22 | Yarı Texting

By marmelatk

46K 1K 277

🧠: Diyorum ki Asilhan 🧠: Parmaklarım yoruldu 🧠: *fotoğraf Asilhan: Hay sikeyim Asilhan: Islaksın Asilha... More

Hİ GUYS!
|1|
|2|
|3|
|4|
|5|
İNSTAGRAM
|6|
|7|
|8|
|9|
|10|
İNSTAGRAM
|11|
|12|
|13|
|14|
|15|
INSTAGRAM
|16|
|17|
|18|
|19|
|20|
INSTAGRAM
|21|
|22|
|23|
|24|
|25|
INSTAGRAM
|26|
|27|
|28|
|29|
|30|
INSTAGRAM
|31|
|32|
|33|
|34|
|35|
INSTAGRAM
|36|
|38|
|39|
|40|
INSTAGRAM
|41|

|37|

271 12 1
By marmelatk

11.02.2023

Mihra Akadalı

Annem...

Hiç beklemediğim anda yaptığı sürprizle beni derinden etkilemişti. Dolan gözlerime engel olamamıştım. Çabucak boynuna atıldım, onun da gözleri dolmuştu. Birbirimize sıkıca sarılırken hem ağlıyor hem gülüyordum. Annemin sıcaklığı ilk saniyeden kendini gösteriyordu. Kolları arasındayken hissettiğim huzur en üst seviyelerdeydi. Epeydir mahrum kaldığım bu huzuru doya doya yaşamak istiyordum.

"Annesinin güzeli," saçlarımı okşadı biraz daha sıkı sarıldı bana. "Mis kokulum, çok özlemişim seni." Geriye doğru çekilirken birkaç kez öptü beni, ben de aynı şekilde ellerini öptüm defalarca.

"Ben de seni çok özledim annem," çantasını alıp içeri geçtik beraber. "Keşke haber verseydin bana." Asilhan'ın dün gece bir çılgınlık yapıp da gelmemesi şu an işimize yarıyordu.

"Sürpriz yaptım prensesime," evim dağınık değildi, topluydu. Haftanın her gününü laboratuvarda geçirdiğim için ne dağılıyor ne de kirleniyordu. "Zayıflamışsın Mihra sen." Beni süzüşünün ardından bunun geleceğini biliyordum, o yüzden gülümseyerek karşıladım.

"Yok anniş ya," dedim etrafımda dönerek. "Üstümdeki geniş." Üstümde yalnızca Asilhan'ın tişörtü vardı, üstelik ikimizin kokusu sinmişti tişörte. Yalnızca o değil ben de kokuyordu artık.

"Giyinmişsin yine bir çuval," annem başındaki eşarbı çözerken ben de kendimi koltuğa attım. Altımda şort olmadığından biraz daha dikkatli oturdum yerimde. "Hiç sevmiyorum böyle şeyleri." Ne zaman fazla geniş bir şey giysem annemin gözünde bir evsizden farkım kalmıyordu.

"Biliyorum hayatım," dedim aldırış etmeden. "Rahat ediyorum diye giyiyorum, sıcak bir de içerisi." Annem üstündeki fazlalıklardan tamamen kurtulduktan sonra çantasını açtı ve kendine pijama çıkardı ardından da banyoya ilerledi bir şey söylemeden. Hazır o banyodayken ben de odama geri koştum.

İlk işim altıma bir şort giymek oldu. Şortu bacaklarımdan geçirirken bir yandan da telefonuma uzanıyordum. Asilhan'la olan sohbetimize girdim ve parmaklarımı kullanamadığımdan dikteye tıkladım, o benim yerime yazacaktı.

Asilhan kişisine 2 yeni mesaj atıldı.

Mihra: Asilhan sakın bilet falan alma annem geldi
Mihra: Sürpriz yapmış bana, ay!

Son saniye ayağım kaydığı için dikte orada verdiğim düşme detayını da almıştı. Daha doğrusu düşerkenki halimi de yazmıştı mesaja. Umursamadım ve telefonu şortumun minik cebine atıp çıktım odadan. Annem de banyonun kapısını araladı. Kucağında çamaşır sepetiyle çıkarken gözlerini devirdim, gelir gelmez başlamıştı.

"Anne ne yapıyorsun?"

"Temizleri odana götürüyorum ," elinden almama izin vermeden odama doğru ilerledi. Ben de pes edip banyoya girdim.

Kapıyı kapattıktan iki saniye kadar sonra cebim titredi. Klozete geçtikten sonra telefonumu aldım elime. Tahmin ettiğim gibi değildi durum, Asilhan yazmamıştı. Kızlarla ortak olan grubumuza arka arkaya mesajlar gelmeye başlamıştı.

Vazgeçilmezler 💘 grubundan 7 yeni mesaj.

Mina: Affet artık bizi
Mina: Zalım zilli
Mina: Anladık bir daha bir şey saklamayız senden

Asena: Aynen Mihra ya
Asena: Yeto be kızım
Asena: O davarı bile bizden önce affettin
Asena: Ondan beter mi suçluyuz da bizi affetmiyorsun

Mihra: Sorun onun hatasını ya da sizin hatanızı kıyaslamak değil
Mihra: Sorun sizin benim en yakın arkadaşlarım olmanız
Mihra: Kardeşlerimden farksız olmanız
Mihra: Asilhan hayatıma yeni yeni dahil oluyor ama siz senelerdir varsınız
Mihra: Herkes yapsa siz yapmamalısınız
Mihra: Küs değilim ben
Mihra: Kırgın da değilim kızgın da değilim
Mihra: Geçti gitti

Mina: Affedildik yani

Cevap vermedim daha doğrusu veremedim. Annem arka arkaya adımı seslendiğinden bir şey olduğunu anladım. İşimi çabucak bitirip ellerimi güzelce yıkadım, yüzüme de hızlıca su çarpıp çıktım banyodan. Seslendim fakat her zamanki gibi cevap vermedi. Odama doğrudan gittim, kıyafetlerimi katlayıp koyuyordu yerine sakince. Ne diye ortalık yanar gibi çağırmıştı o zaman beni?

"Ne oldu?" Dedim ben de sakin kalarak.

"Bu ne?" Elindekini bana doğru attı bakmam için. Ayaklarımın önüne düşen siyah çamaşırı kaldırmama gerek kalmadan ne olduğunu anladım.

"Baksır," dedim kesin bir şekilde. Annem de bana göz devirdi, kendisi de biliyordu sonuçta baksır olduğunu.

"Erkek baksırı," kendime aldım desem de yemezdi çünkü birkaç beden büyüktü. Kocam evden gitmişti ama eşyaları oradan buradan çıkmıştı. "Nereden geldi bu?" Sakinliğimi korudum, panik olursam yalanım ortaya çakardı.

"Asilhan'la poşetlerimiz karıştı o buradayken," annem tek kaşı havada bana bakarken devam ettim.

"Yıkanmış bu," Allah'tan giyilmiş demiyordu, o kadar incelememişti.

"Ben yıkadım, yani fark etmedim kıyafetlerimle beraber atarken bunu da yıkadım hatta bir siyah sweat vardı kendine aldığı o da burada. Onu da yıkamışım." Annem beni başıyla onaylarken yerdeki baksırı aldım ve katladım. Kocamın mahreminin ortalarda gezmemesi lazımdı.

"Barıştınız yani siz kesin," onu başımla onayladım ve fazlasını bilmeye hakkı olduğu için devam ettim.

"Dönünce abisiyle tanıştırmak istiyor beni,"

"Ciddi yani,"

"Evet,"

"Görelim bakalım yapıyor mu yapmıyor mu,"

"Sen onay veriyor musun?" Dedim merakla. Annem elinde boş kalan sepeti yere koyarken koca yatağımın üzerine oturdu. Henüz yatağımın değiştiğini fark edemiyordu.

"Kısmen veriyorum," annemin kısmeni hayıra çok yakın olduğundan yüzüm düştü. "Benimle tanıştırırsan onayımla ilgili daha net bir şey söylerim." Annem zeki bir kadındı, çok zekiydi hatta. Hayatım boyunca onun pratik zekasını, mantığını örnek almıştım ki genlerden de geçmişti.

"Döner dönmez tanışırsınız," dönüşümüz yakın olacaktı muhtemelen, araştırmanın son demlerindeydik çünkü. "Ben daha fazla burada devam etmeyeceğim anne, yapamıyorum." Annemin karşı çıkmayacağını bilmeme rağmen bildirdim ona. Belki de onunla beraber dönerdim eve, zaten bitmişti işimiz. Hocalarımız dün son olabileceğini bile söylemişlerdi. Artık uzak kalmaya dayanamıyordum.

"Beraber döneriz kuzum," ikimizin de düşüncesi aynı olduğu için dudaklarım kıvrıldı. Onu başımla çabucak onayladım, evime dönmek istiyordum artık.

"Hadi kahvaltı yapalım," elini tutup kaldırdım yataktan ve mutfağa götürdüm. "Senin menemenini çok özledim." Ben ne kadar yaparsam yapayım annemin yaptığı gibi güzel olmuyordu.

"Kurban olsun annesi," saçlarımdan öpüp hemen kollarını sıvadı. "Ben yaparım şimdi sana." Dediği gibi de oldu, buzdolabından malzemeleri alıp ocağın başına geçmişti.

Annem pişmesi gereken grupla ilgilenirken ben daha çok masaya dizilenlerle uğraştım. Biten tabaklara yenilerini doldurdum, evimde bir başıma olduğumdan her şey fazla fazla kalıyordu. Az dahi alsam bazen kalabiliyordu. Annem de tam da yeni alışveriş yaptığım döneme denk geldiğinden her şey vardı dolapta, her şeyi yapabilirdi bana.

Masaya oturduğumuzda önümde bayıldığım o menemen kokusu vardı, hemen sağında yumurtalı ekmek, çevresinde kahvaltılıklar...Hangisini yiyeceğimi şaşırmıştım, bakarken bit kez daha acıktım. Ağzım sulana sulana doldurdum tabağıma hepsinden. Annem de başladı ağır ağır, önceliği beni izlemek olmuştu. İştahla yemek yediğim zaman epey mutlu oluyordu, Asilhan gibi.

"Anne..." dedim yuttuğum lokmayla. "Sen bir efsanesin." Eğilip elini öptüm, böyle bir lezzet olamazdı. Hiç kimse hiçbir şeyi onun gibi güzel yapamıyordu.

"Afiyet olsun kuzum," çayından bir yudum aldı. "Ye hadi soğutmadan." Zaten nefessiz gömülmüştüm. Bir lokmayı yutmadan diğerine geçiyordum. Çok acıktığımdan değil annem çok güzel yaptığından böyle iştahla yiyordum.

"Bugün beraber dinlenelim evde yarın dışarı çıkarız olur mu?" Annem onayladı başıyla beni, anne-kız günleri yapmayı da özlemiştim. "Babam nasıl? O da gelseydi keşke."

"İşleri var her zamanki gibi," babam ve bitmek bilmeyen işleri... "Kaç yaşına geldi hâlâ çalışıyor, bırak diyorum da bırakmıyor."

"Anne babam evde oturmaya nasıl alışsın?" Kendini bildiğinden beri hep çalışmış ve bunu severek yapmış babam, onun için çok zordu evde öylece oturmak. "Bunu biliyor, buna alışmış."

"Canına da yazık," dedi annem beni hiç duymamış gibi. "Ben keyfimden mi söylüyorum sanki? Kendisini düşünüyorum."

"Biliyoruz annem de işte babam," omuz silktim gülerek. "Bırak çalışmak istediği kadar devam etsin."

"Sen anlat bakalım," dedi arkasına yaslanıp. "Bu pehlivan tam olarak nasıl biri?" Annem, Asilhan'ı liseden tanıdığımı biliyordu fakat sadece bu kadardı. O zamanlar aramızda yaşananları kendim bile anlayamamışken ona da anlatmamıştım.

"Hoş biri," dedim gülmeme engel olamadan. "Görüntüsünün de dışında kişiliği de hoş ama biraz karışık." Annem kaş çatarken benim de devam etmem gerekiyordu. "Bazen çok umursamaz, hiçbir şeyi hiç kimseyi umursamıyor ama bezen de tam aksi." Hem umursamazlığı hem umursaması benimleyken baskındı. Harici zamanda umursamaz olmayı tercih ediyordu, mesleği hariç. "Kıskanç biri ama bu kıskançlığı kısıtlama ya da böyle zorlama gibi değil sadece belli ediyor kıskandığını." En sevdiğim özelliklerinden biriydi, doğrudan gösteriyordu bana kendisini. Açık açık belli ediyordu düşüncesini ve fikrini. "Çalışmayı seviyor, boş oturmayı sevmiyor. Güreşmek de onun için bir iş değil de aşk olmuş. O kadar çok seviyor ki yaptığı şeyi, inanamazsın." Onu annemden çok ayna karşısındaki kendime anlatır gibiydim. Bütün bildiklerimi sıralıyor, iyi kötü yanlarını içimde tartıyordum. "Sağlıklı besleniyor, tatlıymış hamur işiymiş pek arası yok, abur cubur da aramıyor." Tam annemlik bir damat olmayı hamur işi sevmeyerek kaçırabilirdi ama olsun, ben söyleyecektim. "Kaybetmekten hiç hoşlanmıyor, karşısındaki küçük bir çocuk bile olsa kaybetmeye tahammülü yok." Annem güldü, gülünce ona baktım. Neden güldüğünü anlamasam da sonra anlatacağını anlayıp devam ettim. "Yarışıyor falan ama çocukları da çok seviyor yani yeğenlerini çok sevdiğini biliyorum." Derince bir iç çektim, ben artık kendi çocuklarımızı sevdiğimiz güne geçmek istiyordum. "Ayrıca düşünceli, yaptığı her şeyi iki kere falan düşünüp bana göre karar veriyor. Dikkat ediyor, benim istediklerime fikirlerime önem veriyor." Dizlerimi sandalye üzerinde kendime çektim, onu özlediğimi bir kez daha hissediyordum. "Burada olmamı istemiyor orası ayrı," dedim omuz silkerek. "Dönmemi dört gözle bekliyor ama ben kalmayı istiyorum diye çok üstelemiyor." Annem biten bardağına çay doldururken başıyla onayladı beni.

"Sen ne hissediyorsun?" Beklemediğim soru karşısında durdum, hayran hayran anlatıyordum işte daha ne hissedebilirdim.

"Bazen konuşurken falan anne sanki yer ayaklarımın altından gidiyor," bacaklarıma sarıldım, bal hareleri gözlerimin önündeyken göğsüm şişti derin bir solukla. "Ona bakarken içim gidiyor, o bana baktığı zaman sanki hayat duruyor. Ben kendimi de anlayamıyorum. Ondan nasıl, niye bu kadar etkileniyorum? İstisnasız her seferinde kalbim duracak gibi oluyor, heyecandan buz kesiyorum. Çok garip." Sahiden inanamıyordum kendime, nihayetinde birileriyle tanışması anlaşması hep zor olan biri olmuştum. Soğuktum, bu reddedilemeyecek bir gerçekti. Ona nasıl hemen bağlandığımı, bağlanırken hiç soğumadığımı aklım almıyordu.

"Onun hisleri peki? Ondan da emin misin bu kadar?" Gerçek darbe buradaydı. Annem sanki yaşananları biliyormuş gibi sordu bu soruyu. Asilhan'ın beni terk ettiği o güne döndüm saniyeler içinde. Boğazıma oturan yumruyu sindiremezken gülümsedim zorumdan. Bu sorunun kesin bir cevabı yoktu ya da vardı bilmiyordum ama önce kendi içimde oturtmam gerekiyordu.

"Yani seviyor bence ama ben daha çok seviyorum gibi," dedim kabullenerek. Asilhan ne kadar severse sevsin, benim ona olan sevgime erişemezdi. "Bana bakarken gözlerinde bir farklı bakış var ama anlamıyorum. Çok güzel bakıyor ona eminim de o bakışın içindekileri görmüyorum." Bakarken şefkat mi duyuyordu, seviyor muydu, arzuluyor muydu yoksa sadece bakıyor muydu? Ben de cevaplar yoktu ki anneme de anlatayım. "Bana sarıldığında bir daha hiç bırakmak istemiyor, Türkiye'ye dönerken havaalanında öyle sıkı sıkı sarıldı." Ve öptü, ilk kez seslice sevdiğini söylemeden hemen önce yapmıştı. "Saçlarımı tek tek sayar gibi okşuyor, yüzümü inceliyor sürekli. Sanki ilk kez görüyormuş gibi bakıyor." Hayranlık duyar gibi, eşsizmişim gibi bakıyordu ve ben bunu inkar edersem ona haksızlık ederdim. "O da seviyor beni, hissediyorum." Kalbim hissediyordu, onu ve ona dair her şeyi.

"Eğer gerçekten ikiniz de istiyorsanız ve ciddiyseniz fazla uzatmayın," annemden beklemediğim bir şeydi o an söyledikleri. "Döndüğümüzde kesinleştirin bir şeyleri ki tanışalım, biz de bilelim kim." Annem önce benden dinlemişti şimdi de aklında kalan soru işaretleriyle onunla tanışmak daha iyi bir seçenekti çünkü kendisi cevap bulacaktı sorulara.

"Dönünce konuşurum," keyifle ağzıma attığım domatesin ardından bacaklarımı yere indirmiştim. "Tanışırsınız." Asilhan'ın istememezlik yapacağını hiç düşünmediğinden şimdiden heyecan yapmıştım bile.

"Var mı bir kötü alışkanlığı falan?"

"Yok," dedim doğrudan. Asilhan ne sigara kullanıyordu ne de alkol.

"Çevresinde?" Çevresinde vardı ama benim de çevremde vardı. Ben nasıl onlara özenmiyorsam o da özenmiyordu.

"Var," başıyla onayladı sadece. "İradesi kuvvetli, yapmayacağım dediği şeyi yaptırmak neredeyse imkansız. Çok düşünüyor ama kesin kararlar alıyor."

"Anladık kızım çok beğeniyorsun," güldüm, annem de güldü. "Övüp durmana gerek yok, asıl kararımı tanışınca vereceğim." İçim rahattı, annemin onu seveceğine nedense emindim. Yalnızca birkaç gün daha geçmesini beklemeliydim.

