Karanlığın Esirleri (KİTAP OL...

By FurkanGursu

34.7K 7.5K 496

Karanlığın Esirleri kitap olarak yayınlanmıştır. Linkleri konuşmalarımda mevcuttur. İyi okumalar dilerim 🤟🏽 More

3. Esir - Ayşe Yılmaz
4.Esir - Sedat Eren
7. Esir - Cemre Dinçer
9. Esir - Esin Koçak
10. Esir - Maral Karaer
14. Esir - Deniz Onay Part 1
Deniz Onay Part 2

6. Esir - Sare Gülsoy

2.3K 1.3K 75
By FurkanGursu

Sıradaki Esir Sare Gülsoy. Küçük yaştan beri akıl hastanesinde ve babası onu bir hiç olarak görüyor. Anne ve babaların çocuklarını daha çok sevip hak edilen değerlerin verildiği bir Dünya umuduyla..

-FURKAN GÜRSU

Sabahın 7 suları, hava olabildiğince soğuk ve sisli. Oda lambalarının yanıp sönmesiyle uyanan ve nerede olduğunu hatırlamayan Sare, gözlerini fal taşı gibi aniden açıp, olduğu yatakta doğrulup oturdu. Dik bakışlarıyla etrafı süzmeye başladı ve rengi çok soluktu, zihnini kemiren kabuslarının arasına bir kabus daha eklenmişti o sabah. Bir hastane odasındaydı, odanın duvarları beyaza boyanmış içerisinde açık tonlarda bir yatak ve bir dolap barındıran kenarda duran tek pencereli bir camıyla küçük, dar ve sade bir odaydı.

Epeyce etrafı keskin bakışlarla göz geçirdikten sonra derin ve hırçın bir şekilde nefes almaya başladı, nefes alışları git gide hızlanıyordu, burnuna odanın keskin ilaç kokusu çarpıyordu. Çok gecikmeden odada yankılanan şiddetli bir çığlık attı. İçinde tuttuklarının, birikmişliklerinin bedenine tepkimesiydi belki de bu. Sare Gülsoy henüz 19 yaşındaydı. Ailesinin çok küçük yaştan beridir dur durak bilmeyen kabusları ve hırçınlıkları için bir akıl hastanesine yatırtmasıyla bu acılı ve sancılı hayata başlamıştı. Küçük kız buraya getirildiğinde 12 yaşındaydı.

Uzun siyah saçları, kocaman siyah gözleri, küçük okka burunlu ve güldüğünde çenesinde oluşan minik gamzesiyle masum bir kızdı. Gördüğü kabusların nedenini kimse bilmiyordu. O ise kabuslarıyla yaşamaya alışmıştı. Annesi Zehra, kızını akıl hastanesine yatırtmak istemiyordu fakat eşi Fırat küçük Sare'nin doğmasını dahi istemiyordu, ona hep aşağılayıcı bakışlarla bakardı. Sare'nin gördüğü kabuslar ise Fırat için bir nimetti. Gördüğü bu kabusları bahane edip, eşinin kanına girerek "Orada daha iyi bakacaklar" diyordu ve hastaneye yatırılmasını istiyordu.

Fırat, iri yapılı, uzun bıyıklı, gür saçları olan şişman ve emekli bir polisti. Zehra'nın ise ona nazaran daha ince naif bir bedeni vardı ve ev hanımıydı. Her ay kızını görmeye gelirdi ve Sare ile konuşmaya çalışırdı, fakat Sare tek bir kelime dahi etmezdi. Annesine sarılır ve kimseyi duymaksızın öylece kalırdı. Sare'nin tek dayanağı annesiydi. Zehra ise her seferinde "Az kaldı kızım, çıkaracağız seni buradan" diye kendini ve kızını avutmaya çalışırdı, ama bunun ne kadar inanılır ya da gerçek olabileceği ihtimalini aklına getirdikçe gözlerinden damlayan gözyaşlarını alıkoyamazdı. Öylece odasında yatakta oturan Sare, attığı çığlığın üstüne bir yenisini daha ekleyerek dişlerini sıkmaya başladı. "Git!" diye yırtınıyordu. Sürekli uzaktan birilerinin ona "Sen de bizimle geleceksin, sonsuz karanlık, burası senin yerin " diye seslendiğini işitiyordu. Sare eliyle "Hayır git" diyordu. Küçük yaştan beridir beynine aldığı şok dalgaları yüzünden akli dengesini daha da kaybeden minik kız, önceleri sadece bir kabus görüyorken şimdilerde ise ona bakarak kabus izlemek mümkündü.

