Lacivert - Safir - Amber

By tymazerr

2.8M 124K 24.2K

Tıp öğrencisi Beren, yıllardır göğüs gerdiği aile şiddeti yüzünden sonunda evden kaçtığında, aklına gelecek s... More

GİRİŞ
1- BEREN SOYDAN
2- JAMES HUNTER
3- Mahzen
5- Antidote
6- Sofia Dark
7- Denge
8- Dönüş
9- Kaçış
10- Sara
11- Soğuk
12- Ekip
13- Sınırlar
14- Kırık
15- YANILGI
16- YENİ GÖREV
17- DONUK
18- ACI SESLER
19- ILIK GECE
20- EV
21- BOWIE
22- DEIRDRE
23- ÇIPLAK
24 - NOT
25- OYUNCAK BEBEK
SAFİR | GİRİŞ
SAFİR | 1.BÖLÜM
SAFİR | 2. BÖLÜM
SAFİR | 3. BÖLÜM
SAFİR | 4.BÖLÜM
SAFİR | 5.BÖLÜM
SAFİR | 6. BÖLÜM
SAFİR 7. BÖLÜM | Gece Nöbeti
SAFİR 8. BÖLÜM | Fil Ağacı
SAFİR 9. BÖLÜM | Zehir
SAFİR 10. BÖLÜM | BOZUK
SAFİR 11. BÖLÜM | LACİVERT
SAFİR 12. BÖLÜM | AİT
SAFİR 13. BÖLÜM | SIFIR
SAFİR 14. BÖLÜM | Ruh Kesiği
SAFİR 16. BÖLÜM | Ateş
SAFİR 15. BÖLÜM | Cennet
SAFİR 17. BÖLÜM | Geç
SAFİR Final | Herkes için...
Amber 1 | PARADOKS
Amber 2 | KARMAKARIŞIK
Amber 3 | EĞİTİM
Amber 4 | ÇAYLAK
Amber 5 | MILEN
Amber 6 | DARKBLUE
Amber 7 | RÜYA
Amber 8 | HAVADA SÜZÜLMEK
Amber 9 | SOĞUK ATEŞ
Amber 10 | TAŞIYICI
Amber 11 | KAÇIŞ
AMBER 20 | LIZY
AMBER 12 | CENNET
AMBER 13 | DEĞİŞİM
AMBER 14 | UZAY BOŞLUĞU
AMBER 15 | ZİHİN YANGINI
AMBER 16 | GÜVEN
AMBER 17 | FAROE
AMBER 18 | GENOA
AMBER 19 | GÜN IŞIĞI
AMBER 20 | LIZY
AMBER 21 | VEDA VE ÖTESİ
AMBER 22 | FİNAL 1- İLLÜZYON
AMBER 23 | FİNAL 2- GERÇEKLER
AMBER 24 | FİNAL 3- MASALLAR VE SONLAR

4- Royal De Maria

79.2K 3.3K 429
By tymazerr


Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr

Lacivert tek bir kelime daha etmeden arkasını dönüp giderken ben hala ağzım açık bakakalmakla meşguldüm.

Kırmızı kapılı odaya girdikten sonra kapı arkasından kapandı. Hemen kafamda orada ne yapıyor seçenekleri belirdi. Ya, benim hayatımı sapıkça kurcalamaya devam edecekti.

Ya da orada görmüş olduğum dövüş aletleri ile çalışma yapıyor olabilirdi. Başka seçenek var mı diye düşünürken kafamda mini bir şimşek çaktı. Ben kırmızı kapılı odaya girdiğimde merakıma yenilip mavi tuşa basmam ve ardından kendi hayatımın özetini ekranlarda görmemle beraber yaşadığım şok ile daha fazla ayrıntıya dikkat edememiştim.

Oysa odanın en köşesinde, üçgene benzettiğim şekline uyarlanmış bir çıkışa benzer kapı görür gibi olmuş, üzerinde durmamıştım. Merak dalgasının tüm kan akışımı istila etmesiyle beraber bu kapıya ulaşma planları zihnimde yerini almıştı bile.

Yavaş adımlarla koridorda ilerlerken lacivertin az önce söyledikleri aklıma geldi.

"Konuyu zorlaştırma, kaçmaya çalışma, etrafı kurcalama."

Yüzümü buruşturup, kafamdaki planların 1. ve 3. kriterleri ihlal etmek demek olduğunu hatırladım. Bugünkü başarısız kaçma girişimimden yani 2. kriterden sonra kalan 1 ve 3 ü de aynı zamanda ihlal edersem sonumun pek hayır olmayacağı aşikârdı.

