun bana bir çeşit işkence etkisi yapıyor olması garip ve anlaşılmazdı. Adamı durdurmak, ona vurduğu elleriyle ona dokunmasına izin vermeyeceğimi söylemek geliyordu içimden. Hiçbirini yapmadım, merdivenlerden aşağı indim, açık kalan balkon kapısından dışarı sızıp, yabani otlarla dolu bahçeye çıktım.

Nerede benim bulvarım? Nerede bulvarımın kalabalık ama huzurlu caddeleri? Kırılmayan ruhum, gedikli ruhum nerede benim? Kusurlu ruhumun, kusursuz görünmezliği nerede?

"Hadi gidelim ve bir daha dönmeyelim, cancağızım." dedim, kendi kendime. O evden adım adım uzaklaşırken, esir düştüğüm bu yolun müdavimi olacağım aklımın ucundan bile geçmiyordu.








Continue Reading

You'll Also Like

2.1M 177K 79
~Wattys2018 Modernistler kazananı~ *TAMAMLANDI* 🔥 Çok az kaldı. Benzini döktüm ve çakmağı da ateşledim. Alevlerin göğü sarmasına çok az kaldı. Hepi...
45.5K 6K 35
•Baş Şeytan serisinin ikinci hikayesidir. •Yetişkin okurlar içindir. Armando Behemoth'un ölümü talihsizlik doluydu. Kaderin habersiz bir şekilde onda...
47.3K 3.8K 15
Daha ne kadar susacaksın? Ne zamana kadar takacaksın maskeni? Ne kadar daha saklayabileceksin gerçeği? Susma! Konuş, Parçala at maskeni, Açıkla tüm g...
4.3K 975 44
Fegel, on sekiz yaşına girdiğinde, çocukluğunu kâbusa çeviren Gölge'den kurtulduğuna neredeyse emindi. Liseyi bitiriyordu, hayatının aşkını bulmuştu...