Lacivert - Safir - Amber

By tymazerr

2.8M 124K 24.2K

Tıp öğrencisi Beren, yıllardır göğüs gerdiği aile şiddeti yüzünden sonunda evden kaçtığında, aklına gelecek s... More

GİRİŞ
1- BEREN SOYDAN
2- JAMES HUNTER
3- Mahzen
4- Royal De Maria
5- Antidote
6- Sofia Dark
7- Denge
8- Dönüş
9- Kaçış
10- Sara
11- Soğuk
12- Ekip
13- Sınırlar
14- Kırık
15- YANILGI
17- DONUK
18- ACI SESLER
19- ILIK GECE
20- EV
21- BOWIE
22- DEIRDRE
23- ÇIPLAK
24 - NOT
25- OYUNCAK BEBEK
SAFİR | GİRİŞ
SAFİR | 1.BÖLÜM
SAFİR | 2. BÖLÜM
SAFİR | 3. BÖLÜM
SAFİR | 4.BÖLÜM
SAFİR | 5.BÖLÜM
SAFİR | 6. BÖLÜM
SAFİR 7. BÖLÜM | Gece Nöbeti
SAFİR 8. BÖLÜM | Fil Ağacı
SAFİR 9. BÖLÜM | Zehir
SAFİR 10. BÖLÜM | BOZUK
SAFİR 11. BÖLÜM | LACİVERT
SAFİR 12. BÖLÜM | AİT
SAFİR 13. BÖLÜM | SIFIR
SAFİR 14. BÖLÜM | Ruh Kesiği
SAFİR 16. BÖLÜM | Ateş
SAFİR 15. BÖLÜM | Cennet
SAFİR 17. BÖLÜM | Geç
SAFİR Final | Herkes için...
Amber 1 | PARADOKS
Amber 2 | KARMAKARIŞIK
Amber 3 | EĞİTİM
Amber 4 | ÇAYLAK
Amber 5 | MILEN
Amber 6 | DARKBLUE
Amber 7 | RÜYA
Amber 8 | HAVADA SÜZÜLMEK
Amber 9 | SOĞUK ATEŞ
Amber 10 | TAŞIYICI
Amber 11 | KAÇIŞ
AMBER 20 | LIZY
AMBER 12 | CENNET
AMBER 13 | DEĞİŞİM
AMBER 14 | UZAY BOŞLUĞU
AMBER 15 | ZİHİN YANGINI
AMBER 16 | GÜVEN
AMBER 17 | FAROE
AMBER 18 | GENOA
AMBER 19 | GÜN IŞIĞI
AMBER 20 | LIZY
AMBER 21 | VEDA VE ÖTESİ
AMBER 22 | FİNAL 1- İLLÜZYON
AMBER 23 | FİNAL 2- GERÇEKLER
AMBER 24 | FİNAL 3- MASALLAR VE SONLAR

16- YENİ GÖREV

36.9K 1.7K 241
By tymazerr


Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr

16- YENİ GÖREV

Aradan üç gün geçmişti ancak Lacivert'le neredeyse hiç konuşmamıştık. Odaya girdiğinde battaniyenin altına gömülerek uyuma numarası yapıyordum. Ne yaptığımı anladığından emindim ancak umursamıyordum. Onu görmemek için gerekirse bütün gün uyuma taklidi yapabilirdim. Ama önüne geçemediğim tek şey vardı. Kokusu... Garip aroması, her geldiğinde beni esiri yapıyor, sıkıca yüzüme kadar çektiğim battaniye bile buna engel olamıyordu.

Her şeyin yanında bir de yalnızlık vardı. Etrafımı saran, kördüğüm gibi her yanıma dolanan yalnızlık... Artık düğümleri açmaya bile uğraşmıyordum. Mike'ın arkadaşlığı iyi gelebilirdi belki ama o da ortalarda görünmüyordu. Günlerdir yediğim yalnız yemekler de aynı oranda sıkıntıma eşlik ediyorlardı. Ailemi özlemeye başlayacağımı düşünmezdim ama aynı masaya oturup hep beraber yenen yemeklere özlem duymaya başlamıştım.

Zaten onun gölgesinde ne yapabilirdim ki? Mike'la olan arkadaşlığıma karşı çıkıyordu. Kesinlikle beni kıskandığını düşünmüyordum. Tek yaptığı beni kontrol etmeye çalışmak ve Mike'la her ne derdi varsa beni bu olaya karıştırmamaktı. Elizabeth'le arkadaş olmamız için başka gezegende yaşamamız gerekirdi. Ya da vazgeçtim dokuz gezegeni de gezsek onunla arkadaş filan olamazdım. Brad zaten aralarında en tecrübelileriydi. Resmen yanında tek kelime etmekten korkuyordum. Belki de o yüzden üç gündür kendimi bu odaya hapsetmiş ve tüm bu çılgınlıktan soyutlanmaya çalışmıştım.

Ertesi gün uyandığımda ilk iş olarak Jenny'ye o günün hangi gün olduğunu sordum. Pazar günü diye cevap verdiğinde içimin aniden sızlamasına engel olamadım. Annemlerin o an Pazar kahvaltısı ediyor oluşunu ve arka planda da her Pazar sabahı izlenen kovboy filminin açık olduğunu düşünüp, bir parça huzur esintisi hissettim.

Aynı hızla, başımı iki yana salladım. Hayır, ailemi özlemeyecektim. Bana hiç bir çare bırakmayan ve kaçmama neden olan onlardı. Güne yine, yeni bir kararla başlamıştım ancak seyrinde pek bir değişiklik yoktu. Kanepe; Jenny'le yaptığım tek taraflı sohbet, buzdolabından aldığım meyve ve yoğurt üçlemesiyle bir gün daha bitecekken, uyuşan tüm uzuvlarımı göreve çağıran koku doldu odaya.

Neyse ki yine kanepede yatıyor durumdaydım. Günlerdir olduğu gibi uyuma taklidine giriştiğimde araladığım gözlerle mutfağa yürüyüşünü izliyordum.