Mantığımın nadiren bana yön verdiği şu son günlerde, sessizce boyumu eğerek siyah kapıya yöneldim.

Odaya girdiğimde her şey yaklaşık 1 saat önce bıraktığım gibiydi. Belki de 15 dakika olmuştu bilmiyorum ciddi anlamda zaman kavramım yok olmuştu.

Siyah kapılı oda gün ışığını tüm gün alıyor gibi aydınlıktı. Ama ne gözü rahatsız eden bir ışıklandırma ne de ışığın verdiği sıcaklıktan dolayı oluşan bunalımlı hava yoktu. Sanki odada kocaman bir pencere var ama perdelerle korunduğu için görünmüyor yine de tüm odayı doğal bir şekilde aydınlatıyor gibiydi.

Orada bulunduğum süre içinde sadece kaçma odaklı gözlemler yaptığım için şimdi odanın yaşanılacak alan olma ölçütüne bakıyordum. Sonuçta burada ne kadar tıkılıp kalacağım belli değildi.

Odada bir yatak bir adet de üçlü kanepe vardı. Onun haricinde odadan içeriye girince sol tarafta lacivertin piyanosu, aynı hizada sağda koşullandırılmış kanepe, ortada yuvarlak bir sehpa vardı. Kanepenin arkasındaki duvarda büyük bir kitaplık ve son olarak, odanın sonunda sağ tarafta kocaman yatak ve yanında uzunca uzanan bir dolap bulunuyordu. Ve tabii odanın merkezinde bulunan siyah koltuğun konumu en çarpıcı yerdeydi. Odanın tüm kontrolü o koltuktan sağlanıyor havası veriyordu. Öyleydi de, bizzat şahit olmuştum.

Banyo yatağın yanındaki aynanın arkasındaydı. Ayna aynı zamanda kapı görevi görüyordu.

Bugün sandviçimi yedikten sonra yana döne odada tuvalet aramış en sonunda neredeyse altıma kaçıracakken aynanın bir kapı olduğunu anlamıştım.

Aslında daha önce beni şuan banyo olan odaya sürükleyerek bırakmıştı ama yaşam alanının oluşmasıyla kafam karmakarışık olmuştu.

Şuan bunları düşünmek bile garip geliyordu. Bu teknolojiye alışmam zaman alacaktı...

İlginç olan kısımsa; Lacivert ile ilgili yaşadığım en büyük şokun nedeni olan şekil değiştirmesini sağlayan kabin odada yoktu. Kurcalayacağımdan korkmuştu herhalde.

Doğru düşünmüş, zeki adam.

Gözüm tekrar yatağı bulunca, aklıma sabahki yaşananlar geldi. Lacivertin bana o şekilde dokunduğunu düşününce utanmadan edemedim.

Kafamda hızlıca bir hesap yaptım. Kırmızı kapılı üçgen oda ve bu odadan başka bir oda görmemiştim.

Sonuç olarak başka bir gizli duvarla açılan bir oda yoksa lacivertle aynı odada uyuyacaktık. Bu gerçek karşısında midem kasıldı çünkü bu zamana kadar Çetin'le bile aynı odada uyumamıştım. Tanımadığım bir adamla aynı havayı soluyarak 3 metre ötemdeyken uyuma düşüncesi tüm vücudumun kasılıp içimde karamsar tohumların yeşermesine neden oldu. Hele de bu adam gözümün önünde acımasızca cinayetler işlediyse...

Lacivertten şu lazer gösterisiyle bana da bir oda yapmasını istemem mümkün müydü acaba?

Daha az önce adamın katil olduğunu tekrarlamıştı zihnim. Ateşle oynuyordum. Tekrar kafamı toparlayıp düşünmeye başladım. Çünkü şimdi, işin benim için epeyce garip olan kısmına gelmiştik.

Bu mekanik hatun bana neyi, nasıl giydirecekti?

Tereddütle boğazımı temizledim. Bu ciddiyeti en son lise mezuniyet konuşmasında takınmıştım. Odanın ortasında ayakta bir vaziyette pozisyon aldım.

Ne diye çağıracaktım şimdi ben bu mekanik sesi?

"Ee.."

"Jenny?"

Ses yok.

"Mekanik hatun?"

Hala yok. İngilizce bir şeyler söylemeyi mi denesem?