Sare ise, o unutamadığı ve hatırlayınca yüzünü tırmalamak istediği görüntüleri, aldığı şok tedavilerini aklından çıkaramıyordu. Bu tedaviyi alırken yaşadıkları bir bir gözünün önüne geliyordu.

Hemşirelerin içeriye girerek apar topar bedenine baskı yapıp, sert darbelerle onu sakinleştirmeye çalışmalarını, çığlık atmaktan kısılan sesini, Doktor Kenan'ın hiç acımadan başının iki yanına şok cihazlarını yerleştirerek, elektrik vermesini, aldığı her şokta bedeninin kasılıp, hareketsiz kalmasını ve dişlerini sıkarken çenesinin yerinden çıkacakmışcasına acımasını, bütün bu olaylardan sonra bakışlarının donuklaştığını, beyninin uyuştuğunu, bedeninin buz kestiğini ve ayaklarının titrediğini, nasıl unutabilirdi ki ? Üstelik çok küçük yaştan beri buna maruz kalan bir kız, zihninden nasıl söküp atabilirdi ?

Odadan dışarı çıkan ses herkesi ürkütmüştü, sesi duyan hemşireler aceleyle Doktor Kenan'ın yanına gittiler. Doktor Kenan kirli sakallı, orta boyda kel bir adamdı. Masasına kurulmuş çayını yudumlarken, hemşirelerin gelmesiyle ayağa kalktı ve sorunun ne olduğunu sordu. Hemşireler "Doktor Bey 113 numaradaki hasta yine çığlık atmaya başladı, ne yapmalıyız ?" diye endişeli bir şekilde sordular. Doktor Kenan Sare'nin bu çığlıklarına alışık olduğundan umursamaz bir tavırla "Sakinleştirici bir iğne yapın sonra uyusun biraz" dedi. Hemşireler koşarak odaya girdiler ve yatakta yatan zavallı kızın dört bir tarafına dağılıp onun narin ince bileklerini ve ayaklarını tutarak kımıldamasını engellemeye çalışıyorlardı.

Sare ise "Uyumak istemiyorum, lütfen gitmek istemiyorum oraya" diye bağırıyordu.

Ne yazık ki iğnenin vücuduna girmesi çok gecikmemişti, ilacın vücuduna enjekte edilmesiyle birlikte usulca gözleri kapanarak yavaşça sesi kesilmişti ve ardından derin bir uykuya dalmıştı. Odasından çıkan hemşireler kapıyı kilitleyerek onu bir başına odada bırakmışlardı. Sare için uyumak sonsuz kabus, karanlık ve her defasında bilmediği varlıkların onu yanına çağırmaları demekti. Her geçen gün Sare'den gelen şikayetleri düşünüp durumun ciddiyetini anlayan Doktor Kenan ise Kızın babası Fırat Gülsoy'u arayarak "Sare'den bir umut alamıyoruz artık, git gide durumu ciddileşiyor" haberini vermişti.

Haberi duyan baba ise kızını hiç önemsemedi ve bu durumu eşine haber verme taraftarı değildi. Eşini de buradan alıp bir tatile çıkma planları yapıyordu. ''Uzun bir süre buradan gitmiş olmak en iyisi'' diye düşünüp Zehra ile birlikte memleketine gitmek için hazırlıklara başlamıştı. Zehra eşinin bu denli acele etmesine bir anlam veremiyordu fakat Fırat'ın kendisinin iyiliği için söylediğini ve birkaç günlüğüne gider geliriz diye düşünüp gitmeyi kabul etmişti.

