Gri Asker

By oercvnm

8.8K 466 144

(Bölümler uzundur.) Yıllar önce öldü diye gösterilen ve karanlık bir odada renklerin ne olduğunu bilmeden, ış... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm

12. Bölüm

243 17 5
By oercvnm

"Silerim yaşımı, siler ismimi şehir..."

-Sertab Erener

~

İlahi bakış açısı;

Kuzey’in vurulduğu gün, hastanede;

Pınar kendini bir oraya bir buraya atıyor, başında duran Ahsen onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Pınar içinin yandığını hissediyordu. Kuzey geri dönmeyecekti. Ölecekti. Kalbinden vurulan biri nasıl kurtulabilirdi ki?

Doktor çıktı. Pınar direkt oraya dönmüştü. Umut yoktu. Umut yoktu ama o yine de umut arıyordu. "Ne, ne oldu? İyi mi? İyi mi? Bir şey diyin nolursunuz..." Doktor en hüzünlü bakışlarını attı. Pınar işte o an anlamıştı.

Küçücük bir kurşun Kuzey’in hayatını almış, Pınar’ın ruhunu çalmıştı.

"Başınız sağolsun Pınar hanım..." Gözlerinden yaşlar akıyor, titremesini durduramıyordu Pınar. "Getirin! Getirin Kuzey’i getirin bana! Canımı getirin!" Doktora döndü bir an. Titreyen ellerini doktorun yakasına koydu. "İyileşicekti o! Tedavi oluyordu!  Yalan söylüyorsun ölmedi o!" Ahsen Pınar’ı daha fazla tutamayıp, Göktuğ’ya onu tutması için işaret vermişti.

Göktuğ tarafından tutulan Pınar hareketlerinin kısıtlanmasıyla daha da hırçınlanmıştı. Karanlıktı. Her yer karanlıktı. Karanlığın içinde ona ışık olan o küçük noktada yoktu artık.

Pınar’a sakinleştirici yapmışlardı zorla. Biraz olsun sakinleşmişti. Ahsen de o sırada doktor ile konuşmuştu. Doktorun Pınar’dan istiyeceği şeyi nasıl söyleyeceğini bilemedi Ahsen. Bir şekilde ona bunu anlatması gerekiyordu.

"Pınar, biliyorum hiç halin yok. İyi değilsin ama bir konuda konuşmam lazım. Kuzey’in tek akrabası sen olduğun için bu izini senden almaları gerekiyor." Boş boş bakıyordu Pınar Ahsen’e. Bu boş bakışlar sakinleştirici yüzünden miydi, yoksa kaybedilenlerin acısı yüzünden miydi? Kimse bilemedi.

Ahsen boğazını temizledi. Pınar’ı çok az tanıyordu. Ne tepki vereceğini kestiremiyordu. Çok dikkatli bir şekilde davranması lazımdı Ahsen’in. Yarasını deşmemesi lazımdı. " Eğer iznin olursa, Kuzey’in organları başkalarına can olacak. Vücudunda olan zehir tamamiyle temizlenmiş"

Pınar kırmızı gözleriyle öylece baktı Ahsen’e. Ahsen ise sadece bekledi. Ne cevap vereceğini bekledi. Ters bir tepki verecek gibi değildi. Beklediği gibi de oldu. Ters bir tepkiye maruz kalmamıştı.

"Olsun, ölü bedeni başkalarına can suyu olsun Ahsen."

~

Şimdi ki zaman;

Pınar evde olan herkesi göndermiş, yanlız başına kalmıştı. Elinde sevdiği adamın ona bıraktığı ahşap kutu, karşısında iki büyük boy valiz, masanın üzerinde bir gitar, bir de keman kutusu vardı.

Pınar bu evden ayrılmadan önce bu kutunun içindekileri okumak istiyordu. Kuzey’in hayatını gerçekten bilmek istiyordu. Kapalı bir kutunun içinde sakladığı şeyleri öğrenmek istiyordu. Onu yoran, boğan şeylerdi çünkü bunlar.

Neden kaçıyordu Kuzey? Bunu bilmek istiyordu. Kutunun kapağını yavaşça kaldırdı. İçerisinde olan bir şey gözünü almıştı. Ne olduğunu merak etti Pınar. Kutuyu tamamen açtığında kağıtların üzerinde duran bir kolye gördü. Kolyenin ucunda parıl parıl parlayan bir melek vardı.

Melek taşlarla süslüydü. Bu yüzden çok fazla parlıyordu. Kolyenin altında ki bütün kağıtlar siyahtı. Sadece bir kağıt beyazdı. İlk önce beyaz kağıda uzandı eli. Kolyeyi avucunun içinde sıkı sıkı tuttu.