<><><><><><>

Saat Türkiye için geç Norveç için normaldi, annemle üç günün sonunda, dördüncü günümüzde dışarı çıkmanın acısını bugün iyice çıkarmıştık. Sabah başlayan gezimiz ikimiz de doyana kadar sürmüştü. Artık yorgunluktan ilerlemeyen adımlarımla telefonumu cebimden çıkardım zorda olsa. Asilhan'ın iki kez aradığı görmüştüm, gelen mesajları da beni merak ettiğinin kesin kanıtıydı. Ellerim dolu olduğunda bir süre daha cevap vermeyecektim ama neredeyse varmıştım.

"Çok yorulduk," dedi annem apartmandan girerken.

"Çoktan da çok..." dairemin önünde elimdeki poşetlerden kurtuldum. Kapımı açıp önümüzü kapatan poşetleri içeri koyduktan sonra ayakkabıma yönelmiştim. "Asla kalkmak istemiyorum." Poşetlerin üstünden atladım, içeri geçip onları da içeri aldım. Annem de ayakkabısını çıkarıp girmişti.

"Ayaklarımızı uzatıp dinleniriz şimdi kuzum," onu başımla onaylarken üstümdeki kazağı çıkarmış odama gidiyordum. "Lavabodayım ben." Bir kez daha onayladıktan sonra odamın kapısını örttüm ve telefonuma sarıldım. Hiç beklemeden kocamı aramıştım.

"Alo," dedim oldukça cilveli bir tonlamayla. "Kocam, naber?" Kendisini ihmal etmiş gibi olmak istemediğimden yanaşmıştım hemen.

"İyi," dedi buz gibi bir sesle. Bir hevesle başladığım konuşma ilk saniyeden huzursuz etmişti. "Senden?" İsteksizce sorduğu soruyla suratım düştü, altımdaki pantolonun düğmesini çözdüm sıkıntım büyümeden.

"Benden de iyi Asilhan,"

"Biliyorum," pantolonu bacaklarımdan sıyırdım, telefonu da hoparlöre almıştım. "Neyse, pek müsait değilim ben. Sonra konuşalım mı?"

"Konuşmayalım," dedim doğrudan. Derin soluğunu işittim, hiç çekinmeden yapmıştı zaten. "Senin bu tavrın sürecekse konuşmamızın bir anlamı yok."

"Tavır falan yok," soğuk sesi sertleşmişti.

"Kendi kendine sinirlenip sakinleşemezsin Asilhan," sorunu benimle çözmek dururken, hiç aklı yokmuş gibi bu aptal hareketleri yapmasına anlam veremiyordum. "Hâlâ dünün acısını çıkarıyorsun, biliyorum ben seni." Dün gece uzun ısrarlar sonucu arkadaşlarımla dışarı çıkmıştım, saat da her zamankinden daha geçti ve Asilhan'la konuşurken de telefonum kapanmıştı. Şarjımın az olması onu ayrı çıldırtmış, şarjım dolduktan sonra aradığında telefonumu bir erkeğin açması da zıvanadan çıkartmıştı.

"Düne niye dün demişler Mihra?" Mal gibi kaldım, anlamadım konuşmanın nereye gideceğini. "Geçtiği için, geçmişte kaldığı için. Çocuk muyum ben düne bağlı yaşayayım?" Daha çok öfkelenmişti, kesinlikle dünde kalmıştı.

"Öyle davranmıyorsun ama,"

"Yavrum sahiden hiç havamda değilim," yeniden bir soluklandıktan sonra devam etti. "Tartışmak falan da istemiyorum, sonra konuşalım."

"Tamam," dedim o da bunu bekler gibi hemen kapattı. Bir veda bile etmeden kapatmıştı. "Aptal!" Telefonu yatağın üstünde sektirip kalktım yerimden.

Gerçekten aptaldı. Sanki beynini yoktu, söküp almışlar yerine de kalas koymuşlar gibi davranıyordu. Konuşup halletmek dururken saçma sapan tavırlar alıyordu. Sadece bir gece dışarı çıkmıştım, arkadaşlarımla vakit geçirmiştim hepsi buydu. Bu kadar büyütülecek ne olabilirdi? Kendisini ne kadar sevdiğimi bilmiyor olmalıydı, benim için değerini, önemini...

Sabırla soluyup üstüme pijamalarımı geçirdim. Telefonu odamda bırakıp içeriye doğru geçtim. Mutfağa uğrayıp şişeme su doldurduktan sonra da salondaki koltuktaydım, beraber uyuduğumuz koltukta. Onu özlüyordum, her an her saniye özlüyordum. Asilhan'ın da benden bir farkı yoktu emindim. Bu yüzden de birbirimize sarıyorduk. Özledikçe acısını kendimizden çıkarmadan duramıyorduk. Belki de içten içe suçluyordu beni, ben de onu. Aramızdaki kilometrelerin sorumlusu olarak birbirimizi suçlamaktan başka yol da bulamıyorduk.

"Kavga mı ettiniz?" Annem durgunluğumun üzerine geldi, gülümsedim ve başımı hayır anlamında salladım.

"Dünde kalmış durumda,"

"Geç olmuştu," annem de buradaki son günlerim olduğu için izin vermişti, mümkün değildi yoksa. "Bahsettiğin gibiyse endişelenmiştir senin için, kıskanmıştır da haklı olarak." Omuz silktim, kıskanıyorsa kıskanıyorum deseydi. "Erkekler her zaman aptaldır anneciğim," omuzumu okşadıktan sonra saçlarımı öptü. "Konu duyguları olduğunda daha büyük saçmalarlar, aldırış etme." Öğretecektim ben ona duygularını nasıl göstereceğini, öğretecektim.

"Dün yüzünden diyorum kabul de etmiyor geri zekalı," annem güldü, gülünce benim de sinirim bozuldu. "Anne gülme ya!" Bir kez daha öptü saçlarından ve sıkıca sarıldı.

"Sen hep böyle geri zekalı, aptal falan mı diyorsun bu çocuğa?"

"Çoğu zaman içimden," sevdiğimden söylüyordum hep, kötü amaçlı değildi. "Beni kızdırınca ciddi anlamda söylüyorum ama normalde tatlı bulduğum anlarda falan da söylüyorum." Kolları arasından çıkıp dizlerine uzandım. Başımı tavana doğru çevirmiş anneme bakıyordum aynı zamanda. "Böyle seviyorum, ne yapayım?" Omuz silktim, annem saçlarımı okşamaya devam etti.

"Seviyor mu o da böyle yapmanı?"

"Seviyor," garipti, sevgi dili oldukça garipti. "Vahşi seviyor yani tutup kendisini tekmelesem biraz daha der, beni kızdırmaya bayılıyor üstelik sinirlendiğimi görünce daha da arttırıyor." Şikayet eder gibi çıkan tonlamama ben de inanamadım, sanırım istemsiz oluyordu. "Bazen asker arkadaşı gibiyim bazen de hayatındaki tek önemli şey." En önemlisi gibi değildi tek önemlisi gibi hissettiriyordu bana, tıpkı tek güzeli olduğumu hissettirdiği gibi.

"Tek önemlisi demek?" Pehlivanımın hayvani görüntüsünün ardındaki bu inceliğe ben de annem gibi şaşırıyordum çoğu zaman.

"Tek güzelim diyor bana," ağzım kulaklarıma çıkarken gözlerim kısılmıştı. "Beni kıyaslayabileceği başka bir güzel yokmuş, tek güzeliymişim."

"Bak sen şu pehlivana," seslice güldüm bu kez, annem sahiden inanmıyordu. "O kalıba bu düşünceyi hiç beklemiyor insan."

"Anne kalıbının adamı ama işte bazen şaşırtıyor," yalnızca beni mi şaşırtıyordu yoksa asıl kişiliği mi buydu tam bilmiyordum ama çözecektim mutlaka. "Zamanla tam öğrenirim gibi."

"Hayırlısı bakalım," annemin beni dinledikçe Asilhan'a olan bakışı değişiyordu, değiştikçe de soruları artıyordu. "Ailesiyle ilgili konuştunuz mu hiç?"

"Hayır," ben lisedeyken ailesini kaybettiğini annem biliyordu, o günlerdeki üzüntüme şahit olduğundan ablam biraz anlatmıştı. "O hiç bahsetmiyor, ben de hiç sormuyorum. Onun üzüldüğü görmeyi sevmiyorum." Lunaparkta, gözlerinin dolduğunu gördüğümde paramparça olduğumu hissetmiştim ve o günden sonra bir daha hiç bahsini açmamıştım.

"Zor tabii," dizlerinden doğruldum hafifçe. "Kocaman adam oldu artık, alışmıştır."

"Olsun," dedim yine omuz silkerek. Bu kaçıncıydı bilmiyordum. "Bana küçük geliyor." Küçük bir bebek, emzirilmeye muhtaç bir bebek...

"Abartma Mihra," dedi annem gülerek. "Küçülsün de cebime girsin." Güldüm, cepte taşınabilir olsaydı kendi cebime atardım onu zaten.

Yeniden annemin dizlerine uzandım, bir süre daha sessizce kaldım. O da saçlarımı okşamaya devam etti. Uzak mesafenin bizi yorduğunu bu günlerde çok yakından görmüştü. Benim Asilhan'dan ayrı kalmaya dayanamadığımı da anlamıştı. Muhtemelen ona böylesine yoğun duygular beslediğimi, derinden bağlandığımı asla tahmin etmemişti. Artık görüyordu. Bizim bu halimizi izledikçe ikimizin tavırlarından ve davranışlarından da karşılıklı olduğuna emin olmuştu, söylemese de biliyordum.

"Uyuyalım mı anniş artık?" Odama dönmek, yatağıma yatmak ve sakince düşünmek istiyordum. Yalnız başıma düşünmek istiyordum. Zihnimdeki bütün kargaşaları bitirmek için Asilhan'la konuşmak istiyordum, böyle uyumak istemiyordum.

"Uyuyalım," dedi annem, ben de yerimden kalktım. "İyi geceler." Anneme ne kadar ısrar etsem de yatağımda uyumuyordu, koltukta kalmaya yemin etmiş gibiydi. O yüzden onu orada bırakıp odama döndüm.

Yatağıma atıldıktan sonra ilk işim telefonumu kontrol etmek olmuştu, Asilhan ne aramış ne de yazmıştı. Gözlerimi devirdim sanki karşımdaymış gibi. Böyle yaptığı zaman üzülüyordum, gerçek anlamda üzülüyordum. Aramızın bozuk olması hoşuma gitmiyordu, nasıl gidebilirdi ki? O oradayken ben buradayken ve birbirimize yalnızca telefonun ucundan ulaşmaya çalışırken ikimizin de bocalamaması imkansızdı, yanlış anlaşılmamak imkansızdı. İster istemez bazen bir mesajımız bazen bir tonlamamız sorun olabiliyordu, şu günlerde sıklaşmıştı bu durum.

Öylece uygulamada durduğum anlarda Asilhan'ın yazdığını gördüm. Yüzümde beliren buruk tebessümle göndereceği mesajı beklerken yazmayı bırakmış ve hiçbir şey göndermemişti. Aptal pehlivan, ben diyorum konuşalım o diyor kalın kafa olacağım. Gözlerimi devirdim bir kez daha, o da mesaj yazmaya başladı bir kez daha. Hevesle beklerken yine mesaj alamamıştım. Çok az kalmıştı küfredecektim. Mesajını beklemeye devam ederken nihayetinde vazgeçti ve aradı. İnanamadım, aramasını beklemediğinden birkaç saniye durdum kaldım. Ben onu bekletmedim ve açtım aramasını, sesini duyunca ağlamaktan da korktum bir an.

"Alo," dedi, derin bir nefes aldıktan sonra cevapladım onu.

"Efendim," durakladı, biraz düşünmüş gibiydi ne yapacağını. İstediğim cevabı mı verecekti yoksa gündelik mi devam edecekti diye kalbim ağzımda bekledim.

"Ne yapıyorsun?" İstediğimi vermemişti bana, yüzüm biraz daha düştü.

"Uzanıyorum, sen?" Öyle resmi, öyle soğuk konuşuyorduk ki... Başkası bizi dinlese sevgili olduğumuzu asla anlamazdı.

"Eve yeni geldim,"

"Uyuyacak mısın?"

"Yok," dedi yine soluklanarak. "Sen uyuyacaksan kapatalım."

"Böyle mi uyuyacağız?"

"Ne varmış halimizde?"

"Gerçekten mi Asilhan?" sesimden bıkkınlık akıyordu, işi yokuşa sürmek yerine konuşmayı seçseydi keşke. "Silah zoruyla iki, üç kelime ediyorsun ya!" Sessiz kaldı, sessizliği içinde yine derince soluklanmıştı.

"En azından ediyorum," kalakaldım. Bir an algılayamadım onu.

"O ne demek?" Güldü, keyiften değildi elbette gülüşü.

"Ben senin sesini duymak için ne olursa olsun seni arıyorum demek," kaşlarım havalandı hayretle. "Gecenin bir yarısı da olsa sevgilimi arıyorum, konuşuyorum."

"Sence de fazla büyütmüyor musun?"

"Büyütmüyorum amına koyayım! Büyütmüyorum!" Aniden yükseldi, susmam gerektiğini anladım. "Ben kaç gündür görmüyorum lan seni?!" duruyor duruyor bir anda patlıyordu. "Sana olduğumdan da fazla hasret kaldım amına koyayım! Ortada yoksun ulan kaç gündür!" Bekledim, tamamen bitirmesini bekledim. "Ben sevgilimi görmüyorum, duymuyorum ama elin piçleri yanında gezip eğleniyor! Sikerim mesafesini, kokun yok lan kokun!"

"Asilhan..."

"Hiç öyle işleme içime!" Susturdu beni, içini dökmesi bitmemişti ki ben konuşayım. "Tam dedim ki gelir iki gün de olsa görürüm sevgilimi anan çıktı geldi!" Gülmeye başladım elimde olmadan, Asilhan'ın hâlâ ciddi olduğunu fark edince toparladım birazdan.

"Sen çok mu özledin beni?" Sesimde hâlâ aynı gülüş vardı, Asilhan ses çıkarmayınca devam ettim. "Bak gerçekten plansız, ani bir buluşmaydı o. Ayrıca annem de planda yoktu." Hâlâ susuyordu, hâlâ devam etmem gerektiği ortadaydı. "Ben daha birkaç gün önce seni özledim diye ağlayıp seni çağırdım yanıma, ben de seni çok özledim pehlivanım."

"Sen unuttun beni!" İçinde bir yerde bunu kabullenemiyordu ama asla onu unutmamıştım. "Bizim tek iletişimimiz bu sikik telefonlarken ben oradan bile ulaşamıyorum sana."

"Çalışıyorum," dedim normal olarak. "İki gündür de biraz annemle zaman geçirdim. Seni nasıl unutabilirim aptal?"

"Sus," nedenini anlamadığım bir şekilde susturdu beni. "Sus çıldırıyorum! O piçin gevşek gevşek telefonumu açışı geliyor aklıma." Kıskançlıktan ölüyordu. Belki yanında olsam bu kadar olmazdı ama uzakta olduğum için daha daha yaşıyordu.

"Öpeyim barışalım," dedim çekine çekine. Halbuki asla çekinmiyordum, ona ufak bir numara yapmıştım sadece.

"Küs değiliz zaten yavrum," dedi konudan tam olarak koparak. Gülmemek için kendimi zorlamaya devam ettim.

"Olsun yine de öpeyim," cevap vermedi, dudaklarım kıvrıldı. "Öpeyim mi Asilhan?"

"Öp," dedi pes ederek. "Öp bakayım nasıl öpeceksin."

"Birazdan öpeceğim bekle," dedim. Birazdan ona güzel bir poz çekip atacaktım. "Bugün günlerden ne Asilhan?" Dedim konuyu değişerek, sabahtandır aklımda olan ama bir türlü konuşamadığımız bir gündü bugün.

"Salı," O kadar umrunda değil ki tarih yalnızca günü biliyordu.

"Tarih olarak Asilhan?"

"Bakayım," dedi doğrudan. Usulca bakmasını bekledim, bir de vereceği tepkiyi. "14 Şubat."

"Ee?"

"Ne ee?" Davardı, kelimenin tam anlamıyla davardı. "Sevgililer günü saçmalığı mı?" Onun için özel günler pek kayıt edilebilir değildi. Genelde unutmayı seçiyordu, gereksiz görüyordu.

"Bari ilkini kutlasaydık," ilkini daha sevgili değilken, yalnızca konuştuğumuz lise döneminde ben kutlamıştım ama hatırlayıp hatırlamadığından emin değildim.

"Ortaokulda mıyız kızım biz?" Güldü, gerçekten gülmüştü bu kez. "Kağıda not yazıp kalemliğine atayım mı?"

"Dalga geçme ya,"

Hâlâ gülüyordu ve bundan keyif aldığı ortadaydı. "Sevgililer günümüz kutlu olsun yavrum," alay etmesine rağmen kutladı, sırf ben istedim diye yaptı. Bu bile yeterdi bana. "İlk ve son olsun lütfen, bir daha yapmayalım bunu."

"Neden? Sevgili değil miyiz biz?"

"Öyleyiz,"

"Kutlamamız lazım o zaman," umursamazdım böyle şeyleri ama o umursamadığı için umursama görevi bana düşüyordu. "Boşuna mı yapmışlar?"

"İşin gücün yok böyle şeylerle senin de," omuz silktim kendi kendime. "Biliyorum ben seni, şu an dalga geçiyorum diye bana yaptırmaya çalışıyorsun." Beni çözmüş olmasına böyle bir yükseldim, keyiflendim ama tuttum kendimi.

"Öyle mi diyorsun?" Uzata uzata söyledim, nefeslendi ama daha çok iç çekiş gibiydi.

"Kesin diyorum,"

"Ben bugün bir şeyler aldım," dedim yine konuyu değişerek. Biraz daha kendimi ele veremezdim.

"Ne aldın?"

"Bir şeyler," dedim ufak bir cilveyle.

