Cam Parçam

By SessizMelek9

1.1K 141 288

Hayatınızın iki tekere bağlı olduğunu ve o sınırı asla aşamadığınızı düşünün. İnsanlar size baktığında ilk ne... More

~Giriş~
Nefret Soluyan Gözler
Ölüm Yuvası
Taze Fasulye...
Kaos
Pamuk Şeker
Elde Var Sıfır
Öldürmek istedi, başaramadı.
Faça

Boş Koridordaki Çığlıklar (düzenlenmede)

160 21 38
By SessizMelek9

Göz yaşlarımı bastıramıyordum. Çocuk gibi karşısına geçmiş ağlıyordum. Buğra da ses etmeden yanımda duruyordu.

Geçmişi kabullenmek bu kadar zor olmamalıydı. Saat 19.30da kapı çaldı. Ben o sırada kafamı koltuğun arkasına doğru atmış gözlerimi dinlendiriyordum. Ses ile kafamı kaldırıp evin içerisinde Buğrayı aradım.

Mutfaktan çıkıp bana ilk kapıya sonra da bana baktı. "Hapisten çıkmış olabilir mi?" Dayanamayarak sorduğum sorudan sonra kaşları çatıldı. Belki de susmalıydım.

Samimi ve sıcak kanlı olsa da kaşlarını çattığında içim ürperiyordu.

Dile getiremesem de korkuyordum.

İnsanların öfkesi bana hiç iyi şeyeler yaşatmamışlardı.

Kapıya ilerleyip sakince açtı. Hemen ardından gelen sesler, gelen kişinin Selçuk bey olduğunu gösteriyordu.

İçeriye girdiğinde elinde poşetler vardı. Buğra Selçuk beyin elindekileri alıp eşelediğinde poşetten mis gibi kokular yükselmişti. "Anneniz yemek yollattı."

Anneniz demişti.

Her bu olayı düşündüğümde başıma ağrılar giriyordu.

Selçuk bey yemekleri verdikten sonra çok duramayıp çıktı. yemek kaplarında pilav ve fırında tavuk vardı. Güzel bir sofra hazırlayıp ikimiz bir yemeğe oturduk.

6 yıl sonra ilk defa anne yemeği yeniştim. Aklıma o kadının yaptığı yemekler gelmişti. O da pilavı diri yapardı. Lapa olunca kendine kızar, çorba gibi olmuş derdi. En sevdiğim yemeği hep istediğim gibi yapardı.

Hayır! Özlememiştim.

Özlemedim işte.

Çatalı elimden bırakıp ağzımı sildim. "Afiyet olsun, annenin eline sağlık." Başını salladığında o da doymuştu. Bulaşıkları hep beraber hallettikten sonra içeri geçtik yine. Ben biraz kitap okumuştum, o da telefonuyla konuşmuştu.

Gogo diye biriyle. Gogo nedir ya? O telefon konuşmasını bitirdiğinde bende kitabı kaldırdım. "Buğra bir şey sorabilir miyim?" Merakla kaşlarını havalandırmıştı.

Huzursuzca yerimde kıpırdanıp bir çırpıda sordum. "Gogo kim? Söylemek zorunda değilsin, sadece merak ettik. "Gerçek adı Tolga ama ismini kullanmayı sevmediği için Gogo diyoruz arkadaşlar arasında." Tolga=Gogo? Ne alakaydı ki?

Yüzümden nedenini merak ettiğimi anlamış olacak ki telefonunu cebine koyup bana açıklama yaptı. "Şimdi Gogo'ya haber veremden anlatmak ne kadar doğru olur bilmem ama ilk okul yıllarından gelen bir lakap."

Saat ilerledikçe Buğra esnemeye başlamıştı. Yatağı nereye sermem gerekiyordu bilmiyordum. Klimanın ısısını yükseltip Buğraya döndüm. "Bizim ev biraz küçük. Öbür odalar hem soğuk hem de babamın odasında yatmak isteyeceğine emin değilim."

"Yok be koçum hiç odaya gerek yok. Burada kıvrılırız." Kıvrılırız derken? "Yok Buğra sana yatağı buraya yaparım, ben odada yatarım." Klimanın kumandasıyla sıcaklığı daha da yükseltip damağını çıtlattı "O, oda buz gibi. Hem gördüm ben odayı. Buz gibi yerde mi yatacaksın?" 17 yıldır bu kimse için sorun olmamıştı.

"Olmaz öyle şey iki tane koltuk var sen birinde ben birinde yatarız işte." Ses çıkarmadan yatak odasındaki dolaptan yeni, çarşaf ve yastık getirdim. Beni görünce koşup dizlerimin üzerindeki yatakları aldı. "Yettim!" Çarşafları koltuğa sermeme yardım ederken onu orada bıraktım ve yorganları almaya gittim.

