DOKUZUNCU VAGON

By SumeyyeDemirkan

36.8K 6.6K 3.8K

More

1. ''Pencere Önü Çiçeği''
2. ''İki Göz Arası Mesafe"
3. ''Sıcak Kalpler"
5. ''Bir Şemsiye Altında"
6. "Maskelenmiş Kalpler"
7. ''Antidepresan Gülümsemesi"
8. "Bir Kişisel Meselesi"

4. ''Küçük Takım Yıldızı''

4.3K 869 483
By SumeyyeDemirkan


Can Ozan - Ağlama Ben Ağlarım

4. "Küçük Takım Yıldızı"

Bazı kitaplara bazı kitaplarda rastlamışızdır. Bir karakterin dünyasına girince onu başka birine benzetmişizdir istemeden. Bu olumlu anlamda bir yorum diyebiliriz çünkü bu karakterler size hep deniz kenarlarını, üniversite sıralarını, apartman boşluklarını, şiir satırlarını anımsatır. Özleriz bazen ve gider oralarda buluşuruz.

Okuduğum kitaplarda hep özlediğim insanları görmek isterim çünkü kitaplar bir insanın bir insana olan özlemini giderebilmeye yardım eder.

Çok ama çok özlediğim birileri var. Ailemi çok özledim. Burada başka bir ailenin içinde o kadar yalnızım ki konuşmak da gelmiyor içimden susmak da istemiyor dudaklarım.

Otobüsten indikten sonra güvenlikten kartımı okutup bahçeye geçtim. İyiden iyiye alışmaya başlıyordum sanırım. Kendi halimde ilerlerken enerjisi bana ilk anda çok fazla gelen kıvırcık saçlı çocuk tarafından durduruldum. ''Selam!'' dedi gözlerime bakarak.

''Selam?'' diye baktım şüpheyle.

''Sen bizim sınıftaki yeni kızsın değil mi?''

''Sen hangi sınıftasın?''

Güldü ve ela gözlerini kısarak elini uzattı. ''Baha ben.''

Eline baktım ama tutmadım. Bu kaba bir davranış olarak görülebilir ama ilk anda insanlara karşı tutuk oluyordum ve bu son aylarda ortaya çıkan özelliklerimdendi. Kayıp verince değişmiştim. Kafamı salladım. ''Burçe ben de.''

''Burçe?'' diye sorgulayarak uzattığı eli indirdi ve zoraki bir şekilde gülümsemeye devam etti. Onu gerçekten kırmak istememiştim. ''Memnun oldum.''

''Ben de,'' dedim.

Bana bakmaya başladı ama ona ışık vermediğim için konuşmasının devamını getiremedi yahut konuşacağı bir şey de olmayabilirdi. ''Sınıfa mı?'' diye sordu sonra tekrar yürümeye başladığımızda.

''Neden merak ediyorsun?''

''Sadece konuşmaya çalışıyorum.''

''Neden konuşmaya çalışıyorsun?''

''Arkadaş olmak istiyorumdur belki,'' dediğinde fakülte binasının kapısını açarak bana öncelik tanıdı ve yanıma yeniden yetişti. ''Ben bölümün kulüp başkanıyım yani bir sorunun olursa bana ulaşabilirsin ayrıca telefon numaranı verirsen seni sınıf gruba dahil ederim. Bilirsin birçok bilgiyi oradan öğrenirsin.''

''Olur hallederiz bir ara,'' diyerek okulun yan tarafındaki kafeteryaya baktım. Sabah çok erken olduğu için bir kahve bir poğaça alsam kötü olmazdı. Adımlarımı durdurdum ve karşısında dikildim. ''İzninle kahve almaya gideceğim.'' Önümden çekilmesini istedim.

Afalladı ve kıvırcık saçlarına götürdüğü elleriyle bana muzipçe baktı. ''Yanlış bir bölümde olabilir misin?''

''Neden?''

''Konuşmayı pek sevmiyorsun sanırım?''

''Yerinde ve öz konuşmayı severim,'' diyerek tekrar gülümsedim. ''Müsaadenle.''

Yanından geçip giderken kafamı alayla salladım. Aslında pek takılmıyordum çünkü bu ortam her türden öğrenciye açıktı. Ben de başkaları için garip gelebilirdim ki keza konuştuğum halde konuşmadığımı iddia edenlere bakıldığında öyleydi.

Kafeteryaya geçip kasaya yürüdüm ve bir kahve bir de tost istedim. Kötü bir ikili olabilirlerdi ama biri karnımı doyuracak diğeri de uykumu açacaktı. Sırada bekleyip siparişlerimi aldıktan sonra boş bir yer bulup geçtim. Dersime on beş dakikadan az vardı. Bu kez geç kalmaya hiç razı değildim ki kalsam da geçerdim.

