ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

44.1M 2M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT&BAHAR

75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ

173K 12.1K 14.7K
By cerennmelek

Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın ateş parçalarım. 🔥

Run - Aryabeast

Valkyrie - Robin Carolan

Returning the Crown - Marc Streitenfeld

Sar'altınım - Güncel Gürsel Artıktay

O Yar Gelir - Aytekin Ataş


75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ

Hamilelik bana hiç iyi gelmemişti. Sanki önceden az hissettiğim her duyguyu şu an on katı fazla şekilde hissediyordum ve bu çok yabancısı olduğum bir şeydi.

Bindiğim ATV'nin üstünde son sürat tesise giderken içimde bir sıkıntı vardı. Bu sıkıntının en büyük sebebinin Ateş'in durumu olduğunu biliyordum.

Ne kadar sinir sistemi etkilendiği için umursamamaya çalışsam da sözleri ağrıma gitmişti. Bir yanım ya bunlar gerçek düşünceleriyse diye soruyordu bana.

ATV'nin üstündeyken duyduğum seslerle başımı kaldırdım. Savaş uçakları uçuyordu tepemizde. O az oldu nükleer bomba getirin amına koyayım!

Yol hiç bitmeyecekmiş gibi gelirken sonunda tesise ulaştığımda ATV'yi kapının önünde bırakıp içeri geçtim. Tesiste hep olanın aksine bugün bir kaos hakimdi, herkes bir taraflara koşturuyordu.

Hemen ardımdan gelen Ivan'a çevirdim bakışlarımı. Onun da benim kadar hızlı gelmesi işime yararken elimi omzuna koydum. "Uçaklarla saldırıya birazdan geçerler, onlardan önce davranıp uçaklarını etkisiz hale getirmemiz gerek." Omzuna iki kere vurup elimi indirdiğimde hemen başını salladı olumluca.

"Aslında bunun bir yolu var," dedi Ivan düşünceli şekilde. "Troposfere bir dalga yayarak araçlarını bozabiliriz."

"Neyi bekliyoruz o zaman?" Sorumla eli ensesine gitti sıkıntıyla.

"Bu tesisteki her şey Bay Alanguva'nın erişim izniyle çalışır."

"Benim iznimle de çalışır," dedim ama Ivan başını iki yana salladı.

"Bu daha farklı, sizin sadece erişim izniniz var komut değil." Ateş'e bunun hesabını daha sonra kesinlikle soracaktım, uyuz puşt işte.

"Tamam ben Ateş'i bulacağım," dedim onun yanından hızla uzaklaşırken. Etrafımda gördüğüm birkaç önlüklü kişiye Ateş'i sorduğumda bilgisayar laboratuvarında olduğunu öğrendim.

Burası da labirent gibiydi amına koyayım!

İçimden saydıra saydıra hızla yürürken, parmak izimi okuttum laboratuvara girmek için ama kapı açılmadı. 'Erişim bulunamadı.' Yazıyordu sadece. Birkaç kez daha denedim ama yine açılmadı.

Kapıyı yumruklamaya başlamıştım ki esmer, önlüklü, alımlı bir kız kapıyı açtı. Hemen içeri girecektim ki önümde durarak beni engelledi.

"Buraya giriş izniniz yok." Bugün bana çokça sabır gerekecekti.

"Var, araştırmanı öneririm," diyerek onu işaret parmağımla yana doğru ittirdim.

"Bay Alanguva sizi görmek istemiyor, tesiste olmamanız gerekiyor..." Kız konuşmaya devam ederken ben içeri girdim sinirle daha fazla onu dinlemeden.

Ateş Bey koca bir ekranın önünde oturmuş bilgisayarlarla uğraşıyordu. Saçları karışmış, hali epey bitmiş gözüküyordu. Şimdi beni gördüğünde hemen sarı gözlerine mutluluk parıltıları gelmesi gerekiyordu, kollarını hemen benim için açması gerekiyordu ama o şu an benim Ateş'im değildi. Benimdi ama aslında değildi.

"Yettin artık sen yavşak!" Bağırışımla bana yandan bir bakış attı, yüzünü buruşturdu.

"Yine mi sen? Bıktım artık senden." Bunu öyle bir tonda söylemişti ki gerçekten benden bıktığı çok belliydi.

"Ateş,"

"Sus, seni çekemem şu an bir ton işim var," dedi bakışlarını tekrar bilgisayara çevirerek. "Samanta güzelim bana bir viski getir," Samanta bana kapıyı açan kızdı.

"Güzelim diyen çenenin bağını sikerim senin,"

"Rahat bırak beni, işim var. Çok istiyorsan git Çelik'in kucağına o sana güzelim der," Ona vurmak için avuçlarım kaşınıyordu.

Samanta yellozu da kıvıra kıvıra viski doldurup yanımıza geldiğinde Ateş onu süzüyordu beğeni dolu gözlerle. Bunu yaparken de bir de ara ara bana bakıp tepkimi ölçüyordu.

Sinirle derin bir nefes aldım, bu izlemeye dayanabileceğim bir manzara değildi.

"Sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı peki Bay Alanguva?" diye sordu kız süzüle süzüle.

Ateş bir ona bir de bilgisayar ekranına baktı, en sonunda bakışları beni bulduğunda elini kıza doğru uzattı.

"Senin o elini sikerim Ateş," dedim ama o umursamadı.

"Neden? Sen Çelik'e dokunuyorsun ona ve diğer adamlara?" Takmıştı amına koyayım ya!

Kız da hevesle onun elini tutacaktı ki Ateş'in koluna tekme attım ve kızı da belinden tutup ittirdim. "Bana bak, şu saatten sonra bilim insanı öldürtme bana, tamam mı? Yol al sikerim yollarını, kocama bakan gözlerini oyarım senin." İngilizce ettiğim şiir gibi küfürleri anlamadan yüzüme bakarken bakışlarımdan ve harekelerimden korkmuş olacak ki kendisini dışarı attı.

"Neden eğlencemi bozuyorsun?" Ateş'in sözleri şu an beni germemeliydi, isteyerek yapmıyordu bunu biliyordum ama yine de benim gibi bir insan için bu kadar sabretmek zulümdü.

"Şu an adaya saldırı düzenleniyor, başlatma eğlencene!"

O kanında zehir olmasaydı yemin ederim onu burada işkenceyle öldürürdüm.

"Farkındayım," dedi fazla rahat şekilde. "Adam mahvolurken güzel bir esmerle eğlenebilirdim, sıkıldım zaten senden," Bu konuşan kesinlikle Ateş değildi. Ona benzemiyordu bile.

"Bir frekans varmış, o bunları devre dışı bırakabilirmiş, onayın gerek," dedim ama o sadece omuz silkti. Zaten sakin kalmak çok zorken o bunu daha da zorlaştırıyordu.

"Ben öyle bir halt yersem sen de başka bir adamla yatarsın anında değil mi? Zaten sırada adam çok!" Yok amına koyayım takılmıştı bozuk plak gibi.

"Kendine gel lan! Ben seni ne zaman aldattım da böyle triplere giriyorsun," Dayanamayıp güldüm. "Ayrıca sinir sistemin mahvolmuş haldeyken bile sırf beni kıskandırmak için konuşman gözlerimi yaşarttı." Sözlerimle kaşları çatıldı.

Gerçi şu an ondan her şerefsizliği bekliyordum ben.

Onu ensesinden tutup bilgisayar masasına başını yasladığımda bana izin vermedi. Bana doğru yumruğunu savurdu. Yumruğundan hızla kaçıp ona tekme attım ama o bu sırada bir yumruk daha attı, sertçe, karnıma.

Kendimi hızla geri çekerken elim karnıma gitti, dolan gözlerimi kırpıştırdım.

Ateş bir bana bir de karnıma baktı. "Bebek," dedi kısık sesle bir şeyler kafasına dank ediyormuş gibi. "İkinizden de kurtulurum, sen de istemiyorsun zaten."

Karnımda değişik bir sızı vardı.

Lütfen gitme.

Baba bilerek yapmadı.

Lütfen sen de bırakma beni.

Ateş üstüme bir kez daha saldıracakken içeri Çelik ve Pusat girdi. Ateş'in halini gördüklerinde hızla bize koştular. Ateş onlara da saldırmaya başladı.

Çelik ve Pusat ikisi de iri adamlardı. Çelik iki metre boyuyla ve mutant olmasına rağmen Ateş'i zapt edemiyordu.

"Karnına mı vurdu?" diye sordu Pusat telaşla, başımı olumluca salladım. O kadar sarsılmıştım ki karnımı tutmaktan başka bir halt yapamıyordum sanki tutsam benden gitmeyecekmiş gibi.

Karnımdaki ağrı gittikçe artıyordu. Gözümden bir damla yaş düştü.

Lütfen sen de gitme.

"Lan it kendi çocuğuna zarar verecek," Çelik bir yandan Ateş'le dövüşüyor bir yandan da söyleniyordu.

En sonunda Pusat Ateş'in arkasına geçip onu kollarından tuttu. Çelik de Ateş'in yüzüne sert bir yumruk çaktı.

"Abartmayın siz de amına koyayım, adam yaptıklarının farkında değil," dedim canını çok yakmasınlar diye.

"Git bize ip getir!" dedi Pusat bağırarak can havliyle. "Anam bu herifte ne güç varmış, biz boşuna bunun korumalığını yapıyoruz amına koyayım herifin içinden Hulk çıktı,"

"İpi nereden bulayım," diye söylenirken bakışlarım etrafta gezindi. Kenardaki bilgisayarlara bağlı duran kabloları kopardım. Zaten içeride milyon tane bilgisayar vardı, biri gitse bir şey olmazdı herhalde. Onlar Ateş'i zapt etmeye çalışırken ben de kollarını, bacaklarını ve ağzını bağladım.

Dövüş esnasında damarları belirginleşmişti ama damarları normal gözükmüyordu, rengi çok koyuydu. Gözlerinin rengi bile değişmişti sanki. Sarı harelerine kara bulutlar düşmüştü.

Onu bu halde görmek canımı yakarken zorlukla nefes aldım.

"Gel doktor kontrolü yaptıralım," dedi hemen Pusat.

"Adayı korumalıyız,"

"Sen git ve çocuğuna baktır, burası bende," dedi Çelik ama Ateş'i onun eline bırakma fikri pek de iyi gelmiyordu.

"Pusat burada kalsın, sen gel benimle," dediğimde Pusat ihanete uğramış gibi bana baktı.

Bunu duyan Ateş bağlı olmasına rağmen biraz daha çıldırdı ve küfürler savurmaya başladı.

Çelik de neden onu yanımda istediğimi elbette hemen anladı ve bana gözlerini kısarak baktı.

Yanıma ulaşmadan önce Ateş'e eğildi. "Karını kaçıracağım," dedi ve Ateş'i biraz daha kudurttu.

"Çelik! Siktirtme belanı, adam zaten kötü halde," dediğimde Çelik yanıma ulaştı. Bakışlarımı Pusat'a çevirdim. "Ona göz kulak ol, durumu kötüleşirse bana haber ver."

Hızla dışarı çıktığımızda Çelik'e döndüm. "Git ve Ivan'ı bul, ona yardım et. Çok vakit kaybettik, adaya inmeye başlamış olabilirler. Ve Çelik, dikkat et," Sözlerimle başını olumluca salladı.