İki tane yastığı alıp geldiğimde çarşaflar serilmiş, koltuğun yastıkları kaldırmıştı. Yastıkları da koltuğa dizip uzandık. Ne ara daldım hiçbir fikirim yok. Öyle bir uyumuşum ki hiç ellemeseniz o koltukta yaşlanıp ölene kadar uyuyabilirdim.

Ama nerede? Kimse ellememiş olsa bile rüyalarım beni rahat bırakmıyordu.














Eski, derme çatma evin içinde sadece kuru öksürük ve benim hıçkırık seslerim duyuluyordu. ben kendini suçlu hissettiğim için hıçkırıklarıma ve göz yaşlarıma hakim olamıyordum. Az daha yetişemeseydim çok kötü sonuçlara maruz kalabilirdik. Astım hastalığını Gökhan sayesinde gayet iyi biliyordum ve kötü sonuçlarını fazlasıyla gözlemlemiştim. Buğra öksürüklerinin ardından hızla ayağa kalkıp dizimin dibine oturdu.

Benim suçumdu hepsi, yürüyebilseydim böyle olmazdı. "Baran, sil gözlerini abim. Ağlama. Senlik bir şey yok, benim hatam. Sigara kokusundan dolayı tetiklendi. Kutuları da oraya ben attırmıştım zaten yolda duruyorlardı." Öksürüklerinin arasında çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayan beni sakinleştirmeye çalışıyordu. "Benim hatam." Hızla savunmaya geçti Buğra. "Hayır, senle bir ilgisi yok, benim dikkatsizliğim. Deme öyle."

Biraz bile hissetseydim bunların hiç biri yaşanmazdı. "Özür dilerim Buğra, özür dilerim." Kollarımı dizlerime atıp yılların hırsını, ağlamalarımla çıkarmıştım. Çok korkmuştum bir kere!

Buğra sandalyemi içeriye çekip kollarını bana sardı. "Geçti, geçecek. Bak bana, öksürmüyorum artık." Evet, öksürmüyordu. "İyi misin?" Başını salladığında kollarını çekip göz yaşlarımı silmişti. "Yarın için eşyalarını topladın mı?" Yani daha gitar ile resimlerimi almam gerekiyordu ama çoğu bitmişti. "Çoğu hazır yarın da diğerlerini hallederim. Kahvaltı yaptın mı sen?" Evet anlamında kafasını salladığında aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü. "Sana bir şey soracağım. "

Mutfağın önündeki kutular kalkınca içeri geçip dolabı açtı "Sor tabi." "Dolapta neden 4 poşet yeşil elma var?" Mutfağa yöneldiğimde dolabın o pis kokusu burnuma doldu. "Nerden fark ettin onu sen ya." Elmadan bir ısırık alınca dolabı geri kapattı. "Dolapta biradan ve yeşil elmadan başka bir şey olmayınca fark etmesi de zor olmuyor haliyle." Haklıydı. "Ben yeşil elmayı çok severim. Aç kalırım susuz kalırım ama yeşil elma olmazsa olmaz yani. Eskiden biriktirdiğim paralarla alıyorum her bittiğinde." Kaşlarını kaldırdığında pes ettim. "Tamam bizim çakma pederden araklıyordum. Ama yeşil elma kırmızı çizgimdir. Almıyordu."

Gülümseyip başını salladı. "Gel hadi dışarı çıkalım." Dolaptaki elmanın birini bana attığında kemirmeye başlamıştım. "Nereye gideceğiz ki?" Bilmem dercesine kafasını salladı. "Hep senin hayalinle büyüdük biz. Ama bir gün bulma ihtimali hiç aklımıza gelmemişti, senin özleminle büyüdük." Onlar içinde çok zor olsa gerekti.

"Açıkçası Boranla da pek gezemeyiz o yüzden bir kardeşle nasıl gezilir, nereye gidilir pek bilmem. Ama senin istediğin bir şey varsa okeyim." Düşündüm, düşündüm ve tekrar düşündüm ama aklıma bir şey gelmemişti. Buğra konuşunca düşüncellerimden koptum. "Bana hobi ve fobilerinden bahsetsene. Seni tanımak istiyorum."

Biraz kendimden bahsetmiştim. Uğraştığım işlerden ve yeteneklerimden. Buğra şaşkın bakışlarını istese de gizleyemiyordu. "Bak sen şu işe. Demek resim yapıyorsun." Aslında yeni başlamıştım ve pek başarılı olduğum söylenemez. "Yani çok bir şey değil aslında. Bazı basit şeyler." "Annemde resim yapıyor. Demek ailemizde iki tane ressam varmış." Ailemiz...

