KARMAŞIK

By birazcikyazar

512K 32.5K 11K

Melis, annesinin kaderini yaşayan bir genç kızdı. Babası ve abisi tarafından evin hizmetlisi gibi görülür ve... More

KARMAŞIK
1.
2.
3.
4.
5.
7.
8.
9.
10.

6.

53.3K 3.3K 1K
By birazcikyazar




6.

İnsanlar, sanki dünyaya bana karşı olmak için gelmişler gibi hissediyorum bazen. Tamam, bu çok saçma gibi duruyor. Çoğu insanın benim bu dünyadaki varlığımı dahi bilmediğini biliyorum ama yaşadıklarım, bana karşı kurulan cümleler ve sineye çekmek zorunda kaldığım davranışlar aklıma geldikçe bundan biraz daha emin oluyorum.

İnsanlar beni ezmek için varolmuşlar...

Ya da ben ezilmek, hor görülmek için bu dünyaya gönderilmişim sanki.

Varlığımın sebebi buymuş, insanların eğlence malzemesi benmişim gibi...

Şu an okulun bahçesindeki tüm bakışlar bile yeterdi, bu düşüncemi doğrulamaya. Hepsi bana bakıyorlardı ama meraktan değil. Daha çok bu salak buraya nereden geldi? dercesine bir bakış.

Hepsinde aynı aşağılayıcı ifade. Hepsinde aynı kibir. Hepsinde aynı kırıcılık.

Oysa hiçbir şey yapmadım. Sadece arabadan indim, anne ve babamla birlikte ikizimi bulmak için arka bahçeye yürüdüm ve sonrasında beni çağıran ikizime gülümsedim.

Gülümsememe mi gülüyorsunuz? Biliyorum, çok güzel bir gülümseme değil ama en azından gülümseyebiliyorum artık. Uzun süre gülümsemediğim için mi artık insanlara kötü geliyor?

Dişlerim temizdi. Beyazlardı. Yüzümde gülünecek bir şey yoktu. Kıyafetlerim de temizdi. Cansel Hanımım seçtiği kıyafetlerdi ve bence üstümdekiler çok güzeldi.

Neyimi beğenmediğiniz?

Daha yeni geldim. Bu okulun öğrencisi bile değilim. Sizi tanımıyorum bile ama artık bir şeyinizi biliyorum. Kibriniz...

Ama onlar benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorlardı. Hiçbir şey bilmeden böyle davranıyorlardı. Bilselerdi, neler yaparlardı?

Hala bana bakan ve kafasına az önce top yiyen çocuğu ilk başta merak etsem de hala aynı pozisyonunda durup bana ve kolu omzumda duran Melih'e bakması rahatsız hissetmeme neden oluyordu. O kötü bir şey görmüş gibi bakmıyordu. Sadece dümdüz bakıyordu. Çok soğuk bakışları vardı.

Ama artık bakmasa olmaz mıydı?

Zaten herkes küçümser ifade ile bana baktığı için rahat edemiyordum, bir de o, her şeyimi inceleyip ruhumu görmek istermiş gibi bakarken daha da geriliyordum.

Sanki aldığım nefesten bile ne hissettiğimi anlayacakmış gibi hissettiriyordu bakışları.

Bakışlarına daha fazla tahammül edemeyeceğimi fark edince ve onun yüzğnden Melih'in dediklerine de kulak veremediğimi fark edince bir şeyler düşünmeye karar verdim. Cansel Hanım ve Selim Bey, beni Melih'in yanına bırakıp hem benim okul işimi konuşmak hem de Mete'ye bakmak için kocaman okul binasından içeri gireli yaklaşık on beş dakika olmuştu. Yani sanırım şu am hala konuşma devam ediyordu. Ne konuşuyorlardı? Okul müdür beni okula almayı kabul edecek miydi?

Normal şartlarda açık öğretimden tekrar örgün eğitime geçilmiyordu. Ama benim durumum farklı olduğundan, geri dönmeme izin verecekler miydi?

Gözlerim sürekli Melih'in kolundaki saate kayıyordu. Sürekli kolunu tutup saati kendime çeviriyordum. Melih bundan rahatsız mıydı bilmiyordum ama bir şeyler anlatmasına kulak asamadığım için mutsuz olduğu belliydi.

Ama ne yapabilirdim ki? Elimden gelen bir şey yoktu. Çok rahatsız hissediyordum. Kimse bana bakmasın istiyordum ama onlar sadece bakmakla kalmıyor, üstüne bana bakarak fısıldaşıyorlardı da...

Bu korkmama neden oluyordu. Her an tikimin tutacağı bir sebep oluşabilirdi.

Ve sanırım onların gözü önünde tikimin tutması gibi bir durum söz konusu olursa asla ama asla bu okulun bir öğrencisi olamazdım. Kendimi biraz da bundan dolayı, tikim tutacak korkusu ile, sıkıyordum ve bu Melih'i üzüyordu.

"Melo, bak sana bu sahada basketbol oynamayı öğretirim. Beraber turnike atarız. Sonra yemekhaneden yemek alıp şu karşıdaki tribünlerde otururuz yeriz. Çok güzel olmaz mı?"

Olurdu sanırım ama rahat bırakılır mıydım acaba?

İnsanlar, beni biliyorlar mıydı, merak ediyordum. Yani bu okulun öğrencilerinin ya da onların ailelerinin Aker'lerin ölmüş bir kızı olduğundan ama o ölü kızın on yedi yıl sonra ortaya çıktığından haberleri var mıydı?

Melih'in kolunu tekrar tutup saate bakacağım sırada bir ses duydum. Bu sesin sahibini biliyordum. Ve sanırım bu sesin sahibi, bir süredir hissettiğim rahatsız bakışlardan daha kötü hissetmeme neden olacak cümleler kuracaktı.

"Senin ne işin var burada?"

Mete tam karşımızda durmuş, bana ve Melih'in omzumdaki eline odaklanmış şekilde, çatık kaşlarla konuşmuştu.

"O ne demek Mete? Melis de bu okulun öğrencisi olacak ya. Normal değil mi okuluna gelmesi?"

Melih sanki Mete'ye başka bir şey anlatmak ister gibi bir ses tonu kullanmıştı ama o ses tonunun altındaki asıl anlamı çıkartamadım. Ne anlatmaya çalışıyordu, bilmiyordum.

"Hani sen okula gitmiyordun? Korkmuyor musun? Şu tiklerinden dolayı falan? Ya okulda tutarsa? Sonra çok utanırsın."

Pekala, sanırım benim şu an beni izleyen gözlerden rahatsız olmama gerek yoktu. Çünkü hepsinden daha kötü şekilde bakan ve sadece bakmakla kalmayıp tüm düşüncelerimi acımasız kelimeleri ile söze döken kardeşim vardı.

