Güneşi Söndürmem Gerek (FİLM...

By emregul_

2.9M 106K 174K

Umut'un hayatında her şey yolunda giderken, yaşadığı bir kaza sonrasında her şey değişir. İç dünyasında kendi... More

1.Bölüm: Her Şey Yitip Giderken
2.Bölüm: İpin Ucuna Asılmış Vedalar
3.Bölüm: Yaşamaya Sözüm Var
5.Bölüm: Gökyüzüne İyi Bak
6.Bölüm: Tanıştığıma Memnun Değilim
7.Bölüm: Öğret Bana, Nasıl Kaybedilir?
8.Bölüm: Sarayını Terk Eden Prenses
9.Bölüm: Canavarlar Gündüzleri Uyur
10.Bölüm: Sen Güldüğünde
11.Bölüm: Sahne Işıkları
12.Bölüm: Geçmişe Dokunmak
13.Bölüm: Sevgilim Olur Musun?
14.Bölüm: Doğruluk Mu, Cesaret Mi?
15.Bölüm: Benimle Uyumaya Hazır Mısın?
16.Bölüm: Gün Doğumu ve İlk Öpücük
17.Bölüm: O Kapı Kapandı Bir Kere
18.Bölüm: Birlikte Uyumak
19.Bölüm: Yeni Kutu, Yeni Not
20.Bölüm: Eğer Sen Olmasaydın
21.Bölüm: Geçmişimden Gelen
22.Bölüm: Herkesin Önünde
23.Bölüm: Yalan Söyledim
24.Bölüm: Issız Bir Sokakta
25.Bölüm: Her Şey Bizim
26.Bölüm: O Gitti
27.Bölüm: Kimin İçin?
28.Bölüm: Geçen Günler
29.Bölüm: Her Şey Bizim
30.Bölüm: Söndü Güneşimiz
İKİNCİ KİTAP - 1.Bölüm: Gökyüzüne Bakma Durağı
2.Bölüm: Bu Bir Veda
3.Bölüm: Aşk Katili
4.Bölüm: Beklenmedik Misafir
5.Bölüm: Bir Gün
6.Bölüm: Karakol
7.Bölüm: İhbar
8.Bölüm: Acı Veren Doğrular
9.Bölüm: Görüş Günü
10.Bölüm: O Katil
11.Bölüm: Güneş Sistemim
12.Bölüm: Takip
13.Bölüm: Fotoğraftaki Katil
14.Bölüm: Bir Yabancı
15.Bölüm: Büyük Baskın
16.Bölüm: Bana bir Masal Anlat
17.Bölüm: Yağmurların Altında
18.Bölüm: Kırk Sekiz Saat
19.Bölüm: İyi Misin?
20.Bölüm: Yeni Şahit
21.Bölüm: Özgür Kalmak
22.Bölüm: Zaman Başladı
23.Bölüm: Yolun Sonu
24.Bölüm: Ölüm ve Yaşam Arasında
25.Bölüm: Zaman Doldu
26.Bölüm: Sonsuza Dek Kaybetmek
27.Bölüm: Yasak Öpücük
28.Bölüm: Dönüş
29.Bölüm: Davet
30.Bölüm: O Gitti
31.Bölüm: Yalnızlığa Tutunmak
32.Bölüm: Bizim Gökyüzümüz
33.Bölüm: Yıldızları Yakalamak
34.Bölüm: Sen Kimsin?
35.Bölüm: Karar Vermek
36.Bölüm: Gerçekleri Söylemek
37.Bölüm: Aşka Veda
38.Bölüm: Bu Gece Işıklar Söner Mi?
39.Bölüm: Doğruluk Mu, Cesaret Mi?
40.Bölüm: Doğmayan Güneş

4.Bölüm: Her Yolun Bir Sonu Olmalı

149K 3.9K 3.4K
By emregul_

Selaaaam ❤️

Söyleyeceğim her şeyi bölüm sonu açıklamasına saklıyor sizi bölümle başbaşa bırakıyorum.

Medyadaki şarkımızı açmayı unutmayalım!