Sevgilim, umudum, cennete ki en güzel köşem. Sen bunu okuyorsan eğer bedenim çoktan toprağa karışmış vaziyettedir. Sakın ağlama ama, ruhum hala senin yanında, küçük cennetim. Hediyemi aldın mı? Nasıl? Beğenmezsen kolyeyi benim mezarıma göm. Annemin kolyesiydi. Babam bu kolyeyi ikisi beraber şehit düşmeden saniyeler önce takmış boynuna. Nereden bildiğimi sorgulama. Pamuk kadınıma git. İlk önce onun yanına git. Ona öldüğümü söyle, tatlı bir dil kullan. Ha birde, üzülme olur mu? Hayatına devam et. Sev, sevil, yeniden aşık ol. Çocukların olsun boy boy. Bir kızın olursa ismini Melek koy, olur mu?

Seni seviyorum.
Kuzey Ekin Balaban (Lev)

Gözünden bir kaç damla yaş aktı Pınar’ın. Zaten şu sıralar gözleri bir şelaleden farksızdı. Bir ürperti hissetti sonra boynunda. Bir şimşek çatı dışarıda.

Takmalı mıydı bu kolyeyi? Çok fazla düşünmedi Pınar. Kendinin ve Kuzey’in alyansını da geçirdi kolyeye. Bir de evlenme teklifi aldığı yüzüğü koydu yanlarına.

Daha sonra ise kolayca boynuna taktı kolyeyi. Tişörtünün içine attı. Hava buz gibiydi ama onun içi yanıyordu. Pınar elini başka bir kağıda değdirdi. Hemen eline aldı kağıdı.

Ah benim Pera’m. Hiç bir şeyden haberi olmayan masum bebeğim. Seni tanıyalı daha sekiz ay oldu biliyor musun? Bunu neden yazıyorum, neden yazma ihtiyacı duydum bilmiyorum. Anlatacak kimsem yok, belki ondandır. Seni ilk gördüğüm an daha önceden kalbimde zaten varmışsın gibi hissettim. Bugün tam sekiz ay oldu buraya geleli. İlerde ne olur, sana açılır mıyım, şehit mi düşerim, yoksa yaşar mıyım? Hiç bir fikrim yok. Tek bildiğim şey eğer sana açılamasam bile her zaman seni kalbimde hissedeceğim. Sana üzülüyorum Pera. Buradan alıp götürmek istiyorum. Gördüğün işkencelerin acılarını bende çekiyorum. Aşk bu mu? Ben aşkı bilmiyorum Pera. Yarını belli olmayan bir adamla yaşamak ister misin? Onu kalbine almak ister misin...? Onu da bilmiyorum. Tek bildiğim şey sen beni istemesende, ben seni istiyorum. Bir gün buradan beraber çıkacağız, inanıyorum buna. Alex denilen o şerefsizi beraber yıkacağız. Bu sana yazdığım ilk şey, belki de son. Seni seviyorum, bir gün beraber olmamız dileğiyle.

Lev (Ekin Balaban)

Dili tutulmuştu Pınar’ın. Kuzey asla hislerini belli etmemişti. Pınar ona yavaş yavaş aşık olmuş, Kuzey ondan sonra açılmıştı. Tabi ordakiler Kuzey ve Pınar değildi, ordakiler Lev ve Pera’ydı.

Lev ve Pera hep eğlenir, gülerdi. Beraber vakit geçirirler, şakalaşırlar, aşkı yaşarlardı. Kuzey ve Pınar ise sadece acıdan ibaretti. Bolca acı ve hüzün. Sadece bunlar vardı.

Kapı çaldı o sıra. Pınar bir an boş boş koridora baktı. Elinde ki eşyaları hızlıca kutunun içerisine doluşturdu ve kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açtığında karşısında Ahsen, Efe ve Uraz üçlüsünü kesinlikle beklemiyordu. Beklediği daha çok Pamir idi.

Ahsen’in bembeyaz olan suratı onu çok tedirgin etmişti. Pınar tek kelime etmedi, Ahsen ve Efe de de çıt yoktu. Uraz böyle bir sessizliğe alışkın değildi.

Hepsi salona geçti, ne olduğunu idrak etmeye çalıştı Pınar. Lakin kafasında sadece tek bir ses vardı. Kuzey’in sesi.

Kağıtlardan sanki onun sesini duymuştu. Kafayı yemek üzereydi. Delirmek üzereydi. Her şeye alışmıştı, bastırmıştı. Onun yokluğunu bastırabilecek miydi?

Ahsen oturduğu yerin yanına, koltuğa iki kere vurdu. Pınar ne demeye çalıştığını anlamıştı. Hemencecik sinmişti Ahsen’in yanına. Ahsen etrafa bakındı. Pınar’ı burada tutacak bir şey kalmamıştı artık. Peki ya söyleyeceği şeyler bunu değiştirir miydi?

"Pınar, önce al bunu." Eline bir künye bırakıldı Pınar’ın. Gözlerinin içi titredi. Bunun ne olduğunu biliyordu. En azından tahmin edebiliyordu.