Tam Ivan'ı bulmak için yanımızdan ayrılacaktı ki Ivan yanımıza ulaştı. "Adaya inmeye başladılar, önlerine gelen herkesi öldürüyorlar! İnsanları sığınaklara taşıdık ama yeterli askeri gücümüz yok,"

"Benden ala asker mi var amına koyayım? Deneğim oğlum ben," dedi Çelik hemen onu omzundan tutup götürürken.

Üst kata çıkıp doktorumu buldum, hemen kısa bir ultrason çektirdim. "Bebeğimizin durumu iyi, darbe bir zarar vermemiş ama çok dikkatli olmalısınız Bayan Alanguva. Ağır taşımayın, ani hareketler çok yapmayın, karnınızda bir can taşıyorsunuz," Kadının sözleriyle başımı olumluca salladım.

Gel bir de bunları adayı saran psikopatlara ve düşmanlarıma anlat ablacığım.

"Tamam, teşekkürler," dedim ve kadın doğum doktorunun yanından vakit kaybetmeden ayrıldım.

Çelik'in yanına gidip çatışmaya katılabilirdim ama Ateş için de vakitler tükeniyordu.

Diğerleri gibi telaşla etrafta koşturan David'i gördüğümde durdurdum. "Tüm çalışanları ana kapının girişine topla!" Sözlerimle hemen başını sallayarak yanımdan uzaklaştı.

Ana kapıya gitmeden önce Ateş'in yanına uğradım. Kolları kablolarla bağlıydı ve başı öne düşmüştü. Ağzından siyah bir sıvı akıyordu.

Pusat da başında telaşla onu seyrediyordu.

"Aşkın, durumu çok kötü,"

"Şimdilik bilincinin yerinde olmaması işimize gelecek gibi, onu yukarı doktorun yanına çıkar ve ne olur ne olmaz diye bağla. Kardiyoloji doktoru da mutlaka olsun, kalp atışları çok hızlı," Pusat beni dikkatle dinliyordu. "Onu güvenilir doktorlara teslim et ve başından ayrılma. Onu koru."

"Sen ne yapacaksın?" diye sordu Pusat. "Aşkın ne yapacaksan lütfen hamile olduğunu unutmadan yap. Tamam mı?

"Tamam Shrek tamam,"

Koca Shrek'im Ateş'i kucaklayıp üst kata çıkarken derin bir nefes aldım. Sonunda Ateş'le istediği romantik anı yaşayabilmişti!

Ve görünen o ki epey yorucu bir gün bizi bekliyordu.

Elim tekrar karnıma gitti.

Beni bırakmadığın için teşekkür ederim bebeğim, biraz daha dayan. Babayı da adayı da kurtaracağız. Ve gerekirse dünyayı da...

Ana kapının önüne ulaştığımda tesiste acil durum sirenleri çalıyordu. Herkes merak içinde beni beklerken ben de üstteki merdivende durup karşımdaki kalabalığa baktım.

"Hepiniz beni tanıyorsunuz, biliyorsunuz ki adada durumlar epey karışık. Şu an saldırı altındayız ve her saniye bizim için çok önemli. Ateş'in izni olmadan hiçbir şey yapamayacağınızı biliyorum ama ben Ateş'in karısıyım ve Ateş'in durumu hiç iyi değil. Hem onu hem de bu adayı kurtarmamız gerekiyor. Dışarıdaki saldırı sadece başlangıç, daha çok gelmeye devam edecekler. Yeni gelenleri engellemek için sinyallerini bozmamız gerekiyor, güvenlik sistemlerini güçlendirmemiz gerekiyor. Bunları nasıl yaparız bilmiyorum ama hepinizin dünyadaki en iyi mühendisler olduğunu ve bu adaya bu yüzden geldiğinizi biliyorum. Ateş'in kanındaki zehrin tedavisini bulacak ve bugün adaya düzenlenen bu saldırıyı nakavt edeceğiz. Benimle misiniz?" Tüm konuşmam boyunca bağırmış ama son cümlemde daha da yüksek bir sesle onlara seslenmiştim.

"Seninleyiz V!" diye bağırdı kalabalık tek bir ağızdan. Hatta bir kez yetmemiş olacak ki birkaç kez daha bağırdılar. "Seninleyiz V!"

"Teşekkürler!" dedim ve bir adım geri çekildim.

"Sen tam bir lidersin," Çelik'in sesiyle sıçradım. O da denek olduğu için fazla sessizce yakınlaşabiliyordu fark ettirmeden.

"İnsanları istediğin gibi yönetmeyi iyi şekilde başarıyorsun ve bunu sadece adalet için yapıyorsun," Çelik'in benimle konuşurken gözleri parlıyordu ama bu diğer parlamaları gibi güzelliğimden değil etkimdendi.

"Beni övdüğünü kocam şu an duysa iyice kafayı yerdi."

"Kocan zaten kuduz köpek gibi saldırmaya yer arıyor."

"Kocam hakkında düzgün konuş ayrıca ben seni göndermedim mi? Neden vakit kaybediyorsun?"

"Teknolojik desteğe ihtiyaç var, tüm Drone görüntülerini bulup onları takip ederek ilerlememiz gerekiyor."

"O zaman öyle yap! Kaybedecek zaman yok Çelik. Buraya sadece Ateş'i ya da beni öldürmeye gelmedikleri belli, bu adadaki herkese saldıracaklar ve adada çocuklar bile var."

"Bir katilden kahraman olmasını istiyorsun demek," dedi sıkıntıyla.

"Ben bunu hep yapıyorum." Omuz silktim.

"Ben sen değilim." Çelik kahraman olmaya çok karşıydı çünkü o tam bir anti kahramandı.

"İlk önce eve gideceklerdir, evdekileri güvenli bir yere gönderdin mi?" Sorumla başını olumluca salladı.

"Deniz ve Tarık birden etrafta asker gibi gezmeye başladılar, ilk önce evdekilerin güvenliğini sağladılar."

"Benim adama götürsünler hepsini, buradaki insanları da tahliye etmeliyiz."

"Olmaz, çok riskli. Buraya gelen bir sürü gemi var ve resmen savaş gemileri. Bizim teknemizi gördükleri an teknedekilerin işi biter bence hiç bu topa girmeyelim." Çelik'in sözlerini dikkatle dinledim, haklıydı.

"Üstünü değiş, çelik yelek ve gerekirse tamamen her tarafını kapatacak şekilde forma giyin,"

"Alanguva forması yani?" İğrenerek sorduğu soruyla ona yandan sinirli bir bakış attım.

"Başlatma Alanguvana en büyük Alanguva karşında duruyor amına koyayım,"

Birkaç adım gerimizde duran David konuşmaya dahil oldu. "Aslında askerler için ürettiğimiz üstün korumaya sahip üniformalarımız mevcut,"

"Ne bekliyorsun o zaman? Ayrıca sen Türkçe biliyor musun Davut?" Sorumla başını olumluca salladı.

"Siz bana Davut dedikten sonra Türkçeye merak sardım,"

"Koşalım o zaman Davut," Çelik ikimizin konuşmasını tuhaf tuhaf izlerken David önde yürüyerek yol gösteriyordu. Tesisin en alt katına asansörle indiğimizde tüylerim ürperdi. Burayı sevmiyordum, hem de hiç.

David bize bir kapı açtığında hemen peşinden girdik. İçeride kasklar, pantolonlar, hatta iç çamaşırları bile vardı.

Çelik gördüğü bir sütyeni eline aldı. "Bu mu kurşundan koruyor şimdi?"

"Patlamalardan bile korur," dedi Davut büyük bir ciddiyetle.

Çelik pis pis gülerek bu sefer dantelli kadın çamaşırını incelemeye başladı. "Benimle olan herkese lazım bunlardan," Ona olan bakışlarımı fark ettiğinde çamaşırları yerine bıraktı.

"Bunlar bildiğin kumaş, nasıl koruyacak?" dedim merakla.

"Normal bir kumaş değil, titanyumu eriterek özel bileşenlerle sentezleyerek," O anlatmaya devam ediyordu ki elimi kaldırarak onu susturdum.

"Şu an hiç sırası değil Davut."

"Yani özellikleri normal gözükmeleri ama şu an kaska kadar her şeyi takmalısınz." David hızlı hızlı kıyafetleri çıkartırken ben de üstümdeki cropu ve mini şortu çıkardım. "Çelik o gözlerini oyarım," Aslında sırtım ona dönüktü ama baktığını bilmek için onu görmeme gerek yoktu.

"Bu kıyafetlerden ne kadar var elimizde?" Konuşurken bir yandan da David'in uzattığı tulumu giyiniyordum.

"Çok değil, bir hesap yapayım,"

"Hesap falan şu an yapma, olanların hepsini çıkar ve sahaya inecek tehlikedeki herkese ver." Aceleyle tulumun fermuarını yukarı çektim.

Çelik de üstüne siyah tulumu giyinmişti. David'in uzattığı kasklara baktım. "Ciddi misin?"

Siyah, maskeye benzeyen ürkünç görünen bir şeydi. Predator yüzü gibiydi. "İçindeki mikrofonlar sayesinde diğerleriyle iletişim kurabilir ve camıyla da size yakınlaşan düşmanları seçebilirsiniz,"

"Ya düşman diye başkasını vurursak?" diye sordu Çelik.

"Zaten bu kaskın en büyük amacı bu, tehditti algılıyor. Diğer ürünler gibi sadece termal kamera değil,"

"David sen herkese bunları götür," diyerek sözünü kestim.

"İkinize verdiklerim komutan formaları, diğerlerini komuta etmenizi sağlayacak ve çevrenin haritasını çıkaracak. Ama dediğim gibi bu ürünler henüz geliştirme aşamasında, daha önce tam olarak test edilmedi," O konuşmaya devam ederken Çelik masanın üstündeki silahlara yöneldi.

"Bunların özellikleri ne?" dedi tüfekleri heyecanla incelerken.

"Gördüğünüz tüfekle hedefi belirleyip ateş ettiğinizde hedefin önünde ne engel olursa olsun sadece hedefi bulacak bir silah. İsterse düşman sağınızda ya da yerin altında olsun," O konuşurken Çelik kemerini silahlarla doldurup bana da birkaç tane fırlatmıştı.

Ben de kemerlerimi silahlarla doldurup en sonunda Çelik'in hayran olduğu tüfeği aldım.

"Adada daha silah var mı?" diye sorduğumda David başını olumluca salladı.

"Bay Alanguva'nın koca bir cephaneliği var ve,"

"Tamam silahsız kimse bırakma," dedim ve daha fazla zaman kaybetmemek için Çelik'le birlikte ayrıldım laboratuvardan.

İkimiz de hızlı hızlı yürürken denekten çok uzaylılara benziyorduk.

"Sen V değil komutan olsaymışsın," dedi Çelik maskesinin içinden konuşarak.

"Her işi mükemmel yapmak gibi bir huyum var." Asansöre binip üst kata çıktık.

"Sen dışarı çık, herkesin güvende olduğundan emin ol." Sözlerimle Çelik daha fazla vakit kaybetmeden yanımdan ayrıldı.

Etrafta koşuşturan Ivan'ı gördüğümde kolundan tutarak durdurdum. Kim olduğumu anlayamayıp yüzüme boş boş baktı.

"Siktir, buraya da girmişler!" Bağırışıyla herkes bize döndü.

Maskemi yukarı kaldırdığımda rahatlayarak nefesi verdi. Bize bakanlar geri işlerine döndüler.

