entrancing / hyunin

By slutforoseanne

25.1K 2.8K 4.6K

[texting+düzyazı] 6 senedir hyunjin'e sırılsıklam aşık olup her gününü onu izleyerek geçiren jeongin, en sonu... More

i
ii
iii
iv
v
vi
vii
viii
ix
x
xi
xii
xiii
xiv
xv
xvi
xvii
xviii
xix
xx
xxi
xxii
xxiii
xxiv
xxv
xxvi
xxvii
xxviii
xxix
xxx
xxxi
xxxii
xxxiii
xxxiv
xxxv
xxxvii
xxxviii
xxxix
xxxx'f

xxxvi

542 56 236
By slutforoseanne

slm onceliklen bilgilendirme yapayim

hyunjin'in konserdeki looku bu ona gore dusunursunuz

oy vermeyi ve yorum yapmayi unutmayin optumm❤

******************************

"hadisene ya geç kalacağız!"

"yüzüğüm yok!"

jisung beni hızlanmam için darlarken dün duşa girmeden önce çıkardığım yüzüğümü arıyordum her yerde. hyunjinlerin konserine gitmek için hazırlanmıştık ama ben yüzüğümü bulmadan çıkamazdım. çekmeceleri kurcaladım, dolaplara baktım ama hiçbir yerde bulamamıştım.

"parmağında, aptal."

parmağıma baktım. "hayır yok?"

"öbür elinde! sınanıyorum resmen ya."

diğer elime baktım. "ha..." dün gece yatmadan önce taktığımı unutmuşum. "heeseung ve beomgyu geldi mi?"

"geliyorlarmış. biraz daha oyalanırsan giremeyeceğiz konsere. yürü çık artık."

kafamı sallayıp koşa koşa aşağı indim. montumu giyip jisung'la beraber dışarı çıktığımız anda heeseung'ın son model arabası geldi. koşa koşa ön koltuğa yöneldim ama orada taehyun oturuyordu. şaşırarak kaşlarımı çatıp kapıyı geri kapattım ve arka koltuğa geçtim. yerleşince önüme döner dönmez sürücü koltuğunda heeseung değil beomgyu'nun oturduğunu gördüm.

"lan? heeseung nerede?"

beomgyu ve taehyun birbirine bakıp kıkırdadı. jisung da benim yanıma otururken aynı tepkiyi verdi. "ne yaptınız çocuğa?"

"hiiç." dedi gülerek beomgyu. "işi vardı onun, önden gitti o yüzden."

jisung ile göz göze gelip inanmadığımızı belli eden bakışlar attık öndekilere.

"varınca görürsünüz ne olduğunu." dedi taehyun.

jisung'un "on beş dakika kalmış!" diye bağırmasıyla beomgyu gaza basıp ilerledi ve son sürat konser alanına sürdü. vardığımızda yetişmiştik o yüzden rahat bir nefes aldık. teker teker arabadan inip kapıya yöneldik. içeri gireceğimiz sırada görevliler durdurdu bizi.

"biletlerinizi görebilir miyim?"

dördümüz de birbirimize baktığımızda jisung bana "bilet mi almamız gerekiyordu?" diye fısıldadı. taehyun ve beomgyu ne yapacaklarını bilememiş bize bakıyorlardı. tabii ki de konsere girmek için bilet almamız lazımdı. aptal olduğumuz için hiçbirimizin de aklına gelmemişti.

"şey..." diye yaklaştım görevliye. "biz misafir sayılırız. üyelerle görüşebilirsek anlarsınız."

"biletsiz giremezsiniz. üzgünüm."

yutkunup arkamdakilere döndüm. jisung telefonunu çıkarmış tam minho'yu arayacaktı ki "hayırdır lan?" diye adamın üzerine yürüdü beomgyu. "şu karşındaki ikili konserin sahibi sayılır. bizi sokmazsan kovdurturuz seni!"

beomgyu adamı omuzlarından ittirdiğinde arkadan iki tane iri yarı adam geldi ve beomgyu'yu kollarından tutup dışarı sürüklemeye başladı. beomgyu "bırak! bıraak! oğlum yardım etsenize!" diye bize bağırırken ben ve jisung ağzımız açık şekilde olan biteni izliyorduk. taehyun koşa koşa adamların yanına gitti ve onları durdurmaya çalıştı. pek işe yaradığı söylenemezdi tabii.

sonunda giriş kısmında iki beden belirdiğinde korumalar oldukları yerde kaldı. arkama dönüp kim olduklarına baktığımda çığlık atmamak için zor durdum.

hyunjin ve minho gelmişti. hyunjin saçlarını yine siyaha boyatmıştı. kıyafetleri onlara o kadar yakışmıştı ki kendimi olduğum yerde titrememek için zor tuttuğuma dair yemin bile edebilirim.

hyunjin altına beyaz, yer yer siyah kısımları olan bir pantolon giyip beline siyah bir kemer geçirmişti. üstünde siyah kot ceket, içinde ise sıfır kol olduğunu tahmin ettiğim siyah bir t-shirt vardı. ceketinin kollarını dirseğinin altına kadar kıvırmış ve boynundaki üstünde versace yazan çelik bir kolyeden sarkan birkaç zincir açıkta kalmış boyun kısmını örtüyordu. siyah botlar giymişti. tek eline parmaksız deri eldiven geçirmiş, parmaklarını yüzüklerle süslemişti. tırnağına sürdüğü siyah ojeler de kaçmamıştı gözümden.