"Kuzey’in kalbinden çıkan kurşun bu, böyle bir şey yaptırdım. Sen bununla yaşayacaksın, yaşamak zorundasın. Onu unutma olur mu? Onu hep yaşat." Kuzey’in künyesiydi bu. Ancak künyeye ek bir de yamulmuş bir kurşun vardı. Ahsen verdiği künyeyi geri aldı ve Pınar’ın boynundan geçirdi.

"Diğerleri...?" Ahsen şaşkınlıkla Pınar’ın boynuna bakıyordu. "Kuzey’in hediyesi kolye, kutudan çıktı. Diğerleri de yüzüklerimiz." Ahsen başını salladı. Arkadaşının bu haline üzülsede ona bu acıyı aşılamak zorundaydı.

"Daha sonrasında Pınar," Genç kadın en kötü şekilde baktı Ahsen’e. Bu görüntü her geçen gün Ahsen’in kalbini acıtıyordu. Babasını avuttuğu zamanlar onunda gözleri böyle umutsuz, bitik ve yorgundu.

"Pınar, şey... DNA testinin sonuçları geldi bana ve..." Duraksadı Ahsen. Böyle bir şey böyle yaralı bir kadına nasıl söylenebilirdi? Ya kanki senin dad kimliğe yanlış yazılmış, kusura bakma bizde bunu bir yirmi sekiz, hatta yirmi dokuz yıl falan geç öğrendik. Sorun yok değil mi?

Ahsen kafasında ki saçma düşünceyi bir kenara bırakıp yorgun, bir o kadar meraklı gözlerle onu izleyen kadına döndü. "Baban," İşte şimdi içinde ki merak büyümüştü Pınar’ın.

"Baban Tuğrul Karacahan değil, Alex Smirnov. DNA test sonuçları bize bunu veriyor."

~

Geçmiş ama geçmemiş,

Genç kız aynada kendine bakıyordu. Üzerinde Alex’in isteği üzerine giydiği siyah tuluma bakıyordu. Askılıydı ve abiye tarzı bir tulumdu. Ne kadar bu adamı sevmese de modadan iyi anladığını düşünüyordu.

Kapının kilidi açıldı. İçeri Alex girmişti. Genç kız irkilmişti, arkasını dönüp siyah gömlek ve siyah kumaş pantolon giyen adama baktı. Siyah... Ona yakışıyordu.

"Babacığım, ne kadar da güzel olmuşsun sen öyle." Alex yüzünde ki gülümsemeyle kızına yaklaştı. On beş yaşında ki genç kız kendini biraz geri çekti.

Onun bu yaptığı hareket Alex’i üzsede yanına daha fazla yaklaşmadı. Kendini  bir kaç adım geri çekti. Alex bu kızı her konu da haklı buluyordu fakat kendine de engel olamıyordu. İçinde başka bir kişilik vardı sanki.

"Teşekkür ederim baba." Alex daha geniş gülümsedi. Büyüdükçe yüz hatları Alex’e daha da benziyordu. Annesini andıran o çehresi yavaş yavaş babasını andırıyor, bu da onu daha mutlu hissettiriyordu.

Kızı en yakınları tarafından yara almıştı, bu sayede ilerde dandik insanlardan aldığı dandik yaralar onu etkilemeyecekti. Alex bu yüzden bu kadar kötü davranıyordu kızına. Kızının bir taş gibi sert olmasını istiyordu. Bu yaptığı uygulamanın onda nasıl bir etki bırakıcağına dair hiç bir fikri yoktu, tek bildiği kızının ilerde bir erkeğe boyun eğmeyeceğiydi.

Babaannesi gibi, bir erkeğe, başkaları için boyun eğmeyecekti.

"Sarılalım mı? Buna ihtiyacım var Моя красота (güzelim)." Pera ilk önce bir kaç saniye bekledi. Daha sonrasında ise karşısında ki adama sıkı sıkı sarılmıştı. Bu adam hem cehennemdi, hem de Pera’nın tek sığınağı. Kendi babası bile çok sık gidip gelmiyordu artık yanına.

"Однажды ты поймешь меня правильно. В тот день это действительно будем мы, мое дыхание (Bir gün beni haklı bulacaksın. İşte o gün gerçekten biz olacağız nefesim)."

Pera içten içe gülümsedi. Bu adama güvenmek istiyordu ama her geçen gün ona karşı güveni daha da kırılıyordu. Alex’i sevmek istiyor, gerçekten bir aile olmak istiyordu. Alex’in yaptıkları ise buna tamamen engel oluyordu. Her geçen gün sanki kızı kendinden uzaklaştırmak için elinden gelen şeyi yapıyordu.