"Bu tesisin bir ana kumanda merkezi var mı?" Ivan sorumla bir süre düşündü.

"Evet, Bay Alanguva'nın odasında."

"Tamam neyi bekliyoruz o zaman?"

"Biz giremeyiz, onun olması gerekli," dedi Ivan umutsuzca.

"Sen beni götür, gerisini halledeceğim." Hızla Ateş'in odasına çıktığımızda Ivan elindeki tabletle adanın durumunu kontrol ediyordu.

"Sivillere saldırmaya başlamışlar," dedi Ivan tedirgince.

"Sikeyim," Ateş'in odasına girdiğimizde Ivan Ateş'in masasının arkasında duran duvara baktı ve bir noktayı işaret etti.

"Buradan el iziyle girişim sağlanıyor, Bay Alanguva'nın elini mi getirsek?" Sorusuna cevap olarak verdiğim bakışlarla sustu.

Gösterdiği yere elimi koyduğumda kırmızı bir ışık yandı ve bir şifre butonu çıktı. Ivan şaşkınca bana bakarken ona çevirdim kafamı, bakışlarımdan ne demek istediğimi anlayarak hemen arkasını döndü.

Ateş'in tüm şifreleri aynıydı ve bunun da aynı olmasını umuyordum. Evlilik tarihimizi girdim ve bekledim.

Kapı açıldı.

Her yere aynı şifreyi yapıyordu, telefonunun şifresini dört tane bir yapan dayılar gibiydi bir de üstün zekiyim diye geçiniyordu.

Ya da sadece bana çok aşıktı.

Kapı iki yana açılırken Ivan hemen peşimden girdi. Burası da aşağıdaki laboratuvarla benziyordu ama tek bir koltuk ve bilgisayardan oluşan koca bir masa vardı.

Koltuğa oturdum, kocamın oluşturduğu elbette en iyi ben anlardım. İlk önce tüm kameralara erişimi sağlayıp bunları bir ekranda topladım.

"Bu bahsettiğin sinyal kesiciyi aktifleştir," dediğimde Ivan da hemen bir sandalye kapıp yanıma geçti. "Kamera kayıtlarını kontrol ederek ihtiyaç olunan bir bölge varsa destek göndert,"

Ben ekrana yoğunlaşmış haldeyken duyduğum sesle gözlerimi yumdum. Bomba atmaya başlamışlardı adaya. Uçaklardan bomba atıyorlardı.

"Acele et!" Ormanlara bıraktıkları bombalar yangın çıkarmaya başlamıştı.

Aslanlar.

Onlar ormandaydı ve yansalar bile kaçamazlardı çünkü kayıtlı alanlarından öteye geçemiyorlardı.

"Hava sahalarını etkisiz hale getirdim, gemiden inenleri etkisiz hale getirmek için de silahlı droneları devreye soktum ama çoktan fazlasıyla girdiler," dedi Ivan bakışlarını önündeki ekrandan ayırmadan.

Ekrana dönüp Ateş'in araştırdığı panzehri bulmaya çalıştım, panzehir henüz testlerden geçmemişti, bileşenleri yazıyordu ama Kimyager olmadığım için pek anlayamamıştım.

Ateş'in üstün özellikli bilgisayarında on dakika geçirdikten sonra çoğu şeyini çözmüş ve daha iyi kullanmaya başlamıştım.

"Tesisin kapıları açık mı?" Ivan sorduğum soruyla başını iki yana salladı.  "Peki tesisin içinde köstebek var mıdır?" Durdum. "Sen bile olabilirsin amına koyayım." Son cümlemi Türkçe söylemiştim.

"Daha önce köstebekler çıkmıştı, hem de çok güvendiklerimizdi," dedi Ivan elinin altındaki dokunmatik klavyeyi on parmak kullanırken.

Adanın kameralarını izlerken bizimkilerin kaldıkları yeri de tespit etmiştim, eve yakın bir sığınaktalardı. Ateş'in adanın her tarafına sığınak yapması iyiydi, şu an çoğu insanın hayatta kalmasını sağlamıştı.

Tam bakışlarımı çevirecektim ki onların olduğu sığınağa yakınlaşan tankları gördüğümde durakladım. Bu tanklarını da gemilerden indirmişlerdi. Sığınak normal silahlara dayanabilirdi ama görünüşe göre bomba atmaya hazırlanıyorlardı.

Hızla yerimden kalktım. Elimi Ivan'ın omzuna sertçe koyduğumda irkildi. "Benim kim olduğumu biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum," dedi şaşkınca.

"Güzel, eğer bir yanlış yaparsan seni ne hale getireceğimi de biliyorsun o zaman." Sözlerimi başını olumluca salladı. "Telsizle benimle iletişimde kal, işime yarayacak tüm verileri," Ben onunla konuşurken birden koca ekran kapandı.

Tesisteki tüm ışıklar sönerken Ivan hemen yerinden kalktı. "Sistemimize saldırıyorlar, koruma ekibi bunu engellemeye çalışıyordu ama,"

"Git ve onlara yardım et,"

"Jeneratörün şimdiye kadar devreye girmesi gerekiyordu," dedi telaşla.

"Görünen o ki bu savaşı daha ilkel yollardan ilerleteceğiz, David'e ulaş ve daha büyük silahlar iste."

"Aslında onların silahlarını etkisiz hale getirmemizin bir yolu var ama bu enerjiyi adaya yararsam bizim de tüm silahlarımız etkisiz hale gelir," dedi Ivan düşünceli şekilde bir elinin altındaki tablete bir de bana bakarken.

"Saldıran taraf onlar, bunu yapabildiğin an yap ama kameralara erişirsen duruma göre ilerlet," dediğimde başını olumluca salladı.

"Dikkatli olun Bayan Alanguva," dedi Ivan karnıma kısa bir bakış atarak.

Ona hızla arkamı dönüp odadan çıktım. Kaskımı başıma geçirip asansörden indiğimde kasktaki bir iki düğmeyi kurcaladım.

"Sizin hepinizi sikeceğim yavşaklar," Bu Çelik'in sesiydi.

"Çelik, beni duyabiliyor musun?"

"Evet,"

"Orada durum ne?"

"Çok kötü, her tarafı bombaladılar şimdi de sivillerin olduğu sığınaklara saldırmaya başladılar."

"Peki, onları koru."

"Sen? Sen neredesin?"

"Ben bizimkilerin olduğu sığınağa gideceğim, merkezden uzak olduğu için etraflarında kimse yok."

"Çok kalabalıklar V," dedi Çelik durgunlaşarak. Bu sırada ondan silah sesleri gelmeye devam ediyordu.

"Halledeceğiz, dikkatli ol," dedim ve iletişimimizi kestim.

Tesisten çıkıp hızla ATV'ye binmeden önce kapıdaki güvenliği kontrol ettim ama elektrik tamamen kesildiği için giriş çıkışlar tehlikedeydi. Ateş'i hiç burada bırakasım gelmiyordu ve beni tek rahatlatan şey yanında Pusat'ın olmasıydı.

ATV'yle ormanlık yolda hızla ilerlerken yangının gittikçe büyüdüğünü gördüm, ada yanıyordu. ATV'nin çıkabileceği son suratla ilerlerken yakınlaştığımı anladığımda yavaşladım. Beni fark etmemeleri gerekiyordu.

Sessiz sessiz yürümeye çalışırken ayağımdaki botlar buna engel oluyordu. Sığınağın her tarafında lacivert üniformalı insanlar ateş ediyordu. Biraz daha yakınlaştığımda sığınağın ateşler içinde kaldığını gördüm.

Geç kalmıştım, yetişememiştim.

Dizlerim titremeye başlarken hissettiğim öfkeyle tüfeğimi çıkardım ve ağaçların arasından koşarken gördüğüm her işgalciye sıkmaya başladım.

Bu sırada vücuduma birkaç kurşun denk gelmiş ama üstümdeki özel üniforma beni korumuştu.

"Tarık!" Yanan sığınağa doğru bağırırken karşıma çıkan herkese sıkmaya devam ediyordum. "Bahar!"

Yoklardı.

Sığınaktan yanmadan çıkmadılarsa böyle bir patlamadan sağ çıkmalarının imkânı yoktu.

"Naz!" Onları göremediğim her an artan öfkem ve acımla daha da hırslı saldırıyordum. Karşımda küçük bir ordu vardı ve tek başıma hepsini etkisiz hale getirmeye çalışıyordum.

"Deniz!" Yoklardı.

Artık üstüme açılan kurşunları umursamadan sığınağa koşuyor ve onlara ateş ediyordum ama çok fazlalardı.

"Ferda!" Ses yoktu, hiçbirinden.

Arkamda kıyamet koparken, vücudum kurşunların etkisiyle sarsılırken üstümdeki koruyucu elbise hâlâ işe yarıyor muydu bilmiyordum. Gözümden düşen yaşlarla karşımdaki yangına bakıyordum.

Onları da kaybetmiştim.

Acı bir çığlık attım ve hırsla bana saldıranlara döndüm. Kurşunlarım bitene kadar acıyla bağırarak onlara ateş ettim.

Ancak vücuduma gelen son bir kurşun bedenimin geriye düşmesine sebep oldu. Kurşunların etkisini hissediyordum ama vücudumda bir acı yoktu.

Bana ateş etmeye devam ettiler, kalkmamam için ellerinden geleni yapıyorlardı.

Düşmenin etkisiyle başım uyuşurken bulanık görmeye başlamıştım ve kalkamıyordum.

Onlardan biri yanıma ulaştı, üstümdeki kıyafetin ne kadar koruyucu olduğunu hemen anlayarak yüzümdeki maskeyi hırsla çekip attı. Saçlarım dağılırken karşımdaki düşmana baktım.

"Buraya kadarmış V," dedi ve tüfeği tam alnıma doğrulttu. Büyük bir hırsla tetiğe bastı.

Ama hiçbir şey olmadı.

Adam anlamayarak tüfeğe şaşkınca baktı, eli birkaç kez daha tetiğe gitti ama hiçbirinde sıkamadı.

Güldüm.

"Zamanlamanı seveyim güzel götlü Ivan," dedim sinirle gülmeye devam ederek.

Yerimden kalkmak için hamle yapacağım an karşımdaki iri herif yumruğunu yüzüme geçirmek için hazırlandı.

Tam bu sırada üstümdeki adama bir şey saldırdı ve bedeni resmen havada uçtu.

Aynı anda büyük bir kükreme duydum.

Ateş'in aslanı gelmişti, bana yetişmişti ve şu an adamı parçalıyordu. Zorlukla başımı kaldırdığımda gördüğüm manzarayla daha da şaşırdım.

Hem Ateş'in hem benim aslanım gelmişlerdi ve tüm düşmanlara hırsla saldırıyorlardı. Onları parçalıyordu.

Düşmanlardan birini kovalayan yavru aslanlarını gördüğümde gözyaşlarım arasında güldüm.

Evet yavruları da bir savaşçıydı.

Silahları işe yaramıyordu, onları vuramıyorlardı, artık bomba da atamıyorlardı.

Belimdeki hançere benzeyen bıçağımı çıkarttım ve yerimden kalktım.

Omzumun üstünden ateşler içinde alev alev yanan sığınağa baktım.

Acı dolu bir inleme çıktı dudaklarımdan.

"Aşkın!" Duyduğum sesle hemen başımı ormana doğru çevirdim.

Oradalardı, yaşıyorlardı.

