Uzak'a Yakın | Texting

By ruthnefeli

1.3M 77.3K 8.7K

Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki. More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0 | Instagram
1.1
1.2 | Instagram
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3 | Instagram
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9 | Instagram
3.0
3.2
3.3
3.4
Nil & Aras | Ö.B
3.5
Instagram Stalk
3.6
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6 | 🥀

3.1

28.6K 1.9K 399
By ruthnefeli

Kutay: Geldim

Kutay'ın mesajıyla birlikte bizim çocuklara döndüm. Hala kimin hangi arabayla gideceğine karar veremediklerinden tartışmaya devam ediyorlardı. Aramızda arabası olanlar sadece Göktuğ ve Aras'tı, bugün o kişilere Kutay da eklenmişti. İşte buna çok şükürdü. Çünkü Göktuğ, Beste'yle yalnız gitmeyi tercih ettiğinden Aras tek kalmıştı. Hepimizin onun arabasına sığması da pek olası değildi. Oldukça kalabalık bir grubumuz vardı.

Derin, söylediği gibi kuzeniyle gelmişti. Duru'yu önceden de tanıyorduk. Bizden iki yaş küçüktü ve hemşirelik okuyordu. Sarı saçları ve buğday teniyle, Derin'in kuzeni değil de kardeşi gibiydi. Doruk, yanında birini getirmeye çok çalışmıştı ancak çevresindeki kimse onun kadar doğa düşkünü çıkmamıştı. Ben de pek haz etmezdim. Bu iş öyle fotoğraflarda görüldüğü gibi toz pembe olmuyordu. Her yer böcek kaynıyor, sivrisinekler sizi iki saniye de bir ısırıyordu. Bir de üstüne artık Doruk'un aklıma soktuğu ayı meselesi vardı. Gece orada uyumak şimdiden haram olmuştu bana. Benim gibi doğadan haz etmeyen bir diğer isim ise Cenk'ti. Canım arkadaşım için sabahın bu saatinde burada dikiliyor olmak bile ölümden beterdi. Bir de dağ tepe dolanıp fotoğraf çekecekti güya. Oysa şimdiden enerjisi bitmiş görünüyordu. Kapüşonlusunu kafasına geçirmiş, tartışmaya dahil olmak yerine bankta uyuklamayı seçmişti. Yine de arada bir ona dönen kafalara başını sallamayı ihmal etmiyordu. Neleri onayladığından haberi olmadığına emindim.

Okulumuz öğrenciler için üç otobüs tutmuştu. Fakat bizim yaptığımız şekilde kendi arabalarıyla gelenler de olacaktı. Kamp alanını şimdiden hayal edebiliyordum. Daha önce okulumla kampa gitmesem de geçen senelerdeki etkinliklerin hepsi okul sitesinde yayınlanmıştı. Çoğunlukla şenlik tarzında geçiyordu. Ufak tefek yarışmalar, yoga ve pilates programları, voleybol karşılaşmaları, akşamları da ateş için ayrılan alanda şarkılarla gün sonlanıyordu. Bir hayli eğlenceli ve yorucuydu. Vahşi doğa hayranı olmasam da heyecanlıydım.

Hocalarımız gelen kişilerin isimlerini son kez kontrol ettiğinde, otobüsler artık kalkış yapmaya hazırlanıyorlardı. Onların yola çıkışlarını izlediğim sırada park alanına siyah sedan bir araç giriş yaptı. Kim olduğunu bildiğimden gülümsedim. Arabasını ağır ağır yanımıza kadar sürüp tam olarak önümde durdurdu. Kapısını açıp çıktığında sabahın o bütün ayazı tuzla buz olmuştu. Sanki bir yerlerde ikinci bir güneş açmış gibiydi, bu ne sıcaktı. Üzerime aldığım hırkamı fırlatmama ramak kalmıştı.