Ne ara ailelerine dahil olmuştum?

Bir kaç saat bana kendini anlattı, aileden söz etti. Ama zamanı gelince onlar sana kendilerini anlatsın deyip ağzını açmamıştı. Evin tüm camları açık olunca koku hafiflese de ev buza dönmüştü. Benim bol gelen bir kazağım vardı onu alıp Buğraya verdiğimde küçük gelse de kabul etmişti.

Akşam olduğunda ne yapmam gerektiğine karar verememiştim. Bizim hiç bir zaman düzenli bir yemek biçimimiz olmazdı. Zaten kazadan sonra hiç babamla oturup yemek yememiştim. Ayda yılda bir dolaba bir şeyler atar giderdi. Bazen getirdikleriyle yemek yapardım bazen de cebinden araklar internetten yemek söylerdim. Tabi her zaman bu kadar şanslı olamazdım. O gecelerde de çok kez yatağa aç girdiğim olmuştu.

Buğra elindeki telefonu kapatıp havadan sudan saçma bir muhabbet açmış onu konuşuyorduk. Dolapta yiyecek yoktu diye hatırlıyorum. Acaba bizim peder cüzdanı unutmuş mudur diye düşünürken aklıma ceketiyle çıktığı geldi ve bu fikir de batmış oldu. E ben bu adama ne yapacaktım?

Düşüncelerimi bölen çalan kapı sesi olmuştu. Buğra bana baktı ben Buğraya. Bir daha sıkıyorsa bey de. "Birini mi bekliyordun?" He anam dansöz çağırdım gelip eğlendirecek bizi. Acaba babam gelmiş olabilir miydi? "Babamı salmış olabilirler mi? Hızla ayağa kalkıp bileğini sıvadı. "Saçmalama! Nereye çıkıyor o pislik? Bu kadar şeyden sonra biraz zor gün yüzü görür o." Yutkunup omuz silktim. Bana niye bağırmıştı ki, ne ne dedim sanki?

Ben kapıya ilerlerken beni durdurup önüme geçti. "Kim o?" Kapının ardından tanıdık bir ses duyuldu. "Benim oğlum, aç kapıyı." Selçuk bey? Buğra hızla kapıyı açtığında elinde bir sürü poşet vardı. Buğra poşetleri alıp gülümsemekle yetinmişti. "Anneniz gönderdi. Afiyet olsun. Bir ihtiyacınız olursa yazmayı unutmayın." İçeriye davet etmek istesek de evin hali belliydi. Selçuk beyde çok durmayıp gitmişti zaten.

Nilüfer abla tarhana çorbası ile pilav yapmıştı. Afiyetle onları yedikten sonra benden gitar çalmamı istemişti. Buğranın uzun ısrarıyla küçük bir parça çalmıştım. Saat ilerledikçe uyku bastırmıştı. "Buğra istersen sen şimdi eve geç ben kalırım burada bir şey olmaz." Bozulmuşa benziyordu. Kesin kovuyorum sanacak. "Ben şimdi kovuldum mu? Kusura bakma ama 17 yaşındaki bir 'çocuğu' tek başına gecenin bir yarısı bırakamam. Hele ki o çocuk kardeşimse asla olmaz."

Yatak yoktu abemm. "Yok estağfurullah, kovmuyorum ama bir babamın odasında yatak var ve orada da yatmak isteyeceğini düşünmüyorum." Hızla ayaklandı. "O piçin yatağında tabi ki yatmam." "Benim odamda da yer yatağı var ama istersen yani daha doğrusu yatabilirsen koltuğu açabilirim sana." Başını sallayıp ayaklandı. "Yatarım ya, ne olacak? Sen bana bir yorgan bul o bana yeter."

"Takip et beni." Babamların yatak odasına geçtik. "Buğra şu dolapta yorganlar ve çarşaflar olacak." Bir yorgan ile çarşaf alıp dolabı kapatınca başka bir dolabın yanına geçtim. "Burada da yastıklar var."

Yatakları serdikten sonra ben odama geçip yatmıştım, o da koltuğa kıvrılmıştı.

*****************************************************

Sabahın erken saatlerinde oturma odasından bir ses duydum. Hızla sandalyeme geçip içeriye ilerledim. "Buğra?" Elindeki servis tabaklarıyla beni karşıladı. "Çok mu ses yaptım?" Hayır anlamında başımı salladığımda bizim yıkık masada şahane bir kahvaltı buldum. "Sen uyurken markete uğradım, anahtar televizyonun önünde."

