Lacivert - Safir - Amber

By tymazerr

2.8M 125K 24.3K

Tıp öğrencisi Beren, yıllardır göğüs gerdiği aile şiddeti yüzünden sonunda evden kaçtığında, aklına gelecek s... More

GİRİŞ
1- BEREN SOYDAN
2- JAMES HUNTER
3- Mahzen
4- Royal De Maria
6- Sofia Dark
7- Denge
8- Dönüş
9- Kaçış
10- Sara
11- Soğuk
12- Ekip
13- Sınırlar
14- Kırık
15- YANILGI
16- YENİ GÖREV
17- DONUK
18- ACI SESLER
19- ILIK GECE
20- EV
21- BOWIE
22- DEIRDRE
23- ÇIPLAK
24 - NOT
25- OYUNCAK BEBEK
SAFİR | GİRİŞ
SAFİR | 1.BÖLÜM
SAFİR | 2. BÖLÜM
SAFİR | 3. BÖLÜM
SAFİR | 4.BÖLÜM
SAFİR | 5.BÖLÜM
SAFİR | 6. BÖLÜM
SAFİR 7. BÖLÜM | Gece Nöbeti
SAFİR 8. BÖLÜM | Fil Ağacı
SAFİR 9. BÖLÜM | Zehir
SAFİR 10. BÖLÜM | BOZUK
SAFİR 11. BÖLÜM | LACİVERT
SAFİR 12. BÖLÜM | AİT
SAFİR 13. BÖLÜM | SIFIR
SAFİR 14. BÖLÜM | Ruh Kesiği
SAFİR 16. BÖLÜM | Ateş
SAFİR 15. BÖLÜM | Cennet
SAFİR 17. BÖLÜM | Geç
SAFİR Final | Herkes için...
Amber 1 | PARADOKS
Amber 2 | KARMAKARIŞIK
Amber 3 | EĞİTİM
Amber 4 | ÇAYLAK
Amber 5 | MILEN
Amber 6 | DARKBLUE
Amber 7 | RÜYA
Amber 8 | HAVADA SÜZÜLMEK
Amber 9 | SOĞUK ATEŞ
Amber 10 | TAŞIYICI
Amber 11 | KAÇIŞ
AMBER 20 | LIZY
AMBER 12 | CENNET
AMBER 13 | DEĞİŞİM
AMBER 14 | UZAY BOŞLUĞU
AMBER 15 | ZİHİN YANGINI
AMBER 16 | GÜVEN
AMBER 17 | FAROE
AMBER 18 | GENOA
AMBER 19 | GÜN IŞIĞI
AMBER 20 | LIZY
AMBER 21 | VEDA VE ÖTESİ
AMBER 22 | FİNAL 1- İLLÜZYON
AMBER 23 | FİNAL 2- GERÇEKLER
AMBER 24 | FİNAL 3- MASALLAR VE SONLAR

5- Antidote

71.8K 3.4K 501
By tymazerr


Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr

Koşar adım servis kapısından çıkıp, restoranın parkına doğru yürürken dikkat çekmemeye çalışıyordum. Bunu neden yapıyordum ben de bilmiyorum ama az önceki olanlardan sonra görünmez olma isteğim şuan benim için en büyük gerçekti.

Lacivertin yüzüne nasıl bakacaktım? Neden manyak gibi üzerimdeki kıyafetleri parçalamış, bana kötü bir şey yapacak diye aklımı çıkarmışken, gözlerinde daha önce görmediğim bir ifadeyle beyaz önlüğü uzatmıştı.

Yüzüm kızararak aklıma az önce olanlar geldi tekrar. Belki bana yumruk atsa ya da darp etse, zaten alışık olduğum bir durum olduğu için kendimi savunmak aklıma gelir, laciverte karşı başarılı olamasam da kendimi korumuş olurdum.

Ama yaptığı şey karşısında donup kalmış, o kadar güçsüzleşmiştim ki, kendimi kontrol edip, beynime herhangi bir komut gönderemedim. Hele tenimi ürperten sıcak nefesi, o iç gıdıklayıcı karıncalanma hissi...

Kafamı sağa sola sallayıp utanç hissimi bastırmaya çalıştım ama düşündüklerimle kendime hiç yardımcı olmuyordum.

Adımlarım koşar halde olsa da, utançtan kasılan bedenim geri geri gitmek istiyordu. Ilık rüzgar beni rahatlatacağı halde bana büyük gelen beyaz gömleğin düğme aralarından sızarak çıplak tenimi ısırıyordu. Ellerimle gömleğim iliklerini sıkıştırarak ön tarafımı kapatmaya çalıştım.

Lacivertin dediği noktaya geldiğim anda, arabası önümde belirdi. Titremesini durduramadığım ellerimle kapıyı açmaya çalıştım ama artık korkumu gizleyemiyordum. Bu yaşadıklarım lacivertten korkmam gerektiğini gayet açık hale getirmişti.

Bu adam benim kıytırık dövüş eğitimimle elinden kurtulacağım ya da ondan kaçıp saklanabileceğim biri değildi.

Lacivert tehlikenin ta kendisiydi.