"Hello Jenny!" sesim gayet coşkulu ve heyecanlı çıkmıştı.

Jenny den bu sefer cevap geldi. İngilizce olarak.

"Merhaba, Bayan Soydan."

Bu şeyin Türkçe tuşu yoktu galiba. Lacivert bunu düşünememişti herhalde. Gerçi adam tüm hayatımı bildiğine göre İngilizce bildiğimi de öğrenmişti.

"Görev öncesi giyinme işlemi için inceleme başlatılıyor, lütfen sabit durunuz."

Bir ışık huzmesi kadar devasa olmasa da, saydam denilebilecek ama bir o kadar da yoğun ışıklar etrafımda dolanmaya başladı. Ben nefesimi tutmuş beklerken, bu durum yaklaşık 8 saniye sürdü.

Şaşkınca ışıkların kayboluşunu izlerken mekanik hatun tekrar konuştu.

"Kıyafetlerinizi sağdaki dolabın 3. Çekmecesinden alabilirsiniz."

Nasıl yani, arka planda hot couture terzi var da ben mi göremiyorum?

Gözlerimi kapayıp açtım.

Bunu gerçekten yaşıyor olmamın verdiği farkındalıkta, gözlerimi tekrar kapayıp sakinleşmeyi bekledim.

Her şey çok fazlaydı. Lacivertin görünüşü bile. Başıma vurarak hızla bu düşünceyi uzaklaştırdım.

'Ne saçmalıyorum! Ne saçmalıyorum! Ne saçmalıyorum!'

Kendime söylene söylene adımlarımı dolaba doğru ilerlettim.

Çekmeceyi ellerim hafiften titrer durumda açarken, kıyafetlerin renginin bordo olduğu çarptı gözüme. Eh doğal bir sarışın olarak hem ten hem saç rengime çok yakışırdı bu renk.

Çekmeceden tüm kıyafet tomarını çıkarıp incelemeye koyuldum. Bordo pantolon, siyah uzun kollu gömlek, bordo kravat, siyah peruk ve bir adette siyah çerçeveli gözlük vardı. Kravatın üzerinde bir restoranın adının işlenmiş olduğunu gördüm. Nitekim gömleğin cebinde de aynı işleme vardı.

Garson olacağım gerçeği gözlerimin önündeyken, söylenmeme farklı bir konuyla devam ettim.

Sinirle bedenim için birebir dikilmiş parçaları giymeye başladım. Bunu yaparken bir yandan kapıyı kontrol ediyor bir yandan söyleniyordum. Bu adam CIA filandı da gizli göreve mi gidiyorduk acaba? Fazla iyimserdim galiba. Adam gayet açık bir şekilde kiralık katildi.

Zaten CIA olsa benim daha sexy bir şeyler giymem gerekirdi yani, böyle rahibe gibi giydirilir mi?

Fazla televizyon izlemek zararlı diye boşuna denmiyordu, canlı kanıtıydım.

Pantolonu belimden geçirirken, normalde büyük diye zor kıyafet uydurduğum popoma tam olmasıyla, bunların gerçekten bana dikildiğinden emin oldum.

Gömlek de ince belimi gösterecek şekilde üstüme oturmuştu. Göğüs kısmı dardı ama kravatı takınca ilgiyi göğüslerimden uzaklaştırıyordu ki bu iyi bir şeydi çünkü hiçbir zaman göğüs hatlarımı belli eden şeyler giymezdim. Giysem de kamufle ederdim zaten. Yoksa Çetin beni toptan kamufle ederdi.

Düz, babete benzer ayakkabıları da giydikten sonra peruğu taktım. Önünde düz perçemi olan peruk normal saçımdan ayırt edilemeyecek kadar gerçekçiydi. Perçem sayesinde yüzümde kapanmıştı.

Normalde omuzlarımın altında biten altın sarısı saçlarım kaybolmuş. Beyaz tenim ve saç rengimle uyumlu olan kaşlarımla, tezat oluşturmuştu bu siyah peruk.

Siyah çerçeveli gözlüğü de taktıktan sonra yatağın kenarındaki ayna kapıdan kendime baktım.

Aynada gördüğüm garson kız gerçekten bana benzemiyordu. Vay be, resmen kendimi kendime benzetememiştim.

Tamamen hazır olduktan sonra, laciverti beklerken buzdolabını karıştırmaya karar verdim.

