KARMAŞIK

Von birazcikyazar

494K 31.8K 10.5K

Melis, annesinin kaderini yaşayan bir genç kızdı. Babası ve abisi tarafından evin hizmetlisi gibi görülür ve... Mehr

KARMAŞIK
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
10.

9.

33.9K 2.4K 979
Von birazcikyazar




9.

Ailem var!

Benim, benim gibi babası ve abisi tarafından hiç sevilmeyen birinin artık bir ailesi var. Beni de seven birileri var. Bana da değer veren, varlığımın yok olmasını değil de hep var olmasını isteyen bir ailem var.

Beni de seviyorlar.

Ben de seviliyorum. Hem de çok seviliyorum ve bu sevgiyi, iliklerime kadar hissediyorum. Bir annenin, bir babanın, aynı karında büyüdüğüm ikizimin sevgisini hissediyorum. Bana, sanki bu dünya üzerindeki en önemli kişi benmişim gibi hissettirmelerine bayılıyorum.

Kendimi, gerçekten mutlu hissediyorum. Cansel Hanımın benimle en ufak iletişimde bile bu kadar heyecanlanıp mutlu olmasına bayılıyorum. Onun, yani bir annenin hissettirebileceği o duyguları hissetmeyi, şimdiden çok sevdiğimi hissediyorum.

Melih'in bana karşı olan yumuşak tavırları, ne olursa olsun yanımda olacağını belli eden tüm o sözleri ve tüm hareketleri, içimde çığlık çığlığa ağlama hissi uyandırsa da tamamen mutluluktan, biliyorum.

Ama en önemlisi Selim Bey. Onun, gözlerimin içine bakarken gözlerinde gördüğüm duygunun tarifini yapamıyorum. O, bu evdeki herkesten daha büyük bir sevgi ile yaklaşıyor bana, hissediyorum. Zaten nasıl hissedemem ki? O kadar büyük bir sevgisi var ve o sevgiyi o kadar belli ediyor ki onun yanında olduğum her an, yanaklarımın birer elma şekerine döndüğünü hissediyorum.

Ama biliyorum ki beni hala sevmeyenler de var. Biliyorum, hiç sevmeyecekler. Benim varlığım, onların canını sıkıyor. Bir anda ortaya çıkmamın onları hiç memnun etmediğinin de farkındayım.

Onları yok saymaya çalışıyorum. İlk buraya gelirken hissettiğim tüm o merak ve sevinç duygularını yok saymaya çalışıyorum.

Emre ve Emir'e karşı özellikle, her bir hareketlerinden sonra içimde oluşan kırılmayı yok saymak için çok uğraşıyorum.

Başaramıyorum...

Bir elimde telefon kutusu, diğer elimde kimliğim vardı. Artık gerçek bir Aker'dim ben. Ailem vardı. Bu ailenin hukuken de bir parçası olmuştum. Tek başıma değildim.

Artık onun, yani üvey babamın, kızı değildim. Artık Selim Bey, her şekilde babamdı.

Ve annem de vardı. Uzun zamandır olmayan annem de vardı artık.

Cansel Hanım mutlu gözlerle bakıyordu bana. Gözleri parlıyordu resmen. Mutluluktan olduğu belliydi. Ve bu beni mutlu ediyordu.

Selim Bey de ondan farklı değildi ki zaten. O da gülümseyerek bana bakıyordu.

"Alışmak senin için zor, özellikle de hala büyümeyi başaramamış abilerin yüzünden daha da zor hale geliyor, biliyoruz," duraksadı, Selim Bey. "Ama bizim her ne olursa olsun, öncelikli olarak seni dinleyeceğimizi hiçbir zaman unutma, olur mu, babam?"

Gülümseyebildim sadece. Dudaklarımı aralayıp konuşsam, çığlık ata ata ağlayacakmış gibi hissediyordum kendimi. Bu, tarif edilmesi zor gelen ama bir o kadar da herkese anlatmak istediğim bir andı.

Bir babam vardı. Beni seviyordu. Beni her şeyin ve herkesin önünde tutuyordu.

Bu ne kadar doğruydu bilmiyor ve ilgilenmiyordum. Belki de bu dedikleri, oğullarına hakaret gibiydi ama şu an için, bana o kadar hoş geliyordu ki ona sarılmak istiyordum.

Kendimi değerliymişim gibi hissetmeme neden olmuştu cümlesi.

"Ve inan bana, bebeğim," diye araya girdi, Cansel Hanım. "Şu an sana karşı önyargılı davranan abilerin ve Mete, çok ama çok kısa süre içinde pişman olacaklar."

Buna gerek yoktu ki.

Sadece artık bana ucube olduğumu hissettirmesinler yeterdi.

Benimle hiç konuşmasınlar ve ben yokmuşum gibi davransalar bile yeterdi bana. Hiç pişman olmalarına veya beni gerçekten kardeşleri görmelerine ihtiyacım yoktu.

Sadece daha fazla aşağılanmak, ucube yerine konmak istemiyordum.

"Ama artık geç olacak çünkü kızımın en sevdiği erkek çoktan ben olmuş olacağım."

Selim Beyin cümlesinden sonra ben kırkırdarken Cansel Hanım kocaman bir kahkaha attı.

"Melih bunu duymasın sakın. Vallahi, hayatı burnundan getirir."

"Sonuç olarak kızımın en sevdiği erkek olacaksam Melih bana her istediğini yapabilir hayatım," derken bana göz kırptı. "Hem kızımızın hayatında o kadar çok erkek var ki ona bu erkekler bir ömür yeter, değil mi bir tanem?"

Erkekleri sevmediğimi, buraya gelmeden önce hayatımdaki erkeklerin hepsinin bana neler yaptığını bilse, hayatımın geri kalanında hiçbir erkeği istemediğimi bilirdi.

Bu soruyu şaka maksatı ile sorarken asıl demek istediğinin hayatıma girecek alalade bir erkek değil de, sevgilim olacak bir erkek olduğunu biliyordum.

Anlaşılıyordu kıskançlığı...

Ama ben hayatıma hiçbir erkeği, o anlamda almayı düşünmüyordum zaten.

Elimde olsa, bu kadar çok abim olmasını da istemezdim ki zaten.

"Hayatım, kızımızın turşusunu kuramayacaksın, biliyorsun, değil mi?"

"Yok, belki kızım da turşusunu kurmamı ister, olamaz mı?"

Bunu o kadar ciddi bir ifade ile söylemişti ki kendimi tutamadım, kocaman bir kahkaha attım.

"Dünyanın en güzel kahkahası," diye mırıldandığını duydum Selim Beyin ama çok ama çok kısık sesliydi.

"Melis'ciğim, benim çok sevdiğim bir arkadaşımın torunu oldu. Ertesi gün onu bakmaya gitmek istiyorum. Sen de benimle gelir misin?"

Cansel Hanım sanki bu tam şu an aklına gelmiş gibi heyecanla oturduğu yerden öne doğru kaymıştı ve gözleri kocaman olmuş şekilde sormuştu sorusunu.

