Portakal Kokulu Kız !!! Kita...

By yazarrkasa

1.4M 71.6K 5.1K

!!!Watty's 2016 - Gizli Cevherler Ödülü!!!! " Tiyatronu oynadın. Şimdi eserinden memnun bir şekilde odan... More

Bölüm -1-
Bölüm -3-
Bölüm - 4 -
Bölüm - 5 -
Bölüm - 6 -
Bölüm - 7 -
Bölüm - 8 -
Bölüm - 9 -
Bölüm - 10 -
Bölüm - 11 -
Bölüm - 12 -
Bölüm - 13 -
Bölüm - 14 -
Bölüm - 15 -
Bölüm - 16 -
Bölüm -17 -
Bölüm - 18 -
Bölüm - 19 -
Bölüm - 20 -
Bölüm - 21 -
Bölüm - 22 -
Bölüm - 23 -
Bölüm - 24 -
Bölüm - 25 -
Bölüm - 26 -
Bölüm - 27 -
Bölüm - 28 -
Bölüm - 29 -
Bölüm - 30 -
Bölüm - 31 -
Bölüm - 32 -
Bölüm - 33 -
Bölüm - 34 -
Bölüm - 35 -
Bölüm - 36 -
Bölüm - 37 -
Bölüm - 38 -
Bölüm - 39 -
Bölüm - 40 -
Bölüm - 41 -

Bölüm -2-

49.8K 2K 135
By yazarrkasa

O gece geç saatlere kadar eğlenip görüşemedikleri bir senenin acısını çıkarırcasına hasret gidermişlerdi. Defne Pelin'in ısrarları üzerine kendi evine gitmeyip onlarda kalmayı kabul etmişti. İkisinin de araba kullanamayacak kadar kafası güzel olduğu için taksi ile Pelinlere geçmişlerdi.

Sabah şiddetli baş ağrısı ile uyandılar. Sabah mı? Öğleden sonra diyelim biz ona. Uyandıklarında Pelin'in ailesi çoktan işe gitmiş evde bir iki hizmetli dışında kimse kalmamıştı. Pelinin ailesi de Defneler gibi meyve ve sebze bahçelerine ve fabrikalara sahipti. Pelin'in babası tek çocuk olduğu için ailesinden kalan mirası ve eşinin ailesinden gelen varlıkları vardı. Pelin'in anne ve babası -dayısının da küçük ortak olduğu - aile şirketlerini beraber yönetiyorlardı. Belki annesi babasından daha iyi bir patron olduğunu söylese yalan olmazdı.

Sabah sıvılaşmış macun kıvamında uyanan iki kız, öncelikli olarak duşa girmişlerdi. Onlar duş alırken hizmetliler de kahvaltı sofrasını hazırladılar. Pelin hazırlanmış Defne de Pelin'in dolabında üzerine giyebileceği abartıda –yani biraz daha az abartılı olsa yeter aslında- kıyafet arıyordu. Vücuda oturan dar ve mini kıyafetler, gösterişli taşlarla süslü –yine- mini kıyafetler, janjanlı renklerde mini ve –hayret- uzun elbiseler... Defne'ye hiç uymayan bir stili vardı Pelin'in. Gece giydiği kıyafetlere ter, içki ve sigara kokularının karışımından oluşan iğrenç bir esans sindiği için onları da giymek istemiyordu.

" Üzerine taş ve ya sim yapıştırılmamış bir kıyafetin var mı Pelin?" diye sordu alay eder gibi.

" Defne başım çatlıyor zaten beni deli etme suratını taşla boncukla süslerim şimdi!"

" İyi tamam, tamam. Bakayım ben biraz daha şu dolabın derinliklerine."

Defne kafasını dolabın içine gömdü. En sonunda açık pembe bir şort ve üstüne beyaz uçları dantel işlemeli salaş bir bluz bulmuştu. Saçlarını gelişi güzel topuzlarından yaparken Pelin de yüzüne –zorla- allık sürmeye çalışıyordu.

" Dur kızım ya çok renksizsin. Yüzün tıpkı ölü gelin gibi, gözüme batıyorsun yemin ederim ya. Az renk gelsin, dur bir dakika bitmez üzere. Az kıpırdanma, o homurtuyu da kes bakayım!"