Giymiş olduğu deri ceketi, altındaki kot pantolonu, rüzgârın ona selam verir gibi dağıttığı siyah saçlarıyla fazla göz alıcı duruyordu. Onu izlemeye daldığım esnada bana attığı serseri gülüşü ise boğazımı kurutmuştu. Bu adamın insanların üstünde çok tehlikeli etkileri vardı. Dayanamayıp bakışlarımı kaçırdım fakat bu sefer de heybetli bedeninin gölgesi düştü üzerime. Yanıma gelmiş, başını omzuna eğerek ona dönmemi bekliyordu.

"Selam," dediğinde tekrar yüzüne kitlendiğimi fark ederek kendime gelmeye çalıştım. Gülüşü hala dudaklarındaydı ve aşırı dikkat dağıtıcıydı.

"Selam." Neredeydi benim sesim yine? Hafif öksürerek düzeltmeye çalıştım.

"Üşüyor musun?" Öksürüğümü farklı yorumlamış olacak ki eliyle yanağıma dokunup kontrol etti. Çok yanlış bir hamleydi, yüzüm gözüm yangınlardaydı şu an. Bana dokunduğunda sıcaklığımla kafası karıştığından kaşları çatıldı.

"Üşümedim, diğerlerinin yanına gidelim." Hızla ondan uzaklaşıp peşimden gelmesini bekledim. Sorgulamayarak beni takip ettiğini gördüğümdeyse rahatlamıştım. Kendimde dahil kimseye mantıklı bir açıklamam yoktu.

Arkadaşlarım bize döndüklerinde artık Kutay'ı kabullenmiş olmalarının sıcaklığıyla selamladılar onu. Duru'yla ilk defa karşılaştığından ikisi ayaküstü birbirleriyle tanıştılar. Sahte sevgilim hayatıma yavaşça nüfus ediyordu resmen. Hatta belki fazlaca ediyordu. Çünkü Doruk, sevgilimi gördüğü dakika anında dibimizde biterek poposuyla beni kenara itelemişti.

"Sonunda gelmişsin dağ adam. Senden öğreneceklerim var." Kutay'a taktığı hitap şekline gözlerimi devirdim. Tanışma şeklimizi bize asla unutturmayacaklardı anlaşılan. Geçen günkü kafe ziyaretimizde tatlıya olan aşklarından dolayı gelişen ilişkileri tam gaz devam ediyordu. En ön yargılı olan Doruk'un bu değişimine cidden şaşkındım. İleride beni bile satardı bu. Asıl hain kendisiydi.

Ben yine neler saçmalayacağını merak ederek arkadaşımı izlerken, Kutay'ın elini bana doğru uzatmasıyla odağımı ona çevirdim. Aramızdaki ilişkiyi çaktırmamız gerektiğinin farkındaydım. Ancak böyle anlarda sakin tarafım direkt vedalaşıyordu benimle. Reddetmeyerek elini tuttuğumda, parmaklarımızı birbirine sıkıştırarak beni yanına çekti. Doruk yüzünden açılan mesafemiz tekrar kapanmıştı. Omuzlarımız birbirine sürtünüyordu şimdi. Gerek var mıydı bu kadarına?

"Ne öğrenmek istiyorsun?" Kalın sesi sabahın etkisiyle daha da derinleşmişti. Tekrar duymak ürpermeme sebep oldu. Korkudan öte içime işleyen titreşimlerin etkisiydi bu. Ama o yine yanlış anlamış, yüzünü bana dönerek kaşlarını çatmıştı. Üşümek konusunda yalan söylediğimi düşünüyordu. Adamın yanında tir tir titrersem olacağı buydu. Ellerimizi yavaşça ayırdı. Kolunu omzuma dolayarak yanında ufacık kalan bedenimi göğsüne çekti. Ellerim boşa düştüğünde nereye koyacağımı bilemedim. Salık bir şekilde iki yanımda sallanıyorlardı. Annesinin kesesinde yavru bir kanguru gibiydim şu an. Hemen Hale olmaya geri dönmem gerekti. Allah'ımdan bu aptal kuluna cesaret vermesini dileyerek, kollarımı ceketinin içinden beline sardım. Bastırmasam da bütün kaslarını tenimde hissediyordum. Hareketimle dikleşip karnı kasıldığında sırıttım. Hep bizim mi yüreğimiz hoplayacaktı. Şimdi o düşünsündü.