Aslında gitmezdim. Yani sonuç olarak aileye bile yeni gelmiştim ve onlara bile alışamadan bir de yeni insanlarla tanışmaya çalışmak istemezdim.

Zaten okul beni zorluyordu, bir de bu bebek bakma işi başıma bir çorap gibi örülsün istemezdim ama işte öyle değildi.

Cansel Hanım bana bu kadar heyecamlı şekilde, evet lafını duymak istediğini belli ederek baktığı zaman nasıl hayır deme şansım olabilirdi ki?

"Olur," diye mırıldandım, resmen içime kaçmış sesimle.

Bazen bazı konularda aşırı hızlı ilerliyormuşuz gibi geliyordu.

Kaç gün olmuştu ki şurada hepi topu ben buraya, bu aileye geleli?

Ama işte, en çok burada yeni olduğum için ağzımı açıp tek laf bile yapamıyordum. Buraya geldiğimden beri yaşadıklarım, duyduklarım çok iç açıcı şeyler değillerdi. Abilerim olacak ikizlerin nefreti, göz ardı edilecek gibi değildi ama işte bir de onların yanında Melih ve gerçekten anne ve babam olan bu insanlar vardı.

Onlar olmasaydı, sanırım eski hayatıma devam ederdim ve bir saniye daha durmazdım, Emre ve Emir'in altında bulunduğu bu çatıda.

Cansel Hanım ertesi gün gideceğimiz arkadaşı hakkında konuşurken onu dinleyememiştim. Aklım çok doluydu.

Günler geçmek bilmiyordu. Her şey, aynı paralelde ilerliyordu.

Ve ben, düşünmeden edemiyordum.

Daha kötüsü olamaz dediğim ne varsa oluyordu ve şu anda, onlardan biri olmak üzereydi.

Ben kendi kendime düşünür ve Cansel Hanım hararetli hararetli konuşurken bir ses duyduk. Kapının sertçe kapanma sesiydi. Kimin yaptığını bilmiyordum ama yapan kişinin, tüm sinirini kapıdan çıkartmak istediği belliydi.

Selim Bey ve Cansel Hanıma baktım. İkisi de kapının sesini duyar duymaz ayaklanmışlardı. Selim Bey kapıya doğru ilerlerken Cansel Hanım tam yanımda durmuştu. Selim Beyin kapıyı açması ile ben de kapıya doğru ilerlemeye karar verdim. Cansel Hanım da hemen benimle ilerledi ve elini, belimde hissettim.

Şu an zamanı mıydı bilmiyordum. Yüksek ihtimalle değildi. Ama yine de bu ufacık temas bile aşırı hoşuma gitti.

Ama bu çok uzun süremedi çünkü ardından kapıyı çarpan kişinin sesi ulaştı kulaklarımıza.

Melih, tüm avazı çıkana kadar bağırıyordu. Selim Beye çağırıyordu. Onun sesinin yanında birinin daha, yüksek ihtimalle Mete'ydi, sesi geliyordu ama ne dediği anlaşılmıyordu. Selim Bey çoktan merdivenlere ulaştığı için Melih'i cevaplamıştı ama Melih bu sefer de Emir ve Emre'nin adlarını bağırmaya başlamıştı.

"Mete, elini omzumdan çekmezsen elini, susmazsan da ağzını kıracağım, haberin olsun."

Bunu bile bağırarak söylemişti. Selim Bey koşarak merdivenleri inerken ben biraz korkuyla duraksamıştım ama ardından, Cansel Hanımın bileğimi tutarak beni de merdivenlerden aşağıya doğru çekmesi ile ilerlemeye devam ettim.

"Oğlum, ne oluyor?"

"O abimler buraya gelsinler, herkes görecek ne olduğunu," derken resmen burnundan soluyordu. "Emir Abi! Emir! Emre Abi aşağıya gelin!"

"Anneciğim bağırmasan mı?"

Cansel Hanım merdivenleri bitirdiğimiz an, nahif sesiyle sormuştu soru olmayan, aslında bir rica olan sorusunu. Ama Melih buna sadece tersçe güldü.

"Birazdan babam bağırırken aynısını babama da sakın deme anne, lütfen!"

Ne diyecekti?

Beni odaya kilitlediklerini mi söyleyecekti?

Hayır, bunu söylememesi gerekiyordu. Bunu söylerse zaten benden nefret eden Emir ve Emre iyice kin bileyeceklerdi bana. Benden zaten nefret ediyor, benim bir ucube olduğumu düşünüyorlardı. Bir de Melih bunu söyler, anne ve babasını onların üstüne salarsa iyice sevmeyeceklerdi.

İspiyoncu olacaktım gözlerinde.

Evet, benim bir tanecik bile suçum yoktu. Yaptığım hiçbir şey yoktu ama onlara göre tüm suç benim olacaktı. Beni suçlayacaklardı. Babaları onlara bağırdığı, kardeşleri Melih onlara cephe aldığı için beni iyice sindirmeye çalışacaklardı.

Beni iyiden iyiye evin içindeki herhangi bir şeymişim gibi göreceklerdi.

"Melih," diyerek öne atıldım. Melih hala abilerine bağırırken. "Melih, biz bir konuşabilir miyiz önce?"

Melih, sanki bağıran kişi o değilmiş gibi bana baktı ve gülümsedi.

"Yok, bir tanem. Önce ben anne ve babama anlatayım, sonra biz seninle odamda film izleriz. O zaman ne konuşmak istersen konuşuruz."

Yüzündeki ifade ve sesindeki ton, aksi bir yanıtı kabul etmeyeceğini belli ediyordu.

Sertçe yutkundum.

O sırada merdivenden gelen ayak seslerini duydum.

Her şey şimdi başlayacaktı. Her şey daha da kötü olacaktı.

Hissediyordum işte.

Bir anda bir alkış sesi duydum. Oldukça yüksek sesli bir alkıştı bu ve alkışı yapan tabi ki Melih'ti. Abilerine bakıyordu, sert gözlerle. Yüzünde, aslına hiç de mutlu olmayan, aksine karşısında duran kişiyi korkutacak bir gülümseme vardı.

"Sonunda gelebildiniz. Yoksa kapınız mı kilitliydi de aşağıya gelmeniz bu kadar uzun sürdü?"

İşte tam da beklediğim gibiydi. Beni kilitlediklerini anlatacaktı. Onu söyleyecek ve abileri ile aramda olmayan ilişkiyi, daha da olmayacak hale getirecekti.

"Ne diyorsun oğlum? Ne bağırıyorsun? Yarın otuz altı saat nöbetim var benim. Senin sesinle uykumdan uyandım."

"Uyan abiciğim ya. Zaten birazdan anne ve babam da uyanacak, güzellik uykularından." Cansel Hanıma döndü. "İnan anne, hiçbir şey senin tahmin ettiğin gibi değil bu evde."

"Oğlum ne demek istediğini daha düzgün bir dille söylesen de biz de anlasak keşke."

"Hiç merak etme anne," derken gözlerini Cansel Hanımdan çekti ve Emir'e döndü. Onun dönmesi ile ben de Emir'e baktım ve onun da bana baktığını görünce yutkundum. "Abimler benim ne demek istediğimi anladı bence."

