KAN BAĞI

By Nava2018

149K 9.6K 7.4K

Okuyabileceğiniz en iyi aile kitabı. ♠️ "Bir Akarcalı olmak ne demektir biliyor m... More

0.5• TANITIM
1.BÖLÜM• AİLE
2.BÖLÜM•SIRLAR
3.BÖLÜM•MASKE
4.BÖLÜM•ARAF
5. BÖLÜM•YIKIM
6.BÖLÜM• YILDIZ
7.BÖLÜM•VENÜS
8.BÖLÜM•DOMİNO
9.BÖLÜM•MEDYA
10.BÖLÜM• D-EVRİM
11. BÖLÜM•OKUL
12.BÖLÜM•GÜNAHKÂR
13. BÖLÜM•LANET
15.BÖLÜM•KONSEY
16. BÖLÜM• PRANGA
17.BÖLÜM• G-AZAP
18. BÖLÜM • RAGNAROK
19. BÖLÜM•YAZGI

14. BÖLÜM•DENGE

6.2K 431 450
By Nava2018

Medya:Legends Never Die

Yokluğumu telafi etmek için upuzun bir bölümle geldim. Satır arası yorumları unutmayalım lütfen ❤️

Keyifli okumalar!

♠️

"Bir yara bir ömrü nasıl kanatır?"

♠️

Lema sabah uyandığında bir yanında uyuyan Berge abisini, diğer yanında uyuyan Akel abisini gördü. Dudaklarında bir gülümseme oluşurken onları uyandırmamak için kıpırdamadan uzanmaya devam etti. Çok yorgun gözüküyorlardı.

Berge Lema'yı kollarıyla sarmışken, Akel ise yüzünü Lema'nın boynuna gömmüştü. Lema ikisininde nefes alıp verme sesini duyarken bu anın sıcaklğının tadını çıkarmaya devam etti.

Nasıl olsa bugün haftasonuydu ve okulu yoktu. O yüzden yetişmesi gereken bir yer de yoktu.

Yarım saat kadar sonra odanın kapısı açılırken içeri Agâh bey ve Reha girmişti. Reha gördüğü tabloya hoşnutsuzlukla bakarken Agâh bey gülümseyerek izliyordu.

"Hadi bakalım uyanma zamanı!" Agâh bey coşkuyla konuşurken Lema duvarda ki saatte göz ucuyla baktı. Neredeyse öğlen olmak üzereydi. Haftasonları kahvaltıyı daha geç yapıyorlardı.

"Babacım, bırak uyusunlar."dedi Lema panikle fısıldayarak.

"Olmaz. Sen de aç kalacaksın."dedi Reha omuz silkerken. Çatık kaşları onları izlerken tek sebebin bu olmadığı açıkça belli oluyordu.

Berge, bacağını Lema'nın bacakları üzerine atarken Akel yüzünü daha çok Lema'nın boynuna gömmüştü.

"Çocuklar hadi artık!" Agâh bey tekrar uyardığında ikisi de itiraz ederek mırıldanmaya başlarken Lema, Akel'in burnu yüzünden gıdıklanmaya başlamıştı.

Kendini tutsa da ufak ufak kıkırdamadan edemiyordu. Berge ve Akel'in gözlerinin hâlâ kapalı olmasına rağmen ikisinin de yüzünde ufak bir gülümseme oluşurken bunu bilinçli yaptıkları ortadaydı. Akel biraz daha burnunu sürtüp onu gıdıklarken Lema artık kendini tutamıyordu.

"Abi gıdıklanıyorum!" Gülüş sesleri artarken ikisi de artık geri çekilmiş ve doğrulmuşlardı. Yeni uyandıklarını belli eden kısık gözlerinin odağı küçük kız kardeşlerindeydi.

"Sonsuza kadar bu sesle uyanabilirim." Berge sessizce mırıldansa da herkes onu duymuştu. Lema'nın gülmekten kızaran yanakları daha da al bir renge bürünürken bu görüntü Berge'nin yüzünde ki gülümsemenin büyümesine, mavi gözlerinin şefkatle dolmasına sebep olmuştu. Lema'yı karnından gıdıklamaya başladığında küçük kızın kahkahaları diğer aile üyelerinin de gelmesine sebep olmuştu.

"Bizsiz aile saadeti mi yapıyorsunuz?" Eflah alıngan bir sesle konuşsa da gerçekte öyle olmadığı ortadaydı.

Berge bir süre sonra Lema'yı gıdıklamayı bırakırken yatakta hemen yanlarında oturan Akel onu kendine çekti ve göğsüne yasladı. Lema kollarını onun beline dolarken ışıldayan gözleri ailesinde dolaştı.

"Acıktım."

Pars yüzünde ki sırıtmayla yatağa ilerleyip onu Akel'den ayırırken, Akel'in bundan hiç hoşlanmadığı belliydi. Lema'yı kucaklayarak omzuna attığında Lema ufak bir çığlık atmıştı. "O zaman küçük hanımı doyuralım." Onlar öncesinde Lema'nın yüzünü yıkamak için banyoya giderlerken Agâh bey sabah sabah gördüğü bu sıcak tablodan oldukça hoşnuttu.

Herkes yemek salonuna girdiğinde Lema hâlâ tepetaklak Pars'ın omzundan aşağı sallanıyordu.

"Abi lütfen indir!"Saçları bir oraya bir buraya savrulurken isyan eden sesleri herkesi güldürdü. Pars onu sandalyesinin üzerine bıraktığında Lema'nın saçları karman çorman olmuştu. Deha yanında ki üçüzünün saçlarını düzeltirken Lema uzanıp onun burnuna bir öpücük kondurdu.

"Teşekkür ederim Deha."

Eflah onun tabağını hazırlarken Agâh bey hafifçe boğazını temizledi. Lema babasının bunu bir şey demeden önce yaptığını adı gibi bilirken ilgili gözleri babasına döndü.

"Ben size sormadan bir şey yaptım." Agâh bey böyle dediğinde herkesin kaşları çatılırken Lema şaşkınlıkla sordu. "Ne yaptın babacım?"

Lema'nın konuşması ciddi olmayan ortamı daha da gevşetirken Pars gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmış, diğerleri de gülüşünü saklamıştı. Agâh bey ciddiyetini toplamak için yeniden boğazını temizlese de ağzından çıkan gülmeye benzer bir sesi hemen bir öksürükle maskelemişti.

"Bu haftasonu yılbaşı var. Bende evin süslenmesi için bir organizasyon şirketi aradım."

Masadaki herkes tam reddedecekken Lema hepsinden erken atıldı. "Ne, ciddi misin?!" Heyecanla sorduğu soruyla hepsi itiraz etmekten vazgeçerken Agâh bey böyle olacağını tahmin etmişti. Hafifçe sırıtırken oğullarına zaferle baktı.

"Evet. Bizimle geçirdiğin ilk yılbaşının özel olmasını istedim." Agâh bey gülümserken oğulları ardında ki acıyı anlayabiliyordu. Akarcalılar, Ahenk Eva öldüğünden beri hiç yılbaşını kutlamamışlardı. Onlar için bu annelerinin ölümünün üzerinden daha fazla zaman geçmesi demekti. Üç yıldır bu evde kimse yılbaşı kutlamanın bile konusunu açmamıştı.

"Noel'e bayılırım."Lema heyecanla ellerini birbirine vururken süslemelerden, yiyeceklerden ve daha bir çok şeyden bahsediyordu. Kimse onu bölmezken Lema'nın bu neşesi hepsine annelerini hatırlattı. O da her yılbaşında böyle heyecanla kendini kaptırır, Noel'e bayılırdı.

Hemen oturdukları masanın arkasında duvarda ki devasa tablo hepsinin kalbini hüzünle doldurdu. Lema oluşan sessizliği yeni farkederken gözleri önce ailesinde ardından tablo da gezindi ve ne yaptığını yeni anladı. Gözleri irileşirken konuşmayı aniden kesmişti.

"Ben-ben üzgünüm. Kutlamak zorunda değiliz."dedi hızla kafasını iki yana sallarken. Lema'nın neşeli ifadesi kırılmış, yerini derin bir üzüntüye bırakmıştı. Bu evde henüz kimse Ahenk Eva'nın ne acısına alışabilmişti ne de onun yokluğuna...

Deha kafasını yavaşça iki yana salladı. "Kutluyoruz Lema. Eminim annem de böyle isterdi."

Lema üzgünce üçüzüne bakarken bir şey diyemeyecek kadar kendini mahcup hissetmişti. Onun düşen modunu hepsi farkederken Pars derin bir nefes verdi. "Bir noktada hayatımıza devam etmeliydik. Ayrıca bizimle olan yılbaşının özel olmasını istiyoruz. O yüzden o yüz ifadeni hemen düzelt."

Lema işaret parmağıyla hafifçe yanağını kaşırken bakışları onlar dışında her yerde geziniyordu. "Emin misiniz? Benim yüzümden kutlamak zorunda değilsiniz."

"Kutluyoruz. Konu kapandı."dedi Eflah kaşlarını çatarak.

"Eflah abim haklı. Kutluyoruz."dedi Reha da kesin bir dille.

Lema bir şey demezken elinde ki çatalla tabağını didiklemeye başladı. Babası bugün organizasyon şirketini ve yapılacakları anlatırken Lema'nın durgun bakışları tabağındaydı. Onları buna mecbur bırakıyor gibi hissediyordu.

Kahvaltı sonrasında herkes salona doğru giderken Pars elini Lema'nın omzuna koydu."Abim,o güzel yüzünü düzelt demedim mi ben sana? Ne düşündüğünü anlayabiliyoruz. Bu defa biz de kutlamak istedik çünkü küçük kardeşimizle de bunu yaşamak istiyoruz."

En sonunda Lema'nın yüzünde bir gülümseme belirince herkes rahatlamıştı. Lema bir şeye takınca onu ikna etmek veya o düşünceden koparmak fazlasıyla zordu.

Birkaç saat sonra organizasyon şirketi geldiğinde Gül Hanım'dan önce Lema koşarak kapıyı açmıştı. Şirket çalışanları Akarcalı malikanesine gelecekleri için tam donanımlı ve en iyi şekilde hazırlanarak, en iyi çalışmalarını göndermişlerdi.

Kapı açıldığında ise görmeyi bekledikleri şey kesinlikle heyecanla yerinde duramayan parmak uçları üzerinde inip kalkan küçük bir kız değildi. İri iri açılmış parlayan gözleriyle ona bakıyor, gamzelerini ortaya çıkaran tatlı bir tebessümle onlara 'hoşgeldiniz' diyordu. Her birinin gördükleri güzellikle akılları bulanırken ilahi bir varlığa benzeyen bu kıza bakmaktan kendilerini alamıyorlardı.

"Hoşgeldiniz, buyrun içeri geçin. Biz de sizi bekliyorduk."

Lema kenara çekilip eliyle onlara yol gösterse de hâlâ öylece duran adamlara anlamayarak baktı. Hemen ileride ki abileri bu manzarayla tatsız bir ifadeye bürünürken Berge ilerledi ve kardeşini göğsüne doğru çekti.

"Beyler, bir problem mi var?" Berge'nin tehditkar ses tonuyla bahçede ki korumalar tetiğe geçerken elleri ise kemerlerinde ki silaha gitmişti.

"Hayır, hayır, Berge Bey hiç problem yok."dedi adamlardan biri dehşetle. Hepsi soğuk terler akıtmaya başlarken Akel kıkırdadı.

"Size nerede olduğunuzu hatırlatmalı mıyız? Burası Akarcalılar'ın malikanesi." Akel'in yüzü ciddi bir ifadeye bürünürken mavi gözlerini kıstı. "Sizin yerinizde olsam canımı daha çok severdim."

Çalışanlar içeri girdiklerinde önlerinden geçen bir kaplanla korkuyla bağırdılar. Kaplan ise onları hiç takmamış ilerlemeye devam etmişti.

"Igor sizi korkuttu mu? Merak etmeyin size zarar vermez." Lema onları kibarca yatıştırırken hepsini abilerinin radarına daha çok soktuğundan habersizdi.

"E-evin içinde vahşi hayvanlar geziyor." Saçlarını kızıla boyayan tasarımcı bir adam ürpererek konuştuğunda Lema ona şaşkınca baktı.

"Bu bir sorun mu?" Ardından adeta şakıyarak ekledi. "Merak etmeyin emir almadan kimseyi yemiyorlar!" Lema tüm sorunu çözmüş gibi bir gülümseme takınırken hepsi artık bu küçük kıza dehşetle bakıyordu.

"İnsanla besleniyorlar yani?"

Lema bu soruya kıkırdayarak yalnızca göz kırptığında bütün çalışanlar bu aileye başka bir soru sormamaya karar vermişti. Bu ev bir cehennem gibiydi. Her yerde silahlı adamlar, vahşi hayvanlar ve Akarcalılar ailesi. Zerre kadar can güvenlikleri yoktu. Karşılarında ki küçük kız ise onlara fazlasıyla tehlikeli görünmüştü.

Korumalar gelen kamyondan süsleri taşırken son hız çalışmaya başlamışlardı. Evin her yeri Noel ışıkları ile kaplanırken Lema salonlarına kurulan devasa ağaca hayranlıkla baktı.

"Abi, ağacı biz süsleyelim mi? N'olur!"

Lema heyecanla abilerine baktığında artık hiçbirinin onu reddetme şansı kalmamıştı. "Tabiki." İlk ayaklanan Eflah olurken ardından diğerleri de kalkmıştı.

En son anneleri ile bir ağacı süslemişlerdi. Lema, hiç tanımadığı annesine o kadar benziyordu ki bu abilerini ve üçüzlerini her seferinde şaşırtıyordu.

Abileri led ışıkları ağaca dolarken Lema da ren geyikli bir figürü ağaca asmıştı. Reha da çan şeklinde ki bir figürleri asarken hepsinin yüzünde ufak bir gülümseme vardı. Çocukken hep birlikte, anneleri ile yaptıkları bu aktiviteyi şimdi kız kardeşleriyle yapıyorlardı ve nedense bu fazlaca hoşlarına gitmişti.

"Pars abi, beyaz led kullanmayı unutma."dedi Lema abisini uyarırken.

Evin içiyle ilgilenen çalışanlar ve tasarımcılar ise Akarcalı ailesinin bu kızın etrafında şekilleniyor olmasının şaşkınlığını yaşıyordu. Ağaç o kadar büyüktü ki Lema sadece boyunun yettiği yerlere kadar ağacı süsleyebilmişti.

Akel birden onu omzunun üstüne aldığında Lema ufak bir çığlık atmıştı. Akel iki yanından sarkan Lema'nın bacaklarını sıkıca kavrarken başını yukarı kaldırdı ve kız kardeşine baktı. "Böyle daha iyi."

Lema kıkırdayarak kafa sallarken Reha ve Deha ona süsleri uzatıyor, Lema da ağacın yüksek yerlerine süsleri asıyordu. Aslında onlar için bu önemsizdi. Enerjileriyle kolay bir şekilde yükselebilirlerdi ancak içlerinden biri bile bunu dile getirmemişti.Nedense böylesi onları o an daha mutlu etti.

Lema en son ağacın yıldızını taktığında artık tamamlamışlardı. Akel onu yavaşça yere indirirken Eflah ağacın ışıklarını açtı.

Işıltılı ağaç hepsinin gözünü kamaştırırken bu sahneye özlemle bakmadan edemediler. Gül hanım ve birkaç çalışan Agâh Bey'in gönderdiği hediye paketlerini ağacın altında yerleştirdiğinde adeta bir tepe oluşmuştu.

"Babam ne kadar çok şey almış?" Lema şaşkınlıkla konuştuğunda Akarcalı erkeklerinin yüzlerinde ki ifade dondu. Onlar Lema'ya hediye almamışlardı. Ve yarın gece yeni yıla gireceklerdi. Yalnızca bir günleri vardı.

İlk harekete geçen Berge oldu."Benim acil bir işim çıktı."

"Bende çok önemli bir şey hatırladım."dedi Eflah gözlüğünü kaldırırken. Kaçırdığı gözleri bu durumdan duyduğu utancı yansıtıyordu.

"Abim, şirket süslemeleri bitirmek üzere. Gerisini sana bırakabilir miyiz?"dedi Pars onun saçlarını okşarken.

Lema hızlıca başını salladı. Onun için bu kadarını yapmaları bile yeterliydi. "Halledebilirim abi. Merak etmeyin!"

Akarcalı kardeşler onun yanağına bir öpücük kondurup ortadan kaybolurken Lema elbette onların neden gittiğini anlamıştı. Yüzünde ki sevgi dolu ifadenin kaynağı sahip olduğu bu aileydi.

Pars'ın aslanı Grant bahçe kapısından içeri girdiğinde birkaç tasarımcıdan gelen çığlık sesiyle iç çekti ve yanlarına doğru koştu.

"Grant, sakın yeme onları!"

♠️

Akşam olduğunda Lema saatlerdir uğraştığı hediyelere memnuniyetle baktı. O kadar yorulmuştu ki kafasını yastığa koysa anında uyuyabilirmiş gibi hissediyordu. Ama herhangi bir pişmanlığı yoktu. Aksine ailesi için bu kadar uğraşıyor olmak hoşuna gitmişti.

