entrancing / hyunin

By slutforoseanne

19.2K 2.3K 3.9K

[texting+düzyazı] 6 senedir hyunjin'e sırılsıklam aşık olup her gününü onu izleyerek geçiren jeongin, en sonu... More

i
ii
iii
iv
v
vi
vii
viii
ix
x
xi
xii
xiii
xiv
xv
xvi
xvii
xviii
xix
xx
xxi
xxii
xxiii
xxiv
xxv
xxvi
xxvii
xxviii
xxix
xxx
xxxi
xxxii
xxxiii
xxxiv
xxxv
xxxvi
xxxvii
xxxviii
xxxix

xxxx'f

279 34 181
By slutforoseanne

jeongin

"kafanı sola çevir biraz... gözlerini de kıs, harika!"

hyunjin çektiği fotoğrafı heyecanla bana göstermeye geldi. bakıp gülümsedim. "güzel olmuş."

gezimizin ikinci gününde güneş batarken seine nehri'ne gelmiştik. sözde kameraya alınması gereken kişi hyunjin'di ama o durmadan beni çekmek istiyordu. elinden kamerayı düşürmüyor, güzel bulduğu her şeyi çekiyordu. onun buraya önceden de geldiğini biliyordum fakat ona rağmen heyecanlıydı.

elimden tutarak yürümeye başladı. "bir cafe vardı buralarda, hâlâ duruyor mudur acaba?"

etrafına bakınıp hafızasını tazelemeye çalıştı. en sonunda görmek istediği binayı bulunca oraya yöneldik. küçük pembe bir şeydi, renkli çiçekler ve rüzgâr gülleriyle süslenmişti ve çok tatlı gözüküyordu. içeri girince ne istediğimi sordu. tok olduğumdan kahve istedim sadece, o da kendine kahve söyledi. ileri düzeyde olmasa da fransızca konuşabiliyordu ve ben buna takmış, her dakika fransızca konuşması için darlıyordum onu. ne kadar doğru olduğunu bilmesem de kulağa hoş gelen bir aksanı vardı ve iletişim kurabiliyordu. çok havalı.

"lisede heves edip öğrenmiştim, iyi etmişim değil mi?"

gelen kahvemi içerken kafa salladım. "efsane dil. küfretsen şiir okuyorsun sanarım."

dediğime güldü. kahvelerimiz geldiğinde bir yudum alıp bana döndü. "buradan sonra nereye gitmek istersin?"

arkama yaslanıp cafenin büyük camından dışarı baktım. hava kararmıştı ve sokak ışıklarıyla dükkanların renkli ledleri sokağı aydınlatıyordu. esen hafif rüzgâr cafenin aralık kapısından içeri sızıp kahvelerimizin dumanını uçuruyordu.

"ben bilmem ki, başka sevdiğin bir yer varsa oraya gidelim."

bunu dememi bekliyormuş gibi gülümsedi. kahvelerimizi bitirmeden ikimizin fotoğrafını çekti ve içtiğimizde ödemeyi yapıp beni de elimden tutarak cafeden çıkardı.

hafif yağmur çiselerken esen rüzgâr yüzümüzü yaladı. yağmur yağacak kaygısıyla sokaktaki insanlara hoş bir telaş havası hasıl oldu. kimisi dükkanların içine geçiyor, kimisi kapüşonunu kafasına geçiriyor kimi bisikletli de pedallarına asılıyordu. bu koşuşturmanın içinde hyunjin gayet rahat bir tavırla metro istasyonuna doğru ilerliyordu.

metrodan birkaç durak sonra indiğimizde biraz daha yürüdük. yolda hyunjin'e nereye gittiğimizi sorup durdum fakat net bir yanıt alamadım. "gidince görürsün, sabret biraz" diye beni geçiştirip durdu. neyse ki bekleyişim çok uzun sürmedi.

