Dört Renk Dört Ton (DÖRT RENK...

By neelizzle

13.5K 659 206

Dört Renk Tek Ton'un devam kitabıdır! Ve sen onun cesedinin olduğu mezarda gözyaşlarını dökmüş, son vedanı et... More

Tanıtım
Nefes Alamıyorum
Sadece Bir Stajyer
Asansördeki Tek Kişiydi
Bay Sivri Kalem
Bir kahvenin 40 yıl hatırı vardır
6•|Merak kediyi öldürür|
7•|Keşke|
8•|Eğlenmiyorum|
9•|Randevu mu?|
10•|Öpücük|
11•|Hodri Meydan|
12•|Sana İhtiyacım Var|
13•|Canın Cehenneme!|
14•|Sen Artık Ölüsün!|
16•|Özür Gecesi|
|RENK'inin bir tanecik TON'u!|
17•|Düğün Günü|
18•|Umut|
19•|Dipteyim|
20•|Mucize|
21•|Anlat Bana|
22•|Eşsizsin Pera|
23•|Ve bu da Bir Ödül Töreni|
24•|Gecenin Kazananı|
26•|İz|
27•|Kaybettim Seni|
28•|Damat|
Final•|Beklenen Gün|

25•|Güven&Sadakat|

374 17 8
By neelizzle


Kucağımdaki dağılmış kızı sürdüm bir kere daha.
Hayır, onu böyle bir halde tek bırakamazdım ama bir yandan da yanlarına gitmem gereken bir grup arkadaşım vardı ki- içlerinden biri sevgilimdi.
Şu an ensemi sıkıp kendime gelmek istesem de ellerim doluydu, Mercan'la. Onun yerine kafamı karanlık gökyüzüne çevirip düşünmeye çalıştım, bir yol bulmalıydım.
Onu evine götürebilirdim ama ya bu hale gelmesinin nedeni evdeyse? Buna göz yumamazdım. En kısa nedeni; o bir kadındı, bunları hak etmemişti. Evime götürsem? Çok mu garip olurdu? Evet. Peki başka seçeneğim var mıydı? Hayır. Kendime bu karanlık ara sokakta binlerce soru sorup cevaplayabilirdim ama onun yerine evime yürümeye başladım. Normalde de gideceğim yere...
Tek bir farkı olmuştu, o da kucağımda Pera ile değil, hırpalanmış bir stajyerle, Mercan'la gidiyordum.
Niye planladığım hiçbir şey yolunda gitmiyordu ki? Ah, nasıl unuturdum, ben yukarıdakinin en sevdiği kuklaydım, istekleri hiç gerçekleşemeyen bir kukla.

