Karanlığın Esirleri (KİTAP OL...

By FurkanGursu

34.7K 7.5K 496

Karanlığın Esirleri kitap olarak yayınlanmıştır. Linkleri konuşmalarımda mevcuttur. İyi okumalar dilerim 🤟🏽 More

3. Esir - Ayşe Yılmaz
4.Esir - Sedat Eren
6. Esir - Sare Gülsoy
9. Esir - Esin Koçak
10. Esir - Maral Karaer
14. Esir - Deniz Onay Part 1
Deniz Onay Part 2

7. Esir - Cemre Dinçer

2.4K 1.1K 80
By FurkanGursu

Yüzde doksanı kendi kurguma, yüzde onu araştırmaya dayalı. Kendi karanlık dünyamdaki mahzenin kilitli kapılarından birini ardına dek açtım. Umarım seversiniz. Votelerinizi, özellikle yorumlarınızı bekliyorum. KEYİFLİ OKUMALAR. 

-Furkan Gürsu

Gecenin sessizliği şehrin acı yankılarını bastırıyor, karanlık bir sis bulutu gibi insanların üzerini örtüyordu. İstanbul'u eşine az rastlanır cinsten bir sessizlik kaplamıştı. Sanki gece ile beraber insanların da içlerine kötü bir şey çökmüştü. Herkes suskundu. Çoğunluğu evlerine çekilmiş, geride kalanları ise dışarıda içki şişeleriyle kafalarını güzelleştiriyor veya İstanbul'un gecenin 02.35'inde farklı yönleriyle keşfetmenin peşinde koşturuyordu. Bir de bu saatlerde rüyada olanlar vardı. Bedenini Dünya'da bırakıp, ruhunu alemden aleme dolaştıranlar..

Cemre yatmadan önce günün yorgunluğunu üzerinden atabilmek için sıcak suyla tatlı temiz bir duş aldı. Akşama kadar arkadaşlarıyla dolaşmış ve 7-8 saatin yorgunluğunu duşta yarı yarıya atmıştı. Şimdi de uyumak istiyordu. 18 yaşında kestane rengi düz saçlı, kahverengi gözlü 1.65 boylarında alımlı bir kızdı. Düz kestane rengi saçları beline kadar geliyordu ve büyük kahverengi gözleri ile iyi bir uyum içerisine giriyordu.

Cemre saçlarını kurutup düzgünce taramıştı. Kozmetik araç-gereçlerinde bulunan gece yatmadan önce sürülmesi gereken kremleri güzelce sürmüş, cildine iyice yedirmişti. Krem olan ellerini komodinin üstünde bulunan mendillerden bir tanesiyle silmiş ve sonra mendili yanında bulunan ufak çöp kovasına atmıştı. Artık uyku adeta psikolojik bir baskı uyguluyordu. Göz kapakları kapanıyor ve tek düşüncesini yatağa gidip uyumaya odaklıyordu. Cemre ayaklarını yere sürte sürte yatağın yanına gelmiş ve battaniyeyi açıp serin çarşafa kendini bırakmıştı. Yumuşak yastığı onu en iyi şekilde karşılamış ve saniyeler içerisinde Cemre'yi uyutmayı başarmıştı.

Cemre geceleri odasında veya herhangi bir kapalı alanda rahat uyuyamazdı. Ses veya hava gelmesi lazımdı. Yani odada kendisiyle baş başa kalmaması lazım. Düşünceler insanı rahatlıkla uçuruma sürükleyebiliyordu. Cemre'nin ise odada kendisiyle baş başa kalması tam anlamıyla intihardı. O yüzden yatmadan önce camı açmış perdeyi de biraz aralamıştı. Bu da hem dışarıdan sesin gelmesini hem de rüzgarın esmesine olanak sağlıyordu. Bu her zaman ona kendini iyi hissettirmiştir. Dışarıdan gelen sesler odanın içerisinde yalnız olmadığının göstergesiydi. Rüzgar ise yaz gününde aniden ortaya çıkan serin bir esinti gibi rahatlamasını sağlıyordu. Düşüncelerinden sıyrılıp uykuya geçişini bu sayede hızlandırabiliyordu.

Cemre uykusuna daldıktan yarım saat sonra İstanbul'un o sessiz sokakları şiddetli rüzgarın esintisi ile uğultularla boğuşmaya başlamıştı. Yerdeki teneke kutular, yapraklar, kağıt parçaları bir anda İstanbul'un sesi oluvermişti. Cemre'nin hafif aralık bıraktığı perdenin yarısı dışarı çıkmıştı. Cemre yatağında rahatsız olmuş, yattığı sol tarafından (cama bakan kısım) sağına dönmüştü. Göz kapakları kapalı olduğu halde gözleri içeride oldukça hızlı hareket ediyordu. Bir rüya gördüğü aşikardı. Ama rahatsızlığının sebebinin rüzgar olması imkansızdı. O zaten rüzgarın esmesi için camı sonuna kadar açmıştı. Gördüğü rüyada bir sorun vardı.

Kaşları çatılmış ve iyice huzursuzlanmaya başlamıştı. En sonunda dayanamayıp derin bir nefes alarak yataktan hafif bir şekilde doğrulmuştu. Oturduğu yerde nefes nefese kalmış bir şekilde etrafa boş boş bakıyordu. Sonra öylece durdu ve battaniyeyi üzerinden atıp ayağa kalktı ve başucunda duran sehpanın üzerinde duran telefonunu alıp ilk numarayı aradı.

İkinci çalışta telefonu açan kişi Defne'ydi. Uykusundan yeni uyandığını belli eden bir ses tonu ile ''Cemre ? Kötü bir şey olmadıysa hemen telefonu kapatmanı rica edeceğim. Çok yorgunum.'' 

Cemre endişeli bir ses ile ''Hayır hayır dur. Bir rüya gördüm. Aslında rüya değil. Şöyle ki siyah renkte bir gaz bulutunda gri renkte beliren dört satırlık bir yazı gördüm. Yazıyı anlayamadım fakat içimde bir şey var ki yataktan çok korkunç bir kabus görüyormuşum gibi uyanmamı sağladı. Şuanda böyle heyecanlı konuşmamın sebebi de bu aslında korkmuyorum ama-'' devam ediyordu ki Defne ''Geliyorum'' diyerek sözünü yarıda kesti. 

Defne, Cemre ile aynı mahallede oturuyordu ve evi sadece 150 metre uzaklıktaydı. Birkaç dakika sonra eve geldiğini bildirmek için Cemre'yi çaldırıp kapattı. Cemre de cama çıkıp anahtarı Defne'ye attı. Defne de Cemre ile aynı yaştaydı fakat ondan 5 cm daha uzundu. Bukle bukle siyah saçları ve saçlarının aksine parlak bir görünüme sahip olan mavi gözleri ile çok çekici bir kızdı. Cemre yatağın üzerinde sakinleşmiş bir şekilde Defne'yi bekliyordu. Kapı açıldığında ayağa kalktı ve Defne'yle kucaklaştı. 

Defne, Cemre'nin elini sıkıca tutup ''Şimdi bana gördüğün rüyada ki yazıyı anlat. Ya da söyle. Yani hatırlıyorsan tabi. Hatırlıyor musun?'' diye sordu. Hiç tereddüt etmeden ''Çok net'' diye cevap verdi. Defne kafasını yukarı aşağı tamam anlamında salladı ve ''Peki o zaman söyle bakalım neymiş.'' dedi. Cemre derin bir nefes koyverdi ve gözlerini kısıp sanki karşısında duruyormuş gibi baktı ve tane tane Defne'ye söylemeye başladı.

Kalabalığın içinde yıkık binalar hepsi soyut

Dualar galip gelmez bu karanlık bir boyut

Görmemek için gerçekleri kurtul gözlerini oyup

Bir ibadethanenin yıkılışına gözlerinizle tanık olun.

Defne, Cemre sözünü bitirir bitirmez ''İmgelem'' dedi. Cemre ne olduğunu anlamamıştı. Kafasını hafif yana çevirip dik dik Defne'ye bakarak ''Ne?'' dedi. Defne, Cemre'yi yatağa oturttu ve kendisi de yanına oturdu. ''İmgelem işte hiç duymadın mı ?'' diye sordu meraklı bir şekilde. Cemre ''Hayır o konular senin ilgi alanına giriyor.'' dedi. Defne gözlerini kısıp yırtıcı bir hayvan gibi, biraz da muzip bir şekilde Cemre'ye bakarak ''Çok komik.'' dedi. Cemre sabırsızlanarak ''Defne, gevezeliği bırak da imgelemin ne demek olduğunu açıkla'' dedi. 

Defne bir nefes koyverdi ve açıklamaya başladı. ''İmgelem insanın istediği şeyleri gözünde canlandırabilme yetisidir.'' Cemre lafa girişecek gibi oldu ama Defne elini kaldırıp ''Senin bunu isteyerek görmediğini biliyorum.'' dedi. ''Bu kişisel alanlarla ilgili bir şey. Şöyle ki algı duygularında önceden verilen nesnelerin aklın algılarında canlandırma sürecidir. Hayal edilen imgeler aklın gözüyle görülür. Senin düşüncelerden kaçma yöntemlerini en iyi ben biliyorum. Cemre bu lanet insanların çoğunda vardır, düşünceler susmaz. Ama seninkiler biraz daha ilerlemiş durumda. Şiir belki bize çözüm sunuyordur. Belki bunu çözersek biraz daha rahatlarsın belli mi olur ? Sen şiire odaklısın oturup çözmeye çalış bende sana sen bunu çözerken yardımcı olurum.'' dedi.

Defne bir nefeste tüm bunları anlatmayı başarmıştı ve Cemre'ye kalan tek şey bunları idrak edip bir sonuca varmaktı. Cemre kısa bir süreliğine sessizce bekledi ve ''Tolga ile Giray'ı ara hemen buraya gelsinler'' dedi. Defne anlam veremeyerek ''Neden onları çağırıyoruz ki?'' dedi. Cemre ''Giray da benim gibi şiir yazıp çiziyor ve ek olarak Tolga senin gibi bu konulara meraklı biliyorsun. Tek başımıza sabaha kadar sürer bu. Hele ben bu halimle hayatta düşünemem. Beyin fırtınası yapmamız lazım.'' dedi. Bu Defne'nin aklına yatmıştı. 

Tolga ile Giray, Cemre'nin bugün gezdiği arkadaşlarıydı. Onlar hep böyle dörtlü grup halinde dolaşırlardı. Küçüklükten beri aynı mahallede olmaları ve dip dibe büyümeleri onları birbirine bağlamıştı. Dördü aynı annelerden olmasa da manevi olarak birbirlerine kardeş gözüyle bakıyor hatta kardeşten öte bir şey olarak görüyorlardı.

Defne, Tolga ile Giray'a haber vermiş ve 10 dakika içerisinde Cemre'nin odasında toplanmışlardı. Cemre'nin ailesi yazlığa gittikleri için İstanbul'da değillerdi. Cemre'de dershanesi dolayısıyla burada kalmıştı. O yüzden gecenin bir vakti eve girip çıkmalar pek sorun teşkil etmiyordu. Giray 1.80 boyunda spora giden atletik vücutlu kısa saçlı kahverengi gözlü biriydi. Tolga'da Giray ile aynı boyda olmasına rağmen sporla pek ilgilenmiyordu. Saçları kıvırcıktı ve ona tatlı bir hava katıyordu. Defne kısa bir özet ile olayı anlatmıştı ve çocukların ikisi de ''Vay be'' diye tepki vermişlerdi.

''Hey bakın, bir imge bir insana kolay kolay gelmez. Buraya toplandık çünkü bu gerçekten zor bir olay ve gerçekten düşündürücü. Cemre'yi zaten biliyorsunuz. Onun kafasını fazla yakmak istemediğim için önce ben geldim ama ben de bu işi tek halledemeyeceğimi düşündüm. Cemre'nin de kararıyla sizi çağırdık.'' dedi Defne. Giray ayakta durmuş giysi dolabına yaslanmış ve eli çenesini sıvazlar vaziyette ''Şimdi bizden istediğiniz size bu şiiri çözmekte yardımcı olmamız öyle mi?'' dedi. Defne ile Cemre yorgun bir sesle ''Evet'' diye aynı anda cevap verdi. 

Giray ve Tolga birbirleri ile bakıştılar ve biri ''Tamam'' diğeri ise ''Peki olur'' diye aynı anda konuştular. Defne onlar gelene kadar dörtlüğü iki tane koparılmış not kağıtlarına yazdı ve onlara verdi. Giray eline alır almaz ilk satırı çözmüştü. Fazla hızlıydı. Kendinden emin bir şekilde elinde tuttuğu kağıda bakarak ''İlk cümle bir metafor.'' dedi. Defne ''Şaka mı yapıyorsun ya ? Daha eline alıp bakalı 10 saniye oldu olmadı. Giray bu ciddi bir mesele hani farkına varmadıysan belirtmek isterim.'' dedi. Giray derin bir nefes verip ''Defne biraz sus ya.'' dedi. 

Giray'ın Defne'den canı sıkılmıştı belli. Aslında onun bu haline her zaman alışıktır, Defne küçüklüğünden beri susmazdı. Ama önemli olaylarda susması gerekiyordu ve o bunun farkında değildi. Konunun önemli olduğunu biliyordu ama susmayı bilmiyordu. Giray bakışlarını Cemre'ye çevirdi ve ''Bu bir metafor. Kalabalığın içindeki yıkık binalardan kasıt insanoğlu. Soyut kelimesi bunun mecazi kısmını açıkça vurguluyor'' dedi. Cemre kafasını sallayıp ''Aynen haklısın, bu çoğu zaman rastlanır. Peki diğerleri ?'' dedi. 

