Ateş'in Evi

By pelinLOVE

3.7K 282 109

Siyah Güz Semti denilen ruhsuz insanlarla dolu bir yerleşim yerine annesi ile birlikte taşınmak durumunda kal... More

Bölüm 1 - Taşınma
Bölüm 2 - Silüet
Bölüm 3 - Tehdit
Bölüm 4 - Tavşan
Bölüm 5 - Mina
Bölüm 6 - Parti Belası
Bölüm 7 - Ateş'le İlk Karşılaşma
Bölüm 8 - Ormandaki Kovalamaca
Bölüm 9 - Geçiş Bölümü
Bölüm 10 - Yakalanma
Bölüm 11 - Marketteki Kadın
Bölüm 12 - Antikacıdaki İhtiyar
Bölüm 13 - Tehlike
Bölüm 14 - Kız Kıza
Bölüm 15 - Beyaz Yüzlü Adam
Bölüm 16 - Yüzleşme
Bölüm 17 - Komşu Komşunun Külüne...
Bölüm 18 - Bodrum Katı
Bölüm 19 - Kilit
Bölüm 20 - Bakıcı Meliha
Bölüm 21 - Etkileme Taktikleri
Bölüm 22 - Bunalım
Bölüm 23 - Baş Başa Yemek
Bölüm 24 - Çatı Katı Dansı
Bölüm 25 - Kararlar
Bölüm 26 - Rüşvet
Bölüm 27 - Necati'nin Yeri
Bölüm 28 - Yeni Grup
Bölüm 29 - Bileklik Vukuatı
Bölüm 30 - İlk Düşman
Bölüm 31 - Sarı Işık
Geçiş Bölümü
Bölüm 33 - Destina'nın Fotoğrafları
Bölüm 34 - Irmaktaki Albıs
Bölüm 35 - Hastalık
Bölüm 36 - Meryem
Bölüm 37 - Polis ve Düşünceler
Bölüm 38- Düşüş, Yükseliş, Düşüş
Bölüm 39 - Belki de Delirdim

Bölüm 32- Mert'in Eve Gelişi

33 4 0
By pelinLOVE

Yine koca evde tek başımaydım. 

Gündüz uyandığımda gece gördüğümün kabus mu gerçek mi olduğunu tarttım. Odamda geçmiş olması ve her şeyin çok gerçekçi gelmesi ürkütücüydü. Ama hatırladığım bir detay bütünüyle rahatlamamı sağladı. Benim odamda beyaz gül falan yoktu. Hiçbir ışık yansıması da gece bana böyle bir şey gördüremezdi. Rüya görmüştüm. Zaten korkarak uyumuştum ve Ateş'le konuştuğumuz sarı ışık muhabbeti anlaşılan bir şekilde bilinçaltıma girmişti.

Annem çok erken saatte çıktığı için kahvaltıyı tek başıma geçiştirerek yaptım. Sonra ne yapsam diye düşündüm. Biraz televizyon izledim. Hiçbir program, dizi, yarışma sarmadı. Bu saatte televizyonda hiç mi bir şey olmazdı? Bunun ardından biraz kitap okuyayım dedim. O da çok uzun sürmedi. Yok, olmuyordu. Bir türlü tatmin olmuyordum.

İnsanın hayatta bir amacı olmadığını hissetmesi berbat bir şeydi. Bu farkındalık gelince, kendime ''Ciddi olarak hiçbir şeyle uğraşmıyorsun. Bugünün yarından farkı yok ve yaptığın hiçbir şeyin bir anlamı da yok.'' dediğimde o andan itibaren hiçbir şeyden zevk alamamaya başlıyordum. Koşuşturmanın ortasında müthiş zevkli gelen dizi, film izleme etkinliği bu zamanlarda çok boş ve sıkıcı geliyordu. 

Ödül, ceza sistemiyle çalıştığım için de böyle oluyor olabilirdi. Hak etmediğim hiçbir ödül keyif vermiyordu. Önce onu hak etmem ve bunu bilmem gerekiyordu.

Bu fikirle biraz dans ettim. Yeni bir hareket denedim, üzerinde uzun süre çalıştım. Sonunda terden ve yorgunluktan öldüğümde kendimi rahat bıraktım ve ılık, rahatlatıcı bir duş alıp koltuğa kuruldum. Çok rahatsız hissettiğimde yetersiz olduğunu bile bile dans ederek kendimi geçici olarak rahatlatabiliyordum ama bu ne zamana dek böyle sürerdi, bilmiyordum. 