Bahar, Tarık, Deniz, Naz, Ferda... Hepsi iyiydi. Yanlarında Fernando ve Tarık'ın bir zamanlardaki köstebek sevgilisi Lena da vardı.

Karşıdakiler de tüm silahların etkisiz hale geldiğini anlamış ve bıçaklarını çekmişlerdi.

Onlara koşarken karşıma çıkan kimseyi kesmek zorunda kalmamıştım çünkü aslanlar bunu benim yerime çok iyi şekilde hallediyorlardı.

Yanlarına ulaştığımda karşıma ilk çıkan Tarık'a sıkıca sarıldım, o da sarılışıma büyük bir şekilde karşılık verip beni göğsüne çekti.

"Seni yerde gördüğümde öldüğünü sandım, yetişemedim sandım," Tarık'ın ağlayarak söylediği sözlerle ondan uzaklaştım. Gözünden akan yaşları sildim ve alnımı alnına yasladım.

"Son savaşlarımız, kazanacağız. Hepimiz kazanacağız," dediğimde o da inançla bana bakıyordu. "Ailemi kimse benden alamayacak."

Tarık'tan uzaklaştığımda Deniz'in bana uzattığı kılıca baktım. "Ivan bizimle iletişime geçip bunları kullanmamızı söyledi. Sığınağa bunun için indik,"

"Cidden bize gidip kılıçları kuşanın dedi biz de bombaya bunlarla mı karşılık vereceğiz amına koyayım dedik," dedi Tarık da hâlâ duygusalken elindeki kılıca bakarken.

"Siz birbirinizi koruyun," dedim ve elimdeki kılıçla birlikte bize doğru koşturan bir tanesine hızlıca dönerek karnını ikiye ayırdım.

Bahar, Naz ve Ferda dehşet içinde bakıyorlardı.

"Savaşta travma falan olmaz." Onlara küçük bir uyarıda bulundum ama Bahar'ın pembe çiçekli elbisesinin üstünde giyindiği çelik yelek ve elinde bir hançer tutması karşımdaki kanlı görüntünün aksine beni bayağı keyiflendirdi.

"Kullanmanız gerekirse kullanın," dediğimde Bahar bir elindeki hançere bir de bana baktı.

"Yeniçeri mi olduk?" dedi Tarık da halimize bakarken.

"Silahların etkisiz olduğunu anladılar ve daha çok gelmeye başlayacaklar." Zaten buradakilerin de hepsi hallolmamıştı.

"Adadaki hiçbir araç çalışmıyor şu an, ne arabalar ne ATV'ler," dedi Deniz bir eli Naz'ın belindeyken.

"Tesise gidelim, sizi Ateş'in yanına götüreceğim," dedim hızla önden yürümeye başlarken.

"Ormanların büyük kısmı yanıyor, geçmek tehlikeli. Merkezden geçmemiz gerekecek, merkez çok kötü halde," dedi Tarık da hemen peşimden malumat vererek.

Ormanın çoğu yerinde yangın çıktığı için yoldan ilerlemeye çalışıyorduk. Aslanlar da en arkadan peşimizden geliyordu.

Yol tarafından gittiğimiz için çok fazla saldırganla karşılaşmıştık ama biz elimizi bile kıpırdatmadan aslanlar onların işini de halletmişti.

"Bunlar gerçek aslan mı? Bize neden saldırmıyorlar?" diye sordu Bahar titreyen sesiyle.

"Onlar robot," dediğimdeyse hepsi şaşkınca sessizleştiler ama sorgulamadılar.

Merkeze ulaştığımız an işimizin ne kadar zor olacağını anladım çünkü çok fazlalardı.

Siviller kaçmaya çalışıyordu ama buradaki güvenlik kuvvetlerimiz yeterince yoğun değildi.

Gördüğüm görüntüyle adımlarım yavaşladı. Çelik tüm sivilleri arkasına almış, önüne gelen herkese elindeki kılıcı sallıyordu. Arkasında yaşlı, genç, çocuk bir sürü insan vardı. Sığınakları yaktıkları için hepsini oradan çıkarmıştı.

Çelik'in ütündeki forma dağılmış, başındaki kask düşmüştü. Üstündeki koruyucu forma delik deşik olmuştu, yüzünde is vardı, gözlerinde hırs vardı.

Eski çağdan bir savaşçıya benziyordu, kahraman bir savaşçıya.

Teknoloji yok olduğunda geriye sadece ilkellik kalırdı.

"Ben burayı koruyorum," dedi Deniz, bir elinde kılıç tutarken diğer elini de Naz'ın elinden ayırmıyordu.

"Aşkın ilerleme, hamilesin sen de," dedi Naz beni durdurmaya çalışarak.

"Eğer kaybedersek bunun bir önemi olmayacak," Kaybedersek beni de bebeğimi de yaşatmazlardı. Zaten onları tetikleyen en büyük şey buydu.

Bu şekilde bir saldırının geleceğini tahmin ediyordum ama endişelenmiyordum çünkü Ateş adayı koruyabilirdi onlar daha buraya hiç ulaşamadan. Benim tahmin edemediğim şey tamamen Ateş'in kanındaki zehrin onun sinir sistemine etki edip birden karakterini değiştirmesi olmuştu.

Çelik'in yanına koşarken karşıma çıkan herkese kılıç sallıyordum ve daha önce kılıç kullanmadığım halde bu konuda da çok iyiydim. Onların elinde sadece küçük bıçaklar vardı çünkü bu hale gelebileceklerini düşünmemişlerdi.

Aslanlar da sahaya inip onlara saldıramaya başlamışlardı.

Çelik elindeki kılıcı sallarken tam olarak Azrail'in Kılıcı gibi gözüküyordu.

Aynı anda on kişi ona saldırdığı için karnına yediği bıçak sıyrığıyla bir adım geriledi. Gücü tükeniyordu.

Ben ona doğru koşarken birden Çelik'e son darbeyi indirmek üzere olan adamın kafasına bir ok saplandı.

Şaşkınca arkama baktım. Ferda elinde okla bana bakıyordu, birkaç adım gerimdeydi.

"Zamanında babam bana okçuluk eğitimleri aldırtmıştı," dedi omuz silkerek. "Hiç ihtiyacım olacağını düşünmemiştim," Konuşmaya devam ederken yeni bir ok hazırlıyordu. Rüzgarın etkisiyle havalanan kısa saçları, uzun zaman sonra onda görebildiğim dik duruşuyla aynı abisinin kardeşiydi.

Mırıldandım. "İşte Ferda Alanguva." Koşmaya devam ettim.

Çelik'in yanına ulaşırken karşıma çıkan herkesi kılıçtan geçiriyordum, sonunda yanına ulaştığımda Çelik'in kanayan karnına baktım.

"Sıyırık," dedi ve beni gördüğü için rahatladı çünkü onun da çok takati kalmamıştı. Dakikalardır bir sürü insanı korumaya çalışıyordu. Onun dışında normal bir insan burada olsaydı, eminim çok daha önce tükenirdi.

"Yetiştim, rahatla," dediğimde bana yandan bir bakış attı.

"Sen gelmeseydin de hallediyordum zaten, bizimkilerin çoğunun," Sustu, zaten fark etmiştim. Güvenliktekilerin çoğu ölmüştü.

Çelik'le elimizdeki kılıçları etrafa sallarken bakışlarım sık sık bizimkilere kayıyordu. Deniz onları koruyordu. Tarık başkalarına yardım etmek için yanlarından uzaklaşmıştı.

"Tarık!" Bağıran kişi Lena'ydı, Tarık'ın eski bir yıllık sevgilisi.

Tarık durdu.

Lena elindeki bıçakla karşısındaki adamla mücadele etmeye çalışıyordu ama aynı anda Ferda'nın da üstüne bir adam atılmıştı.

Tarık hiç düşünmeden Ferda'ya doğru büyük bir korkuyla koştuğunda ben de Lena'nın yanında gidecektim ki minik aslanım Lena'ya saldıran adamın boğazına yapışmış ve saniyeler içinde etini koparak parçalamıştı.

Tarık da Ferda'nın üstündeki adamı elindeki kılıçla ve büyük bir hırsla ortadan ikiye ayırıp hızla Ferda'nın durumunu kontrol etti.

Ferda şaşkınca bir ona bir de yerdeki adama bakarken Tarık onu başından tutup göğsüne çekerek sarıldı.

Ben hem onları izleyip hem de karşımdakilerle uğraşırken Bahar'a yakınlaşan birini gördüm, Deniz ve Naz'dan uzağa düşmüştü, Fernando yaralanmıştı.

"Ben Bahar'a gidiyorum," dediğimde Çelik hemen başını salladı.

"Burası bende," dediği an koşarak Bahar'a ulaşmaya çalışan bir kadının karnına geçirdim bıçağı.

Savaşta ilkelerim kaybolmak zorundaydı çünkü bu savaşın ucunda ailem vardı.

Bir adam da üstüme saldırmaya çalışırken elimdeki keskin kılıcı başının üstünden geçirip kafasını ikiye ayırdım. Bahar çöktüğü kaldırımın yanında korkuyla irileştirdiği gözlerle beni izlerken onu elinden tutarak kaldırdım.

Korkudan tir tir titriyordu.

Çelik'e baktığımda durumun onda daha kötü halde olduğunu gördüm. Yalnız kaldığı için yine üstüne çullanmışlardı ve arkasındaki insanları korumak için elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Ona yardıma gitmek istedim ama Deniz'in başı da çok kalabalıktı, arkasına sakladığı Naz'ı korumaya çalışsa da tek başına yetmiyordu.

Ben Deniz'e yardıma koştuğumda Çelik de son kalan gücüyle arkasındakileri korumaya devam ediyordu.

Yanına gideceğim an Bahar'a koşan bir adam gördüm, tam ona koşacağım sırada yavru aslan adama ulaşmış ve neredeyse bacağını parçalamıştı ama adam da bu sırada bıçağını yavru aslanın başından geçirmişti.

Ateş'in aslanı büyük bir kükremeyle her tarafı inleterek adama saldırdı, dişi aslan da yakarır gibi bir kükremeyle yavru aslanının yanına koştu. Adam aslanın darbeleriyle paramparça olduktan sonra aslan yine de hıncını alamamış şekilde onun etini parçalamaya devam ediyordu. Dişi aslanın yavru aslanın başındaki yakarışlarını duyduğunda durdu aslan ve onlara döndü. Adamı parçalamayı bıraktığında ağzından, tüylü çenesinden kanlar akıyordu. Yanlarına ulaştığında koca patisini yavru aslanın yarısı kopmuş başının üstüne koydu ve bu sefer acıyla kükredi.

"Endişelenmeyin, Ateş onu iyi yapacak," dedim gözümden akan yaşı elimin tersiyle silerken.

Çelik'e döndüm, desteğe ihtiyacı vardı. Tam ona gideceğim an Çelik son kalanın da göğsüne kılıcını geçirerek öldürmüştü. Bunu yaparken son kalan gücüyle haykırmıştı.

Kılıcı adamın göğsünden çıkarıp toprağa sapladığında daha fazla mecali kalmamış olacak ki dizleri üstüne çöktü, elini kılıca yasladı ve gözlerini kapatarak derin derin nefes aldı.

Bu sırada arkasındaki yüzlerce insan ona minnetle bakıyordu. Bu savaşın kahramanı oydu.

Annesinin göğsünden ayrılan bir kız çocuğu Çelik'in yanına koştu. Çelik iki metre boyunda bir herif olduğu için diz çöktüğü halde kız ona ulaştığında bacağına kocaman sarıldı.