"onlar bizimle." dedi minho hyung. jisung onu görünce çoktan çığlığı basmış, koşa koşa yanına gidip hayranlıkla süzmüştü onu.

bu sırada güvenlikler beomgyu'yu bıraktı. ben ise hyunjin'in yanına giderken hayranlığımı gizleyememiş, şaşkınlıktan açık kalan ağzımı kapatmaya lüzum görmemiştim.

"sen gerçek olamazsın ya."

gülümseyerek kendi etrafında döndü. "beğendin mi?"

bakışlarımın yeterince belli ettiğini düşünüp cevap vermedim. o da anlamıştı zaten.

"ne zaman boyattın bu saçı?"

"dün. aslında boyatmayacaktım da son anda fikrim değiş-"

"oradaki hyunjin ve minho mu?!"

giriş kısmındaki bir kızın çığlığından sonra insanlar koşarak bizim olduğumuz tarafa gelmeye başladı. minho ve hyunjin geri çekildi ve korumalar araya girdi. ikisi arkalarında kalanlara el sallayarak kulise doğru ilerlediler. onlar gidince gözler bize döndü. belki bazıları beni tanıyor olabilir ama kimse jisung'u tanımıyordu. minho'nun sevgilisi olduğunu da kimse bilmiyordu çünkü jisung gizli kalsın istemişti.

beomgyu kolumu tutarak "yürüyün hadi girelim içeri." dedi. girerken kapıdaki görevlilere gözlerini kısarak ezikler gibi baktı. onlar ağızlarını açamadı tabii.

konserin verileceği yer üstü açık orta büyüklükte bir stadyumdu. az sonra çalmaya başlayacakları için insanlar yerleşmişti ve hiç boşluk kalmamıştı. diğerleriyle ilerlerken telefonum titredi. hyunjin mesaj atmıştı. en öne, vip'lerin kısmına gelmemizi söylüyordu.

insanların arasında sıkışa sıkışa ilerlerken omzumda bir dürtü hissettim. dönüp baktığımda beomgyu ve taehyun'un bir yere bön bön bakıp haykırarak güldüğünü gördüm.

güldükleri tarafa bakınca ise elinde üstüne farklı renklerde sıvılarla dolu bardaklar koyulmuş olan bir tepsiyi tutan heeseung'ı gördüm. yanında da jake vardı, aynı şeyi yapıyordu. beomgyu ve taehyun'un onlara güldüğünü görünce somurtmaya başladı heeseung.

"pişt oraletci, bana oradan bir elmalı ateşle!"

"benim favorimi biliyorsun herhalde heeseung. ona göre bir şeyler ver bana."

ikili heeseung'la dalga geçip gülmeye devam ederken heeseung burnundan soluyarak yanımıza geldi. jake de peşindeydi.

"beomgyu," diye dişlerinin arasından tısladı heeseung. "seni geberteceğim. rezil ettin beni."

taehyun jake'e duyurmak istercesine yüksek sesle "aa, ne o heeseung? oraletleri sevmez misin yoksa?" dedi.

"kapa çeneni sen de!"

beomgyu ve taehyun kıkırdamaya devam ederken "ne oldu ki? niye oralet satıyor bunlar?" diye sordum.

"hani barda taehyun ve heeseung tartışmıştı ya..." diye cevapladı beomgyu. "işte heeseung az daha oralet sevmediğini jake'e belli ediyordu. eğer onu bu durumdan kurtarırsam ondan istediğim her şeyi yerine getireceğini söylemişti. biz de taehyun'la bir beyin fırtınası yapıp heeseung'a oralet sevmemenin cezasını böyle gösterelim dedik. jake de ona yardıma gelmiş herhalde onu bilmiyorum."

jisung gülmeye başladı. heeseung ve jake'e dönüp baktım, gerçekten de gelip geçene bardakta oralet satıyorlardı. jake hâlinden memnun gibiydi ama heeseung zorla gülümsüyordu.

heeseung ve jake'i de yanımızda sürükleyerek en öne gelmiştik. sahneyle arada az bir mesafe kalmıştı. az sonra ışıklar kapandığında her taraf kapkaranlık kaldı. geri açıldığında ise chan, changbin ve minho hyung ile hyunjin sahnedeydi. etraftan alkış çığlık sesleri yükseldi. gelenleri selamlayıp yerlerine geçtiler.

