PRENS VE KUKLACI ( RUHLARIN H...

By zpcmeow

134 7 5

Şu ortadaydı ki bu hikayede en başından beri iyi ve kötü diye bir kavram olmamıştı. Yalnızca Avery'nin yanınd... More

BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11

Bölüm 5

8 0 0
By zpcmeow


 Andre kekeleyerek hararetli planlama konuşmasını böldü. Hepsi kaşlarını çatıp çocuğa dönmüş onu yerinde hoplatmıştı. Avery onun çekingenliğini kırmak adına elini çocuğun omzuna atıp yarım ağız gülümsedi.

"Evet Andre bir şey mi diyecektin?"

"Ah...evet ekselansları. K-kontes Helen buluşma sırasında kullanmanız için kıyafet ve takılar vermişti."

Coleman kıs kıs gülerken alnında birikmiş ter damlalarını sildi.

"Siz değişirken biz de plana karar veririz Prenses Avery. Gidip süslenin."

Avery derin bir nefes çekip Andre'nin kolları arasındaki çantayı çekerek aldı. O gruptan uzaklaşırken Hector da peşinde takılmıştı. Coleman ikisinin arkasından bakarken muzip bir şekilde sırıtıyordu.

Avery çalıların arasında pantolonunu indirirken doktoruyla göz göze gelmiş ve öylece kalakalmıştı.

"Dikizlemeye mi geldin?"

"Ben bir doktorum. Çekinmene gerek yok."

"Sen bir erkeksin Hector. Sapkın bakışlarını yakalamazsam iyi olur."

Hector kollarını bağlayıp arkasını dönerken gülüyordu. Avery çantanın içerisinden elbiseyi çıkardığında sesli bir şekilde küfretti. Beyaz, bilek hizasında ve üzeri minik elmaslarla bezenmiş tiril tiril bir elbiseydi. Altına giymesi için topuklu ayakkabılar bile koyulmuştu.

"Ne düşünüyor, bir akranımın şatafatlı yemek davetine katılacağımı mı? Söyle Hector ailemin katiliyle yüzleşmeye giderken süslenmem mi gerekir?"

"Hayır prenses Avery, ancak bir prensin huzuruna çıkarken yabani bir at gibi görünemezsiniz. Soylular böyle şeylerde karşısındakini küçümsemeye meyilli olacaklardır."

Avery elbisenin askısını düzeltirken gözleri ansızın uzaklara dalmıştı. Bundan epey zaman önce, kendi yansımasına bakarken annesi hemen arkasından omuzlarını sıkıca kavramış ve her şey bittiğinde onun vahşi bir at olmaya dönebileceğini söyleyerek içini rahatlatmıştı. Bu an ne zaman gelecekti? Daha ne kadar beklemesi gerekirdi?

"Aynam ol ve söyle bana. Nasıl görünüyorum?"

Hector usulca arkasını dönerken heyecanlıydı. Avery, Porter köşkündeyken hep geceliğiyle dolanırdı. Çocuk onu daha önce bu denli göz alıcı bir elbisenin içerisinde görmemişti. Kulağına taktığı elmas küpeler gözleri kadar parıltılıydı. Omuzlarını kısmen örten kan kırmızısı pelerinin yakasına Tigris'in sembolü olan kaplan şeklinde bir broş iliştirilmişti. Ne yaşanmış olursa olsun krallığı hala o Spiritus ile anılıyordu. Yavaşça yutkunurken kafası bu güzellik karşısında yana eğildi.

"Tıpkı bir kraliçe gibi..."

Avery tatmin olarak gülümsedi ve omuzlarını dikleştirdi.

"Çamurlu botlarıma laf söylemeyecek misin?"

"Ben Helen değilim."

"Yakışık alır mı dersin?"

"O pis saraya yakışacaktır."