Keyifli okumalar ❤️

Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayalım lütfen ⭐️

*

4.BÖLÜM

HER YOLUN BİR SONU OLMALI

"Işığa ihtiyaç duyduğun her gün için bir yıldız karala gökyüzüne..."

***

"O bu dünyadan ayrılırken, benim hayatıma, başka hiçbir insana nasip olmayacak kadar canlı bir şekilde giriyordu. Bundan sonra onu daima yanımda bulacaktım."

İki saati aşkın sürenin ardından okumayı bitirdiğim kitabı kapattım. Ön kısmını çevirip kısa bir bakış atarken parmak uçlarım isminin üzerinde geziniyordu. Kürk Mantolu Madonna...

Dolan gözlerimden yaşların akmasına engel olmak için çabaladım. Bakışlarımı topraktan kaldırarak mezar taşına baktım.

Anıl'ın mermerin üzerinde yazan adına baktım. Doğum tarihine... En önemlisi yirmi iki yaşındaki genç bir adamın adının yanında yazması gereken en son şeye, ölüm tarihine baktım.

Film şeridi gibi gözlerimin önünde uçuşan geçmişimizin karşısında her zaman olduğu gibi yine kendi kendime yenik düşmüş ve ağlamaya başlamıştım.

Elimde tuttuğum kitabı omuz hizamda kaldırırken, " En son bu kitabı okuyordun. Hatırlıyorsun değil mi?" diye fısıldadım sanki yüksek sesle konuşursam sesim sivrilip etime saplanacakmış gibi hissettiğimden. "Sonunda ne olacağını merak ettiğini söyleyip duruyordun." Canı sıkkın olduğu zamanlar evde köşesine çekilip kitaplara gömülürdü. Öyle dalıp giderdi ki o hallerini hatırlayınca boğazımdan yükselen bir hıçkırık eşliğinde gülümsedim. "Her kitabın bambaşka bir dünya, bambaşka bir yolculuk olduğunu söylüyordun ya Anıl... Bu yolculuğunun yarım kalmasına gönlüm razı olmadı," diye itiraf edip sanki karşılık vermesini bekler gibi sustum.

"İnsana yattığı yerde bile rahat vermiyorsun be Umut, sus biraz, diye söyleniyor musun orada da?" Bu sorunun ardından kulağımda yankılanan Anıl'ın sesiyle ürperip etrafıma bakındım dehşet içinde. Sanki evdeydik ve salonda, koltukta uzanırken uyku mahmuru sesiyle bana seslenmişti.

Keşke.

Keşkelerimle bilenmiş bıçakları sırtlanıp oturduğum yerden kalktım. Hafifçe öksürerek boğazımı temizledikten sonra konuşmaya devam ettim.

"Kitabın sonunu sevdin mi?" diye gülümseyerek sordum ve cevap vermesi için yine zaman tanıdım ona. Hani uzansanız rahatlıkla elde edebileceğiniz şeylere bile imkânsız deyip duruyorsunuz ya, alın size gerçek bir imkânsızlık örneği... Hiçbir şey bir ölüden cevap gelmesini beklemek kadar imkânsız değildir.

Hafiften esen rüzgâr eşliğinde kollarımı göğsümün altında birleştirsem de yanaklarımı ıslatan gözyaşlarına rüzgârın çarpmasıyla ürperdim.

Umursamadım.

"Özür dilerim," dedim bu kez. Sürekli bir şeyler konuşmak istiyordum. Kafamın içinde binlerce kelime uçuşurken dilime yalnızca birkaçı ulaşabiliyor fakat onlar da zırvalıktan öteye gidemiyordu. Sevdiğim adamın ölümüne neden olduğum yetmezmiş gibi bir de cenazesine gitmemiş, haftalar sonra ilk kez ziyaretine gelmiştim. "Biliyorum... Berbat bir kız arkadaşım," derken acı bir gülüş yer etti yüzümde.

Rüzgârın sarstığı dalların ucunda ürkekçe sarsılan yaprakların ahengiyle oluşan melodiye kaptırdım kendimi. Daldığım sessizlik içinde işittiğim en güzel şey gibi geliyordu o an. Huzur veriyordu. Tıpkı Anıl'ın sesi gibi...