Yüzü yola dönük olan lacivert meteor, kafasını çevirmeden kolunu uzatarak içeriden kapımı açtı. Beceriksizliğime tahammül edemediğini hissediyordum.

Koltuğa oturduğum anda yüzde bir milyon artan utancımla, kafamı önüme eğerek hiç orada yokmuşum gibi davranmaya çalıştım.

2 saat önce beden değiştirdiği bu meteorumsu adam ne kadar muhteşem olsa da, yine de arabada laciverti görmeyi beklemiştim. Göremeyince anlık bir şaşkınlığa uğradım. Bu adama bu kadar çabuk alışmamalıydım. Zihnimde yine aynı yankıya yer verdim. 'Bu adam bir katil Beren, bu adam bir katil!'

Lacivert gazı köklediğinde, hız yapmayı sevmeme rağmen, kalbimde kısa süreli bir deprem oluşmuştu. Yutkunarak kendime sakinleşmeyi tembihledim.

Yarım saat sonra mahzenin bulunduğu ormanlık alana yaklaşmıştık.

Lacivert, mahzenin otoparkından çıkarken kullandığımız yolu kullandı yine. Bu yol anayola bir tünelle bağlanıyor aynı zamanda mahzenin otoparkına çıkıyordu. Tünelin çıkışı yine ormanlık alandaydı ve dikkat çekmiyordu. Zaten mahzene ait her çıkış noktası ormanın farklı alanlarında oluşturulmuştu.

Tünelden içeriye girdikten kısa bir süre sonra otoparka geçişi sağladık. Mahzene yaklaştıkça içimdeki korku perçinleniyor, lacivertten daha da çok ürküyordum. Otoparktan çıkarken göz ucuyla ona baktım. Anında yaşadığım tereddüdü fark etti.

"Acele et, oyalanma lüksün yok."

Cevap vermeden hızlı adımlarla onu takip ettim. Önce kömürlük, sonra gizli kapıdan geçip mahzene vardık. Siyah odanın kapısına geldiğimizde aceleyle kapıyı ittirip içeri geçti.

"Çabuk banyoya geç."

Kafamı ne kadar hızlı çevirip, ne kadar korku dolu gözlerle baktım bilmiyorum ama lacivertin sert bakışları bir an olsun yumuşar gibiydi.

"Neden, benden ne istiyorsun?"

"Soru sormayı bırak, banyoya geç dedim"

"Hayır."

Ölümüne korksam da bana ne halt edeceğini öğrenmeden adımımı bile atmayacaktım.

"Neden kıyafetlerimi parçalayıp beni bu hale getirdin? Benden ne istiyorsun? Eğer derdin düşündüğüm şey ise beni öldürmeden bunu yapamayacağını kafana soksan iyi edersin.

Korkudan titriyordum. Dişlerim birbirine çarpıyordu ama yine de sağlam duruşumdan ödün vermedim.

Söylediğim şey onu öyle öfkelendirdi ki lacivertin bakışları beni delip geçiyordu. Derin bir nefes aldı ve ağzından çıkan sözler beni soğuk bir fırtınanın ortasında bıraktı.

" 5 dakika içinde kalp krizinden ölüp gitmek istemiyorsan, benimle banyoya gelmeni öneririm."

Bu bir uyarı değildi, emir de değildi. Lacivert soğukkanlı bir şekilde bana ölümümü haber veriyordu.

Ciddiydi.

O an kendimi unuttum ve beynime çakan şimşeklerin canımı ölesiye acıtmasıyla kendime hâkim olamadım. Demek kullandığım şarap restorandaki hedefin üzerine dökülseydi, adam kalp krizinden ölecekti.

Kulağımdaki uğultuları midemin bulanması takip etti. O adam benim yüzümden ölecekti. Ölümüne ben sebep olacaktım.

Lacivert yapacağım işi önemsiz bir detay gibi göstermişti. Katil olacaktım.

Katil olacaktım.

"Seni adi herif!"

Elime geçen ilk şey mutfak tezgâhındaki büyük su bardağıydı. Hiç düşünmeden lacivertin üzerine fırlattım.

Verdiğim tepki ile ilk defa şaşırdığını gördüğüm lacivert bir an kalakalmıştı. Attığım bardak başının kenarına çarpıp duvarla buluşurken parçalara ayrılıp etrafa saçıldı.

Ardından elime geçen sürahiyle, fırlatma işlemime devam ettin.

"Sen beni ne sanıyorsun psikopat! Paşa paşa cinayetlerine yardım edeceğimi mi sandın?! Beni ruhum bile duymadan katil yapacaktın öyle mi?" deli gibi bağırıyordum.

"Beni suç ortağı yapacaktın böylece elinden hiç kurtulamayacağım değil mi?"

Biran düşündüm ve kafamda yeni bir şimşek çaktı.

"Beni öldürmemenin nedeni çalışma şeklin filan da değil. Sırf kullanmak için öldürmedin değil mi? Sırf bu yüzden iyileştirdin, sana minnet duymamı sağladın! Allah hepinizin, tüm erkeklerin belasını versin, hepiniz çıkarcı pisliklersiniz!"

Ona minnet duyduğumu itiraf etmiş olduğumu öfkem geçtikten sonra fark edecektim.

