Lifeblood | Texting

By Lady_sessiz

3.9K 575 1.7K

❝Ve her damar kalbe ulaşır.❞ ❥ 𝗹𝗶𝗳𝗲𝗯𝗹𝗼𝗼𝗱: ben senden vazgeçtim. More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
Son Söz

3.6

121 10 78
By Lady_sessiz

LIFEBLOOD
FİNAL

Bir varmış bir yokmuş. Diyarların birinde, toprakların çok verimli, ağaçların bol meyve verdiği ve insanların refah içinde yaşadığı bir krallık varmış. Kralın iki oğlu, yakışıklı mı yakışıklı Bertus ve Barsal ikizlermiş. İkizlerin evlenme çağı geldiğinde kral, Arelit Dağının eteklerinde minik kulübesinde yaşayan yaşlı cadının kızları diye bilinen iki peri getittirmiş. Efsaneye göre yaşlı cadının kızları kabul edilen bu perinin, insanların kaderlerini okuyabildikleri bilinirmiş. Kral derhal bu iki periye, Bertus ve Barsal'ın kaderini görmelerini gerektiğini emredince periler itaatkar bir şekilde bu istediği kabul etmişler ve genç adamların üstlerine gece uyurlarken peri tozu serpip kulaklarına bir takım sesler fısıldamışlar.

Ertesi gün krala gelip anlatmışlar. "Yüce kralımız, oğullarınız için yazılan kader, Arelit Dağının eteklerindeki minik kulübesinde yaşayan annemizin bizlere anlattığı kehanete benzer. Halk oğullarınızın yüzünü tanımaz, etmez. Kehanete göre evlenme çağına geldiklerinden, saraydan azat edilmeleri gerekir. Halka karışmalılar. Bundan tam altı ay sonra, kasabadan iki kız kardeşe ayrı ayrı tutulurlar ve kehanetin can alıcı kısmı burada başlar."

Devamını anlatmaya fırsat vermeden kral, perilerin sözünü kesmiş çünkü kasabadan herhangi bir tüccar kızlarıyla oğullarını yakıştıramamış ve perileri derhal oradan Arelit Dağına kovmuş. Oğullarını gelecek altı ay boyunca saray içinde tutmaya başlamış.

Bu sırada olgunlaşan iki genç adam Bertus ve Barsal, sarayın bahçesinde kaçmak için planlar yapmaya başlamışlar. Ne var ki pek işe yaramamış kurdukları planlar. Bu nedenle durmadan sarayın geniş terasından kasabayı izleyip durmuşlar.

Gün gelmiş ve bir gün Barsal, saray surlarının yakınındaki konakta yaşayan bir tüccar kızının oralarda dolaştığını ve kafasını sürekli kaldırıp saraya baktığını fark etmiş. Birkaç hafta onu izlemiş ve uzaktan görmüş olsa bile içinde o kıza karşı duygular beslemiş. Günler geçmiş, kız sarayın önünde pervane olmaya başlamış. Yanında kız kardeşiyle beraber konaklarının bahçesinde bazenleri konuşur bazenleri eğlenirlermiş. Ama Barsal'ın tutulduğu kızın gözleri kendisine değil ikiz kardeşine değermiş.

Barsal, kardeşine karşı yenilmiş gibi hissettiğinden, belki de biraz kıskandığından, onu terastan uzak tutmaya başlamış. Bertus bu durumu ve kardeşinin hareketlerini çok çabuk çözmüş ve sorunun ne olduğunu kardeşine danışsa dahi öğrenememiş. Pes ettiği vakit, terasa çıkmak istemesinin sebebini açıklamış kardeşine. Ve Barsal anlamış ki, kardeşinin oraya çıkma sebebi kendisinin tutulduğu kızın, kız kardeşine tutulmasıymış. İki erkek kardeş, iki kız kardeşe âşık olmuş olurlar uzaktan.

Kehanetin can alıcı kısmı burada başlamış.

Çünkü Barsal'ın âşık olduğu ama Bertus'a bakan kızda garip haller varmış. Muhafızları aracı kılıp isimlerini öğrenmişler. Garip halleri olanın adı Orisa, kız kardeşinin adı Urina'ymiş.