" İyiyim ben böyle Pelin. Seviyorum ben beyaz tenimi, hem o benim doğal rengim. Mutluyuz biz, kıyma bize."

" Boşuna çırpınma, bilirsin benden kurtuluşun yok canım. Tamam, şimdi şu ruju da sürelim. Gözüne de şu kalemi sürüyorsun. Dur bir bakayım sana." Pelin gözlerini kısıp Defne'yi süzdü. Dudaklarını büzerek memnuniyetsizliğini belli etti.

" Neyse, şimdilik idare eder. Aç karnına seninle daha fazla uğraşamayacağım."

Pelin eserinden pek memnun olmasa da gecenin yorgunluğu ve açlık ağır bastığı için pes etmişti. Yoksa Defne'yi boya küpüne daldırılıp çıkarılmış bir yavru köpeğe çevirmesi an meselesiydi. Defne ucuz kurtulduğu için memnundu.

Birlikte keyifli bir kahvaltı yaptılar. Daha sonra Defne taksi ile evine geçti. Eve geldiğinde Melda Hanım ve Erdal üzerlerinde şık ve gösterişli kıyafetlerle evden çıkıyorken rastladı. İkisini görünce sağ elini havada çevirerek sordu.

" Hayırdır?"

" Ah tatlım, sen daha yeni mi geliyorsun yoksa?" Melda Hanım şaşırmaktan çok alay eder gibi sormuştu bu soruyu.

Defne geçiştirircesine kafasını sallayıp " Pelinlerde kaldım gece. Siz nereye?" diye sordu.

" Ah hayatım, önce şirkete uğrayacağız sonra da Gülfem Hanımla Kemal Beyin davetine gideceğiz. Bütün cemiyet orda olacak bu gün. Sen de gelmek ister misin?"

" Ben biraz dinlenip Barış'la vakit geçirmek istiyorum."

" Sen bilirsin tatlım. Erdal hadi hayatım geç kalıyoruz!"

Kapı girişinde, hizmetçi kıza kur yapan Erdal " Geliyorum canım" derken kıza da göz kırpmayı ihmal etmemişti. Defne bu durumu görse de gözlerini devirip puflamakla yetindi. Bir sene önce böyle durumlara müdahil olmama kararı almıştı zaten, bu evde kardeşi dışında bağ ya da yakınlık kurabildiği ve değer verdiği bir kişi hatta bir eşya dahi kalmamıştı.

Kapıda aptal aptal sırıtan hizmetli kıza " Barış nerede?" diye sordu, ses tonunda sinir hakimdi. " Havuz kenarında efendim.". Kız tam gitmek üzereyken " Ha bu arada, seni bir daha Erdal Bey ile o kadar samimi görürsem eşyalarını toplar gidersin bu evden, ona göre davran." Tehdit içerikli cümleleri kurarken gayet sakin görünüyordu.

Yine dayanamamıştı işte! Küçüklüğünden beri babasının annesini aldatmasını izlemişti uzaktan, şimdi de bu jigolo kılıklı sülüklerin annesinin arkasından iş çevirmelerine tahammül edemiyordu artık, elinde değildi, bu duygu engel olamadığı bir duyguydu içinde. Hem kanını emiyor hem de başka kızların koynunda gönül eğlendirmeye çalışıyorlardı. En azından biraz sadakat gösterebilirlerdi, hiç mi hatırı yoktu aralarındaki ilişkinin? Ya bu aptal kızlara ne demeliydi, kafaları biraz çalışsa bu sülükleri görünce arkalarına bakmadan kaçmaları gerekirdi. Ama beyinleri yerine belden aşağı organlarını kullandıkları için mantıklı düşünemiyorlar, gözleri ayrıntıları göremeyecek kadar kördü. Hoş annesi de her şeyi biliyordu ama durumundan şikâyetçi değildi. Yoksa öz kızına inanıp arkasında durmak yerine sevgililerine sığınmazdı.

Derin bir nefes alıp, aldığı tepkiye bozulan hizmetli kızı yok sayarak havuza doğru ilerledi.

Barış, gözlerini kapatmış bakıcısının ona okuduğu kitabı dinliyordu.