ağaçlarla dolu yeşil bir parka gelmiştik. göletin çevresine yapılmış yürüyüş yolları, banklar ve köprüler vardı. yağmurun biraz hızlanması sebebiyle insanlar yavaş yavaş burayı da terk etmeye başlamıştı.

sırt çantamdan ne olur ne olmaz diye yanıma aldığım şemsiyeyi çıkarttım ve ortamıza gelecek şekilde tuttum. hyunjin de tek elini elimin üzerine koyunca göz göze gelip birbirimize gülümsedik ve yolumuza devam ettik.

göletin yanındaki banklardan birine oturduk. dalı üzerimize sarkan ağaç yapraklarıyla yağmurun üzerimize gelmesini engelliyordu bu yüzden şemsiyeyi kapattım. yavaş ama kalın yağan yağmur damlaları sakin göleti hareketlendiriyor ve toprak kokusu burunlarımıza geliyordu. buraya neden geldiğimizi bilmiyordum ama sevmiştim.

"tam bizim geleceğimiz zaman yağması biraz talihsizlik." diye böldü sessizliği.

gülümseyerek ona baktım. "aksine, ortamı güzelleştirdi. yağmuru seviyorum."

gölete bakıp manzarayı izledim. tam kulaklığımı takıp gezmelik bir havaydı. hyunjin'le hep böyle manzara izleyebileceğimiz yerlere gelmeyi seviyordum ve o benim hoşuma gittiğini farkedip bizi sürekli böyle yerlere getiriyordu.

yan tarafımdan gelen flaş ve sesten sonra hyunjin'e döndüm. fotoğrafımı çekmiş yine sırıta sırıta oraya bakıyordu.

"bulduğun her güzel manzarayı böyle dalarak izlemeyi niye bu kadar seviyorsun?"

omzumu silktim. "bilmiyorum, huzurlu hissettiriyor." ardından derin bir nefes aldım. "peki sen niye her seferinde bizi böyle güzel manzarası olan yerlere getiriyorsun?"

fotoğraftan gözlerini ayırıp bana baktı ve kafasını yana yatırdı. dudaklarındaki gülümsemeyle sevgiyle süzdü beni.

"seni izlemesi güzel hissettiriyor."

o güzel bakışlarından sonra bu cümleyi duyunca yanaklarımın kızarmasına engel olamadım. bu hareketlerine hazırlıksız yakalandığımda kalp ritimlerim değişiyordu. gözlerim kısılıp yok oluncaya kadar gülümsetiyordu beni. en güzeli ise bunu tek bir hareketi ve kısacık bir cümlesiyle bile becerebilmesiydi.

gözleri gözlerimdeyken elleriyle ellerimi tuttu ve avuçları arasına aldı. "hiç boşluk hissettiğin oluyor mu?" diye bir soru yöneltti bir anda.

gözlerimi kırpıştırıp düşündüm ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. "ne gibi bir boşluk?"

gözlerini kısıp düşünceli mırıltılar çıkardı. "ımm... mesela kalbinde olabilir, aklında olabilir, böyle hiç beklemediğin bir anda boşlukta gibi hissedebilirsin. ya da..."

avcundaki elimi kaldırıp havada tuttu ve parmağımı işaret etti. "parmaklarında?"

oraya baktığımda kaşlarım çatıldı. yüzüğüm olması gereken yerde değildi. bir an düşündüğümde dünden beri takmadığımı hatırladım ve kendi kendime farketmediğim için kızdım. hyunjin darılmış olmalıydı.