14 Aralık bir Pazar günü hava -1 derece ve saat 15.43 suları, Fırat arabayla yola çıkmıştı. Uzun süre yolda olduğundan dolayı yorgun ve oldukça uykuluydu. Yan koltukta uyuya kalmış olan eşine baktı, gözlerinin yorulduğunu hissediyordu. Elleriyle gözlerini ovalayıp gözlerini birkaç kez açıp kapadı, başı dönüyordu, aklı bulanıyordu. Arkasında bıraktığı kızı aklına geldi, Sare'ye hiçbir zaman acımamıştı, o aklına gelince "Tatile çıkıp kafa dinleyeceğim " diye düşünüp yola devam etti fakat gözleri daha fazla yola bakmasına izin vermiyordu. Tekrar gözlerini kapadı açtığında ise istemsizce bir anda kızı Sare'nin görüntüsü belirdi karşısında.

Fırat karşısında Sare'yi görünce neye uğradığını şaşırıp arabayı sağa sola sürmeye başladı. Arabanın sarsılmasıyla uyanan Zehra derin bir çığlık atarak "Fıraat! Araba geliyor dur" dedi. Fırat ise kendini çoktan kaybetmişti gözünün önünden gitmeyen Sare'nin hayalini eliyle "hayır git" diyerek itse de uzaktan gelen irice büyük kamyoneti göremedi ve büyük bir kazaya sürüklenmişlerdi. Ne yazık ki araç, süratli bir şekilde, çoktan kamyonetin altına girmişti. Aracın ön kapıları içe çökmüş, camları yollara serpilmiş ve kamyonetin altında görünmeyecek kadar ezilmişti.

Kamyonet ise arabanın üzerinde, sağa doğru yatık bir halde devrik duruyor ve bir tekerliği boşta kalmış vaziyette dönüyordu. Arabanın ön kapısı ile koltuğu arasında başı sıkışıp ezilen ve darbeler alan Zehra'nın ise yüzü kan revan içinde ve tanınmayacak haldeydi. Başının, sağ üst kısmından akan kanlar yüzünden üzerinde ki mavi elbisesi siyaha boyanmıştı. Fırat ise, ani sarsıntıdan dolayı kazada arabanın yan camından dışına çıktığı için hafif darbe almıştı fakat baygın bir şekilde yolun üstünde duruyordu bedeni. Kamyonet şoförü ise kafasını direksiyona çarptığı için ve ağır darbe aldığı için can vermek üzereydi.

Çok kısa süre içerisinde yoldan geçerken kazaya rastlayan yolculardan biri kazayı fark edince arabasını durdurup ambulansa haber verdi. Şehrin merkezinden çok uzaklaşmadıkları için ambulansın gelmesi gecikmemişti. Ambulansa kaldırılan Zehra ve kamyonet şoförünün durumu ağırdı. Fırat'ın ise ilk müdahaleden sonra bilinci yerine gelmişti. Uyanır uyanmaz "Zehra? Nerede? O iyi mi ??" diye sordu fakat bir cevap alamamıştı. Hastaneye yaklaşırken aldığı beyin darbesi ve panikle kalp krizi geçirdiği öğrenilen kamyonet şoförü ise, ambulansta can verip tüm müdahalelere rağmen kurtulamamıştı. Hastaneye getirilir getirilmez apar topar sedyeye kaldırılan Zehra'yı hemen ameliyat odasına aldılar, durumu kritikti. Fırat ise bir kaç müdahale sonrası kendi gelmişti ve hastane odasına yerleştirilmişti. Eşinden haber bekliyordu, kazanın şokunu henüz üstünden atamamış ve bir insanın ölümüne sebep olmuştu.