''Oğlum sen ne utanmaz bir adamsın ya?!'' diye seslenmeler işittim ve bu kafeteryanın içinde değil hemen ucu diğer fakültenin bahçesine açılan kapının dışındaydı. Kaşlarımı çatarak duraksadım. Sesler devam etti. ''Gecenin bir vakti beni nerelere sürükledin?!''

''Amma abarttın Yiğit,'' diye karşılık sesi duyduğumda bunun Sıraç'a ait olduğunu anladım. İlgim fazlalaşırken Sıraç konuşmaya devam etti. ''Dün geceden beri bir sus be kardeşim!''

''Sen sus asıl,'' dedi karşıdaki ve adı Yiğit'ti. ''Fener'in maçı var dedim sonra bana bir konum atıyorsun bilmem nerenin bilmem ne caddesi?''

''Neyse parası veririz sus!''

''Kardeşim parasında değilim de,'' dedi Yiğit. ''Mesele dünkü kız aslında. Kimdi o?''

''Sen boş ver şimdi o mevzuyu,'' diye kapattı üzerini Sıraç. ''Nehir'le durumları düzelttin mi?''

''Yok be,'' dedi Yiğit hemen. ''Bir soğuk bir sıcak kafam kaldırmıyor bu kadar toxic ilişkiyi.''

Neden onları dinliyordum hiçbir fikrim yoktu ama sesleri buraya kadar geliyordu ben ne yapayım?

Sonra bir şeyler daha duydum ama ses silikleşmeye başladı ve kayboldu. Tostumu yedikten sonra kahvemle birlikte sınıfa çıktım. Boş bir yer bulup kahvemi masanın üzerine koydum. Montumu asmaya giderken Baha oturduğu yerden bana seslendi ve yanında birkaç arkadaşı daha vardı. ''Hangi sınıfta olduğumu öğrendin mi şimdi?'' diye sordu.

Ona boş bir bakış atarken cevap vermedim ve montumu asıp arkamı döndüm. Arkamdan bir şeyler söyledi ve bunu birlikte yaptılar ama zerre kadar aldırış etmedim. Yerime geçip oturduğum çaprazımdaki dört kişilik kız grubunun okulun itiraf sayfasıyla alakalı söylemlerini duyunca beynimde hızla bir ışık belirdi.

Kolyem kaybolmuştu ve belki oraya yazarsam biri bulup teslim edebilirdi ya da çoktan birileri bulmuş ama sahibini yani beni bulamamıştı.

Vakit kaybetmeden okulun itiraf sayfasını bulup şu şekilde mesaj attım. :''Merhaba. Birkaç gün önce yüksek ihtimalle okul içinde yıldız şeklinde gümüş kolyemi kaybettim. Bulan olursa sayfaya mesaj atabilir mi? Benim için çok önemli.''

Mesaj atıp sayfadan çıktım. Bu mantıklı ve olması gereken bir adımdı hatta geç bile kalmış sayılırdım. Hesabımdan çıkmadan Sıraç'ın açılmamış mesajına baktım ama henüz tıklayıp bir geri dönüş yapmamıştım. Tatlı biriydi en azından şimdilik ama bazı hisleri biraz ağırdan alsam iyi olacaktı.

Üç saatlik dersin ardından yine kütüphaneye indim. Koca bir gün beni bekliyordu. Ders çalışmaktan başka bir işim yoktu zaten teyzemlere gitsem bile yine üzülecek yine kendimi sığıntı gibi hissedecektim. Üstelik vize haftasını atlattıktan sonra yurt başvurum sonuçlandığı gibi ayrılacaktım. Çıkmazsa da bir yer bulurdum. Çalışmayı da düşünüyordum. Kendi ayaklarımın üzerinde durmalıydım çünkü annem bana bunu öğretmişti. Acılarımdan taşlar örüp yollarıma sermiştim yürümek için fakat önümde çiçekten yollar olmalıydı, anneciğim için.

Derin bir nefes alıp yine herkesten uzakta bir yere geçip oturdum. Kitaplarımı masanın üzerine çıkardığım gibi eksik notlarımı tamamlamaya devam ettim. Kafama bir şeyler giriyor muydu diye sorarsanız tümüyle evet diyemezdim ama bundan daha iyisini de şu sıralar zor yapardım.

Dakikalar uzayıp giderken az sonra bir metre kadar ötemde duran sandalye çekildi ve masanın üzerine birkaç kitap koyuldu. Göz ucumla yan masaya baktığımda, ''Kolay gelsin,'' diye bir ses duydum.