"Çok güzel görünüyor her şey, keşke beni de kaldırsaydın. Yardım ederdim." Elini boş ver der gibi salladığında içeriden telefonu çaldı. "Ellerim bulaşık, sen bakar mısın?" Telefona baktığımda Selçuk bey arıyordu. "Selçuk bey arıyor." Açmamı istediğinde telefondan cırtlak bir erkek sesi duyuldu. "Abi!" Bu o küçük çocuk olmalıydı. "Buyur. Ben Ba_" Daha lafımı bitirmeme izin vermeden bağırmıştı. Kulağımın zarı sizlere ömür. "Abimin telefonu niye sende? Abime bir şey mi yaptın? Çaldın mı telefonunu?" E yuh artık. Bu ergen fazla oluyordu. "Aynen, 89 yerinden bıçaklayıp kaldırıma attım. Birazdan organ mafyası gelip oradan alacak." birkaç saniyelik sessizliğin ardından yine sesler geldi. "Hemen polisi arıyorum, rahat bırak abimi. Pislik!"

Bu ergenlerin hepsi mi böyle aptal oluyordu? Boran olarak hatırladığım çocuğun lafını benim bağırışım kesti. "Boran! Saçmalama istersen. Daha ne kadar abartabilirsin? Kıymetli abin içeride, eli pis o yüzden benden rica etti bende açtım. Neden aramıştın?" Ben Boranla konuşurken Buğra içeriden seslendi. "Kahvaltı hazır!" Başımı sallayıp Boranın derdini dinlemek için bekledim. "DNA testinin sonucu çıkmış. Öğleden sonra saat 13.00de aynı hastanede bekliyoruz. Bakalım yalanların ortaya nasıl çıkacak."

Cevap vermeme izin vermeyip telefonu kapatmıştı. Buğranın yanına kahvaltı sofrasına geçtim. "Bu erken ergen neyin yalanından bahsediyor?" Dediğim lakaba kızmasını bekliyordum ama kahkaha atıp yumurtasından bir parça aldı. "Demek erken ergen ha? İyiymiş. Sen takma onu, boş yapıyor. Afiyet olsun."

Kahvaltıdan sonra hazırlanıp çıkmıştık. Arabanın bagajına çantalarımı ve gitarımı atmıştım. Sandalyeye yer kalmayınca Buğra onu arka koltuğa atmıştı. Hastaneye vardığımızda Selçuk bey ile karşılaştık. Nilüfer hanım ve erken ergen yanı başındaydı. "Hoş geldiniz çocuklar. Testler çıkmış, bizi bekliyorlar.

Hastaneye bakmamla midem tekrar azıma gelmişti. Yine zar zor girmiştik bu lanet yere. Nilüfer hanım daha çok üzülmesin diye ses etmesem de tekrar kusmamak için zor tutuyordum kendimi. Doktorun odasına girdiğimizde kapıda yine iki polis ve dünkü genç vardı. Beyaz önlüklü yaşlı bir doktor ayağa kalkıp elinde tuttuğu kağıtlara baktı ve derin bir iç çekti.

"Baba adayı Selçuk Paslı ile Samet Gün arasında ebeveynlik yönünde ilişki bulunmamaktadır."

Polisler gencin bileğine hızla kelepçeyi geçirmişlerdi. "Sizi evrakta sahtecilikten tutukluyoruz, susma hakkına sahipsiniz." Genç o hakkı kullanmayı istemediğini çığlıklarıyla belirtip hızla Selçuk beyin yanına doğru koşmaya çalıştı ama polisler tuttu. "Baba yapma lütfen! Bir şey söyle, bırakma beni burada." Gencin çığlıkları beni çok üzmüştü. Hayatımı kaydıran bir başkası da bu gençti. Ona bu denli üzülmem normal miydi? Genç kendini yerlere atarak bırakmayın beni derken Selçuk bey umursamazca diğer sonucu dinlemeye başlamıştı.

Polisler genci yaka paça dışarıya çıkarttıklarında doktor diğer evrakı açtı.

"Baba adayı Selçuk Paslı ile Baran Soy arasında %99.99 oranla ebeveynlik yönünde ilişki bulunmaktadır."

Nilüfer hanımın ağlayan sesinin yerine mutluluk çığlıkları alırken Gencin isyan çığlıkları da boş koridordan duyulmaya devam ediyordu. Selçuk bey küçük oğluyla eşini dışarıya doğru yönlendirdi ardından ben tam ağlayan gencin yanına yöneldiğimde sandalyemi tutup çıkışa doğru yürüdü. "Yapmayın böyle, yıllarca oğlunuz olarak bilmişsiniz. Nasıl hiç ardınıza bakmadan çekip gidebiliyorsunuz?" Beni dinlemeden çocuğu boş koridorda çığlıklarıyla bıraktı.