"Nasıl bir şeyler?" Dedi bu kez de.

"Güzel bir şeyler," dedim ben de uzatmaya devam ederek.

"Yavrum ne aldığını söylemeyeceksen neden aldım diyorsun?" Yine güldüğünü anladım, dudağımı dişlerim arasına aldım o görmese de.

"Belki göstermek istiyorumdur," dondu kaldı, gülmemeye çalışarak tepki versin diye bekledim.

"Öyle diyorsun,"

"Hı hım," dedim iç çekerek. Yutkundu sanırım, ona benzer bir ses duydum çünkü. "Çoktandır göstermiyordum."

"Hı hı," bu kez o benim yerimi aldı. "Görmüyordum çoktandır."

"Kapatalım o zaman,"

"Açık kalırsa tepkilerimi daha iyi duyabilirsin," sesli duymaya ne kadar hazırdım kestiremiyordum. Sanırım utanıyordum, okumaktan değil ama duymaktan.

"Duyacaklarım fazla gelmesin," seslice gülmüştü. Çok özlemiştim, gülüşünü bile çok özlemiştim.

"Denemeden bilemeyiz,"

"Ben atmadan önce ararım seni,"

"Bekliyorum." Daha fazla bir şey demeden kapattım telefonu bir heyecanla. Kalbim uçmayı yeni öğrenmiş bir kuş gibi çarparken derince nefeslendim, yerimden kalktım.

Üstümdeki tişörtten çabucak kurtulmuş poşetlerin içerisine dalmıştım. İçlerinden hangisini deneyip atmam gerektiğini bilmiyordum ama hazır uzaktayken sınırları aşmak istiyordum. Belki de mesafelerin verdiği bir cesaretle altımdaki eşofmandan da kurtulmuştum. Sonra üstümden bir parça daha eksildi ardından altımdan bir parça daha. Yerine yenileri alırken ellerim hâlâ titriyordu. Beni böylesine zorlayan ona fotoğraf atmak değildi, tepkisi canlı canlı duymak olacaktı. İlk kez yapacaktım bunu ve midem bulanmaya başlamıştı. Vücudumu saran heyecanın en büyük hasarı midemeydi, bütün duyularımın mahvettiği mideme.

Telefonumu usulca köşeye dayadım, açısını yüzüm hariç görünecek şekilde ayarladıktan sonra arkamda kalan perdeyi umursamamıştım. Ciğerlerime koca bir nefes doldurdum, birkaç saniye bekletip ağır ağır verdim. Sağ elimi çıplak baldırıma yaslayıp solu da telefonuma doğru uzatmıştım. Hafif yan durduğumdan belim daha kıvrımlı duruyordu. Üzerindeki parçalar karanlığa rağmen parıl parıldı, bunu üstündeki taşlara borçluydum. Son bir kez daha nefeslenip pozumu kesinleştirdim ve deklanşöre bastım. Geriye doğru sayarken sol elimi duvara yaslamıştım usulca. Tekte çektiğim fotoğrafın ardından az da olsa rahatladım.

Telefonumu yerden aldım ve yatağın üstüne attım. Bol taşlı sütyenimi ardından altını çıkarmış tekrar kendi kıyafetlerimi giymiştim. Asilhan'ı biliyordum, fotoğrafı aldıktan sonra durmayacak beni görmek isteyecekti ama ben onu pijamalarımla karşılayacaktım. Hissettiğim utançla suratım domatese dönmüşken o aramayı açmayabilirdim bile. Üstelik tepkisini kestiremediğimden duymaya da hazır değildim. Ayarsız söylemlerinin beni ıslatması da olası bir ihtimaldi, düşünürken bile bu hissi yaşıyordum çünkü.

Yatağıma geçtikten sonra mesajlarımıza girdim ama öncesinde söz verdiğim gibi aradım. Asilhan hiç bekletmeden açmıştı aramamı, boğazıma oturmuş yumruyu yuttum. "Acaba konuşmasak mı attığımda?" Bir kez daha denedim şansımı, bir kez daha güldü.

"Yavrum hem sen teklif ediyorsun hem de sen vazgeçiyorsun," omuz silktim usulca, görmedi ama yaptım. "Tamam, istediğin gibi olsun. Kapatalım öyle at." Vazgeçtim, o cesaret gösterip kabul edebiliyorsa ben hayli hayli ederdim. En fazla ne olabilirdi ki?

"Kapatma," dedim sohbetine girerek. "Atıyorum şimdi." Fotoğrafı buldum, seçtim ve tek göndermlik ayarladım. Bu fotoğrafı daima görmesini istemiyordum, beni karşısında gerçekten bütün detaylarımla görsün istiyordum.

Mihra:

"Hasiktir!" İlk tonlaması şaşkınlık doluydu. Gözlerimi sıkıca yummuş onu dinliyordum sadece. "Hasiktir Mihra!" Bastıra bastıra ikinciyi söylerken sesinin volümü artmıştı. "Ben..." devam edemedi, sertçe yutkundu. "Siktir! Böyle..." sustu, aldığı derin solukları dinledim birkaç saniye. "Etmedim ben tahmin, düşünmedim böyle..."

"Ne diyorsun Asilhan? Hiçbir şey anlamıyorum," vücudumu basan ateş yüzünden üstümdeki örtüyü fırlatmış tişörtü de çıkarmıştım.

"Ben de bilmiyorum," sesinin tonu... Söyleyemediği her şeyi duyuyordum aslında. "Konuşmayı unuttum amına koyayım! Elim titriyor," telefonu yatağın üstüne koydu sanırım, ona benzer bir hışırtı duydum. "Çok yakışmış, çok güzel, çok..." inlercesine aldığı solukla telefondan uzaklaştı, fazla olmuştu sanırım bu.

"Çok mu abartı oldu bu?" Güldü, gülüşleri arasında hâlâ kesik soluklar vardı.

"Hayır..." dedi boğazını temizleyerek. "Kendi etkini görmek ister misin?" Kalbim yerinden çıkacaktı, bu gece kesinlikle çıkacaktı.

"Evet," kabul ettim, merakla alacağım fotoğraf için uygulamaya girmiştim. "Bekliyorum." Cevap vermedi, muhtemelen fotoğrafla uğraşıyordu.

Beklediğim fotoğraf geldi, nefesimi tutup yüklenmesini bekledim. Yüklenir yüklenmez de incelemeye başladım.

Asilhan:

Baksırının altından buradayım diyen uzvuna bakarken bacaklarımı birbirine bastırdım. Onu, kapattığım bacaklarımın arasında, sertçe içimi doldururken hayal etmeden durmak imkansızdı. "Asilhan," boğazım tozla kaplanmış gibi bir histi bu. Bacaklarımı usulca ayırdım, elimi göğsümde gezdirdim. "Bu bana yetmedi." Dedim dürüstçe. Bacaklarımdan geçen ürpertiyle yutkundum, göğsüm kabarmıştı tıpkı onun sertliği gibi.

"Hiç de masum olmayan şeyler hayal ediyorum şu an," dedi soluksuz kalmış gibi. Birbirimizden kopuk ama bir o kadar da bağlıydık şu an.

"Mesela?"

"Mesela beni göğüslerinin arasına aldığını düşlüyorum,"

"Sadece aldığımı değil arasında sıkıştırdığımı da düşle," kışkırtıcı bir şekilde kısıktı sesim. "Belki de dudaklarıma değdiğini, ıslaklığına karıştığımı..."

"Sikeyim!" Eğer benim içinse bu düşüncesi hiç durmamalıydı. "Mihra eğer istiyorsan konuşmamızın seyri değişir," onu onayladım ufak bir mırıltıyla, durmamız hatta bunu bana sorması kabahatti. Kuruyan dudaklarımı ıslatırken hızla çarpan kalbime yasladım elimi. "Değiştirelim mi? Kaldıralım mı sınırları?" Sesini öyle iyi kullanıyordu ki itaat etmek zevkti. Vurgusu, tonu, baskısı... Bacaklarımdan bir ürperti geçerken dudağımın içini kemirmeye bıraktım.

"Sabah erken kal-" yalandan da olsa onu düşündüm o an. Kesinlikle uyuyacağı uyku umrumda değildi, devam etmek istiyordum. Gördüğüm o kabarıklık benim içimde olsun istiyordum.

"Siktir et sabahı geceyi," gittikçe sertleşen sesinin yalnız olmadığını anlamak benim için çok kolaydı, görmemiş olsam da anlardım. Gözüm fotoğrafında gezinirken ellerimi boynumda gezdirdim usulca. "Şu an istesem de uyuyamam." Aldığı derin soluğun ardından bana işlemeye başladı hissettiklerini. "Memelerinin belirsiz uçları..." parmaklarımı usulca tenimde gezdirmeye başladım. "Belinin inceliği..." eğer yanımda olsaydı o da yalnızca söylemekle kalmaz bana hissettirirdi. "Kalçalarının dolgunluğu zihnimde gezerken," enseme yapışan saçlarımı toparladım usulca, birazdan daha çok yanacağımı biliyordum. "Aletim senin için sertleşmişken, beni mahvediyorken uyumam mümkün değil."

"Ben de mahvolmak istiyorum," çekinmedim, yüzüm cayır cayır yansa da durmadım. "Seni yumuşatalım, beni kurutalım."

"Telefonu bırak," bir emirden ziyade istekti, karşılıklı dokunuşlarımızı başlatmak içindi. "Kapat gözlerini." Gözlerimi kapatmadan önce ayaklandım ve odamın kapısını kilitledim. Bir kez daha anneme yakalanıp eksik kalmaya gücüm yoktu.

"Asilhan," dedim gözlerimi kapatırken. "Yarın unutalım bu anları olur mu?" Telefonumu hoparlöre alıp sesini kıstım biraz. Asilhan güldü bana sadece, cevap vermesini bekledim ama muhtemelen konuyu dağıtmak için ertelemişti.

"Soyun," bu kez yutkunamamıştım, ondan emir almayı bekleyen bir asker gibi sütyenimden kurtuldum. "Memeni avuçla, solu." Dokunuşumla beraber kesik bir soluk aldım. Sağ elimle altımdaki çamaşırdan da kurtulmuştum aynı anda. "Kasma bebeğim kendini, rahat ol." Bunu söylemek onun için çok basitti. Eğer şu an benim yerimde olsaydı böyle rahat konuşulmadığını anlardı.

"Düşünsene," dedim yine titreyen sesimle. Bir yandan da parmaklarımı göğsümün etrafında gezdiriyordum onu düşünerek. "Şu an yanımda olsaydın bunu sen yapabilirdin," sertçe avuçladım göğsümü, onun parmakları olsaydı böyle sakin kalamazdı. "Biri avuçlarının arasında, biri dudaklarının..." Derince bir soluk alıp dikleşen uçlarımı kavradım bu kez.

"Siktir!" Sesi kalbimin gümbürtüsünü arttırıyordu. "Ne elimin altında ne de dudaklarımın arasında hiç şansın yok," inlercesine konuşması hiç yoktan ıslatıyordu beni. "Dudaklarıma boşaltırdım seni."

"Nasıl?"

"Emerek," dedi ve hırıltılı nefesiyle devam etti. "Memenin ucundan, yuvanın dudaklarına kadar her karışını emerek yavrum."

"Asilhan..." dedim heyecanla. Boğazıma oturan yumruyu defalarca denesem de yutamadım.

"Bacaklarını benim için arala," dedi sanki yanındaymış gibi. "Vücudumu arasına al," gözlerim kapalı onu hayal ederken nefesi boynumu ısıtmıştı adeta. "Damarlarımı duvarlarında hissettireceğim sana," alt dudağımı dişlerimle ezerken aldığım bozuk soluklar artıyordu. "Defalarca..."

"Asilhan..." benim de çözemediğim bir sesle seslendim ona. Kısık bir şekilde inledi, en çok adını söyleyişim onu zorluyor gibiydi. "Dudaklarım," sesim oldukça boğuk çıksa da aldırış etmedim. "Onlar seni ne zaman emecek?"

"İstediği an," dudaklarım kıvrıldı, güldüğümü duyduğunda sertçe soluklandı. "İşaret ve yüzük parmağını em şimdi," ağır ağır, ıslak bir şapırtıyla yaptım bunu. "Sikeyim! Ağzına parmakların ince kalıyor." Ne demek istediğini anladım, heyecan vücudumu gezerken utanç artık yanımda değildi.

"Daha kalınını ver o zaman," arsız arzularım beni kontrolden çıkarıyordu, konuşan ben değil içimdeki o arsızdı.

"Vereceğim," dedi dişleri arasından. "Ama şu an değil. Islak parmaklarını bacaklarında gezdir." Islaklığından soğuyan parmaklarım tenime dokununca gerildim. Bacaklarımı kapatma arzusuyla dolarken gözlerim yeniden kapanmıştı. "Yavaş yavaş yuvana çık," bacaklarımın içindeki gezintim daha içe doğru kaydığında dilim alt dudağımı yalayıp geçti. "Kuruyan parmaklarını kendi ıslaklığına bula." Tüylerim diken diken olmuştu, aldığım hızlı soluklarla istediğini yapıp ıslaklığımla buladım parmaklarını.

"Asilhan..." sesim titredi, bacaklarımı açık tutmakta zorlanıyordum.

"Islak mı yuvan? Sızlıyor mu?"

"Evet," dedim zoraki çıkan sesimle.

"Telefonu bacaklarının arasına al," hiçbir şeyi sorgulamıyordum, ona uyuyordum doğrudan. "Tepeni okşa, yavaş ama nazik olmadan." Sessiz kaldığımda hareketlerim onun istediğinin aksine hız kazanmıştı, her defasında biraz daha gücüm tükeniyordu.

"Ah!" Parmaklarımın arasına sıkışırken örtü Asilhan'ın da inlediğini duymuştum. "Asilhan..."

"Aferin..." dedi çıkan ıslak seslerin etkisiyle kendinden geçmiş bir halde. "Parmağını kaydır ıslaklığında," parmağımı usulca kaydırdım, yukarı çıkışım yine okşayarak olmuştu. Ondan komut beklemeden yapmam hoşuna gitmiş olmalıydı ki, "Böyle devam et bebeğim," dedi keyifle. Dudaklarından çıkan her söz şu an sadece vücudumun sıcaklığını artıyordu. "Yumuşama, içini dolduracak olan parmakların gibi nazik değil." Bir uyarı niteliğinde yorulan parmaklarıma durmaması gerektiğini hatırlatmıştı.

Dairesel hareketlerime eşlik eden sanki oydu, hissediyordum. Vücuduma hükmeden vücudunun sıcaklığını da, dokunuşlarındaki sertliği de hissediyordum. Bedenimden geçen sıcak dalgalar kasıklarımda birikiyor, en çok orada sızlatıyordu tenimi. Bacaklarım yatağın üzerinde bir çok kez kıvrıldı, durmak istediğim her an onun sesi buna engel olmuştu. Midem içe tamamen göçmüştü artık, soluklarım sık sık büyüyordu.

"Sevgilim," dedim adıyla bir yere varamayacağımı anlayarak. "Ben..." dizlerim titremeye başladığında gözlerimin önünde geniş omuzları vardı. Saçlarında gezdirdiğim parmaklarımı, ikimizi beraber sarsan dokunuşlarını hayal ediyordum. Hayal ettiklerim beni daha çok sarsıyor, gözlerimi kaydırıyordu.

"Orta parmağını bastır," dedi sözcüklerimi keserek. Kendisi de sonlarındaydı, sesinden anlamıştım bunu. "Dilim girişini zorluyormuş gibi sevgilim." Dokunuşumun ardından kendimi tutamadan inledim, o da inledi benimle beraber. "Boşal yavrum," dedi aniden. "Dudaklarıma akıt sularını." O istemese de benim için son andı, dudakları sahiden girişimdeymiş gibi ansızın dokunduğumda bacaklarımın titremesi artmıştı.

Parmaklarım usul usul hızını düşürürken arasından akıp gidenleri umursamadım. Sık soluklarım yavaşladı ama daha derinlerdi. Asilhan'ı duyamayacak kadar kendimden geçmiştim, boynumdan akan sular göğüslerime doğru inerken telefonumu bacaklarım arasından aldım. Birkaç saniye öncesinde, kendinden geçerek ağız dolusu küfreden o değilmiş gibi sakinleşmişti. Sadece solukları vardı telefonun diğer ucunda. Ne diyeceğimi bilmiyordum, ne konuşacaktık ki şu andan sonra?

"Tam bir ergen gibi hissediyorum şu an," dedi konuşma görevini üstlenerek. "Asla, asla inanmazdım." Yutkundu, boğazının kuruduğunu hissettim. "Telefonun ucundan, tek bir fotoğrafa..." sustu, sözcükleri zihni mi toparlayamıyordu vücudu mu izin vermiyordu anlayamadım. "Sesinle boşalttın beni yavrum." Heyecanım usulca kaçarken utancı bırakmıştı yanıma. Yanaklarım yanarken boğazımı temizledim hafifçe, konuşmam gerekiyordu.

"Unut," dedim birkaç saniye önce beraber boşalmamışız gibi.

"Asla," dedi bir kez daha. "Beni soktuğun bu hali asla unutmam, unutmana da izin vermem." Her konuşmamızda hatırlayacaktık, ikimiz de.

"Asilhan..."

"Adımı her inlediğinde boşalmamak için çok zor durdum," kapalı gözlerimi araladım ve hoparlörü kapattım. "Benim yerime yaptığın her dokunuşu..." bir mesaj sesi duydum fakat emin olamadım. "Sesin kısılana kadar," sohbetimizden gelen mesaja tıkladım usulca, benimle konuşurken bana mesaj atıyordu. "Her pozisyonda, her köşede, defalarca..."

Asilhan:

Attığı mesaja baktığımdan argo devam eden sözcüklerini duymazdan gelmiştim. Yapılı göğsünde biriken damlalar göğsümü kabarttı yeniden. Dudaklarımı ıslarken iç çekmiştim. Zihnime koşarak doluşan arsız istekler yeniden tenimi ürperttiğinde Asilhan fotoğrafın altına gülücük ve mesaj atmıştı.