тебя люблю papa (Seni seviyorum baba)." Alex gülümsedi ve kolları arasında ki kızın saçlarına öpücükler kondurdu. "надеюсь, ты красивая (Umarım güzelim)."

Pera ve Alex’in beraber geçirdiği çok güzel anılar vardı. Belki de hiç bir baba kızıyla bu şekilde güzel vakitler geçirmemişti. Alex Pera’ya iyiyi de, kötüyü de yaşatmıştı.

Ama kural şuydu, üç yanlış bir doğruyu götürür.

Pınar bu kurala uyarak tüm doğruları unutmaya çalışmıştı. Hafızasının en derinlerine götürmüştü bu doğruları. Bütün bu anılar, zamanı gelince açılmayı bekliyordu.

~

Pınar bakış açısı;

Şimdi ki zaman;

Bir okyanus vardı önümde, altımda ise bir gemi. O geminin içinde benim için değerli olan herkes vardı. Benim o gemiyi batırmadan, alabora etmeden götürmem gerekiyordu. Eğer alabora olursa herkesi kaybederdim.

Nasıl olacaktı peki? Bunca aksilik varken nasıl alabora etmeden götürebilirdim ben o gemiyi?

Çıkmaz sokakların hepsine girmiştim. Doğru çıkışı bir türlü bulamıyordum. Belki de doğru çıkışı çoktan kaybetmiştim.

Kulaklarım içinde hala Ahsen’in sesi yankılanıyordu. Tuğrul Karacahan benim babam değildi.

Tuğrul Karacahan, yıllarca bir kız çocuğu uğruna karısını ve diğer çocuklarını bırakan o adam, benim babam değildi...

Alex Smirnov. Yıllarca iyiysiyle ama en çok kötüsüyle bana bakan adam, hayatımı mahveden, beni dört duvar arasında yaşamaya mahkum eden o adam benim babamdı.

"Ama ben seviyordum onu... O yüzden mi uzaklaştı babam benden. O yüzden mi benimle konuşmaz hale geldi." Ahsen yüzüme üzgün bir ifadeyle baktı.

Yıllarını bir hiç için harcamıştı Tuğrul Karacahan. Çocuklarıyla geçirebileceği zamanı kendi kızı zannettiği o minik kız çocuğunun peşinde geçirmişti.

"Ne yapacağım Ahsen ben? Ahsen ben ne yapacağım? Yardım edin nolur canım çok yanıyor..." Nefes alamıyordum. Aldığım nefes bana yetmiyordu sanki. Bu gri duvarlar üzerime üzerime geliyordu.

"Sakin ol, sakin ol. Söz veriyorum her şey yoluna girecek." Ahsen sıkı sıkı sarılmıştı bana. Ben kendimi o an güvende hissettim. Kollarımı sardım ona. "Ahsen ben dayanamıyorum, dayanamıyorum..." Gözlerim kapının orada duran Efe ve yanında ismini bilmediğim çocuğa ilişti.

Bana acıyarak bakıyorlardı.

Bu acıma bakışlarını sürekli görmekten sıkılmıştım. Ben acınacak bir kadın değildim. Ben güçlü bir kadındım. İnsanların acıma bakışlarına veya yardımlarına ihtiyaç duymamam gerekiyordu. Alex beni böyle yetiştirmeye çalışmıştı.

Rusya da geçirdiği süre boyunca böyleydim. Türkiye de ise dünyanın en güçsüz kadını gibi hissetmiştim kendimi. Ben bu değildim.

Ahsen’den ayrıldım. Tüm hayatımı ağlayarak geçiremezdim. Artık ne gerekiyorsa onu yapacaktım. Göz yaşlarımı sildim ve nefesimi düzene soktum. Acıyı kendi içimde bastıracaktım.

"Ne olacak şimdi?" Ahsen soluklandı bu sefer. Oda yorgundu. Belki o değil içinde ki o küçük çocuk yorgundu.

"Alex senin baban Pınar. Tuğrul komutana kızını dört yıl boyunca alı koymaktan dava açabilir ve kazanırda. Annen ise... Gerçekten annen. Bu durumda Parla teyze ve Tuğrul komutan seni kaçırmış oluyor. Gerçek babandan. Bu da suç. Her türlü baban, yani Alex haklı çıkar." Elimi avucunun içine aldı ve kalbime götürdü.

Kulaklarım uğulduyordu. Gözlerim dolu dolu Ahsen’e baktım. Ağlamamak için kendimle büyük bir savaş veriyordum.

"Senin özün Pera’ymış. Bu senin için ne kadar acı olsa da, sen Pera’sın. Pınar değil." Tanıştığımız günlerde direterek bana Pınar diyen o kadın, şimdi karşımda bana senin özün Pera diyordu.

Peki ya ne yapacaktım? Hayatıma Pera olarak mı, yoksa Pınar olarak mı devam edecektim?