O anki vicdan rahatlığımın tadını çıkarıp kendime bir kahve yaptım ve koltuktaki keyfime devam ettim. Az önce bolca hareket etmiş bedenimde salgılanan dopamin gibi hormonların sayesinde rahatsız edici düşüncelerin önünü kesmeyi başarmıştım. Zihnim ise böyle bir boşluğu asla kabul edemeyeceğinden ortaya hemen yeni bir düşünceyi çıkarmıştı: Ateş'i. Ve bu kesinlikle bilinçli bir çabayla gerçekleşmemişti.

İnsan zihni garip şeydi. Tam büyük bir farkındalık yaşayacakken; tam güzel, önemli bir fikir üretecekken araya pat diye alakasız bir şey sokuyordu. Bu da genellikle cinsellik ya da şiddet içeren boş fantezilerle dolu hayaller oluyordu. Mesela ben küçük bir kızken ani bir saldırı sonucu bir sürü saldırganla dövüştüğümü ve insanları kurtardığımı hayal ederdim. Büyüdüğümde ise bu daha çok şehvet içeren hayallere dönüşmüştü. Gerçek hayatta bunun için bir atakta bulunmamış, birçok potansiyel sevgiliyi reddetmiş ve sadece kariyerime odaklanmıştım. Ama bunları yapan bir insan olmama rağmen yine de zihnimin genellikle böyle çalışmasına engel olamamıştım. Acaba zihnim de bedenim gibi ideallerime entegre olsaydı şu an nasıl biri olurdum? Ne yapıyor olurdum? Bunu asla kestiremiyordum.

Ben kendimi yine o romantik çatı katında hayal ederken bulmuş ve erken ayrılmamış olsaydım Ateş'le yaşayabileceğimiz potansiyel senaryoları tüm yaratıcılığımla üretmeye başlamışken zil çaldı. -Senaryolardan biri koltukta geçiyordu, elimdeki kitabı alıyor ve beni kendine çekiyordu.- Sesle yerimden sıçradım. Elimi göğsüme bastırıp üstümü başımı kontrol ettim. Rahat, gri bir sporcu şortu ile beyaz tişört giymiştim. Bileğimi biraz geçen kalın çoraplarım ve kapüşonlum da şortumla aynı tonda bir griydi. Nemli saçlarımı düzelttim ve heyecanla kapıya doğru gittim. Holdeki aynaya birkaç saniyeliğine baktım. Capcanlı görünüyordum. Gün içinde yaptığım her aktivite artık gözüme daha anlamlı gelmişti.

Ancak kapıyı açtığımda karşılaştığım neşeli yüz asla beklediğim kişiye ait değildi. 

-Selam, destansı güzellik. Yine şaşırtmadın. Evde bile çok ateşlisin.

Beni süzerek ve kapı pervazına mekanın sahibi gibi yaslanarak dikkatsizce kurduğu arsız hatta yavşak cümlelerini kollarımı birleştirerek dinledim. Çaktırmadan kapüşonlumla önümü de kapatmıştım çünkü beyaz dar tişörtün içine çamaşır giymemiştim. 

Tüm enerjim değişmiş, bakışlarım sertleşmişti.

-Ne işin var burada? Evimi nasıl buluyor ve ne cüretle buraya geliyorsun?

Buz kristallerinin dans ettiği ses tonum onun bile umursamaz suratında değişikliğe sebep olmayı başarmıştı. Yine sırıtmaya devam ediyordu ama karanlık bir ifadenin yüzüne oturduğu gözümden kaçmamıştı.

Bende gördüğü şeyin farkındaydım. Ona meydan okumaya devam ediyordum ve üzerimde hala hiçbir etki yaratamamıştı. Ondan hiç ama hiç korkmuyordum.

-Yine keyfin yerinde anlaşılan. Işık saçıyorsun.

-Bir tane çarpacağım...

Diye mırıldandım sinirden adeta kudururken. Sakinleşmek için dışarıda bir yerlere baktım.

-Anlamadım, ne dedin? Neyse, eminim bal gibi sözcükler dökülmüştür o güzel dudaklarından.

-Seni uyarıyorum Mert. Yine...

-Berk.

Diye lafımı kesti. Birkaç saniyelik garip bir bakışma oldu.

-Bunun için artık çok geç.

Dedim sonunda, onun gibi gamsız bir tavırla. Omuz silkip ifadesini çözemediğim suratına baktım.

Sonunda pes edip başını iki yana salladı. 

-Selam sabah kısmını başarıyla geçtiğimize göre beni içeri almayacak mısın? Sana söylemem ve göstermem gereken önemli şeyler var.

Son kısımda ciddileşmesi şaşırtıcıydı. Sadece kasıklarına tekme attığım gün bir süreliğine ciddileştiğine tanık olmuştum. Onun dışında sinir bozucu gülüşü olmadan onu gözümde canlandırmak bile imkansız geliyordu.