" Sorumsuzluk mu, ama kardeşlerim?" diye bağırdı. " Yaşam için daha iyi bir amaç, bir anlam arayan martıdan daha sorumlu biri var mıdır? Binlerce yıldır hep balık artıklarının peşinde koştuk. Fakat şimdi yaşamak için bir amacımız var; öğrenmek, araştırmak, özgür olmak! Size bulduğum şeyi göstermek için bana bir şans verin!..." ( Martı – Richard Bach)

Defne kendisini fark eden bakıcıya eliyle 'sus' işareti yapıp kitabı elinden aldı. Kısa bir sessizliğin ardından boğazını temizleyip okumaya devam etti. Sesteki değişimi anlayan Barış hemen gözlerini açtı.

" A-a-a-a-bbb-laa!" diye bağırdı sandalyesinde heyecanla çırpınarak.

" Bütün gece sizi sordu." Dedi bakıcısı hüzünlü bir ses tonuyla.

" Nasılmış bakayım benim yakışıklı altın prensim? Bak gitmeyeceğim demiştim sana. Öyle hemen kurtulmazsın benden." Ağlamamak için kendini sıktığını belli eden acemi bir tebessüm yerleştirdi dudağının kenarına. Kardeşinin yanaklarını koklaya koklaya, kocaman öpücükler kondurdu.

" Ne yapalım bu gün seninle ?"

" Sa-sss-a-aa-tt-ra-ran-ç-ç!"

" Doğru ya! En sevdiğin oyun!"

Küçük bir gülümsemenin ardından hizmetlilerden birisine satranç takımını getirmelerini söyledi.

Barış'ın matematik zekâsı oldukça iyiydi. Aslında etrafında yaşanılan olayları anlıyor fakat kendini ifade etmekte zorlanıyordu. İnsanların ona acıyarak mı yoksa tiksinerek mi ya da sevgiyle mi baktığını da hissedebiliyordu. Fakat tepki verebilecek fiziksel güce sahip değildi. Sevmediği insanların yanında huysuzlaşmak, anlamsız ve garip bağrışmaların ötesine geçmeyen tepkileri vardı sadece. Annesi Melda Hanımın yanında da sakin duramıyordu mesela çünkü annesinin ona olan bakışlarından hoşlanmıyordu, mutsuz hissediyordu kendini. Melda Hanım da oğluyla ilgilenmek konusunda pek istekli sayılmazdı.

Defne ile küçüklüğünden beri satranç oynarlardı ve bu Barış'ın en mutlu olduğu anlardan biriydi. Onu mutlu görmek Defne'nin yüreğine de tarifi mümkün olmayan bir huzur ve mutluluk veriyordu.

Saatlerce oyun oynadılar. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamışlardı bile. Akşam olmuş hava kararmıştı. Defne birden karşısında beliren Pelin'i görünce şaşırdı. Askılı tozpembe elbisesi, kalın tabanlı ve bir insan boyunda topukları olan pembe ayakkabısı ve kafasında deniz şemsiyesi gibi duran çiçekli pembe şapkası ile oldukça komik görünüyordu. Belli ki şık olmaya çalışıyordu. Klasik Pelin işte!

" Senin telefonun nerede bakayım?"

Telefon mu? Doğru ya Defne'nin bir telefonu varı ve saatlerdir varlığından bihaberdi. Telefonu neredeydi? Neden hiç çalmamıştı? Defne henüz belirgin bir cevap bulamamışken Pelin araya girdi.

" Aman be bakma öyle alık alık. Telefonunu bizde unutmuşsun kızım." Elindeki telefonu Defne'ye verip ani bir hareketle başını Barış'a çevirdi.

" Merhaba yakışıklı. Nasılsın bakayım? İyi gördüm seni. Gel bir öpücük ver bakayım Pelin ablana."

Pelin önce sulu öpücüklerinden yanaklarına kondurup sonra iştahlı makaslar aldı yanaklarından.

" Ablanı senden kaçırıyorum ufaklık. İzin veriyor musun?"

Kafasını olumlu anlamda sallayan Barış, belli etmemeye çalışsa da vücudu uyku alarmı veriyordu.

" Bunun için benden de izin alman gerekmez mi pelin? Hayır, merakımdan soruyorum yanlış anlama da!"