»Pera«

"Pera, düzelt şu suratını, ne olabilir... En fazla kapıyı açıp yere yığılmıştır, hepimiz gibi uykuluydu." derken ağabeyini tanıyan Çınar'ı bile ciddiye alamıyordum. Şu iki yıllık zaman diliminde anladığım kadarıyla; hiçbir olay böyle basit olmazdı.
"En son böyle dediğimizde kaçırılmış ve iki ay ortadan kaybolmuştu Çınar..." derken taksiciyi gözlerimle hızlanması için süzmeye başladım. Poyraz'ın evinde inecek ve onu yere yığılmış halde bulmayı dört gözle bekleyecektim. Bahçesinin tanıdık tropikal ağaçları görüş alanıma girince biraz da olsun rahatladım. Hastanenin ortasında bayılıp, sonrasında orada mışıl mışıl uyumak- bir de üstüne gözlerimi açınca sevgilimi görememek beni yeterince germişti zaten. Tatlı oğlumuz Umut bana iyi hissettiren sayılı şeylerden olmuştu o dakikalarda. Umut Çakır. Umudumuz olduğun için teşekkürler.
Kapısının önüne gelince arabadaki üç kişi aynı anda; "Müsait bir yerde!" dedi benim için. Onlar da belli etmeseler de merak etmişlerdi. Taksici amca sonunda durunca; içeridekilere ve uyuyan Toprak'a görüşürüzlerimi iletip elbisemin eteklerini uçura uçura koştum. Bu elbise de benim kadar yorulmuştu... Üzerindeki lekelerden belliydi, anlatılmaz yaşanır anılardandı adeta.
Bahçe kapısını kolayca itip içeri girerken, çok önceden devirdiğim çiçek saksısıyla bakıştım bir süre. Her eşyanın bir anısı var sözünün anlamını işte o an gerçekten kavradım, her kim söylediyse gerçekten çok haklıydı. Poyraz'la her şey ayrı bir anlam kazanmıştı.
Kapı zili yerine, tokmak daha samimi geldiği için, iki-üç kez vurdum güzel kapıya onunla. Ayak seslerinin kapıyı açmak için neredeyse koşarcasına parkeyi dövdüğünü işitince iyi olduğunu anlayıp sıvı kıvamına döndüm. Oh...
Ama rahatlamamam gerekiyordu çünkü kapıyı yarım şekilde açıp yüzüme zoraki bir gülüş atan Poyraz hiç rahat gibi değildi. Soran gözlerime karşın kaşları kalkık mavi gözlerini çevirdi bana. "Pera... Eve gidersin diye düşünmüştüm hayatım." Sesinde duyduğum tını hiç ama hiç hoşuma gitmemişti. Kulaklarımın alışık olduğu tonda konuşmuyordu. Onun hastanede üstüme örttüğü battaniyeye sarıldım kendimi korumaya alır gibi. "Sen telefonlarımızı açmayınca, uğramam gerektiğini düşündüm. Yere yığılıp kaldığını ya da başka bir şey olabileceğini düşünüp gelmiştim, gelmese miydim?" derken fazlasıyla incinmiş gibi çıkartmıştım sesimi bilmeden. Belki de kırılmıştım? Bilemiyordum, şu an kaskatı durmaktan ne hissettiğimi algılayamıyordum.
"Telefonum muhtemelen Rüzgar'larda kaldı bebeğim, yarın alırım artık." dedi ve esnedi. Bu anında beni de esnetti.
Üstümdekine biraz daha sarmalandım ve ayaklarıma bakmaya başladım. Ee? Poyraz Bey? Kendimi daha başka nasıl içeri davet ettireceğim? Aslında bir davete ihtiyaç yoktu ama... Yine de benimle konuşması, beni davet etmesi hoşuma giderdi. Ama oysa onun yerine dikilip havaya, dahası benden başka her yere bakıyordu. Omuzlarım onunkilerin tam tersi dik duruşunu bozarak düştü, istediği şeker alınmayınca bir çocuğunun ağlama öncesi yaptığı hareketleri yapıyordum resmen. "Ben gideyim o zaman." derken kendimi bundan daha kötü duruma düşüremezdim. Dudakları dudaklarımdan ayrılmayan adam, göz göre göre içeri davet etmiyordu beni! Ne kadar biraz uyumuş olsam da başımın ağrısı hala duruyordu, kaşlarım çatıldı sinirimi dışarı vurmak istercesine. Güzel başlayan gecelerin bile yararı yoktu bana, sonunda hep kaşları çatık bir Pera olarak eve dönüyordum!
"Umut'a benim için öpücükler ver." dediğini duyar gibiydim, arkamdan konuşuyordu. Başımla onayladım belli belirsiz. İçtiğinden olduğunu düşünmek istedim, gidip uyumak istiyordu, sıkıştırmak yarardan çok zarar getirirdi.
Ben elim dış kapıya atınca bu sefer yüksek bir sesle tekrarladı. "Seni seviyorum!"
Böyle mi seviyordu? Eh, her şekilde kabul etmek zorundayım çünkü ben de onu silemeyecek kadar çok seviyordum.