Arkası dönüktü, ince parmaklarıyla dolap kapağının kulpunu kavradığında, dokunuşunu kıskandığımı hissettim. İçimde ayaklanan duygulara ne kadar saçmaladığımı anlatamıyordum ancak kendim pek ala farkındaydım. Gözlerimi yumup, odadan çıkmasını bekledim. Akıl sağlığım yine beni terk ediyordu.

"Uyumadığını biliyorum." dediğinde hiç bir tepki vermeden sabırla çıkmasını bekledim. Ancak öyle olmadı. Sıcak nefesi yakınıma geldiğinde kasılmamak için çok uğraştım. Artık numara yapmamın anlamı olmadığını bilsem de gözlerimi açmak istemedim. Sırtımı ona döndüğümde konuşmaya devam etti.

"Yarın sabah erkenden hazır ol." Bir süre benden yanıt almayı bekledikten sonra sıkıntıyla iç çektiğinde içimden sinsice güldüm.

"Okula başlıyorsun." dediğinde tüm gücümle yataktan kalkıp, sevinçle "gerçekten mi!" dememek için kendimi zor tutmuştum. Birkaç dakika daha odada durup çıktı. Pikeyi üstümden atarken, günlerdir hiç olmadığım kadar enerjiktim. İçim içime sığmıyordu ve uzun süredir çektiğim yalnızlığa küçücük bir umut doğmuştu. Bu durum kalıcı mıydı bilmiyordum ama öyle olması için ne gerekiyorsa yapacaktım. Gerekirse yaşadıklarımızı görmezden gelip, ona yalvaracak, okula devam edecektim.

O akşamı nasıl geçirdiğimi bilmeden uyuyakaldım. Yatmadan önce, eski hayatımda olduğu gibi kıyafetlerimi hazırlamaya koyuldum ve o anda beynimde yanan ışık, yerine gelen keyfimi iyice kıvama getirdi. Sonsuz bir kıyafet çekmecem vardı! Yaklaşık yarım saatin ardından giyeceklerimi belirlemiştim. Koyu renk streç bir kot ve onun üzerine bej rengi belimde biten salaş bir bluzla tüm bunlara uyumlu bir ceket ve bot seçerek işimi bitirdim. İlkokula yeni başlayan çocuklar gibi heyecanla kanepeme uzandım ve sabahın çabuk gelmesini diledim.

*

Uyandığım anda hissettiğim en büyük eksik güneş ışığıydı. Pencereyi açıp, temiz havayı içime çekememek adeta ruhumu daralttı. Güneşin uyarısıyla değil de alarm sesiyle uyanmak hiç hoşuma gitmemişti. Mahzeni seviyordum evet, içindeki havalandırma ve ışıklandırma pencere yokluğunu hissettirmiyordu ancak alışkanlıklar da aranıyordu işte.

Banyoya gidip kısa bir duş aldım ve sonrasında dişlerimi fırçalayıp, saçımı kurutarak çıktım. Üstümü giyinip aynada görüntümü kontrol ettikten sonra hafif bir makyaj yapmaya koyuldum. Mutfağa yürüdüğümde kahvaltı edemeyecek kadar heyecanlıydım ki saat de çok erkendi. Midemin düğümü daha çözülmemişti.

Heyecanımın nedeni sadece okula başlıyor olmam değildi. Aydın Çağ üniversitesine başlıyor olmamdı. Bu gerçek hayallerimin bile ötesindeydi. Üniversite seçimlerim sırasında, iç çekerek kampüsünü ve eğitim kadrosunu inceleyebilmiştim sadece, orada bulunmayı aklımın ucundan bile geçirememiştim.

Bana kalırsa İstanbul'un yarısını kaplayan okulun devasa bir kampüsü vardı. Öyle ki fakültelerin hepsi aynı kampüsteydi. İçime düşen ani korkuyla anlık bir gerilme yaşadım. Oradaki herkes benden çok daha zengin ve eğitimli olacaktı. Onlara yetişmem kolay olmayacaktı ama artık başka bir amacım kalmamışken bunu yapmaya çok istekliydim. İçten içe, onu düşünmekten uzaklaştıracak nedenlere de ihtiyacım vardı. Bu çare ders çalışmaksa, buna sıkı sıkıya sarılabilirdim.

Kapı tıklandığında, gelenin Mike olduğunu düşündüm çünkü onun kapı çalma huyu yoktu. Krem rengi kanvas pantolonun üzerine giydiği bej keten gömlek ve spor lacivert rengi ceketle içeri giren bedeni görünce kaşlarım havalandı. Açık kalan ağzımı kapatıp sesli bir şekilde yutkunurken, anlamasın diye bakışlarımı farklı yöne çevirdim. Ancak ona bakmak istiyordum. Gözlerinin rengini böylesine çarpıcı kılan kıyafet seçimi miydi yoksa şuan hissettiğim farklı hava mıydı bir fikrim yoktu. Tek hissettiğim, neredeyse hareketlerimi bile kontrol edebilecek olan onu izleme dürtüsüydü.

Elime aldığım çantamı sıkarak mantığımı geri kazanmaya çalıştım. Dikkat etse parmak boğumlarımın beyazladığını görebilirdi. Kendimi telkin etmeye çalışırken ifademi korumaya özen göstererek ona döndüm. Bakışlarımız buluştuğu anda bu ana hazır olmadığımı hissederek gözlerimi kaçırdım ve kapıya doğru adım attım.

Bir şey söyleyecek gibiydi ancak bu hareketimle konuşmasını engellemiş oldum. Zaten konuşmasındı. Kadife sesinin kalbimin duvarlarını geçmesini istemiyordum. Ya da kokusunun yakınıma gelip ona sarılmam için bana kucak açmasını istemiyordum. Kafamda oluşan tüm senaryolar benim acınası hislerimle son buluyordu.

Siyah kapıyı açtıktan sonra kenara çekildim ve öne geçmesini bekledim. Bunu yaparken ayaklarıma bakıyordum. Bakışlarını üzerimde hissetsem de göz göze gelmemekte ısrarcıydım.

Birkaç saniye bakışlarını üzerimde tutup, önüme geçti. Gizli kapıdan dışarı çıkacağımızı düşünürken koridor renginde beyaz bir kapının önünde durdu. Daha önce bu kapıyı görmesem de aldırış etmedim, nasılsa bu mahzende her yerden bir kapı çıkabilirdi.