Gözlerimi masadan çekip Sıraç'a yönelttiğimde hafif şaşkınlıkla, ''Sen?'' diye sordum.

''Ben?'' dedi saf saf.

Gözlerimi küçültüp dudaklarımı büzdüm. ''Kusura bakma biraz başım ağrıdı da ders çalışmaktan.''

''İyi misin Burçe?'' diye sordu hafif üzerime gelerek.

''İyiyim iyiyim.'' Sessiz olmaya çalışıyor ve insanları rahatsız etmekten kaçınıyordum. ''Ders mi çalışacaksın?''

Kitaplarına dokundu. ''Bunlarla saz çalamayacağıma göre evet.''

Sersemce güldüğümde yüzünü yüzüme çevirdi. Bir şey diyemedi ve ben de öyle. Sadece susmakla kaldık. Zaten burası konuşmak için çok da yeri değildi.

Derse geri dönerken, ''İsteğimi kabul etmene sevindim,'' diye fısıldadı yaklaşarak. ''Ama mesajımı görmedin galiba?''

''Gördüm,'' diye itiraf ettim hızla.

Şaşırdı. ''Neden geri dönüş yapmadın?''

''Soru sormamıştın ki.''

Güldüğünü işittim. ''Aslında göründüğünden daha farklı biri olabilirsin biliyor musun?''

Kaşlarımı çattım. ''Neden öyle söyledin? Nasıl görünüyorum ki?''

Yüz yüze geldiğimizde bakışlarını kaçırdı ve gözlerini kısarak dudaklarını ıslattı. ''Böyle soğuk duruyorsun ama aslında çok kafa birisin. Zarifsin ama eğlencelisin de... Yani öylesin bence.''

''İltifatların için teşekkür ederim,'' dedim kendimden emin bir şekilde. ''Sadece çok yakınım da olan insanlar gerçek Burçe'yi bilir.'' Göğsüme bir ağırlık oturduğunda bunun oradan hiçbir zaman kaldıramayacağım özlem olduğunu anladım ve iç çektim. ''Onlar da artık yakınım da değiller.''

Sıraç öylece gözlerini ondan kaçırdığım yüzüme sabitledi. Susmayı ve bir şey sormamayı tercih etti. Belki anlamıştı belki hassas olduğum bir konu olduğunu fark etmişti. Okuduğu bölümün de bunda bir katkısı var mıydı? İnsan bazen kalbini birine açmak için el uzatılmasını beklemez, insan karanlıktan çıkmak için tutacağı bir el bulmak ister. Zorlamadan konuşmak gibi.

Ders çalışamaya kaldığım yerden devam ettim. Saati kontrol etme fikrine girişmedim ancak karnım acıktığında saate bakardım. Bu beni yavaşlatmazdı. Sıraç da büyük bir ciddiyetle ders çalışıyordu. Arada bir esneyerek notlarımı almaya devam ettim. Zaman giderek daralıyordu ve başarılı olmak için uykularımı tereddütsüz vermeye hazırdım. Ders çalışırken elim bir ara anlık boynuma gitti ve oranın boş olduğunu anladığımda omuzlarımı düşürüp birkaç saniye bekledim sonra da hüzünle sosyal medyama girip attığım mesaja dönüş yapılıp yapılmadığını kontrol ettim.

Sıraç bunu fark etmiş olacak ki hafif neşeli bir sesle, ''Ders çalışmaktan sıkıldın sanırım?'' diye sordu.

Mesajıma herhangi bir dönüş olmadığını görünce, ''Sandığın gibi değil,'' diyerek telefonu kapatıp masanın kenarına koydum.

Sıraç elindeki kalemi çevirmeye başlayıp yönünü bana verdiğinde, ''Bir şey mi oldu?'' diye merakla sordu.

Dudaklarımı ısırıp bırakırken saçlarımı geriye savurup üzerimdeki rehaveti de attım. Masaya bakarken elim yeniden boynuma gitti. ''Çok sevdiğim bir kolyem vardı ve onu düşürdüm. Okulun sayfasına da mesaj attım belki biri görür ve ne bileyim işte... Çaresizlik yani.''

''Nasıl bir kolyeydi?''

Gözlerimi Sıraç'ın açık kahve gözlerine çevirdim. Bana karşı bu kadar yumuşak bakması hoşuma gitmeye başlamıştı. Onu birkaç gündür görmeme rağmen birçok kez gördüğüm gözlerden daha samimiydi. Parmaklarımı kullanarak havada küçük bir yıldız çizdim. ''Gümüş renkli ucunda yıldız işareti olan bir kolyeydi.''

''Senin için çok mu özeldi Burçe?''