3 saat süren ameliyat sonrasında yoğun bakıma yerleştirilen Zehra'nın durumu hala kritikti ve hiç bir yaşam belirtisi yoktu. Kalbi, ameliyat sırasında tam 3 kere durmuştu ve hayata makinelerle dönmüştü. Eşinin durumunu öğrenen Fırat ise kurtulması için gece boyunca dualar ediyordu. Zehra'dan günler geçmişti ki hiç bir haber yoktu. Doktor yapılan tüm müdahalelere rağmen Zehra'yı hayata döndürememişlerdi, ve maalesef beyin ölümü gerçekleşmişti.

Fırat bu haber karşısında neye uğradığını şaşırmıştı. "Hayır! Hayır!" diye ağlayarak gözyaşlarına hakim olamamıştı. Vücudunu büyük bir sancı sarmıştı. Kendi eşinin katili olmuştu. Hastaneden taburcu olduğunda eve tekrar geri gelip birkaç gün eşinin yasını tutup ailesini ve gelen geçenleri uğurlamaya çalıştı. Bazı geceler uyanıp Zehra'nın yanında olduğunu düşünüyordu. Uyandığında tek olduğunu kabul etmek dahi istemiyordu. Artık eşinin yokluğuna alışmak zorunda olduğunu düşünüyordu. Ortalık durulduğunda ve zaman geçtiğinde ise artık eskisi kadar eşinin ölümüne de üzülmemeye başlamıştı. Yalnızdı ve kendi başına iş yapamıyordu. Artık Zehra'nın yerine bir başka kadınla evlenmeyi düşünüyordu. Hayatın şanslı döneminde olmuş olacak ki çok geçmeden evlerinin yanına yeni taşınan Suzan Hanımla tanıştı.

Suzan alımlı ve çekici bir kadındı; orta boylu, kumral, yapıca dolgun ve hamarattı. Fırat ile tanıştı fakat Sare den haberi yoktu. Fırat'ın ise Sareyi söylemeye hiç niyeti yoktu. 'Buna bir çözüm bulmalıyım' diye düşünerek soluğu Doktor Kenan'ı ararken buldu. ''Doktor Bey ben Sare'nin babası Fırat Gülsoy, sizinle bir şey konuşacaktım.'' Fırat biraz telaşlı konuşuyordu. Kenan Bey bunun farkındaydı fakat hiç bozuntuya vermeden devam etti. ''Bende aramanızı bekliyordum. Ne zamandır Zehra Hanımda uğramıyor buyurun.'' Fırat yorgun bir şekilde nefes koyverdi ''Kenan Bey birkaç hafta önce Zehrayı kaybettik.'' dedi.

Kenan oldukça şaşırmış bir şekilde ''Ne ? Gerçekten çok üzüldüm fakat nasıl oldu ?'' diye sordu merakla. Fırat lafı daha fazla uzatmak istemiyordu '' Trafik kazasında kaybettik maalesef, bu konuyu kapatalım lütfen, yani bakın şu an size söylemek istediklerim başka ben Sare hakkında konuşacaktım ve size şöyle söylemeliyim ki yaşaması artık benim için bir şey ifade etmiyor.'' dedi Doktor Kenan hayretler içerinde kalmıştı ve ''Anlayamadım, yani ölmesini mi istiyorsunuz ?'' dedi. ''Ölmesi için gereken her şeyi yapabilirsiniz, yüksek doz ilaç verin şok tedavisi verin ne bileyim hem bir umutta yok diyorsunuz, ben bakamam. Evlenip buradan gitmeyi istiyorum. Lütfen anlayın beni. " diyerek kızının ölmesi için tekliflerini devam ettirdi.