Asilhan: :)
Asilhan: Bana cevap versene sevgilim
Asilhan: Hâlâ hattayım

"Tekrarlamamızı gerektirecek şeyler yapıyorsun," dedim ağzım sulana sulana fotoğrafa bakarak. "Bu attığın, beni tekrar tahrik ediyor." Tek sulanan ağzım olmayacaktı devam ederse.

"Tekrarlayalım o zaman,"

"Hemen mi?" Dedim inanamayarak. Yapamayacağımızdan değildi ama az önceki gibi doğal gelişecek bir şey olmadığından kendime güvenememiştim.

"Hemen," dedi arsız bir şekilde. Sustum, söyleyecek bir şey bulamadığımda gülmüştü seslice.

"Ne oldu?"

"Beni ne hâle getirdiğini gör istemiştim," dedi bir anda. Yani hemen tekrarlamamız için yapmamıştı, ben öyle söylediğim için devam ettirmişti.

"Tam çekmeliydin," içimde ufacık utanç beliriyor sonra onun yüzünden çekip gidiyordu. "Belki de ben bütün çıplaklığınla görmek istiyordum."

"Karım olmayı beklemelisin," çizgisinden asla şaşmıyordu, fikri hâlâ aynıydı. "En acilinden de olmalısın."

"Kesinlikle," gözüm hâlâ fotoğraftayken çıplak karnıma yasladım elimi. "Biz daha önce neden yapmadık bunu?"

"Bir ergen gibi mastürbasyon yapmak istemediğim için," dürüstçe söylediğinde doğru olduğunu fark ettim, uzaktan olmasına karşı olan oydu. "Tamamen aptallıkmış. Sesine böyle oluyorsam teninde kendimi düşünemiyorum."

"İlk ve son," dedim kendimi kandırdığımı bilerek. "Sevgililer günü hediyemiz." Gülmemeye çalıştım, o benim kadar direnç göstermeyip güldü.

"Harika bir hediyeydi," gülümsediğimden gözlerim kısıldı, ikimizin de hoşnut olması güzeldi.

"Uyuyalım mı?" Dedim. Biraz daha devam ederse utanmaktan bitip gidecektim.

"Uyuyalım," dedi usulca. "İyi geceler yavrum."

"İyi geceler pehlivanım." Sessizliğimizi ben kapattım bu kez.

Vücudumda adını koyamadığım bir rahatlık vardı, bütün kaslarım gevşemişti. Suratımda aptal bir sırıtış, gözlerimde alık bir bakış. Gerçekten sevişmişiz gibi bir etki vardı üstümde, öyle tahmin ediyordum en azından. Yerimde debelenmeyi bırakıp üzerime çamaşırlarımı yeniden giydim, lavabo ihtiyacıyla da yerimden kalktım. Kısa bir lavabo molasından sonra da yatağıma girip kapadım gözlerimi. Bu gece derin ve güzel uyuyacaktım.

<><><><><><>

Günler çabuk geçiyordu, annemin gelişinin altıncı günündeydik. Birazdan kalkacak uçağımızı beklerken olduğum yerde daha rahat bir pozisyon aldım. Asilhan annem burada olduğu için gelememenin acısını derinden yaşamıştı, özellikle telefonda kendimizi kaybettiğimizde. Aklıma yeniden o anlar düştüğünde hem kızarıyor hem de mutlu oluyordum. Onun için aynısı geçerli değildi, hâlâ gerginlikleri sürdüğünden döneceğimden habersizdi. Ben de ona sürpriz yapacaktım, hiç beklemediği bir anda yakalayacaktım onu. İçim kıpır kıpırdı. Gece Antalya'da olacaktım ve sabah ilk işim sevgilime gitmek olacaktı muhtemelen. Annem de ilk kez karşı çıkmamıştı. Beraber kahvaltı yapacaktık Asilhan'la uzun zaman sonra. Bu bile yüzümü güldürüyordu.

Nihayetinde havalanan uçak beni epey uzun sürecek o yolculuğa çıkardı. Annem hep yaptığı gibi kendini uykuya verirken ben de gözlerimi kapadım. Uyumayacağımı bile bile öylece durdum, zihnimde Asilhan dolu hatıralar geziyordu. Elimde olmadan onu düşünüp duruyordum. Zihnimi ele geçirmişti, kimse de şikayetçi değildi. Öyle ki geçirdiğim sekiz-dokuz saatlik yolculukta onu düşünmekten hiç geri durmamıştım. Kendimi Antalya sınırlarında bulduğumda bu düşünce daha da kuvvetlendi. Telefonumu açarken ondan gelecek mesajlara ve aramalara hazırdım.

"Valizlerimizi alalım, baban bekliyormuş kapıda." Annemi onaylayıp valizler için beklemeye başladım. Eşyalarımın yazlık kısmını Norveç'e hiç götürmediğimden bir iki valizlik yer açmıştım kendime dönüş için. Onun rahatlığıyla valizlerimizi bekledik annemle, fazla beklemeden de gelmişlerdi. Son valizi de aldıktan sonra çekerek çıkışa ilerliyordum.

Cebimdeki telefonuma bakamasam da arka arkaya düşen bildirimleri hissediyordum. Asilhan olduğunu bildiğimden çıkana kadar dayandım. Kapıda babamı görünce de yüzümde kocaman bir sırıtış belirdi. Valizimi koşuyor oluşuma eşlik ederek kavuştum babama. Kolları arasına girdiğimde sıkıca sarılmıştık birbirimize.

"Babasının güzeli," saçlarımı öptü, ufacık kaldım kucağında. "Hoşgeldin Mihra'm." Yüzüme bakarken saçlarımı okşamayı ihmal etmemişti.

"Hoşbuldum babam," yeniden sarıldım ona. Annem yanımızda bizim sarılmamızın bitmesini beklediğinden kendimi çektim hafifçe. "Çok özlemişim seni." Babam kapımı açarken yerime geçtim beklemeden. O da valizlerimizi bagaja yerleştirdi.

Telefonumu cebimden çıkardım, Asilhan'ın aramalarına dönmeden mesajlarımıza girdim. Sağlam bir yalanım vardı, o yüzden mesajlarını seçerek cevap vermekle uğraşmayacak doğrudan yazacaktım.

Asilhan kişisinden 15 yeni mesaj.

Asilhan: Yavrum nereye kayboldun (19.30)
Asilhan: Daha iki dakika önce cevap yazdın şimdi de internetin kapalı

Aktarma sırasında beklerken birkaç saattir olmamam dikkatini çekmişti. Annemi bahane ederek az da olsa inandırmıştım fakat sonrasında yine ortadan kaybolmam onu rahatsız etmişti, mesajlarını okudukça anlıyordum.

Asilhan: Mihra (19.45)
Asilhan: Hâlâ yoksun
Asilhan: Endişelenmeye başlıyorum (20.20)
Asilhan: Ne internetini açıyorsun ne de bana dönüş yapıyorsun
Asilhan: Sabır gerçekten sabır
Asilhan: Benden bir şey mi saklıyorsun (20.43)
Asilhan: Doğruyu söyle
Asilhan: Böyle ortadan kaybolman normal değil (21.16)
Asilhan: Norveç'in amk
Asilhan: Profesörünün de
Asilhan: Deneyinin de
Asilhan: Ekibinin de amk
Asilhan: Seni benden ayıran her şeyin amk

Kendi kendine söylenmesine mi gülseydim, bunu yaparken içimi eritmesine mi gülseydim bilemedim. Ekrandan başımı kaldırırken babamla aynada göz göze geldim. Suratımdaki sırıtış donarken bakışlarımı da kaçırmıştım. Bir süre daha yakalanmadan durabilseydim eğer iyiydi.

Mihra: Kocam (22.00)
Mihra: Annemle takılıyorduk
Mihra: Şarjım az diye internetim kapalıydı
Mihra: Eve gidene kadar da takamadım şarja
Mihra: Çok mu merak ettin sen beniiii

Asilhan: Nasıl etmeyeyim Mihra
Asilhan: Baştan desene şarjım az diye
Asilhan: Niye şarjsız çıkıyorsun sen evden
Asilhan: Beni çıldırtmaya mı çalışıyorsun

Mihra: İstediğim sorudan başlayabilir miyim pehlivanımmm

Asilhan: Dalga geçme benimle

Mihra: Böğürme o zaman
Mihra: Oldu işte bir kere
Mihra: Abartmayalım

Asilhan: Aynen Mihra
Asilhan: Sen benim abarttığımı düşünmeye devam et
Asilhan: İyi geceler

Gerçekten geri zekalıydı. Tamam onu anlıyordum, merak etmişti ama annemle olduğumu biliyordu. Bu denli endişelenmesine gerek yoktu. Bu tavrı gereksizdi, üstelik yarın beni görecekti. Ben bizim için yapıyordum o alınıyordu, küsüyordu çocuk gibi. Gözlerimi devirip sakince mesajına cevap yazmaya başladım sonra da vazgeçtim. Gerçek bir sürpriz olmasını istiyorsam belki de yarın kapısında, birbirimizle tavırlıyken karşısında durmalıydım.
Mesajına hiçbir şey yazmadan yine internetimi kapattım. Telefonu cebime attıktan sonra koltukta ortaya doğru kayıp babamın omzuna yasladım başımı. Babam direksiyondaki elini bırakıp saçlarımı okşadı, suratımda dünyanın en huzurlu gülümsemesi belirdi.

"Ne zaman döneceksin?" Güldüm, artık dönmek yoktu. Artık birkaç günle sınırlı kalmak yoktu.

"Dönmek yok," dedim kesin bir şekilde. "Ben epeydir gelmediğim için orada kalmaya almışmışım ama bütün yazı beraber geçirince boşa düştüm. Artık gitmek istemiyorum." Uzanıp yanağını öptüm sıkıca. O da saçlarımı öperek karşılık verdi bana.

"Aç mısınız?" Dedi babam bu kez. İkimiz de onu onayladık. "Nereye gidelim?"

"Lâlin evde değil mi?" Eğer onsuz bir yere gitseydik bizi yerdi, dırdırı çekilmezdi.

"Uyuyor dana," dedi babam. Saat uyumak için epey erkendi ama benim kardeşim için saatin önemi yoktu. "Akşam üzere bir saat yatıp kalkıyorum dedi yatış o yatış." Gerçek bir danaydı, bizim evin danası.

"Evde ben bir şeyler hazırlarım diyorsanız," annem ortaya fikir sunarken babam hemen reddetti başıyla.

"O kadar yol geldin hayatım, gerek yok uğraşmana."

"E peki madem," annem nezaketen söylediğini hemencecik belli ederken güldüm. Geriye doğru yaslandım. "Ne yiyeceğiz?"

"Bana bırakın," dedi babam çabucak. "Yaslanın arkanıza gidiyoruz." Başımı geriye doğru yasladım ve yolu seyretmeye başladım.

Zihnimde bir yandan yarın ne giyeceğim dönerken bir yandan da kocama ne götürebileceğim dönüyordu. Muhtemelen börek yapacaktım, güzel bir kahvaltı yapmak için böreğe ihtiyacımız yoktu ama olması tercihimdi. Yanında sunum olarak da ben olacaktım, o yüzden güzel bir şeyler giyinmek istiyordum fakat rahat da olmak istiyordum. Kocamın yanında rahat edemedikten sonra, kasıntı durduktan sonra yanında olmamın bir anlamı yoktu. İçinde olduğum her kıyafetle onun yanında rahat olmalıydım, en azından amacım buydu.

Yemek yemeye ayırdığımız süre tahmin ettiğimden daha kısa sürmüştü. Önce yolumuz sonra siparişlerin gelmesi ve bizim yememiz. Hepsi ciddi anlamda kısa sürmüştü, eve dönüşümüz de sonradan eklenmişti içine. Apartmandan içeri girer girmez bir rahatlama aldı beni. Ait olduğum yer burasıydı hiç kuşkusuz. Daima da burası kalacak gibiydi. Omuzlarımda hiçbir yük hissetmeden evimize girdikten sonra kardeşime sarıldım sıkıca. Bizi şaşırtıcı bir şekilde kapıda karşılamıştı.

"Gardırobum geri döndü," bilerek böyle söylediğini bildiğimden ses çıkarmamıştım. "İyi ki geldin." Yanaklarını öptükten sonra sırayı anneme germiştim, ben bir an önce odama gidip uyumak ve sabah olunca da sevgilime gitmek istiyordum.

"Ben yatıyorum," dedim onlar birbirine sarılırken. Babama doğru ilerleyip öptüm kocaman. "İyi geceler babam, sen de dinlen." Babam saçlarımı öptü, beni sıkıca sardıktan sonra bir kez daha öptü. Bayılıyordu tek aşkım olmaya.

Yüzümde gülücükler eksik olmadan herkese iyi geceler diyip odama ilerledim koşa koşa. Saat geç olmasaydı mutlaka aile sohbetimize devam ederdik. Aradan çıkan aktivitemize pek de üzülmemiştim, hepimizin uykuya ihtiyacı vardı. Odaya girer gitmez kapımı kapattım. Oyalanmadan üstümdekilerden kurtulmuş ve yatağa atlamıştım. Yayıldığım yatağın ardından keyifle debelendim kendi etrafımda. Sahiden odamdaki örtüyü dahi özlemiştim.

Yeniden sırtüstü yattığımda telefonu elime aldım, Asilhan bir şey yazmamıştı. Sendromlarına aldırış etmeden sanki dönmemişim gibi mesajlar attım kızlara. Aynısını Asilhan'a da yapacaktım ama sonra vazgeçtim, iyi geceler dileyip telefonumu bıraktım. Sabah nasıl olsa kavuşacaktık, o yüzden sadece uyumalıydım.

<><><><><><>

Gözümün biri henüz açılmamıştı. Dağılmış saçlarımı aynada gördüm, toparlamakla uğraşmadan yüzümü yıkadım ve çıktım banyodan. Meşhur topuklu terliklerimle evin içinde yürürken herkesin uyuyor oluşundan sessiz olmaya özen gösterdim. Babam zaten evde yoktu, annem ve Lâlin'in de topuk sesime uyanacağı yoktu ama ben yine de düşünceli davranıp sessiz oldum. Doğrudan mutfağa geçtikten sonra malzemeleri ayarlamaya başladım.

Sabahın köründeydik ve ben kocam için börek yapmakta kararlıydım. Dün gece konuşmamıştık, mesajıma cevap vermemiş üstelik sabah mesajını da henüz atmamıştı. Muhtemelen uyanmamıştı, birazdan uyanacaktı. Yazsa da cevap vermeyeceğimden telefonu odamda bırakmıştım. O yüzden yalnızca böreğimle uğraşacaktım. Hazır olur olmaz da kocama gidecektim. Son bir haftamız gerginlik doluydu. Asilhan yürüyen bomba gibiydi. Her şeyden, herkesten kıskanıyordu beni. Öyle ki annemden bile kıskanmıştı. Kendini yanıma gelmeye şartladığından olmuştu sanırım bilmiyorum ama bir garip olmuştu. Belki de yaptığımız görüşme onu kışkırtmıştı. Her türlü onu kendine getirmem şarttı, koca bebeğimin bana ihtiyacı vardı ve ben imdadına yetişecektim.

Yufkalarımı tek tek açtım, tepsime dizdim, yağladım, peynirimi doldurdum, tekrar kapattım yufkayla. Birkaç kaç yaptıktan sonra nihayet bitirmiştim. Önüme dökülen saçlarımı geriye atıp ısıttığım fırının içine yolladım tepsimi. Fırının ayarını kontrol ettikten sonra artık pişmeye bırakmıştım böreğimi. Artık kendimle ilgilenecektim, önceliğim ellerimi bol suyla yıkamak oldu. Kuruladıktan sonra tıkır tıkır odama geçtim. Üstümdekilerden kurtuldum, yenilerini çıkardım. Fazla uzamadan giyindikten sonra vücut spreyimle geçtim üstümden. Takılarımı taktıktan sonra saçlarımı mandal tokayla tutturdum. Aynadaki görüntüm beni tatmin edince lacivert fermuarlı hırkamı attım üstüme. İnce bir tişört ve eşofman giymiştim, üstüne de hırkayla tamamdı kombinim.

Geceden hazırladığım kol çantamı alıp çıktım odamdan. Ayağımda hâlâ terliklerim vardı, inatla tıkırtımı sürdürerek mutfağa geçtim. Fırını kapattım, kolumdaki çantayı masaya atıp usulca çıkardım böreği. Dilimledikten sonra püf noktasını uyguladım. Annemden gördüğüm bir sır olduğundan kimseyle paylaşmıyordum. İlk sıcağı çıkarken böreğin annemlere de ayırmayı unutmadım. Asilhan'a ve bana yetecek kadarını alıp gerisini tepside bırakmıştım.

Nihayet evden çıkmıştım, nihayet.

Giyinirken ayarladığım taksi beni fazla bekletmeden geldi, bindim ve kısa sürecek yolu tarif ettim. Taksici abi bunun için mi çağırdın der gibi bakıyordu bana fakat umursamadım. Yerime kurulup saati kontrol ettim, Asilhan kesinlikle uyanmıştı da inşallah bir yere gitmemişti. Biraz riskliydi, o kapıda kalma ihtimalim yüksekti ama içimdeki bir ses onu orada bulacağıma emindi. Ben de onu dinlediğim için yollardaydım. Kalbim neredeyse yerinden çıkacaktı. İnatla çarparken derin derin nefeslendim. Yol uzadıkça uzuyordu, sanki kavuşmayalım diye araya kilometreler eklenmişti. Oysa bu yol lisedeyken hemen bitiyordu. Onu biraz daha görmek için uzattığım o yol kısacıktı, şimdi neden böyle uzadığını anlayamamıştım.

"Geldik abla," içimdeki kargaşanın hepsi sustu, taksiciye parasını uzattım.

"Kolay gelsin." Beklemeden indim arabadan ve site girişinden geçtim. Güvenlik beni daha önce de gördüğünden yalnızca selamlaştık. Asilhan çıkmış olsaydı söylerdi, bir şey demediğine göre kocam hâlâ evdeydi.