Buğulanan gözlerimi kırpıştırarak görüşümü olabildiğince netleştirdikten sonra başımı kaldırıp çevrede göz gezdirdim. İlk kez bu kadar çok insanın olduğu yerde sessizliğin ağırlığını hissedebiliyordum.

Yeniden Anıl'ın mezarına döndüğümde, "Belli ki bundan sonra daha sık görüşeceğiz yakışıklı..." dediğimde alışkanlıktan dolayı söylediğim 'yakışıklı' kelimesi kalbime acı, yüzüme buruk bir tebessüm düşürdü.

Ağlamaktan yorulan gözlerimin derinliklerinde hissettiğim acı yüzünden kendimi oyalamak için titreyen parmaklarımı toprağına götürdüm.

Parmaklarımın altında hissettiğim toprak... Anıl'ın cansız bedeninin olabileceği kadar soğuktu. Durdum bir an. Elimi kaçırmak istedim ama engel oldum kendime. Bu toprak Anıl'a aitti ve ben ona ait olan hiçbir şeyden uzaklaşmak istemiyordum.

"Biliyorum... Onur haklıydı. Ölenler, sevdiği insanları bulutların ardından izler, korurlar." Onur'un sevimli yüzü canlandı gözümün önünde. Kirli üzerine ve kötü kaderine meydan okuyan sımsıcak gülüşünü hatırladım.

Gülümsedim.

"En az Onur kadar ben de inanıyorum buna. Beni izlediğini biliyorum. Her zaman oradan beni izleyeceğini de..." Bakışlarımı mezar taşından bulutlara çevirdim. Sanki bulutlara bakmamla göz göze gelmişiz gibi tedirgin hissettim.

Birinin adımları altında ezilen yaprakların ve toprağın sesiyle bakışlarım arka tarafa döndü. Sessizliği parçalayan adımları atan yabancı bir adamdı ve bir mezarın başında arkası dönük şekilde öylece duruyordu. Ağlıyordu belki de... Kim bilir, kimseye anlatamadığı şeyleri toprağın altındaki yakınına anlatıyordu tıpkı benim gibi?

"Biliyor musun?" Tekrardan önüme, Anıl'a döndüm. "Ben bir karar aldım." Usulca öksürerek boğazımı temizledim. Rüzgârın savurduğu saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Bundan sonra sık sık buraya geleceğim. Seninle konuşacağım ve sana mektuplar yazacağım," dedikten sonra hışımla bakışlarımı gökyüzüne çevirip, "Sakın bana göz devirmeye kalkma," derken ciddi olmayan bir tavırla işaret parmağımı salladım. "Böylelikle vaktimin çoğunu seninle geçirecek, insanların aptallıklarından uzakta huzur bulacağım," dedim keyifle yerimde kıpırdanırken. "Hem... Baksana şimdiden sevmeye başladım. Mezarlıklar sanıldığı kadar korkunç değilmiş, ha?"

Öylece odaklanmış, Anıl yazısına bakarken birden aklıma gelen fikir, "Kahretsin!" diye hayıflanarak yerimden kalkmama neden oldu. "Az kalsın diğer hediyemi unutuyordum." Mezarın kenarına bıraktığım sırt çantamı kucağıma aldım.

Çantamın büyük gözüne güç bela sığdırdığım patenleri özenle çıkardıktan sonra "İşte," dedim heyecanlı bir ses tonuyla. "Bak sana ne getirdim."

Havada tuttuğum patenlerin ağırlığı bile kollarıma çok gelmişti. Daha fazla havada tutmak yerine Anıl'ın mezar taşının yanına dikkatlice bıraktım. "Paten kaymanın senin için ne anlam ifade ettiğini biliyorum." Geçmişimin tıkadığı boğazımda düğümlenen kelimeler dilime ulaşabilmek için epey güçlük çekiyordu.

"Onlar... en çok sana yakışıyorlar," derken sesim son anlarını yaşayan bir mumun cılız ateşi gibi titredi. Bunu söylediğim an dilim uyuştu sanki. "Yakışıyorlardı."