"Doğada nasıl hayatta kalınır öğrenmem gerek." Doruk'un konuşmasını duyan Derin, muhabbete dahil oldu. Tüm grup etrafımızı sarmıştı.

"Kamp alanında yemek stantı olacak. Ayrıca yanımızda ekstra yiyecek de götürüyoruz. Gece için kalın kıyafetler ve tulumlar aldık. Kendini vahşi bir hayvanın önüne atmadığın sürece hayatta kalırsın zaten, merak etme."

Doruk homurdanırken ben irkilerek sordum, "Ayı gibi mi?"

"Ayı mı?" Kutay başını bana doğru eğerek sorduğunda dudak bükerek cevapladım.

"Ormanda ayılar varmış."

Kaşlarını kaldırarak ifademe şaşkınca baktı. Valla şu an nasıl göründüğüm umurumda değildi. Korkuyordum ötesi var mıydı? Gece götümü ayılara kıtlatmak istememem haklı bir isyandı bence.

"Ayı falan yok gittiğimiz yerde." Kutay, bana hitaben konuşsa da onu cevaplayan Cenk oldu.

"Doruk'un kamp duyurusu yayınladığından beri böyle bir iddiası var."

"Ayıların nereden, ne zaman çıkacağı belli olmaz." Doruk, bilmişlik taslayarak konuştuğunda, Cenk esneyerek yanıtladı onu, "Umarım beni yerlerken uyanmam."

"İnsan eti yiyorlar mı ya?" Götüm giderek üç buçuk atıyordu.

"Yok be en fazla parçalar bırakır." Cümlesinin ardından umursamaz bir tavırla elini sallayıverdi Doruk. Tırsmamın etkisiyle daha da sokuldum dibimdeki göğse. Bir kere yaslanmıştım, şimdi ihtiyacım varken geri çekilmek olmazdı. Zaten eli sırtıma indiğinde rahatsızlık duymadığı belli oluyordu. Yukarı aşağı yavaşça sıvazlayarak kulağıma doğru mırıldandı.

"Gittiğimiz yerde ayı yok Güzel'im. Hem olsa bile sana saldıramazlar."

"Niye saldırmasınlar? Bal yiyen hayvan bu, e ben de bal gibi kızım." Göğsünün hareketlerinden sessiz gülüşünü hissettim.

"Boşuna mı götürüyorsun beni yanında? Ayıyla ben muhatap olurum. Hem balsan da bana balsın. Tatlıya düşkünlüğümü unuttun mu?"

Yok bu adam beni ayıdan da beter öldürüyordu. Kaç kızım, git bir soluklan şurada. Nefesimi daha fazla tutarsam oksijensizlikten hepten yığılacaktım kucağına. Kollarımı çözüp usulca bedeninden ayrılmak üzereyken belli belirsiz bir direnç gösterdi. Ya da ben öyle hayal etmiştim. Çünkü ayrılmam ile birlikte ellerini ceplerine sokmuş, dikkatini arkadaşlarımın konuşmalarına vermişti. Aramıza giren rüzgâr bu sefer gerçekten üşümeme neden oldu. Fakat fark ettirmeyerek aynı şekilde arkadaşlarıma döndüm.

"Ben asla onun arabasıyla gitmem." Nil sinirle konuşurken zihnim muhabbeti yakalamaya çalıştı. Ne olmuştu yine?

"Hadi ya, eve bıraktığım zamanlar hafızandan silinmiş belli ki." Aras, Nil'e bakmadan konuşuyordu. Nil'in en nefret ettiği şeylerden biriydi bu. Kabalığına karşı öfkesi de artıyordu.