Doktor Kenan bunu kabul etmemişti, yıllardır insanlar iyileşsin diye uğraşırken nasıl olur da birini kendi elleriyle öldürebilirdi ? Fırat belli bir miktar rüşvet teklif etti "Hem zaten yaşamasının bir faydası yok, ölmesi daha sağlıklı inanın" diyerek Doktor Kenan'ın vicdanının sesini bastırmaya çalışıyordu. Fırat'ın ısrarı üzerine Kenan Bey karşısında duran para teklifini maalesef daha fazla dayanamayıp kabul etmişti. Beyninin içinde Sare'yi nasıl öldürebileceğini düşünmeye başlamıştı bile.

Zavallı Sare ise annesinin ölümünden bir haber yatağında Zehra'nın onu ziyaretine gelmesini bekliyordu. Hava soğuktu; ayağı çıplak ve üzerinde ise beyaz ince bir elbiseden başka bir şey yoktu. Camdan dışarı vuran ışığa doğru donuk bir şekilde bakıyordu. Gözleri ışığı aralıyor, retinasına çarpan bir siluet bedenine yansıyordu ve Sare bulunduğu yerden çıkamıyordu. O artık kendini olduğu yere hapsetmişti.

Doktor Kenan'ın aniden içeri girmesiyle irkilen kız gözlerini olduğu yerden ayırmadan donuk bakmaya devam ediyordu. Doktor Kenan'ın ise elinde yüksek doz ilaç dolu bir enjektör vardı. Usulca yaklaşarak tedirgin bir şekilde Sare'nin yanına oturdu. Ölmesi için elinden geleni yapma vakti geldiğini düşündü, alçak bir sesle "Şimdi ilaç zamanı" dedi.

Sare artık alışkındı tepki göstermeden sakince kolunu uzattı ve ilacın vücuda girmesini seyretti. Doktor Kenan ise acımadan ilacı enjekte ediyordu. Terliyordu ve elleri titriyordu, ilacı sonuna kadar yaptıktan sonra apar topar Sare'nin odasında çıktı, ilacın göstereceği etkileri biliyordu çünkü. Elleriyle bir insanı ölüme itiyordu. Sare ise vücuduna yediği ilacın bedenine etkisini hissetmeye başlamıştı. Kalbi aniden hızlanmaya başlamıştı. Nefes alış verişleri kısalmıştı ve gitgide hızlanıyordu. Yüzünün yandığını hissediyordu, elleriyle yanaklarına dokunup sıcaklığı yoklamaya çalışıyordu. İlaç vücuduna hızlı yayılmaya başlamıştı. Gözleri kararıyordu. Hızlı bir şekilde uyku bastırmıştı. Etrafındaki eşyaların ona doğru geldiğini hissediyordu, her şey bulanıklaşmıştı.

Öylesine uyku bastırmıştı ki gözlerini açamıyordu. Gözlerini kapattı ve ardından çok derin bir uykuya dalmıştı.

Sare bu sefer, karanlık ve sönük duman kokulu, harabe ve olabildiğince geniş bir odada bulmuştu kendisini. Odada ondan başka kimse yoktu. Etrafına yavaşça, iyice bakındığında bir şeyin üzerinde havada durduğunu hissetti. Neyin üzerinde durduğuna baktığında ise bir kara çarşafın üstünde olduğunu fark etti. Dört bir taraftan gerdirilmiş ve yanlardan bağlanılmış yüksekte duran bir çarşafın üstündeydi. Tam karşı duvarda asılı, kir pas içinde duran büyük, içerisine mum konulan kaplar vardı. Saçları iki yandan ayrılmış dağınık ve karışık, üzerinde ince bileklerine kadar uzanan eski bir elbise, ellerinde kurumuş kan kalıntısı ağzında ise mayhoş bir tat vardı. Çok geçmeden arkadan ince ve kulak tırmalayıcı bir kahkaha sesi duymaya başladı. Cadı sesi diyebileceğimiz benzerlikte olan bu ses ona sesleniyordu. "Burası senin yerin, direnmekten vazgeç, ateşin bedenini yaktığını hisset. Gel!" diyordu. Sare ise korkup titremeye başlamıştı. Mumları taşıyan kapların arasından bir katı dumanın çıkıp, kendisinin etrafını yavaşça sardığını seyrediyordu. Duman adeta etrafında çember oluşturmuştu. Dumanın çok katı ve sert kokusu vardı. Sare kokunun vermiş olduğu rahatsızlıkla öksürmeye başlamıştı.

