Aşık Ruhlar Cemiyeti

By esranurbozkurt940

24.1K 1.9K 3.1K

Buket Ayaz, Kraliçe takma adıyla popüler olmuş bir yazardır. Türkiye'nin en başarılı yazarları arasında parma... More

Tanıtım
Giriş
Yeryüzüne düsen ilk aptallık tohumu
Eyvah, suça bulaştık!
Mavi hareler
The Apollon
Spoiler Alert!
Gizemli Mektuplar
Kafa Karışıklığı
Dün yediğin hurmalar
Hayat sana limon veriyorsa çöpe at, altın iste!
Solundan kalkmışsan tekrar uyu bu sefer sağ tarafından kalk! Şansın dönecektir!
Ayranı yok içmeye, atla gider
Hızlı giden atın bir şeyleri seyrek gidermiş
Rakının yanına üç çeşit balık fazla!
ölmedim ama sağlam da değilim
Rezillik bazen genetiktir, bazen de sonradan bulaşır
Suçu gizlediğinde kendin işlemiş kadar olursun
Babalar önce eğitim almalı

Sahte Kimlikler ve Yaşanmış Anılar

734 91 122
By esranurbozkurt940


Ay helloo

Yeni bölüm ile karşınızdayım umarım beğenirsiniz. Yorum yapmayı ve yıldıza basıp bölümü oylamayı unutmayın please.

Bölüm şarkısı- ?

Peyami pardon Mert Ali Ulusoy


Yalnızlıktan yana insanlar vardır ama yalnızlığa dayanabilen yoktur.

Bu sözü izlediğim bir animede duymuştum ama hangisi olduğunu anımsayamıyorum. Ben yalnız olduğum için sürekli yalnızlığı övmeye çalışmış ve iyi yanlarını görüp kendimce kendime teselli vermiştim. Çünkü o kadar yalnızdım ki benim ne kadar yalnız olduğumu fark eden birisi yoktu. Öyle birisi olmadığı için teselli edecek birisi de yoktu. Üzücü ama gerçekti.

Yalnız olmayı bir yere kadar tolare edebildiği hatırlıyorum. Mesela öğlenleri okulda yemek yerine eve giderdim. Çünkü okulda benimle yemek yiyebilecek arkadaşım yoktu.

Üniversitede de kulaklığımı takar, bir şeyler izler yalnız kalmak kendi tercihimmiş gibi davranırdım. İşe yarmıştı bu arada. Ben yalnız olduğum için geceleri ağlarken Zeynep bir anda hayatıma dahil olmuştu. Başta rahatımı bozduğu için ona çok kızmıştım. Ama o geldikten sonra evde duyduğum sesler rahatlatıcıydı. Tabi bahsettiğim Zeyno’nun kargaları kıskandıran tiz sesi değildi. Evde benim haricimde birinin olmasının sesi bana huzur veriyordu. Sonra okulda hayatıma Cem dahil olmuştu. Bu ikisi benim en yakınım oldular. Onlar sayesinde lisedeki travmalarımı atlattım. Bu yüzden onlara ne kadar teşekkür etsem az kalır.

Mutluydum ben. Onlar sayesinde. Ve bu mutluluk son haftalara kadar devam etti. Ben hayatında entrika dönmeyen, sıradan yaşantısıyla barışık, mutlu bir insandım. Ne ara bu hale gelmiştim? Evet, evet. Esra ile başlamıştı her şey. O burnu havada şımarık kadın yüzünden ben de gereksiz hırsa kapılmıştım. Öfkeyle kalkan zararla oturuyor arkadaşlar. Denendi, onaylandı.

Önümde duran sert bakışlarıyla beni süzen adama bakarken tutumum sakin olsa da az önce haliyle korktuğum için kalbimin atışı sanki tüm otoparkta yankılanıyormuş gibiydi. Nasıl da korkutmuştu beni. Ne ara arkama geçti de beni yakaladı onu dahi anlamamıştım. Psikolog olması gerekmiyor muydu? Ne zamandan beri psikologlar Ninja kaplumbağa gibi hareket ediyorlar? Dövüş sanatları eğitimi mi almıştı acep?

“Anladım. Sert seviyorsun, aksisin falan ama bunlar bana işlemez. Bad boy dönemi 2020’de bitti.”

2020’de bitmişti diye hatırlıyorum. Umarım doğrudur. Uzun süredir yeni yazılan kitapları okuyamamıştım hayatımda yaşadığım gelişmeler yüzünden. 2020’den sonra hayatım sanki çarpı ikiye alınmış gibi hızlı akmıştı. 2016 kaç yıl önceydi diye sorduklarında ister istemez dört yıl önce diye cevap verirdim. Oysa ki yedi yıl geçmişti üzerinden. Bu arada 2016 benim prime dönemimdi. Hayatımdaki her şeyin güzel gittiği ve ömrü hayatımda kendimi yalnız hissetmediğim tek yıldı. Lise iki. Kıyametten önceki son çıkış.

“Sert davrandığım yok. Beni niye takip ettin onu öğrenmek istiyorum. Sonuçta kimse bir başkasını boşuna takip etmez değil mi? Sapık mısın?”

Bu soruyu sorarken gayet ciddiydi.

“Ne münasebet! Tövbeler olsun. Ne sapığı? Sence bende bir erkeğin peşinden koşacak bir tip var mı?” bana şaşkınca bakarken konuşmasına izin vermeden devam ettim. “Sen söylemeden söyleyeyim. Yok. Bende anca bir erkeği peşimden koşturacak bir tip var. Ben kovalamam. Süründürürüm.” Sonda diva misali çenemi yukarı kaldırıp omuzlarımı yükselttiğimde eksik olan tek şey belime yerleştirmediğim kollarımdı. “O zaman niçin beni takip ediyordun?”

Güzel soru. Harbi ben neden takip etmiştim onu. Sessiz kaldım. Dilim damağıma yapıştı herhalde yoksa konuşamamın bir açıklaması yoktu. Bir ona bir solda kalan hangi modeli olduğunu bilmediğim BMW’ye bakıyordum.

“Sapıksın o zaman. Sana kendini açıklaman için zaman verdim ama sen savunma namına hiçbir şey yapmadın. Bu davranışını idareye bildirmekten başka çarem kalmadı. Hepinizin psikolojik rahatsızlıkları olduğu doğru. Ama yapamayacağınız bazı haraketler var. Ve bir eğitmeni gizlice takip etmek de onlardan birisi.” Ne çok konuşmuştu öyle. Başımın ağtımasına sebep olmuştu. Ama bir dakika. Ne dedi o? İdareye bildirmek mi? Lisede miydik biz? Buraya gelmek için neler çekmiştim ben. Bu kadar çabuk kovulamam. Onu susturmak için farkında olmadan araya girdim. Ne dediğimi kendim bile bilmiyordum.

“Ay hös!”

hös mü demiştim ben? Hoş geldin Hatay dilleri ve edebiyatı. Hös bizim oralarda sus manasına gelen yerel bir ifadedir. Genelde İstanbul ağzı ile konuşurum. Türkçem güzeldir. Ama işte nadir de olsa sinirlendiğim anlarda kendimden geçip orijinal versiyonuma geri dönüyordum. Tek kaşı havalanırken yüzüme öyle bir baktı ki Gbt’mi okuyormuş gibi bakıyordu. Toparlamam lazım. Toparlamam lazım. Nereliyim ben yalan hikayede? Hah! Antep.

“Ben Antepliyim de. Hös bizim oralarda sus demek. Sen beni sinirlendirip taramalı tüfek gibi konuşunca bir an kendimi kaybettim.” Ha Antep ha Hatay.

“Dediğinin sus anlamına geldiğini biliyorum. Tüm hastalarımı tanırım. Sizin hakkınızda araştırma yaptığım için de nereli olduğunuzu da biliyorum. Bence bunu değil de niye beni takip ettiğinizi anlatsanız mı artık?”

Doğruyu söylemem gerek. Yani en azından söyleyebileceğim kadarını. “Şey, şimdi şöyle ki ilgimi çekiyorsunuz. Sizi az önce görünce bir hello diyeyim dedim. Ama karışık yollara daldınız bu da beni şüphelendirdi. Yani aslında burada suçlu olan masum hisleri olan ben değil, suçlu gibi hareket eden sizsiniz.” Bu sefer o tepkisiz kaldı. Onu yalancı bir şüpheyle süzdüm. Bu sefer suçlayıcı olma sırası bendeydi. “Şimdi siz mi açıklasanız niçin böyle şüpheli davrandığınızı? Otoparkta elinizde kağıtlarla bir oraya gittiniz bir buraya. Sebep?”

Ondan şüphelenmemiştim. Hiçbir şekilde hem de. Şimdi bile. “Sadece onun bana yaptığının aynısını yapmak istemiştim. Fakat o benim aksime rahattı. Dertlenmesine sebep olacak bir yalanı yoktu ki benim aksime.