Çelik şaşkınca başını elinin üstünden kaldırdı ve gözlerini açtı. Ona sarılıp minnetle bakan kızı izlerken Çelik'i daha önce hiç bu kadar sarsılmış, mutlu ve huzurlu görmediğime emindim.

"Ailemi ve bizi koruduğun için teşekkür ederiz," dedi kız İngilizce. "Kahraman mısın sen?"

"Değilim," dedi hemen kaşları çatılırken ama kızı da kendisinden uzaklaştırmadan.

Bizimkilerin hepsi iyiydi, sadece yavru aslan büyük bir yara almıştı ama annesi ve babası yanındaydı. Hepimiz Çelik'in yanında toplandığımızda Çelik şaşkınca yanındaki kıza bakmaya devam ediyordu.

Bu sırada küçük bir erkek çocuğu da babasının yanından ayrılıp koşarak Çelik'in diğer bacağına sarıldı.

"Kahramanımız!" diye bağırdı çocuk İngilizce.

"Hey veletler, bırakın beni. Ben kahraman falan değilim, ben düşmanım, kötü adamım ben," dedi ama çocuklar ona sevgiyle bakmaya devam ediyordu.

En sonunda dayanamayarak çocuklara kollarını açtı ve ikisi de onun boynuna sarıldı sevinçle. Gözleri çaresizce beni bulduğunda ona gülümsedim.

Ne yapacağını bilemiyormuş gibi bakıyordu ama ona sarılan çocukları da bırakmak istemiyordu.

Bu sırada arkasında koruduğu insanlar da onun etrafını sarıp teşekkür etmeye başladıklarında Çelik dehşet içinde onlara baktı.

"Teşekkür falan etmeyin, sizin için yapmadım, öldürmeyi sevdiğim için yaptım," dese de herkes onun etrafını sarmaya başlamıştı.

Tarık bir köşde Ferda'yı göğsüne çekmişti. Naz, Deniz ve Bahar yan yana durmuşlardı. Fernando'ya sivillerden biri yardıma koşmuştu. Lena dolu gözleriyle Tarık'ı izliyordu. Aslanlarımız da yan yana durmuş, yavrularını ortalarına almışlardı ve gözlerimin içine bakıyorlardı.

"Ya değilim ben kahraman falan teyzeciğim," diye yanındaki yaşlı kadını kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu Çelik umutsuzca.

Başımı havaya kaldırdığımda tesis tarafında bir yangın olduğunu gördüm. Ya etraftaki yangın sıçramıştı ya da orada da şu an büyük bir çatışma vardı.

"Burası bende!" dedi Çelik bakışlarımı fark ettiğinde.

"Siz de burada kalın," dedim Tarık ve Deniz'e.

"Ben seninle geliyorum," dedi Tarık, Ferda'nın saçlarına bir öpücük bırakıp bana dönerken.

Bakışlarımı aslanlara diktiğimde onlar sadece benim bir hareketimi bekliyorlardı.

"Tamam burası temiz ama güvenliği sağladığınızdan emin olun," dediğimde Deniz kafasını olumluca salladı.

Tarık yanıma ulaştığında birlikte hızla tesise doğru koşmaya başladık. Anne ve baba aslan yavrularının güvende olduklarından emin olduktan sonra onunla vedalaşır gibi peşimize takıldılar. Aslanlar bizden hızlı koştukları için önden gidiyorlardı.

On dakika boyunca koşarken düşmemeye dikkat etmiştim, elim sık sık karnıma gitmişti sanki tutarsam karnımdaki cana bir şey olmazmış gibi.

"Babayı kurtaracağız, dayan benim minik savaşçım."

Sonunda tesise ulaştığımızda aslanlar bizden önce gelmiş ve etraftakilerin işini bitirmişlerdi.

İçeri girdiğimizde gördüğüm manzarayla adımlarım ağırlaştı. Her taraf kan içindeydi, bir sürü önlüklü bilim insanı yerlerdeydi.

"Geri kalanları kurtarmaya çalışın," dedim Tarık'a.

"Sen nereye?"

"Ateş'e," Pusat onun başındaydı ve onu koruyordu ama yine de buraya gelme amaçları tam olarak da bizdik.

"Dikkat et," dedi Tarık cansız bedenlerin arasında yürürken.

"Sen de." Ateş'in olduğu kata asansörler çalışmadığı için merdivenle hızlı hızlı çıktım.

Pusat koridordaydı, Ateş'in kapısının önündeydi ve karşısındakilerle boğuşuyordu. Onun elinde bıçak ya da kılıç falan yoktu, direkt adamları tokadıyla yere yapıştırıyordu.

Üstü başı yırtılmış, bedeninde ara ara kan lekeleri ve kesikler vardı. Bir tanesine yumruk attığında adam trabzanlardan aşağı uçtu. Bir tanesine de tokat atarak başını duvara vurup öldürdü.

"Shrek değil Hulk Hulk!" Ona doğru koşarken elimdeki kılıcı başımın üstünden sallayarak bir tanesinin gövdesinden geçirdim.

İyi alışmıştım kılıca falan da he.

"Nerede kaldın? Kıçım çıktı," Pusat karşısındakilerle dövüşmeye devam ederken ben ona ulaşırken hepsini kılıçtan geçiriyordum.

Hatta o kadar iyi alışmıştım ki Pusat'a yan yana saldıran iki kişiyi tek bir hamlemle biçmiştim, vücutları yandaki duvara çarpıp ikiye ayrılırken Pusat yüzünü buruşturdu. Yüzüne kan sıçramıştı.

"Ateş'in durumu çok kötü, birkaç kez kriz geçirdi. Ağzından siyah köpük çıktı! Kuduz köpek gibi oldu lan koca adam!" Sanki az önce attığı Osmanlı tokatlarıyla adamları öldürmemiş gibi duygusal şekilde gözlerime bakarken durumun ne kadar kritik olduğunu biliyordum.

"Dayanacak, Ateş o," dedim ama o kapıyı açıp yanına gitmeye de cesaret edemedim.

"Sitemi tekrar çalıştırmamız lazım, bulduğu formüle bakmam gerek."

"Bilim insanlarının bir kısmı öldü bir kısmı yaralı, tek başına ne yapacaksın Aşkın?" diye sordu Pusat çaresizce.

"Bilmiyorum ama elimden gelenden fazlasını yapacağım."

"Ne kadar duygusal." Duyduğum sesle arkamı döndüm. Vera uzun koridorda bana doğru yürüyordu. Bembeyaz bir tulum giyinmiş, beyaz eldivenler takmıştı, botlarına kadar beyazdı.

Kılıcı elimde hazır hale getirmemi izlerken bana doğru yürümeye devam ediyordu.

"Operasyonun başarılı mı? Beni mahvedebildin mi?" Sorumla derin bir nefes aldı ve tam karşımda durdu. "Seni şu an öldürmemem için bana bir sebep versene Vera,"

"Veremem," dedi rahat şekilde. "Ama beni yaşatman için bir sebep verebilirim."

"Ne saçmalıyorsun?"

Elinde siyah bir kutu tutuyordu. Bakışlarım kutuya kaydığında o beni izlemeye devam ediyordu.

"Kocan hâlâ hayatta mı?"

"Evet ve öyle de kalacak," Sözlerim onu gülümsetti.

"Hiç değişmiyorsun, sevdiklerin için hep kendini parçalıyorsun." Ne kadar da tanıdıktı, ne kadar da yabancıydı.

"Şu an seninle sohbet edecek durumda değilim! Kocam ölüyor!"

"Biliyorum," dedi ve güzel gözlerini gözlerimden ayırmadı. "Bugün buraya saldırı düzenlenmesinin asıl sebebi de benim."

"Bir de iyi bir halt yemiş gibi bunu karşıma çıkıp söylüyor musun?"

"Hector'un zehri ürettiği laboratuvarlardaki kimyagerlere tehditle tedaviyi yaptırttım. Kocanın bilim insanları daha iyi olabilir ama bizimkiler zehri kendileri ürettikleri için daha tecrübeliydi."

"Bunu neden yaptın peki? Sana nasıl güveneceğim?"

"Sanırım bizim daha fazla zamanımız kalmadı Aşkın."

"Ne saçmalıyorsun?"

"Bu zehri ürettirdim ve buraya saldırı düzenleme fikrini ben verdim. Bu sayede bunu sana ulaştırabilecektim ama işler istediğim gibi gitmedi. Ada düşündüğümden savunmasız çıktı ve bir sürü insan öldü. Ve..." Durakladı, elindeki kutuyu bana uzattı. "Hector benim gerçekten tedaviyi bulduğumu öğrendi."

"Sana nasıl inanacağım? Ya bu kocamı tamamen öldürürse?"

"Başka çaren mi var?" diye sordu Vera omuz silkerek.

Yoktu, siktiğimin hiçbir çaresi şu an bende yoktu.

"O lanet şeyi ona verirsen seni öldürürüm Vera!" İngilizce konuşan bir adam sesiyle Vera acıyla güldü.

Bize doğru siyahlar içinde bir adam geliyordu, uzun boylu ve hafif çekik gözleri olan bir adamdı. Belinde silahlar doluydu ama silahların hiçbirini kullanamadığı için belinde duruyordu. O da kendisine bir ok almıştı, bu adada bu kadar oku mızrağı nereden buluyorlardı amına koyayım!

Karşı koridordaydı ve oku bize doğrultmuştu.

"Kim bu sik?" Vera sorumla acıyla güldü, bakışlarını adamdan zorlukla ayırdı.

"Victor, Hector'un oğlu. İlk ve tek aşkım."

"O zaman seni öldürmez?" Sorumla acı gülüşü tebessüme dönüştü.

"Al bunu, hemen," diye bana uzattı.

"Ok mok yok mu bana da şu piçe geçireyim," derken Pusat karşıya geçmenin bir yolunu arıyordu.

"Vera! Hemen ondan uzaklaş ve o kutuyu bana getir!" diye bağırmaya devam etti Victor. Vera kafasını iki yana salladı ve bana bakmaya devam etti.

"Yaptığım her şeyi zorunda olduğum için yapmadım ama öyle hissettiğim için yaptım." Vera derin bir nefes aldı. "Sen benim bu hayattaki tek ailemdin, senden başka kimsem olmadı benim ve olmayacak da, o yüzden al bunu ve kendi aileni kurtar."

"Vera hemen elini indir! O kutuyu ona verme!" Victor denen adam kendini yırtarcasına bağırmaya devam ediyordu.

Vera omzunun üstünden ona baktı ve dolu gözleriyle gülümsedi. "Seni seviyorum Victor." Kutuyu ellerime tutuşturdu.

Tam bu sırada Victor gerdiği oku Vera'ya attı, Vera'yı kurtarmak için kolundan çekiştirdim ama o çekilmedi.

Son anda tüm gücümle kendime çektim ama yine de ok göğsüne saplandı. Aynı anda Victor sanki oku atan kendisi değilmiş gibi acıyla çığlık attı... Tüm tesisi inleten acı bir haykırış.

Elimdeki kutuyu Pusat çekip alıp Ateş'in odasına koşarken Vera'nın kırmızıya bürünmüş, kana boyanmış haline baktım.

O düşmeden yakalayıp onu tuttum, onunla birlikte yavaşça yere oturduğumda elim oka gitmişti ki Vera elimi tutarak beni engelledi.