Kapıyı açtıktan sonra bir süre benim geçmemi bekleyince şaşırmadan edemedim. Bana pek kibar davranmıyordu sonuçta. Kapının ardında asma bir merdiven vardı ve alt kattaki büyük otoparka açılıyordu. Daha önce neden bu kapıyı kullanmak yerine dışarıdan otoparka ulaştık diye soracaktım ki vazgeçtim. O an bir önemi yoktu.

İfadesiz bir şekilde onu izlerken beyaz Porsche bir jeepe yöneldi. Kaşlarımın kalkmasına mani olamadım. Demek biraz mütevazi takılacaktı(!). Peşinden arabaya binecekken beni durdurdu.

"Aynı arabayla gitmemiz dikkat çekecektir."

"Yani?" diye sordum ifadesizce.

Kafasını kenara eğerek, benim ifadesizliğime benzer bir tavırla burnunu kaldırdı. Başını çevirdiği yöne baktığımda ağzım bir O şeklini aldı.

Çetin'in mavi Mercedesi karşımda duruyordu! İyi de o arabayı imha etmemiş miydi?!

Aklımdaki soruların heyecanını bastırarak ifadesizce sordum.

"Bu ne şimdi?"

Tepkim canını sıkmış gibiydi. Gözleri koyulaşırken bu halinin ne kadar can alıcı olduğunu görmemeye çalıştım. Umarım benim gibi öğrenci rolüne filan girmezdi. Bir de onun için ayılan bayılan kızlara dayanamazdım.

"Sana bir araba borcum vardı."

Soğuk bir şekilde güldüm. "O araba benim değildi, abimden çalmıştım. Buna çok da borç denemez yani."

Çenesini kaşıdıktan sonra güzel ellerini saçlarından geçirdi. Tepkimi çözmeye çalışır gibiydi.

"Ama bu araba senin için."

"İstemiyorum." dedim sakince.

Kaşlarını çattı.

"Okula nasıl gelmeyi düşünüyorsun?"

"Toplu taşıma diye bir şey var. Arabayla doğmadım ben. İdare ederim."

Alt dudağını dişleyerek gözlerini kapadı. Gözlerini biraz daha kapalı tutmasını ve bu görüntüsüne daha çok bakabilmeyi diledim.

"Bu görev için gerekli. Aydın Çağ Üniversitesinde pek de toplu taşıma kullanan yok."

"Burslu ve benim durumum da olan birileri illaki vardır." Sesimdeki inat hissediliyordu.

"Evet, ama istediğim ortamlara girmen için arabası ve zengin bir ailesi olan öğrenci olman daha mantıklı."

Derin bir nefes alarak önüme döndüm ve arabaya ilerledim. Benden önce davranıp kapımı tutan ince parmaklarını görünce kalbim aniden tekledi ancak hemen kendimi toparladım. Fazla heyecan yapmış olacağım ki, bana bir kağıt uzattığını görünce, kağıdı almak için hızla uzanan elim koluna dokundu. Elektrik çarpmasına benzer hisle yutkundum. Belli belirsiz bir gülümseme eşliğinde kağıdı avucuma bıraktığında bu sefer de sıcacık parmakları elime değmişti. Benimle oyun oynadığını hissediyordum.

"Kağıtta ders programın ve öğrenci bilgilerin var." Kafamı sallayarak onayladıktan sonra arabaya bindim. Koltuğa yerleştiğim anda içerideki ferah koku dikkatimi çekti. Koltuğu ve aynaları kendime göre ayarladıktan sonra motoru çalıştırdım. Okulun adresi çoktan önümdeki navigasyon aletine girilmişti.

Elim vitese gittiğinde ve yanında duran şey dikkatimi çekti. Bir telefon!

Tamam, onun karşısında ifadesiz durmaya çalışabilirdim ancak aylardır bu kadar teknolojinin içinde, bir telefonum yoktu! Kendime engel olamayarak gülümsedim ve daha sonra incelemek üzere telefonu yan koltuğa bıraktım.

Vitesi ileri alıp, garajdan dışarı çıkmak üzere gaza bastım. Yol boyunca, tek başıma yaptığım kısa süreliği yolculuğun özgürlüğüne varmaya ve kendimi azıcık da olsa bu yeni göreve kaptırmaya çalıştım. Peki, itiraf ediyorum azıcık değildi, oldukça kaptırmıştım.

Bir yandan da arkamdan gelen beyaz arabasını görebiliyordum. Okulun önüne geldiğimde derin bir nefes bıraktım. Dev araç kapısı bile şairaneydi. Otopark fişi alıp içeri girdiğimde, yeşillikler içerisinde devasa kampüs gözlerimin önündeydi. Otuz iki diş sırıtıyordum.

Arabayı bir kenara çekip, verdiği kâğıdı incelemeye başladım. Kağıtta öğrenci numaram, kimlik bilgilerim, fakülte ve bölümüm yazıyordu. Ayrıca okulun ayrıntılı bir haritasını da eklemişti. Bu ayrıntıya minnet duyarak doğruldum. Burada kaybolsam yolumu bulmam bayağı vakit alırdı.

İlk dersimin saat 10:00'da olduğunu görünce memnunca gülümsedim. Saat daha 8:00'di. Arabayla okulda güzel bir tur atabilirdim.

Okulun her fakültesinin bahçesinde öğrenci, konuk ve akademik görevli olmak üzere 3 farklı otoparkı bulunuyordu. Otoparkların önünden geçerken içlerinde bir tane bile normal diye sınıflandıracağım araç olmadığını görünce yüzümü buruşturarak gezintime devam ettim. Her fakültenin önünde devasa bir kemer vardı. Kemerler sanatsal bulduğum işlemelerle süslenmişti ve tepelerinde okulun amblemi bulunuyordu.

Kütüphanenin önüne geldiğimde bir alışveriş merkezi kadar büyük olduğuna kanaat getirip gülümsedim. Spor salonu ve fitness merkezi de kütüphane kadar olmasa da oldukça büyüktü. Gezdiğim hiçbir yerin içine girmeden sadece nerede olduklarına bakmak için kısa süreliğine durdum.