“Elimdekiler yeni üyelerin katılımcı belgeler hanımefendi. İçerisinde başka üyelerin kişisel bilgileri olduğu için size gösteremem. Otoparkta gezinmem konusuna gelecek olursak buradan binaya geçmeye çalışıyordum ama sinsice beni takip ettiğinizi gördüğümde sizin gibi bir hanımefendiye böyle uygunsuz bir davranışı yakıştıramadığım için denemek istedim. Ve siz de beni yanılttınız ve peşime düştünüz.”

Gayet makul bir açıklaması vardı. Çaresizce ellerimi iki yanda salladım. “İyi bir savunmaydı. Olur da bir sonraki hayatınız falan olursa psikolog yerine avukat olmayı deneyin. Size daha çok yakışıyor.”

Sanki komik bir şey demişim gibi dudaklarında çarpık bir gülüş belirdi. Gözlerinde değişik bir parıltı vardı. İlk defa onu böyle yumuşak bir ifadeyle görüyordum. Bu suratı aklıma kazındı. “Ne? Yoksa avukatlık da yaptınız?” başını iki yana salladı. “Geniş bir hayal gücünüz var, hayran kaldım. Kafanızda kurma ve olmadık düşüncelere göre hareket etme eğilimindesiniz. Buraya ne sebeple geldiğinizi anlar gibiyim.” 

Ne kadar da burnu havada birisi. İlk görüşte sert görünüşlü ama içten sevecen birisi olduğunu düşünüyordum ama tam kenafir çıkmıştı bu herif. Sadece sözleri değil bakışları, davranışları hatta duruşu dahi sertti. Konuşmayı bilmezken nasıl psikolog olmuştu Allah bilir. Torpil yoksa adım Buket değil.  Gözlerim üzerinde oyalandı. İki defa karşılaşmıştık ve ikisinde de çok fena bir tarzı olduğunu anlamıştım. Günlük, sıradan kıyafetler giymiyordu. Ama aşırı resmi takımlar da tercih etmiyordu. Bu iki tarzın ortasını yakalamıştı. Zaten boyu da bir doksan yediydi. Boru değil yani adam neredeyse iki metre. Üç santim daha uzasaymış direkt iki metreyim dermiş. Hayatımda o kadar uzun insan görmedim ben. Cem’in boyu bir seksen yediydi. Abiminki de ona yakındı sanki. Ama hiç kimse bu adamla denk değildi. Acaba Altay Bayındır ile bir akrabalığı falan var mıydı?

Damarlı elleri ile sıkı sıkıya kağıtları tuttuğu için kağıtlar buruşmuştu. Sanki elinden alıp kaçacaktım. Bu kadar koruyucu olmaya gerek yoktu. Güneş gözlüğünü gömleğin yakasına iliştirmişti. Gerçekten beğendim. Davranışları için olmasa da görünüşü için puanım tamdı. Resmen varlığı insanı günaha teşvik ediyor. Tıpkı mart ayındaki çiftleşmek isteyen kediler gibi. Tövbe tövbe.

Onu izlediğimi fark etmişti. Doğal olarak. Herhalde her tarafına gözüm değmişti. Sapık gibi adamın her zerresini incelemiştim. Onu takip etme sebebi olarak da onu beğendiğimi söylemiştim. Gözünde teşhirciden beter olmuştum herhalde.

İçimde bu durumu düzeltme ihtiyacı hissettim. Yani bu adam benim öğretmenim. Ya da psikoloğum mu demeliyim? Ya da terapistim? Neyse işte bunlardan birisi bu adam. Beni sapık olarak görmesi ve müdüre bu durumla alakalı bir şey söylemesi durumumu tehlikeye atardı. Unutması lazımdı şimdi olanları. Unutamazdı ama en azından önemsememesi lazımdı.

 “Otoparkın düzeni çok karışıkmış. O yüzden sizi takip etme gibi bir gaflete düştüm,” diyerek az önce söylediklerimin üzerini kapamaya çalıştım. Az önceki itirafım bir sivilce iziydi ve şimdiki söylediklerimin de fondoten işlevi görmesi lazımdı.

“Beni beğendiğiniz için beni takip ettiğinizi söylememiş miydiniz?” İki dakika da rahat dur be adam. Ben onu söylediğimi unutturmaya çalışıyorum.

“Sizi beğeniyorum ama konuşunca tüm hevesim kaçtı. Artık gözüme ilk gördüğümdeki gibi yakışıklı gelmiyorsunuz. Bu bir. İkinci olarak da evet o zaman ilgilendiğim için sizi takip etmiştim ama bu otopark mevzusu da vardı. Eğer çözebilmiş olsaydım sizi boşverir kendi başıma hallederdim. Ama hazır yolu da bulamıyorum siz de varsınız aklım size kaydı,” diye yalan söyledim. İçimden şüphelenmesin diye bildiğim tüm duaları ediyordum.

“Yeni geldiğiniz için kafanız karışmış olabilir. Normal. Sizden başka kimse şikayet etmediği için kimle konuşacağınız bilmiyorum ama kimle konuşmayacağınızı biliyorum,” dedikten sonra sanki duyduklarımı sindirmemi bekliyordu. Çok uzun sürmeden tek kelimeyle cümlesini tamamladı. “Benimle.”

Sanki her sözümle aramızı düzeltmek yerine batırıyordum. Ne dersem diyeyim kötü başlamıştık. Fontotenim yalanlarım gibi ucuz olsa gerek sivilceyi kapatmak yerine daha çok yara yapmıştı.

 “Neyse beni sorgulamanız bittiyse artık bana yolu gösteriri misiniz? Malum aynı yere gitmemiz gerekiyor,” dediğimde gözlerini birkaç kere kırpıştırdı ve eliyle ona takip etmemi işaret etti. El mecbur onu ikiletmeden peşine takıldım. O önde ben arkada cemiyet binasının yolunu tuttuk. Aslında beni sorgulaması çoktan bitmişti ama ben hala ve hala üste çıkmaya çalışıyordum.

Aşk bahçemi süsleyen inci çiçeğim misin? Aşk bahçemi süsleyen inci çiçeğim misin? Gecemi aydınlatan ateş böceği misin?

Kendimi rahatlatmak namına şarkı söyleyeyim demiştim ama bu çabam önümdeki şahıs tarafından bölündü. O arkasına dönüp bana şaşkınca bakarken kendimi yaramaz bir çocuk gibi hissettim. Sanki annem iki dakikalığına bir yere gitmişti de beni ona emanet etmişti. Ben de öyle yaramaz bir çocuktum ki benle başa çıkamıyordu. Bana bakışından sonra elimi dudaklarıma götürdüm ve fermuar çekiyormuş gibi yaptım. İçinden la havle çektiğinden emindim.

Otopark ayrı binadaydı ve üzeri kapalı bir koridor ile köşke bağlanıyordu. Üzeri camdandı ve gökyüzünü rahatça görebiliyordunuz. Her şeyiyle zenginlere- hayır, sosyetedekilere hitap eden bir cemiyetti. Gerek binasıyla gerek bahçesiyle gerek otoparkta gördüğüm arabalarla bu düşüncem doğrulanıyordu. Maslak 1453’te dahi bu kadar lüks arabayı beraber görmemiştim. Bina içine girdiğimizde koca bir uğultu çoktan kulaklarımı doldurmuştu. Sesler dağınık değildi, belli bir yerden geliyordu. Sanki herkesi bir yerde toplamışlardı ki olabilirdi. Ben burası hakkında pek bir şey bilmiyordum. Daha önce geçtiğim giriş kısmı biraz ilerideydi, sesler de onun ötesinden ta koridorun en sonundan geliyordu.

Soğuk nevale işaret parmağını koridorun sonuna doğrulttu. “Bak koridorun sonunda sol tarafta açık bir kapı olması lazım. Senin gibi aramıza yeni katılan üyeler ile tanışma orada yapılıyor. Oryantasyon gibi düşün.” Başımı anladığımı gösterircesine salladım. O da gitmeye yeltendi. Aklımı neredeyse bir haftadır kurcalayan soruya cevap arıyordum. Sabah bu sorunun verdiği gaz onu takip etmemdeki sebeplerin başını çekiyordu. Onun bana çekildiğine dair ima yapmıştı. Ne anlamda çekilmişti ki bana? Aklıma gelen sebep olmazdı çünkü çok soğuktu. Bakışlarıyla, sözleriyle. Farklı bir manada bana çekilmişti.

Sende bundan daha fazlası var. Beni sana çeken türde bir şey.

 Böyle demişti. Acaba bende oluşan dejavu hissini o da mı yaşamıştı. İlk gördüğüm anda onu tanıyormuşum gibi hissetmiştim. Ama şöyle bir sorun vardı ki hatırlayamıyordum. O yüzden de bunun sadece yanıltıcı bir his olduğunu düşünmüştüm. Gerçek değildi. Ama ona çekildiğimi biliyordum. Cem ile olan türde bir şey değil. Romantizm anlamında çekilmedim. Tarif edemeyeceğim farklı bir histi bu. O yüzden öğrenmem lazımdı. Koluna sarıldım. Fark edeceğini sanmadım bile. Tutuşum belli belirsizdi ama onu durdurmaya yetmişti. “Buyur? Bir şey mi diyecektin?”