Lema'nın ise canını sıkan başka bir konu vardı. O da Yankı ve Sevim ablasıydı. Akarcalılar onun ailesi olsa da onlar da onu büyüten ailesiydi. Onlarla vakit geçirmeyi çok istiyordu ancak tehlikeli bir savaşa girmişlerdi. Onları bir hedef tahtası haline getirmek istemiyordu. Çok özlüyordu ama onun yüzünden onlara zarar gelirse Lema kendini asla affedemezdi. Yine de içinde ki özleme karşı koyamayıp telefonunu eline aldı ve Yankı'yı aradı.

"Lema?" Yankı'nın şaşkın sesiyle Lema'nın boğazına kocaman bir yumru oturdu.

"Yankı'm."

İkisi de birkaç saniye sessizleşirken Yankı'nın da konuşmakta zorlandığı ortadaydı.

"Aramanı beklemiyordum." Kırgın ses tonuyla Lema'nın anlık nefesi kesilirken bakışları hüzünlüydü.

"Seni özledim abi." Ona abi diye seslenmesi Yankı'nın da kesik kesik nefes almasına sebep olmuştu.

"Bende seni çok özledim canımın içi. Öyle özledim ki..."Yankı'nın buruk sesi Lema'nın gözlerini doldururken çenesi hafifçe titredi.

"İyisiniz değil mi Yankı? Sizin için çok endişeleniyorum."

"Nasıl olduğumuzu zaten adamlarından öğrenmiyor musun?" Yankı'nın dediği ile Lema'nın kaşları havalanırken adamların bu kadar dikkatsiz olmasına içten içe sinirlenmişti.

"Farketmişsin."

"Elbette,"dedi Yankı derin bir nefes verirken. "100'e yakın adamı görevlendirmişsin. Etrafımızda kuş uçurtmuyorlar. Farketmemek elde değil."

Yankı'nın isyan dolu sesiyle Lema dolan gözlerine rağmen hafifçe gülmekten alamadı kendini. "Bu sizin iyiliğiniz için. Şimdiden söyleyeyim, o adamları asla geri çekmeyeceğim. Ama senin için daha görünmez olmalarını sağlayabilirim."

Lema haftalar önce babası ile konuşmuş gerekli olan şeyleri halletmişti. Yankı ile Sevim ablanın kendi karanlık dünyaları yüzünden zarar görmesine izin veremezdi. Yanlarında Lema yokken böyle özel güçlü insanlara karşı kendilerini koruyamazlardı. Özel güce bile gerek yoktu. Şayet zengin insanlar kapınızın önüne bir ordu dolusu insanı dikebiliyordu. Böyle ihtimaller söz konusuyken Lema olabildiğince tedbirli davranıyordu.

"Son zamanlarda çok garip şeyler oluyor. Annem'e bir çok iş teklifi geldi ve annem bir mağaza daha açtı. Yakın zamanda bir defilesi bile var. İş yaptığı şirketlerden birisi bize bir villa hediye etti. İnanılır gibi değil. Ayrıca üniversitelerden teklif almaya başladım. Bunlarda senin parmağın yok değil mi Lema?"

Lema gülümserken hepsini kendisinin yaptırıyor olmasına rağmen reddetti. "Hayır Yankı, tabiki ben yaptırmadım. Böyle şeyler diyerek Sevim ablanın başarılarını gölgeleme lütfen."

"Nedense pek inanamadım küçük hanım."

Lema sessiz kalırken yanaklarından birkaç damla süzülüyor olmasına rağmen dudaklarında gülümseme oldukça huzurluydu. Onların hayatını olabilecek en iyi şartlara getirmeyi kendisinin bir görevi olarak görüyordu. Çok daha fazlasını hakediyorlardı ve Lema onlar için önlerine sayısız fırsat koymaya devam edecekti. Onlar için yarattığı gelecek çok daha parlak olmalıydı.

"Sınav hazırlığın nasıl gidiyor Yankı? Yardıma ihtiyacın var mı?"

"Çok iyi gidiyor. Dershane yeni bir proje başlattı. En çok başarı gösteren ilk üç öğrencinin özel ders almasını sağlıyorlar. Okul ve dershaneye ek olarak artık özel dersler de alıyorum. Her şey yolunda."

Lema gözyaşlarını silse de yerine yenileri gelmeye devam ediyordu. Bu projenin de başlama sebebinin kendisi olduğunu Yankı'ya söylemedi.

"Eminim çok başarılı olacaksın Yankı."

Yankı, Lema'nın içini ısıtan bir şekilde güldü. "Bana diyene bak. Artık çok ünlüsün Lema. Milyonlarca insan seni tanıyor ve seviyor."

Lema başını iki yana sallasa da Yankı bunu görmedi. "Benim için en önemli sevginin ailemin sevgisi olduğunu biliyorsun Yankı. Hiçbir şey sizden daha değerli, daha önemli değil."

"Biliyorum."dedi Yankı. Ardından birkaç saniye sessizleşti."Senin en tehlikeli yanında bu zaten Lema. Senin sevgin fazla tehlikeli."

Yankı yıllardır onun güçleriyle ilgili bir şey bilmese de Lema'nın onlar için yaptıklarına defalarca şahit olmuştu. Onun bir sınırının olmadığını ve sinirlendiğinde öfkesinin ne derece yıkıcı olduğunu biliyordu. Lema sevdikleri için Dünya'nın en merhametli en fedakâr insanı olabilirdi ama sevmediklerine karşı o bir iblisti.

"Başka türlü sevdiklerimi koruyamam." Lema durgun bir sesle konuştuğunda Yankı'nın onu anladığını biliyordu.

"Bana bu Dünya'yı verseler yine de sana değişmezdim Lema. Hiçbir şey beni seviyor olmandan daha değerli olamaz. Her zaman benim küçük kardeşim ve en iyi arkadaşım olarak kalacaksın."

Lema'nın gözyaşları artarken ne kadar gizlemeye çalışsa da Yankı'nın onun ağladığını farkettiğini biliyordu. "Seni çok seviyorum Yankı."

Yankı'nın titrek nefesleri duyulurken Lema onun da pek hoş durumda olmadığını anlamıştı. "Sizi görmeye gelmediğim için özür dilerim. Size benim yüzümden bir şey olur diye deli gibi korkuyorum. Düşünmek bile neredeyse aklımı kaçırmama sebep oluyor. Öyle endişeleniyorum ki her an sizi düşünmeden edemiyorum Yankı." Ağlayışlarını artık gizleyemezken devam etti. "Bana kızmayın. Sevim ablaya benim için de dikkat et."

"Şşt, tamam bebeğim ağlama bu kadar. Biz iyiyiz, her şey yolunda." Yankı gülse de onun da ağladığı belliydi. "Sen de daha iyi olacaksın. Daha mutlu olacaksın. Yalnız değilsin Lema. Senin kocaman bir ailen var, biz varız."

Ardından Yankı ekledi. "Araba süreceğim. Artık kapatmam gerekiyor abim ama dediklerimi aklından çıkarma. Sen bizim en değerlimizsin ve öyle de kalacaksın."

Lema o göremese de başını salladı. "Teşekkür ederim ki abi. Görüşürüz."

"Görüşürüz güzelim."

Telefon kapandığında Lema ağlıyor olmasına rağmen daha huzurlu ve daha mutlu hissediyordu. Onların iyi olduğunu bilse de Yankı'dan duymak daha iyi hissettirmişti. Gözyaşlarını silip kendine gelmeye çalışırken abileri, üçüzleri ve babası için hazırladığı hediyeleri paketledi.

Ardından akşam yemeği için odasından çıktığında evin ışıklandırılmış koridoru oldukça hoşuna gitmişti. Tavandan sarkan Noel Baba figürleri oldukça tatlıydı. Evin ses sisteminde yumuşak bir müzik çalıyordu.

Asansöre bindiğinde asansör de çalan Noel müziği ile gülmeden edemedi. Bunu ayarlamalarını Lema istemişti ve abilerinin bunu gördüğünde ki yüz ifadelerini düşündükçe Lema istemsizce gülüyordu. Asansör kapıları iki yana açılırken yemek salonuna doğru ilerlemeye başladı.

Bu katta koridorların ve odaların kenarlarına konulan yapay karın bu kadar gerçekçi görünmesine inanamadı. Süsledikleri çam ağacının etrafını da yapay karla kaplamışlardı. Bu görüntü oldukça hoşuna giderken ev artık tamamen o noel havasını veriyordu.

Yemeğe yine geç kaldığını hatırlarken adımlarını hızlandırmış ve yemek salonuna ulaşmıştı. Ailesi her zaman ki gibi onu bekliyordu. Abileri ve üçüzleri tüm gün evde yoklardı ve Lema da tasarımcılarla ve ailesine hazırladığı hediyelerle uğraşmıştı. Ancak yarını ailesiyle geçirmekte oldukça kararlıydı.

"Yine geç kaldım, üzgünüm."dedi Lema yerine otururken. Bu evde ki yemek kurallarından biri de herkes gelmeden yemeğe başlanmıyor oluşuydu.

"Sorun değil güzelim. Ne yapıyordun?"dedi Pars tabağını doldurmaya başlarken. Sesinde ki merak kendini oldukça hissettiriyordu.

"Yankı'yı aradım. Onunla konuşuyordum."

Herkesin çatal bıçak sesleri dururken Agâh bey hafifçe öksürdü. "Ne konuştunuz kızım?"

Lema üzgünce başını eğdi."Öyle, genel şeyler baba."dedi yalnızca. Bunun üstüne daha fazla konuşmak istemediği belliydi.

Eflah, Lema için hazırladığı dolu tabağı onun önüne bırakırken kimse ona daha fazla bu konu hakkında soru sormamıştı.

"Gül Hanım'ın grateni çok güzeldir. O tabak bitsin küçük hanım." Agâh Bey'in dediğiyle Lema hafifçe gülümseyerek önündeki sebzeli gratene baktı. Pek sevdiği söylenemezdi ama kimseyi kendisiyle uğraştırmak istemiyordu.

"Yarın yeni yıla hep birlikte gireceğimiz için çok heyecanlıyım."dedi Lema hafifçe yerinde kıpırdanırken. Yüzündeki üzgün ifade bir anda kaybolmuş kendini tatlı ışıltılara bırakmıştı.

"Bizde abim. Çağırmak istediğin arkadaşın var mı?"dedi Berge bıçağıyla önünde ki eti keserken.

Lema başını hafifçe iki yana salladı. "Yalnızca ailemle olmak istiyorum abi. Amcam gelecek mi? Dedem, Erim, Uzay?"

Reha başını salladı."Onları da davet ettik."

"Yarın sürpriz biri daha geliyor."dedi Akel sırıtarak. Herkesin yüzünde bezmiş bir ifade varken Akel abisinin sırıtmasının iyiye işaret olmadığını biliyordu.

"Kim geliyor ki?"dedi Lema kaşlarını çatarak. Yabancı kimseyi istemiyordu. Tek isteği ailesiyle başbaşa zaman geçirebilmekti.

"Halamız geliyor!" Akel'in coşkuyla söylediği cümlenin ardından Reha ve Deha aynanda iç çekerken Eflah zarif bir şekilde önünde ki peçeteyle ağzını silmişti. İştahı kaçmış gibiydi.

Pars burun kemerini sıkarken Berge yüzünde tatsız bir ifade vardı. Akel dışında kimsenin buna sevinmiyor oluşuyla Lema'nın kaşları merakla havalanmıştı.

"Neden şimdi geliyor? Bunca zaman neredeydi?" Lema'nın alıngan sesiyle Agâh bey elinde ki çatal bıçağı bıraktı ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Bakışlarının hedefi küçük kızıydı.

"Babacım, halan gelemeyecek bir durumdaydı. Ama artık tekrardan aramıza dönebilir. Emin ol o da seni çok görmek istedi."

Lema'nın içinde ki küçük kız halasının onu görmek istemesinden hoşnut olurken merak etmeden edemiyordu. "Neden gelemeyecek bir durumdaydı baba?"

Herkes, Lema'nın istediği cevabı almadan susmayacağını bilirken sözü Pars devraldı. "Halamız bir şekil değiştiren. Onun yeteneği bu. Kendisi ailemizin ajanı olur. Bunca zaman gelmeme nedeni ise bir görevde olmasıydı. Seni görmeye gelse kimliği açığa çıkabilirdi."

Lema heyecanla çığlık attığında masada ki herkes ona şaşkınlıkla bakmıştı. Gözleri iri iri açılmış dudaklarını kocaman bir gülümseme sarmıştı. "Ajan mı? Halamın bir ajan olduğuna inanamıyorum!" Heyecanla çığlık atarcasına konuştuğunda herkesin yüzünde ki şaşkınlık yavaşça dağılmış ve yerini şefkatli gözlere bırakmıştı.

İki elini yumruk yaparken ikisini de yukarı aşağı hareket ettirdi. Yanakları hissettiği duygu yoğunluğundan al al olmuş, gözlerinde adeta ışık patlamaları oluyordu. Neşeyle şakır gibi konuştu."Babacım, ajan olabilir miyim?"

Agâh bey şarabından bir yudum alırken yanıtladı."Hayır."

Masadan gülüşme sesleri yükselirken Lema dudaklarını büzmüştü. Deha yanında oturan üçüzünün omzuna kolunu atarken onun da eğlendiği belliydi.

"Neden ajan olmak istiyorsun?"

Lema onlara şaşkınlıkla baktı."Siz istemiyor musunuz?"

Berge omuz silkti."Neden isteyelim?"

Lema'nın kaşları çatılırken dehşete düşmüş gibiydi. "Çünkü havalı."

Masadan kahkahalar yükselmeye başladığında yemeğin geri kalanı şakalarla ve gülüşmelerle geçmişti. Lema onlara o kadar iyi geliyordu ki her seferinde sanki ona karşı duydukları sevgi büyüyordu. Daha fazlası mümkün müydü onlar da bilmiyordu.

Yemek sonrası salona geçtiklerinde herkes yerine yayılırken Lema Reha'nın dizlerine uzanmıştı. Bacaklarını da Deha'nın bacaklarının üzerine atarken halinden oldukça hoşnuttu. Reha, bacağında uzanan kardeşinin saçlarını okşarken eğildi ve ona bir öpücük kondurdu.

"Reha, çok tatlısın."Lema kıkırdayarak konuşurken Akel isyan etti.

"Bu üçüzlük durumu beni sinirlendiriyor." Kollarını göğsünde bağlarken homurdandı. "Bu haksızlık."

Reha ve Deha onu hiç takmazken Akel sinirle gözlerini devirmişti. Lema ise bu gece halası içinde hediye yapması gerektiğini düşünüyordu.

"Abim sana bir şey demeliyim." Eflah ciddi bir sesle konuştuğunda herkes sessizleşmişti.

"Dinliyorum abi. Bir sorun mu var?"dedi Lema endişeli bir sesle.

"Hayır yok. Senin için özel bir araştırma merkezi yaptırdığımızı biliyorsun değil mi?"

Lema yattığı yerden hafifçe başını salladı. "Biliyorum. Ama bir süredir kanım canımı yakmıyor. İyi gibiyim."

Pars sert bir sesle konuştu."Bir daha olmayacağının garantisini veremeyiz. O yüzden önlem almaya başlamamız gerekiyor."

Lema bir şey diyemezken Eflah devam etti. "Araştırma merkezi kısa bir süre önce bitti ama okulundan uzak kalmanı istemediğimiz için haftasonunu bekledik. Yarın araştırma merkezine gidiyoruz."

Lema hızla yattığı yerden doğrulurken bakışları oldukça üzgündü. "Ama yarın yılbaşı!"

Eflah gözlüğünü düzeltirken onu yanıtladı. "Biliyorum. O yüzden sabah erkenden gideceğiz ama endişelenme. Sadece birkaç teste gireceksin ve kanından örnek alacağız. Uzun sürmeyecek abim. Bu senin iyiliğin için. Daha fazla ertelemek istemiyorum."dedi Eflah. İçinde onu ürperten kötü bir his vardı. Bir an önce birkaç gündür aklında olan bu mevzuyu çözmeliydi.

Lema o kadar üzgün görünüyordu ki Eflah da onunla birlikte üzülmüştü ancak elinden gelen bir şey yoktu. "Yarından sonra olmaz mı abi?"

"Yarından sonra okulun var. Kan örneğini sen açken almalıyız. Bunun için de en uygun saat sabah saatleri. Akşam yapıp, saatlerce aç kalmanı istemiyorum."

Lema üzgünce başını eğerken neden bir şeyinde istediği gibi sonuçlanmadığını anlamıyordu. Sadece bir gün her şeyden uzak olmak istese de bunu bir türlü elde edemiyordu. Gözlerinde ki parıltılar sönerken parmaklarıyla oynamaya başladı.

"Orada bana ne yapacaklar?"

Korku dolu sesi geçmişin bir yansımasıydı. O yetimhane günlerinde ki gibi bir denek olmak istemiyordu. Lema'nın titreyen sesiyle herkesin yüzünde kederli bir ifade belirirken Pars hızla kalktı ve onun yanına ilerledi. Küçük kardeşini kolayca kucaklayıp kolları arasına alırken Lema ince bacaklarını onun beline doladı.

Pars onun başını yavaşça omzuna doğru bastırırken Lema'nın hafifçe titrediğini hissedebiliyordu. Gerçekten bu kadar çok mu korkuyordu?