Yaşlar yeniden süzülmeye başlayınca, "Tamam, tamam... Biliyorum ölümünün üzerinden haftalar geçti. Biliyorum Umut Özay ağlak bir kız değil fakat... kalbim acıyor Anıl, çok acıyor," diye itiraf ettim.

Anıl'ı daha fazla kızdırmaktan çekinerek duruşumu dikleştirdim. Sweatshirtümün kollarına gözyaşlarımı sildim.

Evden çıkmadan önce alelacele çantama tıkıştırdığım defterimi çıkarıp dizlerimin üzerine koydum. "Bu sana üçüncü yazışım," dedikten hemen sonra, "Kırmızı balonum ulaştırdı mı sana notumu?" diye sordum gülümseyerek. "Ya da göle bıraktığım şişedeki mektup?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sana bizzat kendi ellerimle getireceğim yazdığım, yazacağım her şeyi. Her fırsatta soluğu yanında alacağım, söz veriyorum."

Titreyen ellerimle defterin kapağını açıp yazdığım mektubu tekrar okudum.

Gözyaşlarımla ıslanan satırları geçip giderken sanki harfler kızgın bir demirle tenime işleniyordu. Daha fazlasını yazmak istedi. İçimde taşmaya hazır duygu seline hâkim olmaya gücüm olduğunu sanmıyordum fakat onlara izin verirsem de enkaz altında kalacağıma emindim.

Ellerimin tersiyle yeniden gözyaşlarımı silerken kafamın içinde dönüp duran bir şarkı vardı. Normalde bildiğim halde şu an hatırlayamadığım ve sadece tek cümlesi aklımda olan şarkıyı tekrarlayıp duruyordum.

"Yaşamak hüner değil, seninle ölmek istiyorum."

Birden mezarlıkta şarkı söylememin yanlış olduğu düşüncesiyle zihnimdeki sesi susturmaya çalışsam da sanki bildiğim başka bir şey yokmuş gibi aynı cümleyi melodisiyle birlikte tekrarlayıp durdum.

Evde yazdığım mektubu vakit kaybetmeden çantamdan çıkardım. İki kere katladıktan sonra hemen yanıma, mermere koydum. Ayak ucunda çok derin olmayan hafif bir çukur açtıktan sonra mektubumu oraya yerleştirip kenara biriktirdiğim toprakla kâğıdın üzerini kapattım.

Yeni mektubumu da mezarın bir kenarına gömdükten sonra doğrulup yaptığım şeyi gören birinin olup olmadığını öğrenmek için etrafıma bakındım. Biraz önce gördüğüm adam hâlâ aynı şekilde duruyordu. Onun dışında kimse yoktu, ki zaten onun da arkası dönük olduğu için beni görmüyordu.

Gelen bildirimlerle cebimde titreyen telefonum yüzünden dikkatim dağıldı.

Yanan gözlerimi hızlıca kırparken telefonumu çıkardım. Bildirim paneline göz attığımda gelen onlarca mesajın Göktuğ'a ait olduğunu gördüm. Tek mesajda söyleyebileceği şeyleri tek tek yazarak beni çıldırtmıştı yine.

Çok fazla mesaj attığı için tamamını bildirim panelinde okuyamadım ve uygulamaya gitmek zorunda kaldım.

Kimden: Göktuğ

"Hey!"

"Neredesin?"

"Alo..."

"Evine geldim."

"İntihar etmemişsin ya da iyi saklanmışsın."

"Cesedini bulamadım."

"Acil konum at!"

"Meraktan çatladım kızım nerelerdesin?"

"Umuuut!"

"Dur lan!"

"Mesajlarım iki gri tik oluyor. Bu demek oluyor ki iletiliyorlar."

"Tamam o zaman telaşa gerek yokmuş."

"Neyse hadi çok boş yaptım acil dön bana."

"Öptüm bebişim."

Bir adaya düşsem alacağım üç şeyden birinin Göktuğ olacağından emindim. Her zaman onun gibi olmak isterdim. Her zaman hayat dolu, en kötü anında bile olumsuzluğa karşı pozitif durabilen bir karakteri vardı.

Bense aydınlık olanı bile karamsarlığımla karanlığa gömen tiplerdendim.