Kaç gündür dolan hislerimi mutfakta elime geçen her parçayı fırlatarak ortaya dökerken, önce şaşıran lacivert kendini hiç korumadan bana doğru yaklaşmaya devam etti. Attığım her parça ona tam olarak isabet etmese de mutlaka bir tarafına çarpıyordu ama o aldırış etmeden yanıma geldi, benim ihanete uğramış ve öfkeden kuduran bakışlarıma karşılık, o da gözlerini benden ayırmıyordu. Ama gözlerinde ne vardı?

Öfke mi? Merhamet mi? O an hiç birini fark etmeyecek kadar öfkeliydim. Bana zarar vermek için yaklaşıyor olması bile umurumda değildi.

Yanımda belirdiğinde hala avazım çıktığı kadar bağıran ben, bu sefer geri çekilmedim. Zaten birkaç dakika sonra kalp krizi geçirip öleceksem artık bana ne yapacağının önemi yoktu.

Sanırım özgürlük arayışım buraya kadardı. Hiçbir hayalimi gerçekleştiremeden ölecektim. Bir an anneme babama hatta çok kısa bir an olsa da Çetin'e bile özlem duydum.

İçimden nasıl öleceğimi düşünürken, laciverte bağırıp çağırmaya devam ediyordum. En azından sessiz ölmeyecektim.

Birden havalanınca bağırışlarım yerini haykırışlara bıraktı.

Bana iyice yaklaşan lacivert yine tek bir hamleyle beni omuzuna atmıştı.

"Bırak artık beni manyak! Bırak diyorum, seninle hiçbir yere gelmiyorum, bırak çabuk!

Lacivert kulağını patlatma potansiyelinde olan haykırışlarımı duymuyor gibiydi. Bir çırpıda banyoya girip beni kocaman küvetin içine bıraktı. O da küvetin içindeydi. Kollarımı sıkı sıkı tutuyordu. Onun yanında çelimsiz kalan bedenim daha fazla bu duruma dayanamayacak kadar yorgun düşmüştü.

"Allah belanı versin, bırak diyorum!"

Olduğum yerde çömeldim, gözlerimden bu halde akmasını kesinlikle istemediğim yaşlar, hızla süzülmeye başlarken şuan ki zayıflığıma lanet okudum.

"Lütfen bırak artık, lütfen..."

"Beren, bana bak."

Adımı söylemesiyle irkildim. İlk defa adımı kullanmıştı.

"Ölmek istemiyorsun. İnan ölüm düşündüğünden çok daha korkunç. Şimdi sakin ol, sadece bir dakikalığına bana güven."

Lacivertin sözleri samimiydi. Gözlerinde, restorandın deposunda üzerimdeki kıyafetleri parçaladıktan sonra bana gömleği verirken ki ifadesi vardı.

O zaman adlandıramamıştım ama bu sefer bu ifade tanıdıktı.

Şefkat olabilir miydi?

Hayır, olamazdı. Bu adam bir saat önce 21 yaşında hayatında hiçbir suça bulaşmamış bir kıza bir adam öldürtecekti. Şefkatin yanından bile geçecek biri değildi.

İfadesiz bir şekilde kafamı salladım.

"Jenny, DeMaria için antidote işlemine başla."

5 saniye sonra armatürden açık mavi ılık bir su akmaya başladı.

"Gömleği de çıkarman gerekiyor."

"Ne?"

"Fazla vaktin kalmadı. Antidotun direkt tenine işlemesi gerekiyor." Gözlerim sonuna kadar açılırken aklıma gelen ilk savunmayı yaptım.

"Arkanı dön."

"Saçmalıyorsun"

"Asıl sen saçmalıyorsun gerizekalı! Burada sana göğüs şov yapacağıma ölüp giderim daha iyi."

Siyaha dönen lacivertler beklediğim hızlı dönüşü yaparak arkasını döndü.

Sinirden uyuşan parmaklarımla gömleğin iliklerini çözdüm. Acele etmek istiyordum ama nedense elimden gelmiyordu. Gömleği bana göre hızlı ama aslında oldukça yavaş hareketlerle üzerimden sıyırdım.

Ilık suya değen tenim ürperirken, bu temasla gerildiğimi hissettim. Şuan lacivertin arkası dönük olsa da aynı küvette duruyorduk ve ben sakin olamıyordum. Bacaklarım hızla titremeye başladı ama nedeni soğuk değil içinde bulunduğum tuhaf ötesi durumdu.

"Suyun şarabın temas ettiği yerlere iyice değdiğinden emin ol."

Dediğini yaptım. İşim bittiğinde etrafta bir havlu aradım. Ama yakında bir havlu yoktu. Gözüme küvetin karşısındaki dolabın buzlu camından görünen havlular ilişti ama onlara uzanacak yakınlıkta değildim.

"Karşıdan bir tane havlu verir misin?"

"Ve sakın arkanı döneyim deme"

"Ne yapacaksın, etkisiz yumruklarından birini daha mı savuracaksın?"

Alaycı tavrı sinirlerimi o kadar bozdu ki üşümem gerekirken ani bir alev basmasıyla ona saldırmak istedim.