Kafamda dolap dolusu sandviç ve abur cubur bulmak vardı ama açınca hayal kırıklığı ve ardından mini bir şok takip etti.

Dolapta içecek olarak taze sıkılmış limonata, bir tabakta streç filme sarılmış zeytinyağlı çeşitli sebzeler; başka bir tabakta ızgara köfte, ve yine başka bir tabakta patates püresi vardı. Büyükçe bir kasede de hazır doğranmış salata bulunuyordu. Dolabın alt kısmı taze meyvelerle doluydu. Ayrıca yoğurt ve süt çeşitleri de bulunuyordu.

Anlaşılan Jenny benden çok çok daha yetenekliydi ya da dışardan yemek söyleyebiliyorlardı. İkinci şık konusunda pek emin olmasam da, şansımı zorlamadan bir çilekli yoğurt paketi alıp dolabı kapattım.

Gönül isterdi ki kaç gündür aç karnımı bir ziyafetle doyurayım ama ziyafeti düşünemeyecek kadar heyecanlıydım.

Tatlı kaşığı ararken, tek seçeneğin yemek kaşığı olduğunu görerek homurdansam da koca yemek kaşığını küçücük yoğurt paketine daldırıp yemeye başladım.

Böyleyken de yoğurt üç kaşıkta bitecek gibi hissettiğimden kaşlarım çatık bir halde yiyordum.

Odaya giren meteoru gördüğümde kaşığımı yalamakla meşguldüm.

Elimden düşen kaşık zeminde tiz bir ses çıkarırken benden de benzeri bir çığlık geldi.

"Korkma, benim"

"Se-sen kimsin?"

"James."

Surat ifademde bir değişiklik olmayınca alnına düşen simsiyah saçlarını geriye attı.

"Sadece beden değiştirdim. Göreve gidiyorum ve sen de yanımda geliyorsun daha önce söylediğim gibi."

Yaşadığım şokla küçük büyük ne kadar dilim varsa yutmuştum o an. Adam sadece be

Adam resmen meteora dönüşmüştü. Hala aynı kalan lacivert gözleri dışında fazlaca gelen bir yakışıklılığı vardı. Sanki gerçekte yokmuş da siz öyle hayal ediyormuşsunuz gibi. Yani tamam lacivert de çok iyiydi ama bu başkaydı.

Sanıyorum 2 dakikadır suratına bakıyordum.

"Şaşkınlığın geçtiyse, çıkalım."

"Ta-tamam."

"Bu gece kekeme gibi dolaşmazsın umarım, bu hallerime alışsan iyi edersin."

"Pe-pe-peki."

Kafasını sabır diler gibi salladı. Siyah kapıdan beni beklemeden çıktı. Koşar adım arkasından ilerledim. Deli gibi yaşadığı değişime bakmak istiyordum.

Boyu yine aynıydı. İlk karşılaştığım iri katil gibi. O hali aklıma gelince içim karardı ve dikkatimi hemen tekrar ona verdim.

Gözlerinin laciverti ve ses tonu da aynıydı. Ama bu sefer simsiyah saçlı ve esmer tenliydi. Zaten yapılı olan vücudu daha da irileşmiş daha heybetli hale gelmişti. Üzerine giydiği koyu füme smokini ve geriye doğru taradığı saçları ile bambaşka bir lacivert olmuştu.

Ben zihnimde hangi lacivert daha iyi klasmanı yaparken, gizli duvardan çıkıyorduk.

Hangi katil daha iyi diye düşünmem gerekiyordu sanırım.

Çıktığımızda hava yeni kararıyordu. Onun gibi lacivert bir renk hâkimdi gökyüzüne.

Adımlarımız ilerliyordu ama ben hala ona bakıyordum.

Çıkışın kömürlük kısmına gelip de yine o rutubet dolu havayı ciğerlerime çektiğimde bu sefer öksürüğümü tutamadım. Bir an duraksadı ama kendimi toparladığımı anlayınca bana dönmeden yürümeye devam etti.

Ormanlık alana çıktığımızda olduğumuz yerde daire çizer gibi yürümeye başladık. Yaklaşık 3 dakika yürüdükten sonra ağaçların içinde gömülü gibi duran başka bir kapının önüne geldik.

Kolundaki son model diye tahmin ettiğim saatin dijital tuşlarına bastı. Aynı anda kapı alttan üste doğru açılmaya başladı.

O an bu şoklara daha fazla nasıl dayanacağımı düşünerek, yine nefesimi tuttum.