Bana hiç acımıyordu. Ne düşünürüm, kırılır mıyım, onun umurunda bile değildi. Onun için ucubenin tekiydim ve evinden gitmem gerekti.

Ama gidecek hiçbir yerim yoktu.

Kimsem yoktu. Param yoktu. Şu dünya üzerinde beni gerçekten, tüm gerçek sevgisini hissettirerek seven kimse bile yoktu.

Ben yapayalnız bir insandım

Sanki sevilmemekle yoğurulmuştu hamurum.

"Mete, daha fazla devam edip sinirlerimizle oynama istersen, kardeşim. Ne dersin?"

"Sen niye lafa atlıyorsun, kardeşim? Ben burada şunla konuşuyorum, senin dahil olmanı gerektirecek bir durum yok ortada," dedikten sonra bana döndü. "Değil mi, ucube?"

Gözlerimi kapattım. Gözyaşlarımın, gözlerime biriktiğini hissettim. Ağlamak istemiyordum. Ben, Mete yüzünden ağlamak istemiyordum ama canım yanıyordu. Gözyaşlarım, akmak için an kolluyorlardı.

Herkesin içinde ağlamak istemesem bile, o kadar kırılmıştı ki kalbim, gözlerimi kapatsam ve sımsıkı sıksam bile, ufacık bir damla gözlerimden taşmış ve sol yanağıma doğru akmıştı.

Sen hiçbir zaman sevilmeyeceksin, Melis.

"Mete, hemen git buradan! Yoksa-"

Mete Melih'in devam etmesine izin vermedi.

"Şu ucube için beni mi kovuyorsun?"

Melih omzumdaki kolunu çekti ve hangi ara olduğunu anlamadığım şekilde ayaklanıp tam Mete'nin önüne dikildi.

"Siktir git, Mete. Elimden bir kaza çıkacak senin yüzünden. Defol git!"

Pekala, bu beklemediğim bir şeydi. Yüzümün aldığı şaşkınlık ifadesini tahmin edebiliyordum. Hem sadece ben değil, etraftaki herkes aşırı şaşırmıştı. Hepsinin yüzünde, en azından yakında olup duyanların, şaşkınlık ifadesi hakimdi.

Melih'in Mete'ye küfür etmesini, hiç kimsenin beklemediği açıktı.

Ben de beklemiyordum zaten.

"Siktir git, yani. Bu üç günlük kız için bana siktir git, diyebilirsin demek ki." Yüzünde, acı çektiğini belli eden bir ifade vardı. "Öyle olsun, Aker. Ama okuldaki şanını duyunca yanında o kız da kalmayacak ve tekrardan tek başına kalacaksın. Sonra siktir git dediğin kardeşini ararsın. Haberin olsun."

"Mete..."

Mete, Melih'in devam etmesine izin vermeden hızla uzaklaştı yanımızdan. Kimseye bakmadan ve hatta çardaktan çıkarken kenarda durmuş elindeki telefonla bizi çeken çocuğun eline bilerek vurarak telefonunu yere düşürdü.

Sonrasında ise hiçbir şey demeden ilerledi. Birisi onu kolundan tutup durdurmaya çalıştı ama ona da duyamadığım bir şey diyip uzaklaşmaya devam etti.

Melih hatalıydı. Hem de oldukça fazla hatalıydı. Küfür etmemesi, kardeşini kovmaması gerekiyordu.

Sebebi bendim.

Her şey, hep olduğu gibi yine ve yine benim yüzümden olmuştu.

Benim gitmem gerekti. Aker ailesine daha fazla zarar vermeden bir şekilde gitmem gerekti. Geri dönemezdim. Dönsem bile beni yanlarına almazlardı. Babam zaten beni Berkan'ın eline vermek için gün sayarken bu yaşananlardan sonra daha da beklemez ve direkt verirdi beni, canavarın ellerine.

Eninde sonunda bana geleceksin, Melis'im. Bunu sen de biliyorsun. Şimdi ne kadar kaçarsan kaç, bana geldiğin gün hepsinin acısını çıkartırız, bebeğim.

Berkan'ın iğrendiğim sesi zihnimde dolanıyordu. İstemiyordum. Onun avuçlarına düşmek istemiyordum. Bu yüzden babamla abimi zihnimden tamamen silmem, onların artık benim için varlığı geçerli olmayan bir seçenek bile olmamaları gerekiyordu.

Kendim için bunu yapmam lazımdı. Berkan'dan kurtulmuştum. Burada güvendeydim. Geri dönersem olmazdım. Ama burada daha da kalarak bir ailenin çocukları arasında kargaşa çıkartmak da istemiyordum.

Ne yapmam gerekiyordu, bilmiyordum. On yedi yıl sonra ortaya çıkmış birini hemen kabul etmezlerdi, bunu tahmin ederek gelmiştim.

Eh, tourette sendromuna sahip bir ucube olmam da beni zaten istemeyen aile bireyleri için tuz biber olmuştu.

Ama bunların hiçbirini ben istememiştim.

Ne kaçırılıp babam ve abimin elinde büyümeyi ne de Berkan gibi bir celladın, tek idam mahkumu olmayı ben istemedim.

"Melis," diye bana seslenen Melih'i duyuyordum ama ona cevap verecek halim yoktu. Vücudumdaki tüm güç çekilmiş gibiydi. "Melis, bana bir tepki verir misin lütfen?"

Veremezdim.

Geri dönemem. Geri dönemem. Geri dönemem.

"Kardo, pek iyi görünmüyor. Cansel Ablayı falan çağırayım mı?"

Bu konuşan kimdi, bilmiyordum. Ama Cansel Hanımı falan çağırmasını da istemiyordum. Eğer gelirlerse ne olduğunu soracakları ve ben, kendimi biliyordum. Birisi bana bunu sorduğunda direkt ağlamaya başlayacaktım.

"Yok, Semih. Çağırma kimseyi. Melis bir bana cevap versin, o isterse çağırırım." Bende olan bakışlarını çekti. Etrafımızdaki kalabalığa baktı. Hiç beklemediğim bir anda bağırmaya başladı.

"Ne bakıyorsunuz lan? Siktirin gidin, dersinize falan, sövdürtmeyin bana kendinizi."

Bunu, bizi -daha çok beni- izleyenlere demişti. Şu an tam olarak anda değildim. Kilitlenmiş kalmıştım. Ama yine de, bazı şeyler berraktı. En çok Melih'in siniri berraktı. Sanki vücudunun etrafında bir sis vardı. Sinirinden dolayı oluşmuş gibiydi.