Gitgide şiddetlenen öksürüğünü elleriyle iki yandan boğazından tutarak durdurmaya çalışıyordu fakat nafile. Öksürdükçe nefesi kesiliyordu ve soluk almak için çırpınıyordu. Başından soğuk terlerin döküldüğünü hissediyordu ve ağzından siyah renkte salyaya benzer bir şeyler çıkıyordu, öksürdükçe çıkıyordu.

Gördüğü kabusun etkisiyle uyanan Sare çığlık atmak istemişti fakat atamıyordu. Boğazında bir katılık olduğunu ve yutkunmakta zorlandığını hissediyordu. Susamıştı, oldukça susamıştı. Ayağa doğru kalkıp sürahiye doğru uzanmak istedi fakat ilacın etkisinden dolayı başı dönüyordu. Hala puslu görüyordu ve sesi oldukça kısıktı. Sesinin çıktığı kadarıyla "Su" diyordu. Odaya hemşirenin girmesiyle sesini yükseltmeye çalışan kız, adeta yatakta can çekişiyor gibiydi. Susadığını anlayan hemşire hemen bir bardağa su doldurarak Sare'ye verdi. İçtiği suyla biraz daha kendine gelen Sare yatakta doğruldu ve "Annem nerede?" diye sordu. Hemşire ise "Sare, dinlenmen gerek" diyordu. Fakat Sare duymaksızın, sinirli ve hırıltılı bir sesle yine sormuştu "Annem nerede!"

Hemşire ise Sare'nin bakışlarından korkarak telaşla Doktor Kenan'ı çağırdı. İçeri giren doktor kızı sakinleştirmeye çalışıyordu fakat Sare inadına bağırıyor ve annesini soruyordu. Doktor Kenan daha fazla dayanamayıp "Annen öldü! O artık gelmeyecek" dedi. Ardından odadan elinin birini yatağın başına bağlayarak kapıyı kilitledi ve odayı terk etti.

Sare ise duyduğu haber karşısında neye uğradığını şaşırmıştı. Gördüğü kabusun etkisini üzerinden atamamışken bu haberle iyice sarsılmıştı. Duyduklarına inanamamıştı ve öylece gözlerini duvara sabitlemiş bakıyordu. Artık babasından başka kimsesi yoktu. Fırat ise Suzanla evlilik hayalini gerçekleştirmişti. Aralarında küçük bir nikah kıyıp birlikte yaşamaya başlamışlardı bile. Gününü gün ediyordu. Yaşadığı evi bırakıp Suzan'ın Erdek'de bulunan diğer evine taşınmışlardı. Kızını çoktan unutmuştu bile.

Annesinin ölümüyle sarsılan Sare ise artık yaşamak için bir çaba göstermiyordu. Bedeni yaşam amacından sapmış ve her geçen gün yüksek dozda şok tedavisi veriliyordu. Aldığı yüksek dozda ilaçlar ise beyninin uyuşmasını sağlıyordu. Bazı geceler odada yerde kıvranıyor ve saçlarını yoluyordu, tırnaklarıyla ise yeri tırmalıyor ve ellerini kanatıyordu. Her geçen gün kabuslarında onu çağıran seslere karşı alıkoymuyordu artık. O artık göz altları morarmış, rengi soluk ve annesinin yanına gitmek, için ölümü arzulayan bir kızdı. Doktor Kenan ise onu yavaş yavaş öldürmek istiyordu. Sare'nin aniden ölmesi çok şüphe doğuracağı için ilaçları yavaşça veriyordu. Sare'nin bedeni ise acımasızca verilen ilaçları yutuyordu.