"Kimliğimi yenilemek istiyorum. Aynı zamanda gidip detaylı bir ifade vereceğim. Yıllarca peşimde dolaşan adamın mesleğinden olmasını istemem." Ahsen kaşlarını çattı.

"Kimlik?" Güldüm. O zaman gözlerimden yaşlar düşmüştü işte.

"Pera Pınar Balaban." Kendimi böyle kabul edecektim. Her ikisi de benim özümdü.

Ahsen bana güldü. Benden beklediği tam olarak buydu.

"Benim akşam Trabzon’a uçuşum var. Bu kimlik işini falan en hızlı şekilde sen halledersin bence. Ben sana inanıyorum dünyanın en iyi savcısı." Ahsen’in iki yanağına birden koca koca öpücükler kondurmaya başladım. Oda koca koca kahkahalar atmıştı.

"Tamam tamam, ben bir şekilde hallederim. Sende her şeyini Trabzon’a götürme. İfade vermek için geri geleceksin. Buradan geçersin Muğla’ya." Kafamı salladım.

Kapının orada duran ikiliye baktım. Daha sonra gözlerim onların arkasında duran birine değdi.

Kızıl saçlı kadın.

En korkunç bakışlarıyla bana bakıyordu. Derin bir nefes aldım ve kafamı başka tarafa çevirdim.

Yeni hayatım için eski hayatımı kökten sökecektim.

Buna hazırdım.

~

Bir kaç gün sonra Trabzon;

Bir otel odasının içinde bir oraya bir buraya gidiyor, Kuzey’in manevi annesinin karşısına nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Kimseyi istememiştim yanıma. Kendim gidecektim o kadının yanına.

"Tamam Pera, sakin ol, sakin ol. Artık gitme vakti." Üzerimi çoktan giymiştim. Yanıma Kuzey’in manevi annesine bıraktığı tapuyu ve bir adet mektubu almıştım. Kuzey çok düşünceli bir insandı. Ölümden sonrasını bile düşünen bir insan.

Akmak üzere olan göz yaşlarımı sildim. Artık ağlamak yoktu. Artık duygular yoktu.

Otelden çıkmadan önce resepsiyona gittim. Orada ki çalışana buraya nasıl gideceğimi soracaktım. Çalışanın karşısına geçmek üzereyken biri ile çarpıştım.

Kafamı kaldırdığımda karşımda benden küçük olduğunu tahmin ettiğim bir kadın görmüştüm. Onu kalçamla biraz yana ittirip çalışana doğru eğildim. Elimde ki adresi adama doğru uzattım.

"Burayı bana tarif edebilir misiniz?" Adam tam ağzını açıp konuşacak iken arkada ki haberlere değdi gözüm. Trabzon’a ait bir kanalda şehit haberi veriliyordu. Ortamda derin bir sessizlik olmuştu. Herkes orada ki haberleri izliyordu.

Kuzey...

Karşımda ki koca ekranda sadece Kuzey vardı. Vurulduğu an öylece veriliyordu. Herkesin oraya kilitlendiğini ve şaşkınca orayı izlediğini gördüm.

"Uiy Kuzey abi değil midur o?" Her yerden böyle şaşkın nidalar yükseliyordu. Bu sesler kulaklarıma doldukça kendimi kötü hissettiğimi anladım. Nefesim daralmıştı. Her yerden Kuzey’in ismi yükseliyordu.

"Kuzey abi asker miydu? Ben is adami diye bileyrum." Kafamı o tarafa çevirdim. Başka bir ses daha geldi o an. "Bosverin oni buni, adam sehit olmiş da! Nasil şehit olmiş, ne ara gömmişler? Nereye gömmişler? Anasi babasi da buradadur, nerede bu adamin cenazesi, neden bu kadar geç haberimiz oldi?!"

Daha fazla dayanamadım. "Pardon siz nereden tanıyorsunuz bu adamı?" Derin bir sessizlik oldu ortamda. Biraz fazla sesim çıkmıştı. Çalışan bana döndü. Üzgün bakışlarını gördüm. "Buralarda Kuzey abiyi tanımayan yoktur hanımefendi. Onlarca yetime, fakire fukaraya yardım etmişliği var. Kaç kişi onun ekmeğinden faydalanıyor, haberimiz var mı? Neden sordunuz siz?" Yutkundum. Daha odadan çıkmadan önce ağlamamaya karar vermişken şuan gözlerimden şelaleler akıyordu.

"Ben... Karısıyım. Karısıydım." Ortam bu sefer ölüm sessizliğine büründü. Sanki otelde ki bütün işleyiş durmuştu. Avukat bana asla Trabzon da ki şeyler hakkında bilgi vermemişti fakat bir sürü tapu almıştım üzerime. 

Sanırım her şeyi daha detaylı bir şekilde öğrenmem gerekiyordu. Kuzey kimdi? Nasıl bu kadar şeye sahipti? Kuzey nasıl hem silik, hem de belirgin bir insan olmayı başarmıştı?