Orisa, kız kardeşine kıyasla daha çok iş yapar, babasına daha çok yardım edermiş. Urina'dan daha becerikli ama güzellik bakımından düşkün olduğunu söylerlermiş. O buna pek aldırış etmezmiş fakat son altı aydır garip tavırlar sergiler, bir gözükürken bir kayboluverirmiş.

Bertus ve Barsal ikizler bir gün sarayın şifacıbaşısından aldıkları bir iksiri içerek kaçmışlar. Bir süreliğine görünmez olacaklarmış. İstedikleri şey ise iki kız kardeşi görmek, bir kez bile olsun sohbetlerinde bulunmakmış.

Saraydan çıkıp doğruca konağa gelmişler ve iksirin süresinin geçmesini beklemişler. Kapıyı usulca çalmışlar ve karşılarında genç bir kadın belirivermiş. Kim olduğunu sormuşlar, iki kız kardeşin annesiyim demiş. İkizler bu duruma şaşırmışlar çünkü kadın anne olmak için fazla gençmiş.

"Orisa ve Urina için geldik," demiş Barsal saray kıyafetleri içinde. Heyecandan dört köşe olmuşlar adeta.

Kadın yüzünü ekşitmiş, çarpmış yüzlerine kapıyı. Ne kadar zorlasalarda açmamış ve ümitlerini kaybetmiş bir şekilde dönmüşler geri.

İki gün sonra kralın huzuruna saçlarını üzüntüden yolmuş, gözleri şiş, sıska ve kısa, çirkin mi çirkin bir kadın gelmiş. Derdinin bizzat kralla olduğunu savunmuş ve sarayda ufak çaplı bir kaos oluşturmuş. Bu olay Bertus ve Barsal'ın kulağına kadar geldiğinden merak etmeleriyle kendilerini sarayın avlusunda bulmuşlar. Kadın daha çok dövünmeye başlamış.

"Biricik manevi kızım, Orisa," diye söze başlamış ama ikizler donakalmışlar çünkü iki gün önceki kadın bu değilmiş. "Öldü. Sizin yüzünüzden."

Zaman durmuş. Kehanet can almış. Bertus'un kaderini okuyan peri Orisa, kulağına yeni bir kader fısıldamış. Bunu yapması yasak olduğundan Tanrı tarafından cezalandırılmış ve bir insan bedenine mahkum kılınmış. Bertus fark etsin istemiş ama durmadan da kaçmış.

Bir peri âşık olmuş ve cezasına katlanmış.

Hatası en baştaymış.

Yüzü bembeyaz olan bir peri ellerinden vazgeçmiş ve boydan boya kırmızıya boyanmış.

Arelit Dağındaki bitkiler üzüntüsünden kurumuş, toprak verimsizleşmiş.

Suç hiçbir zaman, ikisinde de değilmiş.

Krallığın başı uzun bir süre felaketlerden kurtulmamış ve özellikle kral, perileri dinlemeyip kehaneti tersine çevirdiğinden başına epey bela almış. Oğullarından biri komutan, biri sonraki kral olmuş. Krallık sonradan güç kuvvet kazanmış ve asırlarca hüküm sürmeye devam etmiş.

Lâkin uzun bir uyku, Orisa denen periye iyi gelecekmiş.

Şimdilerde artık eskisi gibi pekçok şeyi bilmediğimi fark ettiğimden hayata yeni doğmuş bir bebek gibi bakma kararımdan fazlasıyla hoşnutum. Benim için her şey göründüğünden daha farklıydı artık ve ilk başta tökezlemiş gibi olsam da bu dünyaya karşı, dizlerimi pansuman etmeyi öğrenebilmiştim.

Geçmişte yaşadığım şeyler bugünkü beni oluşturuyordu. Geçmişe nefretim yoktu artık bu yüzden.

Geçmişini sev, demişti bir keresinde annem ağabeyime. O sıralar kendisi üniversite sınavına çalışıyordu ve geçmişte yaptığı şeyler onun karşısına çıktığından, onu epey zorladığından belki isyan etmişti kendi çapında. On yaşında kapıyı dinlemek yerine bodoslama odaya girdiğimde ikiside bozuntuya vermeden konuşmaya devam etmişlerdi. Eğer eskiden o hataları yapmasaydın şu an bu bilinçte olmazdın Altan, diye devam etmişti. Ağabeyim isyan etmeye devam etmiş, ben konuşmadan sıkılıp çıkmıştım odadan.