Karşımda yaklaşık 500 m2lik bir otopark bulunuyordu.

İçinde Şahin'den, BWM'ye, Ferrari'den Porsche'a ve daha bilmediğim birçok markaya sahip hem külüstür hem de ultra lüks arabalar bulunuyordu. Bu adam bu zamana kadar kaç kılığa ya da role girmişti de bu kadar çok çeşit araba vardı?

İçimde yanan merak duygusuyla baş etmeye çalışırken, bir yandan da hangi arabayı seçeceğini merak ediyordum. Merakımın sonu yoktu.

Kırmızı Ferrari'yi seçen lacivert kapıyı açıp sürücü koltuğuna geçti. Bana bakmadı bile.

Bense bu muhteşem yaratığı biraz sevemeden binmenin verdiği hayal kırıklığıyla ellerim titreyerek ön kapının kulpunu tuttum.

Rahat deri koltuğa otururken görevi her neyse, beni burada uyumaya bırakması için dua ettim.

Çünkü alaycılığımın arkasına saklanan korku kendini göstermeye başlamıştı.

Lacivert bu donanıma, bu teknolojiye nasıl sahip oluyordu anlamıyordum.

Ne iş yapıyordu, görevi neydi?

Bu işin okulu var mıydı?

Tamam, son soruyu geri alıyorum.

Arabayı çalıştıran lacivert yine İngilizce konuşmaya başladı. Tahmin edildiği üzere mekanik hatun burada da görev başındaydı.

"Jenny, görev noktasına transfer başlasın."

"Başlatılıyor bay Hunter, lütfen görev kodunu giriniz."

Kolundaki saate yine bir takım tuşlamalar yapan lacivert arabanın hareket etmeye başlamasıyla direksiyonu kavradı.

Ve ben, otoparkı görüp kalakaldığım an hariç, elimde olmadan neredeyse 15 dakikadır hiç durmadan laciverte bakıyordum. Pardon lacivert meteora.

Bakışlarımı konuşması bile bölemedi. Normalde gözlerimi kaçırmadan duramazdım ama şimdi öylece bakıyordum işte.

"Restorana gittiğimizde personel kapısından giriş yapacaksın. Kimse seni tanımayacak ya da fark etmeyecek. Doğruca, içecek servislerinin hazırlandığı tezgâha git. Tezgâhın arkasındaki rafta restoranın en pahalı şarabı olan 1905 yapımı Royal DeMaria şarabını göreceksin. Ondan bir kadeh doldurduktan sonra şarap şişesinin gerisini rafın arkasında bulunan yuvarlak delikten içeriye yuvarla."

Anladığımı teyit etmek adına bir an yoldan gözünü ayırıp bana döndü. Benim gözüm zaten ondaydı, olumlu anlamda kafamı salladım.

"Servisi benim bulunduğum masadaki konuğa yapacaksın. Hedef benim misafirim. Herhangi bir göz teması kurma."

"Şimdi en önemli kısma geldik. Hedefin şarabı içmemesi gerekiyor. Şarabı bir kaza süsü vererek hedefin üzerine dökmelisin."

Bir süre yola baktıktan sonra devam etti.

"Bu tarz işleri dışarıdan tuttuğum insanlara da yaptırıyorum. Ama madem artık bir süre benimlesin, sana yaptırmam durum üzerinde daha çok kontrolüm olacağı anlamına gelir."

Pek bir görevin yok, eziksin yani diyordu. İçimdeki ses, bir katile yardım edecek olduğumu söyleyip arkama bakmadan kaçmam gerektiğini söylüyordu.

"Bu arada, kaçmayı aklından bile geçirme. Seni beş dakikada bulabileceğimi anlamış olman lazım."

"Tamam" diye onayladım biraz da somurtarak. Adam resmen düşüncelerimi okuyordu.

Aslında aklımdaki soru hedefe ne olacağıydı ama şık bir restoranta, dolayısıyla kalabalık bir ortama yani mantıken kimsenin ulu orta öldürülemeyeceği bir göreve gidiyorduk. Benim görevimse sadece adamın üzerine şarap dökmekti.

Evet, bunu yapabilirdim.

Personel kapısından giriş yapmadan önce, gözlerimi zor da olsa lacivertin üzerinden alabildim.