Bu sefer Tolga söze girdi ''İkincisi bir çıkışın olmadığından bahsediyor. Yani ilahi bir güç, edilen dualar, sığınacağımız kapılar, bunların hiçbirinin işe yaramayacağından bahsediyor. Karanlık boyuttan kasıt o. Eğer oradaysan çıkışı yoktur.'' dedi. Cümlelerini tane tane ve hiç teklemeden kurmuştu. Söylediği sözlerin arkasında durduğu açıkça belliydi. Cemre ''Biz bunu sabaha kadar anca çözeriz diye düşündük ama siz hemen halledecek gibi gözüküyorsunuz'' dedi. Zor da olsa bunu biraz tebessüm ederek söylemişti. Cemre ''Yani bu hep böyle mi olacak ? Karanlık boyutta mıyım ? İyi dileklerimin hiçbiri olmayacak mı yani ? Hep böyle karanlık düşüncelerle mi boğuşacağım ?'' diye sordu. Ses tonu umutsuzluk kaplıydı. Tolga başını iki yana salladı ve ''Hayır hayır bu öyle bir şey değil. Bu bir ortamdan bahsediyor. Bir hayal dünyası veya seni her gün köşeye sıkıştıran bir katil gibi bu odayı sana dar eden o düşüncelerden değil. Bir mekandan bahsediyor.'' dedi.

Cemre gözlerini kısmış anlamaya çalışıyor gibiydi. ''Mekan derken ? Burada öyle bir şey göremiyorum yani nereden anladın ?'' dedi. Tolga çenesini sıvazlayarak bilgin bir tavırla ''Boyut derken bir çok şeye değinilebilir. Bir rüya alemi olur. Dünya üzerinde bu unsurları barındıran bir yer olur. Zihninin köşesinde ki kapalı bir mahzene sıkışmış çığlıklarla boğuşan 'sen' olur..'' dedi.

'Sen derken' gözleri ve kaşıyla Cemre'yi işaret etmişti. Bu da mecazi 'Cemre'ydi. Zihninde kelimelerle boğuşup bu savaşta kaybedip her saniye daha çok o kapalı mahzende bir korkak gibi köşeye sinmiş Cemre'den bahsediyordu.

Merakla Tolga'ya ''Peki bunun gerçek, somut bir mekan olduğu kanısına nasıl vardın ?'' dedi. Bir labirentin ortasında çıkışı bulmaya çalışan ufak bir kız çocuğu gibiydi. Çıkışı bulmak için bulmaya, çözmeye çalışıyor gibiydi fakat çıktığı yol yine o labirentin ortasıydı. Giray ile Tolga geldiği için neredeyse minnettardı.

Tolga aynı bilgin ve kesin kararlı ses tonuyla konuşmaya devam ediyordu. Bu cool duruş Defne'yi her zaman etkilemiştir. İstemsizce ona doğru çekiliyordu. Tolga ''Bu dizelerde yansıma unsuru ön planda. Çoğunluk soyut ve mecazla kaplı ama ironik olarak ilk dizeden itibaren mecaz olarak belirtilen her şey somut olarak karşımıza çıkıyor. Bu da demek oluyor ki bahsedilen boyut bir mekan. Duaların, herhangi bir ilahi gücün etkisiz kaldığı, anormal derecede kendini Dünya'dan soyutlamış bir mekan. Yine bir ironidir ki bu mekan Dünya'da yer alıyor.'' dedi ve hafif bir tebessümle sırıttı.

''3. satırı da çözdüm'' diyerek Giray tekrardan konuştu. Bu sefer odadaki bütün bakışlar ona odaklanmıştı ve merakla onun ağzından dökülecek olan kelimeleri bekliyorlardı. Giray biraz çekinerek ''Tolga'nın söyledikleriyle beraber aklıma gelen ilk düşünce desteklenmiş oldu fakat bu biraz daha uç noktası. Yani nasıl anlatsam-'' diye geveliyordu ki Defne yine mızmızlanarak ''Giray tek sefer de söyle de olsun bitsin işte!'' diye söylenmeye başlamıştı. Bu sefer haklıydı. Çünkü Cemre de iyice sabırsızlanmaya başlamıştı. Giray derin bir nefes koyverdi ve ''Tamam pekala.'' diyerek söze girişti.

''Bu bir kıyım. Toplu infaz gibi bir şey. Ama insanlara diz çöktürüp kafalarına kurşun sıkacak türden basit bir şey değil. İlk iki cümle çok net. İnsanoğlunun acziyetinden ve sonrasında çaresiz bırakılışından bahsediyor. Şahit olacağımız gerçeklerden kasıt ise büyük bir ayin olabilir. Onlarca kurban ve litrelerce kana ihtiyaç duyulan ve gerçeği açığa çıkaracak olan bir ayin.'' dedi. 

Defne ellerini havaya kaldırarak ''Tamam paranormal olayları severim ama benden bu kadar. Eve gidiyorum.'' dedi ve oturduğu yataktan kalkıp kapıya doğru yöneldi. Elini kapının kulpuna uzatıp kapıyı açacakken Tolga ileri atıldı ve Defne'nin elini tutarak ''Korkacak bir şey yok. Zaten bunlarda bizim paranormal paranoyaklığımızdan ortaya çıkmış şeyler işte. Sadece bir rüya. 4. satırla beraber şiiri açığa kavuşturalım, hep beraber evlerimize dağılırız zaten'' dedi.

Defne, Tolga'nın elini tutmasıyla beraber adeta erimişti ve tüy gibi hafiflemişti. Aşık edasıyla Tolga'yla bakışırlarken Cemre kafasını iki yana salladı kesin bir ifade ile ''Hayır.'' dedi. Herkes şaşkın ifadelerle Cemre'ye odaklandı. Neye neden 'Hayır' dediğini kimse bilmiyordu. Giray aynı keskinlikte ''Noldu ?'' diye sordu.

Cemre ''Gerçek ayinle ortaya çıkacak evet bu doğru. Ama neyin gerçeği ? Konu oldukça karmaşık ve ben ömrümde böyle bir şeye şahit olmadım. Olan insan da milyon da birdir. Son satıra odaklanın. Bir düğümü de ben çözeyim değil mi?'' dedi. Bakışlarını emin bir ifadeyle Giray, Tolga ve Defne'nin üzerinde dolaştırdı. Üçlü, aynı şekilde başını salladı ve Cemre'yi dinlemeye başladı.

''Her ne olacaksa benim veya bizim buna şahit olunmamız isteniyor. Bizi apaçık davet etmiş. Yani evlerimize dağılmayacağız, o ibadethaneyi bulup olanları göreceğiz.'' dedi. Defne öfkelenerek ''Ya sen ne dediğinin farkında mısın ?! Ya da Giray ve Tolga'nın dediklerinin farkında mısın ?! Bak bunun gerçek olma olasılığı bile az. İmgelem bir şekilde az bir ihtimal dahi olsa bir insanı bulur evet ama sadece basit bir rüya. Bu kadar büyütmenin alemi yok, gerçekten korktuğun ve yardıma ihtiyacın olduğu için geldim, gecenin bir yarısı saçma bir dörtlüğün peşinden koşmak için değil'' dedi.

Cemre de aynı öfkeyle karşılık verdi ve yataktan doğrulup Defne'nin karşısında dikildi. ''Bak anlamıyorsun! İmgelem bir kere gelmişse bir şey ifade ediyor demektir. Bunun birçok belirtisi var tamam mı. Uyku sersemi imgelemin ne olduğunu bilmiyordum ama şimdi birkaç şeyi hatırladım. Ama şu kadarını söyleyeyim, bu kehanete kadar uzanıyor. Belki de bu kıyımı durdurabiliriz ? Kastedilen ibadethane ne ise orada olacak olan o kıyımı durdurabiliriz.'' dedi.

Giray huzursuzca kıpırdandı. Olanları bir şeyle bütünlemeye çalışıyormuş gibiydi. Sanki kafasında bir puzzle'ın eksik parçalarını bir araya getiriyor gibi. Yere sabitlediği başını kaldırıp gruba döndü ''Denemekten zarar gelmez. Ben varım.'' dedi. 'Ben varım' derken Cemre'nin gözlerinin içine bakmıştı. Beş on saniye kadar bakıştıktan sonra ortamda oluşan sessizliği Tolga bozdu.

Bu sefer odak nokta olma sırası Defne'de idi. Defne kıkırdayarak ''Hahah birilerinin böyle bir anda ilgi odağı olmak çok keyifliymiş ya, keşke diğerlerini de ben çözseydim'' deyip gülümsemeye başladı. Giray, Defne'nin cümlesine kendisine hakim olamadan istemsiz bir şekilde gülümseyerek cevap verdi. Tabii Tolga ve Cemre'de öyle. Ama Defne 10 dakika öncesine göre şuan daha olgun bir şekilde hemen kendini toparladı ve durumu izah etmeye başladı.

''Siz olayları hep mantıksal çözümleme tekniğiyle ele aldınız ironi, soyutsallık gibi. Bense hepinizden farklı olarak edebi haliyle ele almayı denedim. Şöyle ki; ilk cümlede yıkık insanlardan bahsediyor, yani mutluymuş gibi gözüküp aslında öyle olmayanlardan ve bu insanların çoğunluğundan yani bu insanların çok olduğu, insanların en kalabalık olduğu semt ?'' dedi. Aslında bunu bir soru edasıyla sormamıştı ama bakışları ve surat ifadesindeki mimikler soruyu andırır gibiydi. Tolga, Cemre ve Giray hiç beklemeden aynı anda soru ile karışık olan söylemi hep bir ağızdan cevapladılar. ''Taksim''

Defne iyi bir tahminde bulunmuştu. Grupta başını sallayarak Defne'yi onayladı. ''Taksim tam anlamıyla harabedir. Her ne kadar dışarıdan havalı ve her zaman albenisi olan bir yer olarak gözükse de aslında insanları, semtin arka mahallerinde bulunan eski yıkık binalardan daha kötü bir haldedirler. İstanbul'unda en kalabalık semti. Her gün oradan binlerce insan geçiyor, uğruyor. Bariz bir şekilde Taksim. İbadethane de zaten iki adet var. Birincisi İstiklal'in girişinde sağ tarafta bulunan ufak cami. İkincisi de Galatasaray Lisesi'nin yanında bulunan kilise. İkisine de bakalım derim ama bu saatte ibadete açık olduklarını sanmıyorum. Cami sabah ezanına doğru açılır. Kilise ise hangi vakitlerde halka açılır bilemiyorum. Keşke hristiyan bir tanıdığım olsaydı.'' dedi.

Giray fazla beklemeden ''Kiliseler sabahın erken saatlerinde açılırlar, tam saat bende bilmiyorum, yine de açılırlar. Günahlarımızın çıkarılması için pederden özel izin alabiliriz. O zaman belki açar ama çok ısrarcı olmamız gerek. Bence dua edelim de caminin kapıları filan açık olsun. Düşük bir ihtimal ama belki oluru vardır.'' dedi. Tolga sabırsızlanmaya başlamıştı. Giray sözünü tamamlar tamamlamaz ''Oraya gitmeden göremeyiz değil mi ?'' dedi. ''Hadi ikisine de teker teker bakalım. Burada durup sadece vakit kaybediyoruz.'' diyerek sözlerine devam etti.

Cemre suratını astı ve ''Aah hadi ama! Saat 3'e doğru geliyor. Bu saatte otobüs veya metro çalışmayacağına göre tek seçenek taksi. Zaten Sarıyer'den Taksim'e metro yok, Hacıosman'a gidip oradan metroya binebiliriz. Metro da kapandığı için o şık iptal. Ama Sarıyer'den Taksim'de taksi ile bayağı tutar. Bende para yok, hepsini tükettim. Bizimkiler zaten yarın gelecek o yüzden dert değil ama bilseydim harcamazdım. Sizinde yanınıza para aldığınızı sanmıyorum. Şimdi ne yapacağız ?'' diye sordu. Haklıydı. Grubun ellerinde çare tükeniyor gibiydi. Fakat Defne'nin yanında kapının önünde dikilen Tolga muzip bir tavırla gülümsemeye başladı.

Bunu fark eden Defne Tolga'ya dönerek ''Komik olan ne ?'' diye sordu. Bunu sitemkar bir ifade ile değil ciddi bir şekilde merak ederek sormuştu. Giray ve Cemre'de sorunun cevabını merak ediyorlardı. Tolga cebinden Opel marka bir arabanın anahtarını çıkardı. Giray omuzunu koydu giysi dolabında doğruldu hızlı adımlarla yürüyüp Tolga'nın karşısına dikildi. Cemre de aynı şekilde Defne'nin karşısında dururken birden Tolga'nın önüne geçtiler ve Giray ile birlikte anahtara bakmaya başladılar. Tabii ki de ilk soruyu soran Defne oldu.

 Hafif kekeme bir şekilde ''To-Tolga bu anahtar nerden çı-çıktı ? Senin araban mı vardı ya ? Ya bana nasıl söylemezsin ?'' dedi. Özellikle kendini belirtince ortamdaki bakışlar Defne'ye yoğunlaştı. Durumu fark eden Defne kendini toparlayarak ''Yani, biz. Bizden nasıl saklarsın ?'' diyerek durumu düzeltmeye çalıştı. Giray da aynı meraklı şekilde ''Evet oğlum sen nereden buldun bu anahtarı ?'' dedi. 

Tolga iki elini taraftarları susturmaya çalışan amigolar gibi sallayarak ''Sakin olun ya, bir durun.'' dedi. ''Bugün doğum günü hediyesi olarak babam aldı. Gece 12'den sonra verdi. Bu gece de standart olarak evde pasta filan keseceğiz işte. Buraya kadar gelmişken yanımda getirip size de sürpriz yapayım dedim. Şans bu ya. İlk sürüşümü bir maceraya atılarak yapacağım. Surat ifadelerinizden anladığım kadarıyla sürprizin büyüğü oldu. Neyse en azından benim gibi çığlık atmadınız.'' deyip muzip bir şekilde güldü.