"Sana zarar verecek bir şey yapmayacaklar. Bunu artık kimse yapamaz. Biz yanında olacağız bebeğim. İstemediğin hiçbir şey olmayacak."

Pars kısık bir sesle konuşurken cümleleri bir yemin gibiydi. Saçlarını okşayarak onu yatıştırken herkes üzgünce bu sahneyi izliyordu. Lema ne kadar güçlü olursa olsun korunması gereken ufak bir bebek gibiydi ve sevgiye muhtaçtı. Ailesine ihtiyacı vardı.

"Biraz korkuyorum ama size güveniyorum." Herkesin dudakları aralanmış, göz bebekleri titremişti. Ne diyeceklerini bilemiyorlar gibi bir halleri vardı.

"Güven güzelim. Bir insanı bu Dünya'da ailesinden daha çok kimse düşünmez. Sana zarar verecek bir şey yapmayız."

Lema hafifçe başını sallarken ona hak verdi. "Haklısın abi, aile çok önemlidir." Sesi bir fısıltıdan ibaret olsa da herkes onu duymuştu.

Akel de Pars ve Lema'ya yaklaştı ve Lema'nın saçlarına bir öpücük bıraktı. Ardından Berge ve Reha yanlarına gelmiş ve onlara sarılmıştı. Eflah ve Deha da onlara sarıldığında 6 kardeş, ortalarında ki küçük kız kardeşlerini sarmalamışlardı.

"İyileşeceksin Lema. İyi olacaksın kardeşim."dedi Deha içten bir sesle.

Lema'nın dudaklarında tatlı bir tebessüm belirse de gözleri bunun tam aksiydi. Göz bebekleri titriyor, parıltıları her geçen saniye sönmeye devam ediyordu. Lema, Deha'nın söylediğine sessiz kalırken bunun sebebi iyileşeceğine inanmıyor olmasıydı.

Gözleri, bir ölüyü andırırken göz kapakları neredeyse kapanmak üzereydi. Uzun kirpikleri hafifçe nemliyken içten içe bir ateşin onu sarmaya başladığını hissediyordu. Her ne kadar onlara bir süredir iyi olduğunu tekrar olmadığını söylese de krizlerden birinin yaklaştığını biliyordu.

O kanında ki karanlık yine fokurduyor, vücudunun her yerine ilerliyordu. İçten bir ateşin yaymaya başladığı ısıyı hissedebiliyordu.

Gözleri buğulanırken mırıldandı. "H-hey abi söylesene,"sesi titrekti."Açıklayamadığınız üzüntü en kötüsüdür derler. Konuşsam dilim yanıyor, sussam kalbim. "

Buna bir anlam veremiyormuş gibi kafasını iki yana salladı ve fısıldadı.

"Bir yara bir ömrü nasıl kanatır?"

♠️

Lema sabah Reha ve Deha'nın öpücükleri ile uyanmıştı. Dün gece birlikte uyumuşlardı ve bütün gece bir an olsun Lema'ya sarılmayı bırakmamışlardı.

"Lily, günaydın."

İkisi de gülümseyerek ona bakarlarken yüzleri arasında birkaç parmaklık mesafe vardı. O mesafeyi tekrar kapatıp onu öpücüklere boğmaya başladıklarında Lema kıkırdadı.

"Günaydın."

Onu araştırma merkezi için uyandırdıklarını biliyordu. Yattığı yerden yavaşça doğrulurken yerde bir sırt çantası gördü. Onun çantalarından biriydi ve çanta oldukça kabarık görünüyordu.

"Sen uyurken senin için orada lazım olacak şeyleri hazırladık."dedi Deha onun çantaya baktığını farkederken.

"Orada uzun kalmam gerekecek mi?"dedi Lema telaşlı bir sesle.

Reha hızla başını iki yana salladı. "Hayır uzun kalmayacaksın, bugün ki işimiz kısa. Ama bunları orada bırakacağız ne olur ne olmaz."

Lema 'tamam' anlamında başını sallarken Deha ona doğru eğildi ve çenesini kız kardeşinin omzuna koydu."Lily, orayı senin için yaptırdık. Sen iyi ol diye, iyileş diye. Bu bir süreç biliyorsun değil mi?"dedi Deha üzgün bir sesle.

"Tekrar gitmen gerekecek ama hiçbirinde seni yalnız bırakmaya niyetimiz yok ve kısa sürmesi için elimizden geleni yapacağız."

"Ayrıca orada ki herkes bizim çalışanlarımız. Ve zihinleri her daim babam ve Deha'nın ellerinde kontrolümüz altında. Güvende olacaksın Lily." Reha da onun içini rahatlattığında Lema derin bir nefes vermiş ve yataktan inmişti.

"Hazırlanalım o zaman."

Lema'nın dediğiyle ikisi de gülümserken hızla ayaklanmışlardı. Lema elini yüzünü yıkadıktan sonra giyinme odasına geçtiğinde kendine rahat bir şeyler bakmaya başladı. Uzun bir şey giyerse iğne vurulurken veya testlere girecekken kıyafetlerin sıkıntı olacağına emindi. Siyah bir şort giyerken üstüne de siyah bir tişört geçirdi. Tişörtün önünde minik bir 'baby girl' yazısı vardı.

Ayağına da spor ayakkabılarını geçirip bir ceket alarak giyinme odasından çıktığında Reha ve Deha'nın odada olmadığını gördü. Hazırlanmak için gitmiş olmalıydılar. Makyaj masasının üstündeki tarağı alıp saçlarını tararken gideceği yeri düşündükçe sanki kalbi sıkışıyordu. Yeniden bir deney faresi olmayacaktı ama oraya gitmek bile ona eski hisleri hatırlatacaktı.

İç çekerek yerde ki dolu çantayı almış ve odadan çıkarak asansöre doğru ilerlemeye başlamıştı. Yılın son gününde yapmak istemediği tek şey lanet olası bir araştırma merkezinde delik deşik edilmekti. Huysuzca asansöre binip tuşa bastığında sıkıntıyla iç çekip duruyordu.

Asansör kapısı iki yana açıldığında ilerledi ve salonda ki abilerini gördü. Babası ve üçüzleri henüz ortada yoktu.

"Günaydın abim."dedi Berge onu görünce. Diğerlerininde gözleri Lema'ya dönerken Lema da gülümsedi. Oldukça zorlama ve yapay bir gülümsemeydi.

"Günaydın."

Mutsuz olduğu o kadar belliydi ki bu durum abilerinin de canını sıkmıştı. Ama asıl anlam veremedikleri şey Lema'nın bu gitmemek adına verdiği mücadeleydi. Eski tramvalarının aksine Lema bir şeyden çekiniyor gibiydi. Ve abileri bugün onu öğrenecekti.

Deha, Reha ve Agâh bey hemen Lema'nın ardından geldiğinde herkes ayaklanmıştı. Artık gitme zamanıydı.

"Babacım, her şey yolunda mı?"dedi Agâh bey kızının telaşlı görünen yüzünü incelerken. Lema sessizce başını sallayıp kapıya doğru ilerlerken Akarcalı erkekleri şüpheli gözlerle onu inceliyordu. Lema şuan hiç kendisi gibi davranmıyordu.

Bahçeye çıktıklarında onlar için hazırlanan limuzine doğru ilerliyorlardı. Korumalar onlar için kapıyı açarken hepsi yerini almış ve artık gitme zamanı gelmişti.

Lema adeta soğuk terler akıtarak yerinde oturarak dudağını dişliyor ve düşündükçe endişe etmeden edemiyordu. Bu halleri hepsinin dikkatini çekerken Lema hiçbiriyle göz göze gelmiyordu.

"Lema, Tanrı aşkına kes şunu."dedi Agâh bey kaşlarını çatarak."Küçük hanım, neler olduğunu hemen söylüyorsun!"

Lema, babasını sinirlendirdiğini anlarken anlamıyormuş gibi ona baktı. "Bir şey olmuyor baba."

Agâh bey pes eder gibi arkasına yaslanırken Akel kısık gözlerini onun üzerinde gezdiriyordu. "Bir şey saklıyorsun petite fée."

Lema ona cevap vermezken gözlerini cama çevirdi ve dışarıyı izlemeye başladı. Ondan bir cevap alamayacaklarını anladıklarında kimse daha fazla sormazken cevapları bugün gerekirse kendileri öğreneceklerdi.

Sessiz bir yolculuğun ardından araç durduğunda ve korumalar kapılarını açtıklarında Akarcalı ailesi araçtan inmeye başlamışlardı. Lema karşısında gördüğü yapıya şaşkınlıkla bakıyordu.

Devasa duvarlara, üzerlerine çekilen elektrikli tellere, her bir köşede ki kameralara ve yüzlerce korumaya şaşkınlıkla baktı. Askeriyeye gelmiş gibiydi. Ailesi bu durumu sandığından daha da ciddiye almıştı.

"Hoşgeldiniz Agâh bey." Takım elbiseli bir adam gelip babasıyla el sıkışırken Lema onun buranın müdürü olduğunu anlamıştı.

"Hoşbulduk Caner."

"Gerekli her şey hazırlandı efendim. Babanız Altun Akarcalı da sizi bekliyor."

Lema, dedesinin ismini duyunca gözleri irileşirken ileri baktı ve orada onları bekleyen dedesini gördü. Ve yalnız değildi. Yanında Ferdi amcası ve hatta kuzenleri Erim ve Uzay da vardı.

"Dedemler neden geldi?"dedi Lema anlam veremeyerek.

"Seni yalnız bırakmak istemediler. Senin durumunu yakından takip ediyorlar. Ayrıca dedem önceden doktordu." Berge ona açıklama yaptığında Lema hafifçe başını salladı.

Devasa bahçenin her yerini saran araçlara ve oldukça kısa kesilmiş çimlere baktı. Korumalar etrafta dört dönerlerken Lema şaşkınlıkla onları inceledi. Son model silahlarla baştan aşağı donanmışlardı. Kuş uçurtmayacakları belliydi.

Dedesinin yanına geldiklerinde Caner de onlara eşlik ediyordu. Erim ve Uzay öne atılıp ona sarılırken Lema da kollarını onlara doladı.

"Keşke buraya kadar zahmet etmeseydiniz. Sizi de yordum."dedi Lema mahcup bir sesle.

Ardından amcası onu kolları arasına alırken babacan bir tavırla onun saçlarını okşadı ve çenesinin Lema'nın saçlarına yasladı. "Hiçbir şey bundan daha önemli değil amcam, emin ol. Sen bunları düşünme."

Lema hafifçe başını sallarken yoğun bir sevgiyle onu sardı. "Teşekkür ederim amca, iyi ki varsınız."

"Sende güzelim, sende."

Ardından amcasından ayrıldığında dedesinin kollarını açarak onu beklediğini gördü. Lema onu beklemeden ilerleyip hızla ona da sarılırken yaşlı adamın yüzünde bir gülümseme belirdi.

"Güzel torunum benim, çok iyi olacaksın. Ne gerekiyorsa sağlanacak, yapılacak." Altun Akarcalı bu konuda ona garanti verirken Lema hafifçe başını salladı.

"Teşekkür ederim ama kendinizi çok yormayın."

Altun Akarcalı'nın kaşları çatıldı."O kadar bunamadım seni velet!"

Herkes gülüşürken Lema da kendini tutamayıp gülmüştü. Cidden dedesi yaşına rağmen oldukça dinç ve genç duran biriydi.

Hep birlikte devasa binanın içine girdiklerinde Lema her yerin parlak beyaz bir döşemeyle kaplandığını gördü. Zeminden duvara, tavana her yer bembeyazdı. Lema'nın gördüğü görüntü ile içi ürperirken her türlü tıbbi gereksinimin bulunduğunuz gördü. Her yerde beyaz önlüklü insanlar vardı.

Herkes onlara selam verirken geniş büyük bir kapının önüne geldiler. Caner kapının yanında ki ekrana bir şifre girdiğinde kapı açılmıştı.

"Yok artık."diye fısıldadı Lema.

Daha önce böyle bir laboratuvarda hiç bulunmamıştı. Devasa ekranlara, deney tüplerine, kendisinin bile bilmediği kimyasallara, büyük aletlere şaşkınlıkla baktı. Burası sıradan bir laboratuvar olamayacak kadar gelişmiş bir yerdi. Son teknolojiyle donatılmış bir araştırma merkeziydi.

Lema buranın ulusal boyutlarda olduğuna emindi. Ailesinin gücünü aslında ne kadar küçümsediğini o an farketti. Sahip oldukları servet onun bile algıları dışında kalıyordu. Etrafta gördüğü kişilerle adeta ağzı açık kalırken gözleri irileşmişti.

Dünyaca ünlü bilim insanları buradaydı. Teknisyenler, uzmanlar, doktorlar her yerdeydi. Caner ailesine her yeri anlatıp tanıtırken Lema onu dinlemiyor ve etrafı incelemeye devam ediyordu. Bu kadar büyük ve gelişmiş bir yerin sadece kendisi için olmasını doğru bulmuyordu. Bu kadar ünlü bilim adamının burada zaman harcaması haksızlıktı. Ama Lema hepsinin bu durumdan ne kadar hoşnut olduğunu görebiliyordu. Ailesinin onlara dişe dokunur bir para ödediğine emindi o yüzden bunda bir sakınca görmemeye çalıştı.

Caner, Lema'nın önüne geldiğinde Lema gözlerini ona çevirdi. Ancak adamın gözlerinde saklamaya çalıştığı bir hayret vardı. Kızın anormal görüntüsü şaşırılmayacak gibi değildi. Ve laboratuvarda ki herkesin dikkatini çekmişti.

Gözleri, teni, saçları her şeyi çok farklıydı.

"Bizim kız sizi şaşırtmış olmalı."dedi Agâh bey onlara hak verirken. Kızı gerçekten bir insandan öte görünüyordu.

"Merhaba Lema. Ben Bahar."dedi yanlarına yaklaşan bir kadın.

"Memnun oldum."dedi Lema kabalık etmemek adına. Ama herkes o kadar ciddi görünüyordu ki Lema gerilmeden edememişti. Onu bir an önce incelemeye başlamak için çıldırıyor gibi görünürlerken nasıl rahat olabilirdi?

Bahar, kızın ses tonuyla havalanmak üzere olan kaşlarını zor engellemişti. Ses tonu bile sıradışıydı. Tek kelimeyle büyüleyiciydi ve her kelimesinde bir müzik, bir melodi yatıyor gibiydi. Bahar, bunu tanımlayabileceğinden bile emin değildi. Ama meslek hayatı boyunca görüp görebileceği en garip vaka ile karşı karşıya olduğunu biliyordu. Burada ki herkes biliyordu.

"Küçük hanımı daha fazla sıkmadan hemen testlere başlamaya ne dersiniz?" Caner'in sorusu ile Akarcalı ailesi onu onaylarken Lema kendini inanılmaz bir baskı altında hissediyordu. Gerginlikle onu yönelttikleri koltuğa ilerlerken çevresini bir anda onlarca kişi sarmıştı.

Koltuğa oturduğunda kan alacaklarını anlamıştı. Ceketini çıkarırken kısa kollu giydiği için kendini tebrik etmişti.

"Şimdi senden birkaç tüp kan alacağız. Biraz acıyacak ama senden dişini sıkmanı bekliyoruz."dedi Caner yumuşak bir sesle.

"Sorun değil, dayanabilirim." Lema iri gözlerini ona diktiğinde Caner yine hayrete düşmüştü. Gözünün içindeki parıltılar hareket ediyordu.

Lema ise kanının onlara zarar vereceğinden dolayı endişeliydi. Bu insanlar gücünü ve kanının ne yaptığını biliyorlar mıydı? Endişeyle ileride ki oturma alanında onu izleyen ailesine baktı.

"Baba..."

Hepsi onun derdini anlarken Agâh bey elini iki yana salladı. "Merak etme kızım,biliyorlar."

Kızıl saçlı bir kadın içi boş şırınga tüplerini getirirken Lema bunların normalden farklı olduğunu gördü. Caner iğne uçlarını takarken Lema'nın nefesleri hızlanmıştı.

Lema kolunu uzattığında en son ne zaman kanının alındığını bile hatırlamıyordu. Çevresini saran bilim insanları kızın ayna gibi olan tenine bakmaya başladılar. Bahar eliyle Lema'nın kolunda ki damarları yoklarken Caner de aynısını yapmıştı ve ardından iğneyi Lema'nın koluna batırmıştı.

Tüpü dolduran kanla Lema içindekinin çıldırmak üzere olduğunu hissedebiliyordu. Adeta fokurduyor, dışarı çıkmamak için savaş veriyordu.

"Bu çok ilginç. Kan sanki iğnenin olduğu damarda azalmış gibi."

Caner şaşkınca konuşurken onu Bahar da onaylamıştı. "Sanki kaçıyor." Laboratuvar da ki herkes hayrete düşerken Akarcalı ailesi ise endişe doluydu.

Caner tüp dolduktan sonra iğneyi geri çektiğinde dışarı sızan kanla Bahar ona kalın bir pamuk uzatmış ve o bölgeye bastırmıştı. Pamuğun yarısından fazlası anında erirken Bahar hızla elini geri çekti.

"Tanrılar aşkına..."

Hepsi bu konuda önceden bilgilendirilse de görüyor olmak bambaşka bir durumdu. Caner ikinci tüp için iğneyi tekrardan batırırken Lema'dan bir çığlık yükseldi.