Sonunda fakülteme geldiğimde, arabayı öğrenci otoparkına park ederek, çantamı alıp yola koyuldum. Gözüme ilk çarpan şey fakültenin altındaki kafeler ve kırtasiye olmuştu.

Hızlıca ilk kırtasiyeye giderek, bir defter ve birkaç kalem seçtim. Kasaya geldiğimde kasiyere şaşkınca bakmaya başladım. Unuttuğum bir şey vardı.

Param yoktu! Eh tabi, ne zamandır paraya ihtiyaç duymuyordum ki.

"Cüzdanımı arabada unutmuşum sanırım." diyerek kadına gülümsedikten sonra kızaran suratımla oradan çıktım ve çantama attığım telefonu elime aldım.

Tuş kilidini açarak rehbere girdim.

Bir tek numara vardı.

"T.J. Allen." Bu James'in gizli kimliğiydi. Milyarder kimliği. T.J. in ne olduğunu sonra soracaktım. Ya da sormazdım.

Numarayı tuşlayacakken vazgeçerek, ismin üzerine tıklayarak halihazırdakini sildim ve yerine "Edepsiz Lacivert" yazdım.

Dudaklarım alayla kıvrılırken, sinsice güldüm ve kaydın üzerine basarak telefonunun çalmasını bekledim.

"Ne oldu?"

"Ben de iyiyim sen nasılsın?" diye alayla cevap verdim. Karşıdan sadece sıkıntılı bir ses geldi.

"Param yok." diye kısa yoldan söyledim. "Torpidoya baksan olurdu." cevabını alınca içimden bir küfür savurdum ancak yine de sözümü esirgemedim.

"Söylemiş olsan bakardım." Telefondan ses gelmeyince ekrana baktım.

Kapatmıştı! İçimden bir çığlık atarak sinirli adımlarla arabaya ilerledim. Neyse ki kasiyere yalan söylememiş bulunuyordum. Para gerçekten arabadaydı. Hızla ulaştığım arabanın kapısını açarak torpidoyu açtım ve gözlerim yuvalarından fırladı. Harçlık değil servet bırakmıştı resmen!

Kaç para olduğunu saymadan içinden iki tane iki yüzlük çekip çantama attım. Kırtasiyeye girip az önce bırakmak zorunda aldığım malzemeleri alarak tekrar kasaya gittim ve kasiyerin gülümseyen suratıyla karşılaştım. Çıkarken bir yandan defteri çantama sokuşturmaya çalışıyordum birine çarptım ve çantam elimden kayıverdi.

"Sakin, sakin." Yarı alayla söylediği sözleri duyunca kaşlarımı çatarak kafamı kaldırdım. "Affedersin." derken düz bir sesle konuştum. Karşımdaki esmer çocuk sırıtıyordu.

Simsiyah gözlerini bir süre üzerimde gezdirdiğini fark edince rahatsız olarak, çantamı yerden almak için eğildim.

"Yardım edeyim." dediğinde "Gerek yok" diyerek hızla çantayı alarak kenara çekildim. Saçımı düzelterek yürümeye hazırlanıyordum ki elini uzattı.

"Ben Onur."

Gözlerimi kısarak bu aşırı arkadaş canlısı genç adamı izlemeye koyuldum. Esmer yüzünü çevreyen siyah dalgalı saçları kara gözleriyle uyum halindeydi. Kıvrımlı burnu beni bile kıskandıracak kadar şekilliydi. Son olarak alayla kıvırdığı dudakların da hakkını yiyemezdim.

Oldukça yakışıklıydı ve o an, onun beni az önce süzdüğü gibi ben de onu süzüyordum. Suratıma onu taklit ederek, alaycı bir gülümseme yerleştirip, cevap vermeden yanından ayrıldım. Nedense bu çocuktan tüm hoş görünümüne rağmen hoşlanmamıştım.

Üniversite binası modern olmasının yanı sıra geçmişin izlerini taşıyor, tarihi bir yapı hissiyatı veriyordu. Heyecanla etrafı incelerken bir yandan da sınıfların numarasına bakıyordum. Sınıfın ilk katta olmadığını anlayınca asansör yerine merdiveni kullanarak üst kata çıktım. Sonunda doğru kapıyı bulduğumda kabaran heyecanımı bastırmaya çalışarak içeri girdim.

Sınıfta sadece on kişi olduğunu görünce şaşırmıştım. Eski okulumdaki gibi elli kişilik bir sınıf olmasa da en az yirmi kişi görmeyi umuyordum. Arka sıralardan boş bir sıra bulup oturdum. Hoca daha gelmediği için cep telefonumu çıkarıp, internete girdim. Hızlıca dersin adını girip internetten araştırma yaptım. Dersle ilgili en azından birkaç şey bilmem işimi kolaylaştırırdı.

Yanıma biri oturunca gayri ihtiyari o tarafa döndüm. Gördüğüm kişi, sıkıntıyla bir nefes vermeme rağmen gözlerini üzerimden çekmemekte kararlı gibiydi.

"2. Sınıf dersinde olduğuna göre yeni öğrenci değilsin. Misafir öğrenci misin?"

Ondan kopya ettiğim alaycı gülümsemeyi tekrar takındım.

"İngilizce mi konuşuyorum?" dedim imayla. Tek kaşı havalandı ancak cevap vermesine izin vermeden, ayağa kalkıp bir öndeki sıraya geçtim. Bu sefer de öndeki sırada oturan kızın radarına girmiştim.

Oturduğum gibi bana dönen uzun kahverengi saçlı kız sevimli bir şekilde gülümsedi. Kızın zengin bir züppe olduğuna inandıran ön yargım, samimi bir şekilde "merhaba" demesiyle kayboldu.

"Merhaba" diye karşılık verdim ben de aynı tonda.

"Ben Sinem" diye kendini tanıtınca, ismimi söylerek elimi uzattım. O sırada profesörün gelmesiyle konuşmayı bırakıp derse döndük.

Ders boyunca İngilizce konuşan hocanın dedikleri karşısında hiç zorlanmasam da anlattıkları ciddi alt yapı gerektiriyordu. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, okula başlamadan önce eski okulumda aldığım derslerle buradakileri karşılaştırıp açıklarımı görecek vakit bulamamıştım.