Kafamı salladım dalgınlaşırken. ''Evet. Kız kardeşimin hediyesiydi.'' Sesim kısıldı. Allah'ım dedim kendime; hiç mi geçmeyecek bu acı? Benim gözlerim hep böyle dolacak sesim hep kısılacak mı?

Gözlerimin içinde minik bir su birikintisi olduğunda Sıraç endişelenir gibi üzerime yaklaştı. ''Burçe ne oldu sana? Gözlerin neden doldu?''

Yutkunarak Sıraç'ın gözlerinin içine baktım. Bir insanın kendini birine anlatamaması ve dolu dolu ağlayıp birine sarılamaması ne kadar zordu. Neden bu kadar zordu? Çok uzun zaman olmuştu hıçkırarak ağlamayıp birine teslim olmayalı. Biliyorum iki ay kısacık bir zaman dilimi ama ailenizi kaybetmek zamanla ölçülemez ki. Dün yaşasaydım ölümü bana kırk bin sene gelirdi yoklukları ve ben de onlara kırk bin yıl uzağım işte.

Parmağımla gözümün kenarına dokunan kakülümü çekip gülümsedim. ''Hiç, sadece anısı vardı.''

Sıraç dokunaklı bir tebessümle olduğu yerden bana bakmaya devam ederken, ''Biraz hava almak ister misin Burçe?'' diye sordu, nazikti ve bu gerçekten kendimi rahat hissetmeme sebep oluyordu.

''Ama,'' diye gülümsedim beceriksizce. ''Haftaya hatta dört gün sonra vizelerimiz başlıyor. Benim çok eksiğim var.''

''Biliyorum ama bu kötü not alacağını gerektirmez üstelik biraz iyi hissedersen motivasyonun artar.''

''Belki.''

''Şu an ne yapmak istersin mesela?''

''Şu an mı?'' diye sordum şaşkınlıkla ve kütüphanede olduğumuzu tekrar idrak ettim.

Sıraç gülerek gözlerini kapatıp açtı soruma cevap verdiğinde.

''Hım,'' diye düşündüm gözlerimi kısarak. ''Şu an yemek yemek isterdim.''

''Vallahi mi?'' diye yükseldi bir anda ve etrafına bakındı. Kimse rahatsız olmamıştı en azından. Yeniden bana döndü. ''Ben de çok acıktım, soracağım soramıyorum yemek yiyelim mi diye.''

Dişlerimi göstererek gülüverdiğimde duraksadı. Dudaklarım usulca dişlerimin üzerini kapatırken bakışlarımı kaçırdım. Yanaklarım da ısınmıştı. Böyle olduğunda yanaklar neden ısınırdı sanki? İçerisi çok mu sıcaktı?

Kitaplarımızı kütüphanede bırakıp okuldan çıktık. Çantamı omzuma doğru iyice çıkardığımda atkımı düzelttim. ''Sen geri dönecek misin yani kütüphaneye?''

''Evet,'' dedi net bir dille. ''Senin vizelerin var da benim yok mu sanıyorsun?''

''Yok ondan değil de ne bileyim geç olur.''

''Sana da geç olur Burçe.''

''Evet haklısın ama...''

Sözümü kesti fakat kaba değildi. ''İtiraf et uzaktan tembel biri gibi mi duruyorum?''

Gülerek kafamı eğdim. ''Hayır öyle söylemek istemedim.''

''Ya da benimle otobüs yolculuğu yapmak istemiyorsun?''

''Aa! Buna da hayır tabii ki.'' Duraksadım ve yürürken ona yandan bir bakış attım. ''Ee dün gece bir yol kenarı bulabildin mi bari?''

Afalladı ve bozmamak için, ''Buldum tabii bulmam mı,'' diye mırıldandı. ''Ama bugün daha iyisini bulurum diye düşünüyorum.''

''Bir adresin yok mu senin? Kafana göre mi seçiyorsun ineceğin yeri?''

Bu kadar açık sözlü olmayı ben de beklemiyordum ama bunu sevmiştim çünkü bana eski Burçe'yi geri kazandırmaya başlatmıştı.

''Elbette bir adresim var ama...'' Onu daha fazla zorlamak istemedim çünkü dün gece sadece benim için o otobüse binmişti. En azından en kuvvetli ihtimal buydu. ''Neyse sorun değil,'' diye rahatlattım onu. Ardından göğüs kafesimi şişirip serbest bıraktım. ''Nereye gidiyoruz ki biz? Çok uzağa gitmeyelim geri dönmesi kolay olur.''

''Az kaldı,'' diye karşılık verdi. Sonrasında kendimizi yaklaşık dört beş dakika içinde bir mantı dükkanının önünde bulduk. ''Mantı mı?'' diye sordum şaşkın bir şekilde.

''Sevmez misin?''