"Neyisun neyisun?" Bir tane teyze çok duygulu bir şekilde sormuştu bunu. Kalbime gitti elim, kalbim sıkışıyordu. Artık bu yaşadıklarımı ne kalbim, ne de omuzlarım kaldırıyordu. Neredeyse devrilmek üzereydim.

"Karısı! Karısıyım!" Bir hışımla elimi omuz çantama attım. Evlilik cüzdanını her ihtimale karşı çantama koymuştum. Neden bu insanlara kendimi açıklamak zorundaydım bilmiyorum ama... Zorundaydım işte.

Evlilik cüzdanını açtım ve ikimizin imzası olan sayfaya geldim. Cüzdanı havaya doğru kaldırdım. "Öldürdüler benim, sevdiğimi! Kimse sesini çıkarmadı, kimse haber yapmadı! Ben bile burada ilk defa gördüm. Canım çok yanıyor teyze. Benim kocam o soğukta üşümüyor mudur?" Seslerim sona doğru kısılmıştı.

Saçma sapan haberler izlemiştim Kuzey öldüğünden beri. Belki biri sesini çıkarır, en basitinden baş sağlığı geçer veya en azından Lice de yas ilan edilir diye düşünmüştüm.

Hiç biri olmamıştı. Günlerce saçma sapan şeyleri televizyona koymuşlardı.

Benim eşim, sevgilim... Benim için ölmemişti sadece. O meydanda olan binlerce insanı kurtarmak için, bir sürü çocuğu, bir sürü kadını kurtarmak için ölmüştü.

Kimse gelip en basitinden bir baş sağlığı bile dilememişti ama.

Teyze birden bana sarıldı. Yaşlı elleri oldukça kuvvetliydi bir o kadar da yumuşaktı. Pamuk gibi.

"Ağlama, ağlama. Güzel kizum. Güzel gelinum ağlama." Son cümleyi sadece benim duyacağım şekilde kulağıma söylemişti. O halde olmama rağmen kalkıp kadının yüzüne baktım.

Süt gibi teni, saçlarını belli eden bir şalı ve yumuşak bakışları vardı. Bu bakışlarda hem gurur, hem de üzüntü vardı. Gurur daha baskındı. Bunu çok net görebiliyordum.

"Ey güzel hemserilerum, gülün da! Benim bir tanecik evladum şehit düşmüş! Kesin da üzülmeyi. Gururlansaniza! Benim evladumun cennette düğünü var. Sizin ne hakkiniza üzülmek!" Kadın bu sözleri söylerken sesi titriyor, gözlerinden yaşlar akıyordu. Asla ama asla üzüldüğünden değildi bunlar, gururundandı.

"Gel güzel gelinum. Gel." Bunları yine sessiz söylemişti. Gitmem lazımdı. Bugün tüm işlerimi halletmem lazımdı. Yarın ise geri dönüp, akşamına ifade verecektim.

"Yok, benim gitmem gerek. Ekin’in pamuk kadınını, aman, manevi annesini bulmam gerek. Teşekkür ederim teyzeciğim. Siz nesi oluyordunuz bu arada?" Kadının yüzünde buruk bir gülümseme vardı.

"Ben Ekin’in anasuyum. Demek benden pamuğum diye bahsediği he." Birden yüzü düştü kadının. Kalbine gitti eli, aynı benim yaptığım gibi.

"Hayde gel, benim odaya geçelum. Tutuver beni guzel kizum." Teyzeyi şaşkınlıkla izledim. Aynı zamanda koluna girdim ve odası diye götürdüğü yere ilerlemeye başladık. İçim titriyordu... Bakalım beni daha neler bekliyordu...

~

"İsminiz neydi? Sanırım ilk bunu öğrensem iyi olacak." Kadın yaşlı gözleriyle gülümsedi. Odaya geldiğimizde yardımcısı olduğunu öğrendiğim adam ona ilaçlarını vermişti.

"Ülkü, Ülkü Gölcuk. Ya senun adin nedur kizum?" Bu soru benim için çok karışıktı. İsmin ne? Aslında Kuzey beni iki ismimle de tanımıştı. İkisini söylemek en iyisiydi.

"Pera Pınar Balaban." Smirnov.

"Ben ne oldiğini anladim. Sen hic nefesiği boşuna yormayasun Pinar kizum. Ekin’im istemedu şehit haberinu ondan bundan duymami, karisindan öğrenmemu istedi." Şaşkınca kadına baktım. Nereden biliyordu tüm bunları?

"Hiç bakmayasun bana öyle! Ben kendu yetistirdiğumu bilemeyeceğum da ne bileceğum? Hem sana bir şey diyeyum mu?" Kadın bana yaklaştığında bende ona yaklaştım.