-Burada söyleyebilir ve gösterebilirsin. 

Dedim fermuarımı kapatıp tek elimi kapının kulbuna yerleştirirken. Bu, her an suratına kapıyı çarpabilirimin farklı bir ifade biçimiydi.

-Biraz ayıp olmuyor mu? Kapına gelmiş misafiri dışarıda bekletiyorsun. Bizim geleneklerde böyle bir şey yok. Tamam, bir şey ikram etmesen de olur. 

İçime, sabır da getirmesini dilediğim derin bir nefes çektim.

-Ayıp?

Dedim kelimenin anlamını düşünür gibi yaparak. Sonra cıkladım.

-Yok. Bende öyle şeylerin geçerliliği yok. Ha, illa birinin olsun dersen şunu seçebilirim: Kız başıma yabancı bir erkeği eve almam maalesef ki geleneklere pek uygun değil. 

Kazanmıştım. Uzatmasının bir anlamı yoktu.

-Sırf pişman olacağını bildiğim için gitmiyorum. Şimdi, al ve bak.

Birkaç saniye yüzüne inceleyerek baktım ve ardından elime tutuşturduğu zarfı dikkatle açtım. Verdiği hiçbir şeye güvenmiyordum. İçinden elime jilet düşmesini bile bekliyordum ama felaket teorilerimin hepsi boş çıktı. Sadece bir deste fotoğraf vardı.

Önce yüzüne baktım. Hevesle bakmamı bekliyordu. Bu bende daha çok güvensizlik oluştursa da merak da ettiğimden fotoğrafları elime döktüm. Zarfı cebime sıkıştırdım.

Bunlar bana ait fotoğraflardı.

Odamda yarı çıplak dans ederken. Bahçede bacaklarımı kendime çekmiş kitap okurken. Camdan gergin bir yüz ifadesiyle dışarıdaki bir noktaya bakarken. Koltukta battaniyeye sarılmış otururken. Yine dans ederken. Bahçedeyken. Tekrar dans ederken...

Şok içinde yüzüne baktım. İlk andan fotoğrafları çeken kişiyi sorgulamış ve açıdan dolayı hepsinin Ateş'in evinden çekildiğini anlamıştım.

Evet, bir sorum daha yanıtlanmıştı. Gece ışık kapalı olsa da, gündüz vakti olsa da dışarıdan tüm çıplaklığımla görülüyordum. 

-Bunlar eline nasıl geçti?

Dedim bin bir sorudan bunu seçerek.

-Güzel bir kız arkadaşım Ateş'in evindeyken bunları görmüş, ne yapacağını bilemeyip bana getirmiş.

-Çok doğru bir seçim...

Diye mırıldandım hayal aleminden seslenir gibi. Ne hissedeceğimi bilemiyordum. Sanırım en çok öfkeyi hissediyordum. Öyle ki sinirli olduğumun farkına vardığımda sinirim arttı ve elimde kalan son fotoğrafı iyice sıktığım avucumun içinde buruşturdum.

Kız arkadaşı... Bir kız Ateş'in evine gidiyordu, benim en mahrem anlarımın fotoğraflarına erişiyordu. Onlara dokunuyordu. Sonra da bunu sapığın birine götürüyordu. Karşımdaki bu iğrenç herif kim bilir ne kadar süre incelemişti onları. 

''Ateş neden gizlice fotoğraflarımı çekti?'' sorusundan ziyade bunlara takıldığımı o an fark edemiyordum. Ama yabancı bir kızın acıyarak koltukta üzgünce oturan bana baktığını hayal etmek tepemi attırıyordu.    

-Git.

Dedim sinirle. Başımla uzağı işaret etmiştim.

-Destina, yanlış kişiye kızıyorsun.

-Defol!

Dediğimde yüz ifademde, bakışlarımda ne gördü bilmiyordum ama birkaç adım geri gitti. Çenesini tuttu, karakterine ters şekilde hiçbir şey söylemedi ve arabasına doğru ilerledi. Buruşturduğum fotoğrafı hala sıkıca tutan havadaki elim titriyordu. Dudaklarım titriyordu. Öfkeden delirecek gibiydim.

Önce kapıyı çarpıp içeri girdim. Mutfak masasına fotoğrafları atıp masanın kenarına tutundum ve kendimi daha çok delirtmek ister gibi her birini inceledim. Üzerimde sadece iç çamaşırlarımın olduğu fotoğraf bile o üzgün ve savunmasız durduğum fotoğraf kadar tepemi attıramamıştı. Hangi kız görmüştü kim bilir? O esmer şeytan, Sıla olabilir miydi?

Muhtemelen öyleydi.