"Melih, uzatma. Sırası değil şimdi. Sonra biz birlikte konuşuruz."

Selim Bey durduğu yerden bir adım daha öne çıktı ve tam olarak Emir ve Melih'in arasında girdi. İkiliyi birbirlerinden uzaklaştırdı. Ama Melih hala yırtıcı gözlerle abisine bakmaya devam ediyordu.

Selim Bey söze karıştı.

"Bir saniye, sonra değil şimdi konuşacaksınız ne olduysa? Biz de öğreneceğiz. Aranızda gizemli konuşmalar yapmayı kesip hemen ne olduğunu anlatın isterseniz yoksa sinirlenmeye başlayacağım."

Melih omuz silkti.

"Tabi, zaten benim isteğim de bu. Ama sor bakalım oğluna, neden birlikte konuşalım diyor, neden senin ve annemin ne olduğunu öğrenmesini istemiyor?"

Selim Bey Emir'e döndü.

"Ne olduğunu sen anlatmak ister misin yoksa bırakayım ve Melih mi konuşsun?"

Emir hiçbir şey demedi. Tekrardan kaçamak bir bakış attı bana. Hiçbir şey demedim ben. Nefes almayı bile keserdim zaten o an, elimde olsaydı çünkü çok fazla gergin bir ortamdı.

"Peki, Emre, sen anlatmak ister misin?"

Emre de bir cevap vermedi. Bununla birlikte Melih gür bir kahkaha attı. Bir süre, Melih'in kahkahasının bitmesini bekledik. En sonunda bitince ise gözlerinin dolduğunu fark ettim.

Ama bu sanki, çok güldüğü için değildi.

Hani böyle, çok gülerdin, sanki her şey çok yolundaymış gibi bir süre sadece gülerdin ama gülmen bittikten sonra içinden sadece ağlamak gelirdi ya, öyle bir göz dolmasıydı.

"Siz," dedi, sesi titriyordu. Devam etmeye zorlanıyordu sanki. "Ya benim aklım almıyor."

Melih'in siniri yüzünden belliydi. Üzüntüsü de belliydi.

"Nasıl kıyabildiniz, nasıl bu kadar alçalabildiniz? Nasıl insanlar oldunuz ya? Biriniz doktor biriniz avukatsınız ama beş para etmezmişiniz ya."

"Melih, oğlum bize de anlatır mısın? Ne oldu?"

Cansel Hanımın artık daha fazla beklemek istemediği belliydi.

Ve Melih'in de artık susmayacağı belliydi. Konuşmaya başlamadan önce son kez bana bakıp göz kırptı, bana güç vermek istiyormuş gibi ve ardından konuşmaya başladı.

"Hani, Melis buraya ilk geldiği zaman annem heyecanla kahvaltı hazırlamıştı ya. Normalde kızmasına rağmen kahvaltı için sucuk ve sosis kızartması bile yapmıştı ama Melis kahvaltıya gelmemişti."

Biraz bekledi. Cansel Hanım ve Selim Beyin onu onaylamasını bekledi ve aldığı onaylamanın ardından devam etti.

"Melis uyumuyormuş. Abimler Melis'i odasına kilitlemişler sonra da hiçbir şey olmamış gibi yanımıza oturup kahvaltı yapmışlar."

Ve olmuştu işte.

Artık herkes öğrenmişti.

Aslında herkes değildi. Kenan yoktu. Sahiden, o neredeydi? Onu görmeyeli baya olmuştu sanki. Bunu daha sonra, ortalık yatışınca Cansel Hanıma sormayı aklımın bir köşesine not ettim.

Çünkü şu an, tam karşımda bir kıyamet yaşanmak üzere olduğu, Selim Beyin yüzünden belliydi.

"Anlamadım? Ne yapmışlar?"

"Melis'in odasının yedek anahtarını alıp Melis'i dışarıdan odasına kilitlemişler. Ve Melis onlara yalvarmasına rağmen bunu yapıp yanımıza inmişler."

"Melih," diyen Emre'nin sesini bölen Selim Beydi.

"Derhal odama çıkıyorsunuz. Tek kelime bile etmenizi istemiyorum." Sesini daha da yükseltti. "Hemen odama geçip beni bekleyin!"

Selim Beyin elleri titriyordu. Kaşları çatılmıştı.

"Hemen!"

Tekrar bağırması ile olduğum yerde sıçradım çünkü beklemiyordum. Evin tüm duvarları titremişti sanki. O kadar yüksek sesle bağırmıştı.

Ellerimi birbirlerine sürttüm. Ardından biraz bileğimi ovaladım.

Şu anki ortam bana pek iyi gelmiyordu.

Emir ve Emre ikinci bir laf etmeden merdivenleri çıkmaya başladılar, yan yana. İkisinin de bakışları yerdeydi, kafaları iyice öne eğilmişti.

Ne olacaktı?

İkisi de küçük çocuk değillerdi ki. Laftan anlamadıkları da belliydi.

"Ben şunlara bir konuşayım, sonra gelip seninle de konuşacağım bir tanem, olur mu?"

Selim Bey az önceki bağırtısına rağmen kısık ve nahif bir sesle sormuştu sorusunu.

Kafamı sallayarak onayladım onu.

"Ve unutma, hep öncelik sende..."

Buna bir şey demedim çünkü diyecek bir şeyim yoktu. Selim Bey son kez bana baktı, önüme düşen saçımı geriye itti ve Cansel Hanıma döndü.

O sırada fark edebildim onun ağladığını.

Cansel Hanım bakışları merdivenin başına kilitlenmiş şekilde, gözyaşları döküyordu. Selim Bey ona yaklaştı ve kolları arasına aldı. Kulağına bir şeyler fısıldadı sanırım çünkü Cansel Hanımın kafasını salladığını fark ettim.

Ardından eşinden ayrıldı ve merdivenlere ilerleyip basamakları ikişer ikişer çıktı. Gözden kaybolana kadar hepimiz susup sadece onun arkasından baktık.

Seliö Bey gözden kaybolup bir kapının açılış ve kapanış sesiyle ise Melih derin bir nefes alıp verdi.

"Resmen rahatladım. Şimdi babam göstersin onlara ebe-"

"Melih!"

Melih'i uyaran varlığı unutulan Mete'ydi.

Melih Mete'nin sesi ile cümlesini bitirmedi. Ardından yanıma yaklaştı ve kolunu omzuma atıp yanağıma bir öpücük kondurdu.

Bunu beklemediğim için şaşırdım ve geri adımladım ama Melih, sanki böyle bir şey yapmamışım gibi rahattı hala.

"Anne, kendine ne zaman gelirsin. Bizim Melis ile odama çıkmamız lazım."

Cansel Hanım bir şey demedi ama bakışlarını merdivenden çekip bize çevirdi. Gözleri kıpkırmızı olmuştu resmen.

İçimin cız ettiğini hissettim.

"Anne, yapma böyle. Babam onları pişman edecek zaten, biliyorsun. Ağla diye yapmadım ki bunu, abimler Melis ile uğraşmayı bıraksınlar diye yaptım."