“Geçen gün,” ne diyeceğimi bilemediğim için bir an duraksadım fakat uzun sürmedi. “Geçen gün bana çekildiğinle alakalı bir şeyler dedin. Kısık sesle mırıldanmıştın ve o sırada ben ilerliyordum. Büyük ihtimalle duyacağımı düşünmedin ama duydum. Çekilmekten kastın neydi?” beni dinlerken gözünü kırmadı. Sakince dinledi ve beklediğim şekilde herhangi bir utanma emaresi göstermedi. “Öyle bir şey demediğime eminim. Karıştırıyor olmayasınız?”

Karıştırmadığıma eminim. Duydum ve buna yemin edebilirdim. “Bakın Peyami bey,”

Peyami demesi çok garibime gitmişti. Her defasında da aynı hisse kapılıyordum. Annesi başka isim mi bulamamıştı Allah aşkına. Tek tesellim Abuzittin olmamasıydı.

“Sizi ilk gördüğüm anda ve hatta şimdi bile sanki sizinle daha önce tanışmışım gibi bir hisse kapılıyorum. Dejavu gibi bir şey. İçimde bir yerlerde sizi tanıyormuşum gibi. Daha önce tanışmadığıma emin misiniz? Siz çekilmek falan deyince ben siz de aynı hisse kapıldınız gibi bir izlenim aldım. Aldığım izlenim doğru mudur?”

Lafımı bölmemiş ve beni sakince dinlemişti. “Hayır,” diye kesin bir dille beni reddettikten sonra devam etti. “Tanışmadığıma eminim. Tanışsaydık hatırlardım. Görsel hafızam iyidir. Ayrıca sizi unutmak zor olurdu. Hatta imkansız.”

“Anlıyorum. O zaman benim kapıldığım saçma bir his,” diye kabullendiğimde anlayışla karşıladı ve tek kelime daha etmeden gitti. Beni kendi halime bırakmıştı. Ben de bir süre beni bıraktığı yerde dikildikten sonra yoluma devam ettim. Etmemem imkansızdı zaten çünkü telefonum pantolonumun arka cebinde o kadar uzun zamandır titremişti ki popom ağrımaya başladı. Arayan kişi şaşmadığım şekilde Zeyno’ydu.

Birkaç hafta öncesine kadar Cem derdim ama o beni aramayı bırakmıştı. Son konuşmamızdan sonra ondan aldığım tek etkileşim instagram hikayelerime bakmasıydı. Zaten sosyal medyayı çok fazla kullanan birisi olmadığından ondan haber alamıyordum. Bu hafta amcamlarla dizisinin yeni bölümünü izlemiştik. Geçen bölümlere kıyasla bu seferkinde zayıfladığı belli oluyordu. Göz altları kararmıştı ve bu bölümün senaryosunda sevdiği kadınla romantik bir tatile giden aşık erkek profiline uymuyordu.

Yolun yarısında durdum ve telefondan onun instagram hesabını açtım. Uzun zaman sonra hikaye atmıştı. Benim gerçekte kim olduğu kimse bilmediği için takipçi sayım yüzlerde kalmıştı. Artmazdı kolay kolay. O sebeple hikayelerime bakanları görmem kolay olurdu. Ama onun on iki milyon takipçisi vardı. Benim bakıp bakmadığımı görmezdi bile. o sebeple önemsemeden hikayesine tıkladım.

Dizideki partneri ile selfie çekilmişlerdi. Bunu kız paylaşmıştı Cem de hikayesinde alıntılamıştı. Bu kızın ismi Beyza’ydı. Beyza gerçekten çok hoş bir kadın. Aurası ve güzelliği birleşince kişide ölümcül bir etki bırakıyordu. Rolü için odeyşın ya da audition denilen çekimlere geldiğinde başkalarıyla görüşmeyi reddetmiştim. İlk gördüğümde onu seçmiştik. Rol için biçilmiş kaftandı. Cem ile uyumları da çok güzeldi.

Fanlar bayılıyorlardı onlara. Bu sebeple kıskançlık krizlerine girmişliğim çok olmuştu. Ama sebebi onlara olan güvensizliğim değil Cem’in yanına bir başkasının yakıştırılmış olmasından kaynaklıydı. Beyza, ikimizi bildiğinden çekimler haricinde davranışlarına dikkat ederdi. Ama şimdi biz ayrıydık. İstedikleri gibi yakınlaşabilirlerdi. Tam da fanlarının istediği gibi.

Cem bir elini Beyza’nın sırtına koymuştu diğer eliyle de telefonu tutuyordu. Beyza’nın elinde ise oyuncak bir ayı vardı. Üzerlerinde bornoz ile duruyorlardı. İkisi de kameraya gülümsemişti. Cem’in gülüşü çok güzeldi.

"A, bu Cem değil mi? Cem Kuyumcu?"

Ben hala ayakta durmuş fotoğrafa bakarken ensemde birisinin nefesini hissettiğimde titredim ve ani bir hareketle geriye sıçradım. Yanıma sinsice yanaşan kişi de benimle korkmuş ve gerilemişti.

“Kusura bakmayın lütfen. Korkuttun mu?”

Yok korkutmadın. Çünkü ben bir süper girl’üm. Arkamdan sinsice yaklaşılmasına alışığım.

“Korkmadım. Sorun yok.”   

"Sorun olmamasına sevindim. Amacım sizi korkutmak değildi." Bana bu sözleri sarf eden kişiye baktım. Zengin sarısı saçları sadece kapıların altından sızan ışıklarla ve birkaç lambayla aydınlatan karanlık koridorda etrafını aydınlatıyordu.

Saçı hangi kuaföre giderseniz gidin tutturulmayan bir tondu. Magazinde görürürüz ya anne babası esmer de olsa çocuk sarışın olur. Saç tonuna da zengin sarısı denir. İşte ondandı saçının rengi. Bembeyaz teni vardı. Sanki güneş görmemiş gibiydi. Üzerinde muhtemelen Prada marka olduğunu düşündüğüm beyaz etek, blazer ceket takımı vardı. Blair Waldorf vibe veriyordu. Kafasında da geçen yıl yayınlanan diziden duy beniydi ismi sanırım, oradaki Melisa denen kızın kafasına taktığı inci taçtan vardı. Eminim otoparktaki BMW'lerden birisinin de sahibiydi.

"Düzgünce tanışamadık ben İnci. İnci Kalaycı. Tanıştığımıza memnun oldum." İnci gibi pürüzsüz görünen bakımlı elini bana uzattığında çok bekletmeden tuttum. Taktığı ince yüzükleri hissettim ama pürüzsüz avcu daha çok dikkatimi çekmişti. Elini geri çekerken bırakasım gelmemişti.

"Ben de Buket." Sahte soyismimi söyleyip söylememe arasında kalmıştım. Ama sonunda söylemeye karar verdim. "Buket Turanoğlu. Ben de tanıştığımıza memnun oldum."

Gülümsediğinde ismine layık inci gibi dizilmiş pürüzsüz dişleri saçlarından daha parlak olan tek şeydi. Eliyle benim telefonu tutan elimi işaret etti. "Hikayesine baktığın kişi Cem Kuyumcu değil mi Buket?"           

Dikkatini çekmesinin özel bir sebebinin olup olmadığını merak ettim. "Evet. O."

"Hayranı mısın?" 

Eskiden en büyük hayranı bendim. Ona dargın olsam da iyi oyuncuydu şimdi. Yiğidi öldür hakkını yemem demişler, bunu inkar edemem. E, yakışıklıydı da. Boyu posu yerindeydi. Türkiye ve Orta Doğu'da bu kadar hayranının olmasına şaşmamak gerek. Eğer gereken şartları karşılarsa İngiliz ve Amerikan ortak yapımı bir filmde de oynayacaktı. Küçük bir roldü ama batı sinemasına adım atmasını sağlayacaktı. Gerçekten de hayran olmamak elde değildi. Tek kusuru olarak uçkuruna sahip çıkamamasını verebilirdim anca ki bunu da benim haricimde bilen tek kişi Zeyno'ydu.

"Öyleyim," diyerek onu geçiştirmek istedim. Büyük ihtimalle o da Cem'in fanlarından birisiydi. Sete ziyarete gelen hayranlardan çoğu genelde zengin çıkardı. "Buket-" bir an ismimi doğru söylediğine emin olmamış gibi duraksadı. "Buket'ti değil mi?"

"Evet."

"Buket sorun olmazsa neden Cem'i yakın arkadaşlarına aldığını sorabilir miyim? Sadece bir hayransın sanıyordum. Ama sanki bir hayrandan ötesin?"

Sözlerinin ardından telefonu kaldırdığımda takip ediyorsun yazan kısmın yeşil olduğunu gördüm. Onu yakın arkadaşlara eklemiş ve daha çıkarmamıştım. Sonuçta akrabalara atılacak hikaye vardı, arkadaşlara atılacak hikaye. Cem de Zeynep ve Murat abim gibi en yakın arkadaşlarımdaydı. Zaten burada da toplasan on kişi anca çıkardı.

Yalnız şahin gibi de gözü varmış maşallah. Ben daha önümdekini göremiyorum bu kadın neyi gördü.