Yüzümdeki gülümseme bozulmadan cevap yazmaya koyuldum.

"Yatak odamın tavanına iyi bakmalıydın."

Mesajı yazıp yolladım ve cevap çok gecikmedi.

"Kızım düzgün konuşsana!"

"Salak salak yapıyorsun kendini."

Göktuğ'la gevezelik etmeyi çok isterdim fakat şu an bunu yapmaya halim yoktu. Duruşumu dikleştirip ciddi bir şekilde cevap yazmaya koyuldum.

"Göktuğ, yarın yeni evime taşınmış olmak istiyorum."

Oturduğum yerden kalkıp son bir kez Anıl'a baktım. Sonrasında omuzlarımı kararlılıkla dikleştirerek mesajı gönderdim. Daha fazla zaman kaybetmek istemiyordum çünkü başlamam gereken yeni bir hayatım vardı. Artık acılarımın ardına saklanıp bunu ertelemek istemiyordum.

***

Gökçe odaları ağır ağır gezerken, "Burası biraz küçük değil mi?" diye burun kıvırdı.

"Öyle ama şey..." diye açıklama yapmaya başladı Göktuğ fakat bitirmesine fırsat vermeden araya girdim.

"Tutuyoruz," dedim hemen yanımızda duran emlakçıya.

"Eve baksaydın önce Umut," dedi Göktuğ usulca kulağıma eğilip. Sadece bir odasına ve salonuna bakmıştım ve benim için yeterliydi.

"Bakacak bir şey yok... Ben burayı çok sevdim," diye karşı çıktım kararlılıkla. Yalan söylemiyordum. Yalanla aram iyi değildi eskiden ama Anıl öldüğünden beri her gün iyi olduğumla ilgili o kadar çok yalan söylüyordum ki söylediğim şeylerin doğruluğundan kendim bile emin olamıyordum artık.

Ayrıca evi gerçekten sevmiştim. Küçük, tatlı bir daire olmasına karşın kalbimin üzerinde taşıdığım acıları bir anlığına unutturacak kadar garip bir havası vardı. İlk girdiğim an beni kucaklamıştı adeta, sarıp sarmalamıştı. Boş bir evden fazlasıydı sanki.

"Hemen taşınmak istiyorum." Keyifle gülüyor olmam Göktuğ ve Gökçe'yi biraz olsun rahatlatmaya yaramıştı. Hiçbir şey söylemeden usulca başlarını sallayarak kabul ettiler. Sonra emlakçıya döndüm. "Hemen bugün tutup taşınmaya başlamak istiyorum, mümkün mü?"

"Tabii ki." Orta yaşlı adam, sevecen bir gülümsemeyle cevap verdi.

"Süper," diye mırıldandım keyfim iyiden iyiye yerine gelirken. "Gereken işlemleri hızlıca halledelim," dedikten sonra Göktuğ'la Gökçe'ye döndüm. "Sonra taşınmaya başlayalım."

"Hemen," dedikten sonra emlakçı telefonuna sarıldı.

Emlakçı odadan çıkar çıkmaz Gökçe yanıma geldi. "Yeni eşyalar alacağız değil mi?" diye sorduğunda cevap vermeden yüzüne baktım öylece. "Ne?" diye sordu aksi bir tavırla. "Eski eşyalarınızı taşıyacak değilsin ya?" diye azarladı tatlılıkla.

"Neden olmasın?" Yüzümdeki ifadesiz duruş yüzünden öfkesinin arttığını çok net görebilmiştim, sırf bunu görebilmek için diretmiştim zaten. "Şaka şaka..." Ben gülünce az ileride kamera karşısında kendini inceleyen Göktuğ'un da dikkatini çektik.

"Vay vay vay..." diyerek yanımıza geldi. "Bak sen! Umut Özay gülmeyi biliyormuş." Omzuma koyduğu eliyle bedenimi kendine doğru çekerken, "Gel bakalım gülerken bir fotoğraf çekelim, bugün yakışıklılığım epey üzerimde," dedi.