"Sırf arkadaşlarımın hatırına bindim arabana. Ama onun bile lafını ettin. Şimdi öleceğimi bilsem kapısını açmam." Kollarını göğsünde bağlayıp nefeslendi Nil. Normalde sakin, kibar, neşeli biriydi. Fakat Aras'ın tek lafıyla yeri göğü inletmekten geri durmazdı. Haklıydı da aralarında sağlıklı bir ilişki yoktu. Ve kimse ondan susup oturmasını bekleyemezdi. Ancak keşke bu durum düzelseydi. İki arkadaşımızı da seviyorduk ve kaybetmek istemiyorduk.

"Buna alınmam mı gerekiyor?" Aras bir kaşını kaldırıp yapay bir sırıtışla Nil'e döndü. Nil ise onun suratına iğrenerek bakıyordu.

"Kavga etmeyin artık. Cenk gider Aras'ın arabasıyla." Derin, sakinleştirici bir sesle arayı bulmaya çabaladı.

"Hayır, Cenk yan koltuğumda uyuyup uykumu getiriyor. Doruk'u istiyorum."

"Oğlum benim dağ adamdan öğreneceklerim var gelemem seninle."

O sırada Duru el kaldırıp konuya dahil oldu. Sözlerinde Aras'ı ikna etmeye yönelik bir yumuşaklık, yüzünde ise karşı konulamaz gülümsemesi vardı.

"Ben konuşmayı severim. Cenk uyusa da bir problem olmaz." Beklenen hamle gelmiş gibi Duru'nun ifadesi ortamı sakinleştirdi. Derin rahat bir nefes alarak tekrar araya girdi.

"Tamamdır uyku problemimiz çözüldü. Ben, Duru ve Cenk, Aras'la gidiyoruz. Hale, Nil ve Doruk, Kutay'la gidiyor. Başka sorun var mı?" Bütün gözler Aras'a döndü. O ise cevap vermeden önce kaşlarını çatmakla meşguldü. Kafasında neleri tarttığından bir haberdik. Kısa bir bekleyişin ardından göz ucuyla Nil'e bakıp tekrar başını çevirdi.

"Yok, gidelim."

Her birimiz arabalara yerleştiğimizde, yan koltukta ilk defa birinin sevgilisi olarak oturduğumu fark ettim. Gerçi sahte olduğumdan geçerli sayılır mıydı bilmiyorum. Ama bu anın birazcık tadını çıkarmaktan zarar gelmezdi. Kutay, arabaya biner binmez bütün ısıtıcıları açmıştı. Sanırım üşüdüğüm konusunda net bir karar vermişti. Ancak bunların hiçbirine gerek yoktu. Konsoldan güneş gözlüğünü alıp taktığından beridir ısıtıcılara ihtiyaç duymuyordum. Üstüne bir de kolunu kolçağa yaslayıp, tek eliyle direksiyonu çevirerek bizi park alanından çıkardığında, yine yangınlar yine ben durumundaydım.

Yol boyu Doruk'un soruları bitmek bilmedi. Kutay'ın sahip olduğu tüm bilgi birikimine, donanımına, tecrübelerine açık bir şekilde talipti. Anlayamadığı şey, bunların hepsini bir saatlik araba yolculuğunda öğrenemeyeceğiydi. Fakat Kutay her sorusunu şikâyet etmeden yanıtladı. Bu, ruhumu ona karşı biraz daha yaklaştırdı. Benim değer verdiklerime, değer veriyor olması paha biçilemezdi. Ben ise sadece arada bir dahil oldum konuşmalarına. Kutay, bana kaçamak bakışlar atsa da onunla birebir sohbete girmedim. Hiç olmadık bir heyecanla saçmalayıp arkadaşlarımın yanında rezil olmaya gerek yoktu.

