entrancing / hyunin

By slutforoseanne

25.1K 2.8K 4.6K

[texting+düzyazı] 6 senedir hyunjin'e sırılsıklam aşık olup her gününü onu izleyerek geçiren jeongin, en sonu... More

i
ii
iii
iv
v
vi
vii
viii
ix
x
xi
xii
xiii
xiv
xv
xvi
xvii
xviii
xix
xx
xxi
xxii
xxiii
xxiv
xxv
xxvi
xxvii
xxviii
xxix
xxxi
xxxii
xxxiii
xxxiv
xxxv
xxxvi
xxxvii
xxxviii
xxxix
xxxx'f

xxx

660 71 120
By slutforoseanne

oy, yorum❤🙏

******************************

jeongin

bütün evi toparlamış, kapının eşiğinde yerimde duramayarak hyunjin'i bekliyordum. bitmek bilmez enayiliğim ve asla kin tutamama huyum sayesinde en sonunda hep hyunjin için heyecandan elim ayağıma dolaşmış bir şekilde buluyorum kendimi. bir kere asla vazgeçemiyordum ondan. çokça kez denedim unutmayı; yeri geldi engelledim sebepsiz yere, yeri geldi okula bile gitmedim, yeri geldi hayatıma başkalarını almayı denedim fakat olmadı. hyunjin benim hayatımın bir parçası, rutinim hâline gelmiş bir alışkanlık âdeta onu düşünmek. özellikle gözlerinin içine baktığımda liseden beri olduğu gibi gibi kalan, asla eksilmeyen çocuksu bir heyecan oluşuyor içimde. mesajlaşırken ağırdan alıp yüz yüze geldiğimizde dayanamamamın temel sebebi bu. çok güzeldi; her hareketiyle, her zaman. karşıma geçtiği zaman geçmişi bir kenara bırakıp ona, onun gözlerine odaklanıp o anı ve ondan sonrasını yaşamak istiyorum. zaten baştan affetmiştim onu, karşıma geçip içimi ısıtan gülümsemesiyle benimle konuşmaya çalıştığı zaman.

yine içimdeki neşeyle hülyalara dalmışken zil sesiyle irkildim. telaşlı bir vaziyette kapı dürbününden baktım ve gördüm sarışını. dudaklarını birbirine bastırmış, ellerini arkasında birleştirmiş, tek ayağını yere çarpıp duruyordu. onun da bu denli heyecanlı gözükmesi sevindirdi beni.

kapının başında beklediğim belli olmasın diye biraz bekleyip geç açtım kapıyı. bir süre sonra yavaşça aralayıp oluşan boşluktan baktım sanki o olduğunu bilmiyormuş gibi. gözlerimi görmesiyle yüzünde bir gülümseme oluştu.

kapıyı sonuna kadar açınca sırıtmamaya dikkat ederek küçük bir tebessümle "hoşgeldin." dedim.

"hoşbuldum!"

yaklaşıp yanaklarıma hızlı birer öpücük kondurup geri çekildi ve yanağımdan çocukmuşum gibi makas aldı gözleri kısılıncaya kadar gülerken.

"çok susadım!! su var mı?"

"yok bizim evde su."

saçma sorusuna gülerek cevap verdiğimde o da dalga geçerek "su ver bana!" dedi.

"var mı başka emrin?"

"hanım, bana bi su!"

tchlarayak göz devirdim ve daha fazla uğraşmanın lüzumsuz olduğunu düşünerek mutfaktan su getirdim ona.

"yürü yukarıda iç."

"odan yukarıda mıydı? girişi gördüm ben sadece. baban içeri buyur etmedi bile bizi. sinir adam, neyse..."

o merdivenlerden söylene söylene çıkarken arkasından yolu gösterdim ben de. kapıyı açıp beyaz ağırlıklı, pek de gösterişi olmayan sade odamda gezdirdi gözlerini. yatağıma bıraktı kendini. sonra bakışları masamda kaldı. uzun süre çekmedi, geniş bir sırıtış belirdi yüzünde. neye böyle güldüğünü merak edip kaşlarımı çatarak masama baktığımda hyunjin'in dün bana verdiği çiçeklere baktığını farkettim. ben de kendimi tutamayıp gülümsemeye başladım hyunjin'e bakarken. belirtmişimdir, böyle ufacık detayları beni yumuş yumuş ediyor ve daha çok aşık oluyorum herife.