hyunjin arka tarafta baterinin başındaydı. changbin ve minho hyung gitarda, chan hyung ise solist olarak en öndeydi. hazır olduklarında hyunjin bagetlerini birbirine vurarak işaret verdi ve çalmaya başladılar.

bekle... o bagetler benim aldığım bagetler miydi?

daha dikkatli bakınca hyunjin'in gerçekten benim aldıklarımı kullandığını farkettim. yüzüme kocaman bir gülümseme yayılırken kafasını kaldırıp bana baktı ve göz göze geldik. bateriyi önüne değil bana bakarak çalmaya başladı. o da bana gülümsedi.

fakat biraz sonra gözleri başka bir yere kaydı ve gülümsemesi kayboldu. kaşları çatıldı. dikkatini dağıtmamak için olsa gerek önüne döndü. ne olduğuna bakmak için kafamı çevirdim, biraz bakındım ve gördüğüm kişiyle benim de tepkim aynı oldu. yeonjun, sevgilisiyle en önden onları izliyordu. yüzünde alaycı bir gülümseme vardı ve yanındaki elemanla el eleydi. amacı neydi bunun?

hyunjin derin bir nefes alıp kafasındaki düşünceleri dağıtmak ister gibi kafasını salladı. böyle bir kalabalığa karşı ilk konserleriydi ve batırmak istemiyordu. çok çalışmışlardı.

yanımdakilere döndüm. aptal jisung hem şarkıya eşlik ediyor hem de minho'ya yiyecekmiş gibi bakıyordu. e haklıydı da bir bakıma, gitarist lee minho'yu herkesin kalbi kaldıramazdı.

beomgyu heeseung'ın yanında, kulağının dibine gelmiş bağıra bağıra şarkıyı söylüyordu. heeseung hayattan bezmiş gibiydi, bayık bayık beomgyu'ya bakıyor ve hiçbir şey söylemiyordu. az sonra taehyun da beomgyu'ya katılmıştı. jake heeseung'ın yanında kıkırdıyordu sadece.

bu arada albümleri de oldukça güzel şarkılardan oluşuyordu. 3 tane klipten oluşan 10 şarkılık tam albümdü. kliplerin biri şu an çaldıkları başlık şarkısıydı ve tam tiktok'ta trend olacak cinstendi. muhtemelen birkaç haftaya spotify'da da güzel bir dinleyici kitlesi yakalarlardı.

öbür klipleri daha sakin bir şarkının klibiydi. yağmur yağarken sokakta gezinirken açıp kafa dinleyebileceğiniz cinsten bir şey.

3. klipleri ise çok şeydi, şey... sadece chan ve hyunjin'in söylediği bir şarkıydı ve ne yalan söyleyeyim hiç de hoşuma gitmemişti. hiç. zincirlere, yataklara, beyaz kıyafetlere falan da hiç gerek yoktu yani.

çaldıkları şarkının sonuna doğru bir bölüm vardı. şarkının tam yükseldiği yerde bir anda tempo düşecek ve sadece hyunjin çalacaktı, diğerleri hiçbir şey yapmayacaktı ve oldukça hızlı bir yerdi. hyunjin'in tempoyu kaçırmaması lazımdı. özellikle dün gece burayı çalışırken elinin şiştiğini ve yapamamaktan korktuğunu söylemişti bana.

tam bu kısma yaklaşırken sonunda kafasını kaldırıp bana baktı. heyecanlanmıştı. gözlerindeki tedirginlik belli oluyordu. onu rahatlatmak isteyerek gülümsedim. "yapacaksın." diye oynattım ağzımı ve başparmağımı kaldırıp elimi ona doğru salladım. kafasını tekrar eğdi. derin bir nefes aldı ve o kısım gelince çalmaya başladı. herkes sustu ve koca stadyumda sadece hyunjin'in baterisinin sesi yankılandı. nefesimi tutup onu izledim. en az onun kadar heyecanlanmıştım. ama hiç sorun çıkmadı, harika reflekslerle mükemmel bir şekilde çaldı ve bitirince son kez yandaki zile vurup bagetlerini havada çevirerek küçük bir şov yapmayı da ihmal etmedi. dünyanın en havalı varlığı. ezse keşke beni.

sondaki şovundan sonra etraftan çığlıklar yükseldi tekrar. tabii en çok ses benden çıkmıştı. kendim çalıyormuş gibi heyecanlanmıştım resmen. bu onun özgüvenini yerine getirmiş ve dikleşmişti yerinde. o kadar çekiciydi ki dizlerimin üstüne kapanabilirdim. sadece izlerken bile bu kadar etkilenmem yetmiyormuş gibi bir de bana bakıp göz kırpmıştı. zar zor yutkundum. jisung yanımda bana baka baka kahkaha atmasaydı ayaklarımın titrediğini bile hissetmeyecektim. aptal, sanki kendisi benden çok farklıydı da.