Cemre gözlerini devirerek ''Hayırlı olsun da ufak bir kız çocuğu gibi çığlık attığını söylemeseydin daha bir cool olabilirdin. Neyse çıkıyor muyuz ?'' diye sordu. Arkadaşları biraz da olsa eğleniyordu fakat kendisinin canı oldukça sıkkındı. İçinde hala yataktan uyandığı an ki korku kaplıydı. Yalnız kimseye söylemediği bir his de kaplıydı içinde. Öfke. 

Bir şeye öfkeliydi. Bir şeye öfke duyuyordu ama anlam veremiyordu. Dışa vurmamak için kendini tutuyordu. Kimse olan bitenin farkında değildi. Giray hariç. O da biraz. En azından ortamda sessiz duruyor. Çoğu zaman şiirin dizilerine çoğu zaman da Cemre'ye o kahverengi gözleriyle derin derin bakıyor ve ondan gelecek olan komutu bekliyordu. Defne ile Tolga'nın birbirlerinden hoşlandığı aşikardı. Giray da Cemre'ye olan zaafını her açıdan belli ediyordu. Ama Cemre'nin bunu düşünecek ne vakti ne hali vardı.

Giray toparlanarak ''Hadi çıkalım artık. Ne neymiş, ne ne değilmiş öğrenelim. Değil mi ? Hadi.'' dedi ve Defne İle Tolga'yı durdukları kapının önünden ayırdı ve kapının kulpunu açıp odadan çıktı ve aşağı indi. Cemre de ''Sonunda'' diyerek bir nefes koyverdi ve rahatlayarak odadan çıktı. Cemre'lerin evi iki katlıydı ve onun odası ikinci kattaydı. Hızla Giray'ın arkasından merdivenlerden indi fakat son basamağı atacakken üzerinde pijama olduğunu fark etti. Mahalleye çıkacak olsa bunu pek umursamazdı fakat gideceği yer uzaktı ve söz konusu Taksim'di. Her ne olursa olsun üstünü değiştirmeliydi.

Aşağı indiği hız ile yukarı tekrardan çıktı. Yukarı çıkarken arkasından gelen Tolga ve Defne'ye çarpıp yalpalamıştı. Defne ''Noldu nereye?'' diye Cemre'nin arkasından hafif bağırdı. Cemre odaya girerken aynı bağırtıyla ''Pijamalıyız.'' dedi. Tolga ve Giray üstünü giyinip gelmişlerdi. Giray siyah bir düz body ve siyah bir kot giymişti. Tolga mavi bir gömlek ve lacivert bir pantolon giymişti. Evden çıkarken süsünden püsünden geçilmeyip geç giyinip gelen her zaman kadınlar olur diye bir kaide var ama Giray ve Tolga bu kaideyi bozuyordu. Ama şöyle bir şeyde var tabii; istisnalar kaideyi bozmaz.

Defne elini alnına vurup ''Aptal kafam!'' dedi kısık bir sesle. Sonra o da Cemre'nin odasına doğru hızla çıktı. Tolga elini ''Hay Allah'ım'' ya diyerek salladı ve yavaş adımlarla aşağı indi. Defne Cemre'nin krem renginde, geniş ve dağınık odasına hızla dalarak ''Cemre bana göre de bir şeyler versene. Eve tekrar girersem anahtar sesi filan annem kesin uyanır, sonra on saat 'Neredeydin, kiminleydin' bir ton tantana-'' Cemre elini Defne'nin ağzına dayayarak ''Defne Allah aşkına gece gece ne bu konuşma azmi ya. Erinmiyorsun da. Ben dinlerken yoruluyorum ya. Tamam vereceğim az sakin ol.'' dedi ve gardrobundan kendine ve Defne'ye birkaç kıyafet seçti. Cemre üstüne mavi bir yazlık gömlek ve altına mini kot giydi. Defne'de Koton marka ingilizce yazılı siyah beyaz bir t-shirt ve siyah kot giymişti.

5 dakika sonra aşağıda olan kızları Giray ve Tolga arabanın yanında bekliyordu. Araba siyah renkte standart Araba Cemre'lerin apartmanının sağ çaprazında 50 metre kadar ilerideydi. Kızlar biraz bakındıktan sonra çocukları gördüler ve hızlı adımlarla onların yanına gittiler. Defne'yi günlük hayattaki gibi şık ve düzenli gören Tolga'nın gözlerinin içi parlıyordu. Daha fazla dayanamayarak ''Çok güzel olmuşsun'' dedi tebessüm ederek. Defne, önüne gelmiş saçlarını geriye atarak ''Pijamalıyken etmediğin iltifatın aynısını şu anda da kendine saklarsan sevinirim.'' dedi ve arabanın ön kapısını açtı ve içeri geçip oturdu. Tolga olduğu yerde kalmış hatta şaşırmıştı.

Giray'dan ''Ooo'' sesi çıkmıştı ve sonradan hafif gülümsemeye başlamıştı. Cemre ''Trip atıyor ama ön koltuğa, yani yanına oturmayı ihmal etmiyor. Bu iyi bir şey şampiyon'' diyerek koluna vurdu. ''Yalnız daha fazla beklemesek ? Cidden sabrımı zorluyorsunuz'' diye sözlerine devam etti. Bu cümleleri söylerken sırıtıyordu ama Joker misali. Cümlesi biter bitmez gülümsemesi soldu ve arabanın arka kapısını açtı ve koltuğa oturdu. 

Giray bu saatte Taksim'e giderken Cemre'nin mini bir şeyler giyinmesine bozulmuştu ama hiç renk vermedi. Tolga ve Giray'da Cemre'nin arkasından arabaya bindiler. Tolga sürücü koltuğuna Giray da arka koltuğa Cemre'nin yanına oturdu. Defne emniyet kemerini taktı, Tolga'da takmayacaktı ama ne olur ne olmaz diye takayım dedi ve kemeri gövdesinden bağladı. Can ihmale gelmezdi.

Yolculuğa başlamışlardı. Muhtemel bir 30 dakika içerisinde orada olacaklardı ama Tolga biraz hızlı sürmeye başlamıştı. Yollar bomboştu. 15 veya 20 dakika içerisinde Taksim'e varacaklardı. Yolculuk oldukça sessiz geçiyordu. Cemre cama doğru bakıyordu ama açısında dışarıda arabanın hızıyla hızlıca geçen insanlar, ağaçlar, evler yoktu. Dalmıştı. Giray camdan dışarı doğru bakarken Cemre'ye bakma ihtiyacı hissetti. Kafasını çevirdiğinde Cemre'nin yine bir hayale daldığını, iç dünyasında kendisiyle konuştu rahatlıkla anlamıştı. Hafif bir şekilde kolundan dürterek ''Hey, aramıza dön'' dedi sakin bir sesle. Cemre aynı bakışla cama doğru bakıyordu. Ama bu sefer ne bir şey düşünüyor ne de kendisiyle konuşuyordu.

Giray'ın sesi onu oldukça rahatlatmıştı. Belki de bu sert ve cool kız havalarını bir kenara bırakıp kendini Giray'a bırakmalıydı. Ama yapamazdı. Bu sevgili olayları ona yapmacık ve basit geliyordu. Basit kızlardan olmak istemiyordu. Sevgilisi olan kızları basit görüyordu. Belki de sevgilisi olmadığı içindi. Bir erkeğe kendini tamamiyle teslim etmek istemiyordu. Duygularının yıpranmasını istemiyordu. Aşk zor bir şeydir, bu onun farkındaydı. Kaçıyordu belki de. Aşık olmaktan, aşktan kaçıyordu. Birkaç göz kırpıştan sonra kafasını hafifce önüne eğdi ve uslu, savunmasız bir kız çocuğu gibi

''Zihnimde Tanrı'larla şeytanların savaşı var. Durduramıyorum'' dedi.

Bakışlarını yerden yavaşca Giray'a çevirdi. Giray Cemre'nin sırtını sıvazlayarak ''Elbet geçecek.'' dedi. Cemre kestane rengindeki saçlarını iki yana olumsuz şekilde salladı. ''Bu geçmeyecek. Farkındayım'' dedi. Cemre'yi tamamen umutsuzluk kaplamıştı. Mahzendeki köşeye sinen o ürkek kız, içindeki duyguları dışa vurmaya başlamıştı. Güçsüz hissediyordu. Herhangi bir hayat gayesi olmayan bir insandan farksızdı. Öylesine yaşıyordu. Her saniye her an öleceği anı bekliyordu. Şiddetle bunu istiyordu, dualar ediyordu. İntihar etmekten korkuyordu. Ailesi onu çok severdi. Giray, Tolga ve Defne'de öyle. Onları üzmemek için buna sığınmazdı. Eceliyle ölmeyi tercih ediyordu. Ama ecel bu. Kim bilir, belki 90 yaşına kadar yaşayacak, belki de bugün ölecek.

Tolga arabayı hızla sürerken boğazını temizledi ve Cemre'nin söylediği son sözden itibaren oluşan sessizliği bozdu. ''Ee şey, Defne sana bir şey söyleyeceğim'' dedi. Defne hiç bekletmeden ''Tamam tamam kabul ediyorum.'' dedi. Giray artık sert ve durgun çocukluğu bırakıp kahkaha atmaya başlamıştı. Sinirleri bozulan Cemre de Giray'a aynen eşlik etmişti.

Küplere binen Tolga ''Ya kızım, 5 dakika önce sana romantiklik yapmıyorum diye inceyi koydun, tripli bir şekilde arabaya bindin. Güzel birkaç dizeyle sana iltifat edicem, ardından çıkma teklifi edicem ona da izin vermiyorsun. Ya amacın ne ?!'' diye bağırdı. Ama bağırması tatlı sert ve muzipceydi. Defne'ye kimse akıl veremezken Tolga'nın Defne'yi anlamaya çalışması ona sıkıntı yaratmıştı. Defne hiçbir şey dememişti ve Giray'la Cemre de susmuştu. Tolga birkaç saniye sonra ''Evet mi dedin sen ??'' dedi. Defne başını sallayarak cevabı onayladı ve Tolga'nın yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı.

İstemsiz bir şekilde Giray ve Cemre de göz göze gelmişlerdi. Ama birbirlerine bir şey demediler. Cemre eski pozisyonunu alarak camdan dışarı bakmaya devam ediyordu. 10 dakika sonrasında Taksim'e gelen Cemre'ler arabayı meydanın Kabataş'a inen yolun sapağında bıraktılar. Kontağı kapadıktan sonra arabadan inen grup Taksim'in daha az insanlı ve daha az sessiz fakat Taksim'in gerçek yüzünü barındıran haliyle karşılaşmışlardı. Yavaş yavaş yürüyüp meydana ulaşmışlardı.

Meydan'da heykelin dibinde içki kadehlerini tokuşturan, hayatlarını bir şeye mahkum eden o insanlar vardı. Sol çaprazdaki Burger King'in önünden geçen ayakta duramayan sarhoş bir escort ve onu evine atmaya çalışan takım elbiseli bir adam vardı. Taksim geceleri az da olsa tehlike barındırır. Ama bu ihtimal azdır elbet, çünkü sivil polisler etrafı kolaçan ederler. O semtin gece bekçileri gibidirler yani.

Arka sokakları, ara mahalleleri ise çok daha farklıdır. Sokağın ortasında kendini uyuşturucunun kollarına bırakan mı, kadın pazarlayan mı, eroin satan mı, ne ararsanız vardır. Taksim'in geceleri gökyüzündeki siyahtan daha da karanlıktır.

Tedirgin olan ve sessizleşen Defne, Tolga'nın koluna girip elini tuttu. Aslında ışıklardan ve polislerden dolayı meydandan şişhaneye kadar pek sorun olmaz fakat bir kız için çocuğu her ne olursa olsun tetikte olmak zorundaydı. Ama Cemre, Defne'nin aksine rahat rahat yürüyordu, etraftaki dilencileri, yan gözle yiyecekmiş gibi bakanları bile takmıyordu. Tek amacı o ibadethaneye girip ne olduğunu öğrenmekti. Annesinin eteğine sığınan bir kız çocuğu gibi kendini Giray'ın kollarına bırakmayacaktı.

Giray mini etekten dolayı bakışların ilgi odağı haline gelen Cemre'nin yanında yürüyor ve uzun, kaslı boyuyla Cemre'ye bakanlara sert bakışlarla karşılık veriyordu. Birkaç adım daha ileri gittikten sonra sağdaki ufak camiyi buldular. Giray hızlı bir şekilde caminin dışında bulunan demir kapıları ittirdi ama kapılar kilitliydi. Tırmanmak ve içeri bakmak için atlamalık yer arayan Giray bir yer bulamamıştı. Çünkü demir kapılar ve yanındaki duvarlar büyüktü. Giray'ın yanına gelen Tolga ''Uğraşma kardeşim, caminin girişinin yanındaki asılı duran yazıyı oku.'' dedi.

''Cami tadilattadır. 1 ay sonra ibadete tekrar açık olacaktır.''

Giray yazıyı yüksek sesle okumuştu. ''Hadi ya. Şimdi Galatasaray Lisesi'nin oraya kadar yürüyeceğiz mi yani.'' dedi. Cemre, Giray cümlesini bitirdikten sonra caminin önünden ayrılmış ve kiliseye doğru yürümeye başlamıştı. Grup da onun arkasından yürümeye başlamış, aceleyle Cemre'ye yetişmeye çalışıyorlardı. Giray birkaç adım hızlandı ve Cemre'nin yanında geldi.