Hector büyük bir adımda kızın dibinde bitti. Hiç çekinmeden broşu çıkarıp bir süre elinde döndürdü. "Bu göğsünde taşıyacağın bir şey değil. Onun yerine," parmaklarını göz bandının altından sokarken kızın kirpiklerine dokundu. Avery ürperirken endişeyle gözlerini yumdu. "Tigris'in yalnızca bir izleyici olduğunu göster. Artık eski tanrının yakılma zamanı. Bugün ise yeni tanrıçanın doğuşuna şahit olacaklar."

Ağzı vahşice açık duran sembol göz bandının tam ortasına ilişmiş ve kızı normalde olduğundan daha göz dağı veren bir hale getirmişti.

"Hector, bana onu anlat. Ölümünden önce son kez kim olduğunu duymak istiyorum."

"Bu iyi bir fikir değil Sarışın. Onun masum bir insan olduğu fikrine kapılmanı istemiyorum."

"Ailemin katilinin masum olduğuna nasıl inanabilirim? Tek istediğim kanını dökmeden önce kendi türümün... Bir insanın nasıl bu hale gelebileceğini anlamak."

Avery anne ve babasının yüzünü anımsarken zorla yutkundu. Ah bu geçen dört ay düşünmemek için ne meşakkatler vermişti. Geçen her gün duvar desenleri ve mobilyaların şekilleri hakkında ne kadar şey ezberlemişti. Gencecik bir insan hiç tereddüt etmeden annesi ve babasının canına kıymışken ne kadar unutmaya çabalamıştı. Artık her şeyin biteceği ve yuvasına gideceği, annesi ve babasını gördüğünde yaşayacağı o sevincin ihtimali ne kadar da imkansızdı.

"Onu ilk gördüğüm andan başlamalıyım belki. İlk el sıkıştığımız ve dostluğumuzun başladığı o ilk günden..."

Günümüzden 5 yıl öncesi Alta ve Rola henüz bir değilken...

Genç Hector gömleğinin yakasını düzeltirken derin nefesler alıyor heyecandan kızarmış yüzünü sakinleştirmeye uğraşıyordu. Alta'nın generali olan babası üçüncü kez adını haykırıp geç kalacaklarını söylemişti.

Genç ceketini hızlıca kapıp aşağıya kapının önünde dikilen aksi yüz ifadeli babasına yetişti. Adam onun bu heyecanlı ifadesine karşı yarım ağız güldü.

"Bugün yepyeni bir çağın başlangıcı olacak sevgili oğlum. Endişeye mahal yok. Eminim sen de tanışacağın bu genç adama benim kadar çabuk ısınacaksın."

"Öyle umuyorum efendim. Yalnızca onun hakkında bu kadar çok bahsettiğinizden ötürü bir miktar gerginim. Kendimi sizin yanınıza yakışır biri olarak göstermek isterim."

Evin hanımı, Hector'un annesi, yetiştirdiği çocuğunun bu gurur verici görüntüsü karşısında yaşla dolan gözlerini silerken onları uğurladı. Adam oğlunun sırtına elini hafifçe vurarak onu ittirirken sesli bir şekilde güldü.

"Şehrin en iyi doktoru olan oğlum orada kekeleyecek dahi olsa kimse benim yaşadığım onurun yanına yanaşamaz."

Alta ve Rola şehirlerinin arasındaki gölü ikiye yararak ufak bir kara parçası oluşturan bölgeye doğru yola koyuldular. Yıllar önce buraya şehirler arası anlaşmaların yapılacağı tarafsız bir köşk inşa edilmişti. Rola'nın gencecik yeni generali ile buluşmaya gidiyorlardı. Hector ilk defa siyasi bir toplantıya katılacağı için heyecanlıydı. Ayrıca bu bahsi geçen gencin adını duymayan kalmamıştı. İki şehrin de gönlünü fethedecek bir zekaya ve genç kızların aklını başından alacak, tanrının lütfu olarak adlandırılan bir yakışıklılığa sahip olduğu söyleniyordu.

Babasının onu çağırıyor olma nedeni ise siyasetle yakından uzaktan alakalı değildi. Hector'un ilgilenmekte olduğu ruh ve akıl bilimi konusunda bu genç generalin yardıma ihtiyacı var gibi görünüyordu.