Seyahatimiz boyunca bir kez mola verdik. O da büyük bir marketten aldığımız abur cuburlar içindi. Yanımızda yiyeceklerimiz vardı, bunlar ise atıştırmalıklarımız olacaktı. Kızlar olarak maalesef yemek işini üstlenmek durumunda kalmıştık. Çünkü kimse Doruk'un ne idiği bilinmez kısırını, Cenk'in uyuyakalıp yaktığı kurabiyelerini ya da Aras'ın hazır olarak aldığı yemekleri yemek istemiyordu. Göktuğ, bir şeyler getirecek miydi bilmiyordum. Ama Beste, Derin'e nelerin eksik olduğu sormuştu. Muhtemelen bolca yemeğimiz olacaktı.

Şehirden uzaklaşıp artık yolun dört bir yanını ağaçlar sardığında kamp alanının girişi göründü. Etrafta tam bir curcuna hakimdi. Kucaklanan çadırlar, taşınan yiyecekler, sırtlanan çantalar, birbirine seslenen ve duyamayan insanlar dört bir yandaydı. Biraz geç kalmış olmanın gerçekliğiyle yer bulamayacağız telaşı düştü içime. Göktuğ bizim için tutacağını söylemişti ama çok da güvenemiyordum.

Aras'ın arabasıyla birlikte yan yana bir park alanına yerleştiğimizde aşağı inip bagajları boşaltmaya başladık. Arkadaşlarım ellerini kollarını doldurmuş yardımlaşırken, ben ne yazık ki aynı durumda değildim. Çünkü ne zaman bir şeye uzanacak olsam elimden çekilip alınıyordu.

"Ya bıraksana şunu taşıyayım." Dayanamayıp cırladım sonunda. Kendi taşıdıkları yetmiyormuş gibi bir de benimkileri yük ediyordu.

"Koskoca çadırı nasıl taşıyacaksın Hale?"

"O zaman yemek paketlerini ver."

"Olmaz önemli bunlar, düşürme ihtimalini göze alamam."

Arkadaşlarım bir bir uzaklaşırken bir yandan da bize bakıp sırıtıyorlardı.

"Ay Hale kızmasana, centilmen adam sonuçta." Derin, kollarına doladığı poşetlerle gülmemeye çalışarak -ki boşa bir çabaydı, gülüyordu- konuştu.

"Ormanda mı centilmen olası tuttu?" Derin, söylensem de beni takmayarak uzaklaştı. Tekrar asıl hedefime döndüm mecburen. Omzunda örtülerden bir kat bulunuyordu. Çadırımızı bir kolunun altına sıkıştırmıştı. Bir elinde yemeklerimizin olduğu paketler, diğerinde beşer litrelik iki adet su şişesi vardı. Ağzım açık ona bakakaldım.

"Sen cidden dağ adamsın."

Sözlerime güldüğünde gözleri iyice kısıldı. Güneşin etkisiyle kirpiklerinin gölgesi yanaklarına düşüyordu. Elindeki şişelerle popoma hafifçe vurup ittirdi. Bunu beklemediğimden suratımı buruşturup şikayetlendim.

"Ay n'oluyor be."

"Yürü hadi."

Sırf beklersem daha çok yorulacağını bildiğimden dediğini yaptım. Bacağına bu kadar yüklenmesi ne kadar doğruydu? Zemin düz değildi, topraktan dolayı inişli çıkışlıydı. Belki onun için iki kat zorlayıcıydı. Bu konuda hiçbir fikrim yoktu. Ancak bunu sorarsam vereceği tepkiyi kestiremiyordum. Yanlış anlamasını istemiyordum. Sadece yükü paylaşmak istiyordum.

O, kendinden emin dik yürüyüşüyle yanımda adımlarken bütün kalabalık gözümün önünden kayboldu. Sanki onun ne kadar yakınında durursam koruyucu çekim alanına giriyordum. Kimse bana yaklaşamayacakmış gibi geliyordu. İnsanların arasından geçiyorduk fakat hiçbirinin bize dokunması mümkün değil gibiydi. Nasıl bir enerji yayıyordu böyle?