Akarcalı ailesi anında ayaklanırken doktorlar ve uzmanlar hızla müdahale etmeye başlamışlardı. Ancak bu onların daha önce görmediği bir durumdu.

"Kanı vücudundan ayrılmak istemiyor. Bu da ne? İkinci tüpten sonra kan almayacağım. Sık dişini Lema."dedi Caner soğuk terler akıtırken. Niyeti birkaç tüp almak olsa da hepsi bunun şuanlık mümkün olmadığını anlamıştı.

"Acıyor, acıyor, acıyor!" Lema dehşet içinde çığlık atar gibi konuşurken bembeyaz teninde ki damarlar kızıl bir renge bürünmüş ve bütün vücudunda görünür hale gelmeye başlamıştı. Lema kafasını geriye doğru atarken çığlıkları o devasa laboratuvarı inletmeye devam etti. Boynunda ki bütün damarlar koyu kızıl bir renge bürünürken Lema'nın o güzel bembeyaz teninin altından görünür olmuşlardı. Sanki patlamaya hazır bir bomba gibiydi.

Altun Akarcalı bile dehşetle oturduğu yerden kalkarken Akarcalılar panik içindeydi. Eflah hızla ilerleyip kız kardeşinin diğer elini tuttu.

"Geçecek abim, dayan."

Pars sinirle bağırdı. "Ona ne oluyor? Bir şeyler yapın!"

Caner, ikinci tüpü bile tamamlayamazken iğneyi onun teninden çıkardı. Tüpün ancak yarısı dolmuştu. Caner 20 yıllık meslek hayatında bu andan daha gerici bir an yaşamamıştı. Bilim bile bu kızın karşısında anlamsız kalıyor gibiydi.

"Ms. Julia, let's start examining the tubes immediately."
"Julia Hanım, hemen tüpleri incelemeye başlayalım."

Caner, İngiliz Hematoloji uzmanı kadına seslenirken kadın tüpleri hızla almış ve ekibiyle incelemeye başlamıştı. Julia, tüplerin içinde hâlâ hareket eden kanla bir elini şaşkınlıkla ağzına götürmüştü.

İğne vücudundan çıkınca Lema biraz rahatlarken az önce ki acıdan dolayı bitap düşmüştü. Derin derin nefesler alıp veriyor, ağlamamak için büyük bir çaba sarfediyordu. Eflah, hızla kardeşine sarılırken Lema titreyen elleriyle abisinin omzunu tutmuştu.

"Şşt geçti. İyisin. İyi olacaksın."Eflah onu yatıştırırken Lema buna inanmasa da hafifçe başını salladı.

"Lily..." Reha beti benzi atmış bir şekilde ona seslenirken endişe doluydu. Kardeşi için ne kadar korktuğu belli oluyordu.

"İyiyim Reha, üzülme." Lema, üçüzüne gülümsemeye çalışsa da bu defa başaramadı.

"Bu gerçekten bizim kanımız mı?"dedi Ferdi Akarcalı inanamazmış gibi. "Bizim kanımız kutsaldır. Böyle bir şey olmaması lazım." Yeğenine eziyet eden kana öfke duydu.

Laboratuvarda ki çalışanlar ise oradan oraya koşuyor, kandan bir örnek alarak incelemeye başlıyorlardı. Kimisi ne yapılacağını tartışırken kimisi de diğer testler için aletleri hazırlıyordu.

Caner ilk başta böyle büyük bir araştırma merkezinin, bu teknolojinin ve bunca bilim adamının bir kişi için olmasına anlam verememiş ve abartı bulmuştu. Ancak şuan anlıyordu ki ileride bunlar bile yetersiz kalabilirdi.

Lema'yı küçük camdan bir odaya çektiklerinde kapılar kapanınca camlar siyaha bürünmüştü. Lema'nın üstünü değişmesine yardımcı olurlarken kızın solgun hali herkesi endişelendiriyordu. Lema odadan çıktığında cildini ikinci bir deri gibi saran siyah bir kıyafet vardı.

"Hızlı bir şekilde vücut radyografisi ve manyetik rözanansını istiyorum. Acele edin." Caner herkesi yönlendirirken Lema'yı büyük bir aletin içine yatırdılar. Kafasına anında onlarca kablo takılırken Lema bir an önce bu yerden kurtulmak istiyordu. Üzerine şeffaf bir kapak kapatıldığında üzerinde bir ekran çıkmış ve ayarlamalar tamamlanmıştı.

Lema bir saat boyunca testten teste girerken onu izleyen ailesinin her saniye içi gidiyordu.

"Yavrum acı çekiyor. Bu lanetten onu kurtarmak zorundayım." Agâh bey derin bir hüzünle konuşurken kahroluyor, bunu yapanlara duyduğu kin gittikçe büyüyordu.

"Buraya geldiğinden beri bir çiçek gibi soluyor."dedi Berge üzüntüyle kız kardeşini izlerken.

"Onu buraya getirmek için geç bile kaldık. Vücuduna neler olduğunu, neyin buna sebep olduğunu ve neler olacağını öğrenmemiz lazım."dedi Deha durgun bir sesle.

Aradan bir saat daha geçerken bu süre boyunca Lema bitap düşen vücuduna ve ona verilen ilaçlara karşı koyamayarak uykuya dalmıştı. Bir yatakta vücuduna takılmış onlarca kablo ve serumla rahatsız bir şekilde uyuyordu. Her şeye rağmen görenleri aydınlatan güzelliği herkesi şaşkına çeviriyordu.

"Bir melek gibi."dedi laboratuvar çalışanlarından biri üzgünce kızı izlerken.

Birkaç dakika sonra laboratuvar da bir uğultu çıkarken koşuşturmacalar artmıştı. Akarcalı ailesi bir şeylerin ters gittiğini anlarken ayaklandılar ve büyük bir hologram ekrandan Lema'nın röntgen sonuçlarını inceleyen Caner ve Bahar'ın yanına ilerlediler.

"Neler oluyor?"dedi Altun Akarcalı sert bir sesle.

Caner elindeki raporları, bulguları incelerken bir yandan gözü hologramlardaydı. Yüz ifadesi dehşet içinde, bembeyazdı.

"Birkaç sonuç elde ettik."dedi Bahar sıkıntı dolu bir ifadeyle.

"Ne gibi?"dedi Akel kaşlarını çatarken.

Eflah ve Deha ise gördükleri ekranla gözleri irileşmiş ve anında küçük kız kardeşlerine bakmışlardı.

"Ufak bir deney yaptık emin olmak için."dedi Caner gözleri raporlardayken."Eflah beyin bize önceden verdiği şifa kanını kullandık. Doğrudan kullanınca Akarcalı kanları birbirini nötrler ama gerekli bileşenlerle bir şekilde Lema'ya etki edebileceğini düşünüyoruz."

"İyileştirici DNA'sını, Lema'da ki aktif olmayan patojenle karıştırdık. Bu bize birkaç şey gösterdi. Bağışıklık sistemini uyarıp istilacı hücreleri yok ettiriyor. İyileştirici DNA da mutasyona girmiş hücreleri eski haline döndürüyor."

"Eski haline döndürmesi iyi bir şey?"dedi Uzay onların yüzünde ki bu karamsar ifadeye anlam veremezken.

"Ama mutasyon?"dedi Erim kaşlarını çatarak.

Bahar yavaşça başını salladı. "Genetik materyalinde ki değişim. Normalde insanlarda DNA dediğimiz çift sarmaldır. Ancak bu Lema da üç sarmal. DNA'sı bambaşka. Sanki ona yepyeni bir DNA eklenmiş gibi. Bütün vücudunu değiştirmiş"

Hepsi dehşete düşerken bunun nasıl mümkün olduğunu bile anlamıyorlardı. Eskiden çok ünlü bir doktor olan Altun Akarcalı bile ilk kez modern tıpın bu kadar yetersiz kaldığına şahit olmuştu.

"Her şey bu kadar değil maalesef.Sorun şu ki düzelseler ve eski haline dönseler de hücrelere saldırmaya devam ediyorlar. Sağlıklı hücrelere saldırıyorlar. Agresif bir kemoterapi gibi." Bahar kafasını iki yana sallarken üzgün gözleri yatakta uyuyan kıza kayıyordu.

"Vücut daha önce enfeksiyon kapmış hücreleri aktivite ediyor olmalı."dedi Eflah sesli düşünerek.

"Evet."dedi Bahar onu onaylarken. "Ne kadar çok hücre varsa o kadar çabuk ölüyorlar."

Akarcalılar'ın yüz ifadeleri adeta donarken Reha lafı toparlamaya çalıştı. "Ne demek istiyorsunuz?"

Caner ve Bahar birbirine bakarken bunu söylemek zorunda olduklarını biliyorlardı. Caner elindeki raporun kapağını kapatırken gözlerini Akarcalılar da gezdirdi.

"Lema'nın bu şekilde çok zamanı yok. Bu şey her neyse onu içten içe yiyor,yok ediyor." Başını hafifçe eğerken devam etti. "Lema şuan bile biraz biraz ölmeye devam ediyor."

Söylediği cümleler Akarcalılar'ın başından kaynar bir su gibi dökülürken hepsi dehşete düşmüş, korkuyla bembeyaz kesilmişlerdi.

"Lily ölecek mi?" Reha yutkunarak zar zor konuşurken Bahar üzüntüyle başını salladı.

"Bu şekilde giderse, bir çözüm bulunamazsa birkaç yılının kaldığından bile şüpheliyim." Bunları dillendirmekten nefret etse de ailesi bunları bilmeliydi. "Kızınız çok hasta Agâh bey."

O anda duydukları ince sesle hepsinin bakışları oraya dönerken yıkılmış gibilerdi. "Ne?"

Lema şaşkınca onlara bakarken hemen ardından iri gözleri ışıltılı yaşlarla doldu. "Baba, ben ölecek miyim?"

Agâh bey hızla ilerleyerek kızını kolları arasına alırken laboratuvarda ki herkes sessizce bu anı izliyordu. Dünya'yı satın alacak kadar zengin ve güçlü bir adamın kızına sağlık alamadığı, gücünün buna yetmediği bir andı. Bir babanın en çaresiz haliydi.

Lema içten içe bunu bilirken bu araştırma merkezine gelmek istememesinin sebebi buydu. Her zaman bu gücün bir gün onun sonu olacağını hissetse de en azından biraz daha uzun yaşayabileceğini ummuştu.

Agâh bey onu kolları arasına daha da sıkarken gözleri kızıla döndü. "Baban buna izin vermeyecek. Ne olursa olsun, bir yolunu bulacağız. Kimse seni bizden alamaz. Hiçbir şey buna engel olamaz babacım." Sesinden buram buram nefret akarken kollarında ki kız küçüldükçe küçüldü.

Akarcalı erkeklerinin her birinin gözleri kızıla bürünürken yüzleri bir duvar gibiydi. Laboratuvar içinde ki onlarca bilim insanı, teknisyen, doktor ve uzmanlar bu anın karşısında hayrete düşmüşlerdi. Bu ailenin kudreti hepsinin aklına durgunluk veriyordu. Onlarla düşman olmak mantıklı bir insanın vereceği bir karar olamazdı.

Odayı saran negatif enerji herkesi iliklerine kadar titretirken Lema'nın gözyaşları yanaklarından bir bir süzülmeye başladı.

Lema ölmeyi istemiyordu.En azından hemen istemiyordu. Daha yapmak istediği çok şey vardı. Ailesi için yapmak istedikleri vardı. Daha zamanı değildi.

Ağlayışları laboratuvar da yankılanırken cama vuran yağmur damlaları herkesin büyük camlardan dışarı bakmasına neden oldu.

"Ağlayınca güçlerini kontrol edemiyor. Havayı değiştiriyor."diye düz bir açıklama yaptı Berge.

İnsanlar şok içinde kalırken küçük kızın önce ışık saçan gözyaşlarına ardından gittikçe hızlanan yağmura inanamayarak baktılar. Hepsinin şuan emin olduğu diğer şey de Akarcalılar'ın insan olmadığıydı. Henüz bilmiyorlardı ancak onları başka bir tür varlık olduğunu anlamışlardı. Bu Akarcalı ailesinin insan üstü güzelliğini biraz açıklıyordu.

Deha yatağa doğru ilerleyip otururken Lema'yı kucağına çekti. Lema onun kucağında bir kedi gibi kıvrılırken yüzünü üçüzünün göğsüne gömerek ağlamaya devam etti. Ardından dikkatli bir şekilde ona takılan kabloları bir bir çıkartmaya başladı.

Akarcalılar oldukça sessiz olsalar da bu fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Lema'yı kaybetme düşüncesi hepsinde derin bir sarsıntıya sebep olurken çıldıracak gibi oluyorlardı.

"Şşt,minik kuş ağlama."dedi Berge onların yanına ilerlerken. Böyle dese de o da ağlamamak için zor duruyordu. Onları öyle görmek Lema'yı daha kötü etkilerdi. Hepsi kendini tutmaya çalışırken Akel yutkundu. Konuşmaya çalışsa da konuşamıyor, o hep yaptığı şakaların nereye kaybolduğunu merak ediyordu. Altın rengi uzun saçları bile sanki canlılığını kaybedip solmuş gibiydi. Kelimeler bu denli boğazına dizildiğinde en son annesi ölmüştü. Ve bu da ikinci oluyordu.

Lema'nın ağlaması devam ettikçe masaların üzerindeki eşyalar titreşmeye başlarken camlar çatlamaya başlamıştı. Altun Akarcalı odanın içinde ki insanları korumak için hepsinin üzerine bir bariyer örerken insanların bakışları ise karmaşıktı. Normalde korkuyla dolmaları gereken bu manzara da nedense bu kız için derin bir üzüntü duyuyorlardı.

Akarcalı ailesi yatağın etrafında toplanırken Lema başını yavaşça Deha'nın göğsünden kaldırdı.

Pars yanlarına oturup onun alnına bir öpücük kondurdu. "Güzel kardeşim benim."

Lema gözyaşları içinde başını iki yana salladı. "Güzel olmak istemiyorum abi. Yaşamak istiyorum!"

Haykırışları ailesinin yüreğini parçalarken diyecek cümle bulamıyor, kahroluyorlardı. Tanrıların onları nasıl bir şeyle sınadığını anlamıyorlardı. Üzgünlerdi, öfkelilerdi, nefret doluydular.

Görenleri kendine hayran bırakan güzellikte, Dünya elinin altında olan bir kız bile yeri geldiğinde çaresizdi. Çünkü konu ölüme geldiğinde her şey kaçınılmazdı.

"Senin yokluğun bize ziyan kardeşim. Bir insanın acısı sevgisi kadar olurmuş. Sana bir şey olsa bizlere ne olur Lema? Abilerinin de nefesi kesilir, dili tutulur, kalpleri durur. Bizler de seninle ölürüz canımın en içi." Pars alnını onun alnına yaslarken fısıldayarak devam etti.

"Çiçek açtığın dalda solarsan o ağaca ne olur Lema?"

Lema'nın gözleri mümkünmüş gibi daha da kederle doldu. Ailesine bir şey olmasını asla istemezdi.

"Bir daha çiçek açmaz mı?"dedi Lema dolu gözlerle umutla.

Pars yavaşça başını iki yana salladı. "Açmaz abim. Sen nasıl bizim minik bebeğimizsen bir ağacın çocukları da dallarında açan çiçekleridir. O çiçeğin kaybı ağacı da kahretmez mi? O acıyla başa çıkılır mı? Senden olan senden koparılınca o kalp bir daha eskisi gibi olur mu?"

Lema başını iki yana sallarken abisinin demek istediğini anlamıştı. Eğer ona bir şey olursa ailesi de yaşayamazdı. Dudaklarından bir hıçkırık koparken elinin tersiyle gözyaşlarını silmeye devam etti. "Ölmekten korkuyorum abi."

İsyanı Pars'ın gözbebeklerinin bile titremesine sebep olurken aldığı nefes bile ona güçlük çıkarıyor gibiydi.

Lema'yı biraz yatıştırdıktan sonra üstünü değiştirmiş ve araştırma merkezinden çıkmışlardı. Araçlara binmeden önce Lema da dikkatlerini başka bir şey çekmişti.

Öfke.

Öylesine sinirli duruyordu ki sanki ailesi yanında olmasa bu alanı anında dümdüz ederdi.

"Onlar yüzünden! O Starklar yüzünden!"dedi nefretle. Abilerinin bildiğini biliyordu o yüzden dile getirmekten çekinmemişti. Lema'nın bunu demesiyle abileri de emin olurken bu duruma sessiz kaldılar. Çünkü konuşmanın sırası değildi.

"Onlar yüzünden böyle oldum. Beni bu lanete onlar bulaştırdı. Bunu yanlarına bırakmayacağım!" Sert adımları yaydığı her adımla zemin de bir çatlağa sebep oluyordu.

"Yaşayan tek bir Stark bırakmayacağım."

Araçlara doğru ilerlerken kızın yaydığı negatif aura çevresini parçalamaya devam ediyordu. Gökyüzünde şimşekler çakmaya başlarken çıkan sesler sağır ediciydi. Rüzgâr gittikçe artıyor, Lema'nın kızıla dönen gözleri ışık saçarak parlıyordu.