"bir an atacağına gerçekten inanmıştım." dedi çiçekleri kastederek.

"deli misin, nasıl kıyayım bunlara?"

mor çiçeklere uzanıp kokladım ve oynamaya başladım elimle. bunları yaparken bırakmadım gülümsemeyi. hyunjin de kafasını eğmiş yine gülümsemekten hilal şeklini alan gözleriyle hayran olmuş gibi bana bakıyordu. bunu farkettiğimde elime vazodaki çiçeklerden birini alarak doğruldum ve çiçeği burnuma götürürken "ne oldu?" der gibi kafamı salladım. bir anda yerinden kalktı, yanıma yaklaşıp sağ elini masaya dayarken sol elini yanağıma çıkarıp parmaklarının tersiyle okşadı.

"ne kadar güzel olduğuna dair bir fikrin var mı?"

eli oradan saçlarıma çıktı ve saçımla oynadı. ben bu sırada nefes almayı unutmuş, büyüyen gözlerimle ona bakıyordum. heyecanlandığım her hâlimden belli oluyor olmalıydı ki yüzüme nasıl yansıdıysa hyunjin yüz ifademe güldü. bu cümleyi annem, beomgyu ve jisung dışında ilk defa birinden duyuyordum; üstelik bu kişi senelerdir kendime aşık etmek için uğraştığım çocuktu. heeseung odun zaten, kimseyle böyle konuşmaz.

gözleri üzerimdeyken iç çekti ardından çiçeklere döndü.

"orkideler niye azaldı?"

evet, asıl sorunumuz. orkideleri annemin mezarına bırakacağımı belirtmiştim ama dayanamayıp birkaç tanesini kendime sakladım. biraz bencilim sanırım.

"kalanlar annemin mezarında."

yatakta bağdaş kurup trajik hikayemi hyunjin'e anlattığımda hiç beklemediğim bir şekilde gözleri doldu. gülmeye başladım bu hâline. o da kaşlarını çattı alınmış gibi.

"ya ne gülüyürsun? komik mi manyak!"

gülmem daha da şiddetlenirken konuşmaya çalıştım. "oy kıyamam, duygulandın mı sen?"

gözlerini silip güldü benim gibi. yanaklarımı sıkarken dudaklarını büzdü. "kurban olurum, neler yaşatmış o piç adam size..."

bu şirin hâline gülmeden edemedim. elleri asla rahat durmuyor,  yanaklarımı sıkıp saçımla oynuyordu.

"artık dövemiyor ama beni. yani, biri gelip ona oğlunun ibne olduğunu söylemezse..."

bir anda durup ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzümü inceledi. ben ise onun şu korkmuş şaşkın hâline gülmemek için yüz kaslarımı sıkarak ciddi durmaya çalışmıştım. ciddi olduğumu düşününce ellerini çekti, dudaklarını birbirine bastırarak önüne eğildi.

"özür dilerim ya..."

sonra birden aklına bir şey gelmiş gibi kafasını kaldırdı ve yerinden kalkıp astığı ceketinin cebini kurcaladı. hiçbir şey söylemeden onu bekledim.

"dün vermeyi unutmuştum!"

elindeki kremi sallayarak tekrar yanıma geldi. "bak bu krem hemencicik iyileştiriyormuş yaraları, eczacı öyle dedi."

uzattığı kremi elime aldım. bayağı pahalı bir şeye benyordu.

"kaç lira bu?"

"ne önemi var canım? sür işte."

tek kaşımı kaldırarak yargılar bir biçimde ona baktım. "kaç lira dedim."

göz devirdi. "yav hediyem olsun. sür gitsin!"

"kabul etmiyorum. parasını vermezsem sürmem."

bıkkın bir ifadeyle bana baktıp göz devirdikten sonra "o zaman ben sürerim sana" derken elimdeki kremi bir çırpıda aldı. aklıma gelen senaryolarla donakaldım bir anlığına, kendime gelip itiraz etmeye başlayınca "çocuk gibi davranma" deyip azarladı beni. kaşlarımı çattım, kollarımı çaprazlayarak oturdum inadına. bu tipimi görünce benimle uğraşmak adına tek eliyle yanaklarımı sıkıp bebek seviyormuş gibi sesler çıkardı.