"Ben..." dedi ama devamını getirmedi.

"Bana mı kızdınız?"

Lafa atladım bir anda. Ben miydim acaba sorun? Selim Beyin oğullarına bu şekilde bağırması zoruna mı gitmişti?

Ağlama sebebi bensem çok üzülürdüm. Melih'in öğrenmesi de benim yüzümdendi. Sadece Mete var sanıp onu tehdit etmiştim ama gerçekten eğer Melih'in de kapının ardında olduğunu bilsem susardım.

"Melis," dedi, Melih, sanki dediğim şey dünyanın en ama en saçma şeyiymiş gibi bakan gözler ve ses tonuyla. "Saçmalama istersen. Öyle bir şey olabilir mi?"

"Selim Bey benim yüzümden bağırınca onlara, Cansel Hanım ona üzüldü sandım."

"Hayır, annem, ben sadece oğullarımı aslında hiç düşündüğüm gibi yetiştiremediğimi fark edince üzüldüm."

Bana yaklaştı ve elini saçıma attı. Omuzlarımın ön tarafında olan saçlarımı arkaya attı.

"Ve de senin tek başına bu kadar mükemmel büyümüş olmana rağmen ben oğullarımı düzgün büyütemediğim için kendime kızıyorum."

"Hayır, anne, bu tamamen abimlerin kot kafalılığı yüzünden."

Melih'in cümlesi ile birlikte ben de kafamı salladım.

"Özür dilerim," dedi, Cansel Hanım. "Abilerinin seni odaya kilitlediğini fark edemediğim için özür dilerim, bir tanem."

"Gerçekten önemli değil-"

"Hayır, önemli ve tamamen suçluyuz, bebeğim. Lütfen, affet beni ve babanı, lütfen."

Kendimi çok kötü hissettim. Resmen bana yalvarıyordu ve ben hiç böyle hayal etmemiştim.

Aslında herkesin Emir ve Emre'nin yaptığı şeyi öğrendiği anı pek hayal ettğim de söylenemezdi ama hayal etseydim bile böyle bir şey hayal etmezdim.

Kendimi çok kötü hissediyordum şu an. Ve bunun sebebi Cansel Hanımın özrü ve af dileyişiydi.

Onun ve Selim Beyin bir suçu yokken o tamamen kendini suçluyordu.

Beni kurtarmasını isteyen gözlerle Melih'e baktım.

Durumumu hemen anlamış gibi bana yaklaştı. Annesinin ellerini saçlarımdan ayırdı ve ona sarıldı.

Cansel Hanım sanki bu anı bekliyormuş gibi ağlamaya başladı. Öyle içli ağlıyordu ki gözledimin dolduğunu hissettim. Bakışlarım kısa bir anlığına Mete'ye değince onun da elleri ile gözlerini ovuşturduğunu fark ettim.

O da annesi ağladığı için ağlıyordu.

Ne yapacağımı bilemedim. Ellerim iki yanımda sallanırken sadece bekledim. Durdum öylece.

Melih'i ve Cansel Hanımı izledim.

Melih'in annesinin saçlarını sevişini izledim.

Bir süre Cansel Hanım ağladı biz durduk. En sonunda, tahminimce on beş dakika sonunda Cansel Hanım ağlamayı kesti. Kendimi geri çekip oğlunun kollarından çıktı.

Bana döndü.

"Özür dilerim, Melis. Çok özür dilerim annem. İnan, ben senin odada kilitli olduğunu bilsem bir saniye bile izin vermezdim orada tek durmana. Çok özür dilerim, çiçeğim."

"Biliyorum, sizin bir suçunuz yok ki."

"Var, Emir'in sana karşı ilk tavırlarını biliyorduk. Uyuyor demesine inanmamam lazımdı. Gelip kendim bakmalıydım."

Sonra aklına bir şey gelmiş gibi durdu.

"Sıla..." Tam gözlerime baktı. "Biliyordu, değil mi? O yüzden ben ona sormadan bana uyuduğunu söyledi."

Olay iyiyden iyiye açığa çıkarken rahatsız hissediyordum.

Melih bunu fark etmişti sanki.

"Anne, babamların sesi soluğu çıkmıyor. Sen bir yanlarına mı gitsen?"

Cansel Hanım tereddüt eder gözlerle bana baktı. Sanki vereceği herhangi bir cevaba karşı tepkimi ölçmek ister gibiydi.

"Bence de," dedim, daha fazla burada durmayalım ve ben bir an önce odaya gidip ağlayabileyim diye. "Selim Bey çok sinirliydi. Baksanız iyi olabilir sanki."

Cansel Hanım kafasını salladı. Merdivenlere yakındı zaten. Tam gitmek için bir adım atacağı zaman Melih durdurdu onu.

"Bu arada," dedi, yanıma geldi ve beni kendine çekti iyice. "Anne, ben Melis'i odama çıkartıyorum. Yemeğe çağırmayın bizi. Ben pizza falan söyledim. Özkan abi getirecek birazdan."

Cansel Hanım sadece kafasını salladı. Bence Melih'in dediklerini duymamıştı ama Melih yine de kenardaki çantasına ufak bir tekme atıp olduğu yerden biraz daha ileri itti ve kolunu omzuma attı. Beni merdivenlere doğru sürükledi.

Cansel Hanım burukça gülümsedi. O da arkamızdan geliyordu.

Bakışlarım son kez Mete'ye değdi. O direkt Melih'e bakıyordu. Üzgün ve kırgın hali belliydi. Melih'in benim tarafımda olması hoşuna gitmemişti herhalde. Ama bu Melih'in hiç mi hiç umurunda değildi.

Son kez bile Mete'ye bakmamıştı.

Arkasında bıraktığı yangın, hiç umurunda değildi.

Bir şey demedim. Merdivenleri bitirmeyi ve odasına çıkmayı bekledim. Şu an bir şey desem nasıl bir tepki verirdi bilmiyordum. Ruh hali, karışıktı ve bu belliydi.

Aslında benim asıl korkum, ona soruyu sorarken ağlamaktı. Tamamen bu yüzden bu saçma bahaneyi öne atıyordum kendi kendime. Kendime bile doğru düzgün itiraf edemediğim çok şeyim vardı benim.

Ve Melih, az önce benim ölsem bile kuramayacağım cümleler kurmuştu.

Hem de beni savunmak amaçlı. Benim hakkımı aramak için.

Sırf beni üzüp odaya kilitlediler diye, kendi abilerine karşı çıkmış ve bağırmıştı.

Tamam, ben de ikiziydim ama eve geleli ne kadar olmuştu zaten. Ama abileri öyle değildi ki. Senelerdir aynı evdelerdi. Yedikleri lokmalar, içtikleri içecekler, her şeyleri birdi...

Senelerdir aynı çatı altındalardı.

Ben sonradan gelendim. Sonradan gelip ailenin düzenini bozacak kişiydim Emir ve Emre'ye göre. Ve hatta Mete'ye göre de öyleydim ama o, bu olayda tamamen sessizdi.