"Ekin’num hep seni anlatirdu bana. Bir göreve gittiydi, uzun sürecek dediydi. Ha o görevden her geldiğunda benum yanima, hep seni anlaturdu. Ana, böyle bir kiz var. Canimi bile verirum ona derdi. Ben bilmeyeceğum da kim bilecek ha?" Ellerimi aldı iki avcunun içine. Bu yaşlı ellerde Kuzey büyümüştü.

Ürperdim.

"Allah senden bin kere razi gelsun kizum. Ben Ekin’u evlat aldiğim adamlan boşandiğum zaman çok etkilendiydi. Gözünde ki o işuğu kaybettiydi. Sen hayatina girdun, o işuk yerine geri geldi. Ben evladum için üzüliyrum ama şimdi onin cennette düğünü vardur. Oturup ağlamak o düğüni mahveder. O orda mutlidur, anasi, babasi vardir. Sen üzme güzel caninu." Gülümsedim. Çok haklıydı.

"Ne yaşadığinizu sormayacağım. Sadece bana oğlimun nasil şehit düştuğini anlat. Gerisu senin kalbinde mühürli kalsun." Nefes aldım derince. Konuşma sırası bendeydi.

Odada bu kadının karşısına çıkınca yapacağım konuşmaya defalarca çalışmıştım, ne diyeceğimi düşünmüştüm. Şimdi ise koca bir boşluk vardı.

İlk önce nasıl şehit düştüğünü anlattım. Her bir kelimem de gülümsemesi genişliyordu. Tek kırıldığı şey oğlunun ona veda etmemesiydi.

Olsundu, vedalar hep acıtırdı canı zaten.

Çok fazla vakit kaybetmedim. Tapuyu ve mektubu kadına verdim. O kadın bu kadındı. Bana Ekin’in çocukluk fotoğraflarını bile göstermişti.

Şimdi ise eski kocasının nerede olduğunu sormam gerekiyordu. Kadın resmen benim ayağıma gelmişti ama adamın ayağıma gelmeyeceği kesindi.

Kadın eski kocasının yaşadığı yeri tarif etti. Hemde hiç takılmamıştı. Unutmamıştı belli ki. Yaşanılan hiç bir şey unutulmazdı zaten.

"Çiktiğun bu yolda ayağina tas değmesun guzel kizum." Son sözleri bu olmuştu kadının. Orada yaklaşık üç dört saat kalmıştım. Daha sonra ise birbirimizi görmemek üzere vedalaşmıştık. Birbirimizi görmek bize acıdan başka bir şey vermezdi zaten... Biz de o gün orda ilk ve son kez görüşmüştük. Bir daha görüşmemek üzere...

~

Ülkü hanımın tarif ettiği yere gitmek için yola çıkmıştım. Yoldan bir taksi durdurup binmiş, nereye gideceğimi söylemiştim. Şuan ise yoldaydım. Kalbim hala çok hızlı atıyordu.

Askeriyeye gidiyordum. Ülkü hanımın dediği üzere bu saatlerde hep orada takılırmış bu adam. Eve ise akşam geç saatlerde dönermiş. Ülkü hanım ona zambak götürmemi de tavsiye etmişti. Bir çiçekçi söylemişti bana, gideceğim yolun üstünde olan. Oradan almamı söyledi. En sevdiği çiçek zambakmış. Kimse bilmezmiş ama bunu, Kuzey Ekin bile...

Bu kadının eski kocasına dair bu kadar fazla şey hatırlaması beni çok fazla etkilemişti. Kim bilir kaç yıldır ayrılardı, buna rağmen kadın eski kocasına dair her şeyi hatırlıyordu.

Taksiyi yol üzerinde durdurdum ve Zambak almak üzere tavsiye edilen çiçekçiye girdim. "İyi günler, ben zambak alacaktım." İçeride ki kadın kafasını salladı. Yüzünde buruk bir gülümseme vardı. Kadın çiçeği hazırlarken ben kapının oraya gelmiştim. Derin bir nefes aldım. Şu son sıralar aldığım nefesler hiç bir şekilde yetmiyordu zaten.

"Buyurasun gelin kizum, hazirdur çiçeğun." Gelin kızım demesiyle arkamı döndüm, ilerledim ve şaşkınca ona baktım. "Siz nereden..." Elini omzuma koydu. "Ha burada haberler çabuk yayilur. Zambaklarun parasi ödendi." Kadın bana sıcak bir gülümseme gönderdi. İki kere omzuma vurduğunda bende ona tebessüm ettim ve taksiye geri döndüm.

Yaklaşık on beş dakika sonra askeriyenin karşısında duruyordum. Kızarmış gözlerim artık çok acıyordu. Işık artık bana iyi gelmiyordu.