Bir yandan da yanımda oturan Sinem'i inceliyordum. İnsanlar hakkında fazla yanılmazdım ve o da cana yakın ve samimi biri gibi görünüyordu. Belki dedim içimden. Belki bir arkadaşım olabilir. Uzun zamandır yalnızdım.

Sinem'in beline kadar gelen kahverengi saçları düz uzanıyordu. Yeşile benzettiğim gözlerinin rengini tam seçemesem de kocaman gözleri insanı büyülüyordu. Beyaz teni ve tenine renk katan kırmızı dudaklarıyla çok alımlıydı. Sıraya oturuş şekline bakılırsa boyu da uzundu. Zengin biriyse bile gayet mütevazi görünüyordu. Belki de bu yüzden sıcak bulmuştum onu.

Gözümün ucuyla arkama baktığımda kara gözlü çocuk, yani Onur beni izliyordu. Sıkıntıyla önüme dönüp hocanın anlattıklarına odaklanmaya çalıştım. Sağ olsun hoca da dersi blok yapmıştı. Bir saat kırkbeş dakikalık bir esaret sonrası dersi bitirdi. Notlarımı toparlayarak ayağa kalktığımda Sinem'in de aynısını yaptığını gördüm.

Aynı anda birbirimize bakınca aptalca gülümsedik. O sırada Onur yanımıza geldi.

"Sinem arkadaşınla tanıştırmayacak mısın beni?" çocuktaki gülümseme yine sinirimi bozarken çevik bir hareketle Sinem'in koluna girdim. "Aslında biz de tam bir şeyler yemeğe gidiyorduk." diyerek iki saat önce tanıştığım kızı hızla kolundan sürüklemeye başladım.

Koridora çıkıp, kolunu bıraktığımda özür diler bir şekilde baktım ancak o kahkaha atmaya başlamıştı.

"Şu an okulun en yakışıklı çocuklarından birinden kaçıyorsun." dedi gülmeye devam ederek.

"Yakışıklı evet ama alaycı çocuklarla uğraşmayacak kadar kafam meşgul."

"Öyle deme yahu Onur iyidir."

"Boşver." dedim elimle savuşturur gibi yaparak. "Gel bari, yemek yiyelim sözümü tutmuş olayım."

Sinem "Olur" diye atılınca kendimi kötü hissetmekten biraz da olsa kurtuldum ve okulun kafelerinden birine yöneldik. "Şuranın yemekleri güzeldir." dediğinde hemen gösterdiği yere yöneldik. Yemekleri sipariş ettiğimizde koyu bir sohbete dalmıştık.

Ben kısaca Kocaeli üniversitesinden geçişle geldiğimi belirtip, burslu okuduğumu söyledim. Bu durumu çok kurcalamadan ailesinden bahsetti. Babası ve annesi üst düzey asker olduklarını, ancak o da asker olmak isteyince itiraz edip, tıp okuması için teşvik ettiklerini belirtti. Yurtdışında da okuma şansından ve ailesinden uzak kalmamak adına bu seçeneği es geçtiğini söyleyince, aralarındaki bağa imrenmeden edemedim. Samimi sözlerini dinlerken kendi ailemden bahsedemeyecek olmam midemin kasılmasına neden oldu. O sırada 'kiminle kalıyorsun?' diye sorunca da "tek yaşıyorum" demiş bulundum.

"Ben yurtta kalıyorum. Maalesef ailem tek yaşamama izin vermiyor. Sen bu konuda şanslıymışsın." derken gülümsüyordu. Yemeklerimiz bittikten sonra kahve söylediğimiz anda telefonu çaldı. Neşeyle telefonu açıp "babacığım!" diye seslenince, kahvemi masadan alıp, bahçeye çıktığımı işaret ederek, babasıyla konuşmaya başlayan Sinem'e el salladım.

Soğumaya başlayan havayı ciğerlerime hapsederek rahatlamaya çalıştım. Yeşil çimler ayağımın altında ezilirken, bir yandan da rüzgar, uçuşan sohbahar yapraklarını etrafımda döndürüyordu. Kahvemden bir yudum alıp, ayağıma takılan yaprağı elime alıp incelemeye başladım. Yeşilden sarı ve kahve tonlarına dönmesinde bile asalet vardı. Eski rengi nasıl insanı canlandırıyorsa bu renk de huzur veriyordu. Lacivert de benim için benzeri bir anlam ifade ettiğini düşündüm. Her hali yeni ve güzel bir duygu yaşatıyor, en uçlarına kadar hissetmem için sınırlarımı zorluyordu. İç çekerek kahvemden bir yudum daha aldım ve Sinem'e söylemek zorunda kaldığım yalanları düşündüm. Bundan sonra okul hayatım bu şekilde geçecekti. Yalanla.

Cebimdeki telefonun titremesiyle irkildim. Normalde alışık olduğum telefon bildirimi o an o kadar yabancı gelmişti ki, kendi kendime şaşırmadan edemedim.

Gelen mesajdaki ismi görünce dudaklarım kıvrıldı.

Edepsiz Lacivert:

"Bakıyorum çok çabuk arkadaş edinmişsin."

Dudaklarım alayla kıvrılırken cevap yazdım.

"Hangisinden bahsediyorsun?"

"Az önceden beri beraber olduğun kızdan."

"Sinem mi?" diye yazıp hızlıca yolladım.

"Sinem Seyhan, 20 yaşında, Tıp fakültesinde 2 sınıf, okulun yurdunda kalıyor. Anne babası üst düzey asker, başarılı bir öğrenci. Herhangi bir suç kaydı yok."

Mesajı görünce şaşkınlıkla havalanan kaşlarım muzur bir düşünceyle eski haline döndü.

"Araştırmanı iyi yapmışsın. Rica etsem Onur'u da araştırır mısın?" Sinsi sinsi sırıtarak mesajı yazıp yolladım.

"Onur kim?"

Saniyesinde cevap vermişti.

"Sen bulursun." diye cevap yazarken gülüyordum. O sırada Sinem yanıma geldi ve imalı bir bakış attı.

"Senin sevgilin var! O yüzden Onur'dan köşe bucak kaçıyorsun" gülümsemem yüzümde solarken hissiz bir şekilde "hayır" dedim.