İç sesim beni yanıltmadığı için keyiflendim. Asilhan'ın bloğuna girip asansörü çağırdım çabucak. Göğsüm parçalanıyordu, onu görmediğim günlerin acısı şimdi daha çok yakıyordu canımı. Birkaç dakika içerisinde kavuşacak olmamın verdiği bir duygu seli de cabasıydı. Gözlerim istemsizce dolarken henüz onu görmemiştim bile. Asansöre bindim, katını tuşlayıp kapıyı kapattım. Asansör yukarı doğru çıkarken benim dizlerim titriyordu. Elimdeki çantanın kolunu öyle sıkı kavramıştım ki parmaklarım terlemişti. Önce çantayı gevşettim asansörden inerken. Ardından parmaklarımı eşofmanımın yüzeyine sürdüm. Kuruduktan sonra emin adımlarla kapısına doğru ilerledim.

İlerlerken boğuldum. Bir şeyler beni huzursuz ediyordu o an. Kapısına yaklaştıkça içimdeki heyecan garip bir huzursuzluğa döndü. Bulantım derin bir sancıya evrildi. Artık rahatsızlık boyutuna gelmişti, keyif vermiyordu bana. Midemde kelebekler uçuşmuyordu ölüyordu. Göğsüm daha farklı bir hisle sıkışırken durakladım. Önünde durduğum kapıyı çalmak zor geldi. Zihnimi kirleten hiçbir düşünce yokken kalbim neden böylesine zehirlenmişti çözemedim. Tek bildiğim iyi hissetmediğimdi, adımlarım geri geri gitmek istiyordu fakat izin vermedim.

Zile doğru uzanıp bastım. Kapıyı açmasını bile bekleyecek gücüm yoktu tam şu an. O kadar daralmıştım ki adeta yığılıp kalacaktım kapısının önüne. Sabırsızlıkla kapı açılsın diye beklerken bir kez daha bastım zile. Bir yandan da saati kontrol ediyordum. Uyuyor muydu hâlâ? Bu nasıl mümkün olabilirdi ki? Kurulu saatinden şaşmayan Asilhan uykuya mı kalmıştı? Gerçi son zamanda hep daha fazla uyuyordu. Nedenini bilmiyordum, doğru düzgün açıklamamıştı. Gerginliğime bir yenisi daha eklendi, biraz daha stres oldum.

"Aç şu kapıyı salak herif!" Bir kez daha bastım zile ama bu kez uzun tuttum. Zilden parmağımı çekerken duydum, içeriden bana ulaştı onun sert adım sesleri. "Şükür." Biraz daha açmasaydı eğer zihnime de zehir bulaşacaktı.

"Siktir ya," dedi beni gördüğü ilk an. Benim nefesim kesilmişken o elini alnının tam ortasına yaslayıp sertçe ovaladı. "Hep aynı rüya amına koyayım! Bari yanımda uyu bazılarında." Daha açılmamış gözlerini yeniden yumarken uyku sersemliğiyle kendi etrafında dönüp kapıyı suratıma kapadı.

Suratıma haykırması yetmemişti beni algılamasına. "Aptal!" Bir yere ayrılmasına izin vermeden zile tekrar bastım. Bir yandan gülmek istiyordum bir yandan da ağlamak. Onu o kadar özlemişim ki... Evrenin bütün hisleri boğazıma tıkanmıştı.

Kapıyı açtı, aynı hayretle izledi beni. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra "Gerçek misin?" Dedi bana şüpheyle bakmaya da devam ederek. Bir adım daha öne çıktım, gözlerini ovaladı adımımdan emin olmak için. Bana doğru yaklaşıp elini saçlarıma uzattı bu kez de kontrol etmek için. "Sikeyim! Gerçeksin sen." Kalakaldı, gözleri açıldı artık gerçek anlamda. Bana şok içinde bakarken yutkundu seslice, gözlerimiz birbirine kenetlenirken gülümsedim o da seslice güldü. "Mihra sen gerçeksin, konuş benimle." Dedi hâlâ inanamazken.

"Asilhan," dedim yine göğsüm ağzımda bir şekilde. Belki de en sevdiğim şeydi adını böylesine söylemek. Gözlerim dolu doluyken elmacık kemiklerim belirginleşti, yan yanaydık artık.

"Bebeğim," omuzlarıma yasladığı parmaklarından destek akıp beni göğsüne çekti hızlıca. "Yanımdasın, kucağımdasın." Kanım çekildi, bütün hücrelerim sarsılırken kollarımı doladım ona sıkıca.

Ruhumu saran bütün o kasvet bedenimi terk etmişti kolları arasındayken. Rahatlamıştım, huzurla dolmuştum. Kendimi tam bu ana, bu yere ait hissediyordum. Sanki kayıp parça olması gereken yere dönmüştü ve yapboz bir bütün olmuştu. Zaman durmuştu, hayat akmıyordu artık. Aldığım nefese onun kokusu karışırken de akamazdı. Onunla, yaşadığımız anın içinde sıkışıp kalırdım ve bir an olsun şikayet etmezdim.

Başımı kaldırdım hafifçe, çenemi omzuna yaslarken belime dolanmaya devam etti. "Kavuştuk," dedim sırtını sıvazlayıp. Saçlarımı öptü, defalarca kez öptü. Öyle seri bir şekilde öpüyordu ki yetişemiyorum ona. Hiç durmadan öptü, dudaklarına kokum sinene kadar öpmüştü belki de. Öyle ki kendisini görmeme fırsat bile tanımıyordu.

Geriye doğru çekildim, beni sarışını gevşetmişti. Yüzünü parmaklarım arasına uzun zaman sonra aldığımda gerçekliğini sorguladım. Sanki bir rüyadaydım. "Geldin," sesinin titrediğini hissettim. Bana bakarken göğsünde çığlığı duydum, onun da gerçekliği sorguladığı ortadaydı.

Başımla onaylarken "Geldim," dedim. Bir yandan da onu tekrar etmiştim. Aldığımız derin soluklar birbirine çarparken yutkunduk yeniden. Yüzüm avuçları arasında kaybolurken sakallarını okşadım. Güldü, onu güldüren ne oldu bilmiyordum ama güldü.

"Dün uçaktaydın," yeni algılıyordu, gülmemeye çalışarak başımla onayladım onu. "Niye söylemedin bana?" Kollarım boynuna dolanırken bal hareleri koyu kahve gözlerimde geziyordu. Kırpmaktan kaçınıyordu gözlerini, kırpsa kaybolacaktım sanki.

"Sürpriz," onun bana yaptığı sürprizden yapmıştım ben de ona.

"Yerim senin sürprizini," gözlerini yeniden kapadı, hâlâ kapının önünde ayakta dikiliyorduk. "Yiyeceğim de birazdan." Heyecanlandım, bunu ona belli etmemek isterdim ama bu imkansız gibi bir şeydi. Sol kolunu belime sabitlerken sağı uzaklaştırmıştı. Ne yapacağını görmek yerine boynuna sokuldum.

Kapının sert kapanma sesi kulağıma dolarken dudaklarım belirgin damarındaydı. "Nereye?" Dedim dudaklarımı teninden çekmeden. Asilhan beni bir iki adım geriletip kapıya yasladı, hareketi beni ürkütmemek için olsa gerek nazikti. Beklediğim bir şey olduğundan şaşırmadım, sert olması da beni ürkütmezdi.

Kapıyla arasında sıkışmışken boynunu yana doğru yatırdı. "Birazdan odamıza," dedi nefes nefese bir halde. Sağ eli başımın üstüne konumlandı. Sol eli artık belimi çepeçevre sarmıyor yalnızca belimin boşluğunu dolduruyordu. "Öncesinde burada halletmemiz gereken bir meselemiz var." Kıvranıyordu, boynunda soluklanmaya devam ettiğim için zorlanıyordu. Biraz geriye doğru çekildim, yüzünün aldığı hali görmek için gözlerimi araladım.

"Hangisi?" Dedim kendimi tutamadan. Kasılmış çenesine rağmen konuşmaya hazırdı, ensesini okşayan parmaklarıma dayanır gibiydi. "Bizde mesele çok," parmaklarım sıcak ensesinde birbiri içine girerken yutkundu, ona insaf edip okşamayı bırakmıştım. Ki bu onu daha çok zorlamış gibi gözlerini kapatmamak için direnmişti. "Önce nereden başlayalım?" Asilhan kısa bir an durakladı, kendini toparlamak için boğazını temizledi.

"Sahiden aklımı kaybettiriyorsun," sol bacağı sağ bacağımı sıkıştırırken yüzümü okşayan parmaklarına doğru yatırdım başımı. "Yine unuttum, her şey silindi bir sen kaldın. Gözlerin..." binlerce sözcüğü yuttu sanki o an. Dudakları, kapanan gözlerim üzerine dokunurken kalplerimiz neredeyse birbirine yaslanmıştı. Her karışıyla hissediyordum onu, her karışım yanıyordu. "Bana beni unutturuyorsun yavrum, bana nefes almayı unutturdun." Gözlerimden çekilen dudakları dudaklarıma sürüldü. Bedenimdeki ateş dudaklarında patladı sanki, dudaklarında parçalandı.

Onu öpmeyi ne kadar seversem seveyim her defasında heyecanlanıyordum, ilkmiş gibi hem de. Ne ara kalbine yasladığımı bilmediğim parmaklarımı ensesine doğru çıkardı ben heyecanımla uğraşırken. Beni öperken kalbinin hızlandığını hissetmeme engel olmak için geç kalmıştı, hissetmiştim. Dudaklarıyla dudaklarım karışırken güldüm, neden güldüğümü bilmeden o da güldü. İkimizin de heyecanlandığı ortadaydı, oysa kaçıncıya birbirimizi öptüğümüzü bilmiyorduk. Yine de bu hissin çözümü yoktu, dudaklarıyla sarılan dudaklarım titriyordu onu öperken. Ellerim buz kesmişti, ensesinin bütün sıcağına rağmen de ısınmıyordu.

Dudaklarım arzuladığı dudaklarla kavrulurken gözlerimi yummuştum çoktan. Yalnızca onu hissediyordum, yalnızca ona çarpıyordu kalbim böyle delicesine. Hâlâ ayağımda duran ayakkabılar boylarımız arasında hiçbir fark yaratmazken ona ulaşmak için yine parmak uçlarıma çıkmıştım. O da bunun farkında bir şekilde sağ elini ensemden çekip belime yasladı, iki elini senkronize bir şekilde kullanarak ayaklarımın zeminle olan temasını fiziken kesmişti.

"Bana dola bacaklarını," bacaklarım kalçasının üstünde bağlanırken zorlanmadan ayakkabılarımdan kurtuldu. "Odamıza gidiyoruz." Ne yaptığını bana bildirirken yüzünü avuçlarım arasına alıp yeniden dokundum dudaklarına ve gerisini ona bıraktım.

Birkaç saniye önceki yumuşaklığından eser yoktu. İlkel bir dürtüyle dokunuyordu dudaklarıma. Kendisinden üstte olmama aldırış etmeden eziyordu dudaklarımı. Usulca, ustaca yönlendirirken dokunuşlarımızı saçlarından kaydı parmaklarım. Alt dudağıma sürdüğü dişlerinin ardından odasından içeri girdik. Dağınık yatağının üzerine beraber devrilirken kısaca ayrılmıştı dudaklarımız. Yerimizi alır almaz yeniden buluşturduk dudaklarımızı. Ayrı durmaya ayıracak tek bir saniyemiz yoktu, ikimizin de tahammülü yoktu. Ne benim biraz daha ondan ayrı kalmaya gücüm vardı ne de onun benden ayrı durmaya sabrı.

"Hırkanı çıkaralım mı?" Vücudumda onu gördüğüm an gezen ateş katlanarak büyürken üstümdeki hırkanın daha da işi zorlaştırdığı bir gerçekti fakat ben fark edemeyecek kadar Asilhan'la ilgiliydim.

"Hı hı," dedim doğrularak. Omuzlarımdan indirdiği hırka bileklerimden de sıyrıldıktan sonra sıcak tenime dokundu parmakları. Kolumu okşayan parmakları yine o garip çizgileri tenime çekerken dudaklarına yetişmeye çalışıyordum. "Sana börek yaptım." Dedim bir anlık boşluğumuzda. Asilhan'ın bana baktığını hissederek gözlerimi araladım, yanılmadım. Bakışlarında bir afallama gördüm, farklı bakıyordu bana.

"Ne yaptın?" Dedi düzgün nefes alamadığımı görünce. Muhtemelen bana fırsat tanıyordu, eğer biraz daha durmasaydı bayılırdım zaten.

"Börek," dedim bir kez daha. Yutkundu, oynayan ademelmasını izlerken durmak istemedim.

"Ne zaman?" Neden sorduğunu bilmiyordum, oyalanmak için olabileceğini düşünüp aldırış etmedim.

"Sabah," dedim yutkunarak. Nefeslerim düzelmemişti ama onu öpmek istiyordum, dayanamıyordum. "Bu sabah erkenden kalktım yaptım geldim." Dudakları kıvrıldı ama mutluluktan daha baskın gelen duyguları vardı. Dudağındaki kıvrım mutluluğun ancak gölgesi olurdu.

"Teşekkür ederim," gözlerini kaparken başını boynuma doğru yatırdı. Derin bir soluk aldıktan sonra da öpmüştü. "Uyuyalım biraz, erken uyanmışsın dünden beri de yorgunsun." Sıcak nefesi boynumdan uzaklaşırken kaşlarım çatılmıştı. Kendini yanımdaki boşluğa atarken olduğum yerde doğruldum.

Ne olmuştu şimdi?

"Niye üzüldün?" Dedim ona doğru dönerek. Yattığı yerden doğrulmadı, kapalı gözlerini araladı hafifçe ve göğsüne vurdu elini iki kez. "Önce soruma cevap ver," gergin karın kaslarına yaslarken parmaklarımı başını geriye doğru attı. Elimi kavradı usulca ve beni bir anda kendine çekti. "Asilhan..." yüz yüze gelmiştik, başını kaldırıp dudaklarıma dokundu yeniden. Susuyordu, susturuyordu ki konuşmayalım.

"Hani uyuyacaktık beraber?" Kısa süren busesinin ardından bir kez daha öptü beni. Uzun tutmuyordu, yalnızca öpüyordu. Geriye doğru yatarken yeniden beni beklediği ortadaydı. Dudaklarının yumuşaklığı hâlâ dudaklarımdayken derin bir nefes alıp başımı göğsüne yasladım. "Aferin," küçük bir çocukmuşum gibi saçlarımı okşarken göğsünün düzenli yükselişlerini dinledim.

Saçlarımdaki mandal tokatı çıkarırken "Sus," dedim. Tokanın eksikliğinin ardından göğsüne yayıldım. Kolumu ona sararken yerimde yan dönmüştüm. "Uyuyoruz." Sağ koluyla sırtımda hakimiyet kurmuşken sol eliyle de kendisine sarılan kolumu okşuyordu.

Sustuk, bir şey konuşmadan birbirimize sarıldık. Ona sarılmayı, onunla böyle uzanmayı da özlemiştim, çok özlemiştim. Şu an da yalnızca bunu düşünmek istiyordum. Birbirimize dolanıp güzel bir uyku çekmeye hazırdım. Gözlerim ağır ağır kapanırken Asilhan üstümüzü örttü, ardından yan dönmüştü. Beni kolunun üstüne yatırırken saçlarımı öpmeyi ihmal etmedi. Kendimi biraz daha ona yaklaştırıp ademelmasını öptüm. Saçlarımı özenle sevmeye devam etti, bir yandan da kolumu okşuyordu.

Rüya değildi, bu kez gerçekti. Gerçekten onun kolları arasındaydım, gerçekten kokusuyla mayışmıştım ve gerçekten ona sıkı sıkı sarılıyordum. Ben mi onu bırakmak istemiyordum, o mu beni bırakmak istemiyordu bilmiyordum ama birbirimizi sıkıca tutuyorduk. Biraz daha uzak kalmamak için, biraz daha ayrı durmamak için en fazlasına doğru sarılıyorduk birbirimize. Organlarımız adeta bütünleşirken biz ufak bir bakışma yaşayıp yeniden sokuluyorduk.

"Rüya değil bu kez," dedi boynuma parmaklarını yaslarken. "Uyuyoruz beraber." Başparmağının yanağımdan çeneme doğru kayan sakin hareketleriyle yüzümü sevmeye başladı, dudaklarımda ufak bir tebessüm belirmişti.

"Gerçekten uyuyalım," dedim. Yorgundum, daha geldiğim yolu hazmedemeden farklı bir uğraşın içine girmiştim ki o da beni yormuştu. "Hadi kapat gözlerini." Çok güzeldi gözleri, hayatımda gördüğüm en güzel gözlerdi. Bakarken gözlerine kendimi dahi siliyordum. Gözleri biraz daha fazla görmek için bu yorgunluğumu ona katlardım hatta belki yüze, bine...

Güzel gözlerine bakarken iç çektim, yüzümdeki parmakları durakladı. Bal kuyusu yüzümün her milimini incelemeyi bırakıp kirpiklerini indirdi. Gözlerini kapadıktan sonra bu kez uyuyacağına olan inancım tamdı. Yüzümde duran avucuna dudaklarımı yasladım hafifçe ve elini belime sarıp olduğum yerde rahatça konumlandım. Kalbimin kahkahalarla koşuşuna aldırış etmeden, heyecanımı baskılayarak ne kadar rahat olunabilirse o kadar rahattım kucağında. Daha fazla nabız yükseltmeden zihnimdeki sesleri susturdum ve kapadım gözlerimi.

<><><><><><>

Uykuya ihtiyacım olduğu apaçık ortadaydı, vücudum da fazla direnmemişti. Şakaklarımda hissettiğim yumuşaklıkla gözlerimi aralarken Asilhan'ın çenesini gördüm hatta görmekten de öte kirpiklerimle dokundum. Neredeyse üstüme çıkmıştı, ilk sersemliğimle algıladığım buydu.

"Asilhan," başım yastıktan kaydı, gözlerimi açamıyordum.

"Uyandırdım mı yavrum?" Onun yüzünden mi uyanmıştım bilmiyordum, hiçbir fikrim yoktu.

