entrancing / hyunin

By slutforoseanne

20K 2.3K 4.1K

[texting+düzyazı] 6 senedir hyunjin'e sırılsıklam aşık olup her gününü onu izleyerek geçiren jeongin, en sonu... More

i
ii
iii
iv
v
vi
vii
viii
ix
x
xi
xii
xiii
xiv
xv
xvi
xvii
xviii
xix
xx
xxi
xxii
xxiii
xxiv
xxv
xxvi
xxvii
xxviii
xxix
xxx
xxxi
xxxii
xxxiii
xxxiv
xxxv
xxxvi
xxxviii
xxxix
xxxx'f

xxxvii

359 37 209
By slutforoseanne

jeongin

kolunu uzattı yerden kalkmam için. karın altına giren ellerimi çıkartıp tuttum elini. üstümü başımı silkeleyip gözlerimi kapatan beremin altından somurttum hyunjin'e. o ise şu hâlime kıkır kıkır gülüyordu.

konserin ertesi günü bütün şehri ayaklarımız altına alan yüksek bir tepeye gelmiştik. kar yağmıştı ve buraya bayağı birikmişti, bu yüzden gecenin bir vakti gelip hyunjin'le kartopu savaşına başlamıştık. etrafta bizden başka kimsecikler yoktu ve karanlığı aydınlatan tek şey hyunjin'in arabasının farlarıydı.

"keşke kafama atmasaydın ya."

"headshot!! on metre öteden tam kafana attım, ben neyim ya..."

somurtmama rağmen gülmekten nefes nefese kalmıştı. o kadar komik gülüyordu ki ben de istemeden gülmeye başladım. ellerini uzatıp kafamdaki bereyi düzeltti ve kulaklarımı içine soktu.

"acıdı mı bir yerin?" diye sordu ilgiyle.

"yok ya, kar yumuşak zaten."

kafasını salladı. "üşüdün mü peki?"

"biraz."

tekrar kafasını sallayıp arabaya doğru gitti ve arka koltuktan termos ile bir tane bardan alıp banka oturdu. eliyle gelmemi işaret etti. ben yanında otururken o, bardağa sıcak çikolata doldurdu. ardından yüzünde mahçup bir ifadeyle "bardağın tekini getirirken kırdım da... al sen iç bundan." dedi.

ilk bardağa sonra ona bakıp gülümsedim. "sorun yok, aynı bardaktan içebiliriz."

elindeki bardağı alıp bir yudum içtim. buz gibi havada çok iyi gelmişti bu. hyunjin'e uzattım ve o da bir yudum içti. bardak onun elindeyken kafamı onun omzuna yatırdım.

manzaramız da çok güzeldi. şehrin ışıkları beyaza bürünmüş sokakları aydınlatıyordu. karşıda bulutların arasından dolunay gözüküyordu. yanımdaki hyunjin ise hem manzaraya hem ortama lezzet katıyordu.

bana yaklaşıp tek kolunu arkamdan geçirdi ve sarıldı. elindeki bardağı alıp biraz içtikten sonra gözlerimi kapattım. zaman tam şu an dursa, diye geçirdim içimden. uzun zaman sonra en huzurlu hissettiğim yer burası olmuştu. sevgilimle tepenin birine gelmiş kar oynadıktan sonra harika manzarayı karşımıza almış birlikte sıcak çikolata içiyorduk. kargaşa yok, gürültü yok, babam yok; sadece artık 'sevgilim' diyebildiğim hyunjin ve beraberinde getirdiği güzellikler var.

fakat huzurum her an bozulacakmış gibi geliyordu. babam yarın evde olacak ve okul açılacaktı. bardaki işimi bıraktığımı hâlâ babama söylememiştim. evet sosyal medyadan cebime güzel miktarda para giriyordu ama babam buna sıcak bakmayacaktı. neden mi? çünkü çalışmıyor olacağım. babam kendisi çalışırken oturan birini gördüğünde sinirlenmeye başlar ve hemen emirler yağdırır boş durmasın diye. üstelik hyunjin'in konserde yaptığı şeyi de gördüyse muhtemelen geldiğinde cansız bedenimi nasıl ortadan kaldıracağını düşünmeye başlardı.

yanıbaşımdaki hyunjin dudaklarını beremin içinden çıkan saçlarıma değdirdi. "uykun mu geldi?"