''Severim, mantıyı kim sevmez ki?''

''Hadi girelim o zaman,'' dediğinde kapıyı açtı ve bana öncelik tanıdı. İçerisi çok sakin ve daha çok öğrenci merkezliydi. Birlikte boş bir masaya geçip oturduk. Atkımı boynumdan çıkarırken gözlerimle etrafı gezme fırsatım oldu. ''Ya böyle çok emrivaki oldu kusura bakma,'' dedi Sıraç. ''Ama bir sonraki yemek tercihini senden yana kullanırız.''

Sol kaşımı hafifçe kaldırdım. ''Bir sonraki ha?''

Arkasına yaslanarak şakağını kaşıdı. ''Ee vizelerimiz var Burçe aç aç mı ders çalışalım?''

Bir şey diyemedim ve içten içe güldüm. Neden buna müsaade ediyordum ki? Hoşuma gitmiyor değildi. En nihayetinde kötü niyetli birine hiç benzemiyordu ve yeni hayatıma, yeni okuluma alışmam için bana yardımcı oluyordu farkında bile olmadan.

Garson gelip siparişlerimizi alıp gitti. Sıraç, ''Annem mantıyı çok güzel yapardı,'' dediğinde duraksadım. ''Yapardı?'' Maksadım onu üzmek değildi. Cevap verdi. ''Yani uzun zamandır yapmıyor. Annemle babam çok uzun süredir ayrı yaşıyorlar ve ikisi de garip bir şekilde tekrar evlenmedi.''

''Ya,'' dedim sessizce. ''Üzüldüm.''

''Neden üzüldün ki?'' diye sordu gülümseyerek yüzüme baktığında. ''İnsanlar birbirine yarar yerine zarar vermeye başlıyorlarsa ayrılık en mantıklı tercih olur. Her gün aynı evin içinde düşman olmaktansa çift kişilik bir yatağın boş kalması daha iyidir.''

''Doğru,'' diye ağzımın içinden mırıldandım. ''Ben biraz şey düşündüm...''

''Duygusal,'' diye tamamladı cümlemi.

Masanın üzerinde duran parmaklarımla oynarken bakışlarım da onların üzerindeydi. ''Evet. Aslında mantıklı düşünebilen biriyim fakat duygularım çoğu zaman baskın taraf oluyor.'' Gülümsedim. ''Benim anne babam çok mutlu bir evliliğe sahipti ve ben de güzel evliliğin içinde büyüdüm.''

''Fark ediliyor.''

''Sahi mi?'' diye baktım kafamı kaldırıp gözlerine.

Ağır ağır gülümsedi. ''Sahi.''

İnsan en mutlu anlarında bile kalbi sıkışırsa nasıl nefes alır?

''Mesela gözlerin ele veriyor her şeyi,'' diye baktı gözlerimin içine. Yüzü o kadar temizdi ki ona bakarken sıkışan kalbim soluk almaya başlıyordu. Başka biri bu kadar çabuk iyi gelebilir miydi birine böyle? Ekledi. ''Bakışlarını kaçırıyorsun sık sık ve dalıp gidiyorsun uzaklara çünkü özlediğin birileri var ve insan yalnızca yanında huzurlu hissettiği insanlara özlem duyar.''

Kendimi başkasından dinlememiştim anne ve babamdan ayrı. İnsan yalnızca yanında huzurla yaşadıklarını özlüyormuş ama özlemek demek de yetmez buna, yaşıyordum ben bunu. Özlem adım olmuştu satırlarımdan taşmıştı. Kaç yıl ömür biçilmişse bana özlem olup düşecektim yollara.

''Teşekkür ederim Sıraç,'' dedim sessizce ve tekrar parmaklarıma baktım. Ondan ses gelmediğinde kaşlarımı hafifçe çatıp yüzüne baktım. Bana öylece bakıyordu ama halinden memnun görünüyordu. ''Bir şey mi oldu?''

''Adımı ilk kez söyledin de.''

''Farkında değilim.''

''Ben farkındayım.''

''Kötü bir şey mi bu?''

''Hayır çok güzel bir şey.''

Gülümsedim. ''Sevindim o zaman.''

İç geçirdi. ''Ben de Burçe.''

Bu kez yalnızca yanaklarım değil kalbim de ısınmıştı. O sırada da zaten mantılarımız gelmişti. Karnımızı doyurduktan kısa bir süre sonra naneli şeker almıştık ferahlamak için çünkü naneli şeker önemli...

Kütüphaneye yeniden geldik. Henüz akşam olmamıştı ve bu da demek oluyordu ki çalışmak için en az üç, dört saatimiz daha vardı. Karnım tok olunca daha verimli çalışıyordum. Kollarımızı sıvayıp birbirimize iyi dersler diledik ve sahiden çalıştık.