ard arda 3 şarkı çaldılar. hyunjin'i izlemekten şarkıları pek dinlediğimi söyleyemezdim. gerçekten görsel şölendi bu çocuk, bazen insan olduğunu aklımdan çıkarıyorum. insan olamayacak kadar güzel.

en son şarkı bittiğinde ara vermek için sahneden ayrıldılar. gitmeden önce herkese el salladılar. hyunjin bana bakıp bagetlerini öptü ve öyle gitti. kalbimi ne hâle getirdiğinden haberdardı tabii. kalp ritimlerimi bozup heyecanımı son düzeye çıkarıp beni kendine hayran bırakıp kulise giderken sırıtıyordu.

jisung beni dürttü. "hadi yanlarına gidelim!"

"nasıl gideceğiz? içeri almazlar ki bizi."

"e ben de minho'yu ararım."

"açarsa..."

minho'yu arayıp telefonu kulağına götürdü fakat hemen geri çekti. "off telefonu kapalı."

kafamı salladım bilmişce. "sahneye çıkarken neden açık bıraksın telefonunu?"

omuzlarını düşürüp dudaklarını büzdü. etrafa bakınırken bir anda aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü. "sen arasana hyunjin'i, belki onunki açıktır?"

heyecanlandım sebepsiz yere. "ee... bilmem... aramayayım ya. hem ne gerek var dinlensinler biraz..."

kaşlarını çattı. "jeongin?"

"ne? of ne bakıyorsun öyle ya. iyi tamam arıyorum."

zar zor telefonumu açıp aradım onu. birkaç kez çaldıktan sonra tam jisung'a dönüp "bak görün mü? açmıyor." diyeceğim sırada "alo?" diye bir ses duyuldu telefondan.

hemen yerimde dikleşip boğazımı temizledim. "a-alo? hyunjin?"

"efendim jeongin?"

"şey... nasılsın?"

jisung şaşırarak ağzını aralayıp bana baktıktan sonra eliyle alnına vurdu. gerçekten, 'nasılsın' ne alakaydı şu an? bir anda diyeceklerimi unutmuş, sanki uzun zamandır onu görmemişim gibi 'nasılsın?' diye sormuştum. aptal kafam.

rezil olduğum hyunjin'in bastırmaya çalıştığı kıkırdama seslerinden de belliydi. "iyiyim jeongin, sen nasılsın?" dedi gülmesini tutmaya çalışarak.

"of gülme ya. dur bi aklım karıştı." deyip jisung'a döndüm. "ne diyecektim ben?"

"kulise girmek için aradın gerizekalı!"

"ah doğru..." dedikten sonra tekrar boğazımı temizleyip telefona döndüm.
"şey, jisung minho hyung'un yanına gitmek istiyormuş da minho hyung'un telefonu kapalıymış. adamlara söyleseniz içeri alsa? müsaitseniz tabii..."

sırıttığına adım kadar emindim. görmesem bile hissedebiliyordum buradan.

"peki. jisung'un girmesini sağlarım. başka bir şey var mı?"

"sadece jisung mu?"

"hm hm. onun geleceğini söyledin sadece. başkası da mı var yoksa?" dedi alay dolu bir sesle. hem beni bu hâle getiren kendisi hem de benimle oynayan kendisi!

iç çektim. "ya ben de geleceğim işte. of sus. kapa." deyip kapa dememe rağmen ona fırsat bırakmadan kendim kapattım telefonu. emindim ki şu an olduğu yerde kahkaha atıyordu.

arkadakilere dönüp gideceğimizi haber verecektim ama muhtemelen beni duymayacaklardı çünkü heeseung ve beomgyu'nun tartışmasına odaklanmışlardı. kediyle köpek gibi iki saniye düzgün duramıyorlardı gerçekten. ben de hiçbir şey söylemeden jisung'u kolundan tutup sahnenin arkasına doğru sürükledim. bana ayak uydurup yanımda yürümeye başladı.

geldiğimiz yerde iki tane koruma vardı ve daha bizim bir şey dememize gerek kalmadan çekildiler ve bize yolu gösterdirler. kendimi havalı hissetmiştim. dördünün oturduğu odanın kapısının önünde durup tıklattıktan sonra tepki vermelerini beklerken kapıyı hyunjin açtı.

daha biraz önce uzaktan hayranlıkla seyrettiğim adamı bir anda karşımda görünce yutkunmadan edemedim. yüzümü aptal bir gülümseme kapladı istemeden. şu an gerçekten lisedeki aptal aşık jeongin gibi hissediyordum kendimi. hyunjin'in yaptığı her harekete; nefes almasına, göz kırpmasına, gülümsemesine, konuşmasına hatta öylece durup bakınmasına bile hayran kalıp bayılmaya meyilliydim. ama arada biraz fark vardı: şimdi ona takıntılı değildim veya sevgim tek taraflı değildi. şimdi ona gerçekten aşıktım ve onun da bana karşı hisleri oldukça yoğundu. normal bir insan bile sadece bakışlarından anlayabilirdi bunu.

yüzümdeki sırıtışa gülüp elimden tuttu ve diğerlerinin yanına sürükledi beni. jisung çoktan minho'sunun kucağına atlamıştı. onu gaza getirip ne kadar muhteşem olduklarını anlatıyordu.