Kristal avizenin ışıltılarıyla aydınlanmış odaya girdiklerinde masanın başında çayını yudumlayan genç neşeyle ayağa fırladı. Yüzündeki koca gülümsemeyle generalin eline uzandı.

"Hiç gelmeyeceksiniz sandım."

"Geç kalmamızı mazur gör genç adam."

"O da ne demek?! Siz benim tez canlılığımı mazur görün asıl. Siz de Bay Hector olmalısınız."

Genç adam elini uzattığında bir süre karşılık alamadı. Hector şaşkınlıktan dilini yutmuş gibiydi. Karşısında bir şehrin ordusunu yöneten onun boylarında ve yaşlarında olan biri vardı. Kendini koca odada minik bir toz tanesi gibi hissetmesinin yanında kalbini kulaklarında attıracak kadar heyecanlandıran bir şeyler de vardı. Telaşla terli elini pantolonun kenarına silip onu daha fazla bekletmedi. Özür niyetine de buruk bir şekilde gülümsemişti.

"Lütfen oturun. Yemek hazırlatmıştım. Umarım benimle geçirecek vaktiniz vardır."

"Ben yalnızca bir çay vakti kadar kalabilirim, ancak oğlumun tüm vakti senindir. Siz iki gencin iyi anlaşacağınızı umuyorum."

Oğlunun sırtını sıvazladığı sırada genç general bu yakınlıklarına imrenerek ve belki de biraz kıskançlığı andıracak şekilde baktı.

Yemek vakti geldiğinde ikisi tek kalmış büyükçe masanın iki başında gergin bir sessizlikle lokmaların boğazlarından geçmesi için kıvranıyorlardı. Hector bir anda duraksayıp boğazını temizledi.

"Affedersiniz adınızı sormadığımı anımsadım bir anda."

Genç adam içkisinden bir yudum alırken çocuk gibi kıkırdadı.

"Eh genelde pek önemsemezler. Söylemek bu yüzden aklıma gelmemişti. Genelde general oluşum insanlara yetiyor."

"Söylemek istemiyorsunuz o zaman."

"Hayır hayır... Felix'i kullanabilirsiniz. İlk ismimdir."

"Peki ya soy adınız?"

"Ne önemi var ki canım soy adının? Pek işe yarar şeyler değiller zaten."

Hector kaşlarını çatarken oturduğu yerde merakla kıpırdandı.

"Sanırım bu rahatsız olduğunuz bir konu. Ben kendimi tanıtayım öyle ise. Ben Hector Adam Westley."

Felix aldığı yudumda neredeyse boğulacaktı. Ağzını peçeteyle kapatırken gülmemek için direndi.

"Demek komik buldunuz."

"Sadece şehrin yarısının bir adı Adam olduğundan kendimi tutamadım. Neredeyse Adamlardan oluşan bir birliğe sahibim."

"Sizin ikinci adınız var mı? Bu kadar komik bulduğunuza göre sizinki epey eşsiz olmalı."

"Aslında buna yanıtım evet," Muzip bir sırıtış eşliğinde yavaşça öne eğildi. "Felix Leonard Ramsey Rola."

Hector'un çatalı düşüp ortamı geren bir şangırtıyla tabağına çarptı. Felix bunu fark etmeden gülerek devam ediyordu. Her kelimesinde gözleri daha da yaşardı.

"Gerçi babam soy adını veya atalarının ismini kullanıyor oluşumdan hiç memnun değildi. Bu yüzden yalnızca Felix'i kullanıyorum. O bunu bile kullanmazdı oysa. Yalnızca hey sen, hey çocuk gibisinden seslenirdi."

"Şehir kurucularının soyundan geliyorsunuz."

Felix ansızın süzülen bir damla yaşı silerken yüzü düştü. Arkasına sertçe yaslanıp ona baktı.

"Zannımca bu yemek gereğinden fazla uzadı. Bay Westley arabanıza kadar size eşlik edeyim."

Felix mendilini masaya atıp ayağa kalktı.

"Sizi gücendirdiysem özür dilerim. Yalnızca sesli düşünüyordum."