Defne gece hayatını oldum olası sevmemişti. Aslında Pelin de çok sevmezdi. Sadece farklı bir eğlence tarzı bilmiyorlardı. Oturup bulmaca çözecek halleri yoktu herhalde, onlar gençti. Belki bir gece film gecesi yaparlardı ama o da çok eğlenceli sayılmazdı.

" Bir senedir yoksun ve şimdi de ne kadar kalacağın belli değil. Ve sen şimdiden isyan sinyalleri veriyorsun öyle mi? Canına mı susadın kızım sen?"

Defne teslimiyetle başını eğdi.

" Haklısın patron. Özür dilerim maksadımı aştım. Boynum kıldan ince, ben tiz üzerime uygun bir şeyler giyeyim o zaman."

" Hala burada durduğun kabahat, çabuk ol!" diyerek elini sallayan Pelin telefonu ile ilgilenmeye başladı. Ah telefon! Defne hızla telefonunu kontrol etti. Altı cevapsız arama ve birkaç mesaj vardı telefonunda. Hepsi de ev arkadaşı Buse'den. Ne bekliyordun ki sanki aşk mesajı mı? diye söylendi Defne'nin yargılayıcı iç sesi. İç sesimi annemden almış olmalıyım dedi kendi kendine ve gülerek odasına geçti.

Dolabına öylece baktı bir süre. Bunlar alırken kesin Pelin de yanında olmalıydı. Bu kadar renkli giyinmeyi sevmezdi normalde. Mini kloş bir etek seçti karışık renkli. Üzerine fuşya bir bluz ve sarkıt küpelerini de taktı. Bu sefer biraz allık, ince bir göz kalemi ve pembe bir ruj sürmeyi de unutmamıştı, sırf Pelin'in hatırı için. Saçlarını kelebekli kıskaç tokası ile gelişi güzel bir şekilde topladı ve eline geçen ilk parfüm şişesinden üzerine bolca sıktı. Telefonunu ve cüzdanını lacivert askılı çantasına koyup hızla merdivenlere yöneldi.

Pelin kendisini gördüğünde beğenmediğini belli eden en muşmula bir yüz ifadesi ile karşılasa da Defne halinden memnundu.

" Çingene gibi olmuşsun."

" Teşekkür ederim."

Aralarındaki bu kısa diyalog, sık sık tekrar ettikleri bir alışkanlık haline gelmişti artık. Pelin Defne'nin kıyafetini beğenmez Defne pişkince teşekkür eder.

Defne arabasını gece barda bıraktığı için Pelin'in arabasına geçtiler. Pelin araba kullanırken her fırsata – hatta bazen fırsatı olmasa da- aynaya baktığı için Defne tedirgin olurdu. Defne'nin bolca karıştığı Pelin'in aynı derecede çemkirdiği bir yolculuk yaptılar.

Barda Koray ve Buğra birlikte onları bekliyorlardı. Bu sefer yanlarında kız arkadaşları yoktu. Bu gece daha samimi ve eğlenceli bir gece olacak gibiydi.

............................

Üzerinde tonlarca baskı varmışçasına açılmamak için direnen göz kapakları, bir mengeneyle sıkıştırılmış hissi ile çatlama noktasına gelen kafatası, iskelet sisteminin içinde huzursuzca fokurdayıp patlamaya hazır bomba gibi vaktini bekleyen poşete dönmüş bir mide, henüz uyanamamış sinir uçları ve sonuç olarak pelteye dönmüş bir insan vücudu. Bu sabahın hasar raporu –eksik kalanlarla beraber- buydu.