Askeriyenin girişine doğru ilerledim. Buraya nasıl gireceğim hakkında hiç bir fikrim yoktu. Bir şekilde girmem ve bu işi bitirmem gerekiyordu. Gerçi Mustafa beye bunu söylememe gerek kalmamıştı. Yüksek ihtimalle haberlerden görmüştü.

Kapıda ki askerle bir kaç saniye bakıştım önce. Saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırıp, elimde ki saksıyı daha sıkı sıkı tutmaya başladım.

"Merhaba... Ben Mustafa Balaban’a gelmiştim." Asker beni baştan aşağı süzdü. Buz gibi sesi kulaklarıma doldu. "Sebep?" İşte en korktuğum nokta buydu. Ben bu adama ne diyecektim?

Aklıma kimliğim geldi, evlilik cüzdanı da yanımdaydı. Belki bu şekilde içeri girebilirdim. "Pınar Balaban ben, Kuzey Ekin Balaban’ın eşi." Birden askerin bütün yüz hatları yumuşamıştı ama hala sesi buz gibiydi.

"Bunu kanıtlayabileceğiniz herhangi bir belgeniz var mı?" Adama nüfus kağıdı ve evlilik cüzdanını uzattım. Adam ikisini de iyice inceledi. Kulübeye girip diğer askerlerle de kimliğime baktılar. Sonra ise kadın yanıma geri gelmişti.

"Kusuruma bakmayın Pınar hanım, lütfen geçin." Adam belgeleri bana geri verip geçmem için yolu açmıştı. Hiç bir şey demeden ilerlemeye başladım. Bu koskoca askeriyede bu adamı nereden bulacaktım ben?

"Hanımefendiye yardımcı olun, Mustafa komutanımın gelini!" Yanıma bir asker geldi ve beni Mustafa beyin olduğu yere doğru yönlendirdi. Kapının önüne geldiğimizde askere teşekkür ettim ve gidebileceğini söyledim. Oda hiç beklemeden işinin başına geri dönmüştü.

Kapının yanında yazan isime baktım. Albay Mustafa Balaban.

Kapıyı çaldım, bir kaç saniye sonra ‘gel’ komutu sesini duymuştum. Kapıyı açtım. İlk önce başımı uzatmıştım içeri. Adamla göz göze geldik. Daha sonra ise tamamen içeri girip kapıyı kapatmıştım.

Odanın içinde bir çok çiçek türü bulunuyordu. Böylesine sert bir adamın çiçeklere ilgi duymasını garipsemiştim.

"Merhaba Mustafa bey. Ben Pınar Balaban." Adamın yüz şekli tuhaf bir hal aldı. Soy ismimizin aynı olması onu şaşırtmıştı. Sanırım daha haberlere bakmamıştı buradaki kimse.

"Buyur kızım. Ne istemiştin?" Kafamı dikleştirdim. Önce masaya doğru ilerledim ve zambağı masaya bıraktım. "Zambak seversiniz diye duydum." Adamın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oldu. Daha yeni fark ettiğim notu aldı eline. Okumak yerine kenara koymuştu.

Kafamda Fourth of July çalması normal mi?

"Ülkü bu seferde seni mi gönderdi? Hayret ettim açıkcası, soyisim benzerliği... Tuhaf. Söylersin ona, iyiyim daha şehit düşmedim. Ben bu ülkeden ondan önce göçmem." Bunları gülerek söylemişti. Titrek bir nefes aldım. Adam yüzümde ki hüznü fark etmiş gibi kaşlarını çattı.

"Hayırdır kızım? Biri canınımı sıktı?" Kafamı salladım. "Beni Ülkü hanım göndermedi, evet zambak sevdiğinizi ondan öğrendim ama Ülkü hanımın aracılığıyla buraya gelmedim." Kaşları havalandı.

Bu adam nasıl bu kadar Kuzey’e benziyordu? Üvey babası değil miydi bu adam onun?

"Beni oğlunuz gönderdi Mustafa bey. Cennetten selamını gönderdi."

~

Neredeyse ikibin okumaya ulaştık... Teşekkür ederim. Bu sayede yazdıkça yazasım geliyor.

Sonumuz nereye gidiyor bende bilmiyorum haksmalaösşşs... Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete diyelim.

Ölümü unutmadan, umudu bırakmadan yaşayın.

İyi günler dilerim ballarım.




















Continue Reading

You'll Also Like

AHU By Yağmur

ChickLit

1.5M 78.3K 59
Yaşadığı travmalar sonrası hayata tutunmaya çalışan bir kız, bir gün hiç beklemediği bir anda aldığı haber ile tekrar umutlarının yeşerdiği bir kız...
2.1M 160K 192
Anka, 21 yaşında abisiyle küçük dünyasında yaşayan bir kızdır. Abisinin eski defterini büyük çabalarla yakmasıyla hayatında yeni bir sayfa açılmıştır...
1.1M 40.2K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
20.4K 676 31
Bir savcının teröristler ile mücadelesi.