"Neden burada olduğunu biliyorum şehrin meşhur doktoru. Baban benim tamire ihtiyacım olduğunu düşünüyor değil mi? Düşman olmamıza yakışır bir adam olmam için beni onarmanı istiyor."

Hector içten bir şekilde gülümseyerek ayağa kalktığında Felix bakışlarını kaçırdı. Savunmaya geçer gibi kollarını göğsü üzerinde sıkı sıkı bağlamış dudağını içten kemiriyordu.

"Yanılıyorsunuz. Babam beni buraya yalnızca bir dosta ihtiyacınız olabileceğini düşünerek getirdi. Bu yüzden izin verin yeniden tanışalım."

Hector masanın yanında dikilen gencin yanına yaklaşıp kafasını yana eğdi ki sakladığı yüzünü net görebilsin. İçten bir el uzatışın yanında kocaman gülümsedi.

"Ben Hector. Alta şehrinin en zeki genci."

Felix gözlerini devirip gülerken uzatılan eli sıktı.

"Ve bende Felix. Rola şehrinin çapkını."

"Ah sende yalanı seviyorsun demek."

Felix elini çekip belinin iki yanına koyarken kendini beğenmiş bir şekilde kaşlarını kaldırıp sırıtıyordu.

"Hadi ama bak bana. Bu yakışıklılığa karşı koyabilecek bir kadın düşünebiliyor musun?"

Hector kafasını iki yana sallarken onu ciddi bir şekilde süzdü. Sarı saçlarına ve parıltılı mavi gözlerine baktı. Takım elbisenin ve madalyaların yüzündeki kendini beğenmiş ifadeye ne kadar uyduğunu fark etti ve pes ederek onu onayladı.

O günden sonra sayısını akıllarında tutamayacakları kadar çok görüştüler tarafsız köşkte. Bazen yalnızca bir çay vakti kadar kısa bazen asırlar geçmiş kadar uzun geçen geceleri artlarında bıraktılar. Her geçen saat, ağızdan dökülen her kelime dostluklarını daha da pekiştirdi. Yeri geliyor Hector dersleriyle alakalı anlamsız bir sürü kelimeye boğuyordu generali, ancak karşısındaki gencin sıkıldığını düşündüğü tek an bile olmadı. Felix ise ne kadar kaçmaya meyilli olsa da ikinci kadehin ardından ansızın gözyaşlarına boğuluyor bu hayata ne kadar katlanamıyor oluşundan bahsediyordu.

Söyledikleri can yakıcıydı. Sık sık canına kıymak istiyor oluşu ve bunu kelimelere hiç çekinmeden dökmesi ürperticiydi. Hector'u tüm konuşmalar içerisinde en yaralayan şey ise Felix'in eve gitmeyi ne kadar istemiyor, bu köşkte zamanı durdurmak istiyor oluşuydu. Şu kelimeleri kullanmıştı bunun için;

"Sevgili dostum, inan bana elimden gelse burada sefil bir ömür geçirmeyi işimin başına dönmeye tercih ederim. Çünkü işime dönmek demek ailem demek. İşim annemi mutlu etmek, soy adıma yakışır biri olmam demek. Bencil miyim söyle bana? İstemediğim bu hayatı bırakıp ölmek istiyor oluşum, sevgili annemin dişini tırnağına katarak beni getirdiği bu konumu elimin tersiyle itiyor oluşum bencillik midir?"

Hector ise uzunca bir süre onun ağlamaktan kıpkırmızı olmuş yüzünü ifadesiz bir şekilde izlemişti. Yalnızca şunu söyleyebildi ona. Bir doktor olarak değil de bir dost olarak...

"Unutma ki dostum ben her zaman burada olacağım. Savaşacak gücün yoksa, öyle olsun. Eğer istersen seni sırtından da ittiririm seni bu savaşın içinden çekip çıkarırım da. Bunu kelimelere dökmen yeterli."

Felix hüzünle yüzünü buruştururken içkinin acılığı göğsündekini bastırsın diye büyük bir yudum aldı.