O odadan sıkılıp çıkmasaydım annemden ne tür tavsiyeler kapardım, hiçbirini bilemeyeceğim. Çünkü can sıkıntısından girdiğim odadan ve kâleye almadığım bir konuşmadan bu tür çıkarımlar yapacağımın şimdilerde farkında değildim elbette.

Ben geçmişimi sevdim anne.

Çünkü o kadar haklı bir yaklaşımdı ki bu bana göre annemi kendime rol model olarak almıştım bir dönem. Sonra büyüdüm ve derdimin geçmişle olan kötü problemlerin olmadığını fark ettim. Ben yalnızca geçmişi özlüyordum. O zamanki insanları özellikle. Bir dönem ise eğer o insanları tekrar toplayabilirsem özlemim diner diye düşünmüştüm ve dünyanın en haklı insanı olarak görüyordum kendimi.

Herkes zaman zaman böyle düşündü, sorun yok. Çünkü ergendik ve dünya etrafımızda dönüyordu yalnızca. Öyle değil mi?

İnsanları toplasam dahi geçmişin o güzel hissiyatı toplanmadı ruhumda. İşte o zaman fena duvara toslamıştım. Çocukken de yaşardım bunu ama tek fark kaşımı patlatışım ya da kolumu kırışım değildi. Kendimi tanıyamamıştım.

Sen kimsin? Alya. Kaç yaşındaydın o zamanlar? On sekizime yeni basmıştım. Amacın ne? Üniversite kazanıp mutlu olmak. Tekrar? Ne. Tekrar soruyorum, amacın ne?

Amacının gerçek anlamda ne olduğunu bilmek lazımmış aslında ve bu sorunun cevabını arayıp kimliğini oluşturmalıymışsın. Adım Alya ve yaşım on sekiz demekle bitmezdi mesela. Sen adından ve yaşından ibaret değilsin.

Amacım sandığım şeyi gerçekleştirdim.

Alya ben. Tarih 25 Eylül ve on dokuz yaşıma çoktan girdim, istediğim şeyi elde edip üniversite kazandım. Yeni insanlarla tanıştım, yeni ortamlara girdim. Akşamüstü kalabalık olan bu şehrin deniz kenarında güneşin batışını izliyorum. Yanımda o var. Uzun zaman sonra cesaretle toplanmamız gerektiğini ben söyledim herkese ve istediğim gerçekleşti de.

Herkes geldi ve geçmişi yad ettik önce.

Takımdan çocukların çoğu mezuna kalmıştı ama bir kısmı spor okuyordu istedikleri okulda. Sarp'ta buna dahildi. Tuğçe istediği gibi fizik yazmıştı ve bölümünden mutluydu. Sevgilisi Aras bir yıl mezuna kaldıktan sonra daha sıkı çalışıp Tıp Fakültesini kazanmıştı ve hazırlık okumaya başlamıştı bu yıl. Tuğçe ve Aras üniversite de bile ayrılmamışları. Kıskanılasıydı.

Buse, benim gibi bilgisayar mühendisliği okuyordu ama benden sonra başlamıştı mezuna kaldığından. O hazırlıktaydı ben ise birinci sınıftaydım.

Çınar, Radyo ve Televizyon okumayı tercih etmişti. Her zaman bahsettiği gibi.

Lara. İlk seneden, istediği Hukuk Fakültesini kazanmıştı. Bazenleri onun sosyal medya hesaplarında geziniyordum da, mutlu gözüküyordu. Başarmış, savaş kazanmış ve yoluna bakmış gibi.

Herkes dağılmadan biraz önce Sarp'a biraz geç gitmesi için ricada bulunduğum bir mesaj yollamıştım çünkü herkesin yanında söylemeye çekinmiştim nedense. Kafasını kaldırıp gülümsediğinde kabul ettiğini anlamıştım ve diğerleriyle konuşurken aklımdan onunla teke tek kaldığımızda ne konuşacağımı düşünmüştüm gün boyu. Hiçbir fikrim yoktu.

Şimdi güneş batarken bu şehirde, sahilde yalnızca ikimiz kalmıştık.