"ben, unutmuşum..."

sitemkâr bir ses tonunda "kayıp mı ettin yoksa?" diye sordu. üzülmüş gibi dudaklarını büzdü ama hafif gülmesinden dalga geçtiği belli oluyurdu. aslında bunu çok dert etmezdi ama geçen günlerde o takmayı unuttuğu için bir süre konuşmamıştım onunla. şimdi düşününce aptallık ettiğimi anlamıştım çünkü aynı duruma düşmüştüm. ve yüzüğüme gelecek olursak... nerede bıraktığımı hatırlamıyordum.

mahçup olmuş gibi kafamı eğdim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "özür dilerim..."

sırıtıp güldü. tek elini yanağıma götürüp okşadı. "üzülüyor bir de. şaka yapıyorum, ısırırım seni."

ben de gülümsemeye başladım. "ilk gün otele vardığımızda duşa girip yatmıştım ya, işte o zaman çıkarıp lavabonun üzerine koymuş olmam gerekiyordu ama hiç görmedim. acaba görevliler falan mı almıştır?"

sırıtmaya devam ederken gözlerini kaçırdı ve alt dudağını dişledi. doğrulup yanında çantaya uzandı ve içini kurcalamaya başladı.

"hani ilk geldiğimizde çok yorgunduk, saat farkı yüzünden gündüz de bir süre uyumuştuk ya."

onaylar biçimde kafamı salladım. "evet?"

"sonra hani sen uyandığında ben dışarıdan gelmiştim, hava almaya çıktığımı söylemiştim ya..."

devamını getirmesi için meraklı gözlerle ona bakıyordum. en sonunda aradığı şeyi buldu ve çantasından bir poşet çıkardı. heyecanla bana döndü ve açmaya başladı.

"sen de bana seni uyandırmadığım için kızmıştın, hatta seni aldattığımın dalgasını geçmiştin."

poşetten siyah, küçük bir kutu çıkardı ve kaşlarını kaldırıp ne tepki vereceğimi görmek için bana baktı. ben meraklı meraklı kutuya bakıyordum.

"evet, nolmuş??"

"işte o zaman ben bunları yaptırmaya gitmiştim."

kutuyu açtı. içinde bizim yüzüklerimiz vardı fakat ikisi de aynı duruyordu. kaşlarımı çatıp yüzüğe uzanacağım sırada kutunun kapağını kapatıp geri çekti.

"önce bir söz almam gerek senden."

derin bir nefes alıp gözlerimi devirdim. "ay hyunjin, çatlatma insanı."

kıkırdadı. "sen de ne sabırsız çıktın..."

"nesini yaptırdın ki? aynı duruyorlar. ver de bakayım!"

sabırsızlandığımı görünce "peki..." diye mırıldanıp kapağı açtı ve içinden benim yüzüğümü çıkardı. yüzüğü biraz büyütüp sağ elime uzandı ve takmadan önce kafasını kaldırıp bana baktı.

"aslında sana bunlarla evlilik teklifi etmek isterdim ama... şimdilik erken, acelemiz yok. senden istediğim söz, evlenme kararı alıp yerine alyanslarımızı takıncaya kadar bu yüzüğü çıkarmaman, aynı benim yapacağım gibi. sakın, bak sakın diyorum, evleninceye kadar çıkarttığını görmeyeyim."

yüzüğü bana yaklaştırıp içini gösterdi. gördüğüm şeyle şaşkına döndüm. yüzüklerin içine isimlerimizi yazdırmıştı, böyle geçrekten de evlilik yüzüğü gibi duruyordu. o kadar hoşuma gitmişti ki ağzım kulaklarıma varıncaya kadar sırıttığımı fark etmemiştim bile. hemen elinden kapıp incelemeye başlamıştım.

"söz ver çıkarmayacağına dair."

"söz, yemin, vallahi billahi!"

bir an duraksayıp bu anıyı daha önce de yaşadığımı düşündüm. hyunjin'e baktım, o da aynı şekilde bana bakıyordu.

"dejavu oldun değil mi?"

"aslında sevgili olursak vereceğimi söylemiştim ama... benden süre istedin, o zamana kadar sende kalsın. sakın, bak sakın diyorum, biz sevgili olmadan parmağında görmeyeyim."

şaşkınlıktan ağzını açıp bir yüzüğe bir bana baktı. sanki çok narin, kırılgan bir şeymiş gibi dikkatle aldı yüzüğü. bir süre inceledi.

"söz ver takmayacağına dair."

"söz, yemin, vallahi billahi!"