"Daha fazla savaş olmayacak Hector."

Dibinde birkaç damla şarap kalmış kadehi Hector'unkine uzatırken gözleri uzaklara daldı. Bardakları tereddütlü bir şekilde tokuştu.

"Yalnızca barış... yalnızca mutluluk ve huzur."

Felix kararlı bakışlarını ona çevirdi. Uzunca bir süre birbirlerine bakıp akıllarından ne geçtiğini düşünerek zaman öldürdüler.

Öldürdüler... bu ne kadar acıklı bir kelimeydi. Başka bir cümlede kullanılırsa ne yakıcı anlamlara gelebilirdi.

Hector'un ansızın uyandığı bir gece onun için kelimelere dökülemez bir acılıktaydı. Genzini yakan gözlerini kör eden bir duman ile uyanmıştı. Kendini koridora nasıl attığını anımsamıyor yalnızca anne ve babasının kapısının önünde ne kadar haykırdığını hatırlıyordu. Kapının tokmağını çevirmeye uğraşırken yanan ellerini hissediyordu. Çalışanların bağırışlar içerisinde onu dışarı nasıl sürüklediğini, o alevler içerisindeki kapının ellerinden uzaklaşışını unutamıyordu.

Acımasız alevlerin pençesine düşen evinin önünde dizlerinin üzerine çökmüş isten kapkara olmuş yüzü yaşlarla temizlenirken hıçkırarak ağlıyor korku içerisinde etrafına bakıp anne ve babasını görmeyi umuyordu. İnsanlar koca evin yanında minicik kalan su kovalarıyla canla başla çabalarken yanan ciğerleriyle koştu. Bacaklarının yorulmasını umursamadan durmaksızın koştu. Gölün kenarına geldiğinde ise ellerini göğsünü parçalamak ister gibi atan kalbinin üzerine sertçe bastırdı.

Alevler onu adeta takip ediyordu. Tüm güzel anıları yok olmak ister gibiydi. Tarafsız alandaki güvenli evi... dostuyla geçirdiği tüm güzel vakitlerinin anısı da alevler içindeydi. Karşı tarafa geçerken belki defalarca, dökülen köşke döndü. Felix'in kapının önünde endişeli voltalarını ve onu her gördüğünde aydınlanan yüzünü görür gibi olduğunda ise tekrar koşmaya başladı. Rola'ya, hoş görülmediği topraklara, her şeyi göze alarak girdi. Tanıdığı birini görmeye birinin sırtını sıvazlamasına ihtiyaç duyarak koştu.

Felix'in evinin önüne geldiğinde onu yere yıkıp bir güzel pataklayan askerlerin durmasını beklerken yerde kıvrılmış yalnızca kaçıp uzaklaştığı alevin hala onu yakmakta olduğunu hissediyordu.

"Yüce Tigris aşkına ne oluyor burada gecenin bir vakti?!"

"Leydi Irene bu adam köşke sızmaya çalışıyordu."

"Irene...Irene Rola siz misiniz? Felix'in annesisiniz değil mi?"

Hector sızlayan karnını tutarak yerden zoraki doğrulduğunda kadın onu baştan aşağı süzdü.

"Oğluma adıyla hitap ettiğine göre sen şu meşhur Hector olmalısın."

Yüzünde karanlığı yaran tiksindirici bir sırıtış vardı.

"Gir içeri. İkinci kattaki son odada Felix'i bulacaksın,ancak seni görmek isteyeceğini hiç sanmam."

Kapıya defalarca vurdu ve adını haykırdı. Bir süre sonra onun aslında orada olmadığına inanmaya başlayacak gibi olsa da açması için yalvarmayı kesemiyordu.

"Felix gidecek bir yerim yok. Evim, köşk her yer yandı. Her yer... Ne yapacağımı bilmiyorum. Yalvarırım aç şu kapıyı."

Kapı aralandığında beyaz geceliği içerisinde hayalet görmüş gibi dikilen Felix göründü. Hector onun yüzünü incelemeyi es geçerek kollarının arasına attı kendini. Üzerindeki tüm is ve pislikle onu kirletirken kafasını ona yaslamış ilk defa onun yanında tüm duyguların kendini ele geçirmesine izin vermişti.