"hmhm..." diye mırıldandım.

yüzümü görebilmek için iyice eğildi. "gel o zaman, gidelim artık."

huysızca homurdanıp "hayır, burada uyuyacağım ben." dedim.

güldü. "peki, fena fikir değil aslında..."

yerine geri yaslandı ve boş bardağı yere, karların üstüne bıraktı. kolumdan tutup kafam onun kucağına gelecek şekilde yatırdı beni. yerim gayet rahattı. daha rahat etmem için üzerime eğilip beremi çıkardı ve saçlarımı okşamaya başladı. hafiften rüzgâr esiyordu. hyunjin'in sıcak ellerini soğuktan donan yanaklarımda hissetmek daha da uykumu getirdi ama uyumak istemiyordum. gözlerim kapalıydı, açmak istiyordum ama açamıyordum da.

elleri saçlarımdayken bir sürü küçük öpücükler kondurmaya başladı yüzümün her yanına. bu haraketiyle bir gülümseme yayıldı yüzüme. gülümsediğimi görünce birkaç saniyeliğine durdu, ardından dudağımı öptü ve geri çekildi. kısık bir sesle fısıldadı. "kar yağıyor."

gözlerimi açtım ve etrafa baktım. hyunjin yüzümü kardan korumak için elini siper etmişti. doğruldum ve gökyüzüne baktım. yavaş yavaş yere süzülüyordu kar taneleri.

yanımdaki hyunjin'e baktığımda gülümsediğini gördüm. gözlerini bana çevirdi ve kıstı. "aklıma harika bir fikir geldi."

"neymiş?"

"sana video fikri buldum." derken sinsi sinsi gülümsedi ve ayaklanarak arabasına gitti. sürücü tarafından arabaya girip radyodan bir şeyler ayarlıyordu. bağırdım ona, "ne fikri ya!"

kapıyı açık bırakarak aynı gülümsemeyle çıktı arabadan. yavaş bir müzik açmıştı. yanıma gelip elimden tuttu ve arabanın farının önüne götürdü beni. telefonunu açıp kameraya girdi ve videoya ayarladı. telefonu arabanın önüne sabitledi. gülümseyip boğazını temizledi ve hafif eğilerek elini uzattı bana.

"benimle dans etmek ister miydiniz?"

ağzım açık kalırken gülmeye başladım. hyunjin ise eli havada, istek ve merakla karışık bir tebessümle cevabımı bekliyordu. "sen şaka mısın ya..."

tebessümü büyürken aynı istekle tuttum elini. ellerimizi havaya kaldırırken öbür elini yavaşça belime yerleştirdi. ben de boşta kalan elimi onun omzuna koydum.

arabanın radyosundan gelen müziğin ritmine uymaya çalışarak dans ediyorduk. gülümsemekten yüz kaslarım ağrımıştı resmen. o kadar tatlıydı ki... her seferinde beni kocaman gülümsetecek jestler yapıyordu, gece aklıma gelip kendi kendime sırıtmama neden oluyordu hareketleri. bir zamanlar babam yüzünden ağlamaktan uyuyamadığım geceler yoktu artık. artık güzel anılarım meşgul ediyordu zihnimi. uyumadan önce çöken ağırlıkla onun güzel yüzü tatlı bir hayal şeklinde gözlerimin önüne geliyordu. kulağımı onun gülücük sesleri dolduruyordu. her geçen gün daha da seviyordum onu.

kafamı kaldırıp gözlerimizi buluşturduğumda onun da yüzünde gülümseme vardı. dudakları hafif yukarı kıvrılmıştı ve gözleri doğrudan gözlerime bakıyordu. zihnini okuyamasam da aklından geçenleri anlayabiliyordum az çok. bana her böyle duygu yüklü bakışında kalbim hızlanıyordu. buz gibi havada içimi ısıtan bakışlarıyla değer verdiğini nasıl hissettireceğini kesinlikle çok iyi biliyordu.

adımlarımız uyumluydu. ben nasıl dans edileceğini bilmiyordum ama hyunjin beni çok güzel yönlendiriyordu. yağan kar ikimizin de saçına geliyordu, rüzgâr benim yüzüme doğru esmeye başlarınca kar taneleri yüzüme uçuşmaya başladı. hyunjin kafamı göğsüne yaslayarak yüzümü örttü. böylece aramızdaki mesafe de kapanmış oldu. rüzgâr geçince kafamı kaldırdığımda göğüslerimizi birbirine dayadım ve iyice yakınlaştım ona. yüzüne döndüğümde nefesini hissedebiliyordum.