"var ya, sizi şimdiye kadar keşfetmediklerine bütün müzik sektörü bin pişman olmalı. yahu yok böyle bir şey ya. sahne için doğmuşsunuz resmen. bakın samimiyim söylediklerimde ha. ne o, inanmıyor musun? bak gözüme. bak bak, ben yalan söyler miyim hiç? söyler miyin jeongin?"

hyunjin'i incelemekten jisung'un bana seslendiğini bile duymamıştım. jisung ikinci kez adımı bağırarak söylediğinde "he?" diyerek kafamı çevirdim. hyunjin dahil herkes bana bakıp aptallığıma gülüyordu. jisung elini şakaklarına götürüp ovuşturdu. hyunjin gülmekten kısılmış gözleriyle tek kolunu omzuma atıp beni kendine yaklaştırarak öptü yanağımdan.

"hiç değişmeyeceksin değil mi?" diye sordu jisung. "sevgili sayılırsınız, hâlâ aynı platonik jeongin."

"değişmesin," dedi hyunjin. "böyle gayet tatlı."

"ayrıca sevgili değiliz." dedim sitemli sitemli. hyunjin ensesini kaşıdı. benim triplendiğimi gören changbin hyung "şimdi 2 şarkımız kaldı değil mi?" diye değiştirdi konuyu.

chan hyung sırıtmaya başladı. "hayır, 3 şarkı kaldı."

"ne? programınızda 5 şarkı söyleyeceğiniz yazıyordu?" dedim şaşırarak. "programı mı değiltirdiniz?"

en sonunda minho hyung da konuşmaya dahil oldu. "hayır, sadece birini duyurmadık."

kafa salladım. ben bir şey demeyince jisung "peki, hangi şarkılar kaldı?" diye sordu. cevabını gayet iyi biliyordu, evdeyken konser programını okumuştu.

"beginning, deceiving ve entrancing." dedi minho hyung.

kaşlarım çatıldı. "entrancing mi? böyle bir şarkınız mı vardı?"

hyunjin'e sorgular gibi baktığımda onu minho'ya kızgın bir şekilde susması için işaretler yaparken yakaladım. minho hyung'a döndüm. yerine yayılmış keyifli keyifli sırıtıyordu.

"neler çeviriyorsunuz ya?"

"bu," diye yanıtladı changbin hyung. "konserin sonunda ekstradan
söyleyeceğimiz özel bir şarkı. ilk konserimiz ya hani, ondan."

inanmamıştım ama yine de kafa salladım. zaten hyunjin omzuma koyduğu kolundan destek alarak beni göğsüne dayadığı için düşünecek bir hâlde değildim o zaman. saçlarımı kokluyordu. büyük ihtimalle dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu ve başarmıştı da.

makyöz olduğunu düşündüğüm bir kadın changbin ve minho'yu yanına çağırdı. jisung da minho'nun peşinden gitti. chan hyung da lavaboya gideceğini söyledi ve bizi hyunjin'le baş başa bıraktı.

hyunjin'in yeni boyadığı siyah saçlarına dokunurken "kaç dakika kaldı molanın bitmesine?" diye sordum. telefonunu açıp baktı. duvar kağıdında kendimi gördüğüm için gülümsedim. hâlâ değiştirmemişti.

"on dakika kalmış."

kafa salladım. gözlerim ellerine kaydığında "ojeler yakışmış." dedim. güldü. gözlerini kısıp "bugün bir değişiksin sanki. full bende gözlerin, şarkıyı bile dinlemedin." dedi.

"ciddi misin?" der gibi baktım ona. "afet gibi olmuşsun. gözlerim sende olmasın da kimde olsun?"

kaşlarını kaldırıp düz bir ifadeyle kafasını salladı. yerinden kalkıp yavaş adımlarla duvarın kenarındaki boy aynasının önüne geçti. kalkıp yanına gittim.

aynada kendini süzüp "gerçektem de afet gibi olmuşum." dedi ukala bir tavırla. bana döndü. "sen etkilendin mi peki?"

"az kaldı üstüme basman için yere serileceğim."

küçük bir kahkaha attı. yanıma gelip ellerini belime doladı yavaşça. "o zaman ne mutlu bana." dedi. bana doğru eğilip burunlarımızı birbirine sürttü. ben bu tatlı hareketine gülümserken "sana kendimi beğendirmek için kaç gündür kafamda kurmaya çalıştım bu kombini." dedi.