"Gün boyu bizimle dalga geçtiler," derken sinirlerinin bozulduğunu gülüşünden anlayabiliyordum. Saçları hâlâ dalgalıydı ve güneş vurduğundan siyah olan saç tonu açılmıştı. Vücudu eskiye göre daha kaslı gözüküyordu. Ufaktan sakalları çıkmaya başlamıştı, birkaç güne traş olacağından emindim. Üzerinde beyaz baskılı bir tişört ve mavi pantolonu vardı. Boynunda ise tişörtünün içine attığı kolyesi. Çenesinde geçen sene eğitimde yaşadığı kaza yüzünden izi kalan beyaz bir çizik vardı ama dikkatli bakmazsanız fark etmezdiniz bile.

Eskisi gibi görünmüyordu yine de.

"Onların akıllarına o saçma küslükle kazınmışız," dedim omuz silerek. Tekrar sinirden güldü. "Bazen insanlar birbirlerinden uzaklaşır," dedim oturduğum kayalıkta rahat bir pozisyon alırken. "Sorsan herkesin kendince haklı sebepleri vardır ya da kumaşlar uyuşmuyordur işte. Bunun farkına geç varılmıştır."

Durdu ve tekrardan gülümsedi. "O küslükle ilgili konuşmak için mi en sona kalmamı istedin?"

O küslük ne ki? Göz açıp kapayıncaya kadar birbirinden uzaklaştığı için iki insan, bir arada devam ettiremiyorlardı. Sonra mesafe açılıyordu ve fevri hareketler sonucu insanların kalbi kırılıyordu. Hiçbir olay yoktu.

"Hayır tabi ki," diye çıkıştım birden. "Sadece," diye mırıldandığımda denizden yüzüme esen rüzgar kuruyan dudaklarımı ıslatmama sebep oldu. "Seninle eskisi gibi konuşmak istedim çünkü küs olmasak bile seni, arkadaşım olduğun için özledim."

Burnum sızladı ve söyleyeceğim ne varsa içime kaçtı.

"Haklısın," dedi kolunu omzuma attığında. Yüzüme doğru eğildi ve alttan bana baktı. "Nasılsın?"

Nasılsın?

İnsanların ihtiyacı olan soru derler bu kalıba.

Cevabının ne olacağını bilir çoğu insan fakat yalan olduğunu fark etmez bile. İyiyim, diye cevap verilir genelde. Sen nasılsın? diye tekrar soru yöneltilir ilk kişiye. Konuşma böyle gider, ezbere okunulmuş senaryo gibidirler. İlkokulda İngilizce dersinde tanışmayı da böyle yaptırırlardı bize. Ezberlerdik ve diyalogları söylerdik sadece.

"İyiyim," dediğimde belki de bu cevabımın doğruluk oranının yüzde yüz olduğu nadir anlardan birindeydim. "Sen de iyisin bakıyorum."

"Klasik," dediğinde gülümsedim. İyi olmasına sevinmiştim. İyi olmasının klasik olmasına da sevinmiştim. "Çok iyi oldu biliyor musun bizi toplamak için çağırman. Bazen insanın ihtiyacı oluyor böyle yaşanabilecek nadir anlara. Eminim herkesin okulu onu fazlasıyla yoruyordur ve herkese iyi gelmiştir bu ufak çaplı toplanma."

"Ufak çaplı?" derken kıkırdadım ve onu da güldürdüm. Kolunu omzumdan alıp önüne aldığında sağ tarafımda bir boşluk hissetmiştim.

"Anladın sen."

"Anladım anladım," diye geçiştirdim ve bir sessizlik meydana getirirdim. Refleksif olarak tekrardan dudaklarımı ısladığım ve derin bir nefes aldım.

"Bu toplanmamızdan önce liseden birileriyle görüşüyor muydun?" dedim kafamı denizden ona çevirdiğimde.

"Takımdakilerle irtibat kuruyordum ister istemez. Barış'la zaten ayrılmadık hiç. Demir'den haber alıyordum. Bilirsin belki, ortaokuldan beri Fenerbahçe'nin altyapısına girmek istiyordu ve iki yıldırda çalışıyordu. İstediğini elde etti." Dudaklarımı büktüm ve şaşırmış surat ifadesini takındım. Demir baya iyi yerlere gelecekti. "Ve Melih," dediğinde kafamı yana eğip ona baktım. "O da Barış ve benim gibi Besyo okuyor. Haberin vardır zaten."