"Saat kaç?" Ağır ağır kaldırdım kirpiklerimi, Asilhan'ın yüzü netleşsin diye de ovaladım gözlerimi. "Çok mu uyudum ben?" Yüzümün şiştiğini hissetmiştim ayriyeten uykum gelmeye devam ediyordu. Fazla uyumamış olsaydım bu belirtiler olmazdı.

"Bire geliyor," yanağımın altına aldığım elimin ardından bacağımı biraz daha açıp yüzüstü uzandım. "Doymadın mı uykuya?" Asilhan'a duyuyordum duymasına da cevap veremiyordum. Henüz ayılmamıştım. "Mihra..."

"Hı?" Yüzümü kaplayan saçlarıma müdahale etti, eğilip yanağımı öptü sertçe. Diğer tarafa doğru döndüm, gülmeye başladı.

"Uyansana," omuz silkerken elleri üstünde olduğum yastığı baskıladı, ne yaptığını çözmeye çalışırken de sol yanağıma saldırmıştı.

"Asilhan ya!" Üstümdeki bedenini ittirmeye çalışsam da boşaydı, vücuduna denk getiremiyordum. "Git başımdan." Beni rahat bıraksaydı kendi kendime uyanacaktım zaten ama durmuyordu, arsız.

"Horluyorsun," dedi aniden. Bir an rüya gördüğünü düşündüm, algılamak için ona doğru çevirdim yüzümü yeniden. "Felaket bir şeydi, en son burnunu tuttum." Elim burnumun üstüne gitti istemsizce. Yalan söylüyordu, böyle bir şey olsa uyanırdım sonuçta uykum çok hafifti.

"Yalancı," dedim gözlerim artık açılırken. "Yalan söylüyorsun. Burnumu tutsan uyanırdım." Kıvrılmış dudaklarının dolgunluğu dikkatimi dağıtırken kendimi toparlamak zordu. Ayılmama izin vermeyecek kadar yakışıklıydı, hayal ürünü gibiydi.

İnanmak istemediğimden gözlerine baktım, gözleri doğruyu söyler diye umuyordum ama odaklanamıyordum. Yeni uyanmış gibi bir hali hiç yoktu, bakışları çok net çok keskindi. Biraz olsun buğu yoktu gözlerinde, şekerleme yapmış gibi bir şişkinlik de yoktu. Sesi de aynı şekilde hiç çatallı değildi, gayet de oturmuştu. Asilhan ya uyumamıştı ya da çoktan uyanmıştı. Her türlü beni izlemek için fırsatı, zamanı olmuştu.

"Evet," dedi gülüşünü koruyarak. "Uyandın ama geri uyudun." Benimle oynamak hoşuna gidiyordu hayvanın. Gözlerimi devirip doğruldum yattığım yerden. Bir daha uyumayacaktım onunla. "Nereye?"

"Cehennemin dibine," yataktan inerken topuklu terliklerimi aradı ayaklarım ama olmadığından sessizce indim.

"Mihra," gülüşünün arasında adımın farklı çıkmasını umursamadan ilerlemeye çalıştım fakat çok kısa sürdü. "Nereye yavrum?" Kolumdaki elini ittim, bıraktı bırakmasına da belime sarıldı bu kez.

"Bırak beni," dedim yüzünden yüzümü kaçırarak. Başını eğerek yüzüme bakmaya çalıştığında ters tarafa döndüm. "Uyumayacağım bir daha seninle." Belime dolanmış kaslı kolları beni etkilese de ellerimi üstüne basarak kaçmaya çalışıyordum. Dokunurken aldığım hazzı da gizli tutmak zorundaydım.

"Ayırıyor muyuz yatakları?" dedi kaçırıp durduğum çenemi kavrayarak. Hâlâ alay edebiliyor olmasına göz devirdim, içten içe de gülmek istedim.

"Ayırdık bile," gözlerimizi zoraki buluşturdu, bakışlarının yoğunluğundan boğazım kurumuştu. Gözlerinden kaçmak içindi çoğu zaman göz devirişlerim.

"Diyorsun," başımla onaylarken onu ayaklarımın arasına soktu koca ayağını. "O zaman ben birleştireyim yataklarımızı." Bir adım attırdı geriye, ikinci adımı istemsiz attım. Göğsüm genişçe yükselirken Asilhan bir an olsun gözlerimizi ayırmıyordu. Beni böyle etkilediğinin farkındaydı ve bunu denemekten keyif alıyordu.

"İstemez," dedim bacağım yatağa çarparken. Yeni ayılmışım gibi ellerimi göğsüne yasladım ve geriye çektim kendimi. "Bırak beni altıma yapacağım." Sıkışmamıştım, yalan söylüyordum. Kaçmak için ufak bir bahaneydi sadece.

"Beş dakika daha tutamaz mısın yavrum?" Sözcüklerin her biri farklı bir tonlamayla düşmüştü dudaklarından. Şimdi eriyip gidecektim kolları arasında.

"Tutamam," dedim boynuma sürdüğü burnuna rağmen. "Yapıyorum bak bırakmazsan." Asilhan daha fazla ciddi duramadı, gülmeye başlarken belimdeki kollarını gevşetti. Yüzlerimiz yeniden karşı karşıya geldiğinde bir adım geriye çekilmişti.

Kollarını göğsünde bağlayıp "Bebe," dedi. İşaret parmağım beni bulduğunda başıyla da onaylamıştı. "Hadi git yap çişini." Ona gözlerimi devirip ağır hareketlerle çemberinden çıktım. Kendime kaçış mesafesi bıraktığıma emin olduktan sonra da omzum üzerinden geriye dönmüştüm.

"Çişim yoktu," Asilhan bana bakarken kendisini kandırmış olmamı hazmetti kısa sürede.

"Kaç," dedi hiç düşünmeden. "Yakalarsam söyleyeceğin hiçbir şeye inanmam." Bana bakarken parmaklarını üç yaparak kaldırdı havaya. Önce bir parmağını indirdi, sahiden yakalamaya çalışacaktı.

Asilhan'ın diğer parmaklarını indirmesini beklemeden koşmaya başladım. O da koşmaya başlamamla koştu. Ardıma bakmadan kaçarken nereye ilerlediğimi bile bilmiyordum. Dar koridorlardan kaçınıp geniş salona geçtim. Asilhan karşısındaki tazıymış gibi hızlanırken koltuk kolunun ardında saklandım. Başımı indirip geldiğini görünce diğer koltuğa doğru koştum. Koltuğun bir kolunda ben diğer kolunda o vardı.

"Nereye kadar kaçacaksın?" Dedi ellerini koltuk koluna sıkıca bastırarak. "Seni yakalayacağım," kendinden çok emindi ki haklıydı. Beni mutlaka yakalayacaktı, benim istediğim de yakalamasıydı zaten. "Kaçışın yok, bence teslim ol." Gülmemeye çalışarak başımı sağa sola doğru salladım.

Asilhan üzerime doğru bir adım geldiğinde ters tarafa koştum ama onun oraya dönmesi daha kolay oldu. Ben koltuğun sınırını henüz geçmişken beni karnımdan kolayca yakaladı, havaya doğru kaldırıp ters çevirdi. Beni ters çevirmişti, kucağındayken kendisiyle beraber ters çevirmişti ve ben şu an onun altında yatıyordum. Bedenlerimiz arasına ilk saniyeden mesafe açmıştı, akıllıca bir hareketti. Eğer yapmasaydı kendisini de beni de diri diri yakmış olacaktı.

"Yuh," dedim tek solukta. Kolları sayesinde yükseldiğinden etrafımda biraz dönüp yüzüne baktım. "Hayvan mısın?" Güçlü olduğunu, pehlivan olduğunu unutmuştum. Benim gibi üç taneyi çevirebilecek becerisi olduğunu nasıl atlayıp da bu denli şaşırabilirdim bilmiyordum.

"Hayvansıyım," dedi kolunun birini kırarak. Dirseği koltuğa yaslanırken yüzümü inceledi. "Eğlendin mi benden kaçarken?" güldüm ve onayladım onu. Zaten yakalanmıştım daha fazla inkara gerek yoktu. "Yakaladım ama seni yavrum, bak yine kucağımdasın." Omuz silktim usulca, şikayetçi değildim ki ben. Hoşuma gidiyordu onunla boğuşmak.

"Ne yapacaksın bana hayvansı?" Gülme sırası ona geçmişti. Benim alayla sorduğum soruya onun hiç de masum cevaplar vermeyeceğini anladım, bakışları bile değişmişti.

"Yapmak istediklerimi anlatsam arkana bakmadan kaçarsın," sol dirseğini de koltuğa yaslarken yüzlerimiz arasında milimler vardı. "Topuklarını o güzel götüne vura vura, az öncekinden çok daha hızlı bir şekilde kaçarsın hem de." Yutkundum, yanağıma sürülen dudaklarıyla gözlerimi kapadım.

"Belki de kaçmam," sesim fısıltı gibiydi aramızda. Yalnızca o duyabiliyordu beni, çok yakınımda olduğu içindi o da. "Belki ben de duymak..." dudakları çenemi gezerken nefeslendim derince. Aklımı kaybettiriyordu bana, unutuyordum işte her şeyi. "Ben de görmek istiyorumdur yapabi-" dudakları dudaklarımı esir alırken sol eli bacağımı kavradı sertçe ve üstüne doğru çıkardı. Daha ben ne olduğunu anlayamadan dudaklarımı ısırdı.

İnleyişimle geriye doğru çekilmişti. "Kışkırtıyorsun beni," bacağımı okşayıp sıkarken gözlerimi araladım hafifçe.

"Hoşuna gittiğini sanıyordum," üst dudağımı kavrayıp emerken gözlerini kapamıştı. Bu kez onu seyretmeyi seçtim. Bir insan öpüşürken neden kaş çatardı ki?

"Gidiyor amına koyayım!" Sağ eliyle yüzümün bir yanını kavrayıp alt dudağımda parmağını gezdirmişti. "Öyle çok gidiyor ki..." yutkundu, bacağımdan karnıma doğru çıkardı geniş avucunu takip ettim nefessiz bir şekilde. "Durduramıyorum bile seni." Bu bir isyana benziyordu. Asilhan resmen isyan ediyordu. Ya da belki de itiraftı. Karşı koyamadığını itiraf ederken bundan şikayetçi de oluyordu.

"Ben durayım o zaman,"

"Hayır," dedi burnumun ucunu öperken. "Seni böyle görmeyi seviyorum." Bir kez daha burnumu öperken gülümsedim, gamzemin derinleştiğine de emindim.

"Bir şey soracağım sana," başıyla onayladı beni, göğsündeki ellerimi boynuna sardım. "Uyudun mu? Ben uyuduktan sonra uyumamış gibisin." Güldü, gözlerini kaçırdı. Cevabımı aldığım için ellerimi boynundan kaydırarak omuzlarına indirmiştim.

"Horultuna uyandım," gülen yüzüm düştü, sertçe omzuna vurdum ve ittim üstümden. Boşluğuna geldiğinden geriye devrildi ve kalkmam için açılan ufacık aradan sıyrıldım."Mihra!" Asilhan gıcık gıcık gülmeye devam ederken koltuktan inmiş mutfağa doğru ilerliyordum.

"Hayvan," dedim kendi kendime . Getirdiğim börek antrede kaldığı için geri de dönemiyordum. "Davar ya, davar!" Mutfağın içinde turlamayı bırakıp soluklandım.

Yalan söylediğini biliyordum ama bu yaptığı sinir bozucuydu. Kendimden şüphe ediyordum artık. Gerçekten horlamış mıydım? Bunu belki de ısrarla söylemesinin sebebi buydu, şaka yapıyor gibi görünmeye çalışıyordu. Çok utanıyordum şu an, horladığım düşüncesi yüzümü alev alev yakmıştı. Kesinlikle onunla bir daha uyumayacaktım, beni böyle utandırıp kızdırdığı için asla uyumayacaktım. Üstelik peşimden de gelmiyordu. Gülmeyi kesmişti ama başka ses de çıkarmıyordu. Ne yaptığını anlayamadığımdan mutfakta tıkılı kalmıştım.

"Karım..." kalın sesi evin içinde yankılanırken gözlerimi devirdim içim gitmemiş gibi. "Güzel karım..." bastıra bastıra söylerken benden cevap almayı da bir kez daha denemişti. "Akıllı karım..." Götünü yattığı yerden kaldırmamıştı hâlâ, sesi uzak geldiğinden kolaylıkla anlamıştım. "İşveli, cilveli karım..." inatla türetiyordu fakat cevap vermeyecektim, kararlıydım. Eriyip bitsem de ayağıma gelmeden ağzımı açmayacaktım. "Narin karım..." duydum, adımını yere bastığını duydum. Uzanmaktan oturmaya geçmişti, belki de kalkacaktı birazdan. "Alıngan karım..." sesi yaklaştı, yüzümdeki ifadeyi korumaya çalışırken koca bir nefes aldım. Göğsüm parçalanarak atarken o nefesi masaya yaslandım. "Bebe," dedi mutfak kapısından içeri elinde böreklerimle girerken. "Bebe karım." Börekleri mutfak tezgahına bırakırken o da geriye doğru yaslandı. Karşı karşıya kalmıştık, yalnızca bakıştık.

"Konuşmayacak mısın yavrum?" Tek kaşı merakla havalanırken ses çıkarmadım, kollarımı göğsümde bağlayıp cama taraf döndüm.

Gözleri, gözlerimi kuşatırken dilimi yutuyordum sanki.

"Bunlar gayet doğal insani şeyler," yandan yandan baktım ona. Dudağını çekiştirip dururken gülüşünü engellemeye çalışıyordu. "Utanma yavrum, yarın bir gün ben de horlarım." Artık yandan değil doğrudan bakıyordum ona. Sustu ama bu sırıtmasına engel değildi. Durdurmaya çalışsa da başaramıyordu, davar.

"Gidiyorum ben," dedim gerçekten. Bu kez sahiden gidiyordum, rahatsız ediciydi bu yaptığı. Şakayı geçmişti ve ben daha fazla maruz kalmayacaktım.

"Yavrum," ciddi olduğumu anladı, peşime takıldı. Mutfağın önünde beni durdurduğunda kolumu çektim elinden. "Takılıyordum sadece."

"Sen takıl tabii ama ben duymak istemiyorum," abarttığının farkına belki de daha yeni varıyordu ya da benim abarttığımı düşünüyordu. "Görüşürüz." Kolumdan vazgeçip belimden durdurdu yine beni. Sakin kalarak ona döndüğümde donukluğumdan ötesi yoktu.

"Tamam, bir şey söylemeyeceğim," bir de söyleseydin paşam ya, devam etseydin sen utanmadan. Arsız! Resmen beni delirtmek için yapıyordu.

"Sen bilirsin," dedim bu kez de belimdeki elini iterek. "Kendi kendine ister söyle ister söyleme Asilhan. Ben gidiyorum, okey?"

"Mihra," dedi iki elini de ayrı ayrı omuzlarıma yaslayarak. "Kahvaltımızı yapalım yine git." Beni ikna edeceğine emindi, o kahvaltıya kalırsam kesin sinirimi yatıştıracak bir şey bulacağına da emindi o yüzden de beni tutmaya çalışıyordu.

"Hayır," omuzlarıma yaslanmış sıcak tenini ittim. Kararım kesindi, gidecektim işte. "Hırkamı getirir misin?" Başıyla onayladı beni, hâlâ yerde olmasını beklediğim ama vestiyerde duran çantama ve montuma yöneldim.

Ayaklarımla yerde ritim tutmuş bekliyordum, oyalanmasına rağmen sabırla bekliyordum üstelik. Sanki hırkam kaybolmuş da o yüzden geç gelmiş gibi bir tavırla yanıma geldiğinde giydirmek için tuttu hırkayı. Ben kendim giymek istediğimden elinden uzanıp aldım fakat elimi ondan geri alamadım.

Elimi sıkıca tutmaya devam ederken aramızdaki mesafeyi azalttı ve boştaki elini belime yasladı."Özür dilerim," dedi çok içten bir şekilde. Aslında tek beklediğim buydu, inatla kaçındığı için de gitmekte kararlıydım az önce. "Seni kızdırmak hoşuma gidiyor," Elbette şaka yaptığının bilincindeydim, abartıp sürdürmesine bozulmuştum sadece. "Şaka yok bir daha, gitme." Şaka kaldıramayacak biri değildim, biliyordu. Şu an gönlümü yapmak için bahanesiydi. İkna gücünü arttırmak için de elimdeki elini belime yasladı. Yarım bir adımla beni kendine çekerken boşluğa düşen ellerimi henüz bir yere konumlandırmadan hırkama doladım. Ona sarmak istesem de tutmuştum kendimi.

"Şaka yapma demedi kimse sana," bana takılmasını seviyordum. O, benimle uğraşırken belki de ondan daha fazla eğleniyordum. "Sen bokunu çıkarıyorsun Asilhan." Dudakları kıvrıldı, benim ifademe rağmen saklamadı gülüşünü. O kadar gıcık o kadar sinir bozucu olmasına rağmen gözümde baldan öteydi. Suratına vura vura sevmek istiyordum, dişlerim kamaşıyordu resmen.

"Bundan sonra çıkarmam," elleri geriye doğru kaydı, sırtımın bitişinde parmaklarını birbirine kenetledi. Aramızda yine milimler kaldığında alnını alnıma yasladı. "Çok acıktım, bir şeyler yiyelim artık." Midesi de ağzıyla bir olup guruldadı, güldüm o daha derinden gülümsedi.

Sanki hayatımda gülen birini hiç görmemişim de ilk kez görüyormuşum gibi hayranlık duydum ona. Tenimde bir kıpırtı, gözlerimde bir ışıltı belirdi. Yüzüme ufak ufak bıraktığı buselerin sıcaklığı beni sararken "Sırnaşma!" Dedim. O sırada yanağıma sürdüğü dudaklarından uzaklaştım. "Sinirliyim hâlâ." ne sinir kalmıştı ne başka bir şey. Şu an tam teslimiyetteydim. Arada bir direnmek geliyordu aklıma, iki saniye direniyor sonra yine unutuyordum.