Defne zoraki bir şekilde sağ göz kapağını araladı önce. Beyni hata raporu gönderiyordu yüksek dozda: Çok fazla ışık! Çok fazla ışık! Ve gün ışığı artan bir baş ağrısı olarak geri dönüyordu kafasının içinde. Yavaş yavaş etrafa göz gezdirdiğinde odasında olduğunu fark etti. Fakat buraya nasıl geldiği ile ilgili en ufak fikri bile yoktu. Dün gecenin başlarını net hatırlasa da ilerleyen zamanlar bulanıklaşıyor bir yerden sonra da Defne'nin film kopuyordu hatırlamaya çalıştıkça. Aslında içki içmeyi pek sevmezdi. Hatta sırf sabah böyle uyanmamak için bile içmemek mantıklı geliyordu şimdi. Arkadaşları da öyle çok içki içen insanlar değillerdi. Ayyaş değillerdi sonuçta, gittikleri ortama göre bir ya da iki bardak zevk için yudumlarlardı o kadar. Defne genel olarak ikinci bardağa bile geçmezdi çünkü alkolden çok çabuk etkilenen bir bünyesi vardı. Ve tabiri caizse; içince sapıtanlardandı. Güzel eğlendikleri ya da çok mutsuz oldukları zamanlarda ipin ucunu biraz kaçırıyorlardı işte. Demek ki dün gece iyi eğlenmişiz, diye düşündü. Ah şu başı çatlamadan ağrısı dinse ve gece olanları hatırlasaydı iyi olacaktı. Önce lavaboya gitmek mi yoksa ağrı kesici içmek mi diye düşünürken midesi galip geldi. Uyuşmuş uzuvları midesinden gelen kasılmayla ani bir enerji yüklemesi yapıp onu lavaboya kadar taşımıştı. İç organlarının da bir kısmını bıraktığından şüphelendiği lavabodan çıkarken gözü aynadaki aksine takıldı. Dağılmış saçlar, akmış makyaj, yamulmuş bir surat ve geceden kalma çarpık çurpuk duran bir kıyafet. Ah gece giydiği kıyafeti bile çıkarmamıştı daha! Oflaya puflaya döndüğü odasında rahat bir eşofman takımı geçirdi üstüne. En sevdiği kıyafet kombini! Aşağıya inip mutfağa geçti, bir ağrı kesici içti ve arkasından sert bir kahve aldı makinadan. Şu an dünya Defne için en zevksiz, yaşanılması gereksiz ve rahatsız mekandı.

Uzaktaki nesneleri seçebilmek için gözlerini birkaç kere kırpıştırması gerekiyordu. Karşıdan gelenin annesi mi hizmetli mi olduğunu seçemiyordu şuan.

" Ah hayatım, uyanabildin mi? Biraz kötü görünüyorsun."

Bu çatallı tiz ses başkası olamayacak kadar orijinaldi.

" Evet, gece biraz fazla kaçırmışız sanırım."

" Gayet iyi eğlenmiş olmalısınız tatlım. Koray seni sabaha karşı getirdi eve. Sesine uyandık. Sen hala şarkılar söyleyip saçmalıyordun."

O an aklına gelince Melda Hanım bastırılmış bir kahkaha attı. Annesinin bu alayı Defne'nin yüzünü buruşturmasına sebep olmuştu.

" Ama kabul et tatlım, iki kadehten sonra oldukça komik hallere giriyorsun. Ah en son geçen sene.. Ne komiktin ama.." Melda Hanım kahkahasına bastırmaktan vazgeçmiş gülmekten konuşamıyordu artık.

Defne konuşmanın gidişatından pek hoşlanmamış ve bunu belli edercesine yüz kasları gerilmişti.

" Ben bir şeyler yiyeceği, siz kahvaltı yaptınız mı?"

" Tatlım sen saatin farkında değilsin tabi. Öğlen yemeği vaktini bile kaçırdın neredeyse akşam olacak. Sen keyfine bak biz havuzdayız."

Melda Hanım elinde tuttuğu turkuaz yelpazeyi bir anda açarak sallamaya başladı. Ve salonun cam kapısından çıkarak havuza geçti.

Defne iyice boşan midesini - hafifleyen baş ağrısıyla da rahatlamasıyla- güzel bir kahvaltı ile şımarttı. Karbonhidrat, glikoz ve proteini alan bedeni yavaş yavaş yaşam belirtisi gösteriyor ve beynine oksijen akışı sağlanıyordu.

Melda Hanımın yanına havuza geçti. Pişkin Erdal da her zamanki yerine konuşlanmış zevki sefa yapıyordu. Meymenetsiz herif!

Annesi Defneyi görünce " girmek ister misin hayatım, su çok güzel." Diyerek havuza çağırdı.

" Hayrı anne, ben konuşmak için geldim. Beni neden çağırdınız apar topar?"

Melda Hanımın genellikle neşe ile gülümseyen yüzü bu soruya muhatap olunca soldu bir anda. Nerden çıktı şimdi bu, der gibi bir bakış attı.