Arkadaşlarımın yanına vardığımızda, Göktuğ ile gülüştüklerini duydum. O, bizden çok önce geldiğinden çadırı hazır bir şekilde arkasındaydı. Eşyaları hemen önündeki çimenlere yerleştirilmişti. Beste yanındaydı ve elini beline atmış ona yaslı şekilde gülümsüyordu. Muhabbete girmeyi hiç istemediğimden ikisine de sadece selam vermekle yetindim. Kutay'ı, Beste'yle tanıştırmaya gerek duymadım. Bunu benim için Derin yaptığında içim sıkıldı. Elini Kutay'a uzatıp tokalaşmalarını kaşlarım çatık seyrettim. Şu an Kutay'ın yere bıraktığı sularımızı ve yiyeceklerimizi tekrar taşımasını istiyordum.

"Ne diyorsunuz, beğendiniz mi?" Göktuğ elini arkaya doğru uzatıp bizim için kendi çadırının yanında ayırdığı yeri gösterdi. Güzel bir yer seçmişti. Yeşilliklerin hatta ufaktan açmış çiçeklerin arasında, göle oldukça yakın bir konumda bulunuyordu. Muhtemelen erkenden gelmesinin sebebi, Beste için böyle romantik bir yer seçmek istemesiydi.

"Baya güzel, burası keşfedilmeden yerleşsek iyi olur." Doruk iki elini birbirine sürterek hazırlanmaya başladığında, Kutay araya girdi.

"Olmaz." Benimle beraber tüm arkadaşlarım ona dönerken, o ise kaşlarının ortası kırışmış biçimde etrafı inceliyordu.

"Neden? Bu tarz güzellikler senlik değil mi yoksa?" Göktuğ başını omzuna eğerek tuhaf bir bakış attığında sinirlendim. İlk başta Kutay'ın güzelliklere odaklanmadığını, olumsuzluklarla daha çok içli dışlı olduğunu dile getiren bendim. Arkadaşlarıma böyle renksiz bir adamla konuşmanın zorluğundan ara sıra yakınırdım. O sözlerimin şu an çok yanlış olduğunu ve daha Kutay'ı hiç tanımamışken tavırlarını kesin hükümlerle yargılamamam gerektiğini anlamıştım. Renksizse sebepleri vardı, güzellikleri göremeyen gözlerinde çok fazla yaşanmışlık vardı. Artık hepsini fark etmiştim. Bu nedenlerden bağımsız kalarak onun penceresine yaklaşmak mümkün değildi.

"Güzellikten çok güvenliği ve konforu tercih ederim." Kutay, keskin bakışlarını Göktuğ'a diktiğinde ne demek istediğini anlayamamıştım.

"Burasının nesi var ki?" Derin, yere bıraktığı poşetlere tekrar uzandı. Sanki bu münakaşanın sonunda başka bir yere gideceğimizi biliyordu. Kutay, ellerini belinin iki yanına yerleştirip göğsünü biraz daha açığa çıkardığında odağım kaysa da açıklamasını dinlemeye çalıştım.

"Çadır kayalıklara fazla yakın, genelde bu tarz yığılı taşların arasında yılanlar olur. Etraftaki çiçekler ve uzun otlar arılarla, böcekleri çeker. Konum olarak da çadır güneşin ters istikametine kurulmuş. Öğleden sonra aşırı sıcak, sabah ise dondurucu soğuk kaçınılmaz. Ayrıca eğer Doruk haklıysa ve burada ayılar varsa, muhtemelen gölden su içmek için bu güzergahı kullanacaktır."

Ağzım bugün ikinci defa açık kalmış şekilde ona bakıyordum. Hayır, hepimiz ağzımız açık ona bakıyorduk demek daha doğruydu. Göktuğ'un bozulmuş suratını gördüm. Bir bana bir Kutay'a dönüyordu gözleri. Sevgilim ise hepimizi saran şok halimizle ilgilenmek için fazla meşguldü. Yeniden eşyalarımızı sırtlanmaya başlamıştı.