Bir çizgi dizinin içinde olsak sinirden kıpkırmızı olup sonra o kırmızılığın etrafa yayıldığı o sahnenin içinde olurduk, kesin. Yani Melih o kadar çok sinirliydi şu an.

"Melis, ne olur bir şey de. Bu da bir tik mi?"

Değildi.

Bu sadece korkuydu.

Geri dönme ihtimalimin, ve hatta yalnızca düşüncesinin, korkusuydu.

"Pekala, ne yapmam gerek şu an. Ne yapayım?"

Dizimin üstünde duran eline götürdüm, elimin tekini ve elini sıktım. Bu, bakışlarının hızla elime dönmesine neden oldu.

"Elini mi tutayım?"

Bunu demesi ile elimi, sanki ateşe değmiş gibi, hızla çektim. Elimi tutmasın. Kimse. Dudaklarımı hafifçe araladım. Biraz daha susmaya devam edersem işin hiç istemediğim yerlere gideceği belliydi. Bu yüzden kendimi konuşmaya zorladım.

"Bir şey yapma." Sonra konuşurken boğazımın acıdığını fark ettim. "Sadece su alabilir miyim ben?"

Melih derin bir nefes aldı. Rahatladığı belliydi.

"Alabilirsin, prenses. Zaten aklımı aldım, su ne ki. Su da alırsın."

Sonra hızla ayağa kalktı. Hala hemen yanımdaydı ama ayaktaydı da.

"Kerim, açılmamış su getirsene kenardan."

Melih'in bağırdığı çocuk eliyle tamam işareti yaptıktan sonra kenardan bir şişe aldı ve buraya gelmeye devam etti. Melih'in bana baktığını ve konuşmamı falan beklediğini biliyordum ama ona bakmak yerine buraya ilerleyen Kerim'e bakıyordum.

Biraz utanıyordum şu an. Melih'e ne desem bilemiyordum. Kendimi suçlu olarak da görüyordum biraz.

Nasıl geçecekti bu?

Yani hayatına girdiğim herkesin hayatını mahvetmeme neden olan lanetim nasıl geçecekti?

Ben her zaman böyle, kim olursa olsun, birinin hayatına girince o kişiyi veya kişileri mahvetmeye devam mı edecektim?

"Melis, eğer tekrar susacaksan bu sefer babamı çağıracağım, haberin olsun."

Melih tekrardan suskunlaştığımı fark edince hızla konuşmuştu. Sonra ise artık yanımıza, çardağa ulaşmış Kerim'e ilerlemiş ve elindeki şişeyi alıp kapağını açarak elime tutuşturmuştu.

Sudan bir iki yudum aldıktan sonra herkesin pürdikkat beni izlediğini fark edince suyu dudaklarımdan indirdim. Melih suyu içtiğim için rahatlamış şekilde bakarken diğerleri, sadece üç kişilerdi, sanki ne olduğunu çözmek ister gibi bakıyorlardı.

"Hepiniz beni izlemeye devam mı edeceksiniz?"

Kısık sesle konuşmuş olsam da dördü de beni duymuşlardı. Hepsinin yüzünde garip bir ifade oluştu. Sanırım bunu dememi beklemiyorlardı. Açıkcası ben de beklemiyordum. Onlara haksızlar diyemezdim.

Ama sonuç olarak demiştim ve artık bakışlarını benden çekmeleri gerekiyordu.

"Yok ya, biz öyle, bakıyorduk işte." Bunu diyen kişi Kerim'di. Suyu getiren. "Bakmayalım lan, utanıyor kız."

Bunu derken yanında duran ve adını bilmediğim siyah ve kıvırcık saçlı kişinin ensesine vurmuştu.

"Siz derse gidin, biz Melis ile birazdan geliriz."

Melih sanırım ortamın garipliğini az da olsa yok etmek için onları göndermeye karar vermişti. Bence oldukça yerinde bir karardı.

Daha fazla burada kalmaları çok gereksizdi.

Onlar gittikten sonra derin bir nefes alıp verdim. Melih'in bakışları bende değildi. Çardağın dışına, basketbol sahasına bakıyordu.

Onu da sıkmıştım. Ve kardeşine küfür etmesine neden olmuştum.

Kendimi aşırı berbat hissediyordum şu an. Dünyanın en kötü insanı benmişim gibi hissediyordum.

Daha geleli bir hafta olmuştu. Bir haftadır Aker ailesi ileydim ama sanki senelerdir onlarlaymışım gibi davrandığım için olsa gerek, onların birbirine düşmesine neden olmuştum.

Kendimi geri çekmem gerekiyordu. Biraz uzak durmam, soğuk davranmam gerekiyordu. Bu sayede Melih benden uzaklaşır ve Mete ile arasını düzeltirdi.

Ben yokken Mete vardı ve anladığım kadar ile Mete ve Melih, ikizlermiş gibi büyümüşlerdi.

Ben yoktum, Mete vardı.

"Melih, Mete'nin yanına gitmen gerek."

Hiç başka bir şey demeden, direkt bu şekilde konuya girmek ne kadar mantıklı bir davranıştı, bu biraz tartışılabilirdi ama yine de, tam bu an için benim açımdan en mantıklı girişti.

Başka şeyler söylersem eğer konuyu uzatır da uzatır ama en sonunda yine istediğim şeyi söyleyemeden kalırdım. Bu yüzden direkt söylemek istediğim leyi söylemek, daha mantıklı gelmişti bana.

"Anlamadım?"

"Neyi anlamadın? Benim yüzümden Mete'ye küfrettin. Gidip ondan özür dilemen lazım. Ben burada beklerim, sen git."

Tekrardan yüzüme anlamazmış bi baktı. Ya anlamıyordu ya da anlamak istemiyordu ki bence ikinci seçenekti.

"Melis, ateşin falan mı çıktı senin?" Derken elini alnıma yaklaştırdı. "Yo, ateşin de yok. Seni burada bırakıp gitmemi söylemenin nedeni ateşin değilse ne?"

"Melih, birazdan Cansel Hanım ve Selim Bey gelir zaten. Ama Mete'nin yanına gitmediğin her saniye barışma şansın azalıyor. Daha fazla beklemeden git ve özür dile."

Melih gülümsedi. Neden gülümsediğini anlamadım ama bir şey demeden, yaslandığı yerden doğrulup yanıma doğru gelmesini izledim.

Geldi ve yanıma oturdu.

"Melis, senin kendinden, kendi kalbinden ve kendi üzüntünden başka kimseyi düşünmene gerek yok, biliyorsun değil mi? Seni kırdığı için şu an Mete'ye küsmeyi düşünmen gerek senin, ben ona küfrettim diye bizim aramızı düzeltmeyi düşünmen değil."