"bugün için." diye de ekledi kısık sesiyle. "bugün özel bir gün." dudağımın kenarını -önceden yara olan yeri- öptükten sonra aramıza biraz mesafe bırakıp gözlerimin içine baktı ve gülümsedi. ama öyle normal değil; bakışları gerçekten yoğun duygular barınırıyordu, gülümsemesi ise içten ve sıcacıktı. bana gerçekten sevildiğimi hissettiriyordu.

"yani konser için mi?" diye sordum ellerimi onun omzuna çıkarırken. "hayır," dedi. "senin için. tamamen senin için."

elleri belimi daha sıkı kavradı. tekrar yüzlerimizi yakınlaştırırken "doğum günün kutlu olsun, sevgilim." diyerek dudaklarımızı birleştirdi.

duyduklarıma oracıkta şaşırıp sorgulayabilirdim lakin boş verip düşüncelerimi zihnimin bir kenarına kaldırdım ve sevdiğim adamın dolgun dudaklarının keyfini çıkarmaya karar verdim. yavaşça öpüyordu beni, tutku dolu ama incitmeyen bir yavaşlıkta. ayak uydurdum ona. kendini bana bastırdıkça ondan destek alıp geri gitmemek için direniyordum zira bendeki etkisi ayaklarımı yerden kesmeye yeterdi. onu kocaman seviyordum, ondan dehşet etkileniyordum ve onun bana karşı olan sevgisini her farkettiğimde bu duygular sanki bir şekilde beynimi uyuşturuyordu. her şey siliniyor ve her şeyi unutuyorum dudaklarım arasındaki dudağını her hissedişimde.
aklımı başımdan alıyordu. her hareketiyle, her şeyiyle.

dudaklarımdan ayrılıp boynuma yöneldi. kafamı kaldırıp yer açtım ona. o boynuma ıslak öpücükler kondururken nefesimin titrediğini farkettim. bir süre durdu ve kokumu içine çekti. bunu yapmasına bayılıyordum, her sarıldığında mutlaka güzel kokan bir çiçekmişim gibi uzun uzun kokluyordu beni. ardından yüzünde huzurlu bir gülümseme beliriyordu, şimdiki gibi. yavaşça kafasını geri çekti ve omzundaki elimi deri eldiven taktığı eliyle tutup kendi yanağına yerleştirdi. tek eli hâlâ belimdeydi.

gözlerini gözlerime kenetledi. "gitmem gerek. beni izleyeceksin değil mi?"

usulca kafamı salladım. gülümsedi. "sakın bir yerlere kaybolma. sen olmadan söyleyemem."

'söyleyemem'

sesi kafamın içinde yankılanırken bir tepki veremedim. neyi söyleyemezdi? solist olan chan hyung'du, hyunjin bateri çalıyordu sadece. dalgınlığına mı gelmişti acaba? yoksa...

kendi kendime düşünürken ben farketmeden kaşlarım çatılmıştı. bir şey sorup ortamı bozmak istememiştim. hyunjin de bu düşünceli hâlime güldü. kafasını çevirip tuttuğu elime bir öpücük kondurduktan yavaş yavaş ellerini çekti. uzaklaşırken el salladı, ben ise "bol şans!" demekten başka bir şey yapmadım.

o gittikten sonra uyku sersemiymişim boş boş etrafıma bakınırken bir anda söyledikleri canlandı zihnimde. "doğum günün kutlu olsun sevgilim." bugün benim doğum günümdü değil mi? tamamen aklımdan çıkmış. jisung da, beomgyu da, heeseung da bir şey söylememişti oysa. öte yandan... "...sevgilim." SEVGİLİM? HYUNJIN BANA BİRAZ ÖNCE SEVGİLİM Mİ DEMİŞTİ?

cümlesini kendi kendime sevinçle tekrar ederken kapı bir anda açıldı ve kafasını uzatan jisung "yürüsene, şimdi başlayacaklar!" diye beni çağırdı ve koşa koşa gitmeye başladı. sırıta sırıta "tamam, geliyorum." dedim ve dalgın bir şekilde dışarı çıktım.

ben vardığımda direkt başlamışlardı. bir yandan sallana sallana şarkıyı dinliyor, bazen hyunjin'le göz göze geliyor, bazem de etrafıma bakınıyordum. taehyun'un kolunu beomgyu'nun omzundan geçirdiğini, beomgyu'nun da alttan ona sarıldığını görmüştüm. yerinde asla duramayan, sürekli birileriyle uğraşmaya çalışan beomgyu'nun, taehyun'un yanında uslu bir çocuğa dönmesi, heeseung başta olmak üzere hepimizi keyiflendiriyordu.

iki şarkıyı da çok güzel bir şekilde söylediler. sahnede gerçekten iyiydiler. hiç hata yaptıklarını duymamıştım. beginning ve deceiving bittiğinde her taraftan alkışlar yükseldi. eğilip teşekkür ettiler. chan hyung mikrofonu eline aldı ve konuşma yapmak için boğazını temizledi.