Ölümün yaklaştığını hissediyor, ateşin sıcaklığını ise avucunda hissediyordu. Tam iki ay geçmişti. Sare artık kendi kendine gülüyor ve birilerine bir şeyler anlatıyordu. Akli dengesini kaybetmişti ve kalp atışları git gide yavaşlıyordu. Doktor Kenan, Sare'nin sonunun geldiğini biliyordu. 113 numaralı odaya doğru yavaşça ilerliyordu, elinde dozu çok yüksek olan ilaçla dolu, büyük bir şırınga vardı. Sare ise yatakta, ölüm döşeğinde denilecek halde, gözlerini dahi açmakta zorlanıyordu. Bedenini kımıldatamayacak durumdaydı.

Kenan'ın ayak seslerini işitiyordu, odaya yaklaştığını anlayınca hafifçe gözlerini aralamak istedi. Kapının açılmasıyla Kenan'ın içeri girmesi bir olmuştu. Yatakta cansız duran Sare'nin kolunu sıkıca bağlayıp iğneyi yapmak üzere hazıra geçmişti. "Bir an önce olsun ve bitsin artık" diyordu soğuk soğuk terlerken, Sare ise sesini çıkarmadan son nefeslerini alıyordu. İğneyi hazır hale getiren Doktor Kenan, usulca Sare'nin kolunu tutarak iğnenin ucunu sapladı ve ileri itti. İlaç yavaşça Sare'nin bedenini sarıyordu. Etkisi büyük olduğu için tüm vücuduna işliyordu. İşi biter bitmez hızlı bir şekilde toparlanmış ve arkasına bakmadan odadan çıkmıştı.

Sare artık soluk alamıyordu, aslında almaya da çalışmıyordu. İlacın etkilerini çırpınmadan karşılamıştı. Etraf bulanıklaşıyor ve kalbi son kez atıyordu. Son defa derince nefesini içine çekmeye çalıştı, tüm hayatında ki acıları sevinçleri gözünde canlanıyordu. Sevinçleri canlandırıyor derken hayal ettiği sevinçleri. Sahip olmak istediği mutluluğu hayal ediyordu. Hiçbir zaman sahip olamayacağı o mutluluğu.

Kulağında hala annesinin sesi vardı. Gitgide sesler boğuklaşmaya başladı. Aldığı nefesi veremeden yatağında bedeni cansızlaştı ve ruhunun iniltileri dindi.

*ODASINDA ÖLÜ BULUNDUKTAN SONRA ERTESİ GÜN KIZIN TEK YAKINI OLAN FIRAT GÜLSOY'U ARAYARAK HABER VERMEK İSTEDİLER. FAKAT SUZAN GÜLSOY EŞİNİN DÜN SABAH 5 SULARINDA BANYODA KORKUTUCU BİR VAZİYETTE ÖLDÜĞÜNÜ BELİRTTİ. FIRAT BİLEKLERİNİ DİK BİR ŞEKİLDE DİRSEĞİNE KADAR KESMİŞ VE KÜVETİ ADETA KAN HAVUZUNA ÇEVİRMİŞTİ. SARE HER NE KADAR SUÇSUZ OLSA DA KADER ONA HİÇ GÜLMEMİŞTİ. MUTLULUĞUN ADINI UNUTSA YERİDİR. MASUMİYET VE İYİLİK BAZEN YETERLİ OLMAZ. ÖNEMLİ OLAN ŞU AN VE İLERİDE YAŞAYACAKLARINDIR.

Continue Reading

You'll Also Like

260K 91.7K 105
Hediye almayı sever misiniz? Peki ya aldığınız hediye kutularının içinden eski sevgililerinize ait kalpler çıkmaya başlarsa? Hâlâ hediye almayı sevdi...
4.8K 229 16
Bahar en yakın arkadaşının düğününe mardine gider ve oraya damadın en yakin arkadaşı olan ateş'i görür ve o yüz bir daha aklından çıkmazsa ve bir ka...
14.9M 605K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
195K 6.9K 31
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...