Onunla biz merdivenlere devam ederken Cansel Hanım katta durdu. Selim Beyin odasına ilerlerken son kez göz göze geldiğimiz de bana gülümsedi ve öpücük gönderdi. Bunu, yüzümdeki korkulu ifadeyi yumuşatmak için yapmıştı yüksek ihtimalle.

Bu yüzden ben de tebessüm etmeye çalıştım biraz. Ardından tamamen Melih'in adımlarına uyarak odasına çıktık.

Kapısını araladı ve geçmem için bir boşluk bıraktı.

"Evet, Melih Aker'in gizli sığınağına hoş geldin."

Oda çok büyüktü. İçi tamamen posterlerle ve formalarla doluydu.

Galatasaray formaları ile doluydu demek daha doğruydu sanırım. Çünkü her yer, duvarların açıkta kalmış her bir köşesinde bir forma vardı. Hepsi çerçeve içindeydi.

Formaların birkaçını incelerken gözümen baş köşede durana takıldı. Üstünde bir sürü imza vardı ve sırtında kocaman bir Snejder yazısı vardı.

"Formalarından gözünü alamaman normal ama sakın isteme benden, tamam mı?"

Durdu, sanki ondan forma istediğimi hayal etmiş gibi yutkundu ve elini kalbine götürdü.

"Ölmemi iste, formamı isteme!"

"Bunların hepsini nereden aldın?"

Melih bu şaşkın halime güldü.

"Çoğunu babamdan çaldım. Birkaçını abimler falan doğum günümde hediye aldı."

Hayatımda ilk defa böyle bir oda gördüğümden oldukça şaşkındım.

"Galatasaray benim için aldığım nefes. O yüzden bu durum garibine gitmesin tamam mı?"

Nasıl gitmezdi? Çok değişikti.

Her yer sarı kırmızıydı. Yatak örtüsü kıpkırmızıydı. Yastığı sapsarı.

Gülmeden edemedim.

"Kızım, ne gülüyorsun? Erkek adamın yatağı sarı kırmızı olur, bilmiyor musun?"

Şu an benim bu halim hoşuna gittiği için böyle konuştuğunu tahmin etmek zor değildi.

Melih gerçekten çok tatlıydı. İyi ki benim ikizimdi ve iyi ki onunla kavuşabilmiştim.

"Gel, şuraya oturalım. Ben projeksiyonu kurayım da seninle şöyle güzel bir film akşamı yapalım."

Aslında ona soru sormak istiyordum ama pek zamanı değildi. İlk defa böyle bir gece yaşayacaktım ve bunu bozmak istemedim.

Onu gülmeye devam ederek onayladım ve kenardaki armut pufa oturdum. O yanıma oturmadı. Kenardaki şifonyere ilerledi ve çekmeceyi açtı. Oradan bir şey çıkartıp bana geri döndü, yanıma oturdu.

"Ne izlemek istersin?"

Bilmiyordum.

"Sen seç."

Aslında itiraz edeceği belliydi ama bakışlarımda gördüğü ve benim kendi kendime bile dile getiremediğim şey yüzünden susup film seçti.

"O zaman seçenek sunayım," dedikten sonra projeksiyonu yere, tam ortamıza koydu. "Distopik bir şeyler izlemek istiyorum ben, Açlık Oyunları izleyelim mi?"

Sonra tekrar bir şeyleri karıştırdı.

"Ya da istersen Piyanist tarzı da izleyebiliriz."

Açlık Oyunları'nı biliyordum ve bu yüzden, ilk seferden bilmediğim bir şey açıp şaşıp kalmak istemediğim için onu seçtim.

"Tamamdır, ayarlayıp bekleteyim Özkan abi geldikten sonra başlarız."

Ayaklandı.

"İki dakika üstümü değiştirip geleyim ben," diyerek odadaki diğer kapıya ilerledi. "Ben bakmıyorken odamdan çalmak istediğin bir şey varsa çal ama bana asla söyleme."

Bu dediğine güldüm.

Ama odasından çalacağım hiçbir şey yoktu.

Benim spor dalları ile pek aram yoktu. Sadece abim basketbol izlemeyi çok severdi ve o izlerken birkaç kere bakmışlığım vardı. Onun harici ilgi alanıma giren bir konu değildi, spor dalları.

Ama Melih'in odası hoşuma gitmişti. Oda, tamamen Melih'indi. İstediği gibi, tamamen kendine özel bir alandı.

Benim de olur muydu?

Bunu sormaya utanırdım. Yani Cansel Hanım veya Selim Beye gidip de odayı değiştirebilir miyim diyemezdim. Oda zaten ben gelmeden yapılmış, baştan düzenlenmişti. Belliydi bu. Ve şimdi onlar o kadar uğraşıp paralarını harcamışlarken çıkıp ben de biraz daha para harcayabilir miyim diyemezdim.

Hem zaten bana oldukça pahalı bir telefon almışlarken hiç diyemezdim.

Ve bunu düşünürken aklıma telefonum ve kimliğim gelmişti.

İkisi de Selim Beyin odasında kalmıştı.

Umarım ikisine de bir şey olmazdı.

O sırada Melih giyinip geri gelmişti.

Üstünde siyah bir şort vardı ve dizlerine kadar geliyordu. Üstüne ise askılı bir atlet giyinmişti.

"Evet... Lan ben üstümü değiştirdim ama sana sormayı unuttum." Derken cümleye başka bir şey söylemek ister gibi başlayıp yolundan sapmıştı. "Benden bir şeyler gitmek ister misin? Ama olmaz gibi. Benim şortlarım sana büyük gelir sanki."

Kendi kendine sorup kendi kendine cevaplıyordu.

"Yok, ben böyle rahatım. Otursana, başlayalım filme."

Üç kere dilini damağına vurdu.

"Hayır, kızım, bu evin bazı kuralları var. Yemekler gelmeden filme başlanmaz."

Anlamaz şekilde yüzüne baktım. Oldukça ciddi bir ifadesi vardı çünkü.

"Yemekler gelecek, sonra biz filmin introsu geçene kadar yarısını yiyeceğiz. Filmin tadı ancak öyle çıkar, bilmiyor musun?"

Bilmiyordum ki...

Ama Melih'in bunu bilmemesi normaldi.

Melih duraksadıpımı fark edince sessizce küfretti ama ben ona konuşma şansı vermeden lafa arladım.

"Tamam, bekleyelim o zaman ama o kadar ne sipariş ettin, hala gelemedi?"

Melih konuyu değiştirmek istediğimi anladı ve uzatmadı.

Aldıklarını saymaya başladı.

Ve o saymayı bitirene kadar da kapı çalındı ve ardından aralandı.

Gelen, Melih'in bahsettiği Özkan'dı.

"Koçum, bir dahakine sakın sen sipariş verme."

Elinde o kadar çok poşet vardı ki o kocaman adam bile taşımakta zorlanıyordu ve bu halinden belliydi.

Poşetleri getirip önümüze bıraktı.

"Ve bundan sonra siparişlerini gel kendin al, tamam mı aslanım?"

"Ya, ayıp ama Özkan Abi. Mete'nin siparilerini seve seve getiriyorsun ona."