"öncelikle bizi desteklediğiniz için teşekkür ederiz aries!" diye başlayarak teşekkür konuşması yaptı. verilen destek için teşekkür etti ve daha çok çalışacaklarından bahsetti. konuşması bitince "ve," dedi, "evet... bugünlük bizden bu kadar."

bu sefer her taraftan itiraz eden homurdanma sesleri çıkmıştı. jisung ile göz göze geldik. o gülüyordu. ben ise anlamamıştım, hani bir şarkı daha söyleyeceklerdi? heeseung ve beomgyu de ne tepki vereceğimi merak etmiş gibi merakla bana bakıyorlardı. neler dönüyordu burada?

"sakin olun!" dedi chan hyung kalabalığı sustururken. "bizden kastım ben, minho ve changbin. hyunjin hâlâ burada!"

tam olarak izleyicilerle aynı tepkiyi veriyordum. bu demek oluyordu ki son şarkıyı hyunjin söyleyecekti. içerideyken bu yüzden bana böyle demişti. gülümseyerek chan hyung'un elindeki mikrofonu aldı hyunjin. diğer üçü uzaklaşırken o konuşmasına başladı. "aslında bunu uzun süredir planlıyordum ama sürpriz olsun istemiştim. konserimizin son şarkısı entrancing'i özel olarak hazırladım. sözleri ben yazdım ve ben besteledim. oldukça keyifliydi ve hiç zorlanmadım çünkü ilham kaynağım hep bana destek oldu. o olmasaydı, bugün hiçbirimiz burada olmayacaktık."

gözleri bana döndü. gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. benden bahsediyordu. son kez bana karşı masum bir tebessüm ettikten sonra ışıklar biraz söndü, etraf daha loş bir hâl aldı. kısa bir sessizliğin ardından herkesin kulağına bir melodi doldu. bana oldukça tanıdık gelen bir melodi.

bu, hyunjin'in bardan çıktığımız gün bana dinlettirdiği sesti. konuyu değiştirmeye çalışıyor sanmıştım. evet, tıpatıp aynı sesti.

gözlerini kapatmış şarkıya gireceği kısmı bekliyordu. bu loş ışıkların arasında parlıyordı âdeta. melek gibi duruyordu.

ve tam o sırada farkettim ki parmağında çift yüzüğümüz vardı. biz sevgili olmadan önce takmayacağına dair söz verdiği yüzük.

sonunda nefes alıp başladı söylemeye. sözler de melodi gibi tanıdıktı, oldukça tanıdık. gözlerimi yaşartabilecek kadar tanıdık.

"bu upuzun gecede, ay ışığı bile yüzünü çevirmiş soğuk rüzgâra.

başıboş gezinen tek bir mavi ışığın bile girmesinin yasak olduğu bu rüyada, sadece tek bir renk kalmış ortada.

ve yumuyorum gözlerimi yavaşça.

tatlı bir rüya gördüm, 'o' anın rüyasını.

kısacık bir an bile olsa, lütfen elimi bırakma.

kollarınla beni sararken aldığım kokun ve o anın getirdiği ışık hüzmesinin sıcaklığı; büsbütün kalmış bir başına, yapayalnız.

bu upuzun gecenin kısa soluklu fısıltıları bile, bir gürültüden ibaret renklerini kaybetmiş dünyamda.

beni mest eden rüyalarımı hep sen süslüyorsun. eğer gözlerimi açarsam unutur muyum hepsini?

ah, unutup giderken gün geçtikçe
nasıl engel olsam bilmiyordum ki.

tek bildiğim, bir çiçek alevlenecek en güzel hâliyle.
o çiçek sonsuzluğa açacak ve çok yakacak canımı.
ve tekrar, 'son'un da sonunda, daha da parlak hâle gelecek alevler.

bu upuzun gecenin kısa soluklu fısıltıları bile, bir gürültüden ibaret renklerini kaybetmiş dünyamda.

beni mest eden rüyalarımı hep sen süslüyorsun. eğer gözlerimi açarsam unutur muyum hepsini?

bomboş gözlerle karanlık ve uzun şafağı seyrediyorum.

belki de vedamdı hepsi,
farkındaydın bu gecenin kederli bir şekilde uzun olacağının.
fakat bırakmadın peşimi, beni kendine bağladın.

rüyamda olacağım için bana fısıldadığın anları unutacak mıyım?

bu upuzun gecede ay ışığının bile yüzüne bakmadığı kara rüyalarım
mest ediyor beni."

son.

bir süre etraftan hiç ses çıkmadı. insanlar şarkının etkisinde kalmıştı. fakat hiçbiri benim hâlimde olamazdı. kalbim öyle atıyordu ki sanki ya birazdan duracaktı, ya da daha da hızlanıp yerinden çıkacaktı. yanaklarımdan süzülen gözyaşları damla damla yere düşüyordu. boğazım düğümlenmişti. ne konuşmaya ne gözyaşlarımı silmeye ne de gözlerimi hyunjin'den ayırmaya güç bulamıyordum. yapmak istediğim tek şey ona sarılıp günlerce kokusunu içime çekmek ve her dakika onu ne kadar sevdiğimi dile getirmekti.