O çocuğun bağırışları ve bırakmayın beni diyen yalvarışları hâlâ kulaklarımdaydı. Nasıl bırakabilmişlerdi hemencicik? Şimdi bunu bırakan yarın bana ne yapmaz? Selçuk beyi durdurup sandalyemi kenara sürüdüm. "Yıllarca oğlunuz bildiğiniz çocuğu nasıl bu kadar çabuk silebilirsiniz? Bu gün bunu silen yarın bana ne yapmaz? Ben gelmiyorum sizinle hiç bir yere. Şimdiye kadar ölü bildiğiniz oğlunuzu ölü bilmeye devam edin." Sandalyenin tekerini hızla çevirirken birden tekeri durdu. Boran olarak bildiğim çocuk tekerin önüne ayağını koymuş üsten üsten bana bakıyordu. "Gitsene."

Kalbimin paramparça oluşunu hissetmiştim. Babamın dayaklarından bile daha fazla canımı yakmıştı. "Boran!" Selçuk beyin yüksek çıkan sesi hiç bir şeye yaramayınca çocuk daha da aşağılar şekilde sırıttı. "Hadi! Gitsene. Artist işte ne bek_" Sözü, çığlıklarıyla kesmişti. Çünkü sandalyenin tekerini ayağının üzerinden geçirmiştim. "Hoşça kal ergen hücre. Bunu unutmayacağım." Bizim ergen hücre ayağını tutup ağlarken ardıma bile bakmadan hastane yolundan çıktım. Telefonumu elime aldığım anda arkamdan biri tutup kendine doğru çekti. "Kimsin a_" Nilüfer hanımı karşımda görmemle edeceğim küfrü durdurdum. "Hanımefendi birden gelinir mi öyle?" Kadın göz yaşlarını silip özür diledi. "Ben 17 yıl çektim evlat acısını! 17 yıl." Öyle bir haykırmıştı ki yoldan geçenlerin bile dikkati bize kaymıştı. "Ben etrafta oğlum, oğlum diye ağlarken o bizim arkamızdan neler karıştırdı."

Daha fazla ağlamasını istemiyordum artık. "Ağlama artık, lütfen sil hadi gözyaşlarını. Ben ne yaşadığınızı bilmiyorum o yüzden böyle rahat konuşuyorum. Haklısın, özür dilerim. Hadi sil artık gözlerini." Nilüfer hanım gözlerini silip küçük çocuklar gibi burnunu çekmişti. "Ben sadece evladımı istiyorum. Lütfen bırakma bizi." Hayır desem çeşmeleri geri açacaktı anında. "Oğlunuz pek abi hasreti çekmemiş gibi ama neyse." Hızla savunmaya geçmişti.

Anne işte, oğlun itin teki olsa da savunacak bir dal arar. O çocuk için niye yapmamışlardı? "Boran aslında öyle biri değildir oğlum ama yaşadıkları onu bu kadar asabi yaptı." Oğlum demesi söylediği etkinin anlamını yitirmişti. "Vallahi bu geçmişi kötü diye her yapılanı göz ardı edilen insanlardan nefret ederim Nilüfer hanım. Bende pamuklarla büyümedim. Bir tek ergen oğlunuzun geçmişini sikmediler! Bakarsanız anlarsınız ki bende pek parlak bir geçmiş yaşamadım. "

Benim bağırmamla korkmakla üzülmek arasında gidip gelmişti. "Oldu o zaman, bende kötü şeyler yaşayayım sonra gidip milletin engeliyle dalga geçeyim? Gidip artistlik taslıyayım. Gelip neden yaptın dediklerinde de, e ama benim çocukluğum kötüydü diyerek işten kaçayım. Olur mu?" Nilüfer hanım hayır anlamında başını salladığında gerçekten çok kötü duruyordu. "Bak ablacım. Şu an hiç birimiz iyi değiliz. Ben gideyim şimdi, biraz kafamı toparlayayım son_" Lafımın tekrar bölünüp Nilüfer hanımın yüksek sesiyle dudaklarımı ısırıp sabır çektim. "Bırakmam hiç bir yere." Kadıncağız tir tir titriyordu. Gideceğimi düşünüp kolumu tutuyordu. Biri bana bu kadar sarılmışken onu bırakıp ta gidemezdim.