Dediklerini zihnimde tekrar edip heyecanla içki tezgâhına yöneldim. Rafta tarif ettiği şarabı ararken biraz vakit kaybettim ama en sonunda bulduğumda tedirgin bir şekilde etrafı kontrol edip ne yaptığımı fark eden var mı diye baktım ama kimsenin umurunda değildim. Herkes harıl harıl sipariş yetiştirmeye çalışıyordu.

Şarap şişesini raftan aldıktan sonra bardaklara yöneldim. İçimde görevde olmanın verdiği çarpık heyecanla korku karışımı, diken üstündeymişim gibi hissettiren bir duyguyla savaşıyordum.

İyi de şarap hangi bardağa konuluyordu? Burada bin bir çeşit bardak vardı. Çoğu da birbirine benziyordu.

Ah şimdi telefonum olsa hemen internetten bakardım.

Zihnimde izlediğim filmleri canlandırarak bir çıkarımda bulunmaya çalıştım ve en sonunda gözüme tanıdık gelen bir kadehe doldurdum.

Kadehi doldurduktan sonra, dikkatle şişeyi lacivertin tarif ettiği yuvarlaktan içeri attım.

Heyecanla tepsiye yerleştirdiğim kadehi servis etmek üzere kendimi hazırladım.

Servis kapısından restoranın ana salonuna giden koridora çıktığımda ellerim titriyordu. İçimde alevlenen adrenalinin de pek yardımcı olduğu söylenemezdi.

Lacivertin oturduğu masaya yöneldiğim anda, neredeyse tüm restorandaki bayanların gözlerinin onda olduğunu fark ettim.

Lacivert bu durumu hiç umursuyor gibi görünmüyor, yanında oturan hedefine bir şeyler anlatıyordu. Ama adamın gözlerinde gördüğüm kıskançlık lacivertin olmasa da, adamın bu durumun farkında olduğunu doğruluyordu.

Hedef benim ilerlediğim yöne bakar şekilde oturuyordu. Otuz beşli yaşlarında gibi görünen iyi görünümlü biriydi ama lacivertin şu anki görünümünün yanında hiçbir şansı yoktu.

Ellerimin titremesine engel olmaya çalışarak masaya yaklaştım. Lacivert, bana arkası dönük şekilde oturuyordu.

Yapacağım şey çok basitti. Sadece adamın yanına vardığımda servis için eğilir gibi yapacak ve kadehi üzerine boca edecektim.

Ben masaya yaklaşırken hedefin sıkıntılı bakışları çoğalmıştı.

Hedefin yanına geldiğimde hiç bir şey demeden mekanik bir hareketle kadehi tepsiden aldım. Heyecanla yapmam gereken şey için doğru zamanı kollarken, lacivertin tam karşısında duran bir kadını fark ettim.

Lacivertin gözü üzerimdeydi hissediyordum ama aynı zamanda kadına da bakıyor gibiydi. Kızıl saçlı kadın derin göğüs dekolteli bir elbise giymişti.

Gözleri kopkoyu bir makyajla renklendirilmişti. Elbise kadının dizlerine kadar dar geliyordu ve deri görünümlüydü, sol bacağından beline kadar uzanan bir fermuarı vardı ama daha çok aksesuar gibiydi.

Ben kadını değişik bir hisle incelerken kadın şuh bir hareketle elini dizinin üstüne getirdi ve benim aksesuar sandığım fermuarı açmaya başladı. Yavaşça beline kadar açtığında kadının tüm bacağı ve kalçasının yarısı dışardaydı. Tüm bu gösteriyi lacivertin gözlerine bakarak yapmıştı. Açık kalan bacağını diğer bacağının üstüne atarken, bacağından çektiği elini bu sefer zaten açıkta olan göğüslerinde gezdirdi.

Oha! Oha! İçimde büyüyen hisse engel olamadan kadını izledim.

Kadın resmen koca restorandın ortasında laciverte bacak ve kalça şov yapmıştı. Midemdeki garip hissi günlerdir bu alanda bir şok yaşamadığıma yordum.

Asıl şok şimdi geliyordu.

"Bence gerekenleri konuştuk." Ben kadının gösterisine dalıp gitmişken, hedef ayağa kalkıyordu.

Eğilir durumda servis pozisyonunu aldığımdan ne yapacağımı şaşırdım ama adamla kafalarımız çarpıştı.

Üzerimdeki serin his ve sirke kokusunun yoğunluğuyla çarpışma anında kapattığım gözlerimi açtım.

Şarabın tamamı adamın üstüne değil, benim üzerime dökülmüştü!