''Neyin var söyler misin ? Bu kadar acele etmene gerek yok. Belki de boş bir şeyin peşinden koşturuyoruz. Alt tarafı bir rüya. Bu gayretinin nedeni ne ?'' diye sordu. Cemre'nin yanında hızlı hızlı yürüyen Giray, Taksim'İn kare kaldırımlarının arasına ayakkabının ucunu taktı. Az daha yere kapaklanacakken birkaç sendeleyişten sonra kendisini toparladı. Artık iyice sinirlenmişti. Cemre tek bir kelime etmeden aşağı doğru yürüyordu. Yüksek bir sesle ''Durup konuşacak mısın ?! Canımı sıkmaya başladın.'' dedi.

Cemre, Giray'ın 10 metre ilerisinde durmuştu. Arkasına döndü ve Giray'ın yanına yürüdü. Aynı anda Tolga ve Defne'de yanlarına gelebilmişlerdi. Cemre çaresizce ''Geldiğini hissediyorum.'' dedi. Grup anlamsızca Cemre'ye bakıyordu. Anlam verememişlerdi. Cemre'nin gözleri dolmuştu. Ama ağlamayacaktı, dışarıda milletin içerisinde ağlamayacağına dair söz vermişti kendisine. Sakin ve kısık bir sesle ''Düşüncelerimden kurtulacağım o anın geldiğini hissediyorum. Ömrüm boyunca buna mahkum kalacağımı sanıyordum ama şimdi kalbimin ortasında öyle bir şey var ki. Nasıl anlatsam.. Huzur gibi.'' dedi.

Gruptan çıt çıkmıyordu. Söylenecek pek bir şey yoktu aslında. Cemre'nin hariç. Onun içerisinde huzurun yanı sıra bir his daha vardı. Öfke. İçinde saklı tutmaya çalıştığı o öfke, kiliseye adım attıkça daha da çok artıyordu. Oraya hem huzuru bulmaya, hem de içindeki kin ve nefreti ortaya çıkarıp büyük bir kargaşayla bu ızdırabı sonlandırmak istiyordu.

Arkasını dönen Cemre aynı hızlı adımlarla yürümeye devam ediyordu. Giray, Tolga ve Defne, Cemre'nin arkasından aynı hızlı adımlarla yürüyorlardı. 2-3 dakika içerisinde kilisenin önüne gelmişlerdi. Dışındaki demir büyük kapı yine kapalıydı. Demir kapının içine elini uzatan Cemre anahtar deliğinin yanında tutmaçdan tutup çekti ve kapı açıldı. Kilitlenmemişti. Kapı açılır açılmaz gruba dönen Cemre kaşlarını yukarı kaldırıp şaşkın bakışlar atan arkadaşlarıyla karşılaştı. Bu bakışlar kapıyı açışında değildi elbet, kapının kilitli olmayışınaydı. Defne ''Hadi, başlıyoruz.'' dedi ve kilisenin ön kapısına uzanan kısa yola adımını attı.

Grup da Defne'nin peşinden içeriye girdi. Kilisenin duvarları kırmızı tuğla taşlarla örülüydü. Kırmızılığın arasında boşluklar halinde beyaz daireler bulunuyordu. Kilisenin girişi iki ayrı binadan gelir sağlamak için ön girişe verilmiştir. Binanın ol ve sağ tarafı aynı boyda, orta kısmı ise uzundur. Sağ ve sol taraflarda aynı hizada ve aynı boyda yuvarlak camlar bulunmakta, orta kısımdaki büyük olan duvarda ise daha büyük bir daire içerisinde cam bulunmaktaydı. Orta duvardaki ön kapı haricinde sağ ve sol tarafta bulunan duvarlarında kapıları vardır ve birbirlerine bir geçitle bağlanmışlardır.

Kilisenin kapısının önüne gelen gruptan kapıyı çalmak için Tolga öne atıldı. Kilisenin açık kahverengi tonlarındaki kare desene sahip kapısını eliyle birkaç kez tıklattı. Başını yukarı kaldıran Defne ''Camlara bakın, sarı renkte ışıklar dalgalanıyor.'' dedi. Bu içerideki mumların yandığının belirtisiydi. İçeride birilerinin veya birisinin olduğunu anlayan Tolga bu sefer daha sert bir şekilde kapıyı yumruklamaya başlamıştı. Tolga kapıya saniye sektirmeksizin vurmaya devam ediyordu. Her vuruşta dar alanda ses yankılanıyordu. Kapıyı birkaç kez daha yumrukladıktan sonra kapı açıldı ve içeride bulunan rahip ''Çocuğum sakin ol, gecenin bu vaktinde nedir bu telaş ?'' dedi.

Kapı açıldığında grup rahibe odaklanmıştı. Rahip, kısa siyah saçlı, orta yaşlarda, uzun boylu biriydi. Koyu kahve gözleriyle grubu aynı kendilerini süzdükleri gibi süzüyordu. Üzerinde siyah uzun bir cübbe ve boynunda hac kolyesi vardı. Meraklı bakışlarla gençleri süzmeye devam ediyordu. Sessizliği bozmak için ''Evet, dinliyorum.'' dedi.

Giray soğukkanlılığını koruyarak ''İçerideki ışıkları görünce yangın çıktı zannettik. Bu saatte kimsenin burada olacağına ihtimal vermiyorduk da, endişelendik.'' dedi. Sağ tarafında bulunan Cemre omzunun üstünden Giray'a ''İyi iş'' bakışı attı. Rahibe direk 'Bu saatte burada ne işiniz var' demek yerine dolaylı yoldan ortaya bir yem atmıştı. Rahip kapıdan çekildi ve elini içeri doğru uzatarak güler yüzlü bir şekilde ''Buyurun'' dedi.

Cemre hiç beklemeden içeri doğru girdi. Hata yaptığını düşünmüyordu. Teklifi hemen kabul etmesi Giray'a ve diğerlerine göre hataydı ama kimse onun laf dinlemeyeceğini biliyordu. O yüzden ona uymaktan başka çareleri yoktu. Sırayla içeri adımlarını attılar. içeride; solda ve sağda geniş sıralar halinde öndeki kürsüye kadar oturma yeri bulunuyordu. Solda ve sağda cam fanusların içinde heykeller ve onların önlerinde yanan mumlar bulunmaktaydı. Fanusların önünde sıralı bir şekilde kürsüye kadar uzanan sütunlar bulunmaktaydı.

Tam karşıda Hz İsa iplerle havada asılmış bir şekilde duruyordu. Elektriğe dair hiçbir şey olmayan bu mekanda şuan sadece mumlar yanıyordu. Yanan mum sayısı o kadar fazlaydı ki lambalara gerek yoktu. Sütunların arasındaki boşlukları, elbette asma lambalar kaplıyordu fakat ışıkların hiçbiri açık değildi. Sadece mumlar yanıyordu.

Grup içeri girdiğinde ayaklarının altında çukur olduklarını gördüler. Sırayla ayaklarının altına bakan grup, büyük bir siyah dairesel ve içinde çizgiler bulunan belirsiz bir şeklin, bütün kilisenin altında halı gibi serildiğini fark etti. Çukur en fazla bir santimden oluşuyordu. Okul sıralarının üzerlerinde bulunan o ince uzun çukurun geniş haliydi. Kilisenin zemin tabakasını bu belirsiz, siyah, dairesel ve içinden çizgiler geçen bu şekil oluşturuyordu.

Rahip birkaç adım ileri gidip çizgilerin içinden geçmediği dairenin ortasındaki kalkan şekline benzer şeyin ortasında durdu ve gruba döndü. ''Gençler, bazı geceler evime yatmaya gitmem ve buraya gelip günahkar kullar için Tanrı'dan af dilerim. Onlar için İncil'den birkaç bölüm okurum. Bu gece de o gecelerden biri. Siz gençleri telaşlandırdığım için özür dilerim, ama sizin gibi iyi ve yardımsever insanları tanıdığım için de mutlu oldum.'' dedi ve yüzüne sevimli, insanın içini ısıtan bir gülümseme yayıldı.

Defne, Taksim'e geldiğinden beri etraftaki bakışlardan ve ortamdan dolayı hep diken üstünde gibiydi fakat rahip konuşmasını bitirir bitirmez rahatlamıştı. Cemre'ye dönerek ''Hayatım, sorun yok işte bak gördün. Sadece basit bir rüyaydı. Hadi gidelim'' dedi ve Cemre'nin koluna girdi. Ama Giray ve Tolga kilisenin içinde bulunan ayaklarının altındaki şekle kafalarını takmışlardı. Evet hayatlarında belki de ilk defa kiliseye gidişleridir ama o kadar sinema filmi ve diziden izledikleri kadarıyla hiçbir kilise de böyle bir şey bulunmuyordu. Birbirleriyle göz göze gelip birbirlerine bunun ne olduğu hakkında gözleriyle soru sordular fakat ikisinin de bir fikri yoktu. 

Tolga, Defne'ye ''Dur'' dedi. Zaten Cemre'nin koluna girip onu dışarıya doğru çekiştirirken Cemre'den sonuç alamayınca bırakmıştı ama yine de Tolga bir daha tekrarlamasın diye durmasını söyledi. Giray, Tolga'ya kısık sesle ''Noldu ?'' dedi. Tolga, Giray'a cevap vermeden rahibe döndü ''Size derinlemesine baktığım zaman bir farklılık görüyorum rahip. Sizce bu doğru mu ?'' dedi.

Cemre, Tolga cümlesini bitirir bitirmez ona döndü ve onun söylediklerini onaylar şekilde kafasını salladı. İçeriye girdiğinden beri Cemre, gözlerini rahipten bir an bile olsun ayırmamıştı. Onun gördüğünü bir başkası daha gördüğü için neredeyse minnettardı. Rahip aynı sıcakkanlı, insanların içini ısıtan o gülümsemeyle ''Anlamadım genç adam. Bahsettiğin şey nedir ?'' diyerek karşılık verdi. Tolga konuşmaya başladığı anda Cemre'de yerdeki oyuk, daire ve çizgilerden oluşan belirsiz şekle anlam verebilmek için kiliseyi dolaşmaya başlamıştı. Aslında Defne birkaç bakış atsa simgeyi çözecekti fakat Taksim'e ayak bastığından beri kendisine bir şey olmuştu. Durgundu.

Cemre kiliseyi dolaşmaya devam ediyordu fakat sağdan ikinci sütünu geçip, açık bir alanda rahipten tarafa baktığında simgeyi çözmüştü. Tolga zihnindeki kelimeleri kusacakken, Tolga'nın 'Size baktığımda bir farklılık görüyorum' cümlesinden sonra rahibe daha da bir dikkatli bakan Giray da olan şeyi fark etmiş ve bir çırpıda söylemişti.

''Silüetiniz rahip, bir hayalet gibi. Arada titremeler oluyor. Çok ufak ama çok da ince bir ayrıntı. Görüntünüz arada parazit yapıyor. Bizim gördüğümüz bu.'' dedi ve sert ve delici bakışlarıyla rahibe odaklanmış, hafif kambur halde duran gövdesini dikleştirip kaslı gövdesini ortaya çıkarmıştı. Tolga da bir adım ileri atmış, gözünü bir an olsun rahipten ayırmıyordu. Defne de pedere bakıyordu fakat bir şey göremiyordu. O ayrıntıyı göremiyordu. Gözleri yakalayamıyordu. Sakinleştirici almış bir hasta gibiydi. O neşeli, geveze, hayat dolu kız sus pus olmuştu ve baygın bakmaya başlamıştı. Sanki bir ilacın etkisini yavaş yavaş göstermesi gibi o da yavaş yavaş sönüyordu.

Rahip tebessümle, düşünceli bir ihtiyarın kafasını sallaması gibi başını öne eğmişti ve başını sallamaya başlamıştı. ''Aah siz gençler.'' dedi. Sağ tarafta ki Cemre ''Hıh'' dedi ve bakışların ona yönlenmesini sağladı. Rahip kendisinin solunda bulunan Cemre'ye ''Noldu kızım ? Yoksa sende mi-'' rahip cümlesini bitirmeden Cemre araya girdi ve ''Pentegram'' dedi.

Defne artık gözlerini zar zor açmaya başlamıştı. Her an bayılacak gibiydi. Ses tonu çok alçak bir şekilde ''Bu şeytanın sembolü'' dedi. Tolga, Defne'nin yanına 5 adım geriye giderek ''Hayatım iyi misin ? Defne bak bana, bir daha söyle. Defne neyin var canlan biraz'' dedi. Endişelenmeye başlamıştı. Defne kendini az da olsa toparlamaya çalıştı ve yarı baygın haliyle tüm gücünü sesine ve nefesine vermişti. 

''Şeytanın simgesi. 5 köşesinde farklı harfler; S-A-T-A-N yani Satan yazmaktadır. Bu şeytan demektir. Ek bilgi olarak bazı söylentilerde bu yıldızın 5 köşesinde ateş, su, toprak, hava ve ruh olduğuna inanılır. Ruh, son köşeyle birlikte tersten kalkana benzeyen ortadaki boşluğu da simgeler. Ve o adam tam ortada duruyor. O- ona, di-dikkat edin'' dedi ve bayıldı.

Son sözlerini kekeleyerek söyledi ve bayıldığı andan itibaren ağzından az da olsa kan gelmeye başlamıştı. Kan, oyuğa hızla yayılıyordu fakat çemberin sadece yarısına kadar gelebilmişti. Henüz üçgenlerin içine geçmemişti bile. Bu kan çok, çok, çok azdı. Daha fazlası lazımdı. Tolga'nın gözünden yaşlar dökülüyordu. Soğukkanlı bir şekilde kucağına düşen Defne'yi yere bıraktı ve aynı soğukkanlılıkla doğrulup rahibe döndü. ''Onu rahat bırak.'' dedi. Bu kelimeler ağzından öyle bir kin ve nefretle çıkmıştı ki normal bir insan olsa, köpek gibi kuyruğunu kısıp giderdi. Fakat bu söylemler o rahip için hiçbir ifade etmiyordu.