Sinem bendeki değişimi anladığı anda dediğine pişman oldu.

"Ben özür dilerim, burnumu sokmak istememiştim."

Koluna dokunarak onu rahatlatmaya çalıştım.

"Boşver, cidden karışık ama özetle sevgilim olamayacak kadar uzak biri." Sonra daha samimi bir gülümsemeyle ona döndüm.

"Peki, senin sevgilin var mı?" Sorum karşısında onun da yüzü asıldı.

"Bak o konuda da ortağız. Benim ki de biraz karışık."

Bir sonraki ders için, okul koridorlarını turlarken, beni aniden durduran Sinem'e döndüm.

"Neredeyse unutuyordum!.. Belki ani bir davet olacak ama bugün benim doğum günüm! Gelmek istersen seni de akşama vereceğimiz organizasyonda görmek isterim."

Bir an düşünür gibi oldum. Hayır diyecektim çünkü Lacivert izin vermeyebilirdi. Ama Sinem'in hevesini görünce yeni arkadaşımı kırmak istemedim.

"Olur." dedim omuz silkerek.

"Süper!" diye küçük bir çığlık attığında gülerek sınıfa yürüdük. Kapıdan girdiğim anda bir çift bana bakan karagözle karşılaştım ancak bakışlarımı kaçırarak Sinem'in yanına oturdum.

İçten içe Lacivert'e ne diyeceğimi düşünmeye başladım. Kontrol manyağı bir saatte Sinem'in sicilini araştırmıştı. Sıkıntıyla çantamdan çıkardığım telefona baktım. Ekranda herhangi bir bildirim yoktu. Mesaj bölümüne girip yazmaya başladım.

"Akşama Sinem'in doğum günü var. Katılacağıma söz verdim." Yazdıktan sonra düşünmeden yolladım. Evet, kısa ve netti.

Saniyesinde cevap geldiğinde şaşırdım. Daha önce elinde hiç telefon görmemiştim ama şimdi düşürmüyor gibiydi. Adam resmen teknolojinin içine doğmuştu.

"Kime danışarak?"

Göz devirerek cevap yazmaya başladığım anda hocanın sınıftan içeri giren siluetini görüp telefonu sıranın üzerine bıraktım ve başımı kaldırdım.

Ah! İşte bunu beklemiyordum.

Lacivert gözler benimkilerle buluştuğu anda, duruşunun güzelliğiyle mest oldum. Sabah düşündüğümden daha yakışıklı gelmişti o an. Belki de aramızda başka insanlar olduğundandı. Bakışmamızı sonlandırıp, telefonumu elime aldım ve titreyen parmaklarımla mesaj yazmaya başladım.

"Burada ne yapıyorsun?!"

Cebinden telefonunu çıkardı, ekranını kontrol edip büyük ihtimalle benden gelen mesajı gördükten sonra dudağını alayla kıvırarak masaya bıraktı. Bunları yaparken gözlerini benden ayırmıyordu. Fark edilmemek adına hemen kafamı eğip ellerimle oynamaya başladım.

O da bakışlarını çekip, mükemmel aksanıyla İngilizce konuşmaya ve kendini tanıtmaya başladı.

Ah bu adam İngilizce konuşurken daha mı etkili oluyordu? Kendi dilinde kendi kültürüyle konuşan Lacivert'e haksızlık ettiğimi fark ettim. Bu haliyle muhteşemden de öteydi. Sinemin fısıltısıyla düşünce denizimden çıkmak zorunda kaldım.

"Beren bu ne yaa? Şimdi bunun hoca olduğuna inanmamızı mı bekliyorlar?"

Hayranlıkla kurduğu cümleler içimde beliren öfkeyi ağırladı. Dudağımı zoraki bükerek gülümsedim.

Yaa sen bir de bana sor diye geçirdim içimden. Kalemi ne kadar sıktığımın farkına varmadan kadife sesini dinlemeye koyuldum. Misafir öğretim görevlisi olduğunu ve bir süre okulda olacağını belirttiğinde, arka sıralardan yükselen cırtlak sesli kızın sorusu kaleme daha sıkı sarılmamı sağladı.

"Peki ne kadar süreliğine Mr. Allen?" diye cıvık İngilizcesiyle sorarken söylediklerini alayla içimden tekrar ettim.

İtiraf etmek gerekirse sınıftaki herkes İngilizceyi su gibi konuşuyordu ve bu da benim biraz çekimser kalmama neden oluyordu. Ben de iyiydim ama onlar kadar değildim. Sinem imayla bana bakarken o da arkadan gelen sesi kastediyordu. Omuz silkerek 'bana ne' mesajı verdim.

Bakışlarımı ona sabitleyerek, bir kez daha mesaj yazdım.

"Umarım derse girmek için kimseyi öldürmemişsindir."

Oysa o çoktan anlatacağı konuya geçmişti. Masasına doğru yürürken telefonuna baksın diye gözünün içine bakıyordum ancak ekrana kısa bir bakış attıktan sonra eline almadan tahtaya yöneldi.

Aghhh! Tüm sinirimi içime akıtarak sabırla dersi dinledim. Gözlerim arada ritimle dalgalanan dudaklarına kayıyor, lacivert gözleriyle buluştuğumda beni dinlemeyen heyecanıma yenik düşüp bakışlarımı indiriyordum. Nihayet ders sonuna geldiğimizde sınıftan çıkmadan bizi durdurdu.

"Haftaya herkesten bugün işlediğimiz konuyla ilgili somut bir çalışma bekliyorum." dediğinde kalakaldım.

Sinem de benimle aynı şeyi düşünüyor olacak ki bana döndü. "Ödev nedir şimdi yani anladın mı?" Kafamı iki yana salladım. Ödev üzerine soru soramadan sınıftan çıkmıştı.

Aynı anda telefonum titredi.

"Gidemezsin."

Hah. O kadar mesaj yazmıştım cevabı bu muydu?

"Normal bir öğrenci gibi davranmaya çalışıyorum profesör(!) Sizin izninize ihtiyacım yok. Bence bu yaptığım da görev dahilinde." Mesajı öyle büyük bir hırsla yolladım ki Sinem kolumu dürttü.

"İyi misin Beren?" Duruşumu düzeltip gülümsedim.