••

"Pera... Uyan kuzum." dedi ipeksi bir ses, mutlulukla. Gözlerimi aniden aralayınca, yabancı bir yatakta dünden kalan elbisemle uyuyakaldığımı; bir de üstüne benim enerjim ne kadar düşükse, uyandırma alarmım görevi gören Masal da bir o kadar enerjikti. Dün geceden farklı olarak üstündeki elbise ve ceketi de onun gibi cıvıl cıvıldı. Niye geceden kalma gibi hisseden bir tek ben vardım? Başucuma bir poşet ve yanağıma kocaman bir öpücük koyup tekrar konuşmaya başlayınca, cidden uykum kaçmıştı. "Ooo, hiç oluyor mu Pera'cık! Biz gittik sabah hepimize elbise getirdik, üstüne kahvaltı yaptık, şimdi de Deniz ve Rüzgar'la tiyatroya geçeceğiz. Toprak'la Çınar da alışverişe gidecek. Tansu zaten işe geçti, bence sende kalk ve yan evdeki sevgilini uyandır..." dedi ve tekrar öptü, bu sefer sağ yanağımdan. Gerinirken yarım ağız görüşürüz demiştim, beni tanıyorlardı- sabah insanı değildim. Ancak misafir olduğum bir evde de yayılıp yatamayacağımdan hızla ayağa fırlayıp lavaboya yöneldim. Hafif bir göz kararması ve baş dönmesi... Her ayağa kalkışımda bunu yaşadığım ama yine de alışamadığım gerçeğini kabullenerek yüzümü yıkadım. Cidden bok gibiydim, o kelimenin temsili haliydim. Belki de Poyraz o yüzden akşam evine almamıştı beni. Konuk olarak yattığımız odanın tuvaletini karıştırmaya başladım büyük umutlarla. Belki bir krem, belki kapatıcı, belki de parfüm? Çantamı bulup kendime gelene kadar beni idare edecek herhangi bir şey.

Hah! İşte bu! İkinci çekmecede bulduğum BB krem kurtarıcım oldu, muhtemelen benim gibi korkunç görünen konukları için koymuşlardı Koç Ailesi. İşim bitince kendimi daha iyi hissediyordum, aslında berbat değildim. Sadece bir bardak portakal suyu ve ağrı kesiciye ihtiyacım vardı, o kadar. Kızların- muhtemelen Deniz'in seçtiği bordo kazakla pantolonumu giyince kendime güvenim geldi bir anda. Saçımı omuzlarıma saldım ve dün gece giydiğim topuklularla birlikte, giydiğim ceketi de geçirdim üstüme. Aynadaki kadın, sevgilisini öpücüklere boğarak uyandırmaya hazırdı.
Tabi, kapısının önünde; acaba onu uyandırmadan içeri nasıl girerim? sorusunun cevabını bulmaya çalışan Pera'ysa hiç hazır değildi sevgilisini öpücüklere boğmaya. Değildi çünkü eve girmek için kapıyı çalmak zorunda kalacaktı.
Düşün Pera Arslan, bir şekilde girmelisin... Açık bir pencere? Ah, bu zenginlerin evlerinde pencereler açılmazdı. Peki kitaptaki en eski taktik? Şu 'paspasın altına anahtar koyma' geleneği? Zenginler, hep yapardı bunu, her filmde görüyordum. Denemeden bilemezdim. Çömeldim ve siyah paspasın sağ köşesinden kavradım. Yapışmıştı... Belki bu da bir taktikti? Hırsız kültürlü bir sinema sever olup benim düşündüğümün aynısını yapıp kaldırmaya çalışabilirdi, sırf onu caydırmak için zor kalkıyor olabilirdi. İki elle kavrayıp tüm gücümle yerden çıkarttım ve-! Kapı bir anda aralandı. Poyraz muhtemelen sesimden dolayı uyanıp, sabahın köründe gelen beceriksiz bir hırsız mıyım diye kontrol ediyordur herhalde diye düşünürken karşımda bulduğum sonuç Poyraz'ın tam zıttıydı. Badem rengi saçlar, iyi uyuduğunu belli eden parıltılı gözler, kırmızı yanaklar. Bunlar Mercan'a aitti, bana benzeyen kıza, yeni stajyere. Beni görüp telaşlanmış gibiydi, gözümü yüzünden ayırıp giydiklerine çevirince; üstündekilerin hepsinin Poyraz'a ait olduğunu gördüm. Ciddi misin tanrım? Mercan niye sabahın köründe, sevgilimin evinden, sevgilimin en sevdiğim tişörtlerinden birini ve dar bir eşortman altını giymiş halde sıvışmaya çalışıyordu? Canına mı susamıştı!
Şoktan açık kalan ağzımı kapattım- ve elimde tuttuğum pahalı paspası yere bıraktım. Yüzünde hemen buradan gitmek istediğini anlatan bir ifade vardı. O da benim gibi şoktaydı. "Mercan." diyebildim sadece. Ağzım daha fazla kıpırdayamadı.