Ciddiyetinden pek fazla ödün vermeyen Gökçe'nin karşısındaki insanı aptal yerine koyan bakışlarıyla ezilirken Göktuğ, "Ne bakıyorsun güzelim, karşıma çıkan her canlının kalbini çalmak benim suçum mu?" dedi ve dişlerini göstererek sırıttı.

"Bazen neden bir heykel olmadığını düşünüyorum," dedi tıslar gibi. "Belki o zaman konuşmazdın ve sevimli suratın işe yarardı."

"Biliyor musun? Bak bunu ben de düşünmeye başladım. Bu kadar kusursuz bir bedenin yaşlanma ihtimali beni çok korkutuyor." Bir an endişeyle yüzüme bakıp sonra yeniden Gökçe'ye döndü. "Kesinlikle bir heykel olmalıydım. Aslında zaten öyleyim denebilir. Baksana... taş gibiyim."

Gökçe hemen cevabı yapıştırdı. "Heykellerin bir beyni olmadığını da biliyorsun değil mi?" Alaycı bir tavırla havalanan kaşlarına karşılık Göktuğ'un kaşları kızgınlıkla çatıldı.

"Bırakın şimdi heykeli. Bir an önce çıkıp ev için alışveriş yapmak istiyorum. Ben ciddiyim, bugün tüm işimizi halledelim, lütfen." Ciddiyetle konuştuğumda aralarındaki çekişmeyi sonlandırıp peşimden evden çıktılar.

Asansör kapıları açılmasına rağmen hâlâ Göktuğ'un dilediği kadar güzel fotoğraflar yakalayamadığımız için tekrardan yukarı çıkıp aşağı indik. İnerken de tüm katlara bastığı için her katta durmaktan yarım saatimiz boşa gitti.

"Göktuğ..." dedim dişlerimi sıkarak. "Yeter artık sal bizi de işimize bakalım ya!" diye bağırdım hâlâ peş peşe aynadan fotoğraflar çekerken. "Ay, insana bir gönül rahatlığıyla acı bile çektirmiyorsun ruh hastası."

"Bizde böyle kızım, işine gelirse."

"Ya hemen o aynanın karşısından çekilirsin ya da gece uyurken kaşlarına ağda sürerim. Karar senin..." diye tehdit ettim.

Nihayet apartmandan çıkabildik. Çok geçmeden Göktuğ yanıma gelip, "O ağdayı kaşlarıma sürersin sürmesine de... Sonrasını görmeye ömrün yeter mi, orası meçhul," dedikten sonra ellerini ceplerine koyarak yanımdan geçip gitti.

Arkasından bakarken, "Aptal..." diyerek gülümsedim.

***

Neredeyse ev için ihtiyacım olan her şeyi tamamladıktan sonra yorgunluktan bitik halde geri döndük. Hava kararmıştı. Sipariş ettiğim köşe takımının yarın, yatak odasınınsa üç gün içinde geleceğini ve bir aksilik çıkmazsa beyaz eşyaların çoğunun da yarın gelme ihtimali olduğunu bilmenin rahatlığı vardı üzerimde. Evimde yapmak istediğim en önemli değişikliği de neredeyse tamamlamak üzereydim.

İstediğim şekle getirene kadar Göktuğ ve Gökçe'nin içeriye girmesini yasaklamıştım. Bitmiş halini görmeliydiler.

Aslında istediğim şey ustalık gerektiriyordu fakat Umut Özay'ın bundan sonraki hayatında hiçbir şeyin mükemmel olmasına gerek yoktu. Aksine olacak ne varsa biraz kusurlu, eksik, yanlış olmalıydı ki daha rahat uyum sağlayabileyim.

Yatak odamın duvarlarının çoğunluğunu tek başıma griye boyamıştım. Odanın bir köşesinden diğerine doğru grinin tonu yavaş yavaş açılacak ve en sonda bir kısım beyaz kalacaktı. Bu tasarım tümüyle Umut Özay'a yakışacak bir odaydı. Bu griden beyaza geçiş yaşadığım kötü günlerden, bundan sonrasında geleceğine umduğum güzel günlere geçişi simgeliyordu.