Altun Akarcalı bile hâlâ torununun gücüne şaşırsa da bu defa ona engel olmayacak, kimsenin de engel olmasına izin vermeyecekti. "Hakkındır torunum." Yaşlı adam da aynı torunu gibi nefretle soluyordu. "Sana engel olmayacağım Lema. Ama sende bize engel olmayacaksın."

Elinde ki bastonu yere her vuruşunda bir güç dalgası yayılırken bakışları bir ölüm meleği gibiydi. "Starklar'ın yok oluşu kader kitabına yazıldı."

Yeryüzüne şiddetli bir yıldırım düşerken Lema'nın gözü hiçbir şeyi görmez olmuştu. Yarattıkları canavar, onları avlamaya gelecekti. Ona bulaştırdıkları bu lanet, onları da sarmadan Lema'nın ölmeye niyeti yoktu. O cehenneme tek başına gitmeyecekti.

"Tanrılar şahidim olsun ki, onların her birini öldüreceğim!"

Abileri de, babası da, üçüzleri de artık ona engel olamayacaklarını biliyordu. Bunu deneseler bu defa Lema onlardan gizli bir şekilde bunu yapacaktı. O yüzden Eflah derin bir nefes aldı ve dün olanları anlatmaya karar verdi.

"Dün sen babamlayken Starklar'ın tespit ettiğimiz bir üssüne saldırdık."

Lema'nın adımları dururken şaşkınlıkla onlara baktı ardından kaşlarını çattı. "Abi ne demek saldırdık? Bana neden haber vermediniz?" Ardından bir farkındalıkla babasına baktı. "Beni de o yüzden okuldan aldın alışverişe götürdün. Beni oyalamak istedin değil mi?"

Babası mahcup bir şekilde ona bakarken diğerleri de öyleydi. "Sana zarar gelmesini istemiyoruz Lema."dedi Akel kollarını göğsünde bağlarken. "Hele vücudun bu kadar hassasken daha da dikkatli olmalıyız."

Lema başını iki yana salladı. "Onlar en çok bana zarar verdi abi. Bu benim hakkım. Beni bu konuda geri planda tutamazsınız!" Sinirle konuştuğunda kimsenin ona ters bir şekilde karşılık vermeyeceğini biliyordu. Haklı olduğunu biliyorlardı.

Lema dolu gözlerini elinin tersiyle sildi ve sakin olmaya çalıştı. Belki farklı bir zamanda bunu öğrense çok daha fazla sinirlenip tepki verirdi ama bugün ve bundan sonra artık olmazdı.

Bugün yılbaşıydı ve belki de onlarla başka bir yılbaşı geçirme şansı olmayacaktı. Yeni yıla ailesi ile küs girerse Lema kahrolurdu. Çok yaşamadan öleceğini bir bilim insanından duymak onu oldukça etkilemişti. Ailesi ile geçirdiği her saniye kıymetliydi ve aptal kavgalarla bunu kaybetmeyecekti.

Onu korumak istediklerini anlıyordu. O da evlerine Rossiler saldırınca onları geri planda bırakmıştı. Bir nokta da ödeşmiş gibi olduklarını düşündü.

Diliyle dudaklarını ıslatırken ailesinin yıkılmış haline baktı. Onun için ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Onu korumaya çalışıyor, araştırma merkezi kuruyor ve düşmanlarla savaşıyorlardı. Ona destek olmaya çalışıyor, onu koruyorlardı. Ama bugün hayatlarının merkezine koydukları kızın ölebileceğini öğrenmişlerdi ama buna rağmen hâlâ Lema için dik durmaya çalışıyorlardı.

Lema onlara kızamazdı. Onların hali Lema'nın göğsünde kocaman bir ağırlığa sebep olurken titreyen dudaklarını birbirine bastırdı.

"Tamam."dedi sakince. Az önce onlara sesini yükselttiği için bile pişman olmuştu. "Sorun değil ama bir daha yapmayın. Ne yapacaksak birlikte yaparız."

Dolu gözlerine rağmen gülümsedi. "Anlaştık mı?"

"Yapma bunu Lema."dedi Akel hızla. "Bizden kötü bir haldeyken bizi düşünme! Önce kendini düşünmelisin!"

Akel ona kızarken Lema başını iki yana salladı. "Aksine abi,"dedi araca binerken. "Artık daha fazla düşüneceğim."

Böyle demişti demesine ama ötesi mümkün müydü kendisi de bilmiyordu. O ailesini her an her daim düşünürdü.

Araca yerleştiklerinde Lema ayaklarını kendine çekti ve kollarını bacaklarına sardı. Yanağını dizine yaslarken gözleri cama vuran yağmur damlalarıydı.

Şoför aracı sürmeye başladığında Lema kimsenin yüzüne bakmıyor, sessizce ağlıyordu. Hâlâ duyduklarını atlatamıyordu ve atlatamayacaktı.

"Hayatım boyunca hiç hayal kurmamıştım."dedi bir süre sonra sessizliği bozarken. "Bugün o laboratuvarda ki insanlara minnettarım. Çünkü az kalsın hayal kurmaya başlıyordum."

Ailesiyle tanıştığından beri kurmak istediği hayaller vardı ancak Lema için buna bile izin yoktu. Gözyaşları dizini ıslatırken çok fazla ağladığı için teninin ısınmaya başladığını hissediyordu. Bir an önce bunu kesmezse bu kan onu yeniden kavurmaya başlayacaktı.

Ağlamayı kesmesi için içinin soğuması gerekiyordu. Yandığı kadar yakınca ağlaması da elbet dinerdi.

Lema'nın dediği cümleyle Reha da artık kendini daha fazla tutamayarak ağlamaya başlamıştı. Bugün orada onlara Lema'nın ölümü değil, Akarcalılar'ın ölüm haberini vermişlerdi. Annesini kaybeden çocuklar bu defa da onun emanetini kaybedecekti.

"Lema yapma böyle kızım."dedi Agâh bey onun saçlarını okşarken. "Bir yolunu bulacağız. Sana bir şey olmayacak. Araştırma merkezinde senin için bir panzehir mutlaka üretilecek."

Lema inanmasa da sessiz kaldı."Dün hiç Stark yakaladınız mı?"

Akarcalı erkekleri birbirine baksa da ondan daha fazla gizlemek istemiyorlardı.

"Evet. Colin Stark ve Brad Stark."

Lema duyduğu isimlerle kafasını dizinden kaldırırken gözlerini onlara dikti. Kızıl gözleri ölüme, kana açtı.

"Öldürdünüz mü?"

"Hayır Mahzen'deler. Ailemize ait bir çeşit zindan."diye açıklama yaptı Deha.

Lema kararlı gözlerini onlarda gezdirdi. "Beni şimdi oraya götürün."

"Neden?"dedi Agâh bey temkinli bir sesle. Kızının bugün daha fazla travmatik olaylar yaşamasını istemiyordu.

"Lütfen baba,"dedi Lema başını yana eğerken. "O pislikleri görmem lazım."

Birkaç dakikanın ardından Lema onları ikna etmiş ve güzergahları değişerek şoför Mahzen'e doğru sürmeye başlamıştı.

"Onları öldürecek misin?"dedi Akel gözlerini kısarak.

"Evet,"dedi Lema tereddüt etmeden. "Ama bugün değil. Babam dün bana önümüzdeki hafta Konsey'in toplandığını söyledi. Konsey de herkesin önünde onları öldürmek istiyorum."

Ona inanamaz gibi baksalar da onlar da yardım edecekse olmayacak şey değildi.

"Biliyor musun Lema?"dedi Berge hafifçe sırıtırken. "Bunu yap."

"Şuan bir savaştaysak savaşırız bizde."Akel'in gözlerinde yine o deli parıltılar çaktığında artık onu kolay kolay durduramazlardı.

"Benim hoşuma gitti. Bizden yavrumuzu almaya çalıştılar. Bizde onlarınkini alınca bakalım ne hissedecekler?"dedi Pars Lema'yı kendine çekerken. Lema anında onun göğsüne kıvrılırken Pars'ın gözleri şefkat doluydu.

"Ortalığı darmaduman edelim."dedi Reha yumruğunu ortaya uzatırken. Herkes yumruğunu öne uzatırken Lema'nın onların yanında küçücük kalan eli onları hafifçe gülümsetti.

Bir süre sonra içinde oldukları limuzin dururken Lema geldiklerini anlamışlardı. Şoför onlar için kapıyı açarken Pars abisinin elinin ona hafif desteğiyle araçtan inmişti.

Gördüğü yapıyla araştırma merkezini askeri binaya benzettiği için kendinden özür diledi. Çünkü şuan gördüğü şey ondan katlarca fazlaydı. Uzun duvarların sadece en tepesi değil tamamı elektrikli, dikenli tellerle kaplıydı. Her yer dönen kameralarla kaplıydı. Burada kameraların görmediği bir açıklık bulmak, kör nokta bulmak imkansızdı.

Korumaların her birinin üzerinde ki ağır, taramalı silahlar, bellerinde ki tabancalar, bıçaklar vardı. Tam anlamıyla yürüyen bir cephane gibiydiler. Lema'nın keskin gözleri çimlerde gezinirken kamufle edilmiş mayın bölgeleri olduğunu farketti. Korumalar nerede oldukları hakkında bilgilendirilmiş olmalıydılar. Ancak bir anlık dalgınlık ile yanlış adım onları paramparça ederdi.

Burası gerçekten aşılmaz bir bölgeydi. Ve Lema nedense bu koruma katmanının bu yapı dışında ki kilometrelercelik alanı kapsadığını hissediyordu.

"Mahzen, nesillerdir varlığını sürdüren ailemize ait bir zindandır."dedi Reha ona anlatmaya başlarken. "Görüp görebileceğin en donanımlı askeri bölgelerden birindesin. Hükümetle iş birliği yaptığımız zaman devletimize karşı suç işleyenleri de burada mahkum ederiz. Burası yüksek dereceli bir hapishane."

Lema, Reha'yı şaşkınlıkla dinlerken ailesi ile ilgili daha bilmediği çok şey olduğunun farkındaydı. Bir ağacın toprağa kök salması gibi Akarcalılar da kökünü tüm Dünya'da salmıştı. Erişim yapabildikleri yerler sınırsızdı. Bahçenin dört bir yanında bulunan gözlem kulelerine baktı. En tepesinde elinde silahlı adamlar geziyor çeşitli aletlerle dışarıyı gözlemliyorlardı. Her yerde yanıp sönen ışıklar yüksek seviyeli bir alarm sistemi olmalıydı. Gerçekten inanması güç bir yerdi.

Lema onlara doğru yaklaşan adama baktı. Üzerinde siyah bir üniforma vardı ve diğerleri gibi her bir yeri silah doluydu. İri, uzun ve kaslı bir vücudu vardı. Lema bugüne kadar o kadar çok fazla insan görmüştü ki bu adamı görünce de bunu söyleyebilirdi. Bu adam acımasızdı. O gözlerde en ufak bir duygu göremiyordu. Lema onun Mahzen'e uygun olduğunu düşündü.

"Hoşgeldiniz Agâh Bey."dedi elini uzatırken.

"Hoşbulduk Renas."

Adam ardından abileri ve üçüzleriyle de el sıkışıp selamlaşırken ardından gözleri yanlarında ki küçük kıza kaydı. Küçük kızın ışıltısı adamın yüzünde ki ifadesizlikte bir çatlak oluştururken şaşırmadan edememişti.

"Merhaba, ben Mahzen müdürü Renas Timur."

Lema berbat ruh haline rağmen adama gülümsedi. "Merhaba, ben Lema Akarcalı. Memnun oldum."

Renas, interneti ele geçiren bu kızı her yerde görse de ve çalıştığı insanların kızı olduğunu öğrense de ilk kez canlı görüyordu. Ve bu kız tek kelimeyle onun için sıradışıydı. Senelerdir bu işi yapan Renas kızın önce sevimli yüzüne ardından gözlerinin derinliklerine baktı. Bu kızın içinde bir katil yattığına emindi çünkü Renas onca ışıltıya rağmen sadece derin bir karanlık görüyordu.

"Bizi Starklar'ın hücresine götür." Pars'ın dediği ile Renas onları onaylarken yüzlerce adamın koruduğu bahçede ilerlemeye başlamışlardı.

Agâh bey hafifçe güldü. "Yanımızda neden küçük bir kızla Mahzen'e geldiğimizi hiç merak etmiyor musun Renas?"

Renas'ın dudakları hafifçe kıvrıldı. "Aksine. Kızınız burada kendi rengini daha iyi gösteriyor Agâh Bey'im."

Akarcalı ailesinin kaşları havalanırken Akel hafifçe kıkırdadı. "Her zaman böyleydin Renas. Görür görmez kişilik analizi yapardın."

Lema ise adama kaşlarını çatarak baktı. Üzgün ve sinirli olduğu için maskesinde bir çatlak olmalıydı. Aksi takdirde bu daha önce yaşamadığı bir durumdu. Sakin kalmaya çalışarak sordu. "Neymiş benim rengim?"

Renas göz ucuyla kendisini düz bir yüz ifadesiyle izleyen kıza baktı. "Bir renginiz olduğunu sanmıyorum Lema hanım. Sadece karanlık görüyorum." İri adam ardından önüne döndü. "Burası da karanlıktır. Kendinizi burada daha güvende hissediyor olmalısınız. "

Lema adama kısa bir şaşkınlıkla baksa da daha fazla konuşmamaya karar vererek önüne dönmüştü.

Renas ardından omzuna konan ele baktı. Berge'ydi. Yüzünde ki haylaz ifadenin her zaman ki gibi yerini koruduğunu düşündü Renas. Ama bugün ki nedense sahteydi. Sadece Lema değil bütün ailesi bugün farklıydı.

"Senin yerinde olsam bizim kızı sinirlendirmezdim Renas." Berge bunları şakayla karışık söylese de Renas onun ne kadar ciddi olduğunu görebiliyordu.

Akarcalılar, Lema'nın sağlık durumunu gizli tutacakları için o araştırma merkezi dışına bunu taşıyamazlardı. Ancak ne kadar Renas'a her zaman ki gibi davranmaya çalışsalar da şuan bir noktada bunu başaramıyorlardı. Ve biraz daha küçük kızları hakkında yorum yapmaya devam edecek olursa ortada Renas'ın hatrı bile kalmayacaktı.

Renas karanlık gözleri sırtında hissederken bu küçük kızın şimdiye kadar gördüğü en tehlikeli mayın olduğunu düşündü. Üstüne uyguladığınız en ufak kuvvette bile sonuçları tahmin edemeyeceği kadar büyük olabilirdi.

Büyük yapının içine girdiklerinde Lema ortada yuvarlak bir alan olduğunu gördü. Bu yuvarlak alanın her yerinde koridor vardı. Lema 20 tane koridor saymıştı ve koridorların sonunu göremiyordu.

"Labirent gibi."dedi ilgiyle.

"Bu 20 koridor kendi içlerinde de dallanmaya devam ediyor. Mahzen 400 den fazla koridor bulunduruyor. Burada çalışanlar bile kendi bölgeleri hariç başka bir yerini bilemezler."dedi Eflah gözlüğünü düzeltirken.

"İnanılmaz."dedi Lema etrafını incelemeye devam ederken. Bulundukları yuvarlak alanın üstüne bakınca bir Avm gibi olduğunu düşündü. Üst katları görüyordu ve o katlarda onlarca koridora açılıyordu.

"Belirli bir yerden sonra her koridora şifrelerle giriliyor. Koridorlar tuzak dolu ve şifre girilmediği takdir de tuzaklar devreye giriyor."

Deha'nın dediği şeyle Lema aklına gelen bir ihtimali sordu. "Bunca şeyin bir kontrol merkezi olmalı. Birisi kontrol merkezini ele geçirir ve sistemi hacklerse ne olur? O zaman hepsi etkisiz hale gelmez mi?"

Lema'nın düşünme biçimi ailesinin gurur duymasına sebep olurken Deha onu kendine çekti ve omzunu hafifçe okşadı.

"İşte bu yüzden Mahzen'in tek bir kontrol merkezi yok Lema." Akel'in dudaklarında tehlikeli bir tebessüm belirdi. "20 farklı kontrol merkezi var. Her bir kontrol merkezi farklı bir çeşiti kapsar. Biri kameralar içindir. Biri alarmlar. Biri tuzaklar. Bu şekilde gidiyor. Biri ele geçirilip etkisiz hale gelse bile diğerlerini de geçirene kadar sistem kendini iyileştiriyor ve Mahzen de kırmızı alarm veriliyor."

Lema şok içinde dinlerken buranın aşılamaz olduğunu anlamıştı. Güvenlik önlemleri üstün düzeydi. Kendisi bile nedense buraya hapsedilse çıkamayacağını hissediyordu.

"Dışarıdan birinin sızması da imkansızdır. Çünkü Eflah abimin dediği gibi buranın çalışanları bile bu alanı tamamen bilemezler. Mahzen'in tam haritası yalnızca Renas'ta ve ailemizde bulunur." Reha bunlardan gururla bahsederken Lema kendini tutamayıp hafifçe alkışladı.

"Buraya hapsedilsem ben bile çıkmakta zorlanabilirdim." Lema'nın dediği ile Renas hafifçe öksürürken kolay bir şeymiş gibi bahseden kıza inanamayarak baktı.