Aklım makine gibi çalışmaya başladı. Bir şey sormak istemişti. Ateş ise sorunun önünü kesmiş, hepimizi oradan uzaklaştırmıştı. Bunu aptal gibi beni korumak için yaptığını sanmıştım ama şimdi anlaşılıyordu ki sadece kendini korumuştu. Sıla'nın bildiğini bir şekilde anlamış olmalıydı. Muhtemelen fotoğraflardaki eksiği fark etmişti. Sıla ötmesin, fotoğraflarından haberin var mı diye herkesin içinde onun foyasını ortaya çıkarmasın diye onu susturmuştu. 

Sıla'ya karşı Buse dolayısıyla zaten alevlenen kinim farklı bir seviyeye çıktı. Ateş'e de sıçradı.

Ateş'i düşününce göğsümde bir ağrı hissettim. Hissettiğim ağrı neredeyse fizikseldi. Gerçek bedenimi yakıyor, zihnimi kazıyordu. Böyle bir şey nasıl olurdu? Benimle oyun mu oynamıştı? Amacı sadece beni etkilemek miydi, taktik miydi her şey? Başka bir kız da olduğuna göre öyle olmalıydı. Gerçek sevgi başka hiçbir fazlalığı araya sokamayacak kadar yoğundu. O sıvılaşmadığı, boşluklarla dolmadığı sürece hiçbir cisim yüzeyden öteye geçemez, içine karışamazdı. Tek bir tanesinin karışması ise bütün sevginin türünün değişmesi, bir daha temizlenemeyecek hale gelmesi demekti. Saflığını yitirirmişti bile. 

Her şeyimi kaybettiğimi hissettim. Bunun bu kadar canımı yakmasını hiç mi hiç beklemiyordum. Daha önce hiç böylesine feci kandırılmamıştım. Yeniden o dansçıların arasına, İstanbul'a döndüğümü hissettim. İlk fırsatta ayağımı kaydırmayı dileyen kurtların ortasında kalmıştım yine. Bana doğru uzandığını gördüğüm her eli kırıyordum ama ortada savaştan ve hırstan başka bir şey göremiyordum. 

Siyah Güz'de hayatımdaki bazı şeylerin olumlu anlamda değişmeye başladığını bu kayıbın sancısıyla daha iyi anladım. Burada her şey gerçek ve saftı. Korku da, sevgi de, dostluk da. Ve Ateş tek bir hamlesiyle neredeyse her şeyin üzerine siyah bir mürekkep dökmüştü. Benim girmediğim odalarına aldığı bir kız vardı ve bunu benimle olan adı konmamış ilişkiyi bitirmeden yapmıştı. 

Yarı çıplak halime baktım. Normalde beni böyle görmesi rahatsız etmezdi ama şu an, şu şartlarda feci ediyordu. Acaba onun için sadece bir takıntı mıydım? Bir fantezi miydim? 

Bütün olumlu anılarımız zihnimde silikleşti ve sadece olumsuz işaretler gözümün önünde birer adım öne çıkarak gelip gelip durdu. 

-Tebrik ederim.

Diye mırıldandım fotoğraflara kitlenmiş vaziyette. Transa geçmiş gibi görünüyordum ama zihnim hiç olmadığı kadar açıktı. Kendimi capcanlı hissediyordum. Sanki hücrelerim kaynıyordu.

-Babamdan sonra en çok canımı yakan kişi rütbesine eriştin. Üstelik bunu pek kişi başaramaz.

Tırnaklarım masada ritim tutturmuştu. Tak tak sesleri sanki gövdemde yankılanıyordu. 

-Ama bilmediğin şey şu... Canımı yakan kişi babam bile olsa ben bunun bedelini ödetirim.



Continue Reading

You'll Also Like

AKREP By +

Teen Fiction

3.7K 276 50
'Biliyormusun' dedim boğazıma adeta oturmuş bir taşın verdiği aci ile zorlukla konuşarak 'senin için kurşun bile yerdim' gözümden akan bir damla yaşı...
106K 777 2
Ona hangi elinle dokundun?" dedi.Özellikle sakin sorulmuş bir soru gibiydi.Gözlerimi kocaman açarak yabancının gözlerini yokladım ama ifade yoktu. "A...
İHTİLAL By Fatma Demir

Mystery / Thriller

796K 27.9K 63
"Benimle oynarken iyi düşün." diye hırladı. Sesi karnımı burkarken dudaklarıma kilitlenmiş bakışlarını görünce karanlığın verdiği cesaretle güldüm. "...
17.1K 289 19
Herşey... O kazayla başladı Zemherinin nefreti ve intikam duygusu... Yaseminin suçluluk duygusu...