Çoğunlukla vakit geçireceğim odamın sisli bir görüntüsü olsun istemiştim, hayatımı temsil edebilsin diye. Çünkü biliyordum ki hayatımızın her an her yerinde canımızı yakacak, önümüzü göremeyeceğimiz kadar umutsuzluğa düşebileceğimiz anlarımız olacaktı. Odamın gri tarafı bunları temsil ediyordu. Sonlara doğru silikleşen grinin ardında bıraktığım beyazlık ve beyaz kısma yapıştırdığım yüzlerce yıldız sayesinde de, çöken sisin ardında her zaman parlayan ışıkların olduğunu kendime sürekli hatırlatabilecektim.

Sanırım burası benim için alelade bir oda değil, gizli bir mabet olacaktı.

***

Yeni evimde geçirdiğim onuncu günün sabahında oldukça erken uyanmıştım.

Hafta sonu erken uyanmam için olağanüstü bir olay yaşanması veya en kötü ihtimalle kıyamet kopması gerekirdi. Bunların hiçbiri olmamıştı elbette. Bugün de Anıl'ın mezarını ziyarete gidecektim.

Alelacele duştan çıkıp elime geçen ilk kıyafetleri üzerime geçirdiğim gibi çantamı ve mektubumu yazmak üzere defterimi alıp evden çıktım.

Hava, günümün çoğunu mezarlıkta geçirmem için oldukça güzel görünüyordu.

Normalde on beş dakika içinde ulaşabileceğim mezarlığa yarım saatten fazla bir zamanda ulaşmıştım. Havanın tadını çıkarmak için yavaş yürümüştüm. Düşüncelere dalıp şarkılar mırıldanarak yürümenin iyi geldiğini söyleyebilirdim.

Nihayet Anıl'ın mezarının yanına geldiğimde kalbimde anlam veremediğim bir heyecanla derin bir nefes aldım.

İlk buluşma gibi...

İlk el ele tutuştuğum an gibi...

Ya da ilk öpücük... Tıpkı böyle anlarda kalbinin delice çarpması gibi bir çarpıntıyla mezarına yaklaştım.

Yüzümde çekingen bir gülümsemeyle her zamanki oturduğum yerime oturmaya yeltendiğim sırada gözüme bir şey çarpınca kalakaldım.

Geçen sefer geldiğimde bıraktığım patenlerin yanında bir şişe duruyordu. Fakat bir gariplik vardı. Rüzgârla uçabilecek bir çöp veya boş bir su şişesi değildi. Bilinçli bırakıldığını düşündüğüm cam şişenin içinde rulo şeklinde bir kâğıt duruyordu.

Merakla dolan kalbimin ritmindeki değişikliği göz ardı ederek uzanıp şişeyi elime aldım. Usulca mermerin kenarına oturup şişenin ağzındaki mantarı güçlükle çıkardım.

Şişedeki notu aldıktan sonra derin derin soludum. Kalbim daha hızlı çarpıyordu artık. Sanki bir başkasına ait olan bir şeyi gizlice almışım gibi bir gerginlik ciğerlerime yapıştı.

Dakikalar sonra cesaretimi toplayarak kâğıdı saran ipten kurtulup usulca ruloyu açtım.

Şaşkınlıktan aralanan dudaklarımdan sızan nefesin ciğerlerimi yaktığını hissetsem de umursamadım. Çünkü şu an ellerimin arasında umursamam gereken çok daha önemli bir şey vardı.

Kuruyan dudaklarımı yalarken notu tekrar okudum.

"Unutma, hiç kimsenin ışıklarla dolu bir hayatı yok. Aksine sorsan herkes berbat hayatlar yaşıyor fakat çok az kişi yıldızlara bakıyor.

Eminim yıldızlar seni çok sevecek."

*

"Sakın unutma... Eğer istersen güneşi bile söndürebilecek kadar güçlüsün!"

Bölümü nasıl buldunuzzz?

Haftaya görüşmek üzere!

Bol bol yorum ve oy vermeyi unutmayın sakın 😻

Sizi çoooooook seviyorum ❤️

Kendinize iyi bakın!

❤️

instagram: _emregul

❤️

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 56.7K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
2.6M 84.9K 60
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
116K 4.2K 30
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...
1.1M 81K 58
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...