Gitmeyeceğimi ne kadar anlatsam da korktuğu için yol boyu kolumu hiç bırakmadı.15 dakika sonra çok hoş bir apartmanın önünde durduk. "Eviniz burası mı?" Ben şaşkınlıkla sorumu sorarken içeriden Selçuk beyle Buğra geldi. "Bizim evimiz." Selçuk beyin dediği ile gülümseyip apartmanı incelemeye başladım. Umarım komşular hayvan severdir. Yoksa elimden çekecekleri var. Buğra önüme gelip parmaklarıyla oynamaya başladı. "Yalnız bir sıkıntımız var." Ne olduğunu merdivenleri görünce anlamıştım. İstemsizce yüzüm düşmüş ve dudaklarımı ısırmaya başlamıştım. Bu insanlara da yük olmaktan başka bir şey olmayacaktım anlaşılan.

Bana sadece yük oluyorsun, evlat demeye bin şahit lazım.

kollarımın ve belimin altındaki eli hissetmemle afalladım. Selçuk abi boşta duran elini bacaklarıma götürüp beni havaya kaldırmıştı. Düşmemek adına beline doladım kollarımı. Çok temiz kokuyordu. Bizim sahte pederin bir metre yakınına gelince alırdın o pis acı kokuyu. Akşam yemeğine para bulamazken nasıl 7/24 sarhoş olabiliyordu, bilmiyordum.

Selçuk bey beni kollarının arasına daha rahat aldığında apartmanın içine doğru ilerledi. Hiç birinin ağzını bıçak açmıyordu. Kesin kolu kopacaktı adamcağızın. Hafif insan değilim ki ben. Dile kolay 58 kiloyum. İkinci kata geldiğimizde daha çıkılacak kat olduğunu anlamıştım. Tertemiz kokan adamın koluna sarılmışken sadece onun duyacağı şekilde fısıldadım. "Özür dilerim, eksik olduğum için." Kaşları çatıldığında belli etmemeye çalışmıştı. "Saçma sapan konuşma. Eksik olduğun bir şey yok. Unuttun galiba az önce resmi olarak baban olduğum ortaya çıktı. Babalar çocuklarına bakmak zorundadırlar. Babaların görevidir bu, bakacağım tabi. İste sırtımda bile taşırım ben seni."

Senin bana bakman gerekirken ben sana bakıyorum! Ne lanet çocuksun sen be?

Bir kapının önüne geldiğimizde Nilüfer hanım anahtarla kapıyı açtı. Buğra beyse sandalyemi yukarıya kadar çıkarmıştı. "Size de zahmet oldu, çok teşekkür ederim." Selçuk bey kulağıma fısıldadı. "İstediğin kadar böyle kalabilirsin ama geldik." Başımı salladığımda sandalyeye nazikçe bırakıldım. Nilüfer hanımdan biri ıslak bez istediğimde tekerleri sileceğimi anladı. "Sen geç içeri oğlum, Siler süpürürüz sonra." Hep beraber içeri geçince ben evi incelemeye başlamıştım bile. Diğerlerinin ardından oturma odasına girdiğimde gördüğüm manzara hiç hoşuma gitmemişti. Bizim ergen hücre elinde bez kanayan dudağı ile kızaran yanağını siliyordu.

Çocuğun yanına geçtiğimde yüzündeki öfkeyi görebiliyordum. "Kim yaptı bunu sana?!" Selçuk beye döndüğümde ensesini kaşıyordu. "Size hiç yakıştıramadım Selçuk bey. Yaptığı her hatada böyle döverseniz doğruyu nasıl öğrensin çocuk?" Benim çıkışım Selçuk beyinde telaşlanmasına neden oldu. "Yok ben hiç bir evladıma el kaldırmadım, kaldırmamda. Boran sana terbiyesizlik yapınca, abinle dalaştılar biraz." Yüzü çok kötü olmuştu. "Biraz mı?" Dudağını sıyıra sıyıra silen Borana bakıp iş çektim. Bunu üzerine Buğra sabır çekerek mutfağa geçti. "İnsanda sabır denen bir kavram bırakmıyor ki, aptal! Tövbemi bile bozduruyor bana." Keşke yanlarından ayrılıp Nilüfer hanımla tek gelmeseydik eve, bekli durdurabilirdim. Buğranın içeriye dolan bağırışları Boranın gözlerinin dolmasına neden olmuştu. Yanına ilerlediğimde geri geri adım attı. "Öyle sıyırttırırsan tahriş olur, ver de yardım edeyim." Hata bende, bırak ne yaparsa yapsın. "İstemez." Peçeteyi yere atıp koridora çıktı. İlk günden hepsinin huzurunu bozmuştum.

Sen hiç bir yerde barınamazsın bu halde.