"Yanlış anlamayın ama buradan çıkmanız imkansız." Renas kendini tutamayıp konuşurken Lema biraz kafa dağıtmakta sakınca görmüyordu. Dudaklarında yorgun bir gülümseme belirdi.

"O nedenmiş Renas bey?"

"Ailenizin güçlerinden haberdarım."dedi Renas ilk başta bunu açıklarken. "Burada çalışan sayısının farkında mısınız? Temizlik görevlisi bile silah taşır Lema Hanım. Mermi yağmuru ile karşı karşıya kalırsınız. Alanı bilmeden en iç taraftan bile çıkıp koridorları aşamazsınız. Bir şekilde binadan çıksanız her yer mayınlarla bombalarla kaplı. Onları da aşsanız duvarları ve ardında ki kilometrelercelik güvenliği geçemezsiniz. Her yerde keskin nişancıla var." Renas hızlı hızlı konuşurken Akarcalı ailesinin dik dik bakışlarını hissetse de kendini tutamıyordu.

Lema ailesine 'sorun yok'dercesine bakarken gülümsemesi genişledi. "Madem ailemizin sırrından haberdarsınız. O zaman ben de söylemekte sakınca görmüyorum."derken gözlerinde tehlikeli bir ışıltı belirmişti.

"Renas bey," derken gözleri bir yılanın bakışlarına sahipti. "Mermiler bende işe yaramaz. Bana dokunamazlar bile. Beni öldürmek için basit silahlar işe yaramaz."dediğinde oldukça ciddiydi. Ama kendi kanı onu öldürürdü. Bunu aklına getirmemeye çalışırken devam etti.

"Üstüme atılan bombalardan sağ çıkabilirim. Üstüme binlerce adam gelse de işe yaramaz. Birkaç dakika da hepsini öldürebilirim. " Başını hafifçe geriye atarken mırıldandı. "Emin olun tereddüt etmem."

"Mayınları ve duvarı aşmama gerek yok. Neden biliyor musunuz?"derken yüzünde ki gülümseme insanın içini ürpertecek kadar soğuktu. "Çünkü ben uçabilirim Renas bey. O övdüğünüz duvarı tek bir sıçramamla aşabilirim."

Renas dehşet içinde ona bakarken Lema'nın yüzünde ki ifade oldukça tatsızdı. "Normalde böyle şeyleri dile getirmem, söylemem. Ama anlarsınız ya," derken başını hafifçe eğdi. Gözleri karanlık bir çukuru andırıyordu. "Bugün pek iyi bir günümde değilim."

Renas ne diyeceğini bile bilemezken Lema umursamazca devam etti. "Anladığım kadarıyla insanlar hakkında yorum yapmayı seviyorsunuz. Ama benim üzerimde bunu yapamazsınız. Ben istemediğim sürece beni tanıyamazsınız." Dudaklarından ufak bir kıkırtı kaçarken bakışları girdikleri koridorda geziyordu.

"Renas bey, nasıl bir aileyle çalıştığınızı hâlâ idrak edememiş olmalısınız. Zira, aksi takdirde böyle canınızın istediği gibi yorum yapma gafletinde bulunmazdınız."

Akarcalılar bile Lema'yı bu şekilde her zaman göremiyorlardı. Ağlasa bile onlar için gülümserdi ama anlaşılan yabancı birine verecek en ufak tavizi veya tahammülü yoktu. Özellikle de bugün.

Berge başını hafifçe iki yana salladı. "Sana söylemiştim Renas."derken mavi gözleri soluk bir renk almıştı. "Onu sinirlendirme."

Eflah gözlüğünü düzeltirken bakışları sadece önündeydi. "Onu sadece biz durdurabiliriz. Ama senden nefret ederse seni korumayız Renas." Derin bir nefes verip acı kokan bir sesle konuştu. "Artık hiçbir şey kız kardeşimizden daha önemli, daha değerli değil."

Akarcalılar güne oldukça kötü başlamıştı. Hiçbiri modunda değildi ve hepsi oldukça keyifsizdi. Şuan başka bir şeye veya başka birine en ufak bir tahammülleri yoktu. Pimi çekilmiş bir bomba gibiydiler. Yaydıkları öldürme arzusunu Renas her hücresiyle hissediyordu. O an gözleri onu gülümseyerek izleyen kıza kaydı. Ve yüzlerce kez ölümle burun buruna gelmiş adam ilk kez o an iliklerine kadar birinden korktu. Bu kızın varlığı ölümle birleşmiş gibiydi.

Çünkü Renas'ın bütün içgüdüleri delirmiş gibi bu kızdan uzağa kaçması gerektiğini haykırıyordu.

"Seni korkuttuysak kusurumuza bakma Renas. Konuyu burada kapalım." Lema öylesine geçiştirerek konuşurken bakışları ona karşı artık ilgisizleşmişti. Normalde bunu oldukça samimi bir tavırla yapardı ancak şuan tek düşünebildiği Starklar'dı.

"Sorun yok Lema Hanım."dedi Renas hızla ve hücrelerin olduğu alana ulaşana kadar bir daha ona göz ucuyla bile bakmadı.

Geçtikleri onlarca koridordan sonra Lema gittikçe aşağıya indiklerini farketmişti. Koridorlar loş bir ışıkla aydınlatıldığı için birkaç metre sonrasını bile göremiyordunuz. Her koridorun farklı bir şifresi vardı. Ve şifre girilmediği ve yanlış girildiği takdirde anında tuzaklar aktif hale geliyordu. Lema güvenliğin sıkılığını sevse de açıkçası böyle bir yerde çalışamazdı. Çünkü fazla uğraştırıcı bir yerdi.

"Zindanların bulunduğu alana geldik."

Son kapıyı da aştıklarında Lema'nın gözleri irileşti. Burası gerçekten Orta Çağ 'dan kalma zindanlar gibiydi. Duvarlarda ki meşaleler tarafından aydınlanıyordu. Tüm Mahzen de ki teknolojinin aksine burada bu oldukça az kullanılmıştı.

Lema parmaklıklar ardında bulunan insanlara baktı. Topraktan bir alanın üzerinde yerde oturuyorlardı. Ve yoğun bir işkence gördükleri belliydi.

Lema kendisine uzanan bir elle bir adım geriye giderken Pars öfkeyle ona uzanan adama baktı. Parmaklıklar arasından Lema'ya ulaşmıştı. Pars'ın bakışıyla adam anında yerine sinerken zindanlarda derin bir sessizlik vardı.

Lema gördüğü iskeletlerle şaşkına döndü. "Neden iskeletler burada?"

Agâh bey düz bir sesle onu yanıtladı. "Buraya bir kez girince ölülerinin bile çıkmasına izin verilmez. Burası ebedi bir hapishanedir."

"Bu kadar ağır bir ceza için günahları nelerdir baba?"

"Burası kötüler için değildir babacım. Burası görüp görebileceğin en büyük günahkârlar içindir. Kötü kelimesi bu insanların yanında anlamsız kalır." Merakla kendisini dinleyen kızına hafifçe tebessüm etti. "Bebek ve çocuk katilleri tanrıların bile affetmediği bir günahtır. Bu insanlar bunu yapıyorlar kızım. Kimisi hastane bombalamış, kimisi ülkemize terörist olmuş, kimisi zamanında en büyük uyuşturucu tüccarları olmuş. Bunlar kabul edilemez."

Agâh bey net bir sesle konuşurken Berge kız kardeşine nazik bir dille konuştu.

"Tanrıların affetmediğini bizler de affetmeyiz Lema."

Deha başını hafifçe iki yana salladı. "Kimsenin aşmaması gereken bazı ilahi buyruklar vardır. Bunlardan biri de bebekler ve çocuklardır. Çünkü tanrıların gözünde onlar büyüyene kadar bir insan değil bir melektir. Melekler, masumluğun, saflığın ve iyiliğin temsilcisidir. Araf'ın adalet terazisi melekler için geçerli değildir Lily."

Lema artık ailesinin adalet ve günah anlayışını kavrayabiliyordu. Araf için günah yoktu ve insanların sahip olduğu değerler onlarda olmasa da birkaç değerlerinin olduğunu anlayabiliyordu. Bu değerler olmasa bile Lema küçük bir çocuğa zarar veremezdi.

Birkaç hücre daha geçtiklerinde bir sonraki hücre de Starklar'ı görmüşlerdi. Lema onları en son çocukken canlı görse de görür görmez kendisine çocukken eziyet edilen bu ikiliyi tanımıştı. Her yerleri yara bere içinde, hayata zor tutunuyor gibi bir halleri vardı. Burada onlara hoş bir karşılama yapmadıkları belliydi. Elleri ve ayakları kelepçeyle, zincirle bağlanmıştı. Ve hareketsizliklerinden uyuşturuldukları da anlaşılıyordu.

"Oo, bak Colin, kimler gelmiş?" Brad sırıtarak konuştuğunda Colin de güldü. Ancak ikisinin de bakışları nefret doluydu.

"Bizi ziyaret mi etmek istedin lanetli tohum?"

Lema'ya seslenme biçimleri ile Akarcalılar'ın adeta kafası atarken Lema onları hızla durdurdu.

"Ne diyorsunuz lan siz?!" Pars öfkeyle bağırdığında ikisinin gözünü bir anlık korku bürüse de bu onları durdurmamıştı.

Colin'in bacağından sivri bir ok çıktığında Colin acıyla haykırdı. Reha kaşla göz arasında yapacağından eksik kalmamıştı.

Berge elini salladığında oluşturduğu enerji bıçağı Brad'in karnına saplanırken Brad'in gözleri acı içinde irileşmişti.

Akel ceplerinde olan ellerini çıkarırken sağ kolunu parmaklıklara yasladı ve alnını koluna koydu. Çıkan enerji yoğunluğundan altın saçları usulca süzülüyordu.

"Hey,"derken gözleri boş bir kabuk gibiydi. "Siz neyinize güveniyorsunuz leş torbaları?"

Bomboş gözleri daha da irileşirken gözlerini bile kırpmadan onlara bakıyordu. "Ölmek mi istiyorsunuz?"

Colin ve Brad'in sesi soluğu kesilirken Akarcalı kardeşlerden ürpermeden edemiyorlardı. Ama konuşmasalar bile Lema'ya öfkeyle bakıyorlardı.

"Onlarla yalnız kalmalıyım. Kapıyı aç."dedi Lema, Renas'a.

"Olmaz."dedi Agâh bey sert bir sesle.

Lema da ona aynı şekilde baktı yoksa onları ikna edemezdi. "Onlarla yalnız konuşmadan bugün iyi olamayacağım baba."

Agâh bey tekrar bir şey diyecekken Berge babasını durdu. Babaları çok endişelenip diğer türlü olaya bakamasa da abileri ve üçüzleri anlamıştı. Lema'nın içini ve öfkesini dökmesi gerekiyordu. Ve bu kadar yaralıyken ve güçlerini kullanamazlarken Lema'ya karşı en ufak bir şansları yoktu.

"Baba,"dedi Berge derin gözlerle. "İzin verelim."

Kız kardeşlerinin buna ihtiyacı olduğunu anlayabiliyorlardı. Agâh bey yenilgiyle derin bir nefes verirken kabul etmişti. Lema o gün belki de ilk defa gerçekten sıcacık gülümserken abilerine ve üçüzlerine minnetle baktı.

"Teşekkür ederim."

Renas kızın gerçekten gülümsediğinde ne kadar güzel olduğuna inanamadı. Gözlerinde ki ışıltılar artmış, gamzeleri ortaya çıkmıştı.

"Eflah abi, gitmeden önce onları ölmeyecek kadar iyileştirir misin lütfen? Zamanından önce ölmelerini istemiyorum."

Renas onlar için kapıyı açarken Eflah da başını sallayarak kardeşini onaylamıştı. Ne kadar güçlü olsalar da bu kadar derin yaralarla bir süre sonra ölürlerdi ve onlar basit bir ölümü haketmiyordu.

Eflah onlara kanından birer damla sunarken ikisinin de açık yaraları kapanmıştı. En azından bir süre daha yaşayacaklarından emin olmuştu. Ama Eflah onlara asla ikinci damlayı sunmazdı.

İşaret parmağıyla gözlüğünü biraz yukarı ittirirken onlara üstten kibirli bir bakış attı.

"Benim kanımın bir damlası için bile minnettar olun ucubeler."

Ardından içinde bulunduğu hücrede gözlerini gezdirdi. "Tanrılar aşkına mikrop kapacağım." Söylenerek kolunu ağzına ve burnuna kapattığında Lema kendini tutamayıp hafifçe gülmüştü. Diğerleri de gülmemek için kendini sıkarken Akel'in yüzünde alaylı bir ifade vardı.

Eflah onları umursamadan keskin bakışlarını Renas'a çevirdi. "Umarım dezenfektanınız vardır."

Renas şaşkınlıkla mırıldandı. "Var."

Eflah ardından hızla hücreden çıktığında Lema içeri girmişti. Ailesi ona yine de endişeyle bakmadan edemezken Pars eliyle geldikleri yönü işaret etti.

"Abim hemen zindan girişinin orada seni bekliyor olacağız. Bağırsan bile seni anında duyarız. Kendini tehlike de hissettiğin an bize seslen." Pars onu uyarıp bilgilendirirken bunlar endişesini bir nebze azaltıyordu.

Ardından Eflah, cebinden çıkardığı mendili kardeşine uzattı. "Sakın çok durma, mikrop kapmanı istemiyorum." Eflah iğrenerek konuşurken gözleri hücre de geziniyordu.

Lema ondan mendili alırken abisine gülümsedi. Akel, Eflah'ı sürükleyerek götürmeye başladığında Eflah hâlâ Lema'ya hijyenle ilgili şeylerden bahsediyordu.

Ailesi ve Renas gittiğinde Lema hücrenin içinde Colin ve Brad ile yalnız kalmıştı.

Bağdaş kurarak yere oturduğunda Eflah abisinin bunu görse delireceğini düşündü. Gözleri tanıdık yüzlerde dolaşmaya başladığında düşünceleri bu defa geçmişe yönelmişti.

"Selam."dedi yalancı bir tebessümle.

"Senin gibi bir lanetli tohum bizimle ne konuşabilir?" Colin nefretle konuştuğunda Lema çocukken hep duyduğu bu hakaretle bir an yutkunamadığını hissetti.

"Akarcalılar seni nasıl kabul etti anlamıyorum. Seni buldukları an nasıl bir yaratık olduğunu görür görmez seni öldürmeleri lazımdı." Brad'in sivri cümlelerinin hiç değişmediğini gördü Lema. Eskiden de böyleydi ve hâlâ da böyle dedi içinden.

"Yaratık mı? Kendi yarattığınız birinden böyle bahsetmeniz hoş olmuyor."dedi Lema tebessümünü korurken.

Colin ve Brad ise kabullenmek istemeseler de en son çocukken gördükleri bu kızın güzelliğine inanamıyorlardı. Kendileri böyle bir duruma düşerken onun onlara üstten bakacak durumda olması kabul edilebilir gibi değildi.

"Bizim sayemizde daha güçlü oldun. Bize minnettar olmalısın."dedi Brad.

"Öyle mi diyorsun?"dedi Lema kaşlarını havaya kaldırırken. "Minnettar olurken sana mı sormalıyım?" Masum bir dille söylediği cümleler Brad ve Colin'in şaşırtırken bekledikleri şey çocukken olduğu gibi sessiz kalmasıydı.

"Ne diyorsun sen?"dedi Colin kaşlarını çatarak.

Lema anlamamış gibi baktı ona."Ne diyormuşum ben?"

"Kes şunu."dedi Brad bağırırken. "Buradan çıktığımız an seni öldüreceğiz Lema. Seni paramparça edip kafanı ailene göndereceğiz."

Lema'nın dudaklarında ki tebessüm solduğunda ikisi de zaferle bakıyordu. "Çıkmak mı? Ben ne zaman istersem o zaman çıkacaksınız. Yoksa bilmiyor muydunuz?"

İkisinin de yüzü karmaşık bir ifadeye bürünürken bu durumu kendilerine yediremiyorlardı. Lema adeta onlarla alay ediyordu.

"Rossiler, Starklar ve Konsey sizi rahat bırakmayacak Lema. Karar çoktan verildi. Öldürüleceksin." Colin bunu kendinden emin bir şekilde söylerken devam etti.

"Gerçi,onlar öldürmese de o kanın seni daha ne kadar yaşatır bilinmez."

Kanını bu hale getirirken elbette bunun bir gün onu öldüreceğini biliyorlardı. Amaçları Akarcalılar'ı ona öldürtmek ardından ondan kurtulmaktı ne de olsa. Ama planları boşa çıkmış ve şimdi bu kız başlarına bela olmuştu.

Lema yüzünde ki maskeyi artık bir kenara bırakırken yüz ifadesi durgunlaştı. Işıltılı gözlerinin vadettiği ölüm artık görünürdü. Kızın anında değişen aurası ikisini de tetikte tutarken Lema sessizce birkaç saniye onları inceledi.

"Anlamıyorsunuz değil mi?"

"Neyi?"dedi Colin çatık kaşlarla.

"Sizi öldüreceğimi." Lema'nın sesi buz gibiydi. "Ailenizi de. O Konsey'i de. Her birinizi öldüreceğim."

İkisi de öfkeyle karışık bir şaşkınlıkla ona bakarlarken Lema duygusuz bir kahkaha attı.