"Pera, Poyraz uyuyor." Bana tatlı bir gülümseme atmaya çalıştı, sanki evinden çıktığı adamın sevgilim olduğunu bilmiyor gibi. Bu ne küstahlık! Poyraz... Poyraz Bey'e nolmuştu? Dün gece ünvanları yıkmışlar mıydı? "Benim gittiğimi söylersin, bence uyandırma, dün gece çok yoruldu."
Dün gece çok yoruldu. Bu cümleyi ögelerine ayırıp zamir ve edatların parçalayarak bu kıza yedirirdim ben! Ne dediğini duyuyor musunuz! Bence uyandırma, gittiğimi söylersin. Kimsin kızım sen! Dün gece benimle olan adamı nasıl bir sahiplenmedir bu!
Aslında.. Bütün gece birlikte değildik. Ama bu kadarda şerefsizlik beklemezdim Poyraz'dan. Gözlerimi devirdim o görmeden ve kafamla onayladım onu. "Tabiki de söylerim." derken kafa derisini yüzüp ondan çanta yapmıştım. Karaktersize bak... Seninle daha sonra hesaplaşacaktık. Şimdi öncelikle sevgili Poyraz'ı öldürmeliydim.
O gidince sinirle ve büyük umutlarla kaldırmaya uğraştığım paspası tekmelemeye başladım. Salak kafalı Pera, senin değil onun bunları yapması gerekirken hala peşinden koşturmak yerine koştuğuna inanamıyorum! Bir de böyle yapan kızları eleştirirdin, al, aferin, sen de onlardan biri olma hakkı kazandın!
Ama ben n'apacağımı biliyordum, beni böyle bir duruma düşürdüğü için onu pişman edecektim... Ayrıca evinden çıkan stajyerinde hesabını peşin peşin verecekti. Aklımdakini gerçekleştirmek için mutfaktan bir bardakla su alıp başucuna gittim. Kapıyı ayağımla itekleyince gördüğüm muhteşem manzaradan etkilenmemeye çalıştım. Sadece boxerıyla uyumasına bayılıyord- Ne diyorum ben! Elimdekileri komidinine koydum ve çalışma odasına girdim sessizce. Sarı, klasik bir yapışkanlı kağıdın üstüne içimdekileri en iyi şekilde açıklayan cümleleri döktüm. Odasına geri dönüp bardağın üstüne yapıştırırken uyanır gibi oldu ama hızlıca evden dışarı koşarak yakalanmadan hallettim işimi. Belki de Tansu'nun yanına şirkete geçer ve içimi ona dökebilirdim- sonra da kızlarla buluşur hepimiz birlikte kuaför günü yapardık? Topu Poyraz'a attığım için mutluydum, üstümden büyük bir yük kalkmış gibiydi... Tabi içimi kemiren fareler hala duruyordu ama ondan birkaç bin adım ilerleme görene kadar susturmayı tercih ettim kötü hislerimi. Poyraz Çakır'ın binlerce kilometre yapması gerekiyordu, kalbime giden yolu aşmak için.
Taksi bulmaya çalışırken içten içe gülüyordum, acaba ona bıraktığımı görüp ne hissedecekti? Notu hatırlayıp duruşumu dikleştirdim, güzel bir cevabı hak ediyordum.
"Sana ilişkimiz hakkında verebileceğim tek bir tavsiyem var, o da, üstüne bir bardak su içmen, soğuk olandan özellikle. Ah, bu arada, Mercan gittiğini sana söylememi istedi, onu kontrol edip, giysilerini geri almak için geri aramalısın. Bilirsin, kadınlar ilgi ister, aranızı açma. -Pera."