Ben ona küssem veya küsmesem değişen hiçbir şey olmazdı. Mete beni umursamıyordu sonuç olarak ve küs olmam veya olmamam onun için hiçbir şey ifade etmezdi.

Ama Melih öyle değildi. Biliyordum, Mete o kadar insan içinde ikizinden küfür işittiğinden dolayı çok üzgündü. Çok kırıktı.

Ben de babam bana küfredince öyle hissederdim.

Önceden.

Onu anlayabildiğim için Melih'in onun yanına gitmesini istiyordum. Yoksa gerçekten Mete önemsediğim birisi değildi ama şu an nasıl hissettiğini tüm hücrelerimle bildiğim için onun bu şekilde hissederek durmasını istemiyordum.

Ve bu sadece Mete için değil herkes için geçerliydi.

"Onun şu an nasıl hissettiğini bilmiyorsun. Bilsen, en başında yapmazdın ama şimdi gidip kendini affettirmen gerek. Çünkü yaptın!"

Duraksadı. Bir an için nefes bile almadı.

"Sen biliyor musun?" Dedi, zoraki şekilde. Sanki cevabından korkarmış gibi. "Mete'ye yaptığım gibi birisi de sana mı yaptı?"

Bu hiçbir şeydi. Sen benim neler yaşadığımı bilsen, bu soruyu sormazdın bile. Çünkü herkesin içinde iğrenç küfürler ve ithamlar duymak, benim hayatımın ufacık bir kum tanesiydi...

"Mete'nin yanına gitmeyecek misin?"

Konuyu değiştirmem lazımdı. Melih'in daha uzatmadan direkt gitmesi gerekti. Ben ona bu sorunun cevabını verirsem altını eşelerdi. Tahmin etmek zor değildi ama bunu yapmaması lazımdı. Eski hayatıma dair bir şeyleri öğrenmemeleri lazımdı.

Bunu istemiyordum. Geçmişte bırakmak istediğim şeyleri, öğrenmelerini istemiyordum.

Geçmişte kalsın!

Melih derin bir nefes aldı ama aldığı nefesi geri verirken oldukça zorlanıyormuş gibiydi sesi. Neden böyle olduğunu anlamak için yüzüne baktığım da, yüzünü buruşturduğunu ve kendini sıktığını fark ettim.

"Ne oldu? İyi misin?"

"Melis," dedi, sesinin düzgün çıkması için kendini zorladığı belliydi ama zorlaması bir işe yaramamıştı. "Çok mu kırıldın?"

Anlamıyordum. Neyden bahsediyordu şu an? Konumuzun Mete'ye ettiği küfür ve ona kendini affettirmesi olması lazımdı ama Melih konuyu dallanıp budaklandırıyor, bambaşka yerlere çekiyordu.

"Melih, şu an konumuz bu değil ki."

"Evet, bu daha önce konumuz olmalıydı. Sana ilk gün sormalıydık, geçmişini sana sormamız ve ona göre davranmamız gerekti. Ama biz aptal olduğumuz için hiçbir şey sormadık. Sende travma olarak kalmış herhangi bir şeyi belki de geldiğinden beri onlarca kez yaptık ama fark bile edemedik. Senin bir şey demeyeceğini tahmin edip sormamız lazımdı. Sormadık."

Sorsalardı bile anlatmazdım.

Bu yüzden Melih'in bunu düşünerek kendine kızmasına gerek yoktu.

"Seni o kadar sene yalnız ve onların eline bıraktığımız için en çok ben özür dilerim. Hissetmem lazımdı. İkizim yaşıyor demem lazımdı."

Nasıl diyebilirdi ki? Onlar için ölmüştüm ben. Yoktum. Ölü bir evlattım Cansel ve Selim çifti için. Geri kalan herkese göre de ölü bir kardeş.

Melih çıkıp ikizim yalıyor dese bile bir şeyler değişmezdi. Beni ölü biliyorlardı. Ölü...

Aslında haksız değillerdi. Evet, bedenen yaşıyordum. Ama aslında ruhum öleli uzun zaman olmuştu. Bedenim yaşadıklarımı bir şekilde kaldırmıştı ama ruhum, en başından beri çökmüştü.

Ben kimseyi suçlamıyordum. Suçlamayı kendime hak olarak görmüyordum demek daha doğruydu sanırım.

Evet, içimde, çok derinlerde, kırılmış bir yanım yok değildi ama yine de onlara kızmak haklarım arasında değildi.

"Melih," dedim oldukça kısık sesle. Sesim bile içime kaçmıştı sanki, sorduğu soruyu ve bir şekilde geçmişimi öğrenme ihtimallerini düşününce. "Sormasan, hatta kimse sormasa, olmaz mı?"

Bu belki de onu ve diğerlerini şüpheye düşürecekti, bilmiyordum ama şu an değildi. Şu an bana bir şey sormamalıydı.

"Melo, ben senin ikizinim. Senin için het şeyi yaparım. Aynı şekilde annem ve babam da senin için her şeyi yapabilecek kapasitede insanlar."

"Biliyorum ama lütfen, sormayın bana. Siz de öğrenmek için bir şeyler yapmayın."

Zaten öğrenebilecekleri bir yer yoktu ama belki o Berkan'ın yanına gitmeyi falan düşünürlerdi.

O zaman her şeyim, geçmişimdeki tüm pislikleri öğrenirlerdi. Zaten geçmişimdeki en pislik şey Berkan'ın bizzat kendisiydi. Ve emin olduğum bir şey varsa da Berkan'a geçmişim sorulduğu zaman anlatacağı hiçbir şeyin gerçek olmayacağı ve beni suçlayacağıydı.

"Senin yüzünden, Melis," derdi bana. "Sen bu kadar güzel ve bebek gibi olduğun için sana aşık oldum. Sana aşık olduğum için beni suçlayamazsın."

Sonra beni odaya hapsederdi. Kapı kilitli olurdu. Camlar da parmaklıklar vardı. Normalde de camdan kaçamazdım zaten, on yedinci kattaydı çünkü evi ama yine de, en ufak bir ihtimal bile bırakmazdı.

Sonra karşıma otururdu. Kendini zehirlerdi, bana da kendini zehirletir ve ruhumu kanatırdı. Ruhumun her bir zerresinin çığlıklar atmasına neden olur ama beni bırakmazdı.

Kötü. Kilitli kapılar, beyaz haplar, aşık olduğunu söyleyen erkekler. Hepsi kötü. Hepsi kötü. Hepsi kötü.

Ama babalar iyi sanırım... Ve de anneler.

"Melo, iyi misin?"

Melih'in omzumu dürtmesi ile ayaklarımın ucunda duran bakışlarımı kaldırıp ona baktım.

Korktuğu belliydi.