"Siz ne yarattığınızın farkında değilsiniz." Kızın gözleri güçle parıldadı. "Bana canavar diyorsunuz ya. Haklısınız,öyleyim."

Dudaklarında ki soğuk gülümseme ikisini de ürpertti. "Bu canavar her birinizi küçükbaş bir hayvan gibi avlayacak." Ellerini yere koydu ve biraz öne eğildi. Onlardan gözünü kaçırmıyordu. "Kemiklerinizi parçalayacağım. Etlerinizi lime lime edeceğim. O gözlerinizi oyacağım. Bunları yaparken de her anından keyif alacağım."

"Bütün ailenizin, bütün sevdiklerinizin ölümü ellerimden olacak. Ailenizin itibarını yerle bir edecek, o servetinizi sizden alacağım. Andım olsun ki, bunları yapacağım."

Bunları düşünürken bile aldığı hazla yanakları al al olurken her an gözleri daha çok ışıldıyordu. Keyifli bir şekilde gülerken bir elini nazikçe dudaklarına kapattı.

Colin ve Brad ise dehşetle onu dinliyordu. Bu kızın ne denli tehlikeli olduğunu yeni kavrıyorlardı. Hemen durdurulmazsa şüphesiz ilerleyişi çok can yakacak, çok can alacaktı. Onu asıl tehlikeli yapan güçlerinden önce sahip olduğu bu bozuk karakterdi.Keyif alsa da gözleri ölümcül bir kinle bakıyordu.

"Ölecek bile olsam hepinizi peşimden götürürüm. O lanet olası cehennem de hep beraber yanacağız!"

Soğuk fısıltısı ve bir psikopattan farksız gözleri Colin'i de Brad'i de her geçen saniye daha da dehşete düşürüyordu.

"Bana bunca şey yapıp, annemi öldürüp bunlar yanınıza kalır mı sandınız? Ben sizi affeder miyim? Annemin nefes almadığı bu Dünya da size oksijen bırakır mıyım? Sizin o soluğunuzu kesip, inlete inlete geberteceğim ki o sürede beni ve anneme yaptıklarınızı düşünün."

Colin korkuyla bağırdı. "Sen çıldırmışsın! Bunu asla başaramayacaksın!"

Lema sahte bir şaşkınlıkla ona baktı. "Beni kim durdurabilir Colin?" Bastırarak cümlesini yineledi. "Kim bana engel olabilir?" Başını hafifçe iki yana salladı. "Kimse."

"O bozuk güçlerinle hem Cennet'e hem Cehennem'e karşı savaşamazsın." Brad buna kendini de inandırmaya çalışırken Lema başını geriye attı.

"İlahi buyrukları çiğneyeceksin. Bizler için birkaç kural dışında hiçbir şey günah değildir. Biliyorsun Lema."dedi Colin düz bir sesle. Bu kutsanmış üç ailenin birbirini öldürmesi Tanrılar'ın onaylamayacağı bir durumdu.

Lema'nın dudaklarından bir gülüş yükseldi. Colin bunların umrunda olduğunu mu sanıyordu?

"O zaman söz veriyorum Colin. Yeryüzünde ki en büyük günahkâr olacağım."

"Tanrılar 'ın buyruklarına bu kadar karşı gelirsen sonuçları olacaktır." Brad, Colin'in dediklerini yinelerken Lema'nın boş bakan gözleri tavandaydı.

"Bu konuda bir bilgim yok çünkü siz ailemle büyümeme engel oldunuz. Tanrılar zamanında buna izin verirken bunu da biliyor olmalılar." Lema sakin bir sesle devam etti. "Bir şey öğrendim. Nesillerdir ailesinden ayrı büyüyen tek kutsanmış çocuk benmişim. Ben sizler gibi değilim. O buyruklarınız benim için bir anlam ifade etmiyor."

"Yine de bir bedeli olacaktır."dedi Colin nafile bir çabayla.

"Ayaklarıma bağladığınız bir ağırlıkla beni okyanusa bırakıyorsunuz ve bana boğulma diyorsunuz sanki." Lema'nın gözleri hafifçe kısılırken uzun kirpikleri bakışlarını gölgeliyordu. "Beni attığınız o okyanus yalnızca beni değil, sizi de boğacak. Bana sardığınız zincirler size de dolanacak."

Lema bakışlarını yeniden ona dikerken dağınık saçları omuzlarına ve göğsüne doğru yayılmıştı. "Yere göğü, göğü de yere karıştırırım gerekirse. Yeryüzünü de gökyüzünü de alt üst ederim." Kısık gözleri daha da yoğunlaştı. "Yeter ki siz de benimle ölün."

Colin ve Brad adeta soğuk terler akıtıyordu. Karşılarında ki varlık onlar gibi değildi ama insan da değildi. Böyle bir intikam isteği mümkün müydü? Gözleri her şeye kör olmuştu. Yaydığı ölüm arzusu kalplerini bile titretiyordu.

Lema'nın gözleri dolduğunda gözyaşları adeta ışık saçıyordu. İkisi de daha önce böyle bir şey görmemişti. Kutsanmışlar için bile bu mümkün değildi.

"Colin, Brad."dedikten sonra ağlıyor olmasına rağmen al al olan yanakları ile gülümsedi.

"Hep birlikte ölelim."

İkisinin de beti benzi atmıştı. Lema'nın ona az önce anlamıyorsunuz derken ne demek istediğini artık anlıyorlardı. Bu son kaçınılmazdı. Bu karşılarında ki varlık kana açtı ve istediğini almadan doymayacaktı.

Asla durmayacaktı. Kendi elleriyle kendi sonlarını var etmişlerdi ve bunun karşılığını da alacaklardı. O an düşünmeden edemediler.

Belki de Tanrılar, Starklar ve Rossiler'i cezalandırmak için Lema'yı göndermişti.

♠️

Eve gelmeleri üzerinden saatler geçmesine rağmen herkes oldukça keyifsizdi. Lema dedesine, amcasına ve kuzenlerine baktı. Araştırma merkezinden sonra onlar direkt buraya gelmişti. Ancak onlar da çok mutsuz görünüyordu.

Lema bu duruma el atması gerektiğini anlarken iç çekti. Düzelmedikleri takdirde o çok istediği yılbaşı çok kötü geçecekti.

"Hadi ama yapmayın böyle. Bu yılbaşı çok özel çünkü hep birlikteyiz. Hem halam da uzun zaman sonra gelecek. Sizi böyle görmesi hoş olmaz."

Lema onları toparlamaya çalışırken sanki herkes ona üzülmüyormuş gibiydi. Yine kendini düşünmeden ailesini toplamaya çalışması Akel'in söylenmesine neden olurken herkes ona hak vermişti.

"Özür dileriz amcam. Kendimizi toplayıp ayağa kalkmamız lazım."

Amcasının dediğiyle Lema gülümseyerek başını salladı. "Biliyor musun amca bir masal da olsa en sevdiğim hayvan , Anka kuşu. Ne kadar düşse de küllerinden yeniden doğan o kuşa hayranım ve onun gibi olmaya çalışıyorum." Gözleri hafifçe nemlenirken gülümsemesi genişledi.

"Biz de öyle olmalıyız."

Berge kardeşine yoğun bir şefkatle bakarken kollarını iki yana açtı ve Lema anında yerinden fırlayarak onun kolları arasına girdi. Bu herkesin tebessüm etmesini sağlarken Berge fısıldadı.

"Ben o kuşa değil ama sana hayranım Lema."

Birkaç dakika sonra herkes ayaklanıp kendini toparlarken akşam için son hazırlıklarla ilgilenmeye başladılar. Lema da giyinmek için odasına çıkmıştı.

Giyinme odasında kendisine elbise bakarken bir tanesi görür görmez Lema'yı kendine aşık etmişti. Pudra pembesi ve beyazdan oluşan mini elbisenin fırfırlı eteği onu bir prenses elbisesine benzetmişti.

Straplez yakası ve bel bölgesinde ki kurdelelerin şirinliğine bayılmıştı. İkinci kez düşünmeden bu elbiseyi giyerken ardından tülden oluşan o kollukları giymişti. Elbise oldukça mini olsa da evde olacakları için abilerinin bir şey diyeceğini sanmıyordu.

Ardından ayakkabısını seçtiğinde bugün için en sevdiği ayakkabısını giymeye çoktan karar vermişti.


Yüksek topuklu ayakkabılarını giyerken ipleri nazikçe bacağına doladı ve iplerin üzerinde ki çiçeklere zarar vermemeye çalıştı.

Ardından gidip makyaj masasına otururken çok sevdiği bir vücut losyonunu açıkta olan yerlerine sürmeye başladı. Yüzüne de bir nemlendirici kremi yedirirken ardından eline saç spreyini almıştı. Saçlarına bol bol sprey sıktıktan sonra ne kadar uymayacağını bilse de yine o çok sevdiği saç modelini yapmaya karar verdi.

Saçlarını iki yandan bağlarken bağladığı yerlere iki tane kurdele taktı. Yukarıdan, sıkıca bağladığı için gözleri de biraz daha çekik duruyordu. Uçlarını bukle bukle yaptıktan sonra geriye sadece makyajı kalmıştı. Hafif bir makyaj yaptığında artık hazırdı. Herkes için hazırladığı hediyeleri yatağın üzerinde bırakırken daha sonrasında Gül ablasından getirmesini rica edeceğini düşünüyordu.

Odasından çıktığında artık yavaş yavaş hava kararmaya başlamıştı. Sabah aldığı kötü habere rağmen şuan mutlu olmak istiyordu. Asansöre bindiğinde aynadan kendini son kez kontrol etti. Kapılar açıldığında salona ilerlerken gözler ona dönmeye başlamıştı.

Herkes Lema gibi şık bir şekilde giyinmişti. Lema'yı görünce hepsi donup kalırken kızın yüzünde ki sevimli gülümseme hepsinin içini ısıtmıştı.

"Lema,"dedi Berge hızla. "Çok güzelsin."

"Güzel az kalıyor sanki Berge abi."dedi Deha mırıldanarak.

"Annen gibi çok güzelsin kızım."

"Lily, çok tatlı görünüyorsun."

"Oyuncak bir bebek gibi."dedi Erim şaşkınlıkla.

Herkes ona iltifatlar ederken Lema utanarak gözlerini kaçırmıştı. Kızaran yanakları elbisesiyle uyum sağlarken babası ve amcası hafifçe güldü.

"Teşekkür ederim." Sesi kulağa bir kedi miyavlaması gibi gelirken nasıl konu değiştireceğini düşünüyordu.

Evde hoş bir müzik çalarken ortamda gevşemeye başlamıştı. Birkaç dakika sonra ev zili çaldığında Lema dedesinin yüzünün adeta aydınlandığını gördü.

"Alina gelmiş olmalı."

Bir anda herkes heyecanlanırken Gül hanım hızla kapıyı açmaya gitmişti. Hemen ardından coşkulu bir ses duydu.

"Hey, nerede bu ev halkı? Kırmızı halım nerede?"

Daha kendi gelmeden sesi salona gelirken herkes gülmeye başlamıştı.

"Kapıda karşılayanım bile yok!"

Şakacı bir söylenmeye bağırarak gelirken herkes ayaklanmıştı. Lema ise daha önce hiç tanışmadığı için gergindi.

"Her zaman ki gibi söyleniyor."dedi Uzay gülerek.

Salonun girişinde uzun boylu incecik bir kadın belirdiğinde Lema'nın bile adeta nefesi kesilmişti. Üzerinde kırmızı, yırtmaçlı, saten kısa bir elbise vardı. Cesurca kırmızıya boyadığı dolgun dudaklarında geniş, inci gibi parlayan bir gülümseme vardı. Sarı saçları dalgalı bir şekilde beline iniyor, mavi gözleri koyu makyajıyla daha da ön plana çıkıyordu. Yürüyen bir barbie gibiydi.

Salına salına yürürken ona ilk sarılan dedesi Altun Akarcalı olmuştu. Birden tüm abileri, üçüzleri, kuzenleri onun etrafını sardığında Lema şok olmuştu. Sevdiklerini biliyordu ama bu kadarını tahmin etmemişti. Babası da halasına sarılırken hemen ardından amcası sarılmıştı.

"Alina, bu görev neden bu kadar uzun sürdü?"

"Bir daha bu kadar uzun görev yok!"

Güzel kadın bir kahkaha attı. "Tamam, tamam. Özlediniz, anladım. Beni boğmayı kesin!"

"Hala, birini bulmadın değil mi? Bak eğer bulduysan..." Berge şakacı bir tehditle konuştuğunda Alina ofladı.

"Sizin yüzünüzden evde kaldım zaten. Yazık şu güzelliğime!" Yine söylenmeye başlarken yeniden gülüşme sesleri yükselmiş, ortam birden şen şakrak olmuştu.

Lema kenardan onları izlerken hayatı boyunca ailesiyle büyümeyi kaçırdığına inanamıyordu. Boğazına bir yumru otururken sessizce onların özlemini gidermesini bekledi.

"Ya her gördüğümde bu kadar yakışıklı olmayı kesin."dedi Alina yeğenlerine bakarken. "Benim sevgili yapmama izin vermediniz. Sizin de olmayacak!" Aksi bir sesle konuşurken Lema, Pars abisinin bile attığı gür kahkahaya şaşırmadan edemiyordu.

"Alina, seni biriyle tanıştıracağız."dedi Agâh bey neşeli bir sesle.

"Lema ile değil mi?"dedi Alina hızla. "Çekilin de göreyim! Burnumun ucunu göremiyorum."

Herkes gülüşerek onun etrafından çekilirken güzel kadının bakışları pembeler içinde ki kıza takıldı. Mavi gözleri, gördüğü masum güzellikle irileşirken fotoğraflarını görse de canlıyken ilk kez görüyordu. Kızın küçük dolgun dudaklarına, minik burnuna ve o iri ışıltılarla kaplı gözlerine baktı. Saçlarını iki yandan bağlamış çekingen bakışlarla onu izliyordu.

"Merhaba darling."

Lema'nın kaşları hayretle kalkarken bu kelimenin 'sevgilim' demek olduğunu biliyordu. Ama bir anda ona böyle seslenmesini beklemiyordu. Ama bu güzel bir şeydi değil mi? Lema'nın gözlerinde ki parıltılar artarken dudaklarında sıcak bir gülümseme belirdi. Gamzeleri derinleşmiş, heyecanla gözlerini hızlı hızlı kırparken kıvrımlı kirpikleri gözlerini gölgelemişti.

Gördüğü güzellikle Alina şaşırırken bir anda kendini ona kapılırken bulmuştu.

"Merhaba," dedi Lema ince bir sesle. Çekinerek ekledi. "Hala."

Alina ufak bir çığlık atarken daha fazla dayanamamış koşarak küçük kıza sarılmıştı. "Aman tanrım, sen çok tatlısın!"

Lema ne yapacağını bilemezken burnuna dolan kokuyla duraksadı. Çok hoş, çok sıcak bir kokuydu. Lema anne kokusunun böyle olup olmadığından emin değildi ama buna çok benzer olduğundan emindi. Gözleri hafifçe nemlenirken o da kollarını sıkıca kadına doladı. Ağlayıp bu anı mahvetmeyecekti.

"Sen ne kadar güzelsin öyle?! Bebek gibisin." Alina ona iltifatlar ederken ona sıkı sıkı sarılmaya devam ediyordu.

Herkes Lema'nın duygulandığını farketmiş, yüzlerinde ki tebessümle bu anı izliyorlardı.

"Teşekkür ederim. Sen de çok güzelsin." Lema da kibarca cevap verirken gerçekten de halasının çok güzel olduğunu düşünüyordu.

Alina ondan yavaşça ayrılırken kolunu onun omzuna attı ve kendine çekerek koltuklara doğru yürütmeye başladı.

Herkes oturup yerleşirken Alina bir an olsun Lema'nın yanından ayrılmıyordu. Küçük kıza adeta hayran kalmıştı.

"Görevin nasıldı? Bir aksaklık yaşadın mı?"dedi Pars merakla.

Alina kibirli bir gülüş attı."Benim olduğum yerde aksaklık mı? Mükemmel kelimesi bir insan olsaydı o ben olurdum."

Herkes göz devirirken Eflah söylendi. "Her zaman ki gibi kibirlisin."

Alina kıkırdadı. "Bunu sen söyleyince daha komik oldu Eflah."

Eflah ona şaşkınca bakarken herkes gülmeye başlamıştı. Lema da kendini tutamazken Eflah abisinin kime çektiğini artık daha iyi anlıyordu.

Yarım saat boyunca gır gır ve şamatayla konuşmuş, sohbet etmişlerdi. Ardından Gül hanım onlara yemeğin hazır olduğunu haber verirken yemek salonuna koşarak giden Akel ve Uzay'a gülmüşlerdi.

Lema her zaman Reha ve Deha arasına otursa da bu defa halası izin vermemişti. Halası ile amcasının arasına oturmuştu. Eflah masada ona uzak kalırken amcasıyla halasına seslendi.

"Hala, amca, Lema'nın tabağını hazırlar mısınız? Yoksa yemiyor."

Lema homurdanmadan edemedi. "Yiyorum abi, sen beğenmiyorsun."

Eflah gözlerini kısarak ona baktı. "Sebze yemezsen beğenmem."