"Elleme, ok da zehirli, birazdan bedenime yayılacak ve beni öldürecek,"

"Neden? Anlamıyorum, neden?" Sorumla gözünden bir damla yaş düştü.

"Çünkü sen benim ailemsin," Yutkundu. "Birlikte kurduğumuz hayalleri en azından birimiz gerçekleştirelim çünkü Aşkın sen bunu hep hak ettin."

"Anlamıyorum. Neden karşıma düşmanım olarak çıktın? Neden az önce bir ok yemeyi göze aldın? Neden kaçmadın?"

"Kaçamazdım, sana takılan çipin aynısı kısmi şekilde vücudumda, karalarımı etkileyemese de hareketlerimi etkiliyor. Aynı şekilde Victor'u da," Victor karşı koridorda acıyla haykırmaya devam ediyordu.

"Vera," dedim acıyla.

Kanlı ellerimle kucağımdaki başını okşarken o bana gülümsedi. "Beni affeder misin kardeşim?" Sorusuyla benim de gözümden birkaç damla yaş düştü.

"Seni affediyorum kardeşim," dedim zorlukla konuşarak.

"Bana masal anlatsana Aşkın, hani küçükken hep anlatırdın ya," dedi kesik kesik konuşurken.

"Hâlâ geç değil, seni hemen dokto,"

"Uğraşma Aşkın, ok vücuduma girdiği an öldüm ben, şu an son saniyelerim lütfen son isteğimi gerçekleştir."

"Olmaz, ölemezsin! Daha yeni karşıma çıktın sen," dedim ama o beni özlemle izlemeye devam etti. "Sana geç kavuştum, erken kaybetmeyeceğim."

"Aşkın güzel yaşa tamam mı? Bu piçlerin hepsinin hakkından gel ve kazan. Çocuğuna sakın benim adımı koyma, adımı sakız ettin zaten." Son cümleyi söylerken gülmüştü, gülerken ağzında kan gelmişti.

"Çok güzel bir hayat yaşa, her şeyden kurtul ve temiz bir hayat yaşa. Bunu en çok sen hak ettin,"

"Sen de hak ediyordun," dedim ama o acıyla gülümsedi sadece. "Bir daha olmaz," dedim gözyaşlarım yüzümü ıslatırken. "Bana aynı acıyı bir daha yaşatma,"

Gittikçe kan kaybediyordu ama onu öldüren şey kan kaybetmesi değildi.

"Hadi bana son kez masal anlat kardeşim," dedi rengi gittikçe soluklaşırken. "Ama kötü sonlu olmasın he,"

Dudaklarımdan acı dolu bir inleme çıktı. Küçükken ona her masal anlattığımda kötü sonlu olmasın diye uyarırdı beni, ben de sırf o istiyor diye kötü sonlu olanları bile iyi sonla anlatırdım.

"Bir varmış bir yokmuş, büyük bir kral varmış, bu kralın çocuğu olmuyormuş," Onun en sevdiği masaldı. Duyduğu an gülümsemeye başlamıştı. "Kralın soyunu devam ettirmesi için acilen bir çocuğa ihtiyacı varmış ve çocuğu olmayan kral diye adı da çıkmaya başlamış. Bir gün artık ona tak etmişken hamile bir kadının doğum yaptığını ve iki tane güzel kız çocuğu doğurduğunu öğrenir. Kızlardan birine el koyar ve kendi çocuğu olduğunu söyleyerek herkesi kandırır. Kral kızı kendi kızı gibi yetiştirir ve gerçeği herkesten saklar ama Prenses büyüdükçe koca saraya sığamamaya başlar. Bir parçası eksiktir ama o parçanın ne olduğunu bilmiyordur. Kral onu evlendirmeye karar verdiğinde Prenses saraydan kaçar, kaçarken yaralanır ve gücü tükenir. Bu sırada diğer kız, fakirlik içinde büyüyen diğer kardeşi onu bulur ama kardeşi olduğunu bilmiyordur elbette,"

Vera'nın gözleri kapanmaya başlıyordu ama o kapanmaması için gözlerimin içine bakarak kendisini uyanık tutmaya çalışıyordu.

"Kral her yeri birbirine katar kızını bulmak için, bu sürede Prenses onu kurtaran kişinin kardeşi olduğunu bilmeden onunla sıkı bir arkadaşlık kurar. Babasının onu aradığını bildiği için saklanmaya çalışır ve çok sevdiği arkadaşının da zarar görmemesi için bir gün evden kaçar,"

Vera'nın nefesi gittikçe daha da azalıyordu. Gözleri çok kısıktı.

"Fakir olan kız da tek başına yaşadığı için Prenses'in gitmesine çok üzülür."

"Prensesi yakışıklı prens mi kurtaracak?" diye sordu Vera küçükken de sorduğu gibi.

"Hayır, kardeşi kurtaracak," dedim kısık sesimle. "Prenses kaçarken düşman askerlerin esiri olur, Prensesi öldürmek isterler ama kardeşi onu bulur ve Prensesi güvenli bir yere götürüp onun yerine geçer,"

"Kavuşacaklar ama değil mi?" Küçükken de hep yaptığı masalın ortasında sorular sorarak bölüyordu.

Acıyla yutkundum, zorlukla derin bir nefes aldım. "Kesme de dinle,"

O zamanlar uyumuyoruz diye kızarlar diye acele ederdim şimdiyse o tamamen uyuyacak diye...

"Prenses kendine geldiğinde kardeşinin onun yerine geçtiğini anlar, tabii bilmiyor daha kardeşi olduğunu. Kralın yanına gider ve yardım ister, eğer onu kurtarırsa istediği kişiye evleneceğine yemin eder ve kral da kızı son anda kurtarır."

"Kızı da saraya mı alacak?" dedi ağzından kan gelirken.

Gözyaşlarım arasında başımı iki yana salladım.

"Kral o kızı gördüğünde benzerliklerini anlar ve üvey kızını da çok sevdiği için ona daha fazla acı çektirmek istemez. Kızını evlendirmekten vazgeçer ve koca krallığı bu iki kıza bırakır."

"Bitti mi?" diye sordu kısık sesiyle.

"Hayır! Bitmedi daha," Başımı iki yana salladım. "Aslında ikisi hiçbir zaman öz kardeş değildi, aslında Prensesin kardeşi başka biriydi."

"Ama kardeşi değilse nasıl birbirlerine benziyorlar?" dedi kalan son gücüyle.

"Onları birbirine benzeten şey kanları değildi ki, aynı acıları aynı zorlukları farklı bedenlerde yaşamalarıydı. Onlar aynı anneden doğmamıştı ama kardeşlerdi."

"Öğrendiler mi peki?" dedi gözlerimi büyük bir huzurla izlerken.

"Öğrendiler," dedim zorlukla. "Ama hiçbir şey değişmedi, ikisi de Prenses oldular ve,"

"Kedileri de olmuş mu?" Sorusuyla acıyla inledim.

"Olmuş, biri beyaz biri siyahmış." Sözlerimle gülüşü genişledi.

Gözleri kapanıyordu, artık vakti kalmamıştı.

"Ve sonsuza dek," Devam edemiyordum, hıçkırıklarım beni zorlarken Vera elimi tuttu.

Baş parmağıyla elimi okşadı.

"Her şey için teşekkür ederim kardeşim, kendine iyi bak," dedi gülümseyerek. "Hadi bitir masalı,"

Gözlerimi acıyla yumdum, "Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar."

Gözlerimi açtığımda Vera'nın gözleri kapalıydı.

Zaten o hep böyleydi, hiç dayanamazdı masalın sonuna kadar.

Vera artık nefes almıyordu.

Bu sefer onu gerçekten kaybetmiştim.

Güzel yüzü, bembeyaz tulumu kan olmuştu. Acıyla inleyerek başını göğsüme yasladım.

O benim kardeşimdi, o benim hayattaki eksik parçamdı. Yine yapmıştı yapacağını, yine eksik bırakmıştı beni.

"Seninle o yetimhaneden çıkamadım, ben seninle hep o yetimhanede kaldım. Biz hiç büyümedik ki kardeşim, biz hâlâ sabahlara kadar sohbet edip okula uykusuz giden o küçük kızlarız." Saçlarını öptüm, ona son kez sıkıca sarıldım.

"Yaşayamadığımız koca bir ömre gözlerini yumdun sen şimdi, gittin yine, beni yine bıraktın, bu sefer gerçekten bıraktın," Onunla vedalaşıyordum.

"Haklıydın aslında, hayatın benim yüzümden mahvolmuştu ama sen yine benden kopamadın." Bir kez daha öptüm saçlarını, aynı küçükken olduğu gibi kokuyordu, bebek gibi kokuyordu.

"Bu son değil Vera, seni ablamın yanına uğurluyorum. Orada birbirinize sahip çıkın tamam mı? Benim ablam çok yufka yüreklidir, sana da ablalık yapar." Saçlarını okşarken acıyla konuşuyordum. "Birbirinize sahip çıkın, birbirinize çok iyi bakın,"

Son kez güzel yüzüne baktım. "Huzurla uyu kardeşim."

Vera'nın başında dakikalarca gözyaşlarımla, sarsılan omuzlarımla ağlarken zaman kavramını ve algılarımı kaybetmiştim.

Ben Vera'yı bugün ikinci kez kaybetmiştim.

Ona çok geç kavuşmuştum, çok erken kaybetmiştim.

Ağladım. Onunla yaşayamadığımız ihtimallere ağladım, kurduğumuz hayallere ağladım. Yetimhanenin camından dışarıyı seyredip hayal kuran o iki küçük kıza ağladım.

Ben yaşayamadıklarımıza ağladım.

Bir el omzuma dokunana kadar da oturduğum yerde ağlamaya devam ettim.

Başımı zorlukla kaldırıp bulanık gören gözlerime gelen kişiye baktım. Ateş'ti.

Ayaklanmıştı, yüzü hâlâ bembeyaz olsa da daha iyi görünüyordu. Saçları birbirine girmiş, üstündeki tişörtü buruşmuştu ve ayakta durmak onu zorluyordu.

"Geçti," dedi sadece.

Başımı iki yana salladım. "Evet geç di."

Yanıma eğildi ve beni göğsüne geçerek başımı göğsüne yasladı.

Yakınlaşan bir sesle Ateş'in göğsünden başımı kaldırdım. Yanımıza zorlukla yürüyen kişi az önceki adamdı; Victor.

Vera'nın aşkı.

Uzun ve iri bir adamdı. Gözleri hafif çekikti ve bu Asyalı olduğunu gösteriyordu. İçinde olduğu formayla zorlukla yürüyordu, bakışlarını Vera'nın üstünden ayıramıyordu.

Sonunda yanımıza ulaştığında acıyla diz çöktü, Vera'yı kendisine çekti. Vera'nın yüzünü okşarken gözünden yaşlar hızla akıyordu.

"Vera, Vera," Sayıklayarak Vera'nın yüzüne öpücükler bıraktı. "Sana yapma dedim sevgilim, sana dur dedim," Hıçkırarak ağlarken Ateş bana güç vermek için daha sıkı tuttu.

Vera'nın da âşık olduğu bir adam vardı, saklamıştı. Onunla yaşayamamıştı.

"Hani birlikte kurtulacaktık? Beni bıraktın gittin," İngilizce konuşurken acıyla haykırmaya devam ediyordu Victor. "Ben şimdi nasıl yaşayacağım Vera? Sevdiğim kadının kanı elimdeyken ben nasıl nefes alacağım?"