O an yeni bir keşfin eşiğindeydim. Evet. Çetin'den sonra beni en çok sinir eden yaratık bu herifti.

Öfkeyle dişlerimi sıkarken, gördüğüm görüntü karşısında tüm sinirlerim gevşedi.

Lacivert benimle birlikte küvete takım elbisesiyle girmişti. Şimdi bağdaş kurduğu uzun bacaklarını doğrultup, küvetten bana havlu vermek üzere çıktığında paçalarından ve ayakkabılarından fışkıran sulara aldırış etmeden dolaba ilerledi. Bu hali, daha doğrusu benim onu bu duruma sokmuş olmam nedense beni çok eğlendirmişti.

"Arkanı dönme!"

Havluyu dolaptan alan laciverte tekrar uyarıda bulundum.

"Senin aksine ben Türkçe'yi anlıyorum."

Bana laf mı sokmuştu şimdi?

Havluyu hızlıca vücuduma sararak, bacaklarıma yapışmış olan bordo pantolonu da bir çırpıda çıkardım. Havlunun kısalığı canımı sıkarken, lacivertin hala benden tarafa dönmemiş olması iyi bir şeydi.

"Şey, benim kıyafetlerime ihtiyacım var."

"Yani?" diyerek arkasını döndü.

"Ya ben sana dönebilirsin dedim mi? Sapık mısın nesin? Çek şu gözlerini üzerimden. Zaten şuan kendi bedeninde de değilsin kafam karışıyor!"

Son cümleyi neden söyledim bilmiyordum.

"Kendi bedenimde olsam bakmam da bir sorun yok bu durumda." Tek kaşını kaldırmış, normal bir şey söylüyor gibi konuşuyordu.

Şimdi söylediğim şey bu anlamamı geliyordu?

Görüş hizasından çıkmak adına, havlularının bulunduğu dolaba yaklaştım.

Sakin kalmaya ve öfkemi kontrol etmeye çalışarak.

"James, kalp krizinden ölmeme izin vermedin ama birazdan utançtan öleceğim. Lütfen banyodan çıkıp içeride çıkardığım kıyafetleri kapıdan uzatır mısın?"

"Lütfen."

Son defa lütfen deyişimde sesimin kararlı çıkması için uğraşmıştım.

Lacivert bugün ikinci kez yakaladığım şaşkın bir ifadeyle bana baktı.

"Benden utanıyor musun?"

"Babamın oğlu musun?"

Gerçi babamın oğlu olsa da bu insan Çetin olacağı için, sonuç bundan daha iyi olamazdı. Yanlış bir soru sormuştum.

"Anlamadım."

"Yani, tabiî ki utanıyorum. Sonuçta seni tanımıyorum, bana yabancısın. Zaten tanıyor olsam ya da yakınım olsan da şu halimle utanırdım."

Neyin açıklamasını yapıyordum bilmiyorum. Adam az önce kızıl yosmadan dudak uçuklatıcı bir şov izledi ama gözünün ucuyla bile bakmadı. Neyi anlamasını bekliyorum ki.

Ayrıca nedense ondan bahsederken katilsin dememiştim. Aslında bu adamın benim için en büyük tanımı buydu. Katil. Bu göz ardı edebileceğim bir şey değildi.

"James, lütfen getir artık şu kıyafetleri."

Gözlerimi kapayarak artık bu duruma tahammül edemediğimi ifade edercesine dile getirmiştim.

Gözlerimi açtığımda lacivert banyodan çıkmıştı.

1 dakika geçmeden banyo kapısının önünde cılız bir ses duydum. Kapıyı araladığımda kendi kıyafetlerimin renginde olmayan kıyafetlerin kapının önüne bırakıldığını gördüm.

Fuşya rengi poplin bir pijama takımıydı. Tabii ki üzerime tam oturdu. Sutyenimin parçalandığını düşünerek gömlek formunda olan pijama üstüne kara düşüncelerle baktım. Atlet de koymamıştı.

Şimdi kapıdan bağırıp James atletimi uzatır mısın denmezdi ki.

O sırada kapıda az önceki cılız ses tekrar duyuldu. Merakla kapıyı aralarken bu sefer kapının eşiğinde mor bir kutu buldum. İçini biraz da tedirginlikle açtığımda gözlerim yuvalarından fırladı.

Pijamamın renginde saten bir iç çamaşırı takımı vardı.

O an utanç dağının zirvesine tırmanırken, yuh artık yuh adam iç çamaşırımı bile seçmiş diye öfkeden kudurmaya başladım.

İç çamaşırları ve pijamaları da üstüme geçirdikten sonra banyodan çıkmam gerekiyordu. Ama ben tüm bu yaşanılanlardan sonra banyodan çıkmak, bide o adamın seçtiği kıyafetleri giyip, gözünü şenlendirmek istemiyordum. Ne kadar banyoda kaldım bilmiyorum. Klozetin üstüne oturup yüzümü yumruklarımın üzerine oturtup düşünmeye başladım.