Ne yalan söyleyeceğimi düşündüm. Bir yandan da kendimi sakin tutmaya çalıştım. En ufak bir telaş belirtisinde benim Cem ile olan alakamı çözebilirdi. Kimsenin bu ilişkiyi bilmemesi gerekti. O kadar uzun süre gizli tutmuştuk. Bunun birden fazla sebebi vardı. O dönemlerde gerekliydi. Ama şu an kimsenin öğrenmemesini istemememin sebebi gerçek kimliğim konusunda duyduğum endişeleniyorum kaynaklanıyordu.

Ne diyeceğim, ne diyeceğim? Hadi bunca yıllık hayatımda izlediğim entrika dizileri.

"Şey, kendisine o kadar hayranım ki yakın arkadaşlarıma aldım. Beni takip etmiyor ama yine de aldım. Çok eskiden yapmıştım da kaldırmayı unuttum. Zaten görmüyor diye önemsememiştim de."

"Yalnız yakın arkadaşlara ekleme o kişi de sizi takip ediyorsa olmuyor mu?" Ne kurcalıyorsun be ablam.

Olmuyor olması gerekti. Daha bana istek attığı ve kabul etmediğim halde tanımadığım insanların en yakın arkadaşlarında kendimi gördüğümü hatırlıyorum. Yani takip etmese de ekliyordun. Bu tıpkı bir ünlüye mesaj atmak gibiydi.

"Hayır. O kişi sizi takip etmiyorsa da siz onu ekleyebiliyorsunuz." dediklerime inanamıyormuş gibi kaşları havalanmıştı. Daha yeni manikür yaptığı tırnakları kendi telefonunun üzerinde ritim tutuyordu.

"Yalnız siz bunu niye bu kadar önemsediniz anlamadım. Yani tanışıyorsak bile ortada sizi ilgilendiren bir durum olduğunu sanmıyorum." Gözleri en sonunda çoktan kapattığım telefondan ayrıldığında kibarca gülümsedi. "Doğru diyorsunuz. Beni ilgilendiren bir mevzu yok. Meraklı bir yapım var. İstemesem de bazen haddim olmayan konulara karıştığım oluyor. Kusura bakmayın."

"Sorun değil. Ben de meraklı bir yapıya sahibim." Son beş dakikada yaptığımız konuşma buram buram sahtelik kokuyordu. Daha önce hiç bu kadar yapmacık davrandığım olmamıştı herhalde. Yozlaşmış denen herifle ve Nuri beyle olan buluşmalarımızı saymazsam.

"Siz de yeni üyesiniz değil mi?" Gerçekten aşırı resmi bir kadındı. Diğer sosyetiklerde böyle miydi acaba? Buraya gelmeden önce tanıdığım tek sosyetikler Cem'in anne ve babasıydı. Yalı sakinleri nasıl konuşur pek bilmem. Ama Cem'in ailesi de genelde böyle resmi davranırlardı.

Buket hanım diye seslenirlerdi bana. Ama bunu bilerek yaptıklarından eminim. İki yılı geçkin süredir birbirimizi tanırdık ve asla bana sadece kendi ismimle hitap etmemişlerdi. Hep bir hitap kelimesi olurdu. En rahatsız hissettiğim durumlardandı bu. Ben mesela sadece sevmediğim kişilere bey veya hanım gibi ünvanlarla hitap ederdim. Ki Esra'ya dahi böyle seslendiğim çok olmamıştı.

"Öyleyim öyleyim de bana sadece kendi adımla hitap eder misiniz? Bu kadar resmi olmak hoşuma gitmiyor."

"Anladım. Tamam bundan sonra size isminizle hitap ederim Buket ha-" sinirle kaşlarımı çattığımı görünce cümlesini düzgünce toparladı. "Buket. Size yani sana böyle resmi konuşmam. Oldu mu?"

"Oldu," dedikten sonra gülümsedim. O da bana gülümsedi. Tekrardan görünüşüne hayran oldum. Sadece dolgun dudakları için bile ayrı şiir yazılabilirdi. Bir anlığına güzelliğine dalıp gittim. Özellikle de gülümsemesine.

Neyse, bir dakika. Ben de en az onun kadar güzelim. Kendine gel Buket.

"Ben içeri geçeceğim. Bana eşlik eder misin Buket?" Eşlik etmeyi çok isterdim. Ama içimdeki bir ses şu yakın arkadaşlar ve Cem'in instagramı meselesini garantiye almam gerektiğini söyleyip duruyordu. Ve işin beni kızdıran kısmı ise haklı olmasıydı. Cem'i arayıp beni takipten çıkmasını söylemeye üşeniyordum.

Daha yeni düzene alışamamışken yeni insanlarla tanışmam ve bir yalanı sürdürmek gerekiyordu. Hepsi kitabım içindi. Kitabım için ağzımla balık bile tutar hatta çiğ tavuk yerdim. Bugün de bu amaçla yapacağım her şeyin bebek adımıydı. Belki içeride bulunan kişilerden birisi benim kitabımın ana karakteri olacaktı. Belki de karşımdaki görünüşüne hayran olduğum ama yapmacık gelen kadın. Bunu kaçıramazdım.

Stresimle mücadele etmem gerekiyordu. Şimdi Cem'i arayıp takipten çıkmasını istemek stresimi arttırmaktan başka bir işe yaramazdı. Yine de sakin kaldım.

"Ufak bir işim var İnci. Onu hallettikten sonra geliyorum." Başını salladıktan sonra gitti. "O zaman içeride görüşürüz."

Rehberden Cem'in numarasına tıkladım ama aramadım. Aradığımda ve ona beni takipten çıkmasını söylediğimde ne kadar üzüleceği aklıma geldi. Bu isteğimi sebebini de açıklayamazdım ki.

Ne diyeyim adama? Ben bu yılın sonundaki bir yazar yarışmasına katılacağım da onun için hırs yaptım sahte kimlik çıkartıp tüm paramı bir cemiyete yatırarak psikolojik sorunum olmadığı halde çeşitli sosyetiklerle psikolojik terapi alıyorum. Senle olan tanışıklığımız bilinirse de gerçek kimliğimi anlarlar da hapse düşerim diye seninle konuşmamam gerek mi deseydim?

Bunu diyemeyeceğime göre başka bahanem yoktu. Yani bir sebep sorarsa ayrılığı bahane etmem gerekiyordu. Üstelik daha geçen hafta arkadaşız dememe rağmen. Sanki ona umut vermiştim bunu diyerek. Amacım bizden umudu kesmesiydi ama bana olan duygularını daha kötü hale getirmiştim.

Düzenli olarak Zeynep’i arayıp beni sorduğunu biliyordum. Son bir haftada ise aramaları daha artmıştı. Basitmiş gibi gözükse de ona beni takipten çık ben de çıkacağım demek onu üzerdi. Onun bu isteğimin ardındaki sebebi sorması ise. Sesi titrerdi ve bu da beni parçalara ayırırdı

Diğer sevgililer özellikle de ünlüler ayrıldıkları zaman ilk iş birbirlerini takipten çıkarken harbi biz niye buna hiç kalkışmamıştık? Çok sevdiğimizden bu harekete kalkışıp birbirimizi komple silmekten korktuğumuz için miydi? Yoksa ayrılsak dahi karşı tarafın bu ayrılığı atlatıp atlatamadığını görmek için mi?

En sonunda mesaj atmaya karar verdim. Çekimde olsa dahi mesajı illaki görürdü sonrasında. Hem İnci denen kadın içeri gittiğinde insanlarla kaynaşmaya falan kalkardı da vakti olmazdı. Bu ilk tanışma faslı bittiğinde hâlâ Cem beni takipten çıkmamışsa bu sefer arardım. Şimdi daha içeri girmeden kendimi germenin anlamı yoktu. Tam mesajı yazacağım sırada Zeyno'dan çağrı gelince meşgule attım.

Cem sana söyleyemeyeceğim bir nedenden ötürü insta-

Bir dakika. Ben niye onu direkt engellemek yerine bir saat beni takipten çıkmasını istiyordum ki? Direkt engellesem ne o ne de ben bu kadar zahmete girerdim. Kesinlikle onu engellediğimi fark ederdi ama ben buna da bir bahane bulurdum. Ayrıca o kadar uzun süredir aktif değildim ki yokluğumu fark etmezdi. Sadece geçen hafta Osman dayımın torunlarıyla fotoğraf atmıştım. Onu da ta kaç zaman sonrasında atmıştım.

Tekrardan hesabını açtım ve engelledim. Çözüm bu kadar basitken kendimi onca zaman boşuna yormuştum. Artık Cem'i stalklamak istiyorsam fake hesap açardım. Gerçi fake hesaba da gerek yok Google amcaya ismini yazdığımda attığı son adımların hepsini görüyordum.

Omzuma atılan bir elle tekrardan yerimde sıçradım. Buradakiler beni korkutmayı şimdiden çok sevmişlerdi anlaşılan.

"Buket hanım neden içeride değil de hâlâ koridorda beklediğinizi sorabilir miyim?"