"Gidip iyi bir yer bulmaya çalışacağım. Güzellik arayanlar burada kalabilir." Sözlerinin ardından alabildiği kadar eşyayla yanımızdan ayrıldı. Gideceği esnada bana ifadesiz bir bakış atsa da peşinden gelmemi beklediğine emindim. Ancak bacaklarım yeni edindiğim bilgilerle biraz sarsılmış durumdaydı.

"İşte bu, şimdi ne demek istediğimi anladınız mı? Dağ adamdan öğreneceğimiz çok şey var diyorum size." Doruk da bir çırpıda topladığı eşyalarla peşine takıldı Kutay'ın. Onun ardına da Cenk düşmüştü. Derin "Hadi yine iyisin," bakışlarıyla sinsice göz kırptı. Koluma girip elindeki poşetlerden birini bana tutuşturdu.

"Göktuğ, biz de gidelim. Ben daha burada kalamam. Ayı diyor adam." Beste'nin korkmuş sesine karşı Göktuğ bıkkınca nefes verdi.

"Saçmalama Beste, ne arar burada ayı. Ciddiye alma söylediklerini."

"Bence alın valla. Adam sonuçta eski asker. Ayı olmasa bile kolum kadar böcekler uçuyor havada." Derin, ciddi bir ses tonuyla iyice ürperterek üstlerine gitti. Bunu benim için yapsa da ikimiz arasında bir taraf olmasını istemiyordum.

"Ben, Cansuların yanına gidiyorum. Buraları toparlayıp gitmeye karar verdiğinde bana haber verirsin artık." Beste, restini çekip uzaklaşmaya başladığında Göktuğ elini saçlarına atarak sinirle soludu. Onu bu şekilde görmek istemiyordum. Bunun hislerimle alakası yoktu, biz uzun zamandır arkadaştık.

"Yardım etmemizi ister misin?" diye sordum kendimi tutamayarak. Aras da aynı şekilde beni destekleyerek devam ettirdi konuşmayı.

"Çadırı bozmadan götürebilirim. İçine tulumları ve örtüleri atarsak taşınacak çok bir şey kalmaz zaten." Göktuğ teklifimiz haricinde beni izlemeye daha çok ilgiliydi. Suratımdan ne gibi bir çıkarım yapmaya çalıştığını anlayamadım.

"Gerek yok kardeşim, hallederim ben."

"Lan sus da kabul et işte." Aras itiraz istemez bir tavırda etrafta kıyafetler, tulumlar ne varsa çadıra tıkıştırdı. İkisi onu kaldırıp kucaklarken; Derin, Nil ve ben de çimenliklere serilmiş eşyaları yüklenmiştik. Diğer çadırların arasından bata çıka yürümeye başladık. İstikametimizi öğrenmek adına Nil, Doruk'u arayıp nerede olduklarını sordu. Tarif ettikleri yer ormanın daha açıklık olan kısmındaydı. Yanlarına ulaştığımızda, Kutay'ın bizim çadırımızı bitirdiğini gördüm. Hatta önüne koyduğu portatif sandalyeye oturmuş, elinde çayıyla birlikte diğer tarafta cebelleşen iki arkadaşımı izliyordu.

"Oğlum geçirsene şu sopayı delikten neyini anlamadın?" Doruk, sinirle Cenk'e söyleniyordu.

"Oraya ait değil gibi duruyor ama." Cenk, bir sopaya bir de elindeki çadırın kumaşına bakıyordu.

"Ulan kim istediği yere ait ki zaten."

Kutay, adımlarımızın yaklaşmasıyla geldiğimizi fark ettiğinde çayını sandalyenin koluna yerleştirdi. Hızlı bir yürüyüşün ardından yanıma yanaşıp elimdekilere uzandı. Bu sefer itiraz etmedim.