ışıklar yavaş yavaş açılmaya başladığında alkış sesleri dalga dalga yükseldi, stadyumda ellerini çırpmayan tek bir kişi bile kalmamıştı. ben dışında. hyunjin kafasını yavaşça kaldırıp bana baktı. dolu gözlerimi görünce masum bakışlar attıktan sonra gülümsedi usulca.

"bugün ilham kaynağımın doğum günü, biliyor muydunuz?" deyip nefes verir gibi güldü. "vaktiyle bencil bir adam çok üzdü onu. ne kadar pişman olsa da, ilham kaynağım onu affettiğini ne kadar söylese de içine sinmeyen şeyler varmış. hep suçlu hissediyormuş kendini." deyip mikrofonu sabitlendiği yerden çıkarıp eline aldı ve sahnede gezinmeye başladı. "ve o adam, ilham kaynağımı mutlu etmek adına bir şarkı yazmış. yüzlerce kişinin içinde söylemiş fakat onu yine ağlatmış. trajik, değil mi? üstelik ona verdiği sözü de tutmamış." parmağındaki çift yüzüğünü çıkardı ve seyircilere tuttu. "işte söz."

tekrar bana döndü bakışları. düşüceli bakışları vardı gözlerinde. "peki, o adam bunun sözünü tutmadığı son sefer olduğuna dair söz verse, ilham kaynağım inanır mı ona?" kafasını eğdi. bütün gözler bana döndü. "inanır mısın jeongin?"

yutkundum. ıslak yanaklarım ve titreyen ellerimle cevap vermeye takatim yoktu. gözyaşlarımı tutmaya çalışıyordum, ağlamamalıydım. fakat o gülümsedi. kollarını iki yanına açarak elleriyle gelmemi işaret etti. "gel hadi."

zaten en önlerde olduğum için hızlıca aradaki şeritleri ve korumaları geçtim, ardından merdivenlerden çıkıp koşarak sarıldım ona. sırtı seyircilere dönüktü ve ben de kafamı onun göğsüne yaslamıştım. sımsıkı sarıldım ona. gözyaşlarımın akmasına izin verdim. o da kollarıyla beni sardı ve saçlarıma minik bir öpücük kondurdu. geri çekildi. "doğum günün kutlu olsun, yine." dedikten sonra tekrar seyircilere döndü. ben de sildim gözyaşlarımı.

"seni o kadar oyalayıp durdum ama en güzelini istediğim içindi. işte şimdi soruyorum, sevgilim olur musun yang jeongin?"

gülümseyip hızlıca kafamı sallamaktan başka bir şey yapmadım. ağzımı açamıyordum. onun da dudaklarına kocaman bir tebessüm yayılınca yükselen alkış sesleri eşliğinde yaklaşıp öptü dudaklarımı. çok oyalanmadı, hemen geri çekildi. kafamı çevirip şöyle bir izleyenlere baktığımda dikkatimi çeken tek beden, yeonjun'unkiydi. içinden geçen nefret gözlerinden okunabiliyordu. yanındaki çocuk elini onun omzuna koymuş meraklı gözlerle onu izliyordu. yeonjun'la göz göze geldiğimizde sinirle soluyup sevgilisinin elinden tuttu ve kalabılığı yararak çıkışa doğru yürümeye kalktı. hoş, çok da sikimdeydi.

umursadığım tek şey yanımdaki sevgilim, bundan sonraki hayatım ve babamın bu olanları duyduktan sonra vereceği tepkiydi. yarından sonra geri dönüyordu.

******************************

ENTRANCING DINLEYIN DINLETTIRIN
ENTRANCING OKUYUN OKUTTURUN

bu arada sozleri biraz degistirdim daha anlamli olsun diye de sey etmeyin tamams

he bi de sahne arkasi hakkinda hicbir fikrim yok oraya kulis mi deniliyordu ondan bile emin degilim o yuzden eger sacma yerler varsa kusura bakmayin😢

OY VERIN VERDITTIRIN

optumkine bb❤

Continue Reading

You'll Also Like

392 47 8
Kesinlikle orjinaliyle hiçbir alakası yoktur. Bu benim Au dur.
110K 12.8K 33
değişiyorsun, dayanamıyorum
88.8K 7.5K 25
Hwang Hyunjin, Polis Lee Felix'e takıntılı bir pis işler adamıydı. [Düzenleniyor..]
40.5K 3.8K 36
[T A M A M L A N D I] "Ben en azından hayatımın aşkının üstüne çorba döktüm, ya sen? Sen Yoongi hyungun gözüne girebilmek için milletin sana girmesin...