Zaten buraya oturduğumuz ve Mete'ye küfrettiğinden beridir hal ve hareketlerim değişik olduğu için korkmadı çok da saçma değildi.

"Selim Beyin yanına gitsek olur mu?"

Onun yanında rahat hissediyordum. Kısacık bir süre olmasına rağmen özellikle bugün bana aldığı peluşlar sayesinde kendimi onun yanında az biraz da olsa iyi hissediyordum.

"Olur tabi, güzelim. Hadi, sana hem okulun çevresini göstereyim hem de babamları bulalım."

Ayağa kalktım. Aslında hiç Melih'in omzunun altında olmayı düşünmemiştim ama Melih direkt kolunun tekini omzuma atıp beni himayesine aldı.

"Şimdi, sana en güzelinden ve hızlısından bir okul turu yapacağım, hazır mısın?"

Hafifçe gülümsedim ve kafamı sallayarak onu onayladım.

Çardaktan çıkıp ilerlerken etraftaki her yeri anlatmaya başladı. Tribünleri, basketbol sahasının ilerisindeki voleybol sahasını ve sahaların nasıl kullanılabildiğini, biraz daha ileride görünen binanın yüzme havuzu olduğunu, beden eğitimi derslerinde her türlü bir spor dalına girmek zorunda olduğumuzu anlattı bir süre.

Fark etmese de yolun ortasında durmuştuk onun yüzünden ama bu kadar heyecanlı şekilde konuşmasından dolayı onu bölmek istemedim.

"Bence sen kesinlikle yüzme kızısın?"

Derken yüzümü inceleyerek tepkimi ölçüyordu. Ama ben yüzmezdim. Asla. Yüzmekten nefret ediyorum.

"Belki seninle basketbol oynarım, olmaz mı?"

"Süper olur, bir tanesi ama sırf ben varım diye değil, hangi sporla ilgilenmek istiyorsan onu seçmen gerek. Hemen şimdi karar verme, tamam, beden dersinde hepsini dener, en beğendiğinde kalırsın."

"Tamam, öyle yaparım. Şimdi tanıtıma ara verip Selim Beylerin yanına gitsek olur mu?"

"Olur, Melis Aker. Sen ne istersen hepsi olur."

Tekrardan gülerek beni kendine iyice çekti ve bu sefer çok konuşmadan okulun giriş kapısına ilerledik. Etraf çok güzeldi. Çiçekler, ağaçlar bolcaydı.

Okulun rengi kırmızı ve maviydi. Etraftaki yeşil rengi ile çok güzel görünüyordu.

Okulun girişine varınca kenardaki geniş alanda oturan üniformalı kızı gördüm. Melih kızı görünce selam vermiş ve devam etmişti. Sanırım okulda nöbetçi öğrenci sistemi vardı.

Umarım beni asla nöbetçi yapmazlardı.

Geniş, avlu gibi olan kısmı geçip merdivenlere ilerlerken arkamızdan gelen sesle ikimiz de durduk. Ben sesin sahinini tam çıkartamamıştım, ama duyduğum bir ses olduğunu anlamıştım.

Melih ise duyduğu sesten rahatsız olduğu belli bir şekilde derin nefes almıştı.

"Hey, Aker! Yeni kızla tanıştırmayacak mısın bizi?"

Melih sesin sahibine bakmak için kafasını geri çevirdiğinde ben de kafamı onun kolunun altından arkaya çevirdim ve ela gözlü basketbolcu çocuğun seslendiğini fark ettim.

Melih'in bir şey demesini beklesem de o beklediğimi yapmadı ve sadece boştaki elini kaldırıp ona Aker diye seslenen çocuğa el hareketi çekti.

Bu hiç beklemediğim bir şey olduğu için şokla kalırken çocuk sadece güldü, Melih bir şey demedi, önüne dönüp beni de döndürdü.

"Piç! Kendini öldürtmek için çabalıyor. Siktiğimin basketçisi."

"Melih!"

Resmen ufak bir çığlık atmıştım adını söylerken. Onun hiç bu şekilde konuşacağını tahmin etmezdim. Ağzı çok bozuktu. Ama evlerine geldiğim günden beridir bir kere bile ağzından kötü bir şey duymadığım için şu an çok şaşırmıştım.

"Efendim, Melis'im?"

Az önceki sinirli hali tamamen değişmişti, bana cevap verirken. Bu kadar hızlı değişen duyguları, normal miydi?

"Nasıl konuşuyorsun o şekilde?"

"Ne yapayım kızım, delirtiyor adamı! Sokacağım ona da babasının okuluna da."

"Babasının okulu mu? O bu okulun sahibinin oğlu mu?"

Melih boştaki eliyle burnumdan makas aldı.

"Yok bebeğim, genel de buradan dereceyle mezun olanların gittiği okul onun babasına ait. Ve inan şu okula başladıktan sonra sen de o okula gitmek isteyeceksin."

Ama o okula gitmek isteyip asla gidemezdim. Derece asla yapamazdım çünkü aşırı eksiğim vardı. Büyük ihtimalle ilk senemde üniversiteyi bile kazanamayacaktım ve Melih gelmiş bana derece ile gidenlerin okulundan bahsediyordu.

Yüzüm düştü istemsizce.

Acaba bu okula hiç gelmese miydim?

"Hey, hey! Aklındaki o acaba bu okula başlamasam mı? Düşüncelerinin tamamını atıyorsun. Hemen, şimdi!"

Aklımdan geçenleri nasıl anlamıştı?

"İkiziz biz, bebeğim, biliyorsun değil mi? İkizler arasında telepati özelliği vardır. Hiç demediler mi sana?"

"Sesli söyledim yanlışlıkla ve sen de onu duyup söyledin. İkizler arası telepati falan yok. Varsa bile ben bozuk bir ikizim sanırım."

Melih gür bir kahkaha attı.

"Kızım, aşırı tatlısın ya. Ve bozuk bir ikiz olmak mı? Sen dünyanın en harika ötesi ikizisin."

Yanaklarıma kanın biriktiğini hissediyordum.

"Ve hayır, sesli söylemedin. Sadece yüzüne bakan herkes ne düşündüğünü kolayca anlayabilir. Aşırı tatlı sıfatın, her düşünceni yansıtıyor."

Tamam, artık susar mısın, Melih? Yoksa utançtan bayılacağım.

Tabi, bunu Melih'e diyemedim. Sadece yüzüne bakmaktan kaçınıp yürümeye devam ettim. O da hemen yanımdaydı ve omzumdaki eli yüzünden benimle aynı adımları atmak zorunda kaldı. Yürürsek susardı belki.

"Melis!"