Belki de Jenny seçmişti kıyafetleri. Gayet becerikliydi sonuçta. Evet, evet kesin Jenny seçmişti. Zaten üstümdeki pijama ve iç çamaşırları çok güzeldi. Lacivertin bu tarz bir zevk anlayışına sahip olduğunu düşünmüyordum. Tabi adam öldürmek dışında modaya da ilgi duymuyorsa.

Yaklaşık yarım saat kendimi bu düşüncelerle sakinleştirdikten sonra kafamı banyo kapısından dışarı çıkardım. Lacivert ortalarda yoktu. Derin bir oh çekerek banyodan çıktım. Islak saçlarımı tepemde bir topuzla toparlamak niyetindeyim. Bugün peruğu takarken saçımdan çıkardığım tokayı aramaya koyuldum.

Büyük yatağın etrafını kontrol ederken burnuma gelen tanıdık kurabiye kokusu midemi cezp edip beni şaşırttı. Merakla mutfağa doğru ilerledim.

Koku fırından geliyordu. Fırın, ortadaki mutfak tezgâhının arka tarafında durduğu için, birkaç adımdan sonra eğilip fırının içini görmeye çalıştım.

Kafamı eğmemle başımın ucunda çakan acılı şimşek bir oldu.

Lacivert alnını tutarak, eğildiği fırının önünden ayağa kalktı. Kumral saçlarını geriye atarken, kendi bedenine döndüğünü fark etmiştim.

İçime, neden bilmiyorum bir tanıdık görüldüğünde oluşan his dolarken, ne yaptığını anlamadığım için kafam karışmış bir şekilde suratına bön bön baktım.

Adam devamlı farklı formlarda karşıma çıktığı için gerçek haline bir tanıdıkmış gibi yakınlık duymuştum. Bu ortamda zaten bozulan psikolojimi çığırından çıkarmaya yetecek kadar çılgınlık vardı.

"Bugün bu iki oldu."

"Anlamadım." Burnunun üzerine bulaşan unu sildi. Lacivertleri benim üzerimdeki gezindi.

Bana olan bakışları mı değişiyordu yoksa sabahtan beri kurduğum senaryolarla bu sonuca ben mi ulaşmıştım bilmiyorum. Galiba o da Jenny'nin zevkini takdir etmişti.

"Kafa tokuşturmayı diyorum."

"Ha?"

Alnını ovuşturdu. Bunu yaparken nedense gözüme küçük bir çocuk gibi görünmüştü. Zaten onu tanıdığımdan beri hiçbir darbe karşısında, darbe alan yerine dokunup acı belirtisi gösterdiğini görmemiştim. Ya da bu şekilde hazırlıksız yakalanıp benimle kafa tokuşturacak duruma gelmesini.. Gözlerine yorgun bakışlar hâkim olması bu durum için böyle düşünmemi sağlamış da olabilirdi.

Alnının sol üst tarafında kafasına fırlattığım bardağın sıyrığı vardı. Derin olmasa da kanadığı belliydi.

Lacivertin kafasına bardağı ve diğer şeyleri fırlatırken esmer meteorun bedenindeydi. Demek ki aldığı yaralar bedenler arası geçiş yapıyor yani yeni bedene geçtiğinde iyileşmiyordu.

O an aklıma onunla ilk karşılaştığım gün geldi. Belki üzerinden daha 3 gün geçmişti ama bana çok uzun zaman olmuş gibi geliyordu. O gün de kolunda kan kaybına neden olacak derin bir kesik vardı ve benim dudağımı uçuklatıp kendi bedenine döndüğü an kesik hala yerinde duruyordu.

"Alnın kanıyor."

Alnını ovuşturmayı bırakıp benim neden olduğum yaraya dokundu. Dokunuşu sertti ve bu kesinlikle canını acıtırdı. Yaşayabileceği acıyı tahmin edip yüzümü buruşturdum ama o ifadesini değiştirmemişti.

"Jenny halleder."

Gözlerimi devirdim. Mekanik hatun da olsa, Jenny'in bu kadar becerikli olması her kadını rahatsız ederdi.

Tekrar fırının önünde eğilip, fırın eldivenlerini ellerine geçirdi. Yaptığı şeyi büyük ciddiyetle yaparken ben yine şaşkınlıktan bakakalmıştım.

Fırından nefis kokan kurabiye tepsisini çıkarıp tezgâhın üstüne bıraktı. Bir tane kurabiyeyi tutup altını kontrol ettikten sonra pişmiş olduğuna kanaat getirmişti.

Kurabiyeler damla çikolatalıydı. Ağzımın suyu akmasın diye savaş verirken karnımın ne kadar acıktığını daha iyi anladım. En sevdiğim kurabiyeler karşımda dururken, annemin ellerinden bu kurabiyeleri yemeyeli iki yıl olduğu gerçeği içimi sıkıntıyla büzdü.

Elimden geldiğince çabuk toparlanarak asıl önemli noktaya odaklanmaya çalıştım. Lacivert en sevdiğim kurabiyeyi mi pişirmişti?

"Kahve makinesinde hazır kahve var."

Üzerindeki gri sporcu atletine, kurabiyeye dokunduğunda unlanan parmaklarını sildikten sonra, başka bir şey demeden odadan çıkmaya hazırlandı.