" Tamam, tatlım, konuşacağız tabi ki. Böyle dar bir vakitte konuşmayalım, akşam yemeğinden sonra oturalım konuşalım, olur mu? Sen şimdi dinlen toparlan biraz."

Defne omzunu silkti, içten içe annesinin konuşmaktan kaçındığı şeyi merak ediyordu ama şuan üsteleyecek hali yoktu. Vakti vardı nasıl olsa, o önemli gelişme her ne ise onu öğrenmeden buradan ayrılmaya hiç niyeti yoktu. Başka bir şey söylemeden içeri geçti.

Önce akşamdan üzerine –saç diplerine kadar- sinen içki, ter, sigara ve rutubet karışımı berbat kokudan kurtulmak için ılık bir duş aldı uzun uzun. Kalan vaktini Barış'la geçirdi. Barış'ın bedeni yorgunluk belirtileri göstermeye başlayınca onu uykuya emanet edip eline okumak için bir kitap aldı. Kulağına kulaklığını da takıp terastaki salıncakta mayışmak suretiyle kitap okumaya çalıştı. Bir ara Pelin ve ev arkadaşı Buse ile mesajlaştı ama bunu uykusunda mı yaptı gerçek hayatta mı bilemiyordu.

Hizmetli kızın dürtmesiyle uyandığında hava kararmıştı. Vücudu tutulmuş, boynu bükülmüş ve eli ayağı uyuşmuştu. Bir Allah'ın kulu da üzerini örteyim dememişti!

" Ne oldu?" diye sordu sersemlemiş bir hal ile.

" Anneniz akşam yemeği için sizi uyandırmamı istedi Defne Hanım. Yemek birazdan hazır olur."

" Tamam, geliyorum ben de."

Yemek lafını duyunca Defne'nin midesi ile beyni arasında bol gurultu içeren bir iletişim oluştu. Ve Defne ne kadar acıktığını far etti. Elini yüzünü yıkayıp ayılınca sofraya geçti. Erdal'ı da sofrada görünce iştahı biraz kaçmıştı ama yemekler o kadar güzel görünüyordu ki kaçmaya çalışan iştahının ucundan tutup geri getirdi kokular hemen.

Yemek yemeyi bitirdiğinde göbeğinde hafif bir çıkıntı oluşmuştu. İstanbul'da yumurta, makarna, hazır çorba gibi daha basit ve özentisiz yemeklerle son bir senesini geçirdiği için böyle bir sofra ziyafet demekti Defne için. Ancak tatlısını bitirdikten sonra masada kimsenin konuşmadığını fark etti. Her zaman anlatacak bir dedikodusu olan annesi bile düşünceli bir şekilde tabağındaki yemekle ilgileniyordu.

" Hepinize afiyet olsun." Defne ayağa kalmış merdivene doğru gidiyordu ki annesinin sesiyle vücudunu masaya doğru geri çevirdi.

" Afiyet olsun hayatım. Yarım saat sonra çalışma odasında konuşalım, olur mu?" annesinin yüzündeki ciddi ve hüzünlü ifadeye alışık olmayan Defne konuyu daha çok merak ediyordu artık.

" Tamam, ben yarım saat içinde çalışma odasında olurum."

Melda Hanım başını eğmekle yetindi. Belli ki konuşacağı konuyu tartışıyordu kendi içinde. Defne odasına çıkıp biraz oyalandıktan sonra Barış'a baktı uyandı mı diye. Gün boyu oldukça yorulan Barış'ın sabaha kadar uyanmaya niyeti yok gibiydi. Defne son çare olarak telefonuyla internete girip sosyal ortamda biraz vakit geçirdi.

Gözü hep telefonun saatinde olan Defne yarım saat sonra çalışma odasına geçmişti, henüz annesi gelmeden. Bu oda babasının yaşarken en çok vakit geçirdiği odaydı. Küçüklüğünün ulaşılmaz ve esrarengiz odasıydı bu oda. Çalışmayı çok seven babası evdeyken işlerini buradan idare eder, bazı zamanlar hizmetlilerle ve ya yanında çalışan başka genç sevgilileriyle bu odada oynaşırdı. Duvarları kitaplık kaplı bu oda kahverenginin hakim olduğu bir odaydı. Kahverengi ahşap mobilyalar, koyu kahverengi deri koltuklar, duvarda asılı son bahar tablosu, eskitme bir halı ve antika, oymalı büyük çalışma masası. Defne odanın kokusunu derin derin içine çekti, seneler geçse bile hala babası gibi kokuyordu.