Rahip, Cemre'nin arabaya binmeden önceki Joker gülüşünü takınmıştı. ''Onun hala yaşıyor olmasına sevinmelisin evlat.'' dedi yumuşak ve sakin bir sesle. Tolga bir bıçak gibi en keskin bakışıyla rahibi süzüyordu. Rahip ''Sence Defne'nin bu hale gelişinin nedeni ne aklında en ufak bir fikrin var mı ?'' diyerek sözlerine devam etti. Tolga ağır ağır başını iki yana sallayarak olumsuz yönde cevap verdi.

Rahip eliyle Defne'yi işaret ederek ''O kız grubunuzun en saf üyesi. Neşe dolu. İçi hayat ve huzur dolu. Saf temizlikten ibaret.'' dedi. Başını önüne eğdi ve kendisine baktı, sonra bakışlarını çemberde gezdirdi. ''Ben ise...'' dedi ve bulunduğu beden değişmeye başladı. Giray'ın ağzından çok kısık ve tamamlanmamış bir şekilde ''Hass..'' kelimesi çıktı. Tolga'nın nefret dolu gözleri, yerini şaşırmış ve fal taşı gibi açılmış olan gözlere bıraktı. Cemre'nin ise bakışlarında hiçbir değişim yoktu. Defne'nin yere düşüşüne bile tepki vermemişti. Giray da öyle. Çünkü yanlarına koştukları anda rahibi gözlerinden kaçırabilir ve Defne'ye olan o kötü şeyin daha kötüsü kendi başlarına gelebilirdi.

Rahibin bulunduğu bedenin çevresini siyah bir duman ve ateşin nokta gibi olan ufak parıltıları sarmıştı. Pentegramın 5 köşesinden de siyah dumanlar yükseliyor ve hızla rahibin bedenine ulaşıyorlardı. Kilisenin içerisindeki mumlar sönecek kıvama gelmişti. Duman ve ateşin kıvılcıma benzer parıltıları son olarak yerden iki metre kadar yükseldi ve yere sertçe inerek etrafa bir sis gibi yayıldı ve kayboldu. Dumanın yaydığı şiddetli rüzgarla mumlar söndü. Gözlerine ateşin parıltıları gelmesin diye Giray ve Cemre kollarıyla yüzlerini perdeleyip hafif eğildiler. Tolga ise Defne'nin üzerine yatıp onu korumaya çalıştı.

Kilise zifiri karanlıktı. İçeride tek bir çıt sesi bile yoktu. Tolga yavaşça ayağa kalktı ve etrafı olabildiğince süzmeye çalıştı fakat hiçbir şey gözükmüyordu. Cemre ve Giray da kollarını indirmiş Tolga gibi etrafa bakıp rahibin nerede olduğunu bulmaya çalışıyorlardı. Ama hiçbir şey gözükmüyordu. Etrafa bakıp bir şeyler görmeye çalışırlarken mumlar eskisinden daha gür bir şekilde yanmaya başladı. Giray ve Tolga pentegramın orta kısmında duran o şey karşısında şok olmuş durumdalardı. Cemre bu sefer şaşırmıştı. Hatta ağzını açıp elini kapamak için açık olan ağzına götürdü.

Rahip, gri ve siyah karışımı bir renge sahip, çıplak bir bedene bürünmüştü. Sırtında, büyüklüğü iki metreye kadar ulaşan kanatlar bulunmaktaydı. Bedeni yanmıştı ve teni öyle bir renge bürünmüştü ki sanki üzerine yangın tüpünün köpüğünü boşaltmışlarda öyle üzerinde kurumuş gibiydi. Vücudunun siyah kısmının dışındaki grilik bunu andırıyordu. Vücudunda çeşitli yaralar vardı. Elleri normal bir insanın gibiydi ama tırnakları geniş ve uzundu. Ayağı da öyle. Yanaklarında jilet yaraları gibi kesikler bulunuyordu, gözleri simsiyah ve ölümcül bakıyordu. 

Giray heyecanlanmıştı ve içinde elbette korku hisleri barındırıyordu fakat bunu ona yansıtmayacaktı. İleri bir adım atarak ''Sen kimsin lan!'' diye bağırdı. Bu doğru bir seçim miydi bilinmez. Ama cesur oğlan yapmıştı işte yapacağını. Karşısındakinin bir şeytan olduğunun farkındaydı elbet fakat o an ki durumun akıbetine bağlı olarak ne sorduğunun veya ne yaptığının farkında değildi. Şeytan kötü bir şekilde tebessüm edip bakışlarını Cemre'ye çevirdi ve ''O söylesin.'' dedi.

Giray ve Tolga'nın içini öfkeyle karışık garip bir his kaplamıştı. Ne yani Cemre'nin bu şeytanla bir alakası mı vardı ? Onu buraya Cemre'mi çağırmıştı ? Giray sesini daha da yükselterek ''Cemre ne demek oluyor bu!'' dedi. Olanlar standartların üstünde bir durumdu. Cümleler yetersizdi. Daha çok açıklama ve detay gerekiyordu. Ama verilen cevaplar tek tüktü ve bir sonuca varılamıyordu. Cemre elini ağzından indirip kafasını 'Evet' manasında salladı ve orada, pentanın kalkana benzeyen ortasındaki boşlukta duran şeytana düşmanca bakmaya başladı. Artık içindeki öfkeyi zaptedemiyordu. 

Yine de Giray için öfkeyi içinde saklı tutmaya çalışıyordu. Ona zarar gelmesini istemiyordu. Tıpkı Tolga'nın Defne'yi koruması gibi Cemre'de aslında bir nevi Giray'ı koruyordu. Şu anlık.

Cemre içinde öfkeyi yatıştırmaya çalışırken dişlerini sıkar vaziyette Giray'a dönerek ve eliyle şeytanı işaret ederek ''Bu beni senelerdir karanlığa mahkum eden varlık.'' dedi ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Yeminini bozmak üzereydi ama anında, yaş akar akmaz koluyla gözünü sildi. Yıpranmış ses tonuyla ''Bu, düşüncelerimi susturamadığım andan itibaren zihnimin bir köşesinde ve beni senelerdir beni tüketiyor. Ruhum parçalara ayrılmış bir halde fakat ben o parçalardan her gün binlercesini çeşitli 'geçecek' yalanlarıyla tekrar birleştirip eksilen yerlerime koyuyorum.

 Her gece kabus görüyorum. Onun var olduğunu ve bir gün karşılaşacağımızı biliyordum. Çünkü o düşüncelerden biri de buydu. 'Bir gün bir kilisede..' diyordu ve zihnimdeki ses susuyordu. Bana kendini anlatıyordu. Kovulduğunu, dışlandığını, bir amacın peşinde olduğunu, Tanrı'nın azabına uğradığını. Ama Cinni, bu artık bugün son bulacak!'' dedi öfkeli bir sesle ve şeytana döndü.

Giray ve Tolga aynı anda ''Ne ?!'' diyerek sert bir şekilde karşılık verdiler. Şeytan'da meraklı ve çokca şaşırmış bir şekilde Cemre'ye bakıyordu. Kalın ve yırtıcı bir ses tonuyla ''Ne dedin sen ?'' dedi. Cemre ''Boşversene!'' diye bağırdı ve artık öfkesini serbest bırakarak sağ taraftan çemberin içine girdi ve kalkanın üstünde duran Cinni'nin üzerine doğru koşmaya başladı.

 O kadar hızlı koşmuştu ki Giray ve Tolga'nın üzerine gelse aynı şekilde ikisi de karşı koyamadan yumruğu yerdi. Ama koştuğu kişi Giray veya Tolga değil, Cinni idi. Yumruğunu kaldıran Cemre sağlam bir şekilde Cinni'ye vuracakken, Cinni yan duran vücudunu ona doğru çevirdi ve öylece durdu. Tam yumruk atacağı sırada kendisini havada budu ve büyük bir şiddetle geldiği yöne, geriye doğru savruldu. Sırtını duvara vuran Cemre büyük bir acıyla yere kapaklandı.

Kalkan Cinni'yi korumuştu. Onun bir şey yapmasına gerek kalmamıştı. Giray telaşla girişin önünden sağ çaprazda bulunan Cemre'nin yanına koştu ve onun yanına oturdu. Tolga'da olanları dehşete uğramışçasına izliyordu. Defne'yi bırakamıyordu. O hala baygındı ve ondan akan kan hiç kurumayıp çemberin çizgisinde durmaya devam ediyordu. Giray, Cemre'yi yavaşça yerden kaldırdı ve başını dizine koyarak ''Cemre iyi misin ? Cemre nolur iyiyim de lütfen'' diye telaşlı bir şekilde Cemre'nin konuşmasını sağlamaya çalışıyordu.

Cemre hafif bir şekilde inleyerek ''Biliyormusun, sana olan aşkımı hiçbir zaman itiraf etmeyeceğim.'' dedi. Giray, Cemre'nin o haline dayanamayıp gözlerinden yaşlar dökülürken tebessüm etmeye başlamıştı. Kafasını sallayarak ''Tamam'' dedi. Cinni'nin sabrı tükeniyordu. Kalın ve yırtıcı sesiyle daha gür bir şekilde bu sefer bağırarak ''Ayağa kalk çocuk! Benim adımın ne olduğunu nereden biliyorsun!'' dedi. Mumlar sesin şiddetiyle sönüp tekrar yandı ve aşağı doğru sarkan lambalar sallanmaya başlamıştı. Cemre'nin içindeki öfke tekrar alevlenmeye başladı ve vücuduna bir ilaç gibi yayıldı. Acısının tamamını geçirmese de bu hırs onu ayağa kaldıracak derecede yeterliydi.

Yavaş yavaş yerden kalkıp Cinni'nin karşısına dikilen Cemre sesinin iyi çıkacağını umut ederek ''Tanrı'nın katından kovulmuşları, bir amaç uğruna kovulanları, kilisede intikam alacak olanları araştırdım. Onlarca çeşidi var. Sen zihnimi ele geçirip ruhumu koparıp parçalara ayırmaya çalışırken, ben de seni parçalara ayıracak şeyleri araştırıyordum. Şu an karşımda duran sen bunun açıkca kanıtı. Her kovulmuş yanmamıştır. Çoğunluğu kıyamet gününü bekler. Ayrıca vücudunda ve kanadında bulunan ağır yara izleri ise Hz Süleyman'ın ahitindeki bir kesitin okunması sonucu oluşmuş yaralar.'' dedi.

Cinni soğukkanlı ve bir o kadar öfkeli ses tonuyla ''O bölümü okuyanın sonu, bölümün yarısında felaketle sonuçlandı.'' dedi. Siyah gözleri neredeyse ateşler saçacak nitelikteydi. Öfkesini ve sinirini saklamakta zorluk çekmiyordu. Fırsat kolluyordu. Cemre'yi ve arkadaşlarını yok edeceği o anın fırsatını.

Tolga yorgun bir ses tonuyla ''Cemre bunun kim olduğunu, amacının ne olduğunu vesaire anlatır mısın artık.'' dedi. ''Tek bir seferde anlat, olsun ve bitsin. Seni anlıyorum, anlıyoruz. Sana işkence eden, amacının ne olduğunu anlamadığım bu varlığı sonunda buldun ve ona senelerin öfkesini kusmak istiyorsun. Ama bu ortamda tek değilsin, hep beraberiz. O yüzden biraz daha doğru düşün ve ona göre hareket et. Anlat.'' dedi.

Cinni buna karşılık bir şey demedi. O bunları önemsemiyordu. Onun için önemli olan daireyi kanla doldurabilmekti. Ama bu çocuklara olayı anlamaları için bir fırsat verecekti. Aslında boşluk bulmaya çalışması bir bakıma saçmaydı çünkü onları rahatlıkla öldürebilir, daireyi ve içerisindeki yıldızı kanla doldurup amacına ulaşabilirdi. Ama yıllarca sürgün bir hayat yaşayıp sadistleşmiş bir şeytan, ölümün bu kadar kolay gelmesinden zevk almazdı. O yüzden onlara bu şekilde işkence ediyordu. Bu onu daha da güçlendiriyordu.

Cemre ''Cinni; insan kılığına girebilen şeytan demek'' diye girdi söze. ''Ama size amacı ile birlikte genel tarihi açıdan ele alıp anlatayım. Neden kovulduğunu, nasıl bu hale geldiğini.'' dedi ve Cinni adındaki şeytana döndü. ''Anlatmamı ister misin ? Ben zevkle hikayeyi paylaşmayı düşünüyorum da'' dedi hain bir gülüşle. Cemre'nin içi gerçekten öfke, nefret ve hırsla dolmuştu. Cinni ses çıkarmamıştı. Olanları tekrar dinlemek belki eski günleri yad etmek açısından önemli olabilirdi. Ayrıca çocuklar da onun kim olduğunu öğrenirdi. Cinni sinirli bir ifadeye sahip yüzünü 'Tamam' şeklinde salladı.

Cemre bir bilgin gibi konuşmaya başladı. ''Hz Süleyman'ın mührüyle ilgili bir konu. Bir yüzük, bir mühür ama işlevi çok büyük. Hazreti Süleyman a.s.'ın mührü bir yüzüktü ki dört köşeli bir kaşı vardı. Bu yüzüğü Cebrail a.s. Cennetten çıkarıp Allah cc.'nin emri ile Davut a.s'a getirdi. Bir köşesinde "El mülkü lillah" (Mülk Allahındır) yazıyordu. Hz Davud Cebrail (a.s) yüzüğü Hz Davud'a verirken evlatlarını toplayıp onlara birkaç soru sormasını ve bu sorulara doğru cevap veren o kişiye bu yüzüğü vermesini söylemiştir. Davud evlatlarını toplamış ve birkaç soru sormuştu. 