Cansel Hanım ve Selim Beyin bizim zaten yarısını çıktığımız, tam karşımızdaki merdivenden aşağıya indiğini görünce içime istemsiz bir sevinç doldu. Hafif bir gülümseme ile bize doğru gelen ikiliye baktım. Her ne olduysa, olan şey ikisini de mutlu etmiş gibi bir halleri vardı.

"Anne, hayırdır bu ne mutluluk?"

"Mutlu olmayayım mı, oğlum? Onu mu istiyorsun?"

"Annem, o ne demek? Ben senin dünya üzerindeki en mutlu insan olmanı istiyorum ama şu anki mutluluk sebebini de merak ediyorum."

Cansel Hanım Melih'e yaklaşıp kollarını ona sardı ve oğluna sıkıca sarıldı. Dudaklarını Melih'in ensesi ve saçının birleşim kısmına bastırdı.

Selim Beye döndü bakışlarım. O, beklediğimin aksine, oğlu ve eşini izlemek yerine bana bakıyordu. Hem de gülümseyerek bakıyordu.

Kısa bir süre için kesişen bakışlarımızdan ilk kaçan ben oldum ve tekrar Cansel ve Melih ikilisine döndüm. Cansel Hanım dudaklarını Melih'ten çekmişti ama hala sıkıca sarılıyordu ona.

"Eh, siz böyle yarım saat daha sarılırsınız. Ayrılın da güzel haberi verip hepimizin aile sarılması yapmasına vesile olalım. Bizim Melis ile başımız kel mi, siz sarılırken bakıyoruz?"

Ben sarılmazdım. Ama bunu söylememe gerek yoktu sanırım.

"Ay, tamam, bu güzel haberi eve saklamaya gerek yok zaten."

Melih'in yanımda durup bir kolunu Melih'e sarılı tutmaya devam etti. Melih'i sardığı kolunun eli ise Melih'in bileğini tutuyordu. Diğer boşta kalan elini bana doğru uzattı. Elimi tutmasını istemiyordum ama bana uzattığı elini nasıl geri çevireceğimi de bilmiyordum.

"Bileğini tutabilir miyim?"

Ben hala önüme uzatılmış duran ele bakarken kurmuştu, Cansel Hanım bu cümleyi.

Pekala, aslında bileğimi de tutmasını istemezdim ama sonuç olarak bileğim, elim değildi, değil mi?

Bileğimi eline doğru uzattım. O da gülümsedi ve nazikçe, elini ince bileğime sardı.

"Müdürle konuştuk. Örgüne geçiş sürecin için daha önce baban milli eğitim müdürlüğü ile bir görüşme yapmıştı. Daha sonra Ankara'ya yazı falan yazmıştı."

Şu an ortamı daha da alevlendirmek ister gibi konuşuyordu ve bu, kalbimin yerinden çıkacak kadar sert ve hızlı atmasına sebep oluyordu.

Biraz daha böyle devam ettiği sürece kalbimin pompaladığı bu kadar kan bana fazla gelecek ve ölecektim herhalde.

"Anne, ödül açıklayan Acun olmaktan vazgeçip direkt der misin lütfen? Yoksa Melo, bayılacak."

Beni ortaya atmasına ne gerek vardı? Kötü olduğunu, daha doğrusu korkunç olduğunu düşündüğüm bir ifade ile Melih'e baktım. Ama sanırım pek korkunç değildi çünkü gülmeye başladı.

"Sen korkunç olamazsın, ikiz. Sadece tatlı oluyorsun, haberin olsun."

Utandım.

"Melih, kızımı utandırmayı bırak." Dedikten sonra gülümsemesini durdurmaya çalışıp eşine döndü. "Hayatım, sen de hemen söyle, lütfen, yoksa sadece Melis değil ben de bayılacağım."

Cansel Hanım derin bir nefes aldı. Kocaman gülümsedi.

Sonra ise o cümleleri kurdu.

"Oğluşum, kardeşine sınıfını göstersene. Hafta başında tam olarak bu okulun öğrencisi olacak. Ama biliyorsun, ayrı sınıflardasınız. Melis direkt farklı sınıfta okula başlamasın, biraz alışıklık olsun diye onu kendi sınıfına götür istersen.




Zamanın değişimine ayak uyduramıyordum. Hayatım o kadar hızlı değişiyordu ki, sanki avuçlarım arasından kayıp gidiyordu her şey. Tutamıyordum. Sevdiğim anlar da, nefret ettiğim anlar da kum taneleriymiş gibi avuçlarım arasından kayıp gidiyorlardı...

Daha dün hayatımın bir yalandan ibaret olduğunu, aslında beni seven bir ailem olduğunu ama onlardan koparıldığımı öğrenmiştim sanki. Şimdi ise tekrardan okula başlıyordum. Senelerdir, senede birkaç kez evden çıkma izni olan ben, şimdi her gün okula gidecektim.

Mutluydum. Belki de senelerdir mutlu olduğumu ilk kez bu kadar içten söyleyebiliyordum.

Gerçekten mutluydum. Gerçekten heyecanlıydım.

İçimdeki hep var olan o korku, sanki şu an bir kuş gibi uçup gitmişti.

Sınıfa girdiğimiz andan beridir, istemsizce gülümsüyordum.

Sınıf çok büyüktü. Hatta benim eski evimden, yani eskiden yaşadığım o evin salonu ve mutfağı kadar vardı bile. Neden bu kadar kocaman bir sınıf yapmışlardı hiçbir fikrim yoktu.

Sınıftaki sıraların hepsi çift kişilikti ve toplam dokuz sıra vardı.

Sınıflar on sekiz kişilik hazırlanmıştı ama sanırım bir sınıf o kadar kişi değildi. Sıraların çoğu boş duruyordu. Birkaçının üstü tamamen kitaplarla doluydu. Bazıları ise bomboştu.

Melih beni önünde tutarak ilerledi. Sonra ise cam kenarında, arkadan ikinci sıraya oturdu. Sıralar çok garip dizilmişti. Düz bir sıra yoktu. Hepsi rastgele koyulmuş gibiydi.

"Burası Mete ve benim sıram. Ama Mete'nin bu dersi Fransızca, benim ise Biyoloji. O yüzden hanımefendi," derken sırada geçmem için yer açmıştı. "Buyurun bakalım."

"Nasıl aynı sınıfta olup farklı dersleri alıyorsunuz?"

"Bu biraz karışık, çitlembik. Eve gidince okulu ve ders programını konuşuruz olur mu? Şimdi boşver bunu ve arkadaşlarım ile tanış."

Aslında şu an ders programı ve okul konusu daha önemliydi ama Melih'e göre değildi, anlaşılan.