çok yakınında, dibinde olmama rağmen kulağıma eğilip "seni seviyorum."diye fısıldadığında titreme kapladı içimi. heyecanlandım. hyunjin geri çekildiğinde dudaklarına doğru "ben de seni seviyorum." dedim aynı ses tonuyla. gözleri ilk dudaklarıma, sonra gözlerime baktı. rüzgâr saçlarını savuruyordu. tam da huzur bulduğumu düşündüğüm sırada bu güzel havayı kasvete boğan bir ses duyuldu arka cebimdeki telefonumdan. çıkarıp baktığımda babamın aradığını gördüm.

elimde çalmaya devam eden telefonla kalakaldım öylece. ne yapacağımı bilmez bir hâlde hyunjin'e baktım. telefonu elimden aldı ve arayanı görünce kaşları çatıldı. sinirli bir ifade takındı.

"niye arar ki bu saatte?" dedi soğuk ses tonuyla.

dudaklarımı yemeye başlamıştım yine. babam asla hâl hatır sormak için aramazdı beni. iki seçeneğim vardı; ya geleceğini haber verecekti, ya da konserde olanları görmüştü ve telefonda bana azar atacaktı -ki bu hiç iyi değildi.- ilk seçeneğin olması için dua ediyordum içimden.

"açmalı mıyım?" diye sordum tedirginlikle.

dudaklarını yaladı agresif bir tavırla. "gece gece moralini bozacak. bana kalırsa açma."

kafamı salladım. haklıydı. böyle güzel bir gecede onun telefona tükürürcesine bağırarak beni azarlamasına katlanmak istemiyordum. sessize alıp cebime attım telefonu. bu sırada müzik de bitmişti zaten.

"gidelim." dedim hyunjin'e çaresiz gözlerle bakarak. babamsız geçirdiğim bir haftanın sonuna geliyorduk. gelmesini istemiyordum, bir şey olsun da gelemesin diye dua ediyordum.

hyunjin kafa salladı dediğime. ben arabaya geçip otururken o bardak, termos ve beremi alıp geldi. sürücü koltuğuna binip beni eve bırakmak için arabayı çalıştırdı. yollar buzluydu.

şehre doğru inerken bozulan moralimle dışarıyı izliyordum. hyunjin bu hâlimi görünce beni dürttü ve gözlerini yoldan ayırmadan telefonunu bana uzattı.

"bak bakalım çektiğimiz videoya. paylaşırsın belki."

telefonu aldım fakat şifre istiyordu.
"şifren neydi?"

"080201"

kafa sallayıp şifreyi girdiğimde açıldı telefon. galeriye girip videoyu açacağım sırada jetonum düştü. doğum günümü şifresi yapmıştı. gülerek ona baktığımda sırıtmaya başladı. tatlılığı çıldırtacaktı beni.

videoyu açıp izledim. harika gözüküyordu. böyle güzel bir şeyi anı olarak kaydetmesi çok iyi olmuştu. açıp açıp izleyecektim muhtemelen. videoyu kendime atıp arkaya ses ekleyip paylaşacaktım en yakın zamanda.

"bana da göstersene." dedi hyunjin. ona doğru kayıp videoyu açtım ve ona tuttum. kırmızı ışık geldiğinde döndü ve yüzündeki tebessümle videoyu izledi. yeşil yandığında videoyu kapattım. hyunjin sağ eliyle elimi tuttu bir yandan arabayı sürerken.

"bak ne diyeceğim," dedi. "madem baban yarın geliyor, geceyi birlikte geçirelim mi?"

kaşlarımı kaldırdım. "e oluur. evde mi duracağız?"

"sen nasıl istersen öyle yapalım."

gözlerimi kısıp düşündüm. "dışarısı soğuk, hem kar yağdı açık yer bulamayız. evde duralım bence."

kafasını aşağı yukarı salladı. biraz ilerleyince evime giden sokağa değil başka bir yere sapmıştı. kaşlarımı çattım. "nereye?"