Bu sorulardan bir iki tanesi aklımda. 'Dünyanın en kem kötü şeyi nedir ki ondan daha kötüsü yoktur?' diye sordu Davud. Hz Süleyman 'Dünyada en kötü şey insanoğlunun nefsidir ki ondan daha kötüsü yoktur.' diye cevap verdi. Diğer evlatlardan çıt çıkmıyordu. Hz Davud 'En güzel, en üstün şey nedir ki ondan daha güzeli, daha üstünü yoktur?' diye sordu bu sefer. Evlatlardan yine bir ses çıkmıyordu. Yine Hz Süleyman 'Ondan daha güzel daha üstünü olmayan şey akıldır.' diye yanıt verdi. Böyle böyle Hz Davut evlatlarına sorular yöneltti fakat hiçbiri cevaplamadı. Hz Süleyman hariç.'' dedi. 

Şeytan sırıtarak ''O cevapları Süleyman'da bilmiyordu. Cevapları ona söyleyen bir karıncaydı. Peygamberliğindeki özellik hayvanları anlayabilme ve onlarla iletişim kurabilmeydi. Hz Süleyman cevapları karıncadan aldığını soruları cevaplandırdıktan hemen sonra söylemişti. Davudr ise 'Amaç Allah'a (cc) ulaşmak olduktan sonra vasıta isterse bir karınca olsun, önemli değil' demişti. Evet kızım. Anlatmaya devam et. Uzun zamandır kimseyle geçmişi yad etmemiştim. Anılar kötü de olsa iyi yanları muhakkak vardır'' dedi ve sözü Cemre'ye bıraktı. 

Cemre kötü yanlarını baskın bir dille anlatmaya karar vermişti. Kararlı ve sert bir ses tonuyla ''Bundan binlerce sene önce yeryüzünün büyülü devirlerinde insan henüz üçüncü gözünü kaybetmemişken efsanevi bir Kral Peygamber yeryüzünün ve gökyüzünün efendisi olmuştu. Cinlere insanlara ve hayvanlara hükmeden bu kral peygamber Hz. Süleyman'dı. Ve yetkesinin kaynağı olduğu sanılan güçlü bir mühür yüzük taşıdığı söyleniyordu. Fakat bir gün bu muhteşem yüzük çalındı. Süleyman sahip olduğu her şeyi kaybetti. Ve mührün yokluğunda geçen o acı günlerde kendisindeki asıl mührü, Mühr-ü Süleyman'ı buldu.'' dedi.

''Hazineleri dillere destan olan 3 semavi dinde de ismi haşmetle birlikte anılan biridir Süleyman / Hz. Süleyman / King Soloman / Peygamber Süleyman.'' diyerek sözlerine devam etti. Ona bu özelliği veren dünyasal ve ilahi güçlere hakim bir yönetici olduğu düşüncesidir. Asıl olarak Peygamber, Kral Davud'un oğludur. Hem Tevratta hem Kuran-ı Kerim de hikayeleri ve hayatıyla saltanatı anlatılır.'' dedi ve Giray bir şeyi anlamayarak ''Yani Hz Süleyman Peygamber değil miydi ?'' diye sordu. Cemre sinirlenerek ''Neresini anlayamadın'' dedi. Giray ''Asıl Peygamber Kral Davud'un oğludur dedin ya başka birinden söz ediyorsun sandım.'' dedi. Cemre derin bir nefes koyvererek ''Dinlersen çözersin.'' dedi.

Cemre ''Efsaneler şöyle der Hz. Süleyman / Kral Süleyman Tanrı'nın seçip güçlendirdiği bir ailenin adaletle hükmeden oğludur. İsrail soyunun güçlü bir Kralıdır. Temelde Tanrısal bir görevi vardır. Bu görev nedeniyle daha önce ve daha sonra kimseye verilmemiş/verilmeyecek bir saltanat diler Tanrı'dan. 

Böylece kendisine rüzgar, cinler, akarsu gibi akan metaller, kuşlar ve insanlardan oluşan ordular tahsis edilir. Rüzgara binip günler sürecek yollara hızla varır. Kuşları görevlendirerek düşman sahasına keşfe gönderir. Cinlerin esrarengiz görünmez ve anlaşılmaz yetileriyle devasa saraylar, kaldırılması imkansız dev sanat eserleri, binalar ve dalgıçların çıkardığı malzemelerden takılar akla gelecek bin bir güzel şey yaptırır. Dünyayı imar ederken güzelliği ve adaleti kurar.'' dedi.

Tolga, yere bağdaş kurmuş ve Defne'yi kucağına almıştı. Üzüntülüydü. Onun bu halini görmeye katlanamıyordu ama elinden de bir şey gelmiyordu. Gözleriyle Defne'yi süzüyor ve eliyle saçını ve yanaklarını okşuyordu. Kulağı Cemre'de olan Tolga ''Piramitlerin esrarengiz sırrı açıklandı sanırım'' dedi. Cemre, Tolga'ya dönerek sakin bir sesle ''Belli değil ama bir çok din alimi bu meseleyi aşırı derecede tartışıyor ve bazıları bunu savunuyor evet ama hala belirsiz.'' dedi ve gözü Defne'ye kaydı. Şeytanı gördüğünden beri onunla ilgilenmemişti bile. En yakın arkadaşı kanlar için anlamsız bir şekilde yerde kalmıştı ve o gözlerini şeytana dikmişti. Ne kadar kötü bir arkadaştı. İçi içini yiyordu.

Hafif fısıltılı bir şekilde ''Seninle ilgilenmediğim için özür dilerim Defne. Ben kötü bir arkadaşım. Ama beni affet ne olur. Senelerden beri bana bu acıları çektiren o şeyi buldum, o yüzden böyle mal bir hale geldim, yaptıklarımın veya kendimin farkında bile değilim'' dedi ve gözlerinden birkaç damla yaş döküldü. Bu sefer akan damlalara engel olmadı.

Hikayeye devam etmek için sesini bir iki öksürükle düzeltti ve nefesini ayarladı ''Süleyman efsanesini doruğa çıkaran yüzüktür. Her ne kadar dini kaynaklar bunu bu şekilde aktarmasa da gizem perdesi altında Tanrı'nın kendisine bir yüzük hediye ettiği söylenir. Bu öyle bir yüzüktür ki sayılı kişi ve meleklerin bildiği Tanrı'nın gizli ismini (İsmi Azam duası) saklar. 

Tanrının bilinmeyen adı yaratma ve hükmetme özellikleri içerir. Elbette bu tür bir efsane güç düşkünü insanların başını döndürmeye yeter de artar bile.'' dedi ve bakışlarını cinninin siyah, derin gözlerine kilitledi. Cinni adındaki şeytan ise Cemre'ye sırıtarak cevap verdi. Dişleri keskin ve dili hafif inceydi, ucuna doğru sivrileşiyordu. Bu nasıl bir yaratıktı böyle ?

''Kimi bilgilere göre Adem'in taşıdığı bir yüzüktür ve cennetten çıkarılırken onu Arşta bırakmıştır. Cebrail daha sonra bu yüzüğü Tanrı'nın isteğiyle Hz. Süleyman'a getirmiştir. Terim aslen Mühr-i Süleyman'dır.'' diye sözlerine devam etti. Kelime manasıyla Süleyman'ın mührü anlamına gelen mührün şekli aslında kesin değildir. Belli bir tarihten sonra kabul edilmiş olan ve şimdi İsrail bayrağında yer alan sembol İslam dünyasında da yüzlerce yıl kutsal olarak kabul edilmiş cami medrese ve geçitlerde mezarlıklarda yüzüklerde padişahların gömleklerinde tılsım olarak yerini almıştır. Daha sonraları ise farklılık yaratmak için sembol bazen doksan derece çevrilerek kullanılmıştır.'' dedi. 

Şeytan muzip bir şekilde kıkırdadı ve ayağının altındaki şekile baktı. Cemre hızlı bir şekilde ''Hz Süleyman'ın mührü 6 köşelidir. Sen daha iyi bilirsin.'' dedi. Şeytanın sessiz kalması Cemre'nin hoşuna gitmese de konuşmaya devam edecekti.

Süleyman Peygamber'in yüzükle olan ilgisi onun bir imtihandan geçişi şeklinde ele alınır. Yokluğunda bir cariyesine emanet ettiği yüzük mührü bir cin onun görünümünü alarak ele geçirir. Yokluğunda pek çok fitne fesat hazırlar örneğin tahtına büyü kitapları koyar ve iftira atar. Oysa Hz. Süleyman yüzüğün yokluğunda kendine dönecek ve gücünün kaynağı olan asıl çekirdeğini özünü bulacaktır. 

Bu durum Bakara Suresi'nde şöyle ifade edilir ''Süleyman'ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı.'' dedi. Ayetin Türkçe manasının söylenmesi bile şeytanda bir farklılık oluşturmuştu. Dişlerini sıkmış ve sert bir nefes koyvermişti.

Cemre ''Sana acının büyüğünü hikayeden sonra vereceğim merak etme, şimdilik sakin dur.'' dedi. Sanki cinninin patronuymuş gibi bir hal ve tavır takınıyordu. Giray ayetten yola çıkarak ''Yani mühür bir nevi kötülüğe yol açtı. İyiye kullanmak yerine insanlar ve şeytanlar sırasıyla sapkınlığa düştü. Peki sonra ?'' dedi.

''Günümüzde kabul gören sembol göğün ve yerin birleşimini gösterir. İki üçgenin biri göğe biri yere dönüktür. Sembol bir yönüyle insan varlığının maddi bedenini ve ruhunu, bundan oluşan bütünü, bir yandansa dişil ve eril prensipleri, maddi ve manevi değerlerin bütünlüğünü gösterir. Doğunun Yin ve Yang'ına benzer bir semboldür. Dünyaya giriş ve çıkış noktalarını temsil eder. Kimi farklı bakışlar ise şekilde iki piramit görür.'' diyerek mührün şeklini izah etti. 

''Özellikle Selçuklu dönemi paralarında ve eserlerinde sıkça kullanılan sembol artık günümüzün gerilimli zaman ve dünyasında İslam ve Hıristiyan toplumlarınca terkedilmiş hatta anlamı bilinmediğinden bir çok tarihi eserde de tahrip edilmiştir.'' dedi ve gülümseyerek ''Gelelim hikayenin keyifli yerine'' dedi ve bakışlarını Giray'dan cinniye çevirdi.

Süleyman (a.s.) peygamberlerin en zenginlerinden ve kendisine krallık verilen bütün cinni ve hayvanları yönetip onlarla konuşabilen bir peygamberdi. Süleyman (a.s.)'ın parmağındaki yüzük bütün cinleri toplayabilme ve egemenliği altına alabilme özelliğine sahipti. Fakat Süleyman (a.s.) vefat ettikten sonra yüzüğü kayboldu. Çünkü bu yüzüğe kim sahipse bütün cin ve hayvanları yönetebilecekti.'' dedi ve eli cebine gitti. 

Cemre bir sonraki cümlesine başlarken cinni de gözlerini fal taşı gibi açtı ve Cemre'nin dudaklarından dökülen kelimeleri aynı anda o da söyledi ''Çünkü yüzük kimdeyse Süleyman odur'' dedi ve Cemre cebinden altın renkte, ortası siyah, altın renkte dairesel çizgi ve altı köşeli, içinde Kur'an yazısı olan bir yüzük taktı. Bu Mühür'dü.

Şeytan durduğu kalkanın ortasında öfkeden deliye dönmüştü ve ''Sen onu nereden buldun!'' diye haykırdı. Giray ve Tolga gözlerine inanamamışlardı. Mühür ondaydı. Yüzük parmağındaydı. Giray ''Cemre bu nereden çıktı ?'' diye sordu, hem heyecanlı, hem de şaşırmış bir ses tonuyla. Tolga da ''Cemre onu nereden, nasıl buldun?'' diye sordu. 

Cemre sakince. ''Lütfen hikayemin sonunu dinleyin ve bu muşmulanın bu hale nasıl geldiğini öğrenin'' dedi. Giray ve Tolga başlarını salladılar ve Cemre'yi dinlemeye devam ettiler. Cinni ''Sus! Yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim! Çaresiz bir insanoğlu için sana çok bile taviz verdim!'' dedi. Cemre umursamadı.

''Bu yüzük Allah tarafından arşa kaldırılmış ve orada bir kale içinde korunuyordu. Fakat cinnilerden bir tanesi yüzüğü kalenin içinde gördü ve almak istedi.'' dedi ve tekrar cinni ile göz göze geldi. Giray hayretler içerisinde ''Yok artık.'' dedi. Cemre ''Tam kalenin içine girecekken yüzüğü koruyan başı ve dişleri kızgın demirden, gözleri kırmızı yakuttan, vücudu cehennem ateşinden yaratılmış büyüklüğünü sadece Allah'ın bildiği bir ejderha gördü ve hemen endişeye kapılarak yeryüzüne indi. Yeryüzünde üç parça çamur aldı ve bunları okuyup başka bir cinni arkadaşına verdi. İki cinni arşa çıkarken yüzüğü almak isteyen cinni diğerine "Ben içerideyken bana bir şey olduğu zaman bu çamuru benim üzerime at" dedi. Diğer cinni de "Tamam" dedi.