"Neden vurdun?" diye sorduğumda Victor kin dolu bakışlarını bana çevirdi.

"Çünkü emirleri yerine getirmek zorundayım ve tedaviyi sana verdiğim an onu öldürmem emredildi. Başka şansım yoktu, kararı ben vermedim," Acıyla konuşurken anlatırken aynı acıyı tekrar yaşıyordu. "Vera biliyordu, bile bile senin kocanın hayatını kurtardı, ölümü göze aldı,"

Dudağımdan kaçan hıçkırıkla Ateş'in bedenine biraz daha sokuldum.

Victor bakışlarını Vera'ya çevirdi. "Onların aşkı için kendi aşkını bıraktın Vera,"

"Peki bize neden zarar vermeye çalışmıyorsun?" diye sordu Ateş bir yandan saçlarımı okşayıp beni sakinleştirmeye çalışıp bir yandan da karşısındaki manzarayı izlerken.

"Çünkü tek emir buydu!" diye haykırdı Victor. "Sana vereceği an aslında seni öldürecektim ben ama Vera bana yalvardı, senin hayatın için bana yalvardı," Acıyla bağırırken Vera'ya daha çok sarıldı.

"Beni nasıl bıraktın sevgilim? Beni nasıl sensiz bıraktın?" Victor acıyla haykırmaya devam ediyordu, Vera'ya son kez sarılıyordu.

"Onun da aşkı varmış," dedim Ateş'e kısık sesle. "Onun da hayalleri varmış ama o benim hayallerim için kendini feda etmiş,"

Ateş bana daha sıkı sarıldı. "Bunu yapanları mahvedeceğim," Sözlerimle hemen çenemden tutarak yüzümü kendisine çevirdi.

"Elbette mahvedeceğiz ama önceki gibi değil, bu sefer değil. Vera boşuna mı ölmüş olsun istiyorsun? Bu sefer çok daha temkinli olacağız," dedi Ateş beni teselli etmeye çalışıp bir yandan da o kurnaz zihninde yine planlar yapmaya başlarken.

Victor acıyla ağlamaya devam ediyordu, Vera'nın bedeni buz gibi olmuştu.

"Onun intikamını almak istiyor musun?" diye sordu Ateş, Victor'a.

Victor başını zorlukla Vera'nın saçları arasından kaldırdı ve öfkeyle bize baktı. "Önce sizden almam gerek,"

"Ama alamazsın hele de Vera bizim için kendini feda etmişken," dedi Ateş onu sakinleştirmeye çalışarak.

"Hiçbir şey yapamam, çip devreye girdiğinde kontrol onlarda," dedi Victor, Vera'nın saçlarını okşayıp güzelliğini acıyla seyrederken.

"Çipi çıkartacağım, daha önce de çıkarttım ve sana yemin ederim onun intikamını alacağız," Ateş sanki karşısındaki ilk defa gördüğü biri gibi değil de yıllardır tanıdığı biriymiş gibi konuşuyordu, işin tuhaf yanı işe yaramasıydı.

"İntikam bana onu geri getirmeyecek ama alacağım, hepsini mahvedeceğim," dedi Victor büyük bir kinle.

Ateş şu an bilinçli mi değil mi anlayamasam da kendisine büyük bir kale oluşturuyordu; Düşmanın oğlunu avcunun içine alıyordu. Hem de bunu kardeşimin vefatıyla yapıyordu.

Ben onun kolları arasından çıkıp öfkeyle birkaç adım gerilediğimde Ateş de yerinden kalktı.

"Kardeşim öldü benim," Acıyla bağırışımla Ateş'in bakışları yumuşadı.

"Biliyorum," Bana doğru bir adım attı.

"Onları mahvedeceğim, yemin ederim hepsini mahvedeceğim, onu bana düşman olarak çıkaran herkesi yok edeceğim," Ben öfkeyle bağırırken Ateş beni sakince dinliyordu.

Artık konuşamayıp hıçkırıklarla ağlarken Ateş kollarımdan tutup beni yine kendisine çekti ve sıkı sıkı sarıldı.

"Onun ölümünden çıkar elde etmeye mi çalışıyorsun sen?" Ağlayarak sorduğum soruyla saçlarımı okşadı.

"Onun ölümünden çıkar elde edecek herkesi yok etmeye çalışıyorum çünkü Ateşapremin canı yanıyor ve buna kimse cüret edemez,"

"Çok acıyor," Acıyla inledim. "İlkinden bile çok acıyor, neden bu kadar yakıyor?"

Saçlarımı öperek beni sakinleştirmeye çalıştı ama ben hıçkırmaya devam ettim.

"Daha hiç vakit geçirmedik ki biz," Daha sıkı sarıldı. "O da gitti ablam gibi, herkes neden gidiyor Ateş? Ben kalayım diye mi? Tüm sorun benim zaten,"

"Değilsin, sen sorun falan değilsin."

"Canavarım ben, sen de öyle dedin zaten,"

"Sen insan olamayacak kadar mükemmelsin ama bir canavar da olamazsın çünkü canavarlar kahraman olmazlar Ateşpare. Sen bir kahramansın."

Ağlamalarım dinene kadar onun göğsünde sakinleşmeye çalıştım.

Baş edemediklerim başımı eğdi.

Başımı zorlukla kaldırdığımda onun da gözlerinin ıslak, bakışlarının acı dolu olduğunu gördüm ama bana değil Victor'a bakıyordu. Sevgilisini öldüren, acıyla inleyen Victor'a...

"Vera'yı da ablamın yanına gömebilir miyiz Ateş?" Sorumla bakışlarını bana çevirdi, yutkundu. "Ben onların yanında olamıyorum ama onlar birlikte olsunlar, birbirlerine baksınlar,"

Ağlamalarım devam ederken Ateş beni sakinleştirmeye çalışmaya devam etti.

Sonunda ayakta durmaya bile takatim kalmadığında beni kolları arasına aldı ve oradan yavaşça uzaklaştırdı.

Başım geriye düşerken son gördüğüm şey Vera'nın güzel saçlarıydı.

🔥

Karşımdaki okyanus manzarasını yaşlı gözlerimle izlerken epey yorgun hissediyordum. Tüm vücudum ağrıyor, kulaklarım çınlıyordu ve hiçbir şeye takatim yoktu.

Ateş kendine geldikten hemen sonra savaş bitmişti, çok kayıp vermiştik...

Ateş kalan herkesi benim adama getirerek kendi adasını tahliye etmiş ve zaiyatı belirlemişti. Adanın kendine gelmesi biraz zaman alacak gibi gözüküyordu.

"Aşkın, bir şeyler ye artık," dedi Tarık yanıma oturup masanın üstündeki dolu tepsiye bakarken. "En azından bebeğini düşün,"

"Onunla zaten hep ayrıydık, neden bu kadar acıttı ki Tarık?"

"Belki de o yüzden bu kadar acıttı," dedi bir sigara çıkarıp yakarken. "Senin yerine de içerim, merak etme,"

Üstümdeki şala biraz daha sıkı sarıldım.

"Onu gömmemiz lazım, Türkiye'ye gitmemiz lazım," dediğimde Tarık sakince beni dinliyordu. "Kaç saat oldu hâlâ gömemedik onu."

"Ateş onu da halledecek," dedi Tarık beni avutmaya çalışarak.

"Ama benim de orada olmam lazım, benim de görmem lazım, yanların gitmem lazım,"

"Senin gitmen tehlikeli Aşkın," dedi Tarık sıkıntıyla.

"Bu tehlikeyi de artık sonlandırmam gerek. Artık her şeyin bitmesi gerek, hiçbirimizin daha fazlasına mecali kalmadı,"

"Yine ne planlıyorsun o kurnaz aklınla V?" dedi Tarık kısık gözeleriyle bana bakarken.

"Sonu, sonu planlıyorum," Derin bir nefes aldım.

"Peki o son bize yakışacak mı?" Sorusuyla acıyla gülümsedim.

"Bilmem sanırım göreceğiz,"

"Bak kendin bahsediyorsun kayıp vermekten ne kadar yorulduğuna, haklısın da çok yorulduk Aşkın. Bitsin artık."

"Bitecek ve sonumuz," Durakladım. "Sonumuz efsane olacak."

"Kötü olacak diye mi?" dedi Tarık hemen çatılan kaşlarıyla.

"Hayır, unutulmayacak diye."

Sessizleştik. İkimiz de hiçbir şey konuşmazken bize eşlik eden tek şey okyanusun kayalara vururken çıkardığı sesti.

Aynı Tarık'la hep rıhtımda oturup dertli dertli denizi izlediğimiz günlere benziyordu ama aslında hiçbir şey artık aynı değildi. Ne biz rıhtımdaydık ne de karşımızdaki İstanbul deniziydi ne de biz aynıydık. Her şey değişmişti, belki de biraz daha büyümüştük.

Yanımıza yakınlaşan Ateş'i fark etmem bile zaman alırken gerçekten formdan düştüğümü hissettim. Yanında Pusat ve Çelik de vardı.

"Herkes güvende, yaralıları tedaviye aldık," dedi Pusat yanımız ulaştığında.

Ateş kısık gözleriyle beni izliyordu sessizce.

"Siz içeri geçin," dedi Ateş bakışlarını üstümden ayırmadan.

Üçü de şaşırtıcı şekilde itiraz etmediler ve bu bile halimin ne kadar gözüktüğünü anlamama neden oluyordu.

Ateş derin bir nefes aldı ve yanıma oturdu.

"O an söylediğim hiçbir şey gerçek düşüncelerim değildi, her şeyi hatırlıyorum, keşke hatırlamasaydım," Konuşurken yüzüme bakmıyordu, karşısındaki okyanusu izliyordu. Aslında utanıyordu.

"Aslında onlar senin gerçek düşüncelerin olmalıydı çünkü doğrulardı."

"Hayır! Değildi! O an çıldırmıştım Aşkın, hiçbir şeyi normal düşünemiyordum ki, konuşan ben bile değil gibiydim," Açıklama yapmasıyla başımı olumluca salladım. "Aşkın, sakın böyle düşünme," dedi acıyla. "O an söylediğim hiçbir şey gerçek değildi,"

"Tamam Ateş," Gözlerimi yorgunca yumdum.

"Tamam değil," Oturduğu yerden kalktı ve birden bacaklarımın dibinde diz çöktü. Ellerimi tuttu ve sarı harelerini gözlerime dikti. "O an söylediğim hiçbir kelime benim gerçek düşüncelerim değildi."

"Ama haklıydın,"

"Değildim, senin gibi bir kadına âşık olduğum için çok mutluyum çünkü senin ne bir eşin ne de bir benzerin yok bu dünyada. Ben bu hayata on kez de gelsem yine aynı şekilde seninle olmayı tercih ederdim Aşkın." Ellerime öpücükler bıraktı.

"Kalk Ateş." Kalkmadı.

"Özür dilerim, keşke sana o lafları edeceğime kendimi,"

"Sakın Ateş."

"Onların hiçbiri gerçek düşüncelerim değildi, sen bilmiyor musun benim ne kadar bebeğimizi sevdiğimi? Ben ona bile zarar vermeye çalıştım," Gözlerinden yaşlar akarken acıyla bir karnıma bir de gözlerime bakıyordu. "O an size bir şey olsaydı ben zaten yaşayamazdım ki Aşkın."