"İyiyim. Kaçta gidiyoruz?"

Yüz ifadesi yumuşarken heyecanla ekledi. "Hemen mekana geçebiliriz."

Telefonum art arta titremeye başlamıştı ancak aldırış etmeyerek, Sinem'in koluna girip onu takip ettim. Peşimden gelip rezillik çıkaramazdı ya! Ne de olsa o artık Mr. Allen'dı. Koruması gereken bir şöhreti vardı.

Arabama binerek Sinem'in peşine takıldığımda gideceğimiz yerin kampüs dışı olduğunu anlamış bulundum.

Lacivert'in beni takip edip etmediğini kontrol etmek adına sık sık dikiz aynasına bakıyordum ancak yol olabildiğine boştu. Sahil şeridinde biraz ilerledikten sonra Sinem sinyal vererek arabayı sağa çekti. Onu izleyerek, arabayı park ettim. İndiğimiz anda, işaret ettiğini mekanı görünce kaşlarım havalandı. Son derece gürültülü gece kulübünü andıran mekana emin olmayarak baktım. Üst kattaki süslemelerden parti hazırlığı belli oluyordu.

"Sinem küçük organizasyon dediğin bu muydu?" şaşkınlıkta sormuştum ama kızmıyor da değildim. Üzgün bir şekilde suratıma baktı.

"Ben de bu tarz mekanlardan hoşlanmam ama arkadaşlar ayarlamış kıramadım." Sonra kolumu tuttu.

"Hadi gel sen de! Sıkılırsan hemen ayrılırsın söz." Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarırlar sözünün uygulamalı versiyonu Sinem'di.

"İyi de ben kimseyi tanımıyorum." dediğimde şirince gülümsedi ve kolumu çekiştirmeye başladı. "Ben tanıştırırııımm."

Üst katın köşesinde bulunan neredeyse otuz kişilik büyük bir loca vardı. Çekingen adımlarla ilerlememe rağmen, Sinem gülümseyerek oradaki gruba el salladı ve beni çekiştirmeye devam etti. Kalabalıkta gezinen gözlerim bir çift karagözü üzerimde hissedince duraksadım. Harika, Onur da ordaydı. Zoraki bir gülümsemeyle yanlarına ulaştığımda Sinem üşenmeden otuz kişiyi de benimle tanıştırdı. Çoğu bizim okuldandı. Bazıları da Sinem'in eski arkadaşlarıydı.

En sonunda Onur'a geldiğinde onu es geçerek bana göz kırptı. Yarım saat kadar etrafa bakınarak geçirdim. Arada Emre adlı gözlüklü şirin bir çocukla ve bir de Gökçe diye geveze bir kızla sohbet etmiştim. İkisi de okuldandı. Onur'un herkes tarafından sevildiğini fark etmem de uzun sürmedi. Çocuğu belki de yanlış değerlendiriyordum diye düşünürken telefonum titredi. Tekrar.

Oflayarak ekran kilidini açtım. Yeni gelen mesajla beraber dokuz mesaj olmuştu.

Edepsiz Lacivert 18:30

"Yeterince açık olamadım sanıyorum. Gitmiyorsun!"

18:40

"Bahçede bekliyorum."

19:00

"Neredesin?"

19:01

"Lanet olsun inatçı ufaklık!"

Ani bir ateş basması vücudumu istila ederken öfkeden elimdeki portakal suyu bardağını iyice sıktım ve mesajların devamını okumadan telefonu kapadım.

Ufaklıkmış! Sensin ufaklık! Edepsiz!

Kafamı kaldırdığımda Onur'la göz göze geldim.

Belli belirsiz bir gülümseme yolladığımda anında yanımda bitti. Hâlbuki sinirimi örtmek için yapmıştım o hareketi.

"İyi misin?" diye ilgiyle sorunca kaşlarımı çattım.

"Tabii ki iyiyim neden?"

Gülümsemesi alaydan uzaktı. "Bardağa ve eline yaptığın işkenceye bakılırsa çok da sakin değilsin."

"Hah" dedim şapşal gibi görünerek. "Farkında değilim, dalmışım."

O sırada arka fonda "iyi ki doğdun" temalı bir şarkı çalmaya başladı. Işıklar söndüğünde kocaman üç katlı uçuk mavi bir pasta göründü ve Sinem'e tezahüratlar başladı. Sinem utangaç bir edayla pastasını üflerken bizler de alkışlamaya koyulduk. Pasta kesildikten sonra ortamdaki sesler biraz yumuşayınca telefonumun sesini duydum.

Kotumun cebimden çıkardığım telefonun ekranında "Edepsiz Lacivert" yazıyordu.

Yanımda duran Onur'un tek kaşı kalkerken imayla güldü. Ama bu gülüş keyiften uzaktı.

"İlginç bir isim." diye ağzının içinde mırıldandığında, "ufak bir espri" diye cevap verdim ve cam kenarına geçip telefonu açtım.

Konuşmak yerine onu dinledim.

"Aşağı in." İfadeden arınmış sakin kadife ses önce kendimi iyi hissettirse de ne söylediğini algılayıp kaşlarımı çattım.

Gözlerim etrafı tararken, sahil kenarında bana bakan çatık kaşlı bir Lacivert görmeyi beklemiyordum.

Gözlerimi kapatıp açarak, gördüğüm sahnenin doğruluğunu ölçtüm. Evet, doğru görüyordum. Bir çift lacivert göz pek de hoş olmayan bir halde bana bakıyordu. İçimde alevler dans ederken sakin olmak için kendime zaman verdim. Yanlış bir şey yapmamıştım. Yeni bir okula başlayan ve arkadaş ortamına giren bir öğrenci gibi davranıyordum. Bunda ne vardı ki?

Bakışmamız devam ederken, bir an onu arayıp, dikkat çekmemek adına önüme döndüm.

"Ne yapıyorsun James?! Seni görürlerse şüphe çekeriz." Karşıdan gelen sesin tıslama gibi oluşu, başımın derde girdiğinin göstergesiydi.

"Aşağı in Beren. Bir daha tekrarlamayacağım." Telefonu kapadı.

Sıkıntıyla saçlarımı karıştırdım. Locaya doğru yürürken Onur ve Sinem'in gözleri bendeydi. Onur'a bakmamaya özen göstererek, Sinem'e döndüm.