"Çünkü Mete tek seferde uygulamadaki tüm her şeyi sipariş etmiyor, Melih. On kere git gel yaptı kuryeler. Onlara da yazık."

İstemsizce yuh, dedim. İkisi de bunu duyunca utandım ve elimle dudaklarımı kapattım.

Özkan denilen kişi de, Melih de halime güldüler. Ardından Özkan odadan çıktı.

Melih poşettekileri boşaltmaya başladı. Aldığı her şeyden ikişer tane almıştı. Birini benim birini kendi önüne bırakıyordu.

Bağdaş kurup oturmuştum pufun üstüne ve şu andan itibaren, eğer ayaklarımı uzatmak istersem uzatabileceğim bir yer yoktu çünkü Melih, aldığı her menüye büyük boy içecek eklemişti ve pufun ön tarafı tamamen içicek kutuları ile dolmuştu.

"Sanırım sana bir daha asla sipariş verdirilmemesi lazım."

"Teessüf ederim, ikiz."

"Ama haklıyım. Tüm bunlar nasıl bitecek?"

"Merak etme, bizim bitiremediğimizi yiyecek geride beş kişi var. İnan hiçbiri yadırgamaz bu durumu."

Ah, sanırım böyle her şeyi aldığı ilk zaman değildi bu. Daha öncede böyle yüklü siparişler veriyordu sanırım.

"Tamamdır," derken son hamburgeri de çıkardı poşetten ve benim önüme bıraktı. Önümde birkaç hamburger, bir pizza kutusu, bir tane kumpir kutusu ve bir sürü patates, tavuk, soğan halkası poşetleri duruyordu. İçecekleri saymıyordum bile.

Hepsini yemeyi geçtim, hepsinden birer ısırık bile alamazdım.

Melih, bu kadar yiyeceğim yanında bir de beş paket cips almıştı. Aslında onları da açmak istiyordu ama onu durdurmuştum.

Gerçekten ucu bucağı yoktu.

"Başlatıyorum filmi," dedi, heyecanla. Ardından tuşa bastı ve film, karşımızdaki duvarda oynamaya başladı. "İyi izlemeler, ikiz."

Ve bu benim, artık hayatımdaki en sevdiğim film ve andı.

En başından beri.



Uyku ve uyanıklık arasındaki o ince çizgideydim.

Etrafımdaki olayları seçebiliyordum ama ne kadar doğrulardı, işte onu ayırt edemiyordum.

Melih'in birisiyle konuştuğunu duyabiliyordum. Sessiz olmaya çalışıyordu ama bazı anlarda bunu pek başaramıyordu.

Peş peşe üç film izlemiştik ve ben sanırı, üçüncü filmin ortalarına doğru su koyvermiştim.

"Bu gece diye anlaşmadık, Özkan. Şu an gelemem."

Sesi, sertti. Ve de sinirli olduğu aldığı hızlı nefeslerden bile belliydi.

Konuştuğu kişi basketbolcu çocuk muydu?

Onunla ne konuşuyorlardı ki bu saatte?

"Sana gelemem diyorum, sikik, gelemem kelimesinden ne anlıyorsun?"

Bir dakikalığına sustu ve karşıyı dinledi. Karşı tarafın sesini duyamıyordum ama ne dediyse bu Melih'i çok sinirlendirdi.

"Sikerim ağzını, ne korkacağım senden?"

Pekala, Melih'in bu kadar ağır küfürler etmesine sebep olan neydi bilmiyordum ama hiç iyi şeyler olmadığı ve olmayacağı belliydi. Yattığım pufun üstünde doğruldum. Melih üstüme bir battaniye örtmüştü ve evet, battaniye de Galatasaray orijinal ürünüydü sanırım.

Onu kenara koyup gözlerimi ovuşturdum ve sırtı bana dönük olan Melih'in dikkatini çekmek için ayaklandım. O hala konuştuğu kişiye küfür içerikli bilgilendirmeler yapıyordu.

"Tamam, geliyorum, gelip sikini eline vereceğim, bekle."

Bekle der demez telefonu kapattı ve arkasına döndü. Beni ayakta görmeyi beklemediği için bir anlık duraksadı ve gözlerini kapatıp açtı.

"Melo, seni ben mi uyadırdım? Özür dilerim, bilerek bağırmamaya çalıştım ama başaramadım sanırım."

"Nereye gidiyorsun?"

Şu an diğer hiçbir şey umurumda değildi. Tek önemli olan Melih'in ne yapacağı ve nereye gideceğiydi.

"Bir yere gitmiyorum," dedi ama elini ensesine atıp kaşıma başlamıştı. "Seni odana götürecektim aslında ama-"

Ah, konuyu değiştirmeye çalışıyordu. Ama bu tuzağa düşmeyecektim. Elimi havaya kaldırdım ve susması için işaret yaptım.

"Seni duydum. Geleceğim dedin ve şimdi gideceksin." Sesimi olduğundan daha sert yapmaya uğraştım. "Nereye gideceğini bana da söyleyeceksin!"

Umarım bu tepkim ters tepmezdi. Böyle konuştuğum için bana kızmasını veya küsmesini istemezdim.

Ben abim veya üvey babam bana böyle konuştuklarında çok üzülürdüm. Bu yüzden aslında elimde olsa Melih ile bu şekilde konuşmazdım ama yapacak başka bir şeyim yoktu ki.

Onu tek gönderemezdim.

Nereye ve neden gittiğini bilmeden, hiç birine bir şey demeden öylece gitmesine izin veremezdim. Benden izin aldığı da söylenemezdi ama karşı çıkarak ona engel olmaya çalışacaktım.

"Önemli bir şey değil. Bizim diğer sınıftaki çocuklarla buluşacağım."

Yalan söylüyordu.

Ve bu, kalbimi kırmıştı ama şu an takılmam gereken şey, kendi kalp kırılışım değildi.

"Özkan dediğini duydum, Melih."

Kendi kendine küfretti.

"Melis, lütfen bir şey deme ve uyumaya devam et. Ben sabah olmadan döneceğim."

Onu böyle direkt bırakmamı, hiçbir şey demeden gitmesine izin vermemi istiyordu benden. Bu asla olmayacaktı. Gitmesine izin vermeyecektim. Bunu kabul etmiyordum.

Bir nevi benim yüzümdendi bu aralarındaki olay ve şimdi benim yüzümden zarar görme ihtimali olan bir duruma gitmesi için izin vermemi istiyordu.

Susmamı istiyor, bana git uyu diyordu.

Onu öylece gönderirsem benim burada rahatça uyuyabileceğimi sanıyordu.

Beni hiç tanımıyordu.

Asla böyle bir şeyi kabul edemez, izin vermezdim. Birilerinin benim için veya benim yüzümden zarar görmelerini sevmiyor ve istemiyordum.

Ona da asla izin vermeyecektim.

"Ben de seninle geleceğim."

Hayır demek için dudaklarını araladı ama buna izin vermedim ve ikinci kez düşünmeden konuştum.

"Ya ben de gelirim ya da şimdi gidip seni Selim Beye derim."