Annesi ciddi bir ifade ile içeri girdiğinde Defne gözleri kapalı bir şekilde küçüklüğünün anılarını hayal ediyordu.

" Ah tatlım, bu oda hepimize babanı hatırlatıyor değil mi?" sesinde acı ve özlem hakim olan Melda Hanım derin bir iç çekti ve deri koltuklardan geniş olana oturdu. Defne'ye de karşısındaki koltuğu işaret etti. Her zaman ördek yavrusu gibi peşinden ayırmadığı Erdal sülüğü bu sefer yanında gelmemiş. Bu konuya karışmaması daha münasip olurdu çünkü.

" Hayatım bunu söylemek o kadar zor ki benim için.. " Melda Hanım nereden ve nasıl başlayacağını bilemiyordu. Yaptığı hataların böyle bir sonuç doğuracağını tahmin edememişti. Bugün geldikleri durumu kızına açıklamak hayatının en zor anlarında ilk ona girebilirdi. Şuan için tek istediği en azından bu konuşmayı biran önce yapıp bu kısmı atlatmaktı.

" Bir yerden başla artık anne! Endişelenmeye başlıyorum artık. Barış'ın durumunda bir kötüleşme mi var? Neler oluyor anlatın artık."

Defne için tek önemli konu Barış'tı. Ve bu durumun onunla ilgili olmasından korkarak bekliyordu.

" Hayır, canım, Barış ile ilgili değil o şimdilik iyi. Sorun maddi durumumuz."

" Ne demek maddi durumumuz?"

" Sözü fazla uzatmayacağım Defne. Biz iflas ettik. Sonuç bu."

Melda Hanım başını öne eğmiş Defne'den gelecek tepkiyi bekliyordu.

" Nasıl yani? Koskoca serveti üç senede tükettin mi? Bu mümkün değil!"

" Ben bu işlerden anlamıyorum biliyorsun. Birçok kere dolandırıldım ve çırpındıkça daha da battım. artık toparlayamayacağım bir hal aldı borçlar. Elimizdeki meyve bahçeleri ve fabrikayı satışa çıkardım."

" Nasıl yani? Babamın onca yıllık emeğini, etiyle tırnağıyla kazandığı bunca varlığı satıyorsun öyle mi? Üç senede bu kadar birikimi göz göre göre tükettin yok ettin öyle mi? Peki bana bunu niye şimdi söylüyorsun?"

Defne çıldırmanın eşiğindeydi. Elini kolunu koyacak yer bulamıyor, odanın içinde bir o yana bir bu yana volta atıyor, bazen saçını yolmak istercesine elini kafasında gezdiriyordu. İflas ettik! İflas ettik! Ne demek iflas ettik? böyle bir şey olamaz, bu bir kabus olmalı!

Melda Hanım irileştirdiği gözleri ve titreyen sesiyle devam etti konuşmasına.

" Çünkü senden istediğim bir şey var.."


Continue Reading

You'll Also Like

Kayıp By .

General Fiction

231K 15.4K 25
"Bazen, geçen sadece zamandır, bazı acılar bâki kalır. Bazı sözler bedenlere, bazı aşklar kalplere, bazı dostluklar da anılara saklanır..." Yetimhane...
1.9M 6.3K 3
//TAMAMLANDI\\ (Kitap baştan düzenlenip yazılıyor. Giriş, bir ve ikinci bölüm yayında olsa da tamamen düzenleme zamanı yazın bu yüzden daha geç yükle...
SİYAH MEZAR By sinemselay

Mystery / Thriller

12.3K 9.9K 50
Hayat sınavdı ve sınavlar zorluydu. Benim sınavımsa hayatımdı. Sevdiklerimin bedenimde ve ruhumda açtığı yaralarla onların söz hakkı olduğu hayatımdı...
2.1M 81K 23
Siz hiç sevgilinizden bir mesaj, e-posta ya da daha kötüsü bir post-it ile ayrıldınız mı? Ben az önce yaptım! Üstelik üstümdeki giysiye rağmen. Ne mi...