"Bitirmişsin." Bariz olan gerçeği tekrar vurgulamak istemiştim.

"Evet, hoşuna gitti mi burası?" Meraklı bir sesle sordu. Ceketini çıkarmıştı, siyah tişörtü her hareketinde vücudunun başka bir noktasına değip güzel bir görsellik sunuyordu gözlerime.

"Bilmem, burası güvenli ve konforlu mu?" Tebessüm ederek sorduğumda karşılık olarak özgüvenli bir gülümseme takındı.

"Elbette, sevgilinden daha azını bekleme."

Bizim çadırımıza da güneş vuruyordu, ancak öyle bir açıyla yerleştirilmişti ki biraz uzağımızdaki ağaçlar filtre görevi görüyordu. Altındaki zemin daha kuru otlardan oluştuğundan böcekleri çekmeyecekti. Yerleştirildiği yer, kamp ateşinin yakılacağı alana yakın bir mesafedeydi. Geceleri soğuk olmayacağına sevinmiştim. Yemek stantı uzak değildi, eşyalarımızı koyabileceğimiz bolca alan vardı. Hatta etrafımızdaki çadırlar ara sıra esen rüzgârın bizim olduğumuz tarafa gelmesini önlüyorlardı. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesaplamasına hayran kalmıştım. Sözlerimle onu şımartmasam da bakışlarımdaki ışığı söndürmedim.

"Hiç çiçek göremiyorum ama," dedim mızmızlanarak. Aslında olup olmaması umurumda değildi. Yakınımda arılar dolaşsın da istemiyordum. Sadece onunla uğraşmak epey eğlenceliydi. Söylenmemle beraber bakışları yarılanıp, içten bir gülümsemeyle başı bana doğru eğildi. Burnunu şakağım üzerinden saçlarıma dayayarak nefesini içine çekti. Kalbimin ritmi kulaklarımda zonkladığında yutkundum. Geri çekilip koyu yeşil harelerini yüzüme sabitlediğinde, dudaklarım aralanmış onu izliyordum.

"Ben, görüyorum."

~~~

Öncelikle herkese iyi bayramlarrr, size bayram şekeri getirdim skmdkfskfks

Hikayemiz texting olmasına rağmen uzun bir bölümdü şimdi kabul edelim :)

Bölümü yıldızlayıp, yorumlarda buluşalım canım okurlarım,

Öpüldünüzzz<3

Continue Reading

You'll Also Like

1.9K 136 38
Lal; lise son sınıf öğrencisi bir kızdır.Kendisini çalışmaya kapatan Lal'in hayatı bir anda değişir.Yeni kişiler,yeni ortam ve yeni bir aşk. Aşk ise...
1.2M 45.5K 46
Bu kitap, diğerlerinden farklı. Okulun çirkin kızıyla dalga geçip, onu eziklerler. Fakat kız, artık bu yapılanlara dayanamayıp değişmeye karar verir...
5.3K 321 13
𝑩𝒊𝒛 𝒃𝒊𝒓𝒍𝒊𝒌𝒕𝒆𝒚𝒌𝒆𝒏 𝒃𝒊𝒓𝒃𝒊𝒓𝒊𝒎𝒊𝒛𝒆 𝒛𝒂𝒓𝒂𝒓 𝒗𝒆𝒓𝒊𝒚𝒐𝒓𝒅𝒖𝒌 𝒚𝒂 𝒅𝒂 𝒃𝒐̈𝒚𝒍𝒆 𝒅𝒖̈𝒔̧𝒖̈𝒏𝒆𝒓𝒆𝒌 𝒔𝒂𝒅𝒆𝒄𝒆 𝒌𝒆�...
740K 6.4K 21
"Bakışlarındaki isteğe daha fazla dayanamadım, ama bakışlarından çok altındaki asıl harikanın ıslak ve muhtaç isteğine dayanamadım." "Konuşmak yerin...