Islık çalarak sınıfın arka kısmındaki boşluk alanda, ellerindeki yeşil tenis topu ile futbol oynayan üçlüye eliyle gelmelerini işaret etti. Üçlü, topu bırakıp bu tarafa gelmeye başladıklarında gerildiğimi hissettim ama belli etmedim.

Melih'in ne kadar çok arkadaşı vardı böyle...

"Sizi ikizim Melis ile tanıştırayım."

"Siktir oradan, mal. Melis ölmedi mi?"

Bunu diyen çocuk, aynı zamanda az önce ayakları ile oynadıkları yeşil topu şimdi eliyle tavana atıyor ve sonra geri tutuyordu.

Biraz pisti sanırım.

"Oralar karışık, birader. Hiç sorma. Sadece Melo artık bizimle ve bundan çok memnunuz. Hem artık okul arkadaşımız da olacak. Çoğu dersimiz denk düşmez ama denk düştüğümüz derslerde Melo'ma eşlik edersiniz, değil mi?"

Bu daha çok bir sorudan ziyade, göz dağı verme cümlesi gibi bir şeydi.

Hani böyle, eşlik etmeyin de göreyim sizi, gibisinden.

Ama ben kimsenin bana eşlik etmesini istemiyordum. Kimsenin sırf Melih dedi diye benimle ilgilenmesini ya da benimle arkadaş olmasını da istemiyordum. Bunu eve gidince Melih ile konuşmaya karar verdim.

Şimdi konuşursam kendimi arkadaşları içinde rencide etmiş gibi olmak istemediğim için susuyordum. Yoksa şimdi de söylerdim ama kırılmasını ya da kendini küçük görmesi en son isteyeceğim şeyler bile değillerdi.

"O iş bizde birader. Merak etme! Hem Ezgi ve Beyza da sevineceklerdir kesin. Bizden başka arkadaşları olmadığı ve biz erkek olduğumuz için aşırı mutsuzlardı."

"Oğuz onlar bizden başka ve kız arkadaşları olmadığı için değil, biz onların arkadaş olmaya çalıştığı herkesi korkuttuğumuz için mutsuzlardı. Yani tüm kızgınlık ve mutsuzluklarının sebebi tek başına sendin."

"Şimdi neden suçlu oldum. Ben hep onları düşünerek hareket ettim. Gidip dangalak Emre ve pek masum anılmayan Gonca ile arkadaş olmaya çalıştılar ben de gidip onları düzgünce uyardım. Bizim kızlardan uzak durmalarını söyledim sadece, kötü mü yaptım?"

Oğuz'un, adını hala öğrenemediğim son kişi sayesinde onun adını öğrenmiştim, cümlesi biter bitmez Oğuz hariç üçü, deli gibi kahkahalar atmaya başladılar.

Ne olduğunu anlamamıştım ama sanırım aşırı komik bir olay vardı.

Anlamayan gözlerle Melih'e bakınca onun artık gülmekten ağladığını fark ettim.

"Melis," dedi ama devamını getiremeden tekrar gülmeye başladı. "Bu dangalak," tekrar gülmeler. "Gitmiş Emre'nin burnunu," yine ve yine gülmeler.

"Melih, gülmen bitince anlat istersen?"

Melih derin bir nefes aldı. İyice dik durmaya çalıştı. Bir süre hatta nefesimi tuttu. En sonunda gülmesini bastırmayı başardı.

"Tamam iyiyim," dedi. Melih iyiydi ama diğerleri hala gülmeye devam ediyorlardı. "Şimdi Melis, bu çok zeki arkadaşımız gidip Emre'yi bizim kızlardan uzak durmaları için uyarırken çocuğun burnunu kırmış."

"Yanlışlıkla oldu diyorum sana."

Melih aynen dercesine bir el hareketi yaptı.

"Sonra uzaklaştırma aldı, üç gün. Ve yetmedi, gidip Gonca'yı da uyarırken bunların ikisini yan yana görenler hakkında dedikodu çıkarttılar, sevgililer diye ve tam iki ay sadece bu konuşuldu."

Oğuz kendi kendine bir şeyler homurdandı.

"Sevgili olmadıklarını kanıtlamak için müdürün odasındaki mikrofonla duyuru yaptı okula."

Melih cümlesi biter bitmez tekrar gülmeye başladı.

Aslında çok komik bir olay değildi bence ama sanırım olayın tek yönü, Melih'in bana anlattığı kadar değildi. Gülmelerinden anladığım şey buydu.

Ama asıl olayı sormadım. Daha doğrusu sormaya gerek duymadım.

Ama Melih'in arkadaşlarını sevmiştim.

Yani neden bilmiyorum ama sıcak gelmişlerdi. Hani kanım kaynadı, denir ya, aynı o şekildeydi. Kanım kaynamıştı onlara.

"Melis'e bizi tanıtmayacak mısın?" dedi birisi ve o ne topu havaya atan çocuktu bu ne de kız arkadaşlarının başka arkadaşı olmasın diye uğraşan Oğuz'du. "Yeni arkadaşlarının adını bilmeyecek mi bu kız?"

"Doğru lan, sizi tanıtmayı unuttum." Sonra bana döndü. "Melis bu, anladığın üzere Oğuz," dedi, hala kötü kötü arkadaşlarına bakan kumral çocuğu göstererek. "Bu da Tarık," dedi, topu havaya atıp tutan diğer kumral çocuğu göstererek.

"Biz Oğuz ile kardeş değiliz, benzerliğimiz yanlış anlaşılmasın," dedi, Tarık. O bunu demeseydi, kardeş olduklarını düşünürdüm kesin. "Ama uzaktan kuzen gibi bir şeyiz. Annemle babası kuzenler."

Kafamı salladım sadece.

"Onların aile bağlarını sakın sorma," dedi, en sona kalan ve kendilerini tanınmadığı konusunda Melih'i uyaran kişi. "Ben de Özgür. Tanıştığıma çok memnun oldum, Melis."

"Özgür, bu flört eden tavrını kesmezsen ağzına sıçarım senin!"

Melih gülerek ama aynı zamanda da korkutucu bir ifade ile bakmıştı Özgür'e.

"Siktir lan, Melis bizim de kardeşimiz oğlum. Sikik sokuk konuşma beni sinir etme!"

Melih tekrar bir şey diyeceği sırada hızla açılan kapı ile bakışlarımız oraya döndü. Gelen kişi Mete'ydi.

"Mete?" Dedi Melih. "Dersin Fransızca değil mi senin?"

"Değil," dedi ama sesinden bile dersinin aslında Fransızca olduğu belliydi. "Bugün biyoloji dersine girmeye karar verdim."

"Oğlum, sen eşit ağırlıkçısın lan. Ne biyolojisi?"

"Sana ne Oğuz! Ben artık sayısalcı olmaya karar verdim belki."