"Dikkat etsenize, nasıl servis yapıyorsunuz böyle?" hedef kafasını ovuştururken benim derdim kafamdaki acı değil lacivertle göz göze gelmemekti.

"Ben... Çok özür dilerim efendim, hemen yenisini getireyim" panikten boğazım kurumuş halde doğru kelimeleri seçmeye çalışıyordum.

"Gerek yok, kalkıyorum." Laciverte döndü.

"Hoşça kalın Tolga Bey."

Tolga Bey mi? Bu meteora bula bula Tolga adını mı buldunuz?

Hedef bir damla bile şaraba maruz kalmadan restoran kapısından çıkarken arkasından bakakalmıştım.

Laciverte bakmayı reddetsem de, o kızıl yosmaya gözünün ucunu bile çevirmeden bana baktı.

Bakmadı deldi geçti.

"Çabuk restoranın deposuna geç.10 saniye sonra orada ol. Fazla vaktin yok."

Bana ne yapacaktı şimdi bu adam?

İçime düşen dehşetle bedenimi restoranın deposu her neresiyse oraya doğru gitmek için itekledim.

Servis kapısından girmeden, restoran müdürü olduğunu tahmin ettiğim bir adam yanıma yaklaştı.

"Kızım sen yeni misin? Ne bu halin böyle?"

"Şey, müşteriyle çarpıştım, hemen üstümü değiştiriyorum."

"Çabuk ol ortalıkta böyle dolanma."

"Peki efendim."

Dehşetle harmanlanan öfkemle servis kapısından içeri girdim. Yahu benim ne işim vardı burada? Bu adamın yanında böyle bir işin içinde?

Gördüğüm ilk garsona depoyu sordum. Mutfağın sonundaki kapı diye cevapladı.

Hızla depo kapısına yönelirken, 10 saniyenin çoktan geçtiğini biliyordum. Şimdi kaçmaya çalışsam lacivertin olduğum yere ışınlanacağından şüphelerim vardı. Hem bu halde nereye nasıl gidecektim ki?

Korkuyla kapıyı açıp depoya girdim. İçerisi yarı karanlıktı. Cılız bir floresandan başka aydınlatıcı yoktu.

Kasa kasa meyve ve sebzelerin arasından laciverti görmeye çalıştım. Ama hiçbir şey görünmüyordu.

İlk defa ismiyle seslenmeye karar vermiştim.

"Ja.."

Biri belimden kavrayıp beni hızla kasaların arkasına çekince sözüm yarım kaldı.

Çığlık atamadan ağzımı da kapatmıştı. Korkuyla titreyen bedenim, hissettiğim karabiber kokusuyla biraz da olsa gevşedi.

Aynı anda fısıltıları kulağımı deldi geçti.

"Kes sesini! Lanet olsun! Ufacık bir işi bile beceremedin." Zaten eli ağzımda olduğu için ses çıkaracak durumda değildim. Yavaşça elini ağzımdan çekerken tehditkâr sesi duyuldu.

"Depoda kamera var, sakın ses çıkarayım deme."

"Ba-bana ne yapacaksın? Özür dilerim gerçekten istemeden oldu." Korkunun eli geçirdiği sesim bana bile yabancı gelmişti.

"Özür dileme. Bir daha erotik bir şov görmek istersen bana söylemen yeterli."

Utançtan yerin dibine girmek isterken bu durumu bu kadar belli ettiğim için kendime lanet ettim. Resmen kadından gözlerimi alamayıp küçücük bir işi bile becerememiştim. Lacivert meteor haklıydı.

Utançtan kızaran yanaklarımı gizlemeye çalışarak yüzüne baktım. Bana ne yapacaktı?

Aynı çeviklikle cebinden keskin olduğunu farz ettiğim bir bıçak çıkarttı. Ağzım çığlık atmak için aralanırken kolumu kavradı.

"Sakın."

Sözleri uyarıdan çok emirdi.

"Lütfen yapma James, özür dilerim" yalvarmıştım. Ve ilk defa ona adıyla seslenmiştim.

Ben gözlerine bakıp merhamet dilenirken bedenimi bir soğuk dalgası ele geçirdi. Aynı anda bir yırtılma sesi de onu takip etti.

Lacivert tek bir el hareketiyle üzerimde ne varsa gövdemden yukarı doğru ortadan ikiye ayırmıştı. Buna sutyenimde dâhildi.

"Bırak beni manyak! Ne yapıyorsun?"