Ses, ismi tipiyle uyuşmayan Peyami'ye aitti. Giderken beni burada bırakmıştı ve geri döndüğünde ise yine aynı yerde bulmuştu. E ben de isterdim içeri geçip sosyetiklerle tanışmak ama nasip olmamışsa demek.

"Şey- ben de bilmiyorum. Tam gidiyordum bir şeyler oldu baktım hâlâ buradayım." Yüzüme kınayan bakışlarını gönderdiğinde ben en tatlı halimle gülümsüyordum. Tam ona sulanıp az önce üstünü kapatmasına rağmen geçen haftaki çekim mevzusuna tekrar dalacaktım ki yanında üç kişinin daha olduğunu görünce kendimi frenledim.

Bir tane daha çocuk vardı. Peyami ile hemen hemen aynı yaşta görünüyordu. Peyami nasıl duman karasıysa bu çocuk da saman sarısıydı. Peyami’nin nasıl okyanus gözleri varsa bu çocuğun da orman gibi yeşil gözleri vardı. Peyami nasıl açık tenliyse bu çocuk da güneşte kavrulmuş gibi bronz tenliydi. Teni Pınar Altuğ'un teni gibi görünüyordu. İster istemez sabahki Barış'ı hatırladım. Yediğim böreğin tadı hâlâ dudaklarımdaydı.

Diğer kişi ise terlemekten Sakarya'nın tüm tuzlu su ihtiyacını karşılama potansiyeli olan sevgili müdürümüz Nuri beydi.

Diğer kişiyi ise tanımıyordum. Orta yaşlı bir kadındı. Otoriter bir yapısı olduğunu sadece tek bir bakışla anlıyordunuz. Ne yalan söyleyeyim ortaokuldaki fen bilgisi öğretmenime benziyordu. Göbeği vardı ve üzerine giydiği dar gömleğin sıkıştırdığı tutamlar sarkmak için direniyordu. O kıyafetin içinde rahat olmadığına kalıbımı basardım. Acaba nasıl oturup kalkıyordu?

"Ağır ayaklısınız yani. Neyse bari beraber içeri girelim." Yanında bulunan kişilerin psikolog benzeri kişiler olduğunu tahmin etmiştim. Onlar beni izleyecek ve olmayan mental sorunlarıma çare bulacaklardı. Mükemmel. İlk izlenimim ne kadar da hoş olmuştu. Nuri bey başını öne eğerek beni selamladı. "Tekrardan hoşgeldiniz Buket hanım. Bakıyorum da arkadaşınız yanınızda yok."

Zeynep'ten bahsediyor olmalıydı. "Evet. O benden önce geldi. İşlerim vardı da."

"Bu hanım kızımız yeni üyelerimizden mi," diye soran fen öğretmenime baktım. Pardon, terapistime. "Evet," diyerek onayladı Nuri bey onu. "Buket hanım bizim yeni üyelerimizden. Şahsına münhasır birisi."

Şahsına münhasır? Hakaret mi etti yoksa övdü mü anladıysam arap olayım.

Kadın bana tombul elini uzattı. Yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Otoriter hali biraz yumuşamıştı. Anaç bir tarafı da vardı. Tatlı yanaklarını sıkmak istedim. Uzattığı elini tutarken yüzümde onunkiyle aynı genişlikte bir gülümseme vardı.

"Ben Müstesna. Grup terapilerinde sizin yanınızda olacak kişiyim."

İsminden dolayı beni bir gülme tuttu. İlk başta başımı öne eğip yanaklarımın iç kısımlarını ısırarak gülmemi engellemeye çalıştım. Ama omuzlarım titriyordu.

"İsmin ne dedi söyleyiverdim Müstesna, Müstesna. Birden ben ona kalbimi verdim Müstesna, Müstesna."

Elimi çekerken kadın ile gözgöze gelmiştim. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Dediklerim için anında pişman olsam da gülüşümü engelleyemiyordum. Daha önce de bu tarz imalarla karşılaşmış olmalıydı ki kızsa da ses çıkarmadı. Peyami ile diğer ikili ise bizi izliyordu. Peyami düz bir suratla bakarken Nuri bey baya endişeliydi. Şu tanımadığım çocuk ise eğleniyora benziyordu. Patlamış mısır da getireyim mi paşam?

Kahkahalarımı durdurabildiğimde koreliler gibi hemen eğildim ve özür diledim. Çok fazla k-drama ve anime izlemenin karşılığı olarak kendi kültüründe olmayan şeyleri huy edinmiştim. Ve tam da tahmin ettiğim gibi bunu da pek normal karşılamamışlardı. Özellikle sevguli Peyami'nin bakışları beni kınıyordu. Sen psikolog değil misin be adam? Bu tür kınayıcı ifadelerin hastalar üzerinde kötü bir etki bıraktığını bilmen lazım. Dua et de bana denk geldin. Gerçek bir hasta ile karşılaşsaydın ne kadar üzülürdü.

"Özür dilerim. Amacım sizinle alay etmek değildi. Sadece aklıma ilk geleni düşünmeden konuşma gibi bir huyum vardır."

Alide de bu huy vardı. Gerçi o sahte kimlikle terapi cemiyetlerine katılmıyordu. Yavrucağım en son Ankarada babamın neden askeri okula yazılmadın ithamlarından kaçarak okul okumaya çalışıyordu.

"Sorun değil Buket hanım. İsmimi duyan çoğu kişiden böyle alaylar duydum."

"Alay etmedim. Amacım bu değildi. Gerçekten özür dilerim."

"Sorun değil."

Yüzündeki anaç ifade sayesinde beni affettiğini ve yaptığım saygısızlığı önemsemediğini anlamıştım. Derin bir nefes verirken bana elini uzatan sarışın çocuğa baktım.

"Sanırım tanışmadığın bir tek ben kaldım." Eline uzanırken onu onayladım. "Evet, bir tek siz kaldınız sanırım."

"Aslında burada çok fazla terapist var. Yaklaşık yedi tane. Siz şimdiye kadar yanlış değilsem sadece ikisi ile tanıştınız." İkisi? Burada en az dört kişi ile tanışmıştım. Sorgulayan bakışlarımı fark edip durumu açıklarken hâlâ el ele tutuşuyorduk. "Nuri bey müdür. Onunla kolay kolay karşılaşmazsınız. Ben de Peyami'nin asistanıyım. Terapist sayılmam. Yani terapist olarak bir tek Peyami ve Müstesna ile karşılaştınız. Daha tanışmadığınız beş kişi var. Ama psikolojik durumunuza göre hangisiyle veya kaçıyla tanışmanız gerekir bilemem."

"Demek siz ismi tipine uymayan Peyami beyin asistanısınız?"

Sözlerime gür bir kahkaha attığında Peyami kaşını çatmış, Müstesna hanım ise gülümsemişti. Nuri bey ise sakince bizi izliyordu. "Evet. Ben oyun. İsmimi bir türlü söyleyemedim. Ben Alper. Alper Güler." İsminin soyismiyle uyumu dikkatimi çekerken bunu fark etti. "Ve evet ismim ile soyismim kafiyeli."

"Neden şimdi herkesle tanışamıyoruz."

"Psikolojide tıpkı diğer dallarda olduğu gibi bölümler var. Bu cemiyetteki herkesin uzmanlık alanı farklıdır. Peyami herkesle ayrı ayrı terapi yapar. Onunki biraz yüzeyseldir. Kişinin ne gibi bir terapiye ihtiyacı olduğunu belirler. Sonra da uzmanı olan terapistimize gönderir."

Yüzeysel demişti ama görevi çok büyüktü. Mesela ben gidip de bu sorumluluğu alamazdım. "Yanıldığın hiç olmuyor mu?"

Peyami'ye bakarak sorsam da Alper cevapladı beni. "Nadiren olur." Ben Peyami'nin düz ve tepkisiz suratına bakarken devam etti. "Müstesna hanım ise az önce dediği gibi grup terapilerinde görevli. İkisi de tüm üyelerimizin tanıdığı ortak psikologlar. Hepiniz sorunlarınıza göre belirli terapistlerimizle görüşürsünüz."

Az biraz anlamıştım neden ikisinin geldiğini. Daha önce bu tarz bir ayrılma görmemiştim ama sonuçta bu kurum yeni tekniklerle hastaları tedavi ediyordu. Kuruluş amacı buydu. Ayrıca uzun süredir bu şekilde başarılı olmuşlardı. O yüzden bu konuda onları sorgulamanın bana düşmeyeceğini düşünerek sustum.

"Artık içeri geçelim. Yeni üyelerimizi çok beklettik."

Peyami diğerlerine liderlik ettiğinde kimse ses çıkarmadan onu takip etti. Tabi ben de arkalarına takıldım. Girdiğimiz oda çok büyüktü. Salon gibiydi. İçeriye benim odam gibi en az dört oda sığardı. Ortasına daire oluşturacak şekilde neredeyse yirmi sandalye sıralanmıştı. Arkada ise tıpkı düğünlerde ve kokteyllerde olan ufak yuvarlak masalardan konulmuştu.