Selçuk beyle Nilüfer hanım giden oğullarının ardından bir mutfağa bir koridora bakakalmışlardı. "Özür dilerim. İlk dakikada huzursuz ettim hepinizi." Nilüfer hanım benim bulunduğum yerin önündeki koltuğa kendini atıp ellerimi avcunun içerisine aldı. "Biz yıllardır aradığımız oğlumuzu bulduk. Dünyaları verseler bu kadar mutlu olmazdım." Aradıkları evlat böyle bir evlat mıydı? "Böyle birini aradığınızı sanmıyorum." Neyden bahsettiğimi anlayan Selçuk bey sinirle kaşlarını çatmıştı. "Saçmalama istersen. Ne varmış sende? Aslan gibi delikanlısın." Ağzımın içinden 'Ne aslan, ne aslan.' diye geveledim.

"Bize kendinden bahsetsene biraz. "Nilüfer hanım hevesle benden bir şeyler bekler gibi bakıyordu. Ona kendimle ilgili ne anlatabilirdim ki? Mutfaktan Buğra beyin sesi yükseldi. "Bensiz başlamayın! Geliyorum şimdi." Sanki filim izleyecektik. Elinde üç tane kocaman patlamış mısır tabağıyla geldiğimde bir tereddüt etmedim değil. Filim izlemeyecektik değil mi? Nilüfer hanım heyecanla sorularını sıraladı. "Bize her şeyi anlat. Nelerden hoşlanırsın, nelerden hoşlanmazsın, korktuğun bir şeyler var mı, Ya da hangi yemekleri seversin?" Ardı arkası kesilmeyen sorularla hangisinden başlayacağımı şaşırmıştım. Selçuk beyin yardımıyla Nilüfer hanımın oturduğu koltuğa geçmiştim. "İstediğimiz sorudan başlamak serbest mi hocam?" Buğra yanında duran peçete rulosunu bana fırlattığımda refleksime şaşırmıştı. "Dalga geçiyor birde. Başla birinden."

"Eskiden basketbol ile uğraşıyordum. Baya bir eskiden... Sonra gitar çalmaya başladım. Birkaç ay önce Gökhan'ın tavsiyesiyle resim çalışmaya başladım ama hâlâ gitar çalıyorum." Selçuk bey şaşkınlıkla kalakalmıştı. "Gördün mü Nilüfer. Resim yapıyormuş." Niye herkes buna şaşırıyordu? Daha çok yeniydim . "Yani çok bir şey değil aslında. Sadece model falan işte. Basit şeyler."

İki çöp adam çizdin diye elin para mı gördü? Git bir işe gir de cebimiz para görsün.

Nilüfer hanım hevesle hareketlendi. "Ben öğretirim sana. Resimde biraz iyiyimdir." Buğra avucundaki mısırları ağzına tıkıp bir de üstüne konuşmaya çalıştı. "Bakma sen biraz dediğine. Anlattım ya sana, kendi hesabında satış bile yapıyor." Demek ki isteyen para da kazanabiliyormuş. Nilüfer hanım elimi tekrar tutup başını omzuma yasladı.

Aslında daha üç saat önce tanıdığım birine karşı bu kadar rahat davranmazdım ama gözlerindeki özlem çok derindi. Ağzımı açsam dünyaları önüme serecekti neredeyse. Gözleri özlemle bakıyordu. Dibindeydim, elleri elimdeydi. Ama onun özlemi dineceği yere daha da harlanıyordu. Kim bilir kaç kere bulduğu için hayal kırıklığı yaşamıştı.

Aklıma hastanedeki çocuğun yardım çığlıkları geldi. Bu kadar masum biri o çığlıklara sağır olacak kadar ne yaşamıştı? Omzuma başını koyduktan birkaç saniye sonra hızla kalktı. "Temas sevmiyorsan söyleyebilirsin. Ben sormadan şey ettim. Affedersin." Anneler de özür dileyebiliyormuş. Gözlerini gözlerimden bir an dahi çekmiyordu. Sanki ellerini elimden ayırsa kaçacakmışım gibi sımsıkı tutuyordu. Hafif canım yansa da ses etmeyip çekmiyordum kolumu. Başımı hayır anlamında sallar sallamaz başını tekrar omzuma koydu. Gülümsememle başını kaldırıp hızla sorusunu sordu. "En sevdiğin yemek ne?"

"Açıkçası ıspanak ve pırasa hariç hiç bir yemeği ayırmam. Ama en sevdiğimi soracak olursanız taze fasulyeye bayılırım." Gülümseyip başını işaret etti. "Not alınmıştır, bu akşamki yemek belli oldu."

Önüne ne konulursa onu yemek zorundasın. Yemeyecek misin? O zaman defol git odana. Hizmetçin yok senin karşında.