"Ne kadar sinirlisin yavrum?" Yüz yüze geldik, ciddiyetle bana bakarken sözcüklerinde alay olup olmadığını anlamadım. "Hiç gibi görünüyor." Sanki biraz önce ondan kaçmamışım gibi ıslak ıslak öptü yanaklarımı. Yüzümü kaçırmam onun için çözüm değildi, olmuyordu da. Seri bir şekilde yüzümün her karışını öpmeye devam ederken gülerek omzuna vurdum. Bir yandan da geriye doğru çekiliyordum, hoşuma gitmiyor sonuçta(!).

"Kime diyorum?!" Toparlamaya çalıştığım sesim yine gülerek çıkmıştı. Çeneme yasladığı dudaklarıyla sıkı bir öpücüğü bıraktı tenime. Gülmemeye çalışırken bir yandan da onu tutmaya çalışıyordum. Kendi kendimize boğuşuyorduk ama şöyle bir sorun vardı ki Asilhan'ın ezici üstünlüğü kazanıyordu.

"Oh!" Kolları arasında ufacık kalmam yetmiyormuş gibi daha da sıkı sardı beni. Neredeyse kucaklayacaktı. "Çok özlemişim lan ben seni." Boynumda derince soluklandıktan sonra şah damarımı öptü, dudağının yumuşak baskısıyla kastığım omuzlarım düşmüştü.

"Asilhan!" Dudaklarına yasladım ellerimi fakat avuçlarımı öptü bu kez. Durdurmanın hiçbir yolu yoktu, kaçarım yoktu ki kaçasım hiç yoktu.

"Sen bu güzel ellerinle bana börek mi yaptın?" Kucağımdaki hırkanın eksikliğini ve mutfağa girdiğimizi yeni fark ediyordum. Ayak üstü boğuşmaktan yürüdüğümü bile anlamamıştım.

"Ellerim çirkin olsa yemeyecek misin?" Asilhan belime sardığı tek kolundan -diğerini beni öperken yüzümü desteklemek için kullanıyordu- destek alıp tezgahın üstüne oturttu beni, tıpkı Mina ve Emin varken yaptığı gibi.

"Ellerin zehir olsa yerim," dedi yüzümü okşayıp. "Ellerinden geleni de, ellerini de komple yerim." Ben mi aptaldım yoksa onunla olmak mı beni aptal yapıyordu çözememiştim fakat göğsüm tuzla buz olmuştu.

"Yalancı," kalbim yerinden çıkarken yüzümü kavradı iki eliyle de. Elmacık kemiklerimi okşarken bileklerine yasladım parmaklarımı. "Ben niye buradayım? Beni mi kesip yiyeceksin?" Güldü, gülerken de sol şakağımdan öpmüştü.

"Seni kesmeye kıyar mıyım lan?" Beni yemekte sorun yoktu, kesmekte sorun vardı. "Öpmeye bile kıyamıyorum." Beni öperek manyağa çeviren kendisi değilmiş gibi rahattı.

"Bu kıyamıyor halin mi?" Suratımın, boynumun, saçlarımın her yanında dudağının izi çıkmıştı ve bunun normal hali olduğunu söylüyordu, abartıyordu.

"Evet," dedi sakince. "Ufak birkaç öpücüktü." Gerçekten baş edilecek gibi değildi, edilmiyordu.

"İlkeldi biraz,"

"Uydurma," dedi beni tezgahta bırakıp geriye çekilerek. "Isırmadım öperken." İlkel halinin ısırıncaki hali olduğunu anladım, ciddi mi diye epey bir baktım yüzüne ama mimik oynatmadı.

"Isırsaydın Asilhan," dedim yerimden zıplayıp inerken. "Çiğ et, sen seversin." Dolaptan çıkardığı domates ve salatalığı yıkamaya başladım usulca, o da bana aldırış etmedi.

"Yulaflı omlet de yapayım mı?" Kucağında yulaf paketiyle bana döndü, başımı hızla sağa sola doğru salladım.

"Börek dururken o mu yenir?" Dolap kapaklarını aça aça tabak aramaya başladım, üçüncü de tutturmuştum. "Sen zaten o böreğe dua et, onu yeme hayaliyle gelmemiş olsam giderdim ben." Üst raftaki tabağı aldıktan sonra topuklarım yere bastı fakat kısa sürdü. Asilhan'ın sıcak nefesi boynuma çarparken yeniden ayaklarımın yerden bağı kesilmişti.

"Sadece onu yeme hayali mi kurdun?" Eğildi, omzuma bastırdı dudaklarını. Yutkundum hafifçe, biraz önce eğlendiği nasıl belliyse şu an da ciddileştiği belliydi.

"Evet,"

"Üzücü," aynı konumunda kaldı, bacaklarımdaki karıncalanma artarak yukarılara çıkıyordu. "Baklava var evde, yemez misin?"

"Hazırıyla pek aram yok," sol elime parmakları dokununca sıkıca tuttuğum tabağı tezgahın üstüne bıraktım, onun da amacı buydu.

"Hazır değil," dedi, şaşırdım. Baklava mı yapmıştı Asilhan? Ne anlardı ki baklavadan?

"Baklavanın geneliyle aram yok," dedim parmaklarıma dolanan parmaklarını yoksaymaya çalışarak. Aklımı karıştırıyordu bu kadar dibimde durarak. "Belki soğuk baklava ya da Antep baklavası ama güzel olursa o da." Yaptığım tek örgüyü sağ omzuma doğru topladı, sanki gülüyordu ama anlamamıştım.

"Süt dökeriz," dedi dudağını enseme yaslayıp. Gözlerimin kontrolünü kaybettim, yalnızca dokunuşlarını hissetmeye çalıştım. "Fıstık atar yağlarız yavrum, sen nasıl seviyorsan öyle servis ederim." Gerçekten ufak öpücüklerle ensemi gezerken onu anlamıyordum. Parmaklarını daha sıkı kavrarken boynumu öpmeyi de ihmal etmemişti. Dişlerimi sıkıca birbirine bastırıp yutkundum.

"Ne saçmalıyorsun?" Dedim göğsüm tezgahla birleşmek üzereyken. Sıcak basıyordu beni, çok sıcaktı. "Kaç çeşit var baklava? Ben anlamıyorum seni," güldü, bu kez güldüğüne emindim. "Komik mi?" Tırnaklarımı eline batırırken yeniden güldü fakat bu kez gülüşüne heyecan karışmıştı.

"Tek çeşit baklava var," gözlerimi araladım geriye çekildiği için. Aramızdaki mesafeyi açarken beni kendi etrafımda döndürüp karşısına getirmişti. "Sen nasıl istersen o olur."

"O nasıl oluyor?" Ellerini iki yanımda mermere yaslarken eğildi ve yüzlerimizi aynı hizaya getirdi. Gözlerinde daha önce görmediğim bir ifade vardı, yoğun bir şekilde yaşadığı belliydi fakat çözemedim. "Henüz pişmedi mi? Beraber mi yapacağız?" Geleceğimden haberi olmadan nasıl böyle bir şey planlayabilirdi ki? Sahiden aklım almıyordu şu an, her şey birbirine karışmıştı.

"Hazır şu an aslında sadece süslemesi kaldı,"

"Nerede?" Şu beynimin bir türlü almadığı baklavayı görmek istedim hemen.

"Burada," bakındım mutfağa kısaca ama bir şey göremedim. "Aşağıda." Yere baktım bu kez fakat yine bir şey yoktu.

"Dalga mı geçiyorsun sen benimle?" Başını sağa sola doğru salladı ve doğruldu, suratındaki ifadeyi hiç değişmeden bakıyordu bana. Dakikalardır konuşuyorduk fakat hiçbir şey anlamamıştım, anlamıyordum.

"Masum bebeğim," dedi dudak bükerek. "Baklava kocanın vücudunda." Çarklar ters yöne döndü, algılarım değişti. "İstediğin her an her çeşitle sana sunuma hazır." Her şey yavaşça oturdu yerine, nihayet anladım Asilhan'ı ve aydınlandım. Muhtemelen düşünme aşamalarım da bir bir yüzüme yansımıştı, Asilhan öyleymiş gibi bakıyordu en azından.

"Beynimi siktin Asilhan," her zamankinden farklı bir şekilde bunu yaptığı için gafil avlanmıştım. Genelde kalbimle bir olup boşa düşürüyordu aklım beni ama bu kez doğrudan boştaydı.

"Bir daha küfretsene," dedi dudaklarıma bakmaya devam ederek. Birbirimizden epey kopuktuk şu anda, gözlerime bakıp yutkununca anladım.

"Anlıktı o," omuz silktim usulca. "Bir daha edemem."

"Ulan şu ağzına yakışmayan hiçbir şey yok," çenemi sol avucuna aldığında iki yandan yanaklarımı baskılamış dudaklarımı büzmüştü. "Nasıl amına koyayım?! Nasıl her şey yakışır?" Büzdüğü dudaklarıma kısa ama etkili bir dokunuş yaparken kendime geldim.

"Ne yaşıyoruz biz?" Dedim dudaklarımız birbiri üstündeyken. "Uykumuzu mu alamadık acaba kocam?" Üst dudağını hafifçe kavrayıp gözlerimi kapadım. Yüzünü ellerim arasına sığdırmaya çalışırken belimden kendine çekti beni.

"Biraz daha uyursan bence beynin çalışmayacak," alt dudağımı zevkle emerken sırtımda gezdiriyordu sağ elini. "Senin karnını doyurman lazım yavrum."

"O zaman oynaşmayalım," beni duyuyordu fakat tek tek öpmeyi seçiyordu. "Bir lafın diğerini tutmuyor." Güya duracağımız yerde hâlâ birbirimizi öpüyorduk, sonu gelmeyen bir döngü gibiydi bu.

"Tutamıyorum kendimi," küçük bir çocuk vardı sanki karşımda. Omzunu silkiyor, dudaklarını büküyordu.

"Kahvaltı bitene kadar fiziksel temas yok," nefeslerim azalırken dudaklarından yine kendimi çekme fırsatı bulmuştum. "Gerçekten acıktık." Asilhan uzunca tuttu dudaklarımı, depoluyordu sanki kendisine.

Yumuşak dudaklarının aynı yumuşak baskısı dudaklarımdan çekilirken suratımda alık bir ifade vardı, görmeden hissediyordum. Yavaşça gözlerimi aralamama kalmadan Asilhan ittirdi beni. Neye uğradığımı şaşırıp hemen açtım gözlerimi ve o yutkunup önüne dönmüştü çoktan. Kahvaltılıkları masaya dizmeye başladı, ben de tekrar sebzelere döndüm. Sırf benden kopabilsin diye bunu fiziksel anlamda başlatmıştı her şeyden önce. Sanki beni itince kaçabilecekti, birkaç dakika sonra yine yan yana olacaktık.

"Bu hafta gelip isteyeyim mi seni?" Elimdeki bıçak düştü, ben bırakmadım kendisi düştü. Ciddiyetini kavrayamadım o an, belki de şaka yapıyordu yine.

"Daha neler," dedim. Bir yanım ciddi olmasını bir yanım da olmamasını istiyordu. Gerçi onun sesi, tavrı çok netti hiç espri yapar gibi değildi.

"Abimler de hâlâ buradayken gelip isteyelim işte,"

"Saçmalama Asilhan," kimse birbirinden haberdar değilken gelip beni istemeyi üstelik almayı mı planlıyordu?

"Sekiz kere gelmeyecek miyim zaten?" Durakladım, bunu bu denli ciddiye aldığını düşünmediğimden hoşuma gitmişti benimsemesi. "Erkenden başlayayım, gecikmeden halledelim."

"Önce birilerinin tanışması lazım,"

"İstersen ayarlarım," dedi hiç durmadan. "Bizimkilere söylerim sen müsait olduğunda tanışırsın." Kalbim tekledi, gerçekten ciddileşen bir işin ortasındayken kendimizi bulmak heyecanlandırmıştı.

"Olmaz," panikledim, ben onun sırtıyla konuşurken dakikalar sonra bana dönmüştü. "Yani benim eve gidip düşünmem lazım, tam gününü falan oturtup haber vermek için olmaz." Önce Asilhan'ı annemle tanıştırmak daha mantıklı geliyordu bana ama onunkiler dönecek olduğu için sıralama değişebilirdi.

"Haber verirsin bana," başımla onayladım onu ama yine önüne döndüğünden görmemişti. "Öncesinde annenle de gelip tanışabilirim, tamam derse onu da haber ver." Asilhan yürümüyor, koşuyordu. Ben bu ana geleceğimizi hiç düşünmediğimden bir anlık bocalama yaşıyordum. Gerçekliğini algılayamıyordum resmen.

"Ben eve geçiyorum o zaman," dedim ellerimi yıkayıp kurularken. "Annemle konuşur sana söylerim."

"Mihra saçmalama," bana doğru dönüp adımımın önüne geçti. bana dokunmadan beni de durdurmuştu. "Şu kahvaltımızı yapalım sonrasına bakarız, kimse bir yere kaçmıyor." Kendisi aceleyi getirmemiş gibi şimdi de beni durduruyordu. Çift kişilikli olma ihtimali epey yüksekti.

Bir kıdemli gibi karşımda durdu, ellerini arkasında bağlamış bacaklarını da aralamıştı. "Panikledim ben biraz," dudakları kıvrıldı, önümdeki duvara bakmaktan odaklanamadım.

"Fark ettim," yüzünde gülümsemesi dururken aramızdaki mesafeyi azalttı ama ellerini çözmemişti. "Sakinleşmen için sana sarılabilirdim ama kahvaltı bitene kadar fiziksel temas yok demiştin."

Ben de ona doğru yaklaşıp, "Evet," fikrimin arkasındaydım ki zaten dip dibeydik şu an da. "Aynen devam." Kaldırdığım çeneme bakarken iç çekti, dudaklarında haylaz bir tebessüm varken de yutkundu. Aklını okumayı isterdim, bazen.

"Geri bas,"

"Sen de yapabilirsin,"

"Tarzım değil," dedi ikimiz de aynı yerde aynı şekilde duruyorken. "Ben ileri, hep ileri, daima ileri..."

"Her şeyin bir ilki vardır pehlivanım," onun gibi yaptım ve ellerimi arkada bağlayıp biraz daha yaklaştım. "Yapabilirsin bence, tam da şu an."

Bakışları gözlerimden dudaklarıma kaydı, yüzündeki gülüş düşerken dişlerini birbirine bastırdı sıkıca. "Aslında tam da şu an ileri zamanı," gözlerini kapayıp soluklandı. Biraz havaya kaldırdığı çenesiyle ademelması ortaya çıkmıştı. "Bir bıraksam ipin ucunu bir daha kimse tutamaz." Belirgin oluşu her zamanki gibi beni öpmeye teşvik etti ama yapmadım. Onun itaat bekleyen yanına zıt gitmekle meşguldüm.

"Çekilmek istiyorsan çekil," dedim ellerim terden birbiri üzerinde kayarken. "Ben burada böyle bekleyeceğim, ileri de gidemezsin." Gözlerini açıp güldü bana seslice. Yüzüme bakarken alt dudağını dişleri arasına alıp ezdi. Ona ileri gidemezsin diyordum ama birazdan dayanamayıp boynuna atılacaktım.

"Kim kime diş geçirir mi yapıyoruz?"

"Şimdiden alış," dedim gülümseyerek.

"Senin dişin bana zevk verir," dedi eğilerek. Aramızdaki boy farkını biraz o düşürdü biraz da ben parmak ucuma yükselerek düşürdüm.

"O zaman geri çekilsene kocam,"

"Siktir et dişi, mesafeyi," Birbirine yakın duran yüzlerimize bakarken yeniden başını yukarı doğru kaldırdı, şu an tam da öpmelik duruyordu ademelması. "Öpsene sen beni," gülmeye başladım ama o çok ciddiydi. "Görüyorum, beni öpmek istiyorsun." Kaşlarım havalandı, suratımdaki gülüş şaşkınlığıma karışıyordu.

"Öpersem kendi sözümü çiğnemiş olurum," inatla bana geri adım attırmaya çalışıyordu, kendisi yapsaydı ya.

"Öpmek istiyorsun yani," dışarıdan bakan biri bizi asla anlayamazdı. Kavgaya girecekmiş gibi dip dibeydik ama sevişecek gerilim vardı aramızda.

"İstemediğim an yok,"

"İstediğini alırsın sen," ellerini iki yana açtı, tamamen teslim oluyordu. "Al hadi, çekinme."

"Yemezler," dedim kollarımı göğsüme alarak. "Seni öpmem senin işine gelir çünkü hem istediğin öpücüğü hem de geri adımı almış olacaksın."

"Kaybedeceğin hiçbir şey yok yavrum,"

"Kazanacaklarım için öpmüyorum ve sen de geriye çekiliyorsun," bakışları dudaklarımdan boynuma kaymıştı. Boynumdan omuzlarıma, köprücük kemiklerime ve ardından göğsümdeki kollarıma.

"Hay sikeyim ya!" Benim direncim karşısında pes etmek üzereydi ama kişiliğinde bu yoktu. "Öpmeyecek misin sen şimdi beni?" Bakışları yavru bir köpek gibi iç eriticiydi. Sanırım bir kerecik daha onun kazanmasına izin verebilirdim, sonraki maçları mutlaka alırdım.

"Tamam," dedim ellerimi kollarına yaslayıp. Doğrudan temasa geçtiğim için zaten kaybetmiştim. "Öpeceğim ama..."

"Kabul," ellerini belime yaslayıp beni kendisine çekti.

Kalbim hızlandı, kollarına yasladığım ellerim dahi dengesini kaybetmişti. "Daha söylemedim ki," dedim hafifçe gülerek.

Omuz silkti usulca ve bana bakarak derin bir iç çekti. "Her şartını kabul ediyorum." Gözlerini kırpmıyordu sanki, öyle dikkatlice izliyordu beni. Yutkundum ve gülümsedim.

"Kapat gözünü," kapattı, hemen yapmasını beklemiyordum ama yapmıştı. "Şaşırtıyorsun beni." Dudakları kıvrılmıştı bu da benim için bir fırsattı.