İçimde duyduğum küçük minnet hissi, bu durumda olmamı sağlayanın zaten lacivert olduğunu hatırlamamla öfkeye dönüştü.

"Madem bir süre daha yanında kalacağım, bana neden beni bir katil yapmak istediğini ve burada ne haltlar döndüğünü anlatacaksın!" diye arkasından seslenirken hiçbir açıklama yapmadan gitmesine izin vermeye niyetim yoktu.

Salonun ortasında durup ifadesiz bir şekilde bana baktı. Sanki az önce burnuna un bulaşan bir an küçük bir çocuk gibi tatlı görünen adam gitmiş, yerine soğuk, ifadesiz katil lacivert geri gelmişti. Bu haliyle görev başındaki hali birbirine çok yakındı.

Beni de bir görev gibi görüyordu anlaşılan.

"Ne öğrenmek istiyorsun?

"O adamı neden öldürmek istedin?"

"Diğer soru?" sert bir şekilde bunun cevabını alamayacağımı belirtmişti.

"Peki, beni neden bu cinayete alet etmeye kalktın?" bu soruyu dişlerimi sıkarak sormuştum. Cevap vermeme gibi bir ihtimali yoktu çünkü bu beni direkt ilgilendiren konuydu.

"Seni direkt alet etmek gibi bir düşüncem yoktu. Ama gözümün önünde durman açısından durum bunu gerektirdi. İnan bana o adam ölseydi dünya daha iyi bir yer olurdu. Kendine katil demeyi kes. Zaten görevi mahvettin. Hedef de ölmedi. Nokta."

"Ya sen kimsin de bir insanın ölümü hak edip etmeyeceğine karar veriyorsun? Basbayağı katilsin işte. Beni de beraberinde katil yapacaktın. Nasıl bir şeye bulaştım bilmiyorum. Korkuyorum ve sen bu açıklamanın yeterli olacağını mı düşünüyorsun?"

"Evet." Bu adamın bu duygusuz ukala tavırları sıkmıştı artık.

"Yahu ne ukala ne umursamaz bir adamsın sen! Anladık Türk değilsin, ama insanda mı değilsin? Bir insanın hayatı söz konusu burada! Ailen ya da sevdiğin kimse de mi olmadı ki bu kadar empatiden yoksunsun!"

Son söylediğim cümlede ses seviyem iyice yükselmişti.

Laciverti bu zamana kadar sinirli görmediğimi o an anladım.

Lacivertler simsiyah gölgelerle kararırken bana iki adım yaklaştı. Ben hala burnuma üşüşen kurabiye kokusunun eşliğinde tezgâhın önünde dikiliyordum.

"Benim kim olduğum seni ilgilendirmez!" üstüne basa basa söylerken bağırıyordu ama bağırışında bile bir sakinlik vardı.

"Senin gibi bir beceriksiz cahili ben de yanımda götürmeye istekli değilim." Kendini sakinleştirir gibiydi devam etti.

" Daha dünyanın nasıl bir yer olduğunu ya da neye dönüşeceği düşüncesinin yakınından bile geçmiyorsun." Derin bir nefes aldı.

"Bak Beren, gözlerini burada olanlara kapamayı öğren. Yoksa beni olmadığım birine dönüştürmeye zorlarsın."

"Olmadığın biri mi? Sen zaten katil değil misin? Beni öldürmek de bu kadar zor olmamalı."

İşte şimdi gerçekten şansımı zorluyordum.

Hızla yanıma gelen lacivert kolumu sıkıca kavradı. Bu yakın temasla yine burnum kaşınmaya başladı. Ama kolumun yanıyor gibi acıyor olması bu kaşıntıyı bastırmıştı.

Kolumu sertçe çekip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Kendimi savunmak için kolundan kurtulmaya çalıştım ama onun gücünün yanında benimkinin hiçbir etkisi yoktu.

Bu sadece kolumu daha sıkı kavrayıp canımın acısını arttırmasına yetmişti.

"Bak o konuda haklısın, seni iki saniye içinde öldürebilirim."

Nefesi suratımı yalarken, ben de gözlerim dolmasına rağmen kararlı duruşumu devam ettirmeye çalıştım.

Bir şey söyleyemesem de iyice koyulaşan lacivertlere bakmaya devam ettim. Lacivert nefesini yüzümde solumaya bir süre daha devam etti. Benim de ona inatla bakmam sonucu sertçe kolumu bırakarak arkasından tek bir kelime edemeyecek kadar korkmuş bir durumda bıraktı beni.

"Bu odadan ben gelmeden çıkmayacaksın."

Siyah kapıyı öfkeyle ittirdikten sonra odadan çıktı.

Şimdi tuttuğum gözyaşlarını serbest bırakabilirdim. Ağlamaya başlayarak büyük yatağa oturdum. Bu sefer yorganı da üzerime çekerek sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Hayatım olduğundan daha kötü bir hale gelebilir mi diye evden kaçmışken, katil ama kurabiye yapabilen aynı zamanda beden değiştirebilen bir adamla kesişmiştim.

***

Önceden sadece Çetin gibi bir abim ve ona engel olmayan bir ailem olduğu için hayatın garip ve acımasız olduğunu düşünürdüm. Şuan yaşadıklarım ise tüm duygularımı karman çorman etmişti.