Üzerlerindeki atıştırmalıkları ve içkileri görünce yuvarlaktaki yerime geçmek yerine onlara yumulmayı istedim. Karnım acıkmamıştı bunu biliyorum. Daha Barış'ın hazırladığı börek ve kahveyi bitireli çok olmamıştı. Canım çekiyordu çünkü açgözlü davranıyordum.

Neredeyse duvarda boydan boya uzanan pencereler sayesinde odanın içi ışık doluyordu ve pencereler o kadar temizdi ki orada varlar mı yoklar mı anlaması zordu. Ayrıca manzara da iyiydi. Manzara dediğim ise yeşil ağaçlar ve ismini bilmediğim çeşitli çiçeklerdi. Odanın içinde dahi yer yer renki çiçekler vardı. İçeriyi dizayn eden kişi ve bahçenin peyjazını yapan mimar baya emek göstermişti.

Gözüm odada gezinirken Zeynep’in bana elini salladığını gördüm. Yanına çağırıyordu beni. Bir yandan da kibar olmaya ve göze çarpmamaya çalışıyordu. Yanına yavaş adımlarla ilerlerken İnci'nin önünden geçtim. Geçerken ufak bir selam vermiş karşılığında da tatlı bir gülümseme almıştım.

En sonunda Zeynep’in yanında bulunan sandalyeye oturduğumda en azından buraya gelebilmenin mutluluğu vardı içimde. Ne paralar harcadığım aklıma geldiğinde hâlâ kriz geçirsem de buradan çıkacak hikayeleri düşünüp kendimi teselli ediyordum.

Ben okulun ilk günü gibi olur diye düşünmüştüm. Ne bileyim curcuna, gürültü olur, herkes birbiriyle konuşur falan. Ama tam aksine kimse kimseyle muhattap olmuyordu. Herkes kendi köşesine çekilmişti. Pahalı takım elbiseli adamlar, saf altından olduğuna emin olduğum takılar takmış kadınlar ayrı ayrıydı ve kimse birbiriyle konuşmuyordu.

Ben Peyami'ye soğuk nevale demiştim ama bu odadakiler ondan beterdi. Peyami en azından iki kelam ediyordu. Bunlar insanın yüzüne bakmıyorlardı. Yerime yerleşip diğer katılımcıları avını arayan avcı edasıyla seyrederken Zeyno kulağıma eğildi. "Bunca zamandır neredeydin sen?"

Bunca zamandır dediği iki saatti. Sadece iki saat ayrı kalmıştık. Önce Barış ile tanışmıştım sonra Peyami'yi takip etmiştim ardından da İnci denen kızla yapmacık bir sohbet gerçekleştirip yeni eğitmenlerle ya da terapistlerle mükemmel bir ilk tanışma faslı yaşamıştım. Birkaç saate baya bir şey sığdırmıştım. O yüzden "Uzun hikaye. Sonra anlatırım," diyerek onu geçiştirdim. O da üstelemedi zaten.

Kimseyi susturmak zorunda kalmayan Peyami ortada kalan ve herkesi rahatça görebileceği sandalyeye oturduğunda yan tarafına Müstesna hanım oturmuştu. Terapist olmayan ikili Nuri bey ile Alper de ayakta kalmıştı.

"Aşık Ruhlar Cemiyetin'e hoşgeldiniz. Sizleri aramızda görmekten onur duyarız."

Peyami sahte bir sözle bizimle konuşmaya başladı. O sırada İnci'nin sol tarafında kalan bir kadının onu beğeniyle seyrettiğini gördüğümde yüzümde oluşan sırıtışa engel olamadım. Popüler birisi olduğunu tahmin etmiştim ama daha ilk andan kendine hayran edineceğini tahmin edemezdim. Karizmatik adam ama. Normal.

"Öncelikle psikolojik sorunlarınızı çözmeye çalıştığınız ve utanmak yerine adım attığınız için de hepinizi tebrik ederim. Unutmayın psikolojik sorunlarınız olabilir, hepimiz insanız. Hepimizin kendimize göre sorunları var. Bunları içimize atıp kendimizi yormak yerine başkaları ile paylaşıp sorunlarımıza çözüm bulmak hepimizin önceliği olmalı."

"Doğru diyorsunuz. Bu zamana kadar ağlayan kardeşime bunu anlatmaya çalışıyorum ama anlamıyor." Hepimiz tüm dikkatimizle Peyami'yi dinlerken birden araya giren bir adamın sesi bizi bozdu. Herkes bakışlarını konuşan Peyami'den alıp konuşan kişiye yöneltti. Adam herkes ona bakınca sanki konuşmak zorundaymış gibi kendini anlattı.

"Kardeşim sürekli ağlar da. Ona ağlamanın bor çözüm olmadığını, aģlamak yerine bir uzmana görünmesini kaç kere söyledim. Ama o, bunca zaman sessiz kaldı. Sonra sorunu büyüdü de büyüdü." Başıyla yanında oturan kızı işaret etti.

Kız ve abisi tam da ben ve Murat abime benziyordu. Ben sızlanırdım o da beni azarkar sızlanmama neden olan sorunlarıma bir çözüm bulmaya çalışırdı.

"Hep böyle ağlar mısın sen?" Peyami kıza bu soruyu sorduğunda zihnimde bin şimşek aynı anda çarptı. Bana bir anıyı hatırlatıyordu. Daha önce yaşandığını çoktan unuttuğum ve bilinç altımın en derinlerine gönderdiğim bir anıyı.

“Sen hep böyle ağlar mısın,” diyordu sahibini hatırlayamadığım bir ses.

Kaşlarımı çatarak bana soru soran kişiye bakmaya çalıştım. Ama tam arkasında olduğum için göremedim. Dikiz aynasından arkasında yani bana bakıyordu. Bakışı çok uzun sürmedi. Çantaya sarılmayı bırakıp yanıma koydum. Ve başımı yasladığım bacaklarımı da indirerek elimden geldiğinde güçlü durmaya çalıştım.

Gözlerini hatırladım o kişinin. Kıza yönelttiği sorunun cevabını bekleyen Peyami'ye baktığımda o gözler sahibini buldu. Dikiz aynasından baktığım gözler okyanus mavisiydi. Okyanus misali bakanı içerisinde boğan türdendi.

Ben sezgilerimde yanılmamıştım. Daha önce ben Peyami ile karşılaşmıştım. Tanışıyorduk. İçimdeki dejavu hissi doğruydu. İçime doğan onunla alakalı olan tüm hisler doğruydu. Tek sorun anıyı hatırlasam da nerede ve ne zaman gerçekleştiğini hatırlamıyor oluşumdu.

Bir arabanın içindeydik. Onu hatırlıyorum. Orası kesin. Arabayı süren kişi oydu. Ben arkadaydım ve bir sebepten ötürü ağlıyordum. Lisede kullandığım sırt çantam vardı.

Ben her okul sürecimde belli başlı eşyalar kullanırdım. Ortaokulun tamamında köyü pembe ve Adidas marka bir çanta kullanmıştım mesela. Üniversitede üçten fazla kol çantam vardı. İlkokulda da Winx'li sarı çantam vardı. Lisedeyken ise hatırladığım anıda gördüğüm siyah çantam.

Peyami ve diğerleri konuşurken ben onlardan farklı bir boyuta geçmiştim sanki. Sesleri kulakalrımda uğuldarken benim tek odağım Peyami'ydi.

Kendimle alakalı pek çok detayı hatırlarken nasıl bir arabanın içinde olduğumu ve Peyami ile ilgili hiçbir şeyi hatırlayamıyordum.

Kış ayındaydık bu anıda sanırım. Üzerimde kalın kıyafetler vardı. Neden ağlıyordum acaba? Ben ağlamazdım ki? Hele tanımadığım bir adamın yanında hiç ağlayamazdım. Huyum değildi. Tanıdık yabancıya bakarken daha fazla şey hatırlamaya çalıştım. Zihnimi sonuna kadar zorladım. Ama hiçbir şey gelmiyordu. Gözlerim en çok gözlerinde oyalandı. Ona baktığımı biliyordu. O yüzden ara ara gözleri bana değiyor ve neden ona bu şekilde baktığımı anlamaya çalışıyordu.

Birisinin bana seslendiğini duydum ama ses çok uzaktan geliyordu. Bana seslenmeye devam etti artık kim sesleniyorsa. En sonunda ise birisinin beni sol taraftan sarstığını hissedince kendime geldim.

"Buket!"

"Hı?"

Bu tepkime birkaç kişinin güldüğünü işitirken sanki suda boğulurken birisi beni sudan çıkartmış gibi ani bir farkındalıkla kendime geldim. Derin nefesler alarak etrafıma baktım. Neden bilmiyorum ama herkes beni izliyordu.

"Buket, Peyami bey bir soru sordu. Hepimiz bu soruyu sırasıyla cevapladık. Sıra sende." Zeynep'in dediklerini duydum ama ilk seferde anlamadım.

"Sanırım Peyami beyin bir hayranı var. Bunca zaman onu izlemeye o kadar dalmıştı ki kimseyi fark etmedi." Sesin sahibi tanımadığım otuzlu yaşlarında görünen bir adamdı. Onu boşverdim. Bana her laf atana cevap verecek olsaydım konuşacak mecalim kalmazdı.