••

"Aha, aha yazdı, yazdı, yemin ederim cevap yazdı!" derken yerinde zıplamaya başladı Tansu, telefonumu karıştırırken baya bir eğleniyordu. Bu eğlencenin sebebi de... Poyraz'ın tam iki saat sonra bana cevap olarak mesaj atmasıydı anladığım kadarıyla. Zıplayıp durduğu için kıracağı sandalyenin ve kuaförün sahibi kadın bize garip garip bakarken, ben manikürsüz elimle Tansu'ya uzanmaya çalıştım. Ağzı o şeklini almış halde uzattı bana. Bu sırada yüzü maskeli Toprak gözündeki salatalıklar düşmesin diye sadece mırıldanıyordu büyük bir merakla. "Kıız, sesli oku, meraktan Umut'u doğuracağım!" derken bir salatalık kayacak gibi oldu ama Deniz havada yakaladı onu. geri Toprak'ın yüzüne koyarken bacağımı cimdikledi. Tırnaklarıma bakım yapan kız, yani Sude de meraklanmış gibiydi. Biraz bakmaya korkuyor, biraz da hemen okumak istediğim için heyecanlı hissediyordum... Telefonu anında yüzüme yaklaştırdım.
"Ne kadar güzel bir uyandırma şekli hayatım... Benim de sana bir çift sözüm var, o da,  ilişkimiz hakkında karar alırken hem yargıç hem de savcı olup her şeyi kestirip atma hakkına sahip olmadığın. Savunma avukatını da dinlemek zorundasın."
Sesli okuduğum 'bir çift söz' sonrasında aldığım tepkiler beni kırdı geçirdi. Tansu gülmeyi kesmemişti, Toprak salatalıkları boşverip dizlerine kapandı, Deniz'se ayaklarını yere vurmaya başladı. Bütün kuaförün neşesi olmuştuk, Seda manikürü bırakıp elinde olmadan gülmeye başlayınca cidden lafı güzel döndürdüğünü kabullendim. Sevdiğim adamın aynı zamanda zeki bir CEO olduğunu unutup duruyordum. Şu an önümde olsa, suratını ısırıp aferin derdim. Benimle kapışabilecek sayılı kişilerden biriydi ki- ben insanı çok güzel yerine mimlerdim, o yüzden onun da başarılı olduğunu kabul ediyordum.
Ellerimle sanki önümde bin kişi varcasına susturdum onları. "Şhh, sakin, şimdi... Ne diyoruz? Beyin fırtınası zamanı!" dedim heyecanla. Bu adam kim bilir kaç metre ötemden kanımı kaynatmayı başarabiliyordu, birazda o yüzden aşıktım ona. İlk önce Tansu atıldı söze. "Bizim buralarda monarşi geçerli demelisin, ah ya da tamam gönder avukatını de!" derken kıpır kıpırdı Tansu.
Arkasından katıldı Deniz. "Bence; Bu bir dava değil, bu ilişki Poyraz. Ve ilişkide hapis yatmadan kefaletle dışarı çıkartma yok, ya tamam ya devam var." derken başı dik bir kraliçe pozu vermişti. Ona pamuk fırlattım. Sıra Toprak'taydı. Durdu durdu ve... "Umut'a amcalık yapma hakkın elinden alındı Poyraz." dedi karnını okşayarak. İçmekte olduğum kahveyi bacaklarıma püskürttüm bir anda bu saçma şeyi duyunca. Tepkim bizi tekrar gülme krizine soktu. Nefesimi düzenleyip parmaklarımı klavyeye doğru serbest bıraktım.
"Savunma avukatları bazen suçluları da savunur ve onları temize çıkartır Poyraz Çakır. İnandırıcı konuşup aklımı bulandırma gibi yeteneklerin olduğunu hatırlıyorum..." dedim ve göndere bastım aynı anda. Beni ve elimi bekleyen 4 ele beşliklerimi verdim. Hadi bakalım Poyraz Bey.
Sude, bir elimden diğerine geçerken bu sefer Deniz'in elinde duran telefon titredi ve heyecandan havada iki, üç takla attı. Bu sefer okuyan Deniz'di. "Ben savunmamı yapayım da sen hatalı mıyım değil miyim, o suyu boşuna mı içmişim yoksa bir bardak daha içmeli miyim sen karar ver Pera Çakır."
Hepimiz bir saniye durduk ve bu duruşumuza hediye bir tane daha mesaj geldi.
"Soyadım adının yanında nasıl durur diye baktım, sahip olduğum her şey gibi o da sana çok yakıştı."
Gözlerimi yumdum ve güzel bir kahkaha attım. O sırada kızarmaya başlamıştım bile! Gözlerimi açınca bana sarhoş gibi bakan gözlerle karşılaştım bu seferde. Bizi birkaç sözle nasıl bu hale sokabiliyordu? Acaba o da mesajlarımı okurken benim girdiğim hallere giriyor muydu? Onu izlemek isterdim, şuan Demet Akalın çalan LCD'nin içinde, canlı yayında.
"Buldum, durun." Bu sefer konuşmalarını ya da fikirlerini beklemeden aklıma gelen cevabı yapıştırdım.
"Bordo tişörtün gibi mi? Ah, ya da lacivert eşortmanın? Pardon, onları sadece ben giymiyordum, belki de Mercan'a daha çok yakışıyordur!"
Bir dakika olmadan o güzel yüzünü panelimde gördüm. Cevabı can alıcıydı. "Bana yakışan en güzel şey sadakat, sana da güven. Lütfen sana yakışanı tercih et, seni sevdiğimi biliyorsun, benimle bu akşam kazananlar kutlamasına gelir misin? Orada tamamen düz ve inandırıcılık katmadan sana gerçekleri anlatacağım, umarım bana ve sadakatime GÜVENİRSİN."