"e evde duralım dedin ya."

"evime buradan gidilmiyor."

yüzü yola dönükken gözleri bana baktı yandan yandan. sırıttı. "senin evine gideceğimizi kim söyledi?"

şaşırdım. daha önce hyunjin'in evine gitmemiştim. aslında merak ediyordum ve söylemek de aklımdaydı ama şu an gideceğimizi düşünmemiştim.

"sıkıntı olmaz değil mi?" diye sordu yumuşak ses tonuyla. "hayır tabii ki. gidelim." diye yanıtladım. hep düşünceli davranmasını ve ufacık şeylerde bile beni kırmamaya özen göstermesini çok seviyordum. yumuş yumuş ediyordu beni.

saat gece yarısını geçerken hyunjin arabasını durdurduğunda bir sitenin önündeydik. ikimiz de arabadan indik. hyunjin sitenin kapısına doğru gitti, şifre girdi ve güvenliğe selam verip elimden tutarak oturduğu binaya doğru ilerledi. lükstü, bloklar neredeyse aynıydı ama hepsi çok geniş ve modern duruyordu. beyaz ve yer yer gri kısımları vardı. bahçe oldukça büyük ve yeşildi, rengarenk çiçekler çok güzel görünüyordu. çocukların oynaması için kocaman bir park ve spor aletlerinin olduğu alan vardı. bunlar sadece benim gördüğüm kısımdı, kim bilir görmediğim daha neler vardı...

içeri girerken hyunjin yüzümdeki hayranlık dolu ifadeyi gördü. "güzel, değil mi?"

ona döndüm. "cennetten kovulan meleğin tekisin sanıyordu ama görünen o ki henüz kovulmamışsın. cennet gibi yer, mükemmel..."

asansörle çıkıp dairesine vardığımızda şöyle bir göz gezdirdim. dışarıdan geri kalır yanı yoktu. en güzel markalardan oldukça kaliteli mobilyaları vardı. genişti.

montlarımızı çıkarıp hyunjin'in yatak odasına gittik. gri tonları yoğunluktaydı. uzun dolaplar ve çift kişilik yatağı vardı. kocaman kitaplığın boş yeri yoktu. cam kenarında iki tane tek kişilik koltuk vardı. içerisi hafif lavanta kokuyordu. oldukça derli topluydu. ayrıca bateri çalışmak için de ayrı bir odası vardı. zengin olduğunu biliyordum fakat bu kadarını da beklemiyordum doğrusu.

ben onun yatağına otururken o, mutfağa içecek bir şeyler koymaya gitti.  kendimi yatağa bıraktım, çok rahattı. uykum da vardı ama uyumak istemiyordum. kafamı yastığa koydum. yastığı çok güzel kokuyordu. yan dönüp içime çektim kokusunu, hyunjin de aynı böyle kokuyordu.

gözlerimi kapatıp onu beklerken burnuma gelen kahve kokusundan geldiğini anladım. gözlerim açıp doğrulurken kahvemi bana uzattı. kendisine yapmamıştı.

"aslında içecek başka bir şey getirecektim ama uykun vardır diye kahve yaptım." derken dolabın kapağını açıp kıyafet çıkardı. "istersen uyuyabiliriz ama."

farketmez, demek istercesine omuzlarımı silktim. "kahve uykumu açmıyor zaten."

ben kahvemi yudumalarken üstündeki sweati çıkarıp tshirt geçirdi. hiç çekinmeden onu izledim, o da hiç çekinmeden çıkardı zaten. fiziği gerçekten mükemmeldi. hâlâ daha yunan heykeli derdim, hâlâ taş gibi, her şeyi tepeden tırnağa mükemmel, ultra çekici, meteor gibi, dünyanın en mükemmel adamıydı. bu sıfatları ona az bile buluyordum. daha az dile getirsem de ilk gün ona yazan enayi kişiliğim hâlâ içimde bir yerlerde duruyordu.

dolaptan çıkardığı bir tshirtü bana uzattı. "altına ne giyeceksin? donmazsın değil mi?"

içerisi zaten sıcacıktı. üstümdekilerle sıcaklamıştım. "ne varsa giyerim, sen ver herhangi bir şey."

kafa sallayıp dolaptan çıkardığı diğer şeyi uzattı. "al sen giy bunları, ben bardağını koyup geleyim."

bitirdiğim bardağı koyamaya mutfağa giderken ben de onun verdiklerini giymeye koyuldum. beyaz bir tshirt ve... altına siyah şort vermişti?