"çocukmuşum gibi davranma bana."

beni sinirlendirmeye başladığını sanıp elini çekti ve yüzündeki gülümsemeyle krem pakediyle uğraştı.

işaret parmağına sıktığı bir miktar kremi elmacık kemiğimdeki yaraya sürdü ilk. üzerinden günler geçmesine rağmen hiç iyileşmeleri için çabalamadığım için acıyorlardı hâlâ. ayrıca hyunjin'in getirdiği krem de yakıyordu yarayı ama yara küçük olduğu için o kadar yanmadı canım.

o pür dikkat kremi sürmeye çalışırken ben de ezberime katmaya çalışıyordum zaten bir an olsun unutamadığım yüzü.
yakından çok daha güzeldi; dolgun dudakları hep pespembeydi, yanakları ve burnu dışarıdaki soğuktan al al olmuştu. kediyi andıran gözlerine sağ gözünün altındaki ben ayrı bir güzellik katıyordu.

tam benine bakarken hyunjin de bir anda gözlerini bana çevirdi göz kırptı.

"çok baktın innie, nazarın tutmuyordur umarım."

yakalanmanın verdiği utanç ve söylediğinin komikliğiyle gülerek gözlerimi kaçırdım.

"eğer tutsaydı bu zamana kadar yatalak olmuştun sen."

"yaa?" dercesini kaşlarını kaldırdı. "demek o kadar beğeniyorsun beni, ha?"

tekrar ona bakıp "cevabını bildiğin şeyleri sormamanı söylemiştim sana." dedim ukala bir tavırla.

dudağının bir yanı kıvrılırken eline tekrar krem sıkıp dudağımdaki patlağa yöneldi. o ne kadar beni incitmemeye çalışıp kremi yavaş yavaş sürse de soğuk krem dudağıma değdiği yeri yakıyordu. canım yandığı için gözlerimi kapatıp geri çekildim.

"acıyor mu?" diye sordu ilgiyle.

"biraz..."

tekrar yavaş yavaş sürüp bir yandan üflemeye başladı. daha az acıdı bu sayede.

bakışları yaramdaydı fakat ara sıra kaçamak bakışlar atıyordu gözlerime. benim de gözlerim sadece birkaç santim uzağımda duran dudaklara kayıyordu. sanki dibime girmeden üfleyemiyor...bilerek yapıyordu işte.

sürmeyi çoktan bırakmıştı ama ben farkına varamamıştım çünkü o sırada hyunjin'in dudaklarına bakmakla meşguldüm. o da durmuş benim onun dudaklarını izleyişimi izliyormuş. yaklaşıp burnumun ucuna öpücük bıraktığında şaşı olmuştum... hayatımda yaşadığım en utanç verici durumlardan biri.

ne olduğunun farkına vardığımda ilk hyunjin'e baktım. haykıra haykıra bana gülerken kendini yatağa bırakmıştı. biraz da karnını tutarak o şekilde güldü. ben de utançtan kızarmış, yanıbaşımdaki yastığa kafa atıyordum o sırada.

böyle utanç verici durumlarda sanki rezil olmamışsınız gibi davranmanız, ciddiyetinizi korumanız gerekir. karşınızdaki size gülen kişiye kendisini mal gibi hissetirebilmelisiniz. eğer siz gülerseniz karşınızdaki daha çok güler ama ciddiyetinizi korursanız "ben niye güldüm ki şimdi" diye düşünür.

bu düşünceme dayanarak doğruldum ve ciddi bir yüz ifadesi takındım. hyunjin'in gülmekten gözünden yaşlar gelmeye başlamıştı bile.

"komik mi?"

gülerek "ha?" derken doğruldu ve benim sinirliye benzeyen hâlimi görünce daha da şiddetli gülmeye başladı. ters tepti planım...

"hyunjin gülmesene amına koyayım!"

nefes nefese kalmış hâliyle "utanma ya!" dedi. ölmemek için nefes almaya çalışıyordu. en sonunda gülmesi hafifleyince "keşke fotoğrafını çekebilseydim, çok tatlıydın!" dedi.