Korkuyla haykırdım. O aldırış etmedi. Omuzlarımdan iki parçaya ayrılan kıyafetleri yine bir çırpıda çıkardı.

Korku dolu gözlerle ona bakarken açıkta kalan göğüslerime bakmadığını fark ettim.

Az önceki utancım hiçbir şeydi. Utançtan adeta alevlenen bedenimle kaskatı kesildim.

Kollarımla açıkta kalan göğüslerimi örttüm.

Lacivert katil bana ne yapacaktı?

"Pantolonuna da şarap bulaştı mı?"

"Ne?"

"Soruma cevap ver, pantolonuna da bulaştı mı?"

"Ha-hayır."

Bacaklarıma dokunarak kontrol etti. Ne yaptığını anlamıyordum ama hayatımda ilk defa bir erkek bana bu kadar yakındı. İçimde alevlenen korku ve dehşetle nefesimi tuttum.

Lacivert az önce parçaladığı kıyafetlerimin açık bıraktığı vücuduma yaklaştı.

"James, dur lütfen."

"Sakin ol"

Yine emir vermişti.

Zaten kaskatı olan bedenim o yaklaşınca bir daha düzelemeyecek gibi kasıldı.

James boynumun tam altına, göğüslerimin başladığı noktaya doğru eğildi.

Korkudan neredeyse arkamdaki duvarın içine girecek olan bedenim, mümkünmüş gibi duvarı daha da ittirdi.

"Rahat dur."

Bu adam karşısında hiç sansım yoktu. Olsa da şuan o kadar güçsüzdüm ki engel olabilir miydim bilmiyorum. Gözyaşlarımı sıkıca tutarken, lacivert tenime değecek kadar yaklaştı ve beni kokladı.

Sadece kokladı.

O beni koklarken ben de istemeyerek karabiber kokusunu içime çektim. Muhteşem diye tanımlanmayı hak eden his kafamı karıştırırken, lacivert bir milim daha yaklaşsa dudakları tenime değecekti. Bu fikirle kalbim yerini yoklarken, tenimle oluşan karıncalanmayı anlar diye korktum.

Uzaklaştığında tuttuğum nefesi bıraktım ama az önce nefesinin geçtiği tenim alevler içindeydi.

Daha önce böyle hissetmemiştim. Bu hissin ne olduğunu da tanımlayamıyordum. Aynı anda milyon parçaya bölünmüş gibiydim. Bir parçam korku, bir parçam heyecan, bir parçam dehşet ve var olduğunu bile bilmediğim bir parçam da bu adama karşı hissettiğim çekimi taşıyordu.

Düşüncelerimi bölen kadife sesi, tekrar nefesimi tutmama neden oldu.

"Daha tam olarak tenine işlememiş."

Ne tenime işlememiş? Tüm duygularımın karmaşa halinde olduğu o an tabii ki yine dediğini anlamadım.

Bir an bana baktı. Ama sadece korkudan bembeyaz kesilmiş yüzüme, tam tersini ifade eden, heyecandan alev alev yanan yanaklarıma baktı.

"Korkma."

Yerde durduğunu yeni gördüğüm beyaz bir önlüğü bana uzattı. Sanıyorum şef önlüğüydü.

"Bunu giy, 2 dakika sonra yolun karşısındaki parkın sağ tarafında bekle, hemen mahzene gitmemiz lazım."

Bir kasanın arkasına gizlenmiş önlüğü giymeye çalışıyordum.

"Neden?"

"Daha fazla soru sorma, dediğimi yap."

"Bana artık neler olduğunu anlatacak mısın?"

"Bence bugün şansını fazla zorluyorsun. Acele et."

Daha ağzımı açamadan, gözden kaybolmuştu.

Continue Reading

You'll Also Like

1.9K 75 11
Güven hissi... Artık daha az güven duymalı insanlar sevdiklerine. Kendine bile güven hissi olmayan insanlara güvenirse kalpler, sevgisizlik hüküm sür...
2.5M 134K 15
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
420 65 8
Adım Asmin. Lehayi bölgesinde doğdum, büyüdüm ve ülkemden sınır dışı edildim. Doğduğum yerde bazı sorunlar, sınır komşumuz olan diğer ülkede ise dah...
7.1K 3.1K 31
Sevdiği kişiden intikam almak için ölmesine bile izin vermeyen takıntılı adam ve 4 gücün savaşını anlatan bir kitap düşünün. "Hiçbir şey bitmedi güze...