"Ne sordu Zeynep?"

"İsmimizi, yaşımızı falan. Cevapla işte." Babamızın yaptığı işi de sormamış mıydı? İlk okula tekrardan başlamışım gibi hissettim. Birkaç kez boğazımı temizledikten sonra konuştum. "Ben Buket A-" lafımı tamamlamadan yaptığım hatayı fark etmiştim. Zeynep de benimle fark etmiş olacak ki onun tarafındaki kolumun cimdiklenmesiyle sözümü "aaahhh," diye bitirmek zorunda kaldım.

Nuri bey beni bağırtan kişinin Zeynel olduğunu görmemiş olacak ki öne geldi. "Bir şey mi oldu Buket hanım?" Etrafı incelediğimde Zeynep’in kollarımızın olduğu tarafa yığdığı çantalardan dolayı kimsenin az önce durumu fark etmediğini anladım. Kolumu ovuştururken sorun yok anlamında elimi salladım. "Sorun yok. Sadece uzun bir süredir aynı pozisyonda kaldığımdan kolum uyuşmuş. Bir anda hareket edince ağrıdı," diyerek durumu toparlamaya çalıştım.

Kimse şüphelenmiş gibi görünmezken Peyami'nin tam da çanta yığınına baktığını görünce sebepsizce gerildim. "Ben Buket Turanoğlu. 23 yaşındayım." Sadece bunları dememi istemişlerdi. "Böyle işte," diyerek tamamladım. Ne diyeceğimi de bilememiştim ki.

Sıra diğerlerine geldiğinde geri kalanlar da isimleri söylemişlerdi. İşim hafızam çok iyi değildi. Muhtemelen öğrensem bile unuturdum ama zamanla isimlerini öğreneceğimi umuyordum. O yüzden sorun etmedim ve Peyami ile ilgili olan anımı deşmeye çalıştım. Tanışma faslı bittiğinde herkese koridorda Alper'in bana anlattığı terapist konularını anlatıyorlardı.

Bu kısımda dikkatimi anılardan uzaklaştırarak onları dinledim. Çünkü hiçbir şeyi yanlış anlamış olmayı istemiyordum. Bildiğim şeyleri anlattıklarında Zeynep araya girdi. Öğrenci misali elini kaldırıp söz hakkı istemişti. Peyami de ona bu hakkı vermişti.

"Haber başlığında bir yıllık üyelik 100 bin yazıyordu yanlış değilsem. Nasıl oldu da yarım dönem 150 bin oldu? Çok ayrı bir zamn yapmışsınız." Suçlayıcı bakışları müdüre çevrilmişti. Kimse ilgilenmemişti bu soruyla. Verdikleri paralar umurlarında değildi. Ben de o kadar para kazanıyor olsam herhalde umursamazdım. Buraya harcadıkları para onlar için çerez parası olmalıydı.

Onlar umursamasa da umursayan birisi vardı. Peyami de dikkatle müdür inceliyordu. Adam ise ne diyeceğini bilemeden Zeynep'e bakmaya devam ediyordu. O konuşmayınca en son Peyami konuştu. "Bir yanlışlık olmuş Zeynep hanım. O gördüğünün birkaç yıl öncesinin ilanıydı. Haberi yapacak olan personelimiz hangi başlığı koyacağını şaşırmış."

Peyami bunları kendinden emin bir ifadeyle söylerken Nuri beyin ifadesi tam tersti. Şaşırmış gibiydi ama ayak uydurdu.

Bu konuşmanın bitişinde ise bizi serbest bıraktılar. Serbest bıraktılar derken hâlâ salondaydık ama artık yuvarlağın içinde değil de benim daha odaya ilk girişimde dikkatimi çeken atıştırmalıkların olduğu masalardan birisindeydik. Zeynep buradakilerin dedikodusunu yapmak için çaresizce bana bakarken onu görmezden gelip dört masa ötemde tek başına dikilen adama ilerledim.

Zeynep beni durdurmak için uzansa da hızla ellerinden kurtuldum ve uzun adımlarla telefonuna bakan adamın dibinde bittim.

"Peyami!"

Telefonunu hızla kapatırken aynı hızla bakışlarını bana çevirdi. Bıkkınca bakıyordu. Benden sıkıldığını anlamıştım. Bu bir psikoloğun hastasına karşı takınacağı türden bir tavır mıydı?

"Efendim."

"Nasılsın?"

"İyiyim. Sen nasılsın?"

"Ben de iyiyim."

Konuşmamız daha burada, en baştan devam etmemek için direnmişti. Onun bana karşı takındığı sert tavrı yüzünden sohbet edemiyorduk. Gerçi sadece bana karşı değil herkese karşı mesafeliydi.

"Peyami daha önce farklı bir meslek yaptığın oldu mu?" Bıkkın bakışlarında bir kıvılcım belirdi. Gözlerinde daha önce bana baktığında gördüğüm ifade büyümüştü. Şüphe vardı irislerinde ve gözle görülür, elle tutulur cinstendi.

"Neden sordun?"

"Seni darlıyor gibi olabilirim ama az önce şu yuvarlağın orada konuşurken bir anı hatırladığıma yemin edebilirim. Sen vardın ben vardım. Bir arabanın içindeydik. Sen arabayı sürüyordum ve dikiz aynasından bana baktın. Gözler sana aiti." Şüphe yerini başka bir duyguya kaptırdı. Telaştı ama bu duyguyu nedense karşımdaki adama yakıştıramadım.

"Gözlerin sahibini gördünüz mi o anıda?"

"Hayır. Onun tam arkasındaydım. Dikiz aynasından görebildim anca."

"O zaman o kişinin ben olduğumdan nasıl emin olabilirsin?"

"His. Hissediyorum."

"Siz hep hislerinizle mi hareket edersiniz?" Sinirlenmişti ama sakin de kalmaya çalışıyordu. 

"Çoğunlukla."

"O zaman size bir tavsiye. Etmeyin. Hislerinizle değil beyninizle hareket edin." Bana hakaret etmişti. En azından ben öyle algılamıştım. Bir psikolog ne zamandan beri hastasına hakaret ediyordu? "Bana hakaret mi ettiniz siz?"

"Hayır. Sadece bir tavsiye verdim. Hakaret olarak algıladıysanız kusura bakmayın." Özür dilememişti. Sadece kusura bakma demişti. Ona sinirle baktım. Yüzünde bulunan ifade Bana başka şeyleri de çarpıştırıyordu. İçinde bulunduğumuz araba gibi. Onunla konuşmak hatıralarımı cablandırıyordu. Evet, evet içinde bulunduğumuz araba askeri araçtı.

Jip gibi bir aracın içindeydik ve abilerim yüzünden o kadar çok bu arabalara binmiştim ki içinin detayını kendi arabam gibi bilirdim. O zaman Peyami askeri bir araç sürüyordu. "Bir dakika," diye yükseldiğimde yan masadaki tanımadığım kisilerim bize bakmasına sebep oldum. Onların bize bakması onu germişti.

"Askerliğini nerede yaptın sen?" Mavi harelerinin karardığına ve artık okyanus değil de gece mavisine döndüğüne emindim. Gözleri koyulaşmıştı. "Kastamonu. Askerliğimi Kastamonuda yaptım."

Hayatımda daha önce hiç oraya gitmemiştim. Gitmeyi geç hangi bölgede olduğunu da bilmiyordum. İç Anadolu olabilir miydi acaba? "Niye sordun?"

"Hiç. Sanki hatırladığım anıda bir askeri aracın içindeydik."

"Askeri araç olduğundan nasıl emin olabiliyorsun?"

"Abim asker. Onun sayesinde biliyorum." Uy, bunu dememem gerekiyordu. Buket Ayaz'ın 2 abisi vardı ama Buket Turanoğlu'nun ablası vardı. Her hastasını araştırdığını söylemişti değil mi? O zaman biliyordu benim kaç kardeşim olduğunu. "Abiniz yok sanıyordum."

"Yok zaten. İki ablam var. Kuzenlerimize de abi deriz bizim oralarda. Alışkanlık olmuş." Toparladığımı düşündüğümde Peyami'nin şüpheli bakışları yüzünden kendimden emin olamadım. "Neyse benim abimi boşverelim. Zaten o anıdakinin sen olduğundan da emin olamam. Kötü bir başlangıç yaptık zaten daha da kötüye gitmesin."

Kendimce yaptığım dağınıklığı toplamaya çalıştım. Başarılı olmuştum da çünkü bana olan bakışları yumusamıştı. "Siz de gayet fit duruyorsunuz Peyami bey. Psikologların da böyle kaslı olduğunu bilmezdim."

"Her gün spor yapıyorum."

"Güzel güzel. Ben spor yapmıyorum." Mükemmel bir sohbet geliştiriyordum doğrusu. Elim eline gittiğinde işaret parmağımbaş parmağının orada dairler çizdi. Az önceki abi meselesi kapansın da bana karşı daha sert olsun diye onunla flört ediyor gibi yapacaktım. Kimse hastasıyla ilişki yaşamazdı. Sonuçta etik değildi. Bir ellerimize bir bana baktı.