"Evet, var." diye usulca mırıldandığımda ister istemez yüzüme bir gülüş yayıldı.

"Birkaç şey duymuştum. Aranız nasıl?"

"Melih'le mi?" diye anlamamış gibi sorduğumda kafasını olumlu anlamda salladı. Omuz silktim. "İyi," dedim son heceyi uzatarak. "Mükemmel birisi."

Bana tebessüm ettiğinde ne demek istediğini ikimizde anlamıştık. "Sana değer veriyor," dediğin yüzümü önüme çevirdim. "Ve asla arkadaşça değil."

"Farkındayım," dedim. Uzun zamandır. "Liseden mezun olduktan sonra bir yıl bana çok destek oldu. Harika biri, her anlamda. Konuşmayı ben kessem o kestirtmedi gibi bir şey oldu ve sonra..." Yutkundum. "Sonra gelişti işte."

"Senin adına ne kadar sevindim tahmin edemezsin," dediğinde burnumun sızlama hissi geri geldi ve alt dudağımı ısırdım. "Benimle hiç bu tarz şeyler konuşmazdın sen."

"Sana özel değildi, kimseye özel değildi. Boş versene." Kafasını salladığını hissettim ama o tarafa dönmedim. "Lara'dan haber yeni aldım. Açmak istemezdim ama sizin aranız nasıl? Sen anlat biraz da."

"Olmayınca olmuyor," derken sesinde kırgınlığa dair bir şeyin bulunmaması beni oldukça şaşırmıştı. Olmayınca olmuyor. Zorlamamak lazım bazı şeyleri demek. "İzmir'e gitti, öğrendin zaten. Hepimizden zamanında nefret ettiğine yemin edebilirim. Eminim huzur bulmuştur gittiği yerde. Gitmekten falan bahsederdi bazen, bilirsin belki."

Bazen defolup gitmek geliyor içimden.

Tabi ya.

"İyi kızdı ama," dedim ve hemen ekledim. "Derdi neydi onun?"

"Galiba benden nefret ediyordu," dedikten sonra güldüğünde ses tonunun değiştiği çok bariz belliydi. "O yüzden uzaklaşmak istedi. Kalmak değil gitmeyi, kırılmak değil kırmayı tercih etti. Haklı aslında. En son konuştuğumuzda beni adeta sorguya çekmişti. Geç fark ettim ben de kumaşların uyuşmadığını. Sonra onun bildiği bir şeyi istedim son defa ama o bile olmadı."

"Onun bildiği bir şey?" derken kaşlarım havalanmıştı. "Nedir o?"

"Lisede bana anonimden yazan bir kız vardı ya," dediği anda nefesimi tuttum ve gerginlikten kalbimin atış hızı artmaya başladı. "Lara onu biliyordu ve ben de öğrenebilirdim ama söylemedi." O bendim, demek hâlâ öğrenemedin. Hoş, öğrense şu an benimle bu şekilde konuşur muydu? Sanmam.

"Niye anonim bir kız umrunda ki?"

"Niye mi?" diye çıkıştığında öylesine omuz silktim ama o şaşırmışa benziyordu. "Çünkü bana son defa mesaj attığında o kadar tedirgin oldum ki kafamın içinde bin bir türlü senaryo kurdum günlerce. Çünkü aylarca bana yazdı ve uzaktan izledi sadece. Çünkü korktum. Ya başına bir şey geldiyse? Haber alma imkânım bile yok."

Özür dilerim, dedim tam o an içimden onlarca kez. Özür dilerim korkuttuğum için. Özür dilerim bıraktığım için. Özür dilerim seni sevdiğim için.

"Hey, sakin ol," derken elimi omzuna koydum ve rahatlamasını istedim. "Olabilir. Herkes hatalar yapabilir. Eğer o kızın başına bir iş gelseydi haberin olmaz mıydı sence? Melih biliyor sanıyordum? Eminim haber verirdi ama ihtiyaç bile duymamış işte."

"Ne önemi kaldı?" dedi omuz silkerek. "Yine de ne yapıyor merak ederdim."

"Tahmin edebiliyor musun kim olduğunu?"