"OOOO!" dedi bütün kuaför bir anda. Arkamda saçını perma yaptıran teyze, düzleştirmekten saçlarını tel tel hale getirmiş kadın ve egoist cemiyetten sarı kafalar bile Poyraz'a destek oldu bir anda. Tansu ayaklanıp telefonuma doğru tapma hareketi yapmaya başlayınca bende kırıldım ortadan ikiye. Bu mesajla yarışamazdım. Kabullendim ve onayladığımı belli eden mesajı çektim karşılık olarak. "Klasik sözler söyleyip ilişkimizi klasikleştirmeyeceğim, tamam, akşam ORADA görüşürüz. Bir daha oraya götürülüp getirilmemek istemiyorum da, arabamı kendim kullanmayı tercih ederim."
Suda tam ayaklarıma geçecekti ki kuaförün ağır kapısı aralandı ve içeri ağlayan bir adet Masal girdi. Bize doğru koşan uzun saçlı meleği ilk olarak Deniz kollarına aldı. Şok içinde gülme sesleri dinmiş şekilde, aklım sadece neden ve niçin ağladığına takılarak Deniz'den ayırıp kendime sarıp sarmaladım onu. İçli ağlayışı aklıma bir şeyler getiriyordu... Yine mi? Sıra Toprak'a gelince Masal onun yanına oturdu ve karnına dikkat ederek sarmaladı onu da. Tansu gelip anlına bir öpücük kondurunca, hıçkırarak sonunda konuştu. "Enis beni terk etti." Ah! Hep haklı olmak zorunda değilim tanrım! İçime sinmeyen şeyler bir kerecik de olsa yanıltsa beni n'olur? Yok, Pera'nın sezgileri doğru çıkmak zorunda! Önümde dağılan güzelliğe sormak istediğim ama sormamam gereken binlerce şey vardı. En önemlisi, nasıl olduğuydu. Ah, bir de kim ya da ne için. Mesela Çağın, o lise aşkı; Masal'ı bir albüm uğruna terk etmişti. Deymiş miydi? Hiç sanmıyordum. Masal eşsizdi, paha biçilemezdi. Hayat enerjisinin beden bulmuş haliydi, nasıl olur da başka bir şeyle ölçülebilirdi ki değeri? O küçük ve ani kapılan kızımızı iki çocukta da direkt aşka atılırken görmüştük, niye böyle oluyordu ki... Niye onlar da Masal'ı, Masal'ın onları sevdiği kadar sevemiyordu?
"Neden peki? Hadi, biraz sakince anlat bize. Biz yanındayız." dedi Toprak hemen duygusallaşarak. Gözleri dolmuştu anında. Demek Umut, teyzesi için üzülüyordu... Canım benim. İki zor nefes aldı ve konuşmak için dikleşti. "Deniz, siz gittikten sonra biraz duruldu Enis. Sen ve Rüzgar okulu bitirmeden böyle bir teklifi değerlendirmeyeceğinizi söylediğinizde, Enis de öyle yapar sandım. Ama derin düşüncelere dalmış gibiydi, koordinatörle konuşmalıyım dedi ve geri döndüğünde yüzünden düşen bin parçaydı. 'Ben gidiyorum Masal, gitmeliyim, zorundayım.' gibi şeyler dedi ve... Ve ben de arkama bakmadan buraya geldim işte."
Bir anda grup kucaklaşması yaptık birbirimize kapılarak. Gözlerim dolmuştu hemen benim de. Enis. Bu prensese yapılır mı bu? Meslek için terk edilip durmaktan usanmıştı Masal'da! Yeter ama!
O güzel ve yaşlardan ıslanmış yüzünü kavradım nazikçe. "En klişe ama en yararlı sözü söylemeliyim, o seni kaybetti, sen onu değil." dedim en içten şekilde.
Tansu ekledi hızlıca. "Senin keyfini ben yerine getireceğim... YENİ SAÇ RENGİ!" dedi ve ağlak kızımızı İstanbul'un en iyi kuaförü olan Mehmet'in ellerine teslim etti.
Kaderimiz de saç renklerimizle değişip yön değiştirebilseydi, bütün kadınların saçları gökkuşağına dönerdi. Ama inanmak işin olayıydı. İnanıyorduk, iyi olacağımıza, iyiyi bulacağımıza.