Tolga ''Bununla zor başa çıkıyoruz. Umarım arkadaşı da gelmez'' dedi. Cemre ''Gelmeyecek. Merak etme'' dedi ve bu kesin konuşmasının kaynağını hikayeye devam ederek açıkladı. ''İkisi kalenin önüne geldiler ve yüzüğü almak isteyen cinni içeriye girdi. Ejderha ona hemen orayı terk etmesini buranın Allah tarafından korunduğunu ve hiçbir zaman o yüzüğün alınamayacağını söyledi. Cinni yüzüğün üzerine doğru harekete geçince ejderha ağzını açarak ona cehennem ateşi püskürttü ve cinni kül oldu. Diğer arkadaşı külleri toplayıp üzerine çamuru koydu. Cinni hiçbir şey olmamış gibi tekrar ayağa kalktı ve içeriye girdi. 

Bu sefer ejderha cehennem demirinden olan tırnaklarıyla cinniyi paramparça yaptı. Arkadaşı parçalarını topladı ve üzerine diğer çamuru koydu. Cinni tekrar hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı ve içeriye girdi. Bunun üzerine ejderha onu öldüremeyeceğini zannetti ve Allah'a sığındı. Allah ejderhaya ona kuyruğuyla vurmasını ve artık arkadaşının ona yardım edemeyeceğini nida etti. Bunun üzerine ejderha cinniye kuyruğuyla vurdu ve cinni bir anda yok oldu. Diğer cinni Allah'ın azametinden korkup yeryüzüne indi. Fakat Allah, yeryüzüne inen bu cinniyi alıp cehenneminin en derin kuyularından birine attı ve sonsuza kadar onu orada yanmaya mahkum etti.'' Tolga'ya gülerek ''Cehennemin acı yankılarında büyük bir payı var merak etme'' dedi.

Kalkanın içinde bulunan cinni deliye dönerek ''İlk isyanın neden kaynaklandığını biliyor musun insanoğlu! Allah'a sizlerin ne denli kötü bir varlık olduğunu göstermeleri içindi. Şu haline bak! Sana dur dediğim halde durmadın ve sözlerine devam ettin. Bencilliğin bizlerden birinin vesvesesiyle değil kendi nefsani duygularınla alakalı! Defne kanlar içinde nedenini bilmediğiniz bir şekilde yerde. O aranızda en saf ve temiz olanı. Bense şuan yeryüzünde bulunan en kötü varlığım. Onun ruhu bana yaklaştığı andan itibaren bir tepkime içerisine girdi. İstesen Giray ve Tolga dediğin bu iki insanı buraya getirmeyebilirdin! Ama onlarında yanında olmasını istedin. Onları da kendinle beraber azaba sürüklüyorsun.'' dedi.

Giray ve Tolga bu sefer düşünceli bir şekilde bakar olmuşlardı. Tolga, Cemre'ye ''Ne yani ?! Defne'nin bu duruma gelmesinin suçlusu sen misin ?!'' diye bağırdı. Cemre durumun ve vaziyetin farkına yeni yeni varmaya başlıyordu. Defne'nin o hali öfkesini dindiriyor, yerini hüzne bırakıyordu. Çok acele etmişti. Oturup düşünmemişti, ölçüp tartmamıştı. Cemre kekeleyerek ''Ö-özür dilerim.'' dedi ve yine ağlamaya başladı. Tolga kucağındaki Defne'yi sakince yere bıraktı ve hızlı adımlarla Cemre ile Giray'ın yanına geldi ve Cemre'nin karşısında dikildi. ''Neyin özrü bu Cemre! Defne'nin haline bak!'' dedi.

Defne'ye daha dikkatli bakan Cemre, Defne'nin teninin solduğunu ve vücudunun güçsüz olduğunu gördü. Bir cesetten farksızdı ama hala yaşıyordu. Bu halinde ona yaşamak denirse tabii. Giray Tolga'nın göğsüne dokunarak ''Sakin ol.'' dedi ciddi bir sesle. ''Buraya gelişimizdeki en büyük pay bizim. O bizi evde tutsaydı, gelmememizi söylese dahi peşinden koştura koştura gelecektik. Ve en önden giden Defne olacaktı. Bu yaşananlar bizim suçumuz. Şeytanın yapmak istediği Cemre'yi yalnızlaştırmak. Yüzük olmadan cinni için kolay lokmaydık ama şimdi durumlar değişti.'' dedi.

Sakinleşen Tolga, Giray'a hak vermişti. Cinni Giray'ın sözlerine ''Sen öyle san!'' diye haykırdı ve elini uzatıp Giray'a bir şekilde hakim oldu ve sert bir şekilde üç adım yanında bulunan Cemre'nin üzerine attı. Yüzük Cemre'de olduğu için ona zarar veremezdi ama yüzüğe sahip olamayanları kontrol edip insani yönüyle ona zarar verebilirdi.

Giray, Cemre'nin üzerine düşmüşte ve kısa mesafe olmasına rağmen 5 metre kadar geriye gitmişlerdi. Neredeyse öndeki kürsüye ulaşacaklardı. Acılar içerisindeki Giray ve Cemre toparlanmaya çalıştılar. Tolga telaşla ne yapacağını şaşırdı ve tek yapabildiği cinniyi, yani şeytanı izlemekti. Cinni bakışlarını Giray ve Cemre'den Tolga'ya çevirmişti. Ona gülmeye başlamış ve ''Canın çok acıyacak çocuk. Ama sonra.'' dedi ve yavaşça Defne'den tarafa döndü. Sesini Tolga'ya duyurarak ''Belki bu da canını acıtabilir'' dedi. Giray ve Cemre yavaşça doğrulmuşlardı ve cinniyi izliyorlardı.

Cinni elini Defne'ye doğru uzattı ve Defne denizde boğulmaktan son anda kurtulan biri gibi derin bir nefes aldı. Sonrasında hızlı hızlı nefes verip ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Cemre hükmedebildiği cinleri çağırıp şeytanı alt edebilirdi ama Defne'yi hayata geri döndürmüştü. Bu da ne demek oluyordu ? Şeytan sinsi bir kahkaha atarak ''Elveda diyin'' dedi ve Defne aniden dizinin üzerinden doğruldu ve çığlıklar atmaya başladı. Tolga ona doğru koşarken, şeytan elini hafif bir sallayışla onu kendisine göre solunda bulunan duvarlardan birine yapıştırmıştı. Şeytanın dönüşümünden dolayı cam fanusların kırıldığı noktaya düşen Tolga'nın kollarında ve yüzünde çizikler oluşmuştu.

Cemre ''Cehennemin en dibindeki en azgın cinler! Sesime kulak verin! Kilisede bulunan bu şeytanı en büyük azaplarınızla yok edin!'' dedi. Gökyüzünden öyle bir ses geldi ki sanki delinmişti. Şeytan bakışlarını yüksek tavana kaydırdı. Mumlardaki alevler yine rüzgar esiyormuşcasına hareket ediyorlardı. Şeytan ''O kadar kolay değil'' dedi ve Defne'nin çığlıkları kilisede büyük bir yankı bulmuştu. Ağzındaki kanlar bu sefer daha yoğun bir şekilde yere akıyordu ve pentegramın oyuğuna hızla yayılıyordu.

''Ona ne olduğunu öğrenmek istermisiniz'' diye sordu cinni. Giray ve Cemre seslerini çıkarmamışlardı. Cemre kiliseye gelecek olanları merakla bekliyordu ama gelen giden yoktu. Cinni kalın ve korkutucu sesiyle büyük bir kahkaha attı. ''İstersen ondan önce şunu izah etmeliyim. Allah, o yüzüğü Arş'a kaldırdığında hükmünü de geçersiz kıldı. Benim onu alma çabam bile boşaydı. Bunu, yok olduktan sonra dünyanın en ıssız ve ürkütücü yerinde senelerimi harcadığım zaman öğrendim.'' dedi.

Cemre ''Nasıl yani ?'' diye heyecanlı bir şekilde sormuştu ve bir adım öne gelmişti. ''Yani şöyle ki; mührün tek yapabildiği seni benden korumak. Kötülüklerden uzak tutar. O kadar. 'Yüzük kimdeyse Süleyman odur' sözü Süleyman'ın devrindeydi ve o öldükten sonra son buldu. Mantık olarak düşünecek olursan öyle bir şey olsaydı Allah onu Arş'a kaldırıp ona bir koruyucu verip insanoğlundan ve şeytanlardan uzak tutmazdı.'' dedi

Cemre düşününce şeytan sonuna kadar haklıydı. Evet, doğruydu. ''Yüzüğü taktığımda neden deliye döndün peki?'' diye sordu Cemre. Şeytan Defne'de olan bakışlarını omzunun üstünden hafif bir şekilde timsah bakışıyla Cemre'ye çevirerek ''Şeytanlar iyi yalancılardır'' dedi ve sırıtmaya başladı.

''Dur! Dur bir dakika! Defne'ye zarar verme lütfen. Ya anlamıyorum. O zaman gökyüzünde ki o büyük patlama sesi neydi ?! Allah neden seni arkadaşına yaptığı gibi cehennemin en derin kuyusuna atmadı!'' diye bağıra çağıra, ve ağlayarak konuşmuştu. Şeytan sakince ''Defne'nin saf ve temiz kanı bu daireyi ve üçgenleri dolduracak. 

Doldurmaya başladığı anda ayin yerine gelmeye başladı aslında. Evrendeki en güçlü şeytan ben olacağım ve Dünya'yı yok edeceğim. Yeryüzünde büyük bir kıyım başlayacak. O ses ayinin başladığına dair bir işarettir. Neden cehenneme gitmediğim ise muamma. Emin ol insanoğlu, bunu yüzyıllardır kedime soruyorum ve bir neden bulamadım.'' dedi. Omzunun üstünden Cemre'ye bakarak ''Yalan söylemiyorum'' dedi.

Tolga hafif baygın bir şekilde yerinden yavaşça doğrulmaya çalıştı ama kesikler canını acıtıyordu. Cemre ''Peki neden senelerdir zihnimdesin ?! Neden bu gece ?! Neden biz?!'' diye hıçkırıklar eşliğinde bağırarak konuşmaya devam ediyordu. Şeytan ''Yeryüzündeki en saf kızı arıyordum. Küçük çocukların bir çoğuna masum olarak bakılır ama emin ol o kadar masum değiller. Ve bu kızın aynı kendisi gibi iyi arkadaşlara sahip olması gerekiyordu. Yeryüzündeki arkadaşlıklara baktığımda hepsi vasattı. İnsanoğlu; birbirinizi Tolga, Giray, Defne, Cemre yerine; hain, nankör, bencil olarak çağırsanız daha iyi açık ve net olurdu. Birbirinizi daha iyi tanımlardınız.'' dedi.

''Sonra sen benim esaretim altında kaldığından dolayı zamanla değiştin. En masum kız değildin ama en iyi dostlara sahip ve eskiden en iyi olan kızdın. Bu hala yeterli bir sebep. O yanık izlerini ve acılar içerisinde kovuluşumun yarattığı sarsıntı ve olay kolay kolay geçmedi. Yüzyıllar sürdü. Ve artık tamamlandım. Eski gücüm yerinde ve o gün bugün.'' dedi. Defne'ye derin derin bakarak ''Şu an ne yaptığımı öğrenmek ister misiniz ?'' diye tekrar sordu. Giray umutsuz bir ses tonuyla sakince ''Ne ?'' diye sordu. Şeytan korkunç bir öfkeyle ama sakin bir ses tonuyla ''Onun içeriden kaburgalarını kırıp ciğerlerine ve iç organlarına saplıyorum. Böylece kanı daha hızlı boşalacaktır. Ölüyor'' dedi.

Tolga yarı baygın durduğu yerde duyduklarının acısıyla yerinden muhteşem bir öfkeyle fırladı ve yerde eline aldığı kesken bir cam parçasıyla şeytanın durduğu yere doğru komaya başladı. Şeytan Defne'ye bakmaya devam ediyordu. Elini Tolga'ya doğru uzattı ve aralarında 3 metre kadar mesafe kalımına Tolga'ya hükmetmeye başladı. Tolga duvara çarpmış gibi aniden durdu ve elindeki cam ile kontrolü kendisinde olmadan boğazını derinlemesine kesti. Tolga ayakta iki saniye kadar durduktan sonra kan revan bir şekilde şeytanın sol tarafına düştü.

Cemre eliyle durdurmak istermiş gibi ileri uzatıp ''Hayır'' dedi ama artık çok geçti. Giray ''Hayıır!'' diye haykırdı. İkisi üzüntülerinden dehşetle ağlamaya başlamış, olanlara akıl sır erdirememeye başlamışlardı. Cemre ne yapacağını bilmiyordu. Tolga ve Defne'nin yanına koşacakken Giray onu kolundan tuttu ve kendisine doğru çekip ''Hayır, hayır gitme.'' dedi ağlamaklı bir sesle. ''Düşünmemiz lazım. Şuan bu olanların dışında düşünmemiz lazım Cemre. Cemre bu olayın kilit noktası sensin! Hadi düşün!'' dedi.

Şeytanın oluğa biriken kan ile çemberi tamamlamasına ve eski gücüne dönmesine az kalmıştı. Defne'den çığlık sesleri yükselmiyordu. Muhakkak Tolga'dan önce ölmüştü. Bu kadar büyük bir acıya katlanması bile mucizeydi. Cemre hüngür hüngür Giray'ın kollarında ağlarken, aklına Kur'an ayetindeki mealin okunduğu zaman şeytanın zorlandığı o an geldi. Giray'a heyecanla ''Meal. Meali okurken kontrolünü kaybetmişti. Ayetin kendisini okuduğumuzda sonuç ne olur ?'' dedi. Giray göz yaşlarını sildi ve ''Göreceğiz'' dedi.

Giray, kürsünün önünde durdukları yerden ileri doğru, yürüdü ve karşısına dikildi. Şeytan ''Ee çocuk, sıradaki sen misin ? Gönüllü aday'' diyip sırıtmaya başladı. Giray şeytana cevap vermedi, aklındaki 4 ayeti okumaya başladı. ''Efehasibtüm ennema halaknakum abesen ve enneküm ileyna la turceun, / Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?''