Kollarına sıkıca tutunup dudaklarımı onun gülümsemesine bastırdım. Asilhan gözlerini aralamıştı, üstelik kendisine yaklaştığım an yapmıştı bunu ama ben gözlerimi kapatmayı seçtiğim için görmezden gelmiştim. Gülüşünün üzerindeki dudaklarını içime çektiğim derin nefesle beraber öpmeyi bırakıp çekildim hafifçe. Alnını alnıma yasladı, yutkundu. Yutkunuşunun ardından ufak bir dokunuşu da ademelmasına yapmıştım.

"Mihra..." adım dudaklarından eziyetmişim gibi döküldü, okşadığı bel boşluğumdan beni tamamen göğsüne çekmişti. "Bir daha gidecek misin?" Sağ eliyle saçlarımı okşarken beni boyun girintisine almıştı.

"Gitmeyeceğim," sırtımı saran sol kolu sıklaşırken saçlarıma yasladı burnunu. "Artık hep burdayım." Hep göğsünde, burnunun dibinde olmak istiyordum.

"Gitme," saçlarımı koklamayı bırakıp öptü istekle. "Hep burada kal." Sarıp sarmalanmışken uzaklaşmak aklımın ucunda dahi yoktu. Fazla huzur vardı göğsünde, fazla rehavet...

"Hadi kahvaltı," dedim olduğum yerde sallanarak. Çenemi sert göğsüne yaslayıp bakışlarımı ona çıkardım. "Hem her şartı kabul etmiştin, kahvaltıdan sonra söyleyeceğim." Asilhan'ın yüzümdeki bakışları anbean değişti, gördüm ve anladım. Gözlerime bakarken yutkundu, dudaklarıma kaydı gözleri. Sakince göğsüne aldığı derin soluğun ardından yavaşça verdi.

"O çenen hep havada," göğsünden indirdiği çenemin ardından ellerini omuzlarımın baş kısmına yaslayıp ayırdı beni kendisinden. "Yapalım şu kahvaltıyı artık." Benden kaçar gibi uzaklaştıktan sonra gerçekten kahvaltı için uğraşmaya başlamıştı.

Ne olmuştu ona birden bire bilmiyordum ama komik gelmişti. Anlık duygu değişimlerini yaşıyordu ve  bunu bana her saniye göstermesi komikti, hoşuma gidiyordu. Ona yardım etmeye başladım, beraber güzel bir masa hazırladık. Son olarak çaylarımızı doldurup oturduk. Asilhan epey bir baktı sofraya, sanki yiyeceği şeye karar veremiyor gibiydi. Ben önceliğinin börek olmasını beklerken sessiz kaldım ve tabağımı doldurdum yavaş yavaş.

"Afiyet olsun," dedim artık başlaması için. Dalgın bakışları duruldu bana bakıp gülümsedi ve çatalını böreğe uzattı. Merakla yemesini beklerken sanki eli titriyordu. "Nasıl?" Dedim aldığı küçük ısırığa rağmen. Asilhan ağır ağır çiğnerken yüzünün aldığı şekil bile değişmişti, çenesi kasılmıştı ve nefesini tutmuştu. Yutmamak için bir efor gösteriyor gibi duruyordu hatta neredeyse ağlayacaktı yediği için.

"Çok güzel," dedi zorla yutkunup. Bana bakmayı bırakıp önüne döndü, kaçtı benden ve ısırdığı böreği tabağına bıraktı. Bir daha hiç yememek üzere bırak. "Eline sağlık." Dedi ama formaliteydi sözcükleri, samimi değildi. Ben ona bakmayı sürdürürken o hiçbir tuhaflık yokmuş gibi çayını içti. Yediğini unutmak ister gibi bir çabası vardı gördüğüm.

Bir an sorunun tadında olabileceğini düşünüp böreği ısırdım, değildi gayet normaldi tadı. "Asilhan," dedim onun boşluğu seyreden bakışlarını kendime çekmek için. "İyi misin?" Bileğine dokunan elimi okşayıp başıyla onayladı beni ve kahvaltısına devam etti.

"Kaç saatte yaptın sen bunu?" Sahte bir tebessümle yeniden ısırdı, biraz öncekine göre daha rahat yemişti ama hâlâ huzursuzdu.

"Çok sürmedi," onu izliyordum, inceliyordum ki derdini çözeyim. Anlatmaya niyeti yoktu, olsaydı çoktan anlatırdı zaten.

"Şaşırtıcı," dedi ağzını tıka basa doldurmadan önce. Yutmaya zorlandığı böreği şimdi ağzına tamamen atıyordu. "Çok iyo olmoş." Hayretle ona bakarken oralı olmadı ve devam etti. Her zamanki halinde kahvaltı yapmaya başladı, dalga geçiyordu resmen benimle. Bu denli tutarsızlık normal olamazdı.

Aklımla oynamaya başladığını düşündüm istemsizce. Muhtemelen bana unutturmaya çalışıyordu biraz önce yaşadığı durgunluğunu. "Afiyet olsun," dedim bir kez daha ve teninden elimi çektim. Kendi kahvaltıma döndüm, madem anlatmak istemiyordu o zaman zorlamayacaktım.

"Doldur tabağını," kendi kafasından tabağıma ekleme yapmaya başladı. "Zayıflamışsın." Zayıflamamıştım, tartı hep aynı rakamları gösteriyordu fakat beni her gören zayıflamışsın diyordu.

"Zayıflamadım,"

"Öyle görünüyorsun," omuz silktim usulca ve bana bakan gözlerine rağmen dönmedim ona. Bakınca üzülüyordum, benimle bir şeyler paylaşamıyor olması düşündüğümden daha fazla üzmüştü beni. "Mihra..." sol elimi kavradı, kendisine bakmam için elimi çekerken yüzüne baktım usulca. "N'oldu?"

"Bir şey olmadı,"

"Nasıl olmadı?" Yeniden omuz silktim, önüme döndüm. "Suratın düştü, yüzüme bakmıyorsun bu olmamış hali mi?" Yutkunup başımla onayladım onu. Anlamadığım bir duygusallık üstüme çökerken ağlayacak durumdaydım. Sanki ağzımı açsam sesim titreyecek, gözümden yaşlar bir bir düşecekti.

"Olmadı işte," sustu, benim onun elini bıraktığım gibi o da benim elimi bıraktı. Bütün yeme isteğim, hevesim kaçmıştı. Elimdeki çatalı tabağın ortasında bırakıp çayımdan yudumladım.

Sırtını sandalyesine yasladıktan sonra o da nefeslendi bir süre. Sessizlik girdi aramıza, kilometrelerden daha can sıkıcıydı bu durum. "Yemin ederim çok güzel olmuş," kendisine bakmıyor olmama aldırış etmeden konuşmaya başladı. "Eğer o yüzdense zerre alakası yok sadece bir an ne yiyeceğimi bilemedim, hamur işi de pek sevmiyorum sen de biliyorsun kaldım öyle."

"Yalan söylüyorsun," ve bu daha çok sinirimi bozuyordu. "Börek yaptım dediğim an da aynı şeyleri yaşadık, başka bir şey var ve sen şu an onu bana anlatmamak için yalanlar uyduruyorsun." Gözlerine bakıyordum fakat öfkeyle, utansın diye bakıyordum. Beni kandırmaya çalışıyordu, karşısında küçük bir çocuk varmış gibi davranıp aptal yerine koyuyordu resmen beni.

"Sevmiyorum börek," dedi basitçe. "Seni kırmamak için söylemek istemedim, yaptığını duyunca da o yüzden şaşırdım. Yine nasıl davransam bilemedim, kendimi yemeye zorladım ve yedim."

"Bu kadar yani," inanmamıştım, inanamıyordum neden bilmiyorum ama gerçek gelmemişti.

"Bu kadar," onu başımla onayladım, saklamaya devam ettiği sürece böyle kalacaktım. "Hevesini kırmak istememiştim sadece ama beceremedim."

Sessiz kalmayı seçtim, yediğim iki lokma hâlâ boğazımda kalmışken sakinleşmeye çalışıyordum. İnanacakmışım gibi saçma sapan şeyler anlatıyordu bana, gerçekleri söylemek yerine inatla yalan söylüyordu. Öfkenin verdiği rahatsızlık vücudumda gezinirken aynı saniyeler içinde kasıklarımı da tanıdık bir sızı geçti. Midemdeki yanma hissiyle beraber kendini gösterirken gözlerimi kapadım. Henüz iki, üç günüm vardı ama birkaç gündür sürekli sancılanıyordum. Gerçekten, gerginlikten patlamaya hazırken olmam şart mıydı? Altımdaki ıslaklığı hissettim, lavaboya gitmem lazımdı daha fazla gecikmeden.

"Lavabo neredeydi?"

"Odama giden koridorda, solda." Başımla onayladım ve kalktım yerimden. Antreden çantamı da alıp ilerledim.

Beni germesi yetmiyormuş gibi muhtemelen regl olmuştum, olmadıysam da olacaktım ve bu gerginliğimi katlıyordu. Ufacık söze dayanamıyor, kendi kendime küsebiliyordum. Bazen anlamsız ağlayıp bazen sebepsiz gülüyordum. Duygularımı genel olarak uçlara taşıyordu regl dönemim. Ya çok agresif ya çok sakindim, ya çok duygusal ya da çok neşeli. Ortasını bulmam neredeyse üç günümü alıyordu. Eğer regl haftamda ağlamadıysam da mutlaka sonraki hafta ağlıyordum. Hayatıma oturmuş döngüydü resmen, her anını her gününü nasıl yaşayacağımı önden kestirebiliyordum.

Lavabodan içeri girer girmez sancılarım kesildi benimle alay eder gibi. Yine de kontrol ettim, olmamıştım. Genellikle tam gününde olurdum, bir gün öncesi belki de bir gün sonrasına nadiren denk gelirdi. O yüzden şu an olmamış olmamı garipsemedim, her zamanki öncesi durumuydu. Herhangi bir aksilikle karşılaşmamak adına pedimi taktım yine de. İşim bittikten sonra ellerimi güzelce yıkadım. Başımı kaldırıp aynadaki yansımamdan faydalanarak saçlarımı düzeltmek istedim ama duruldum. Karşımdaki tokayla bakıştım birkaç saniye. Üstünde işlemeleri olan, gold mandal toka benim daha önce gördüğüm, bildiğim bir tokaydı.

Kapısına gelirken hissettiğim o sıkıntı yeniden sardı vücudumu. Bedenim diken diken olurken yutkundum. Parmaklarım arasındaki gold, işlemeli tokaya bakarken göğsüm sıkışmıştı. Bütün parçalar birleşti sanki. Asilhan'ın o sabah evde olması, geç uyanması, gece yan yana olmalarını önemli görmemesi... Kalbime yasladım elimi, kapadım gözlerimi bir an için. Unutmak istiyordum, gördüklerim belki de bir hayaldi belki de hâlâ uyuyordum ve bir kabustaydım. Aldığım kesik nefeslere eşlik etti dolu gözlerim. Elimdeki tokaya damladı gözyaşım. Parmaklarım kapı kulpuna giderken midem kasıldı. Asilhan bana seslendi hissetmiş gibi. Sesini duymaya tahammül edemedim, sevdiğim adamın o an ortadan kaybolmasını istedim. Bu kapının ardında parçalanacaktık ve ben buna hazır değildim. Dudaklarım titriyordu, karşısına geçip hesap soracak gücüm yoktu. Kabul etmek istemiyordum, inanmak istemiyordum, yaşamak istemiyordum birazdan olacakları.

Tokanın uçları avucumda iz yaptı, kapının kilidini çevirdim. "İyi misin?" Dedi Asilhan daha beni görmeden. Boğazımdaki yumru oynamadan duruyordu yerinde, kabuklanmaya başlamıştı.

"Bana yalan söyledin," dedim bakışlarım parkenin parlak yüzeyindeyken. Sesimdeki hayal kırıklığının birazdan öfkeye karışacağına emindim. "Sana sormama rağmen bana yalan söyledin Asilhan." Ben ona sormuştum ve o bağırıp çağırarak haklı çıkmaya çalışmıştı, çıkmıştı da.

"Ne yalanı yavrum?"

"Kes!" Gözlerine bakmaktan çekinmedim bu kez. Hâlâ devam ediyordu, hiçbir şey olmamış gibi pişkin pişkin bakıyordu suratıma. "Hâlâ ne yalanı diyorsun, ne kadar daha saklayacaktın Kübra'nın buraya geldiğini?" Öylece kaldı, ne diyeceğini şaşırmıştı. Yüzündeki ifadeyi görmek bile yıktı beni, nasıl öğrenip anladığımı bulmaya çalışıyordu. Yine beni kırmayı başarmıştı, tıpkı o gün yaptığı gibi arka arkaya kırmıştı. "Al, koklarsın." Avucumdaki tokayı fırlattım, geniş göğsüne çarpıp parkenin parlaklığında yankı yaptı.

Alay eder gibi kendisine ne fırlattığıma baktı. Beni aptal yerine koyuşunu izliyordu çok rahat bir şekilde. "Mihra düşündüğün gibi değil," güldüm, attığım kahkahaya tepkisiz kaldı. Gözümden düşen yaşı silerken gülmeye devam ediyordum. "Bak beni bir dinle, lütfen." Başımı sağa sola doğru salladım. Beni kandırmıştı, ne olup ne bittiği umurumda değildi. Sorun bana dürüst olmamasıydı. Üst üste gelen iki yalan, iki aldatmaca.

"Niye dinleyeyim ya ben seni?!" Yaklaşmaya çalıştı geriye kaçtım. "Ben burada değilim diye sen beni kandırdın. Nereye kadar kandıracaktın Asilhan?!" İstemiyordum, konuşup daha fazla yalanlarla beni boğsun istemiyordum. "Ya ben zaten sana zor güvenmişken..." gözümden biraz daha düşsün istemedim, yine de onu korumayı seçti bir yanım.

"Mihra dinle beni yavrum böy-"

"Yavrun değilim ben senin!" Ellerim titriyordu, ona uzattığım parmağım sanki kopacaktı titrerken. "Bana bağırdın, bir rüya için bu ne muamele dedin. Haklı çıktım rezil herif!" Boğazım acıdı, öfkeyle göğsüne düştü avuçlarım. "Kübra'nın diğer gün döndüğünü bilmediğimi mi sanıyorsun?! Benim gördüğüm rüyanın ertesi sabah gitti kız buradan!" Geriye doğru iterken onu karşı koymadı bana. Göğsü parçalansın istiyordum, benim göğsüm dağılıyorken o bu kadar güçlü durmamalıydı. "Hiç mi üzülmedin bana?! Aşığım rolleri keserken o kızla burada..." Kalbim öyle acıyordu ki şu an nefes dahi alamıyordum. Hıçkırdım, gözbebekleri titredi. Eğer beni kandırmadığını bilsem şu an içi gidiyor derdim, bana dayanamıyor diye bir kez de ben kandırırdım kendimi. 

Ellerimi tuttu, göğsünü sızlatan parmaklarımı yumuşacık tuttu. Öpmesinden korktum, şefkâtmiş gibi gelen numaralarına kalbim yumuşar diye korktum. "Sakinleş biraz konuşalım," dedi kendinden hiç taviz vermeden. Hiç utanmıyordu, gözümün içine baka baka pişkinliğine devam ediyordu.

"Bitti," dedim. Ben de anlamadım o an ne olduğunu ama öyle söyledim. Ellerimi göğsünden alırken o da şaşırmıştı. "Ben sana bir daha güvenemem." Islak izleri sildim, dik durdum karşısında.

"Beni dinlemeden yargılıyorsun şu an,"

"Hâlâ dinlememi mi bekliyorsun?!" Çok fazlaydı, bu kadarı yüzsüzlükten de öteydi. "Beni nasıl aptal yerine koyduğunu, nasıl idare ettiğini mi dinleyeceğim?!"

"Yeter!" Dedi önündeki tokayı tekmeleyip. Yine bağırmıştı, yine kendini haklı çıkarmaya çalışacaktı. "O aptal kurmacalarını unut ve beni dinle!"

"Hayır," dedim yeniden. Asilhan gözlerini kapadı, dudaklarını ıslattıktan sonra derin bir nefes almıştı. "Ben seni dinlemeyeceğim."

Kastığı çenesini gevşetmeden zehir gözlerini çevirdi üzerime. Göğsümde aynı fırtına koptu, aynı sızı...İlk yaptığı zamanki gibi bakıyordu yine, acımasız sözlerini bekledim çaresizce. "Öyle mi?" Dedi sadece fakat öyle bir tonlamayla sormuştu ki benimle restleştiği ortadaydı. Bir kumar masasındaydık ve kim daha çok risk alacak diye bekliyorduk sanki. Yapamam mı sanıyordu? Yapacağımı görecekti o zaman.

"Öyle," yeniden sildim gözümün yaşını, yeniden dik tuttum omuzlarımı. "Bitti Asilhan."

<><><><><><><><>

Hellö! Finaller bütler derken yeni gelebildim ama elimde hazır olmak üzere bir bölüm daha var. Hatta belki onu attığımda diğeri de hazır olmuş olur. Maşallah diyelim biraz ilham geldi tatil sevinciyle.
Evet, bölümü nasıl buldunuzzz?
En beğendiniz sahneyi de merak ediyorum :). Ha bir de Asilhan gerçekten yapmış mıdır böyle bir şey?

Continue Reading

You'll Also Like

25.4K 767 24
sipiderman31: Sonra konuşuruz bunu, neyse bak ne diyeceğim sipiderman31: Kahverengi pijama aldım yakışır mı böyle evde üzerine geçirip dolaşmalık kuz...
1.4K 213 39
Silah sesi ile koşarak bahçeye çıktım. Gözlerime inanamamıştım Can kanlar içerisinde yerde yatıyordu. Ağaçların arasından koşarak giden siyah bir sil...
48.7K 1.9K 21
UYARI: Kitap içerisinde nude gönderme gibi olaylar var, etik kurallarınıza uymuyorsa okumanızı tavsiye etmem. Şahsıma edilen en ufak hakarette engell...
7.3K 263 8
İki zor insan ve zor bir aşk hikayesi. O okuduğunuz hikayelerden daha değişik bir hikaye olacağından emin olabilirsiniz😋