"kafamı duvarlara sürteceğim..." derken kafa atmaya başladım yanımdaki duvara. en sonunda gülmesi tamamen duran hyunjin derin bir nefes aldı ve elini kafam ile duvarın arasına koydu.

"tamam ya, utanma. yok bir şey." dedikten sonra tekrar kıkırdamaya başlayınca çok sert bir şekilde kafa attım eline. acıyla inledi.

"bırak şamatayı, aç mısın sen?"

elini ovalamayı bırakıp düşündü bir süre. "yiyeli çok olmadı ama buradan direkt stüdyoya geçeceğim için akşama kadar aç kalırım. bir şeyler ikram edersen hayır demem o yüzden."

kafamı olumlu anlamda sallayıp mutfağa doğru ilerledim. ceketini alıp arkamdan beni takip etti o da. buzdolabını açıp baktığımda içinin bomboş olduğunu görmemle hyunjin'e döndüm.

"süt şişesi dışında bir şey yok burada."

"dışarıdan yiyelim mi?"

gözlerimi kısıp değerlendirdim teklifini. "hımm, ben ısmarlarsam olur."

anlamamış gibi çattı kaşlarını. sanki çok şaşırtıcı bir şey söylemişim gibi baktı bana. bir ara daldı gitti o hâliyle. ne yani, ısmarlayacak kadar param olmadığını falan mı düşünüyordu?

"niye öyle bakıyorsun?"

sorumu algılayınca düşencelerini kafasından savurmak ister gibi salladı kafasını.

"yok, yok hiçbir şey. tamam sen ısmarla ama bir dahakine ben ısmarlarım ona göre."

bana göz kırpıp ceketini sırtına geçirdi. kapıya yönelince durdurdum onu.

"bu hâlimle çıkamam herhalde. bekle giyineyim."

"nereye gitmek istiyorsun ki?"

olduğum yerde duraksadım. haklı, nereye gidecektik ki?

"bilmem... ben çok gitmem öyle elit yerlere."

"elit yere gitmek zorunda olduğumuzu kim söyledi?"

ben daha dediğini algılayamadan kolumdan tuttu ve vestiyerdeki tek ceketi aldı. durması için bağırıyordum ama beni taktığı pek söylenemezdi. ayakkabılarımı hızlıca ayağıma geçirip peşinden gittim ve benim için açtığı kapının önünde durdum.

"nereye gidiyoruz?"

"sen bin ve gerisini bana bırak."

yine itiraz edecekken belimden ittirip koltuğa oturttu beni, ardından sürücü koktuğuna geçip sürdü bir yerlere doğru. ben kaşlarımı çatmış bir vaziyette nereye gittiğimizi anlamaya çalışıyordum. arada araba sürerken onu izliyordum, gerçekten de tek elle kullanıyordu...

onu izlediğimi farkedince boşta olan elini dizimin üzerine koydu. yine sırıtıyordu. bu hareketinden ne kadar etkilensem de gözlerimi kısarak ona baktım ve elini dizimin üzerinden çekip cam kenarına yanaştım. beni etkilediğine dair bu kadar güvenmemeli kendine. tamam etkiliyor olabilir ama... aman, güvenmesin işte.

yaptığım hateketle kaşlarını kaldırıp sorgularcasına baktı bana ve nefes verir gibi güldü. "tam senlik bir yere geldiğimiz kesin."

arabayı durdurunca nereye geldiğimize baktım. kebapçıya getirmişti beni.

"ciddi misin sen?"

"var ya, efsane burası! bak parmaklarını yiyeceksin. güven bana."

heyecanla arabadan indi. ilk kez yemeğe çıktığı birini kebapçıya getirmişti cidden... bu kadar sevinçli göründüğüne göre epey güzel bir yer gibi duruyordu. gözlerinin içi parlıyordu resmen çocuğun.

ben de indiğimde elimden tuttu ve içeri götürdü bizi. elimi çekmedim. kebapçıya iki erkeğin el ele girmesi ne kadar normal gözükür bilmiyorum ama umrumda değil pek. bulduğumuz boş bir masaya oturduğumuzda garson arkadaş menü getirdi önümüze. tavuk döner sipariş ettim. hyunjin'le tavuk döner mi et döner mi tartışması yaparken siparişlerimiz gelmişti. ilk hyunjin bir ısırık aldığında sanki dünyanın en güzel şeyini yiyormuş gibi garip hareketler yaptı. abartıyor diye düşünmüştüm ama hakkı vardı, baharatları çok iyi ayarlanmış ve tavuk tam kıvamında pişmişti. ekmek tazeydi ve ayranımın tuzu yerindeydi. fiyatı ucuz, çalışanlar da çok samimiydi. çıkınca buraya tam puan verip bir de olumlu yorum yapmayı yazdım bir kenara.