Derin bir nefes aldım.

"Ben sana bir ömür bile doyamam," Ellerime öpücükler bıraktı, başını dizlerime gömdü. "Ben sana zarar verdim, ben çocuğumuza zarar verdim,"

Onu başını tutarak kaldırdım, "Kendinde değildin, kendini cezalandırmanın sırası değil çünkü zaten başımızdan dert eksik olmuyor. O yüzden dik dur Ateş,"

"İşte sana bu yüzden aşığım, aynı annem gibisin, ne olursa olsun yenilmiyorsun, boyun eğmiyorsun," Bu sefer ben onun gözünden akan yaşları sildim. "Beni affet Ateşparem çünkü ben kendimi asla,"

"Ateş saçmalama! Senin suçun değildi, sen öyle bir herif olsan ben senin yanında bir gün durmam amına koyayım! Zaten asabım bozuk beni daha da germe," Sözlerimle güldü.

"Ayrıca kalk,"

"Ben bir tek senin karşında dizlerimin üstüne çökerim Ateşpare."

Tüm dünyanın önünde diz çöktüğü adam da dizlerini çöküyordu ve bunu sadece aşk yapabilirdi.

"Tamam affediyorum seni, kalk şuradan,"

"Sadece beni affetmen için diz çökmüyorum, benimle yaşaman için çöküyorum, teşekkür ediyorum,"

"Ne için teşekkür ediyorsun?"

"O an sana söylediklerimin öfkesiyle benden geçebilirdin, beni bırakabilirdin ama sen kalmayı ve savaşmayı seçtin. Sen sabrettin çünkü bana güvendin. O sözleri sana normal şartlarda asla söylemeyeceğimi biliyorsun, sen beni tanıdın Ateşpare, hem de kimsenin tanımadığı gibi."

"Sen anlamaz mıydın? Sen dayanmaz mıydın?"

Sorumla güldü. "Anlamam zor olurdu sen zaten sinirli bir insansın,"

"Ya siktir git," diyerek ellerini ittirdim.

"Şaka şaka," Bir kez daha öptü elimi. "Ben zaten sana karşı hep sabırlıyım ve evet ben de anlardım çünkü ben seni hep anlarım Ateşpare, tıpkı senin de beni anladığın gibi." Bacaklarımı araladı ve başını karnıma yasladı.

"O da anlayacak," dedim Ateş'in saçlarını okşayarak. "Bence anladı da, bak gitmedi, bizimle,"

Karnıma bir öpücük bıraktı.

Bana sıkı sıkı sarıldı.

En sonunda yanıma tekrar oturduğunda yüzümü elleri arasına aldı. "Yaptıklarını duydum,"

"Bir şey yapmadım," dedim suratsızca ama o uzaklaşmama izin vermedi.

"Yapmışsın. Evet çok kayıp verdik ama sen çok şey yapmışsın ve kalanlar da hayatlarını buna borçlu, ben de o kalanlardan biriyim."

"Tek değildim, tek olsaydım yetmezdi."

"Evet, ailemizleydin. Çünkü artık tek olman gerekmiyor."

"Yavru aslana ne oldu?" Meraklı sorumla Ateş gülümsedi.

"Tamir edeceğim, babasıyla annesi tüm adayı ayağa kaldırmış," dedi alnıma bir öpücük bırakmadan hemen önce.

"Yavruları sonuçta tabii ayağa kaldırırlar,"

"Aynen öyle, yavruları için her şeyi yaparlar." Gözlerime büyük bir kararlılıkla baktı.

"Yaparlar," dedim ben de onun kararlı bakışlarına aynı şekilde karşılık verirken.

"Yapacağız," dedi yüzümde olmayan eli karnıma giderken.

O karnımı okşarken ben de karnımdaki elini tuttum. "Yapacağız."

Belki kayıplar verecek belki de yıpranacaktık, bazen yorgun düşecek bazen tükenecektik ama en sonunda yine birlikte olacaktık.

Ve yavrumuz için her şeyi yapacaktık.


🔥🔥🔥

Herkese selamlar! Nasılsınız ateş parçalarım? Umarım iyisinizdir. Mental ve fiziksel olarak son dönemlerde epey yoruldum, belki sizler de bunun farkındasınızdır. Aslında bu bölümü şimdi değil önümüzdeki haftalarda yayınlamayı planlıyordum ancak iyi hissetmediğimde yapmayı bildiğim en iyi şey sizlerle buluşmak. Ve bu bölümü de sırf bu yüzden, Ateşpare'nin finaline yakınlaştığımız için araları uzatacağımı söylememe rağmen yayınlamak istedim.

Arka planda yaşadığım sıkıntıları, problemleri hiçbir zaman sizlere yansıtmayı sevmedim. Ben dertlerimi sadece cümlelerimi sizlerle buluşturarak paylaşırım ve bu benim yapmayı bildiğim en iyi şeydir, aynı şekilde bana da çok iyi gelir. Ne olursa olsun varlığınız benim için hep en büyük dayanak.

Ben kendimi bildiğimden beri yazıyorum, ilk okulda dahi proje ödevimi kitap yazmaktan yana kullanmış ve kağıtlarımı zımbalayarak hocama teslim etmiştim, o pek beğenmemişti, çok fazla yazım yanlışım varmış. Sonra Facebook kullanırken daha on yaşlarımdayken insanların sayfa açıp burada kitaplarını paylaştığını keşfetmiş ve yazma serüvenime başlamıştım. Bir iki yıl sonra Wattpad'i keşfettiğimde çok heyecanlanmış hemen bir hesap açmış ve burada yazmaya başlamıştım. Bunları neden size anlattığımı merak ettiğinizi biliyorum, sadece sizlerle bugün biraz dertleşmek istiyorum sanırım. Burada hiçbir kitlem yokken, yazdıklarımı okuyanların sayısı bir elin parmaklarının sayısını geçmezken ben yine aynı hevesle yazmaya devam ettim hep. Olduğum yere gelmek benim için kolay olmadı çünkü yol çok taşlıydı ama sanırım benim yazma tutkum ve inadım bazı şeylerin üstesinden gelmiş olacak ki bugün buradayım. İlkokulda kitabı beğenilmeyen Ceren de, Ortaokulda kitap yazdığı defteri çöpe atılan Ceren de, yazdıklarıyla bazen dalga geçilen, bazen hiç okunmayan Ceren de burada ve şimdi 41 Milyon olmuş kitabın başarısını izleyerek bu mücadelenin boşa olmadığını bana bir kez daha kanıtlıyor. Yaşadığım zorluklar belki beni kırdı ama kalemimi kıramadı ve kıramayacak da.

Benim için önemli olan şey hiçbir zaman sayıların büyüklükleri değil, sizlerin sevginizin büyüklüğü oldu ve görüyorum ki tam şu an olduğum yerde de bana güç veren tek şey sizin sevginiz.

Neden bu kadar yıprandığımı merak ediyor olabilirsiniz ve sadece şunu söyleyebilirim; beni insanların kötü kalpleri yordu. Hiçbir zaman mükemmel bir insan olduğumu savunmadım ama hep ne istiyorsam bu başkalarına zarar vermeden olsun istedim. Çok kırılgan bir vicdanım var ve karşımdaki kişi benim kötülüğümü isteyen biri bile olsa onu bile kırmaktan hep çok endişelendim. Annem bazen bu kadar yufka yürekli olduğum için bana kızar ama ben halimden her şeye rağmen memnunum. Ateşpare yükselişe geçtiği dönemlerde ilk önce çok sevindim sonra büyümenin de dertleri beraberinde getirdiğini gördüm, bazen eskisi gibi kendi halimde yazdığım zamanları özledim. Birden insanların sebepsiz nefretlerini kazanmak, bazen hiç içinde olmadığım konularda suçlu konuma düşmek, bazen atılan iftiraları izlemek bazen de sizlerin sevgisiyle kendime gelmek beni epey afallattı. Ama öğrendim, çok şey öğrendim evet kolay olmadı ama bence ben bu işi başardım; tüm kötülüklerin arasında yufka yüreğimi korudum. Umarım bunu yapmaya devam edebilirim.

Benim içimdeki bu kurgusal evrenlerimden vazgeçmeme inatçılığı oldukça ve sizlerin sevgileri oldukça karşıma çıkan tüm sorunlarla mücadele edebilirim. O yüzden iyi ki varsınız, her biriniz iyi ki varsınız. Bir iyi ki varsın cümlesi ne kadar içten söylenebilirse bunu size o kadar içten söylüyorum çünkü siz benim ailem oldunuz.

Şimdi Ateşpare'nin sonlarındayız, son bölümlerini yazmak benim için epey üzücü çünkü hayatıma bu kadar fırtınayı, heyecanı ve dersi sokan da Ateşpare oldu. Ateşpare'yi sonlandırarak sadece bir kitabı sonlandırmayacağımı biliyorum ve bunun gururunu yaşıyorum.

Zihnim çok dolu ve içinde kurgular dolu, hepsinin yeri de benim için çok ayrı çünkü hepsinin birleşmesi beni ben yapan şeyler. Ben sizlere sadece hayal dünyamı değil, gizli dünyamı sunuyorum burada. Ateşpare bitmek üzereyken arka planda çok yoğun çalışıyorum vee yeni evrenlerimle yeni dünyalara adım atıyorum.

Kırık İnci için çok heyecanlıyım, daha sadece ilk bölüm yayınladığım Çelik'in kurgusu İsyanda Aşk'a gelen muhteşem tepkilerinizi gördükçe de çok heyecanlanıyorum. Çünkü sizlerle evrenler farklı olsa da hep aynı yolda yürüyeceğimi biliyorum. İsyanda Aşk'ın ilk bölümünde sizlerle ağlamayı da Kırık İnci de sizlerle şaşırmayı da çok seviyorum. Nörosa evreninin teknoloji dolu sırlarını da arka tarafta çoşkuyla yaşıyorum. Önümüzdeki günlerde Kalıntı'nın bölümlerini de Wattpad'e yüklemeyi planlıyorum. Hem dertleştim hem de planlarımı anlattım sanırım biraz size. Belki Ataşpare'nin bölümlerinde artık sık sık buluşamayacak olsak da Kırık İnci ve İsyanda Aşk kitaplarımın yeni bölümlerinde sık sık sizlerle olacağım. Ayrıca hiç endişelenmeyin Ateşpare'nin finali burada yayınlanacak ve kalacak da. 

Uzun lafın kısası ben sizi çok seviyorum.

Umarım çok başınızı şişirmemişimdir. Gelecek bölümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.

Continue Reading

You'll Also Like

2.7M 153K 107
Hayat, fırtınanın dinmesini beklemekle ilgili değildir... Yağmurda dans etmeyi öğrenmekle ilgilidir. "Umay?" "Operasyondayız." "Benimle evlenir misin...
59.8K 2.4K 23
Teğmen Asya Öztürk'ün aylardır peşinde olduğu terörist sonunda kendi kendini mahv edecek bilgileri Asya'nın eline verir . Fakat işler Asyanın istediy...
62.3K 5.5K 10
Laçin'i yatağına bırakırken gözlerini açmış babasının elini tutmuştu."Baba beraber uyuyalım mı? Hem kitapta okursun bana."dedi uykulu bir sesle.Kabus...
641K 11.1K 26
🔞Türkiye'nin en büyük mafyası tarafından kaçırılmak ve onla ilişki yaşamak.🔞 🔞Bolca +18 vardır. 🔞