Giray ayeti okur okumaz şeytan dişlerini sıkmaya başladı ve kalkanın olduğu yerde vücudu aynı rahip kılığındaki şekli gibi seyirmeye başlamıştı. Şeytan kötüleştikçe kilisedeki duvarlar deprem havasına giriyordu. Çeşitli sesler çıkarıyordu. Lambalar ise sallanmaya başlıyordu. Giray devam etti ''Feteale'llahü'l melikü'l Hakk. La ilahe illa Hüve, rabbü'l arşi'l kerim / Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka ilah yoktur, O, yüce Arş'ın sahibidir. Ve men yed'u mea'llahi ilahen âhare la burhane lehü bihi, feinnema hısabühü ınde rabbih, innehü la yüflihu'l kafirun / Her kim Allah ile birlikte diğer bir ilahya taparsa, -ki bu hususla ilgili hiçbir delili yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şurası muhakkak ki kafirler iflah olmaz.''

Son ayeti de söylecekken Şeytan başını tavana kaldırdı, korkunç ve bir o kadar kalın sesiyle dehşetler içerisinde haykırdı. Eliyle kafasını tutan şeyler haykırmaya devam ediyordu. Bundan kurtulmalıydı. Bedeni Hz Süleyman'ın kitabındaki ahitin okunuşunda ki gibi yanmaya ve seyirmeye başlamıştı. Yeryüzüne düştükten birkaç yüzyıl sonra tekrar gücünü toplamıştı fakat güçlü bir rahip onu eski yıkık bir kilisede toplam beşe yakın din adamıyla yaptıkları ayin ile yok etmişlerdi. Allah aslında ona bunu ceza olarak vermişti. Bunu şeytanda çok iyi biliyordu. Şeytanlar her zaman yalan konuşurdu. Ama bu durum onu küçük düşüreceği için gerçeği söylememişti. Cemre Hz Süleyman'ın kitabındaki bir ahitle en son o kıvama geldiğini nasıl olduysa anlamıştı. Ama diğerlerine anlatamazdı.

Cinni, yani şeytan, avucunu açtı ve ucu sivri, tutma yerini siyah dumanlar oluşturan uzun ince bir mızrak yarattı. Giray kendisine olacakları anlamıştı. Bu, bu saatten sonra anlaşılması zor olmayacak bir durumdu. Bakışları yumuşamıştı ve yüzünü kürsünün önünde duran Cemre'ye çevirdi. Ona sadece dudaklarını kıpırdatarak ''Seni seviyorum'' dedi. Cemre kafasını iki yana sallayarak gözyaşları içinde kısık sesle ''Hayır, hayır'' diye söyleniyordu. Sonrasında Giray'a bakıp ''Bende seni seviyorum'' dedi. Giray'ın gülümsemesi yüzüne yayıldı. O kadar mutluydu ki, durumunu izah edecek bir kelime yoktu. 

 Şeytan'ın kin ve nefret dolu sesi Giray'ın tekrar bakışlarının ona çevrilmesini sağladı. ''Bu satırları okuyanın sonu kötü olur demişti!'' diye haykırdı. Giray son ayeti hızlı bir şekilde okudu. ''Ve kul rabbiğfir verham ve ente hayru'r rahimin / De ki: Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin en iyisisin'' Şeytan içindeki acı ve öfkeyle mızrağı Giray'ın tam kalbine fırlattı ve mızrak Giray'ın göğüs kafesini acılar içerisinde delip geçerek sırtından çıktı. Giray tek bir kelime dahi edemeden yere yığıldı ve ölümü kucakladı.

Son ayeti okumasıyla beraber cinni iyice deliye dönmüştü ve kilisenin sıvaları tavandan yavaş yavaş dökülmeye başlamıştı. Şeytan ayininde başarılı oluyordu ama ayetler ve ahitler onun gücünü neredeyse her daim sıfıra indirgenecek derecede zayıflatıyor ve küçük düşürüyordu. Bu sebepten ötürü ahit olayını diğerlerine anlatamazdı. Ama Cemre'nin aklı çoktan başına gelmişti bile. 

Giray'ın ölümüyle Cemre kalbindeki hüzünden neredeyse bayılacak kıvama gelmişti. Artık gücü kalmamıştı. Kendisini hissetmiyordu. Ölü gibiydi. Sadece ruh bedenini taşıyordu o kadar. O da birkaç iskelet yardımıyla.

Kilise parçalara ayrılıyor gibiydi. Cemre pentegrama bakınca nedenini anlamıştı. Ayin, ya hep ya hiç maçıydı. Ayin başarılı olur şeytan yeryüzünün en kötü varlığı olacak ve kıyımı başlatacaktı. Yerdeki üç ceset ve kilisenin zeminin oluşturan büyük pentegramın oyuğunu dolduracak kan ile bu kıyıma başlamıştı bile. Fakat şeytan bu ayini gerçekleştiremezse yok olacaktı. Sonsuza dek. Bu sefer kaçışı yoktu. Ya hep. Ya hiç.

Cemre Şeytan'ın yanına doğru yürüyerek ''Hep kaybeden bir varlık o kadar bu riski almaya değer miydi ?'' diye sordu sakince. Sesi ölü gibiydi. Histen yoksun. Nötr. Şeytan yerdeki cesetlere tek tek bakarak ''Hep kaybeden demek ha ?'' dedi. Cemre en eski kitaplardan aklında kalan ve şeytanı def etmeye yarayan en etkili yazıyı aklına getirmeye çalışıyordu. Onu hatırlamaya çalışırken ''Bugün en iyi arkadaşımı, ve yarın yeni bir güne sevgilim olacak olan sevgilimi, ve onun en iyi kankası ve benimde en yakın arkadaşım olan ikinci kişiyi öldürdün. Ben ise seni buradan sağ çıkartacağım ve sen bu işkenceyi milyonlarca insana yapacaksın. Öyle mi ?'' diye sordu.

Şeytan yine gülümsüyordu. Sivri dişlerini bugün hiç göstermediği kadar göstermişti. Bugün en keyifli günüydü. ''Bir insanoğluna göre fazla zekisin. Sanırım üzerindeki etkim büyük'' dedi böbürlenerek. Sanırım acısı dinmişti ve kilisede durulmuştu. Ama bu haliyle bile neredeyse harap olmuştu. İşler daha ne kadar kötüye gidebilir ki ?

Cemre aniden aklına gelen dizeleri yüksek sese ve kendinden emin bir şekilde okumaya başlamıştı.

 Regna terrae, cantate Deo,

psallite Domino

qui fertis super caelum

caeli ad Orientem

Ecce dabit voci Suae vocem virtutis,

tribuite virtutem Deo. İlk kıtayı duyduktan sonra şeytan daha acı bir his ile inledi ve acı haykırışı ilk seferinden daha büyük bir etkiyle kilisenin duvarlarında yankılanmıştı. Cemre hiç durmadan okumaya devam ediyordu.

Exorcizamus te, omnis immundus spiritus

omnis satanica potestas, omnis incursio

infernalis adversarii, omnis legio,

omnis congregatio et secta diabolica.

Ergo draco maledicte

et omnis legio diabolica adjuramus te.

cessa decipere humanas creaturas,

eisque aeternae Perditionis venenum propinare.

Vade, Satana, inventor et magister

omnis fallaciae, hostis humanae salutis.

Humiliare sub potenti manu dei,

contremisce et effuge, invocato a

nobis sancto et terribili nomine,

quem inferi tremunt.

Cemre son kıtaya gelirken şeytan iyice çığrından çıkmıştı ve kilisenin sütunlarından iki tanesi ortadan ikiye ayrılmış ve büyük bir şiddetle yere yıkılmıştı. Lambalardan 3 tanesi ise yere düşmüş ve içindeki ışıklar patlamıştı. Şeytan hakimiyetini kaybetmeden önce Giray'ı öldüren mızrağın aynısını eline aldı. Bu sefer tuttuğu siyah duman ve ucu sivri olan mızrak daha keskin ve daha felaket bir görünüme sahipti.

Derin bir nefes koyverdikten sonra Cemre elindeki yüzüğe baktı. Eğer şeytan onu Cemre'ye fırlatsaydı, bu mühür onu rahatlıkla koruyacaktı. Ama Giray boş yere mi ölmüştü ? O şeytanın karşısına yüzüksüz çıkacak kadar cesurdu. Ve bunu Cemre için yapmıştı. Onun için. ''Artık bu bencilliğe ve hırsa bir son vermeliyim'' diye düşündü ve yüzüğü parmağından çıkardı. Yüzüğü çıkardığını gören şeytan acılar içerisinde ''Onu bana ver seni kaltak!'' dedi. Cemre omuz silkerek ''Kibarca isteseydin belki verebilirdim'' dedi ve yüzüğü cebine geri koydu.

Mühür, Hz Süleyman'ın devrinde olduğu gibi bu devirde de insanoğlunu sapkınlığa uğrattı. Cemre hatasının farkına geç de olsa varmıştı fakat grubundaki arkadaşları acılar içerisinde ve en kötü ölüm şekliyle ölmüşlerdi. Cemre buna bir son vermek istedi ve son kıtayı da okudu. Şeytan ise son kalan gücüyle mızrağı fırlattı.

Ut Ecclesiam tuam secura tibi facias

libertate servire, te rogamus, audi nos.

Ut inimicos sanctae Ecclesiae humiliare digneris,

te rogamus, audi nos.

Ut inimicos sanctae Ecclesi

et fortitudinem plebi Suae- dedi ve Cemre'nin sesi son cümleyi söylerken kesildi ve ağzından oluk oluk kan gelmeye başladı. Şeytan kalkanın içerisinde deli gibi dönmeye başlamış ve vücudunun büyük bir kısmında yanık izleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Kilisenin sütunları birer birer parçalara ayrılıyor ve tavan yavaş yavaş çöküyordu. Göğsünün tam ortasına saplanan mızrak ile dizinin üstüne çöken Cemre nefes almaya çalışıyordu. Ağzından o kadar çok kan geliyordu ki neredeyse kanında boğulacaktı.

Siyah dumandan tutup mızrağı çekmek isterken dokunduğu duman elini yaktı ve büyük bir acıyla inledi. Dizinin üstünde durduğu yerde gözleri Defne, Tolga ve Giray'ın cansız bedenlerini buldu. Bu olanlar onun yanına kalmayacaktı. Cemre kısık bir sesle elinden gelen son kuvvetle cümleyi tamamladı.

Benedictus Deus. Gloria Patri

Son cümlenin ardından Cemre bir nefes koyverdi ve ölüm onun ruhunu bedeninden koparırcasına alıp götürdü. Şeytan öyle bir feryad koparmıştı ki kilisenin duvarları ayinin anlaşmasına aykırı olarak tamamiyle şeytanın ses frekanslarından dolayı etkilenerek yerden tavana kadar olan kısmının yarısı çatladı. Siyah dumanlar kilisenin camlarını parçalamış ve hepsi şeytanın bedenine üşüşmüştü. Yanmaya başlayan bedeni, dumanların gelmesiyle birlikte büyük bir acıyla kavrulmaya başlamıştı.

Kiliseni bütün sütunları artık teker teker parçalar haline gelmişti ve tavanı tutan bir şey kalmamıştı. Lambalar zincirlerinden kurtulmuş ve yere düşünce büyük sesler eşliğinde patlıyordu. Pentegram o dehşet anında ortadan ikiye ayrılmış, zemin çatlamıştı. Kilisenin tavanını oluşturan devasa yapı zemine düşerken şeytan haykırışlar eşliğinde kaybolmuş ve cehennemin en derin kuyusuna atılmıştı. Cesetler ise moloz yığınlarının arasında kalmıştı.

Günahkar olmayıp bütün masumiyetiyle hayatlarını bir hiç uğruna harcayan Giray, Tolga ve Defne cennete girmeye hak kazanmışlardı. Çünkü onlar bütün masumiyetleriyle arkadaşlarının zihnindeki hastalığının çözümüne bir çare olabilmek için o kiliseye gitmişlerdi. Cemre ise bencilliğinin, ihtirasının ve hırsının bedelini cehennem çukurlarında yanarak ödüyordu. Cemre son andaki değişiminin ve doğru yolu buluşunun ödülü olarak cehennemden çıkıp Giray'a kavuşacaktı. Ama cehennemde yanmak, yıllarca yanmak kolay ve atlatılabilir bir şey değildi.

Hayat bazen en olmaması gereken zamanda, en savunmasız anınızda sizden masumiyeti alır ve bunun bedelini hayatınız boyunca, belki öldükten sonra bile çekmek zorunda kalırsınız. Eğer kaderinizin yolları kötülükle kesişicekse, bundan kaçamayacaksınızdır.

Continue Reading

You'll Also Like

124K 4K 20
Genç çocuk yatağında masum bir şekilde uyurken her gece evin altındaki tünelden gelip onu dikizleyip tüm hayatına sahip olacak olan takıntılı adamdan...
14.2K 712 22
Bahar en yakın arkadaşının düğününe mardine gider ve oraya damadın en yakin arkadaşı olan ateş'i görür ve o yüz bir daha aklından çıkmazsa ve bir ka...
25.7K 1.9K 20
Buket Ayaz, Kraliçe takma adıyla popüler olmuş bir yazardır. Türkiye'nin en başarılı yazarları arasında parmakla gösterilir. İşinde başarılı olmayı k...
4.3K 300 12
Fransız mafyasımı ? Evinde çalışan korumaya aşık olur. Fakat o bir koruma değil Fransız mafyasıdır. Okan, Hazelin babasından gerekli belgeleri almak...