Saatlerce ağlamıştım. Ailem için ağladım, kaçmak zorunda olduğum için ağladım ve bir katilden etkilendiğim gerçeği yüzünden ağladım. En çok da buna ağladım. Öyle bir hayat yaşadım ki, abim beni küçük bir kafese hapsetmiş, tüm duygulara yabancı olmamı sağlamıştı.

Şimdi beni çok daha büyük bir tehlikenin ortasına bırakmıştı. Bir katilden etkileniyordum ve ondan göremediğim şefkat karşı koyamadığım bir ağlama hissi uyandırıyordu.

Ya da sadece yalnızsın diye ekledi zihnim. Yalnız ve hapissin. Her şey bu yüzden.

Her zamanki gibi ağlamak uyuyamama yardımcı oldu. Kalktığımda yine saat kavramım olmadan mutfakta öylece duran kurabiyelerden bir tanesini ağzıma attım.

Gerçekten çok nefisti. Anneminkinden ayırt edilemeyecek kadar lezzetliydi. İyiden iyiye acıkan karnım bir tanesi daha yemem için bana mesaj yolladı ve bir tane daha ağzıma attım. Beş dakika sonra yedi tane kurabiye yemiştim.

Buzdolabını açıp sabah gördüğüm limonatayı bir bardağa doldurdum. Üst üste yediğim kurabiyelerin hararetinden kurtulmak için bir dikişte bardaktaki sıvıyı bitirdim.

Uykudan bulanıklaşan zihnimi kendine getirmek için yatağın ucunda oturdum. Biraz olanlar üzerinde düşününce kan beynime tekrar sıçradı. Telaşla görev öncesi çıkardığım kıyafetleri aradım.

Kendi kıyafetlerimi bulduktan sonra hızla giyinerek siyah kapıdan çıkmak için kararlı adımlarla yürümeye başladım. Bu adamın yanında daha fazla kalmayı istemiyordum.

Yanında kaldıkça düşüncelerim çarpıklaşıyor, çaresizlik hissi beni ona mecburmuşum gibi hissettiriyordu. Bu duyguyu yaşamak istemiyordum...

Belki gördüklerimi anlatmayacağımın garantisini verirsem beni bırakırdı. Bu kadar teknolojinin yanında belki kısa süreli anıları silme gibi bir araçları da vardı.

Evet ya! Bu neden daha önce aklıma gelmemişti ki? Hafızamı silebilirlerdi. Yani son 3-4 günü silseler yeterdi.

Siyah kapıdan çıkıp, kırmızı kapıya yöneldim, elimde daha önce kullandığım kitap vardı. Kısa bir kontrolden sonra tehlike olmadığını anladım.

Kapıyı ittirip üçgen biçimli loş odaya giriş yaptım. Bu sefer büyük ekranlar açıktı ve farklı görüntüler vardı.

Daha fazla bir şey öğrenmek istemediğim için bakışlarımı ekranlardan uzaklaştırdım. Evet, merakımı dizginlemiştim. Hayatını insanların yaşamlarını kurtarmaya adamış bir tıp öğrencisiyken şimdi tamamen tezat bir senaryonun içinde çırpınıyordum.

James in odada olmadığını anladığımda seslendim.

"James!"

Sesimi biraz daha yükseltip tekrar seslendiğimde yine cevap yoktu. Bu odadan hiç bir şeyi görmeden çıkmam gerekiyordu. Zaten büyük ihtimalle lacivert cesaret edip siyah kapılı odadan çıkacağımı tahmin etmemişti, çünkü o giderken omuzlarım çökmüş bir şekilde ağlar vaziyetteydim.

5 dakika dizginleyebildiğim merakım 6. dakika kendini hatırlatmıştı.

Ekranlara gözümün ucuyla baktığımda, dehşete düşmeme neden olacak kadar görüntü vardı. Yıllar baz alınarak dizilmiş olan görüntüler 2007 yılından başlıyordu. 2007 de Kanada'da olan bir terör eyleminden tutup, Türkiye'yi de kapsayan birçok olay yeri sonrası görüntüleri vardı.

Görüntülerde yanan, parçalanan cesetler, parçalanmış bedenler, farklı yerlere dağılmış uzuvlar vardı. Bu tarz görüntülere alışkın olmama rağmen ben bile daha fazla bakmak istemedim.

Üçgen duvarlarda dağılan görüntülerin en sonuna geldiğimde gördüğüm yüz tanıdıktı. Bu dün restoranda üzerine zehirli şarabı dökemediğim adamdı!

Yaşadığım şokla titreyen bacaklarıma aldırış etmeden görüntüye daha çok yaklaştım. Görüntünün altında çıkan açıklamaları okumaya çalışıyordum.

"Metin Taner. Dünyanın birçok yerinde terör eylemleri gerçekleştiriyor. Sahibi olduğu TAN Atom Araştırma Merkezinin arka planında nükleer silah geliştiriyor ve terör örgütlerine satıyor. Bu zamana kadar aleyhine toplanan tüm deliller yok edildi. Dünya'nın her yerinde çok önemli tanıdıkları var. Tutuklama emri çıkarılamıyor."