Kelimeler dudaklarımdan bir anda fırlamıştı. İstemsizce, hiç beklemediğim şekilde söylemiştim.

Ama başka şansım yoktu. Onu tek göndermek istemiyordum. Evet, belki yanında ona bir yardımım olmazdı ama en azından tek olmadığını bilirdim.

Annesi veya babasının bilmesini istemediği belliydi. Omuzlarını düşürdü.

"İnanmıyorum, tek cümlenle açığımı buldun şu an."

Üzgün hali içimi acıtsa da yapacak bir şey yoktu. İkinci seçeneğimi seçmeyeceği belliydi. Onunla gitmemi kabul edecekti yani.

"Tamam, gel. Ama bak, Melo, asla ama asla yanımdan ayrılmayacaksın, tamam mı?"

Kafamı salladım.

Zaten öyle bir şey yapmak istesem bile yapamazdım. O kadar güvenmiyordum kendime. Korkardım bir kere.

"Ben üstümü giyinirken sen de odanda hazırlan istersen," dedi. Ama kabul etmedim.

"Gerek yok, ben böyle gelirim."

Üstüme bakındı.

Bir siyah tayt vardı üstümde ve bir de sarı bir tişört. Bu yüzden kıyafetlerim hakkında başka bir şey demedi.

Üstümü değiştirmem için itiraz da etmedi. Onun üstünü değiştirmesini beklerken artık iyice soğumuş patatesten bir tane attım ağzıma.

Stres yapmıştım biraz ve bu yüzden, kıtabasa dolu olmama rağmen bir şeyler yiyesim gelmişti.

Gecenin sonunda veya yarının sabahında ne olacaktı?

O üstünü değiştirdi. Ardından yanıma geldi. Elinde fazladan bir tane kot ceket vardı.

"Al, giy bunu, bir tanem. Üşürsün yoksa."

Ceketi aldım ve giyindim.

Bu andan itibaren hiçbir şey iyiye gitmeyecekti.

Biliyordum.



Her yerde kırmızı ve mavi ışıklar yanıyordu. Bir hangarın içindeydik. Hangarın dışı da içerisi gibi insan kaynıyordu. Yüksek sesli bir müzik çalıyordu ama müzik, sadece melodiden ibaretti.

Melih hemen önümdeydi. Beni arkasına almış, sanki aradığı kişinin nerede olduğunu biliyormuş gibi ilerliyordu. Burası neresiydi ve ne yapacaktık, hiçbir fikrim yoktu.

Gözlerim ile etrafı tarıyor, birilerini görmeye çalışıyordum ama ışıklar buna müsade etmiyordu. Kimseyi tam olarak göremiyordum.

Herkes fuluydu.

Melih ile arka arkaya biraz daha yürüdük. En sonunda bir locanın önünden geçtik ve Melih kısacık bir süre duraksayıp orada oturan esmer çocuk ve sarışın kıza selam verdi.

Onlar kimdi, hiçbir fikrim yoktu ama kısacık bir süre görmüş olsam da kızın çok güzel olduğunu fark etmemek işten bile değildi.

En sonunda başka bir locamsı yere gelince durduk. Çünkü Melih, aradığı kişiyi bulmuştu.

Basketbolcu çcouk tam karşımızda duruyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Elinde kırmızı bir karton bardak.

Bardağı Melih'e uzattı. Melih bardağa sertçe vurup yere düşmesine neden oldu. Ve Melih'in bu hareketi, onun daha da gülmesine sebep verdi.

"Ne oldu, kız kardeşin burada diye içmeyecek misin?"

Ah, sanırım bardakta alkol vardı ve Melih, elinin tersiyle bardağı yere fırlatınca bir bardak alkolü yere dökmüştü. Burada sigara içenler de vardı. Birinin ratsgele bir sigara izmaritini söndürmeden yere atması bir yangına sebep olabilirdi.

Ama ne Melih ne de basketbolcu çocuk, yani Aras, bunu umursuyor gibi değillerdi.

"Söyle ayarlasınlar, hemen yarışalım da bitsin bu sikik çilem."

Bir dakika, yarış mı?

Ne yarışıydı bu?

"Melih, ne yarışı?"

Melih konuşmamla bana döndü. Yüzünde dehşete düşmüş bir ifade vardı. Sanki varlığımı unutmuş da ben konuşunca hatırlamış gibiydi.

"Melih, sana soruyorum. Ne yarışından bahsediyorsun sen şu anda?"

"Araba," dedi sadece ama onu da kısık sesle söylemişti. "Kısacık sürecek, sonra hemen eve geri götüreceğim seni. Söz veriyorum."

"Ya, şu an sorun beni eve götürmen mi? Siz daha reşit bile değilsiniz, ne araba yarışından bahsediyorsunuz?"

"Kendi adınıza konuş, fıstık," diye lafa atladı, Aras. "Ben reşit olalı baya zaman geçti ama tabi ikizin ehliyetsiz şekilde ne kadar iyi araba kullanır bilemem."

"Kapa çeneni!"

Sertçe ona dönüp bağırmış ve ardından tekrar Melih'e dönmüştüm.

"Hemen şimdi eve geri gidiyoruz. Bu saçmasapan yarış işini de evde bana iyice anlatacaksın."

Onu elinden tutup geldiğimiz yönden ilerliyerek geri götürmek istedim ama Aras, hiç beklemediğim şekilde çevik hareketlerle önüme geçti.

"Gidemezsiniz. Bu gece yarış olacak dediysek, o yarış olmak zorunda."

Bu ne saçma işti böyle?

"Kim diyor onu?"

Aras bunu demem ile güldü. Ama bu mutlu bir gülüş değildi, belliydi.

Eliyle ileriyi, az önce önünden geçtiğimiz locada oturan esmer erkek ve sarışın kızı gösterdi.

"Tam olarak o diyor," derken elini alnına götürdü ve locadan bize bakan ikiliye asker selamı verdi. "Etka ve onun kuralları."

"Etka mı?"

Burası neydi, neyin içine düşmüştük ve Melih ne zamandır bu saçma işin içindeydi, çok merak ediyordum. Eve döndüğümüz zaman Melih ile uzunca konuşmamız gerekecekti. Bana her şeyi anlatması gerekiyordu yoksa gidip buradan Selim Beye bahsetmekten çekinmeyecektim.

"Etka, Mix'in sahibi ve Kafes'in kurucusu. Bu yüzden her yerde onun kuralları geçerli."

"Daha fazla konuşma, pezevenk, beni sinir etme."

Melih Aras ile arama girip bir duvar oldu. Bana sırtı dönüktü ve Aras'a bakıyordu.

"Git, hazırlasınlar yarışı, dediğimi duymadın mı? Neyi bekliyorsun?"

"Kız kardeşin korkuyor."

"Eh, sana ne bundan. Sana ne benim kız kardeşimden!"

Melih Aras'a doğru bir adım attı ama elimi koluna koyup onu durdurdum.

"Çok ayıp yaptığın bu hareketler. Kız daha yeni geldi sizin yanınıza ama sen hemen gerçek kişiliğini gösteriyorsun. Kız korkup evinizi terk ederse ağlarsın ama."