Yüzü iyice düştü ve kafasını olumsuz anlamda salladığında "Onu tanıdığımı hissediyorum ama onu hatırlayamıyorum," dedi ve dudak büktü. "Ama ben bazı insanların gelecekte karşıma çıkacağına o kadar çok inanıyorum ki eminim bir gün karşılaşacağım onunla."

"Seviyor musun onu?" diye sorduğumda alttan altta sormaya çekindiğim soruları sorduğumu fark ettim. Özür dilerim ama sorumun cevabına ne diyecek olursa ol sonucun değişmeyeceği için.

Çünkü dedim ben aylar önce kendime, senden vazgeçtim diye.

Teşekkür ederim yine de.

"Bilmiyorum," dediğinde koca bir gülümseme yolladım ona. Yüz hatlarındaki o gerilmeyi inceledim ve çenesindeki o hafif izde oyalandı gözlerim. Yukarı çektiğimde bakışlarımı göz göze geldik tekrardan ve yarım yamalak güldü bana. "Tanıtsaydı severdim."

Hangi anlamda? Çünkü Akıner ben senden gittikten sonra keyifsiz olduğum zamanlarda dudaklarıma değdirdim o zehri tıpkı senin gibi, hatta biliyor musun, ben bıraktım o tür şeyleri. Karıştırmıyorum artık lise arşivini ya da bakmıyorum devamlı telefonudaki çöp kutusunda duran fotoğraflarımıza. Maç izlemiyorum eskisi gibi ve bahanelerle kılıf uyduruyorum buna. Sesin kulaklarımdan az daha silinecekti. Sorun değil, ben seçtim yolumu ve değiştirdim bakış açımı. Odaklandım kendime ve yapmam gereken şey başta buydu belki de.

Seni unutmam mümkün değildi zaten.

Ama olacak olan oluruna varır demiştim ya, benim olacağımda bu varmış ve oluruna varmış.

Yüzüme esen rüzgar dağınık kahve saçlarımı geriye doğru iterken sahip olduğum en iyi şeyin düşüncelerimin özgür olması olduğuna karar verdim. Üzerime geçirdiğim beyaz gömleğim havalanmıştı ve iki üç düğmesi açık olduğundan altına giydiğim tişörtüm belli oluyordu. Kahküllerim artık yoktu. Yavaş yavaş normal saç hizama gelmeye başlamışlardı onlarda.

"Karşılaşırsınız bence de," dedim ağız ucuyla. "Masallarda yaşamıyoruz ya."

"Masallar mutlu sonla biter zannediyordum?"

"Geçende okuduğum masal mutlu muydu mutsuz muydu karar veremedim açıkcası," dedim dudak bükerek. Bana doğru yanaştı ve "Anlatsana," diye mırıldandı. Gözlerimi devirdiğimde "Ya hadi," diye mızmızlandı. "Aşırı merak ettim, Alya. Beni mi kıracaksın?"

"Üf, Sarp!" diye öte yana çekildiğimde mızmızlandığından kolumu dürtüyordu. "Sen masal sevmezsin ki?"

"Olsun."

"Ayrıca inanmıyorsun?"

"Olabilir?"

Pes etmiş bir şekilde ters ters baktığımda hâlâ mızmız bir çocuk gibi baktığından ufak bir kahkaha atarak saçlarımı geriye ittim. "Tamam," dedim kafamı geri attığımda. Heyecanlanıp zafer kazanmış gibi bir yüz ifadesi takındığını buradan görebiliyordum. "Anlatacağım."

Rahat bir pozisyon aldım ve anlatmaya başladım. Okuduğum masal Bertus ve Barsal adında iki erkek kardeşin, aynı zamanda prensin, belli bir yaşa geldikten sonra kaderlerini bilmek için babaları tarafından getirilen iki periden biri olan Orisa'nın Bertus'a âşık olması ve kader üzerinde oynamalar yaptığından insan bedenine hapsolmasından bahsediyordu. Sonunda Orisa sonsuzluğa ve sessizliğe gömülüyordu ve masalda onun huzura erdiğinden aslında mutlu bittiği imajı veriliyordu. Kim ölen bir karakteri olan masala mutlu son derdi ki?