Sırtımı bir ara ona o kadar dönmüştüm ki varlığını unutmuştum. Bedenim uyuşmuş bir şekilde saatler sonra esneyerek kafamı kaldırdığımda odada birkaç öğrencinin kaldığını gördüm. Saate baktım ve dokuzu geçtiğini gördüm. Ağzımı aralarken hafif bir telaşla, ''Çok geç olmuş,'' diye sızlandım ve arkamı dönerek Sıraç'a baktım lakin o uyuyordu.

Kafasını kolunun üzerine koymuş, dudakları hafif sarkmış bir şekilde uyuyordu. Boğazımı temizledim ve suyumdan bir yudum aldım. Onu uyandırmalıydım. Usulca oturduğum yerden kalkıp birkaç adım atıp başında dikildim. ''Sıraç,'' diye fısıldadım. Duymadı. Bir kez daha adını söyledim. Yine duymadı. Üzerine eğildim. ''Sıraç uyanır mısın?'' Asla duymuyordu. Elimi yavaşça koluna koydum ve öyle seslendim. ''Sıraç artık uyanır mısın?''

Bir anda irkildi ve omzunda duran elimi hızla tutarak bana baktı.

Korkuyla kendimi geri çekmek istediğimde bırakmadı ve doğruldu. Kaşlarımı çattım. Sıraç gözlerini kapatıp açarken tuttuğu elime baktı ve usulca elimi serbest bırakıp, ''Özür dilerim,'' dedi sersem gibi görünürken. ''Canını yakmadım değil mi?''

''Hayır,'' dedim soğuk bir sesle. ''Ama sen iyi misin?''

''Hıhım.'' Durdu ve ekşiyen yüz ifadesiyle, ''Her yerim tutulmuş saat kaç ki?'' diye sordu.

''Dokuzu geçiyor.''

''Oldu mu o kadar ya?''

''Maalesef,'' diyerek arkamı döndüm. ''Ve benim artık gitmem lazım. Çok geciktim eniştemle sorun yaşamak istemiyorum.''

''Anlamadım?'' dedi beni durdururken. ''Eniştenle sorun mu yaşamak istemiyorsun? Sana bir şey diyor ya da yapıyor?''

''Ha,'' dedim ve gülerek yüzüne baktım. ''Ben teyzemlerde kalıyorum da işte saat geç olunca endişeleniyor benim için ondan yani. Bir sorun yok.''

İkna olduğunu ya da onu ikna ettiğimi pek söyleyemezdim fakat bunun için de ekstra bir çaba sarf etmedim zira onu hayatımın bu kadar içine şu evrede dahil etmem çok da makul bir durum değildi.

Hazırlanıp okuldan çıktık ve durağa geçtik. Bir gözüm sürekli telefonumdaki saatteydi. Sıraç dudaklarını birbirine bastırarak, ''Arayıp söyle istersen onlara,'' dedi Sıraç.

''Teyzeme mesaj attım zaten,'' dedim. ''Hem ders çalışacağımı biliyorlar ama biraz gecikeceğim galiba.''

''Merak etme bir şey olmaz.''

''Olmaz biliyorum da sadece biraz huzursuz oldum işte.''

''Ben yanındayım Burçe,'' diye sakinleştirdi beni ve bu yüzüme dokunması kadar yumuşak hissettirmişti.

''Teşekkür ederim,'' dedim ben de en az onun kadar sakin bir sesle. Zaten çok beklemeden de otobüsümüz gelmişti. Oturacak yer bulamamıştık ve köşede bir yere geçip tutunarak ayakta durmaya başladık. Sarı renkli demirden tutunurken derin bir nefes aldım. Kırk dakika bir hayli uzun bir zaman dilimiydi.

Yan yana duruyorduk ve boyu benden neredeyse on beş santim uzundu.

Sarı demiri kavrayan ellerimize baktım. Benim elim onun elinin altındaydı. Nedenini itiraf edemediğim bir şekilde tebessüm ettim ama bunu en çok da kendimden gizledim.

Dakikalar geçerken bir kişi indi ve Sıraç bana oturmam için yer verdi. Yavaşça arkadaki boş yere geçip oturdum ve o da yanıma gelerek tutundu. ''İstersen kitaplarını alabilirim?'' diye sordum.

''Yok dert değil,'' dedi.

Üstelemedim. Arkama yaslandığımda telefonum çalmaya başladı ve ekranda Yakup abimin adını gördüm. Telefonu açıp kulağıma yasladığımda, ''Efendim?'' diye konuştum.

''Burçe, neredesin?'' diye sordu Yakup abi. ''İstersen gelip alayım seni?''