»Masal«

İyi.
Üstümdeki elbise iyiydi, duruşu da bir o kadar iyi gözüküyordu. Makyajım güzeldi, ayakkabılarım da. Ama içim ikisi de değildi. Saçlarım gibi hissediyordum; parıldayan açık kestane rengi beni sonbahara sürüklemiş, ten rengimi belirginleştirmişti. Yine de aynada gördüğüm kıza bir süre alışmam zor olacaktı. Gözlerimdeki yaşları peçeteyle geri itip dikleştim. Haki rengi elbisemi düzelterek ittim lavabonun kapısını çıkmak için. İttim ve sert bir şeye çarptı, öyle sert çarpmış olacak ki o kişiyi yerle bir etti gümüş rengi kapı. Gözlerim yerinden fırlayarak eğildim yanına yere düşürdüğüm takım elbiseli adamın. Kafasını kaldırıp gözlerini açınca gözlerinde kayboldum.
Kafasını ovuşturarak elinde olmadan bana kitlendi o da.
Hayır, hayır, hayır. Açık yaram; tıptaki tabiriyle garip bir duyguyla pıhtılaşırken, bunu engellemek istiyordum, bu adama bir anda pıhtılaşmak istemiyordum... Gide gide Berk Ceylan'ı mı seçmiştim çarpmak için?

Yorum sayısı artmadığı sürece bölümler arayla gelecektir, sizi seven yazarınız.

Continue Reading

You'll Also Like

406K 30.1K 81
WATTYS2020 GİZEM/GERİLİM ÖDÜLÜ KAZANANI 🥇 Aşk... Hiç ummadığımız bir anda, bizi kalbimizden yakalayan kutsal güç... O gücün yeter mi peki, tüm kabu...
692K 48K 82
Bir hırçın dalga gibi yakıp yıkmıştı zihnimi, Yerine tüm benliğinin yıkıntılarını bırakmıştı. Bir şehrin küle çevirdiği kalbin sahibiydi onlar. Bir ş...