Orisa için mutlu son diyordu işte masalda. Çünkü periyken ve hayatı öyle mükemmelken bir insan bedenine hapsolmak ne kadar iyi denilebilirdi ki? Bence ızdıraptı. Âşık olduğunuzdan ve aşkını yaşamak istediğinden kendine sahte bir yüz giydirmişti. Üstelik âşık olduğu prensin gözleri ona değmiyordu bile.

Anlatmayı bitirdiğimde ve gözlerimi denizden Sarp'a çevirdiğimde dalıp gittiğini gördüm. "Beğendin mi?" dedim en sonunda ekleyerek. Kafasını belli belirsiz salladı. "Sence mutlu son muydu yoksa mutsuz son mu?"

"Bilemiyorum," diye mırıldanırken bir eliyle çenesini sıvazlamaya başlamıştı. "Sanırım yine de Orisa için üzülürdüm."

"Oraya kadarmış."

"Ama yine de bir yolunu bulabilirdi değil mi?" dediğinde kafamı yana yatırıp onun kahve gözlerine baktım. "Ölmeyi dilemek bir kurtuluş muydu onun için?"

"Eminim insan bedenine hapsolmak berbattır," dediğimde ikimizde katılırcasına kahkaha attık. Bilmiyormuş gibi kafasını aşağı yukarı salladı. "Ayrıca gerçekten arzuladığı aşkına kavuşamayacaktı hiçbir zaman çünkü Bertus insan olan kardeşi Urisa'yi seviyordu. Ölmeseydi bile eminim ki onları birlikte gördükçe kendi kendine kahrolurdu."

Bilmişçe cıkladı. "Haklı olabilirsin belki."

"Haklıyım tabii," dediğimde bana ters ters baktı ve güldü. "Neyse ne."

Kaşlarını çatıp gözlerini kısarak bana döndüğünde anlık olarak bir suç içlemiş veya bir açık vermişim gibi hissetmekten kendimi alıkoyamadım. "Ne var?" diye sorduğumda kafamı geriye çekmiştim. "Ne dedim ki?"

"Hiç," diye mırıldandı ama ses tonunda hâlâ şüpheci bir tavır vardı. "Biliyor musun Alya, bana yazan anonim kızda bana bir gün masal anlatacaktı aslında. Unutturma diye tutturmuştu bile bir keresinde. Ona hatırlatamadan gitti ve unuttu çoktan. Onu anımsattın."

Bilmez miyim, diye geçirdim içimden. Sertçe yutkundum. "Bencilmiş. Gitmesi iyi olmuş Sarp. Sana iyi gelmezdi o kız."

"Belki," dedi ve omuz silkti. "Öyle sen masal anlatınca aklıma o geldi."

"Onu hatırlattıysam özür dilerim." Ama zaten o benim.

Ve Akıner, bunu asla bilemeyeceksin çünkü senden vazgeçtiğim gibi bunu itiraf etmekten de tam şu an vazgeçtim.

Cevap vermediğinde ortamın sessizliğini bozmak için tekrardan ilk konuşan ben oldum. "Sarp," dedim cidden merak ederek. "Öyle konuşuyorsun ki o kıza âşık olduğunu düşünmeye başlayacağım."

"Değilim," dedi dürüstçe. "Ama özledim."

"Tanımadığın birini özleyemezsin ama."

"Onun yalnızca adını ve kim olduğunu bilmiyordum, Alya?" dediğinde beni fazlasıyla bozguna uğratmıştı. "Yine de merak ediyor insan."

O an kendime hiçbir şey düşünmeye fırsat bırakmadan ona yaklaştım ve kollarımı omzundan aşağı dolayıp sımsıkı sarıldım. Anlık olarak şaşırdığını hissedebiliyordum ama bana ayak uydurup birkaç saniye sonra karşılık vererek ellerini belimden dolayıp birbirine kavuşturdu. Dudaklarımı kulağının hizasına getirerek "Özür dilerim," diye fısıldadım çünkü o kadar bencil ve berbat hissetmiştim ki kendimi, aylardır merak ettirmiştim onu. Lifeblood bendim, desem cidden büyük bir hüsrana uğrar mıydı ya da gözünde yerim değişir miydi?

Söyleyemedim.

Hiçbir şeyden korkmayan ve gözü pek Alya, en çok Akıner'in tepkilerinden korkuyordu işte.