...

aklıma gelen anılarla gülümsedim. cidden insanın ne zaman ne yaşayacağı asla belli olmuyordu.

biz orada konuşurken yağmur da çoktan dinmişti. kol kola girip parka yakın olan otelimize doğru ilerledik. yolda giderken açık olan bir pastaneden birer dondurma alıp paris'in bok kokan sokakları hakkında konuştuk. duyduğumda inanmasam da gerçekten kokuyordu buralar.

ceketimi çıkarıp üstümü bile değiştirmeden yatağa attım kendimi. kollarımı iki yanıma açıp gözlerimi kapattım. bu kadar yorulduğumu fark etmemiştim. birkaç hışırtı sesinden sonra sol kolumda baskı hissettiğimde hyunjin'in de yattığını anladım. bana doğru yan yatmış yarım açık gözleri ve yüzündeki gülümsemeyle beni izliyordu.

"yarın gideceğiz."

hatırlattığı şeyle dudaklarımı büzdüm. her ne kadar bok koksa da sevmiştim burayı.

"ne o, özlemedin mi arkadaşlarını?" diye sordu üzüldüğümü görünce.

"özledim tabii ama biraz daha kalmaya hayır demezdim."

yarım ağız sırıtıp koluna yüklenerek beni altında bıraktı. dudağıma kısa bir öpücük kondurup yüzüme eğildi.

"işlerim olmasa biraz daha kalırdık ama çalışıp para kazanmam gerek."

kıkırdayıp "evimin direği." diye dalga geçtim. sonra iş meselesi açılınca yeni çıkaracakları albüm geldi aklıma. "şaka bir yana, saçlarımı boyatacağım diyordun. ne oldu o işe?"

ben sorumu sorarken o rahat durmayıp ellerini tişörtümün içine sokmuş açıkta kalan belimi okşuyordu. huylanıyordum.

"şarap kırmızısı yapacağım sanırım."

kaşlarımı kaldırıp aklıma gelen fikirle gülümsedim. bir yandan kollarımı onun boynuna dolarken "ben de gece mavisi mi yapsam ne?" dedim. "hangi saç rengi daha çekici sence?"

"siyah." dedi hiç düşünmeden bir çırpıda.

"hm, niye?"

"çünkü..." dedi sırıtıp dudaklarımızı birleştirmeden önce.

"çünkü yang jeongin'in saçları siyah."

********************************

sonunda bitti amk fici

biz bu final icin mi bu kadar bekledik amk😤 diyeceksiniz, evet mlsf🎀🎀 ve hani sevistirecektin amk😤 diyeceksiniz, ben sevistirmem mlsf🎀🎀

sonunu getirebildigim ilk ficimdi, bundan once bir denemem daha olmustu ama bok gibi oldugu icin sildim. (hem de minsungdu) o yuzden eger hatamiz sacmaladigimiz yer varsa affoluna🙏🙏

destegi gecen yorum yapan oy veren herkese birrrrrr suru cok cok cok tesekkurler optum hepinizi😽😽😽

btw hayrusumu cok seviyorum bu burada kalsin❤


Continue Reading

You'll Also Like

162K 14.7K 42
hynjinnnn: Artık sen benim günlüğümsün Bu mesajları görmeni beklemiyorum 30 milyon takipcin var nerdeyse çoğu sana bu şekilde yazıyodur Zaten günlük...
344K 43.3K 41
bir ipe bağlanmayı öğretmek fwb texting / düzyazı slowburn⚠️
4.3K 576 12
Chrisin seçimi değildi bir erkeğe aşık olmak Ama başına gelen en güzel şeydi Felix 18 yaşında Chris 25 yaşında Ona göre okuyun ∆ açık resimler ∆ yaş...
110K 9.5K 40
[TAMAMLANDI✔] Yıllar önce dağılan bir grubu lanet tarih hocalarının bir proje vermesiyle geri toplanmak zorunda kalırlar ama bu sefer duygular ciddiy...