şortu giyip aynaya baktım. diz kapağımın beş parmak kadar üstünde bitiyordu. bu kadar kısa giymeye alışık değildim açıkçası. ne varsa giyerim dememi fırsata çevirmişti sanırım...

aynada kendime bakarken odaya girdi. yavaşça yatağa oturup ellerini yatağa yasladı ve kafasını hafif geri atarken aynadan benim yansımama baktı. bıyık altından sırıttığı gözümden kaçmadı.

"yakışmış."

kaşlarımı kaldırıp şaşkınlıkla kafamı çevirdim. normalde bunu söylemesi gayet normaldi ama bacaklarıma bakarak söylemesi... bilemiyorum. kalbimi hızlandırmıştı.

yine yavaşça ayağa kalktı ve cama ilerledi. perdeyi aralayıp dışarı baktı. ardından bana döndü. "kar yağıyor."

usulca yanına gidip perdeyi açtım ve dışarıyı izledim. manzara da mükemmeldi. hayır, dışarısı değil, hyunjin'in cama yansıyan yüzü. bir insanın makyajsız hâliyle bile bu kadar güzel olması akıl alır şey değildi...

camdaki yansımasını izlerken beni yakaladığını sırıtmasından anlamıştım. bana yaklaşırken elini belime attı ve yüzüme doğru eğildi.

"kaçamak kaçamak bakmana gerek yok. canlı kanlı karşında duruyorum, direkt bana baksana."

olmadık yerlerde elini belime atıp ateşimi çıkardığı için bu biraz zor olacaktı. bir de eğilmişti, biliyordu işte ayarlarımı bozduğunu. kafamı zar zor çevirip ona döndüm, doğrudan gözlerime bakıyordu. kafasını yana yatırdı ve gülümsedi.

"aklıma ne geldi biliyor musun?"

hayır, mânâsında salladım kafamı. bilmiyordum ama bilsem de şu bakışları bildiğim şeyi unutturabilirdi.

"hatırlıyor musun, bana ilk yazdığın zamanlarda sana baget çevirmesini öğretmemi istemiştin."

gözlerimi kısıp düşündüm. evet, barda konser verdikleri zaman yazmıştım bunu. üzerinden çok vakit geçmişti ve o bunu hatırlıyordu.

"hatırlıyorum."

"hâlâ istiyor musun öğretmemi?"

ben şaşkınlıkla gülümserken çekmecesinden benim ona hediye ettiğim bagetleri getirdi. tekini bana verdi ve yatağa oturup yan tarafını patpatladı oturmam için.

"bak, bu basit hareket. şuraya koyup orta parmağınla çevireceksin, dikkat et işaret parmağını değdirme."

bir süre nasıl tutacağımı, nasıl çevireceğimi anlattı. onun hareketlerini tekrar ede ede ufak da olsa bir şeyler öğrendim. fakat bir hareket vardı, bir türlü yapmayı becerememiştim.

"dur şimdi, bak yapacağım."

yarım saattir çalışıp bir türlü yapamadığım hareketi sonunda yapmayı becerinde mutluluktan sıçradım yerimde. hyunjin'e sarıldığımda sırtı yatakla buluştu. gülerek bana sarıldı o da yattığı yerden.

"gördün mü çok kolay işte."

kafamı onun göğsüne yaslayıp gülmeye başladım. şu an tam mânâsıyla hyunjin'in üstünde uzanıyordum ve o da bana sarılmıştı altımdan.

pozisyonumuz hâlâ aynıyken hyunjin uzanıp yorganı kafamın altına kadar çekti. yan taraftaki anahtardan ışığı kapattı ve gece lambasını açtı.

"uykum geldi benim."

hayır, uykusu falan gelmemişti. benim esneyip durduğumu gördüğünden uyumam için yapıyordu.

kafamı kaldırıp kollarımı onun iki tarafına koydum ve hafifçe üzerine eğildim. uzayan saçları yastığa dökülmüştü, güzel kokusu burnuma geliyordu. yüzüne yaklaşıp burunlarımızı sürttüm ve gülümsettim onu.