"Sinemciğim bir arkadaşım aradı, acil kaçmam lazım."

Sinem üzüntüyle yüzünü astı. "Daha pastamdan bile yemedin."

Gülerek onu teselli ettim.

"Benim için bir dilim ayır, muhakkak yiyeceğim."

Vedalaşıyorken Onur yanımıza geldi.

"Seni bırakmamı ister misin?" Kibarca gülümsemeye çalışarak başımdan savmaya uğraştım.

"Arabamla geldim ama yine de sağ ol Onur." Kalabalık gruba el salladıktan sonra, adımlarımı hızlandırarak çıkışa yöneldim.

Sahile kenarına bakındığımda orada olmadığını gördüm. Arabama doğru ilerlerken temkinli adımlarla sağımı solumu kontrol ediyordum ancak ortalarda yoktu. Derin bir iç çekerek arabama bindim. Göz ucuyla az önce ayrıldığım kulübün üst katına bakıyordum.

Onur'un beni izlediğini görünce dikkat çekmeden motoru çalıştırdım. Ancak arabada bir değişiklik hissediyordum. Kaşlarımı çatarak arkaya dönecektim ki kadife sesini ve hareket etmesiyle havada dağılan tütsüyü kokladım.

"Arkanı dönme, devam et."

Yaşadığım kısa süreli korkuyla elimi kalbime götürecekken Onur'un izlediğini hatırlayıp, vazgeçtim ve dişlerimin arasından bağırmaya başladım.

"Ne yaptığını sanıyorsun! Ödüm koptu!"

"Kafana göre takılmaya devam edersen, korkmaya alışsan iyi edersin."

Nefesini boynuma üflemese olmaz mıydı! Öfkeli çıkan sesinin üzerine cevap vermeyerek gaza bastım.

Sahilden uzaklaştığımız gibi kenara çekmemi istedi. Söylediğine itiraz etmeyerek, uygun bir anda sağ şeride yanaştım ve arabayı durdurdum. Araçtan ilk inen o oldu. Sakin bir şekilde ve ifadesizliğimi takınarak kapıyı açtım.

İndiğim anda kolunu kapıya yaslayarak beni arabayla arasına sıkıştırdı.

"Neden mesajlarıma cevap vermiyorsun?"

Sesli bir şekilde yutkundum. Bana bu kadar yakınken mantıklı bir şey söylemem mümkün müydü?

Kuruyan dudaklarımı dişleyerek zaman kazanmaya çalıştım. Alevlenen hareleri kısa bir anlığına dudaklarıma kaymasına rağmen, hızla gözlerinin odağını değiştirdi. Bana yakın olduğu her an, lacivert renginin bu kadar güzel olduğunu daha önce nasıl fark edemediğimi düşünüyordum. Siyahtan farksız bir renkti benim için. Ama bu, bu bambaşka bir şeydi.

"Ben..." diye başladığım cümleyi toparlayamadım. Çevik bir hareketle kolunun altından çıkıp kendimi yola atmaya çalıştım. Araba emniyet şeridinde duruyordu, otobandaydık. Ani hamlem sonucu sağ şeritten geçen bir kamyondan acı bir korna yedim ancak kolumdan kavrayıp beni tekrar kendine çekmişte gecikmemişti.

"Ne halt ediyorsun?!"

"Allah kahretsin! Kafamı karıştırmaktan vazgeç!" diye bağırınca sinirle gerilen yüzüne çatılan kaşları katıldı. İki kaşı arasında sinirle perçinlenen çizgi bile güzeldi. Hayır. Hayır. Bunları düşünmemeliydim.

"Bu okula görev amacıyla geldim ama her an attığın mesajlarla hareketlerimi kontrol edemezsin! Daha Metin Taner ortada bile yok! Arkadaş çevreme neden karışıyorsun ki?!"

Tepkisiz bir şekilde yüzüme baktığını görünce, parmağımı ona doğrulttum.

"Hepsi şu kontrol manyaklığın yüzünden değil mi James? Beni bir kukla gibi oynatmak istiyorsun?! Tek derdin sözünden çıkmamam! Normal bir gün geçirmem bu kadar mı rahatsız etti seni?"

Gözlerini yavaşça kapayıp açtığında, konuşmasını dizginlemeye çalışıyor gibiydi.

"Sen bu işi çocuk oyuncağı mı sanıyorsun? Dünya senin düşündüğünden çok daha kötü bir yer!"

Soğuk bir kahkaha attım.

"Az buçuk fikrim var bay kontrol manyağı. Arkadaş seçimi konusunda da dikkatli davranıyorum."

Daha fazla konuşmaya zahmet etmeden arabaya bindim. Ancak şoför koltuğuna değil de yan koltuğa geçmiş, kontrolü bana bırakmıştı.

Göz ucuyla ona baktığımda burun kemiğini sıktığını gördüm. Kapıyı açtığı an önüme dönmeme rağmen bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.

Arabanın kontağına giden eli bir an durdu.

"Bu konu burada kapanmadı." diye söylendiğinde ifadesizliğinin altındaki öfkeyi fark etmiştim.

"Elinden geleni ardına koyma!" dedikten sonra burnumu dikleştirip cama döndüm.

Az önce ona meydan mı okumuştum ben?!!

Continue Reading

You'll Also Like

1.7K 393 31
Hangi dünyada buluşacağız... Ya yarın bugün için çok geçse... Büyük bir savaşın ardında kalan bir geri dönüş macerası... Herkesi kurtarmayı başarabil...
2.1K 1.3K 11
Karaladığım satırları topladım bir araya; sonra gemi yaptım o kağıtları, yüzer sanmıştım ilk başta Gömülünce anladım. Gerçek; saklı kalmalıydı, deri...
65.3K 315 5
Burada yayinlayicagim butun kitaplar okunmasi gerekiyor çünkü bu kitaplar harika iste kesin okunmasi gereken 100 kitap....
6.9K 915 15
minlino: Aya çıkmak isterdim, Seni her öpüşümde. Ve gözlerindeki yıldızları izlemek, Parlayan yüzünün her bir tarafına öpücükler kondurmak, Güzel dud...