Oğuz ve Mete arasında başlayan laf dalaşını izlerken bir şeyleri anlamlandırmaya çalışıyordum. Ama tam kulağımın dibine fısıldanan cümle ile irkildim ve korkuyla geri sıçradım hafifçe.

"Seni kıskanmış."

Bu Özgür'dü.

"Seni kıskandığı için bu derse girmeye karar vermiş. Salak bu çocuk, gerçekten."

Özgür'e döndüm. Tam ona yanıt verecekken sınıfın kapısı tekrardan açıldı ve bu sefer içeriye önde, beyaz saçlı ve kısa bir kadın ile arkasında birkaç öğrenci girdi.

"Oha, hoca geldi!"

Oğuz, hocanın derse gelmesine şaşırmış gibi konuşmuştu ve sebebini anlamadım.

"Oğuz, evladım, ders başlayalı on dakika oldu ve buna rağmen senin hala ayakta olma sebebini öğrenmek istiyorum."

"Şöyle ki, yeni arkadaşımıza yer ayarlamaya çalışıyorduk hocam," diyip beni öne attı. "Melis, yeni arkadaşımız bu arada."

Şu an herkesin bakışları, Oğuz yüzünden bana dönmüştü ve bu, rahatsız hissetmeme neden olmuştu. Tüm sınıfın dikkatinin bende olması, çok rahatsız ediciydi.

Daha kimse ile tanışmıyordum ve bir de öğretmen de bana odaklandığından, midemin bulandığını hissettim.

Sanırım mide bulantımın sebebi, rahatsız hissetmemdi.

"Hoş geldin, evladım. Herkes yerine geçsin, sonra arkadaşınız ile tanışalım."

Herkes bir şeyler mırıldansa da, en sonunda benden bakışlarını çekip yerlerine oturdular. Şu anda bol sıra sayısı dörttü.

Mete geldiği için Melih ile oturamazdım. Bu yüzden, o ikilinin, Mete ve Melih, bir şey demesini beklemeden hızla Melih'lerin sırasına yakın olan ama biraz daha gerisinde kalan sıraya oturdum.

"Melis, orası-"

Melih cümlesini bitiremeden yanıma oturan birinin varlığını hissettim. Melih'ten bakışlarımı çektim ve yanıma oturan kişiye baktım.

Pırıl pırıl parlayan ela gözlerin sahibi, tam yanıma oturmuştu. Daha doğrusu ben koskocaman sınıfta gelmiş ve onun sırasını bulmuştum.

Gülümseyerek bana bakıyordu.

"Biliyor musun, normalde bu derse girmeme hakkım var ama bugün girmek istedim."

Biraz durdu ve bana baktı. Direkt gözlerimin içine bakıyordu.

"Sebebi senmişsin."

Yutkunmaya çalıştım ama olmadı. Şu an içinde olduğum atmosfer, çok değişikti ve daha önce hiç böyle hissetmemiştim.

"Eh, artık bu sınıftaysan ben de her derse gelirim, ne olacak ki?"

"Aras, kalk lan oradan!"

Aras mıydı? Adı Aras mıydı?

Adı güzelmiş. Gözleri gibi...

"Biliyor musun, Melihciğim. Şu ana kadar hiçbir Aker ile anlaşamadığımı ve anlaşamayacağımı düşünürdüm. Ama Melis sanırım bir istisna olacak."

"Bana bak, Özkan. Zaten bu dersi verdin, yalandan gelmişsin buraya, oturdun kardeşimin yanına. Beni daha fazla sinir etme ve kalk oradan!"

Aras cıkladı.

"Yok, ben burayı çok sevdim. Kalkmaya hiç niyetim yok."

"Sikerim..."

"Melih Aker ve Aras Özkan, yine mi kavga ediyorsunuz?"

Aras sırada geriye yaslandı. Oldukça keyifli duruyordu.

"Hayır, hocam. Melih arkadaşım bir soruyu anlamamış, bana danıştı. Onu cevaplıyordum."

"Bana pek öyle gelmedi. Kavga etmeyi düşünüyorsanız bile dersimde birbiriniz ile göz göze bile gelmeyin. Sonra ne yaparsanız yapın!"

Bu nasıl bir öğretmendi?

"Tabi ki, hocam. Siz nasıl isterseniz," dedi, oldukça keyifli bir sesle. "Aker, yarın gece, Mix'te. Var mısın?"

Mete'nin Melih'in önüne geçip bir şey söyleyecek olduğunu gördüm ama Melih izin vermedi. Ondan önce davrandı.

"Yarın gece, Mix'te. Korkarsan bir iki kişi getirebilirsin. İzin veriyorum."

Aras kısık bir kahkaha attı.

"Sen sadece Melis'i getirsen yeter bana," dedi, Melih'i sinir etmek istediğini belli eder şekilde. "Hem bana da uğur olur, eşitleniriz."

Melih sırasından kalkacak gibi olduğu zaman Mete onu durdurdu. Biyoloji öğretmeni tekrardan Melih'in adını söyleyerek bir uyarı daha verdi. Ama Melih'in hala çok sinirli olduğu belliydi.

Ah, pekala. Sanırım daha okulun ilk gününden ufak bir hataya sebep olmuştum.

Melih ve Aras'ın aralarının olmadığı belliydi ama şu andan itibaren, daha da kötü bir hal alacağını anlamamak için deli olmak gerekirdi.

Ve bizi hiç iyi günler beklemiyordu.

"Yarın gece seni de bekleyeceğim, su çiçeği, hatırla!"



Umarım bölümğ sevmişsinizdir. Bir süre ayrı kaldık. Ama artık geri dönüş yapmış bulunmaktayım. Hızla devam edeceğiz bölümlere.

Bölüm ve gidişat hakkındaki düşüncelerinizi buraya alayım ^^

Instagram ve wattpad hesaplarımı takibe alırsanız yeni bölüm alıntıları gelince hemen haberdar olabilirsiniz.

Instagram hesabım; birazcikyazar & wattpad hesabım; @birazcikyazar

Continue Reading

You'll Also Like

154 79 5
Yalnız ve bekar bir annenin kızı olan Adele zorlu bir hayat sürmekteydi ve daha zor günler onları bekliyordu.
13.4K 4.7K 40
AYDINLIK VE KARANLIĞIN SAVAŞI Krallığı adına seçim yapan bir baba. Çocuğunu kaybettiğinden habersiz bir kraliçe. Yalana bulanmış yüz yıllık kehanet...
706K 32.5K 26
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...
95.8K 4.7K 32
Bir haber ile hayatının dengesi bozulan saf bir kız. Onun birbirinden değişik karaktere sahip olan abileri ve ablaları. Tabi birisi kendisini abisi...