"teşekkür ederim." dedim yumuşak bir ses tonuyla.

"niye?"

"bana kendimi değerli hissettirdiğin için."

dediğimden sonra yüzünde sıcacık bir gülümseme belirdi. bir anda yuvarlanıp yerlerimizi değiştirdiğinde bu sefer üstteki o olmuştu. sarkan saçlarını kulağının arkasına kıstırdı, ben ise gözlerimi açmış şaşkın şaşkın gülüyordum. tam güldüğüm anda dudaklarını gamzemin üstüne bastırıp geri çekildi.

"değerli hissetmen gerekiyor, çünkü öylesin." dedi gözlerimin içine bakarak.

dudaklarımızı birleştirdiğinde birçok farklı düşünce aynı duyguda birleşmişti. ne yapmıştım ki ben böyle sevilmek için? nasıl bir iyilik yapmıştım hyunjin'e sahip olmak için? ilk başta benim için değiştirdi kendini, sonra en güzel hâliyle, saf duygularıyla sevdi beni. mutluydum, huzurluydum, belki biraz hüzünlüydüm, heyecanlıydım, ufaktan korkuyordum da ama bütün bu duyguları bastıracak şekilde aşıktım. sanki son defa görüyormuş, sanki son kez veda ediyormuş gibi öpüştüğüm bu adama çok aşıktım ben.

tek eli tshirtümün altından çıplak bedenimle buluştu. bedenini kasıklarıma baskılıyordu hâlâ beni öperken. bu sefer farklıydı, farklı öpüyordı beni. eski yumuşaklığı yoktu ve ağırdan almıyordu. sanki özlem dolu öpüyordu. aynı benim gibi son kez öpüyormuş gibi öpüyordu. duygularımızın böyle karşılıklı olması bizi uyumlu mu kılardı? aynı şekilde mi hissediyorduk? eli değer değmez kasılıp gerilen bedenim ondan ayrılmak istemiyordu kesinlikle. ona ayak uydurmak için araladığım dudaklarım daha fazlasını istiyordu. onu daha yakınımda istiyordum.

nefes almak için ayrıldığımızda ikimizin de gözlerinde aynı ifade vardı. tedirginlik tarzı bir şey miydi bu? hislerim sanki bir şekilde ona aktarılmış gibiydi. bu bizim ruh eşi olduğumuzu mu gösteriyordu, yoksa bir felaketin habercisi miydi?

aynı şeyleri hissetmemiz felaket habercisi olmasa bile, büyük ihtimalle şu an telefonumu arayan kişi felaketin habercisiydi. ilk defa zil sesimden nefret etmemi sağladı.

hyunjin telefonuma uzanıp aldığında kaşları çatıldı. bana verdi hemen. o çekildiğinde ben de doğruldum ve açtım gelen aramayı. "alo?" dedim hafif tedirginlikle.

"alo? yang jeongin'le mi görüşüyorum?

yutkundum. neredeyse gecenin 3'ünde adımın böyle resmi bir şekilde söylenmesi hayra alamet değildi.

"e-evet benim. buyurun?"

"babanız yang beomseok, doğru mu?"

hyunjin'e baktım korkuyla. babamın adı hiç bu kadar kasvetli gelmemişti daha önce.

"evet, doğru..."

"babanız trafik kazası geçirdi. refakatçi olarak hastaneye gelmeniz gerekiyor. detayları hastanede öğrenebilirsiniz."

sanırım dualarım kabul olmuştu...

******************************

arkaslar slm

sinavlar gelip cattigi icin bolum atamiorum. anlayis gosterin olur mu 😢

ve ben ellestiririm sevistirmem unutmayin bunu hadi optum😉👋

Continue Reading

You'll Also Like

33.9K 3K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
90.1K 7.1K 38
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
14.5K 1.1K 14
"Onu istiyorum!" "Siktir Chan! O benim kardeşim." #5 Chanlix🏅 #8 Yongbok 🏅
14.1K 2.1K 29
Ekoton, farklı türlerden bireylerin barış içinde yaşadığı az nüfuslu ve güvenli bölgeye denir. Kim Seungmin de saraydan kaçarken sığınak olarak sadec...