''Yok ben yoldayım az kaldı ineceğim,'' dedim.

''Geç oldu biraz merak ettik,'' dedi.

''Teyzeme mesaj atmıştım.''

''Biliyoruz ama endişe ettim işte.'' Soluklandı. ''Neyse sağ salim gel de görüşürüz. Dikkat et.''

''Görüşürüz.''

Telefonu kapatırken Sıraç üstten konuşmaya başladı ve sessizdi. ''Ters bir şey demediler değil mi? Yani ekrandaki isimden anladığım kadarıyla abin galiba?''

''Teyzemin oğlu,'' diye karşılık verdim. ''Merak etmiş de.''

''Anladım.''

''Zaten az kaldı birazdan inerim,'' dedim. Sonra pek konuşmadık. Dakikaları sessizce geride bırakırken inmek için ayağa kalktım. Sıraç arkada boş kalan koltuğa oturmuştu ve direkt gözleri beni buldu. ''İyi geceler,'' dedim ona.

''İyi geceler Burçe,'' diye gülümsedi.

Otobüsten indim ve dikkatlice karşıya geçtikten sonra apartmana girdim. Üst kata çıktım. Bana kapıyı açan eniştem olmuştu. ''Burçe çok geç değil mi?'' diye sordu içeri girdiğimde.

''Ders çalıştım da biraz o yüzden,'' dedim yüzüne bakmadan cevap verirken.

''Öyle olsun bakalım,'' deyip kapıyı kapattı ve mutfağa geçti. Teyzem mutfakta kalan bulaşıkları toplarken ellerini silip bana döndü. ''Hoş geldim bir tanem aç mısın?''

''Değilim teyze,'' dedim. ''Ben odaya geçeyim ders çalışacağım biraz.''

''Zaten ders çalışmadın mı bu vakte kadar?''

''Öyle ama konular yetişmiyor,'' dedim. ''Bir şey olmaz hallederim.''

''Peki güzelim,'' dedi içtenlikle. ''Bir şeye ihtiyacın olursa çekinme sakın.''

''Olur. İyi geceler.'' Odaya girdim ve kapıyı kapattım. Aslında duş almak çok iyi olurdu ama bu şekilde asla. Evde kimsenin olmaması gerekiyordu daha doğrusu artık benim de bu evde olmamam gerekiyordu.

Kapının oradan çekileceğim sıra mutfaktan eniştemin sesini işittim. Işıkları kapatıp kulağımı kapıya yasladım. ''Geç saatte eve gelinir mi Canan?'' Sesi biraz sertti. ''Başımıza bela olacak bak bu kız! Kız öksüz kaldı diye sahip çıkıyoruz ama bu vakte kadar dışarıda olması hiç içime sinmiyor!''

''Selami kız ders çalışıyor,'' diye karşılığını verdi teyzem. ''Burçe çok aklı başında biri. Bir gün duyacak bu söylediklerini çok üzülecek. Kıyamam ben ona.''

''Burçe iyi bir kız olabilir evet ama genç bir kız, bak aklını çelerler yanlış bir şey yapar başımıza kalır.''

Ağzım aralanırken gözlerim doldu ve her seferinde yapayalnız olduğumu anlıyordum. Eniştemin sözleri beni kızdırmıyordu beni sadece üzüyordu o da yalnız kaldığımı hiç unutamayayım diye.

Teyzem hafifçe çıkıştı. ''Burçe öyle biri değil, Allah aşkına sus artık yahu! Kendin diyorsun öksüz kaldı kızcağız, yazık günah!''

''Beyza'nın, Yusuf'un triplerini sen çekmiyorsun tabii! Farkında mısın her odada ayrı bir dünya var. Annen babandan gına geldi! Ev mi yardım kurumumu belli değil.''

''Selami!'' diye sertçe uyardı bu kez teyzem. ''Yeter artık! Annemi babamı sokağı mı atayım? Senin annene babana da baktım zamanında. Altından bezlerini temizledim bir kez olsun lafını etmedim. Sen kendini işini gören anne babama laf ediyorsun bir de! Biz de yaşlanacağız Selami bunu sakın unutma!''

''Neyse,'' dedi eniştem kısa bir sessizlik sonrasında. ''Ben yatıyorum artık! Bu arada Burçe'ye söyle eve biraz daha erken gelsin. Salonu da ona zimmetledik zaten çalışacaksa orada çalışsın.''

İnsan zerre kadar gözle görülmeyen bir şey olsa hiçbir yere sığamazmış ben de öyleydim. Artık emindim. Vizeleri atlattıktan sonra buradan gidecek ve iş bulup çalışacaktım.