"Kaç yaşındasın sen," diye sordum haddim olmadan. Aramızdaki ilişki resmi olduğu için uygun değildi. Sürekli konuşmamdan rahatsız olduğunu belli etse de cevapladı. "Senin için fazla büyüğüm."

"En fazla kaç olabilirsin ki?" Genç görünüyordu. Benden birkaç yaş büyük olduğunu kanısına çoktan varmıştım.

"Sen 23 yaşındasın bense 30. Benimle flört etme. Abin yaşındayım." Ney? 30 mu? Birkaç yaş değil toplamda yedi yaş vardı aramızda. Yedi yaş. Üç yaş daha eklesen oluyordu on. Bu kadar bebeksi bir yüze sahip olduğu için yanılmıştım. Ağzım "o" şeklini aldığında sabah otoparkta oluşan aynı gülümsemeyi takınmıştı. Abin kısmını da bastırarak söylediği tabi ki de gözümden kaçmamıştı.

Elimle koluna birkaç defa vurduktan sonra "Neyse Tayfun bu kadar samimiyet yeter," diye yanından ayrıldım. Sırıtışı büyümüştü.

Zeynep'in yanına döndüğümde az önceki konuşmanın gerginliğini ve şaşkınlığını hâlâ üzerimden atamamıştım. Nasıl 30 yaşında olabilirdi ki? Koreli aktör falan da değildi ki.

"Ne oldu?" Zeynep'ten gelen soruya birkaç saniye cevap vermedim sonraysa uygunsuz sayılabilecek şekilde parmakla az önceki beyefendiyi gösterdim. "Peyami var ya hani,"

"Ne olmuş ona?"

"30 yaşındaymış."

"Oha!" Yine çevredeki masadakiler bize dönmüştü. Gittiğim yerde dikkatsizce tüm dikkatleri üzerime çekmiştim. Zeynep'in dediği gibi aptaldım ve bu da cazibemin bir parçasıydı.

Bu konu hakkında bir süre daha şaşkınlık boyutumuzu karşılaştırdıktan sonra ona hatırladığım anıyı ve daha önceden yaşadığım dejavu hissini, Peyami ile olan konuşmalarımızı anlattım.

"Emin misin onunla geçmişte bir şekilde tanıştığına?"

"Yemin edebilirim ama kanıtlayamıyorum."

"Kanıtlama zaten." Aksice beni azarladığında bu tavrına anlam vermedim. "Niye ki?"

"Salak geçmişte tanışmışsanız ve bu adam seni hatırlarsa tüm yalanlarımız ortaya çıkar. Bunu mu istiyorsun?" Ben asla bu açıdan düşünmemiştim.

"Dua et Buket seni hatırlamıyor ve hatırlama konusunda inatçı. Yoksa tüm oyunlarımız, söylediğimiz yalanlar boşa çıkar." Doğruyu söylüyordu ve ben bunca zaman sürekli yanına giderek ona hatırlatmaya çalışmıştım.

Ama nasıl emin olabilirim ki hatırladığım anıdakinin o olduğuna? Belki de değildi. Hatta belki o gördüğüm gerçek bir anı bile değildi. Emin olamazdım. Ben olayları büyütmüş ve kendi yazdığım senaryoya inanmış olabilirim. Bu düşünceye tutundum.

İçimi saran merak duygusu ağır basıyordu. Araştırmak istiyordum ama bu benim sonum olabilirdi. Kafam karmakarışık oldu. Kendi kendimi boşuna gaza da getirmiş olabilirdim. Kulaklarımdan duman çıktığına da emindim.

Zeynep bir sürü kişi ile tanısmıştı ve beni de onlarla tanıştırmaya çalışmıştı. Ben onlarla tanışsam da konuşmalara dahil olmamış hatta çoğunun ismini dahi unutmuştum. Kafam allak bullak olmuştu.

Bir süre sonra Peyami'nin yanında Alper ile salonu terk ettiğini gördüm. Onu takip etmek istedim. İçimde böyle bir his vardı. Takip et diyordu. Ama ne demişti Peyami, beynini kullan hislerine güvenme.

Doğru diyordu. Bu noktadan sonra hislerime güvenmem benim oyunumu ortaya çıkarırdı.

Onu takip etme, onu takip etme!

Onu takip etmeye karar verdim. Hızlı adımlarla peşinden çıktığımda arkadan bana seslenen Zeynep'i görmezden geldim. Özür dilerim Zeynep. Ama içimdeki seslere kulaklarımı tıkayamıyorum. Zaten tıkayabilseydim şimdi burada olmazdım.

Peyami otoparka doğru değil benim can düşmanım olan merdivenlerin olduğu kısma geçmişti. Ne olacak ki gitsem? O kadar da beceriksiz değilim. Bir kere düşerim, anlarım. İkinciye düşmem ama. Ben o kadar da sakar bir insan değilim. 

Dışarı geçtiğimde onu merdivenlerin bitiminde Alper ile konuşurken buldum ve hızla dış kapıya doğru ilerliyorlardı. Onu durdurmam gerektiğini hissettim.

"Peyami!" İsmini seslendiğimde ikisi de bana dönmüştü ve ben sorunsuzca basamakları inmeye başlamıştım. O kadar da sakar değilim demiştim. 

Öyleymişim. Hem beceriksiz hem de sakarmışım. Daha ilk basamağa ulaştığımda ayağım kaymıştı. 25 basamaktan aşağı yuvarlanacaktım. Yine ilk seferki gibi o anda ağır çekimde ilerlemişti. Ayağım havalandığında belim arkaya düşüyordu. Ha, iyi en azından popomun üzerine düşecektim.

Hava yağmurluydu. Yerler de ıslaktı. Arka tarafım çamur olup ıslanacaktı. Ama 25 basamak yuvarlanmaktan iyi bir tercihti orası ayrı. Artık başım havaya bakıyordu ve yüzüme birkaç damlanın düştüğünü hissettim.

"Buket hanım!" Alper'in sesi kulaklarımı işgal ettiğimde ben çoktan kendimden geçmiştim. Ta ki birisi benim kollarımdan tutarak hem popomun hem de başımın yere değmesini önleyene kadar.

Gözlerimi yine kapamıştım. Baktım ki vücudum hâlâ havada yavaşça gözlerimi açtım. Karşımda gözlüklü orta yaşlı bir adam görmeyi beklemiyordum tabi. "İyi misiniz hanım efendi?"

Bu adamla daha önce karşılaşmamıştı.. Ben hala gözlerimi kırlıştırırken beni yavaşça kaldırdı. Hiçbir yerim merdivene değmesin diye garip bir pozisyondaydım. Kolları benim kollarımı sarmıştı ve beni yavaşça kaldırdı.

Ayaklarım tam anlamıyla yere buluşup da güvenli bir pozisyona gelince uzanan merdivenlere baktım. Peyami ve Alper merdivenleri yarılamışlardı. Beni tutmak için atılmıştır diye tahmin ettim.

Onlardan bakışlarımı çekip beni kurtaran kişiye baktım. Üzerinde takım elbise vardı. Gözlerinde ise gözlük. Yağmur damlaları tarafından ıslanmıştı. Eline alıp ceketine sildi. Siyah saçlıydı ve boyuyor olsa gerek bir tutam beyazı yoktu. Esmerdi ve bu ona çok yakışmıştı.

Uzun boyluydu. Bir seksen beşten fazlaydı ama hafif cılız gözükmüştü gözüme. Sebebi belki de takımının bol oluşundandı. Ona baktığımda eğer yüzündeki kırışıklıklar olmasa yaşını tahmin edemeyeceğini düşündüm.

"Teşekkür ederim."

Sesimi duyduğunda gülümsedi. "Rica ederim."

"Aslında o kadar sakar değilimdir ama."

"Sorun değil. Çok dik bir merdiven. Ayrıca yağmur yüzünden kayganlaşmış olabilir normal." O beni temenni etmeye kalkarken gülümsemem büyüdü. Çok tatlıydı. Konuşması tane tane olduğu için sevimliliğinin yanında karizması da vardı.

Elimi ona uzattım. "Tanışmadık sanırım. Ben Buket Turanoğlu." Uzattığım elimi sıktı. "Ben de Harun Ateş. Tanıştığımıza memnun oldum."

Ay bölüm sonuuu

Sizce bölüm nasıldı? Yeni karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz? Fikirlerinizi belirtirseniz sevinirim.

İnstagram= @/thisisesra7

Continue Reading

You'll Also Like

879 163 7
"Canın acıyor mu?" Dedi bana elimi tutarken. Yüzüne baktım usulca. "Kalbim daha çok acıyor Arel." Gözlerime baktı, beni kendine doğru çekip sıkıca sa...
ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

167K 10.1K 55
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
7.1K 1.2K 21
ruhumun ikiziymiş bu tuttuğum ellerinin iziymiş hoşçakal sevgilim sen gittin ama arkanda kocaman bir enkaz bıraktın
420 66 9
Zümrüt gözlü kadın hayata gözlerini yumduğu an sevdiği adamın da gözleri siyaha boyandı. Adamın siyahlara büründüğü gün zümrüt gözlü kadının intikam...