"Aras," diye bağırdım hafifçe. "Saçma konuşuyorsun şu an."

Melih ve Aras bana döndüler. İkisi de bu çıkışımı beklemiyordu, belliydi.

"Adımı da öğretmişsin kız kardeşine. Doğru söyle, bana aşıksın değil mi?"

"Lan, sen mal mısın? Kızın sırasına oturdun bir ders boyunca, adını öğrenmesi normal değil mi?"

Aras daha fazla döndü.

"Doğru diyorsun. Biz Melis ile yan yana oturduk, değil mi?" Bana döndü. "Benim yanım hep boş. Ne zaman istersen sıramıza oturabilirsin."

Yalandan gülümsüyordu.

Sırf Melih'i sinir etmek için böyle konuşuyordu şu an.

"Senin sikik çeneni çekmeyeceğim. Ben yarışı ayarlatmaya gidiyorum. Etka'ya haber verip arkaya gidiyorum. Sen direkt arkaya geç."

Bana döndü sonra.

"Ben beni iki dakika bekle burada, ben seni daha sessiz bir yere götüreceğim yarış bitene kadar, tamam mı?"

Sorusuna cevap beklemeden gitti.

Bu yarış, her ne içinse, onun açısından büyük bir olaydı sanırım.

Ama bu yarışın olmasını istemiyordum.

Aras bana bir şey söyleyecekti ama ondan önce davrandım.

"Bu yarışı iptal et. Yarış falan yapmayın."

Aras gözlerini gözlerime sabitledi.

Bunu dememi hiç yadırgamamış, olaya direkt adapte olmuştu.

"Peki, diyelim ki yarışı iptal ettim, bunun sonucunda benimle yemek yer misin?"

Ne? Ne yemeği?

"Hayır, aklına kötü bir şey gelmesin. Sadece ben ve babamla, bizim evde bir yemek yemeyi istiyorum, o kadar. İstersen ailenle de gelebilirsin. Sadece gel istiyorum."

Durdum. Bu çok saçma bir istekti. Bunu isteme sebebi neydi, altından ne çıkacaktı, merak etmiyor da değildim ne yazık ki.

"Tamam," dedim, kendimden emin çıkması için çabaladığım sesimle. "Dediğini yapacağım, yemeğe geleceğiz ama sen de yarışı iptal edeceksin."

Gülümsedi.

"Hemen hallediyorum," diyip yanımdan geçip gitti. Etka dediği adamın yanına ilerledi. Bir süre onu izledim ama yanıma gelen Melih ile bakışlarımı Aras'tan çektim.

"Nereye gitti bu dangalak?"

Melih de Aras'ın nerede olduğunu fark edince kaşlarını çattı.

"Niye gitti Etka'nın yanına?"

Omuzlarımı kaldırıp indirdim sanki sebebini bilmiyormuş gibi. Aras ile yaptığım anlaşmayı kimseye söyleme niyetinde değildim.

Etka'nın oturduğu yerden kalktığını ve Aras'ın üstüne yürüdüğünü gördüm. Sanırım iptaller, Etka'nın sevdiği bir şey değildi.

Yanındaki sarışın ve güzel kız, ayaklandı ve Etka ile Aras arasına girdi. Bir süre aynı konumda durup bir şeyler konuştular ama en sonunda Etka Aras'tan uzaklaştı. Aras tekrar asker selamı verip locadan uzaklaştı ve gülerek buraya doğru yürümeye başladı.

Tam yanımıza gelince durdu.

"Yarış iptal!"

Melih ilk başta anlamayınca Aras tekrar etti.

"Yarış iptal, diyorum."

"Ne sikime iptal ettin yarışı?"

Melih'in bağırması ile olduğum yerde titredim. Pek hoşuna gitmemişti.

Ama şu an önemli olan da bu değildi zaten. Yarış tehlikeliydi. Olmaması gerekiyordu. Bu yüzden de Melih'in hoşuna gitsin veya gitmesin, engellenmiş olması benim hoşuma gitmişti.

"Bilmem, canım bugün bir şans tahterevallisine binmek istemedi sanırım."

Onun bunu demesi ile tekrardan derin bir nefes aldım. Gerçekten iptal ettirmek sanırım aldığım en iyi fikirdi.

"Ne olacak şimdi?"

"Hiç bir şey olmayacak. Etka ile konuşup hallettim."

Nasıl halletmişti acaba?

"Yani açık çek verdin, öyle mi?"

Aras bir şey demedi.

Melih bununla birlikte Aras'ı omzundan itti.

"İyi bok yedin. Aptal! Siksin belanı, Etka da gör ebeninkini."

Bunu dedikten sonra bana döndü.

"Gel, gidiyoruz, bir tanem."

Elimi tuttu ve beni çıkışa doğru çekiştirmeye başladı. Ama kısa bir süre, biz Aras'ın yanından geçerken Aras'ın teması ile durdum.

Kulağıma yaklaştı ve fısıldadı.

"Verdiğin sözü unutma, Melin."

Hesabım gitti korkusu ve ardından bilgisayarımı götüren kardeşim yüzünden eninde sonunda atabildiğim bölümle herkese merhaba. Nasıl buldunuz?

Beklettiğim için özür dilerim ama hazır olan bölümü atamamak vallahi çok zordu. Hesabım gitti sandım ve baya ağladım ama en sonunda -onuncu kere uygulamayı silip yüklemenin sonunda- girebildim.

Yeni bölüm ne zaman gelir bilmiyorum. Cuma sınavım var, üniversitedeyim ve hukuk okuyorum biliyorsunuz. Ondan sonra da Mayıs sonu finallerim var...

Bu arada bir bölüm atmak istiyorum ama bakalım.

İnstagrama bekliyorum hepinizi. En çok orada aktifim. @birazcikyazar

Wattpad hesabımı takibe alırsanız da yeni bölüm bildirimlerini direkt alabilirsiniz. @birazcikyazar

Son olarak bölümde geçen Etka ve sarışın kız diğer kurgum GECE YARISI'nın karakterleri. Oraya da bekliyorum sizi.

Kocaman öpüyorum ^^

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

4.5M 337K 58
"Bu kitap babası tarafından sevilmeyen ve hiç bir zaman sevilmeyeceğini düşünen kızlara ithafen yazılmıştır..." (Haziran-Temmuz ayları arasında kitap...
37K 2.6K 33
Kendisini hiç beklemediği bir anda, büyülü bir dünyada bulan Sandy Elizabeth Nelson, hayatının tamamıyla değişeceğinden habersizdi. Daha doğrusu, sah...
13.2K 4.6K 40
AYDINLIK VE KARANLIĞIN SAVAŞI Krallığı adına seçim yapan bir baba. Çocuğunu kaybettiğinden habersiz bir kraliçe. Yalana bulanmış yüz yıllık kehanet...
Elimden Tut Von elosssh

Jugendliteratur

815 202 14
Babası tarafından hayatı çalınmış bir kız... Kaybetmeye alışmış bir adam... Kader onları hayatın her noktasında birleştiriyordu.Ama onlar bunun farkı...