Teşekkür edip elimi tutan eli daha sıkı tuttum. Buğra ağzına tıktığı mısırlardan birini yere düşürmüştü, yere düşeni bize atıp dikkat çekti. "Olumsuzları konuşmayı sevmem ama seni tanımak istiyorum." Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. "Aslında sinirli biri değilimdir. Bazı damarıma basan davranışlar hariç ne olursa olsun he he der geçebilirim. İftira ve yalana tahammülüm yoktur." Biraz daha düşünüp elimi Nilüfer hanımın elinden çektim.

"Yağmurlu akşamları ve ya geceleri sevmem. Huzursuz olurum. Zifiri karanlıkta uyuyamam. Nozokomefobim var ve aklıma dahi gelse istemsizce kusuyorum. Siz bahsedin kendinizden, ben çok konuştum." Selçuk bey söze başladı. "Ben Selçuk, 46 yaşındayım ve inşaat mühendisim. Kendimi en son böyle tanıttığımda lise 1. sınıfa falan gidiyordum." Nilüfer hanım hiç beklemeden sözü devraldı. "Bende Nilüfer bir tanem. Emekli Türkçe öğretmeniyim. Aslında pekte emekli sayılmam. Senden sonra pek çalışmayı düşünmedim. " Türkçe öğretmeni miydi? Çok şaşırmıştım. Buğra bey ben sormadan kendini tanıtmaya başladı bile. "Ben biricik, en mükemmel ve tek abin Buğra. 23 yaşındayım ve sınıf öğretmenliği okuyorum. Gece yağmur yağmasını senin aksine çok severim." Söylemesi kolay tabi. Sen... Her neyse daha bunlar için çok erken.

Hepsi bana aynı soruyu sormak istiyorlardı. Kaza nasıl oldu?

Zaman mı vermeliydim yoksa daha fazla işkence çekmemeleri için istedikleri cevabı onlara vermeli miydim?

Nilüfer hanım kafamın içerisinde savaş verdiğimi anlamış olacak ki ayaklanıp bana el işareti verdi. "Hadi sana odanı göstereyim. Aşırı büyük bir evde yaşamıyoruz. Kusura bakma." Bu sözünde Selçuk beye laf sokmuştu. Nilüfer hanımın dediğiyle sandalyeme geçip koridora çıkmıştım. Boranı görmeyip üzerine geldiğimde çığrındı. "Tekrar mı çarpmak istiyorsun? Amacın ne? Öldürmek mi?" Bizi mi dinlemişti o?

"Tekerlekli sandalye ile mi öldüreceğim?" Yüzüme saf saf bakarak omuz silkti. "Öldürmek isteyen her şeyle yapar." Nilüfer hanım yanımıza geldiğinde Boranın saçlarıyla oynadı. "Bende abini odasına yerleştirecektim." Duyduğu lafla ofladı bizim erken ergen. "Bizim taşınma serüveni yineleniyor desene." Neyden bahsediyordu bu?

"Ne diyorsun sen?" Bir odayı gösterdiğinde hiç te sakin değildi. "Beyefendi rahat edemediği için abimle kalmıyordu, mecburen ben abimin odasına geçmiştim. O gittiğinde de tekrar odama yerleşmiştim ama işte. Prens efendileri rahat etsin, biz odamızı yine taşırız." Dram time. "Çok istiyorsan kal odan da. Hem boşuna eşyalarını taşımazsın." Bana hep kinle bakıyordu ama bu lafımda bana olan bakışları donuklaştı. Soluk bir ses tonuyla konuşurken odayı gösterdi. "Abimle mi kalacaksın?" Bu adam yamyam mı? "Abin insan yemiyorsa bu kadar şaşırmana gerer yok, tabi abinde benle kalmayı sorun etmezse. Abin istemezse seninle de kalabilirim. Bana fark etmez." Omzuma dokunan el ile istemsizce irkildim. Sinsi sinsi bizi dinleyen Buğraya kızmıştım. "İnsan yemiyorum ama bir tık horlayabilirim." Buğra beyin dediğiyle tüm ev bir ağız konuştu. "Bir tık?"


Continue Reading

You'll Also Like

YUVA By _twclr

Teen Fiction

758K 37.1K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
1.3K 140 19
Leydi Tombik eziğin teki, bacakları kalın ve göbekli, çiller bazı insanları çok güzel yaparken onu daha da çirkinleştiriyor. Beyaz teni sayesinde ölü...
28.6K 2.3K 9
Exo12 serisinin 6.kitabıdır. "Ben senden gitmezdim git demeseydin eğer . Ben beklerdim beni bekle deseydin. Hep uğraştım durdum abla. Ama sen hiç çab...
46.5K 2.1K 34
# - Biz senin öz aileniz, bir şans versen ölmezsin! Dedi dolu gözlerle çünkü abisi olduğunu öğrendiği genç onları istemiyordu. Bu yüzden de bütün ail...