Sonraki açıklama daha da dikkatimi çekti.

"Isolation Unity sonlandırma kararı verdi. Görevli isolater James Hunter.

Dün restoranda gördüğüm adamın toplu bir kıyımcı olduğu gerçeği tenimi ürpertirken, lacivertin Isolation yani sonlandırma anlamına gelen bir birliğin üyesi olduğunu kavradım. Bu James in katil olduğu gerçeğini değiştirmese de bir amaca hizmet ettiği için öldürdüğünü gösteriyordu.

Öğrendiklerim midemdeki kasılmaları arttırırken, kafamda karışmayan tek bir düşünce kırıntısı bile kalmamıştı. Lacivertle tamamen farklı amaçların hizmetkarlarıydık.

O yasallığını bile bilmediğim bir birlik için cinayet işlerken ben insan hayatını ne olursa olsun üstün tutuyor, yaşamlarını sonlandırmaya değil, devam ettirmeye çalışıyordum. Ama işin kötüsü benim dün yaptığım beceriksizlik, bu Metin denen adamın yeni toplu katliamlara karışmasına devam edeceği anlamına mı geliyordu bilmiyordum.

Sıkıntıyla gözlerimi yumdum. Bu durum dengelerin sağlanmasını çok zorlaştırıyordu.

Mekanik bir ses duyduğumda irkilerek yerimden sıçradım. Gözlerimi açtığımda lacivert bana doğru yürüyordu. Ve sinirinden bir şey eksilmemişti.

"Sana odadan çıkma demiştim."

"Biliyorum, özür dilerim." Gevelemeye başlamıştım.

Özür dilememle ekrandaki görüntülere kaydı gözü. Her şeyi anladığımı anlamıştı.

"Ben düşündüm de.."

Nasıl söylenirdi ki, hafıza silme teknolojiniz varsa bir adet de ben alayım ve buradan defolup gideyim?

"Ne düşündün acaba?" diye imayla sordu.

Cesaretimi kaybetmemeye çalıştım.

"Eğer anıları silme gibi bir aracınız varsa benim tüm bu gördüklerimi silip, eski hayatıma geri dönmeme izin verirsin diye düşünüyorum. Çünkü yaptığın şey her ne kadar haklı nedenler taşısa da buna katlanmak, alet olmak ya da izleyici olmak istemiyorum."

"Ama olacaksın. Öyle bir teknolojimiz var. Yalnız keyfi kullanımı yok."

"Ne demek istiyorsun sen? Benim hayatımdan bahsediyoruz, bu durumda nasıl keyfi oluyor?"

"Olabilir, ama bunu yapmak için protokolü uygulamam gerekir, ayrıca sadece anılarını değil tüm hayatını ve yaşanmışlığını silmek durumunda kalırım. Bu iş için sadece benim onayım değil, merkezinde onayı gerekiyor."

"Peki, neden sadece anılarımı silemiyorsunuz?"

Çok soru sordun bakışı attıktan sonra pes edercesine cevap verdi.

"Çünkü yasak. Çünkü daha önce bu durum birçok kez kötüye kullanıldı. Artık çok acil durumlar dışında hafıza silinimi yapılmıyor. Ayrıca senin düşündüğünün aksine insanların anılarına ve hayatlarına önem veriyoruz. Bu onların haklarına da aykırı."

Aldığım cevap karşısında söyleyecek fazla bir şeyim yoktu.

Lacivert yine tüm çıkış kapılarımı kapamıştı.

Kafamdaki karışıklığı yüz ifademden anlamış olacaktı. Sıkıntıyla yanıma geldi.

"Başka sorun var mı?"

"Aslında var." Kollarını bağdaştırıp kafasını yana yatırarak dinliyorum mesajı verdi.

"O kurabiyeleri Jenny yapmadı değil mi?"

Kafasının pozisyonunu bozmadan sorduğum saçma soru ve konunun alakasızlığı tartan lacivert cevap vermek yerine hiç beklemediğim bir tepki gösterdi.

İlk defa bana gülümsemişti.

Ve bu sıcak bir gülümsemeydi.

Kalbimin atışı hızlanırken mahzenden çıkamayacak olduğuma çok da üzülmediğimi fark ettim.

Kendime kızma işini sonraya bırakacaktım çünkü şuan bu gülümsemeye odaklanma dürtüsü daha ağır bastı.

Continue Reading

You'll Also Like

826K 46.9K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
408K 13.5K 26
Matilda, yıllardır her gün gördüğü bir adamın, yalnızca kendisinin görebildiğini fark etti. Bu fark ediş ise hayatında köklü değişikliklere neden old...
3.8K 895 16
Bizim dileklerle ardından fısıldadığımız o yıldızın, gök kubbeden sürgün edildiği ihtimali hiç aklımızın ucundan geçer miydi? Yıldızlar gibi mükemmel...
4.3K 236 10
İntikamın gölgesinde kaybolan bir ruhun zaferi içsel bir yıkımın başlangıcıydı... Savaşı kazanmıştı. Ama kim? Uzaklarda onu kahkahalarla izleyen şey...