"Ne için?" diye geri çekildiğinde anlamasından çok korkmuştum. Cevap vermesem anlar mıydı? Cevap versem ne diyecektim? Anlayacaktı. Anlamasındı. Kötü kalsındı lifeblood onun aklında ve unutsundu. Lise zamanlarındaki hayalet bir kız olsundu.

"O kız adına," dediğimde ne zaman sesimin titremeye başladığını anlamamıştım bile. Cevap vermedi. Hava kararmıştı ve şehrin ışıkları yanmaya başlamıştı çoktan. Bense itiraf edemeyecektim çünkü bunu nasıl yapardım? Kitaplarda okuduğum ya da filmlerde izlediğim gibi değildi hayat. Hayır, o kadar kolay değildi. Karşınızdakinin vereceği tepkiyi anlayamıyordunuz çoğunlukla ve en çok onlardan korkuyordunuz.

Bense böyleydim işte. Korkağın teki.

Özlenir insanlar ve özür dilerler Akıner. Anlatsam sana, dinler misin yarına kadar? 25 Eylül bugün, 26 Eylül'e seninle girmek bile istemiyorum. İnsanlar bu iki tarihte nelerden vazgeçiyor ya da nelere kucak açıyor hiçbir fikrim yok ama bazıları özlemle doluyken bazılarının o duygusu yok. Hayat işte. Kimileri ayık, kimileri uyuyor. Kimileri cesaret sergiliyor, kimileri kaçıyor.

Eskiden gülüşünü, beni mutlu edişini, kelebekleri; inadına şekersiz aldığın kahveyi, bir kez trip attım diye ertesi gün bahçeden kopardığın ve bana verdiğin çiçeği, bana çalım atmayı öğretişini, sırlarını, sana yürüyen kızdan biraz hoşlandığını söylemeni, ilk platoniğini bana anlatmanı, rezil oluşumuzu, sana kızmayı, akıl hocalığını yapmayı çok özledim ama Sarp, unutma, hepsi birer anı kaldı adeta. Geçmişi çok özledim ama tersine döndü dünya. Ben sana platoniktim mesela. Sana rezil oldum defalarca ama bana bakmadın bile o sırada. Ve akıl hocam yoktu da.

Ve şimdiyse edemem itiraf. Geçmişim güzel böyle. Düşünsene, aklıma geldikçe gülüyorum rezilliğime ve güldürüyorsun haberin olmasa bile. Söylemeyeceğim sana bu sırrı çünkü bozamam geçmişin büyüsünü. Lifeblood'u gömdüm ve o artık çok mutlu.

Masallar gerçekten kötü sonla bitmez, bitemez çünkü çocuklar bunu sevmez.

O gün biraz daha sohbet ettik onunla ve 26 Eylül'e girmeden vedalaştım sımsıkı sarılıp ona. En yakın zamanda söz verdik görüşmeye. Aynı şehirdeydik zaten, gitmemiştik uzaklara. Yalnız değildim hem ben, Melih vardı yanımda ve onu seviyordum da. O da değildi ya.

Bugün için ona defalarca kez teşekkür ve minnet ettim.

Geçmişimi süsleyen o güzel figür olduğu içinde.

Şu ana kadar başımdan geçen her şey için, herkese teşekkür ettim ve uzaklaştım onun kahve gözlerinden, siyah saçlarından ve güzel yüzünden. Teşekkür ederim her birerinize çünkü çok eğlendim ben.

Yüzümde kocaman bir gülüşle bu şehri izledim 26 Eylül'e girerken.

Son kez.

Artık sen yokken bir yanım eksik değil.


liseden

Taxi cabs and busy streets
That never bring you back to me
I can't help but wish you took me with you

And this is when the feeling sinks in
I don't wanna miss you like this

That's why I gave up*
Maybe, see you later

Continue Reading

You'll Also Like

7.2M 513K 59
Tamamlandı MaaşıYatırmayanAdam: Ne? Siz: Ne için yazdığımı unuttum ben. Siz: İsmini görünce hatırladım. Siz: Maaşları yatırsana amk 04.02.2022 #kur...
2.3K 84 16
Monora'nın kaderini kehanet alt üst eder. Ve monora buna dayanamayıp kendi kaderini yazar.
TAKINTI By 🌙

Teen Fiction

1.9M 33.5K 36
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
1.2M 85.2K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...