"bayıldın değil mi? bak ben dedim sana. efsane burası!"

"harbiden de abarttığın kadar varmış. nereden buldun sen burayı? hiç girip çıkarken de görmemiştim üstelik o kadar takip etmeme rağmen."

"hep gelmem zaten. burayı arkadaşlarımdan da sadece minho biliyor. özel burası benim için. öyle herkesi getirmem." deyip göz kırptı. güldüm ben de.

"yeonjun'u bile mi? gerçi elit restorantlara götürürdün sen onu."

bu cümleyi neden kurdum hiçbir fikrim yok. tamamen patavatsızlık etmiştim. zaten daha dün ayrılmışlardı ve hyunjin hâlâ sinirliydi ona. bana da kızmış olacak ki gülümsemesini soldurdu birden. kaşları çatıldı. ağzındakini yutup huysuz huysuz baktı bana.

"beğenmediysen söyle, çıkabiliriz."
kibar cümlesinin aksine buz gibi soğuk ve net çıkmıştı sesi. şaşırmıştım ama bozuntuya vermemek adına ona değil yemeğime bakıp düz bir ifadeyle yemeye devam ettim. ortam gerilmesin diye açtım ağzımı en sonunda.

"o gün yeonjun'un yerinde olmayı çok istemiştim."

çatık kaşlarından teki havalandı ve devamını getirmemi bekledi.

"tamamen rastlantı sonucu karşılaşmıştık. heeseung girdiğimiz bir iddiayı kaybedince bize yemek ısmarlamak zorunda kalmıştı ve gidip en pahalı mekanı seçti. biz seninle tartıştıktan sonra yeonjun'la yemeğe çıkman üzmüştü beni, karşında oturan ben olmak istemiştim o zaman."

ben bir ısırık alırken o yemeyi kesmişti. bana odaklanmıştı.

"inan bana yeonjun yerine seninle, şık kıyafetler yerine sweat eşofmanla, şarap değil ayran ve şalgamla, adını söylemeye tenezzül bile etmeyeceğim yemekler yerine kebap yemek açık ara farkla bin basar. ama eğer hâlâ 'elit' dediğin yemekleri kötü ve pahalı olan restorantlara gitmek istiyorsan bir dahaki sefere gidebiliriz."

cümlesini bitirince kısaca gülümseyip yemeğine döndü. dedikleri bir yandan saçma ve komik, diğer yandan anlamlı ve tatlı gelmişti. benim yanımda kendisi olması hoşuma gidiyordu çünkü hyunjin'i dışarıdan izlerseniz bunun tam tersi soğuk ve ağırbaşlı bir tip gibi görünüyordu. önceleri şu çocuğun beni kebapçıya getireceğini söyleseydiniz inanmazdım mesela. ya da bu kadar ünleneceğini, bana çiçek göndereceğini, kendini affettirmek için bu kadar çabalayacağını, dudağıma krem süreceğini, bana karşı içinden gelerek böyle tatlı davranacağını. benden hoşlanacağını...

********************************

magaramdan ciktim cocuklar. dunyanin en sacma bolumuylen karsinizdayim. lutfen zorbalamayin beni.

Continue Reading

You'll Also Like

112K 6.1K 33
civciv: sarma mı yaptin gercekten __ #galatasaray 'da 1. 01.08.24 #barışalper 1. #yunusakgün 1. #millitakımlar 1. __ başlama tarihi 19.08.23 bitirm...
44.8K 4.2K 37
barış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.
521 70 11
dedesinden kalma kitabevinde çalışan yeonjun ve kitap okumaya bayılan soobin -minific- bayağı mini hatta.
2.3K 511 14
Kendisine sevgili rolü yapacak birini arayan Seungmin ve abisi Minho'nun en yakın arkadaşı Jeongin ile olaylar başlamıştı. Seungin Minbin Chanlix Hy...