Herkesin uyuduğundan emin olduktan sonra ışıkları açtım ve masa başına geçtim. Biraz da Nazlı'yla sohbet ettim tabii. Bir uykulu bir uyanık olurken alarm vermeye başladım ve yatağımı açıp içine girdiğim gibi uyuyakaldım.

Sabah erkenden uyanıp hazırlandım. Zor bir hafta geçiriyordum ama buna katlanmak zorundaydım. Yakup abi işe gittikten sonra ben de onun ardından çıktım ve durakta çok beklemeden okula geldim. Aslında ilk dersim öğleden sonraydı ama derse kadar kütüphanede çalışmak iyi gelecekti.

Güvenlikten geçip sakin adımlarla biraz da esneyerek yürürken, ''Uyanamadık galiba?'' diye bir ses duydum hem yan taraftaki bankta oturmuş bana seslenen Sıraç'a baktığımda.

Kaşlarımı çatıp saf saf, ''Günaydın,'' dedim. ''Hava çok soğuk neden buradasın?''

Oturduğu yerden kalktı. ''Seni bekledim.''

''Anlamadım?''

''Sözelin iyi diye biliyorum,'' diye güldürmeye çalıştı.

Kafamı öne eğerek salladığımda, ''Uykumu alamadım sanırım kusura bakma,'' dedim. ''Neden beni bekledin?''

Derin bir nefes aldı ve karşımda durdu. Ona nasıl baktığımı bilmiyordum ama o bana iyi bakıyordu. Elini cebine götürdü ve çok tatlı ve zarif bir ambalaja sahip kutuyu elinde tuttu. Alnım hafifçe kırışırken onu bana uzattı. ''Bu senin için Burçe.''

''Bu ne ki?'' diye sordum.

''Açıp bak.''

Yavaşça önce dışındaki paketi açtım sonra karşıma kahve renginde bir kutu çıktı. Bu rengi çok severdim. Kutunun kapağını açtığımdaysa yıldızlı bir kolye gördüm. Benim kolyeme çok benziyordu. Şaşkınlıkla ağzımı açarken kalbim titremeye başladı. ''Sıraç bu...''

''Kolyeni bulamadım ve senin için değerli olduğunu biliyorum. Evet bu kolye senin kolyen kadar değerli olmayabilir ama minicik de olsa iyi hissetmeni istedim. Yıldızlar da adından geliyor sanırım. Burçe küçük takım yıldızı demekmiş,'' dediğinde gözlerim dolu dolu ona baktım. Ekledi. ''Hayatıma yeni bir bilgi kattığın için teşekkür ederim, küçük takım yıldızı.''

Ağlasam abartmış olur muydum? En son ne zaman mutluluktan ağlamıştım ki?

''Çok çok teşekkür ederim,'' dedim ne diyeceğimi bilemeden. ''O kadar düşüncelisin ki... Ben sana ne söylesem bilemedim.''

''Bana hiçbir şey söylemene gerek yok ki,'' dedi Sıraç. ''Umarım ki güzel yüzündeki hüzün biraz olsun söner ve yıldızın parlamaya devam eder.''                  

                                         🍃

Bölüm sonu.

Dilerim ki severek okuduğunuz bir bölüm olmuştur. Oy vermeyi ihmal etmeyelim. ^^ Kurgumuz yavaş yavaş genişleyecek ve yeni karakterlerle tanışacağız. Bölümler de uzayacak.

Kısa zamanda görüşmek dileğiyle. Whatsapp kanalına gelirseniz bol bol konuşuyoruz daha doğrusu bir ben konuşuyorum ama emoji bırakarak karşılık veriyorsunuz ^ Instagramdan kanal bağlantısı bırakacağım.

Ig. sumeyyedmrkan

Continue Reading

You'll Also Like

752K 12.7K 7
Yıllarca aile baskısı gören , aile sevgisinden mahrum kalan Peri. Babasına gelen telefon ile doğumda karıştırıldığını öğrenir. Peki bundan sonra ne o...
737K 39.4K 52
En candan gördüğün insanlar en çok canını yakanlardır...🥀🍂 -Mübrem ●●●Ferman Miroğlu ve Jiyan Miroğlu'nun hikayesine hoş geldiniz:)●●● Çoğu sahne...
195K 8.4K 58
Köyde geçen bir aşk hikayesi... O bir inci tanesiydi; Dışı dillere destan bir güzel... Naîf kırılgan ve nârin... Köy kurgusu ve abimin arkadasşı konu...
76.3K 3.7K 30
°Aile kurgusu° İzel 17 Yıl boyunca hayatını Cehenneme çeviren Ailesinin gerçek Ailesi Olmadığını öğrenir. Peki ya Yıllar sonra çektiği acılara rağmen...