"Neredeydin Felix?"

"Burada ne işin var?"

"Nereye gidebilirdim? Annem ve babam... Onları kurtaramadım."

"Ah Hector..."

Felix dehşet içinde bir ifade eşliğinde öylece dikildi. Ellerini ona sıkıca sarılmış gence saramadı. Onun acısına ortak olmaya hakkı yoktu. Onun yanında bulunmaya hakkı yoktu.

"Burada olamazsın."

"Başka hiçbir yer kalmadı."

"Burada olmak istemezsin."

"Felix söyle bana kararın nedir? Daha fazla bekleyemeyiz. Beni Alta'ya bağlayan tek bir şey bile kalmadı. Buradan hep gitmek istemiyor muydun?"

"Beni dinlemiyorsun."

Hector'u yavaşça itip geri çekildi. Endişeli bir şekilde yatağına dönüp ışığı yaktı. O anda ikisinin de yüzündeki korku belirginleşmişti.

"Birinci Krallığa gidebiliriz. Annen seni asla bulamaz. Orası kıtadaki tek güvenli bölge. Bugün bize saldırdılarsa yarınki hedefleri sen olacaksın."

"Ben hiçbir yere gitmiyorum. Annemi bırakamam. Görevlerimi bırakamam."

"Bunu istemediğini ikimiz de biliyoruz."

Hector terli alnını koluna silerken yerinde sallanıyor neredeyse bayılacakmış gibi iki yana gidip geliyordu. Felix elleriyle yüzünü ovalarken derin bir nefes aldı. Ağzından çıkmak üzere olan şeyler midesini bulandırıyordu.

"Ölü olman gerekirdi. O evde ölmüş olmalıydın."

Hector ona doğru birkaç adım atıp yüzüne bakması için kolunu tutmak istedi ancak Felix eline sertçe vurdu.

"Emri ben verdim. Köşkün ve evinizin yakılma emri benim tarafımdan imzalandı."

"Yalan söylüyorsun. Felix yüzüme bak. Bunun bir yalan olduğunu söyle."

Arkasından bir kıkırtı geldiğinde ikisi de kapıya döndü. Leydi Irene saten geceliğinin ipini bağlarken neşeyle gülüyordu.

"Zavallı öksüz Hector... Tıpkı baban kadar aptalmışsın demek. Düşmanla iş birliği yaparken ne düşünüyordun ki acaba? Her şeyin çiçekler ve kelebeklerle kaplı olacağını mı? Mutlu bir sona ulaşacağını mı yoksa? Kaçmaya başla küçük kukla. Çünkü kelleni duvarımıza asmadan önce bu son fırsatın olacak."

Hector yeniden dostuna döndüğünde karşısında tamimiyle yabancı birini gördü. Çaresizce bir şey demesini bekledi bir süre. Ancak Rola generali kollarını bağlamış aralarına etten kemikten bir duvar örmüştü.

Oradan da arkasına bakmadan kaçtı. Başına konulmuş ölü yada diri getirilme ödülünü asla aklından silemeyerek gitti. Şehrin barış anlaşması imzalanmadan önce herkesi kaybetmiş biri olarak uzaklaştı.

Continue Reading

You'll Also Like

3.1K 1.7K 37
Ne zaman birşeyden vazgeçseniz vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir. 💔💔💔 Aşk; görmekten çok özlemeyi sever, dokunmaktan çok düşlemeyi ve aşk öyle h...
1.2K 486 22
" En korktuğun şey ne ? " Diye sordum cevap verip vermemekle kararsız kaldı " ölmek " dedi " ölünce yaptığım hatalardan çok korkuyorum" Kalbim acıdı...
312K 4.1K 23
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
1.8K 492 14
Bizim hikayemiz akıl hastanesi koridorunda kesişen iki deli bakışla başlamıştı. Mavinin farklı tonlarında olan iki deli bakış, birleşen kaderlerimizi...