Alina ailesini hayretle izliyordu. En son onları bıraktığında hepsi buz gibiydi. Ev bu kadar neşeli ve gürültülü değildi. En son ailesini bu kadar mutlu gördüğünü bile hatırlamıyordu. Yeğeninin ailesine iyi geldiğini görürken yüzünde ki gülümseme ile Lema'nın tabağını doldurmaya başladı.

Lema ise sessizce halasının tabağına sebze doldurmasını, amcasının da bu kadar sebzeye isyan ederek hindi eti koymasını izledi.

"Ot mu yesin çocuk? Ye amcam, al bundan da ye." Ferdi amcası onun tabağına her şeyi doldururken Lema kıkırdadı.

Ardından çalışanlar şarap servisi yaparken henüz reşit olmadıkları için Lema'ya, Reha'ya, Deha'ya ve Uzay 'a meyve suyu vermişlerdi.

"Ya her sene aynısını yapıyorsunuz. Yakında hepimiz 18 oluyoruz." Deha isyan ederken Uzay ve Reha da ona katılmıştı.

"Evet biz de şarap istiyoruz."dedi Uzay kaşlarını çatarak.

Reha ise Lema'ya kaş göz yapıyordu. Lema elini dudaklarını kapatarak kıkırdarken herkesin onu sevgiyle izlediğinden habersizdi. Reha'nın ne dediğini anlarken babasına baktı.

"Babacım, biz de çok az içebilir miyiz?" Babasına gülümserken ekledi. "Lütfen."

Agâh beyin onu kırma ihtimali yoktu. Pes ederek nefes verirken başıyla onayladı. "İçebilirsiniz. Ama yalnızca birer kadeh!" Ardından diğer üçüne döndü.

"Ve siz!"dedi sinirle. "Bir daha kardeşinizi kullanmayın."

Lema önüne konan kırmızı şaraba ilgiyle bakarken kadehi tuttu ve yavaşça tadına baktı. Herkes onun tepkisini izlerken Lema'nın yüzü buruşmuş, dudakları büzülmüştü.

Kötü tadın gitmesini ister gibi kafasını hızla iki yana sallarken işe yaramadığı belliydi. "Iyy."

Masada şiddetli bir kahkaha yükselirken Lema, halasının uzattığı vişne suyunu hızla içti. Sonunda ağzında ki tat gitmişti.

Alina kahkahalarının arasından sordu. "Beğenmedin mi?"

"Bu sirke gibi bir şey." Saf ve düşünceli bir sesle sordu. "Acaba benimki bozuk olabilir mi?"

Kahkaha sesleri artarken Alina onun yanaklarına sulu sulu öpücükler bırakmıştı. Lema onların neye bu kadar güldüğünü anlamazken şaşkınca onu öpüp duran halasına bakıyordu. Lema'nın tüm yüzü kırmızı dudak izleri ile kaplanırken bu Alina'yı durdurmadı.

Bol gülüşmeli bir yemekten sonra salona geri döndüklerinde Lema tıka basa doymuştu. Ona her şeyi zorla yedirtmişlerdi.

Arkada neşeli bir müzik çalarken Alina, Lema'yı çekiştirmiş ve kendisiyle dans ettirmeye başlamıştı. Lema da ona uyum sağlayarak dans ederken Agâh bey onların bu halini videoya kaydediyordu.

"Darling, bu benim en sevdiğim şarkı!"

Lema ona hak verir gibi hızlı bir şekilde başını salladı. "Çok güzel halacım."

Ona halacım demesi Alina'nın şefkatli bakışlarına sebep olurken dans etmeyi yavaşça kesti ve onun alnına bir öpücük kondurduktan sonra alnını Lema'nın alnına yasladı.

"Halan bundan sonra hep yanında olacak. İstersen annen de olurum. Ama hep birlikte olacağız. Anlaştık mı?"

Lema'nın gözleri buğulanırken inci gibi gülüşü ortaya çıkmış ve hızla başını sallamıştı. "Anlaştık!"

Alina'nın Lema'ya bu kadar gülmesi bütün Akarcalılar'ı mutlu etmişti. Agâh bey hüzünle konuştu. "Yavrum, sabahtan beri ağlıyordu."

Alina anlam veremeyerek abisi Agâh'a baktı. "O ne demek abi?" Ardından Lema'ya döndü yeniden. "Neden ağlıyordun halacım?"

Lema şuan bu konuyu hiç açmak istemiyordu. Yardım ister gibi abilerine bakınca Pars hızla öne çekti ve dikkatleri üstüne aldı. "Size bir sürprizim var. Daha doğrusu Yankı'nın bir sürprizi var!"

Lema abisine anlam veremeyerek baktı. "Yankı mı?"

"Yankı kim?"dedi Alina merakla.

"Lema'yı büyüten aileden bir çocuk. Lema'nın üvey abisi."dedi Reha halasına anlatarak.

"Yankı bugün bize Lema'nın çocukluğuna ait birkaç fotoğraf gönderdi."dedi Pars gülümseyerek. Yankı'yı biraz kıskansa da bu yaptığı için minnettardı.

Agâh bey heyecanla oğluna baktı. "Çabuk televizyondan aç o fotoğrafları."

"Bende çok görmek isterim."dedi Ferdi amcası ilgiyle.

"Bakalım bizim kız, küçükken de bu kadar tatlı mıydı?"dedi dedesi.

Herkes Pars'a fotoğrafları açmasını söyleyerken Pars dosyayı aktardı ve ardından yüklenmesini bekledi. Lema ise içinden Yankı'nın güzel fotoğrafları attığını düşünerek dualar ediyordu. Pars da ailesini beklemiş ve fotoğraflara bakmamıştı. O yüzden şimdi ilk kez görecekti.

İlk fotoğraf ekrana gelince Akarcalı ailesini bir sessizlik ve duygusallık kaplamıştı. Fotoğrafta Lema henüz 10 yaşında anca olmalıydı. Kıvır kıvır saçları dağılmış, kucağında ki kendisi gibi küçük olan bir köpeğe sevgiyle sarılıyordu. Şimdi ki gibi yanakları al al, burnu minicikti.

"Ah, benim prensesim." Agâh bey hüzünlü bir sesle konuşurken herkes üzgünce ve sevgiyle fotoğraflara bakıyordu.

"Ne kadar masum."dedi Berge hafifçe gülümserken.

Bir sonraki fotoğrafta ise kedilerle birlikteydi.

Üzerinde ki elbisenin şirinliğine, saçlarına, o tatlı yüzüne hepsinin içi giderken dolu gözlerle fotoğraflara bakıyorlardı.

"Her zaman çok güzelmişsin Lily."dedi Reha durgun bir sesle.

"Hayvanları o zamanlar da çok seviyormuşsun."dedi Pars kederle.


Diğer fotoğraf herkesi güldürürken Lema biraz uyanmıştı. O gün doğum günüydü ve fotoğraf da şapşal şapşal gülümsüyordu.

"Nasıl da küçük."dedi Alina dolan gözleriyle.

"Abisinin bir tanesi."Berge sevgiyle konuşurken Lema şaşkınca onlara bakıyordu. Sanki kendisini unutmuş fotoğraflara bakıyorlardı. Gerçeği yanınızda diye bağırmak istese de sessiz kaldı.

Lema gördüğü fotoğrafla gülümsedi. "Burada ortaokula yeni geçmiştim. Turgut amca ve Sevim abla hediye olarak bisiklet almıştı."

Herkes o kadar duygusallaşmıştı ki Lema ne dese işe yaramayacak gibi hissediyordu.

"Kardeşime bisiklet sürmeyi bile öğretemedim." Eflah üzgünce konuştuğunda Lema'nın da yüzü düşmüştü.

"O çok güzel."dedi Erim hayranlıkla.

"Turgut amcam. Yankı'nın babası."diye ailesine tanıttı Lema.

"Yeğenimle böyle ilgilendiği için yemeğe davet etmek isterim."dedi Alina hafifçe gülümserken.

Lema'nın konuşurken sesi titredi. "O öldü."

Alina'nın gözleri irileşirken dediği şeyden anında pişman olmuştu. Lema ona sorun yok der gibi bir gülümseme atarken herkes fotoğrafın ağırlığı altında eziliyordu.

Agâh bey, kendisi yerine kızına babalık yapan bu adamın ruhu için içinden Tanrılar'a dua etti.


Sonra ki fotoğrafta Turgut amcasını yine darladığı zaman dilimlerinden biriydi. Daha yakın olmak için adamın ayaklarına basmış gözlerini ona dikmişti.

Lema gördüğü fotoğrafla gözlerinin dolduğunu hissederken dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı.

Sonra ki fotoğrafta herkesin içi giderken dudaklarında şefkatli bir gülümseme vardı.

"Melek gibi."dedi Altun Akarcalı.

"Çok tatlı. Çok sevimli."dedi Reha hayranca.

"Bu saçları çocukken de yapıyormuşsun petite fée." Akel onun hâlâ böyle iki kuyruk yaptığı saçlarını oldukça seviyordu.

"Burada liseye yeni başlamıştım. Yanımda ki Yankı."

Lema özlemle fotoğrafa bakarken ailesinin de sessizce ağladığının farkındaydı.

Bir sonraki fotoğrafta ise Lema bir tarladaydı. Yanında ki tavşanla birlikte koşup zıpladığı bir fotoğraftı. Henüz çok küçüktü.

"Bu sefer bir tavşan."dedi Pars hafifçe gülümserken

"Nasıl da güzel gülüyor?"dedi amcası üzgün bir sesle.

Ardından onlarca fotoğraf gezmiş ve her fotoğrafa da uzun uzun bakmışlardı. Herkesin ruh hali birden çökmüş, odayı derin bir keder kaplamıştı.

Alina durumu anlayınca birden ayağa kalkmış ve dolu gözlerini elinin tersiyle silmişti. "Bu kadar hüzünlenmek yeter. Hediye zamanı!"

Ardından hediyeler verilmeye başlamıştı. Lema ise şaşkınca ona verilen hediyelere bakıyordu.

"Yeğenim bu senin için." Lema, amcasının ona uzattığı fotoğrafa ve belgelere bakarken ne olduğunu anlamamıştı. Fotoğrafta bir otel vardı.

"Sana New York'ta ki bir oteli veriyorum. Yarın geri kalan işlemleri hallederiz."

Lema fotoğraftaki ultra lüks, devasa otele ardından şaşkınca amcasına baktı. Daha o bir şey diyemeden dedesi eline başka bir fotoğraf ve belge tutuşturmuştu.

Fotoğrafta insanın hayallerini süsleyen bir yat vardı.

"Güzel günlerde tadını çıkar torunum." Altun Akarcalı torunun saçlarını okşarken Lema şaşkınca gülümsedi.

"Teşekkür ederim ama bu kadar pahalı hediyeler almasaydınız da olurdu."

Altun Akarcalı gülümsedi. "Bunları hakediyorsun."

Babası ise eline bir araba anahtarı bırakmıştı. "18 olunca kullanabilirsin."diye kızını tembihlerken kızının şaşkınlığına gülüyordu. "Araba Dünya da sınırlı üretim. Sende ki dışında bu arabadan Dünya da yalnızca 9 tane ver. Rengini de pembeyle kaplattım."

Lema neşeyle şakıdı."Teşekkür ederim babacım."

Halası ise salonun girişine çıkmış birilerine sesleniyordu. Ardından birkaç adam ellerinde kıyafet askılarıyla salona girmişti. O kadar fazla kıyafet vardı ki bunlarla bir mağaza açılabilirdi. Lema Prada, Balenciaga gibi gördüğü onlarca pahalı markayla dehşete düşerken bu kıyafetlerin milyonlarca dolar tuttuğundan emindi.

"Daha önce tanışmadığımız için tam olarak tahmin edemedim halacım. Ama abilerinden ve kuzenlerinden fikir alarak bunları aldım."

Lema halasına sarılırken hiç tanımadığı yeğenini bu kadar düşündüğü için ona minnettardı.

"Hepsi çok güzel hala."

"Rica ederim darling."

Ardından Pars abisi elinde küçük yavru bir hayvanla yanına geldi.

"Hayvanları çok sevdiğin için bir tane de özel olarak büyütmen gerektiğini düşündüm. Bu annesi ölmüş bir jaguar yavrusu. Ona iyi bak tamam mı abicim?"

Lema ışıldayan gözlerle siyah jaguarı kolları arasına alarak ağzı kulaklarına varıyordu. "Abi! Bayıldım!"

Pars'tan sonra Eflah yanına gelmişti. Elinde ise bir anahtar ve bir fotoğraf vardı. Kibarca gülümsedi.

"İlk evini ben almak istedim güzel kardeşim."

Lema fotoğraftaki havuzlu villaya bakarken ağzı hayretle açılmıştı. O kadar güzeldi ki her an ailesini ikna edip oraya taşınmak isteyebilirdi.

Berge ise ona bir dergi uzattı. Bu yarın basılacak olan yeni yıl dergisiydi. Lema dergiyi ondan alırken gözleri anında dolmuştu.

"Abi sana inanamıyorum!"

Abisi onlarla tanıştığı zamandan beri hep birlikte ve tek olduğu bütün fotoğrafları dergi de basmıştı. Dergi de sürekli Lema'dan bahsediyor, ona sahip oldukları için ne kadar şanslı olduğunu anlatıyordu.

"Yarın her yerde bu dergileri göreceksin. Bu hafta yeri yerinden oynatacaklar."

Berge bir medya dahisiydi. Bir model, oyuncu ve onlarca ajansın sahibiydi.

Akel yanına geldiğinde ise yüzünde her zamanki o haylaz gülüşü vardı. "Benimle Venüs'e geldiğin zamanı hatırlıyor musun? Benim kaykay krallığım."dedi Akel kendisiyle dalga geçerek.

Lema hızla başını salladı. Öyle muhteşem bir yeri unutma imkanı yoktu.

"Bana Venüs'ün Afrodit'i olmak istiyorum demiştin."dedi Akel hafifçe başını eğerken.

Ardından Lema'ya bir broş uzattı. Mücevherlerle kaplı ışıl ışıl bir broştu. Venüs gezegeni üstünde Afrodit'in simgesi olan bir kadın vardı. Akel broşu kardeşine dikkatlice takarken eğildi ve burnunu onun burnuna değdirdi.

"Seni Venüs'ümün Afrodit'i ilan ediyorum Lema Akarcalı."

Lema kocaman gözlerle onu izlerken duygulanmadan edemiyordu. Burnunu hafifçe hareket ettirdi. "İyi ki varsın Akel abi."

"Sende petite fée."

Reha ve Deha yanına geldiğinde Lema geri çekilerek onlara baktı.

Reha elinde ters bir şekilde tuttuğu tabloyu Lema'ya çevirdi. Tablo da Lema'nın bir portresi vardı. Yağlı boyayla çizilmiş resim o kadar güzel görünüyordu ki Lema hayranlıkla bakıyordu. Reha resme kendi kanından damlatmış olmalıydı ki resimde ki saçları bir hologram gibi hareket ediyor, renkli ışıklar resimden yükseliyordu. Sanki canlı gibiydi.

"Senin için çizdim Lily." Reha utangaç bir şekilde gülümserken Lema ona sıkıca sarıldı.

"Bayıldım Reha. Seni çok seviyorum kalbim çocuk." Geri çekilirken yüzünde ki aydınlık gülümseme yerini koruyordu. "Odamın en güzel yerine asacağım."

Deha elini ensesine atarken buz mavisi gözleri üçüzündeydi. "Herkes o kadar güzel hediyeler alınca ne yapacağıma karar veremedim. Sonradan aklıma bu geldi."dedikten sonra Lema'nın eline bir fotoğraf bıraktı. Bu bir heykel fotoğrafıydı.

"Bahçeye heykelini yaptırdım. Bugün biz içerideyken bahçeye yerleştirdiler."

"Seni bir meleğe benzetiyorum. O yüzden kanatta eklettim. Heykelin tasarımını çizmemde Reha da yardım etti." Deha utangaç bir şekilde konuşurken Lema'nın gözlerinden adeta kalp çıkıyordu.

"Deha, bu inanılmaz bir hediye. Bayıldım! Bu çok güzel." Deha'yı sarılıp onun yanaklarına bol bol öpücük kondururken topuklu ayakkabı giydiği için oldukça memnundu.

Erim ona çok pahalı bir saat, Uzay da ona bir çift elmas küpe hediye etmişti. Lema onları da öpüp sarılırken hâlâ aldığı hediyelere inanamıyordu.

"Gül hanım, yatağımda ki kutuyu getirir misiniz lütfen?"

Hiç kimse bunu beklemezken şaşkınca Lema'ya baktılar. "Sende mi hediye aldın?"

Lema başını iki yana salladı. "Sizin için yaptım."

Birkaç dakika sonra Gül hanım elinde bir küçük bir kutuyla geldiğinde herkes oldukça meraklıydı. Lema kutuyu alarak kapağını açtığında tüm ailesini şok eden bir güç tüm eve yayıldı.

Ardından dedesi, babası, amcası ve Pars abisi için hazırladığı görkemli yüzükleri onlara verdi.

Eflah abisine, Berge abisine ve Erim abisine bir bileklik uzatırken, Akel'e ve Deha'ya bir küpe, Reha, Uzay ve halasına kolye uzattı.

Herkes elinde ki takılardan inanılmaz bir güç hissederken muazzam görüntüsü ise akıl almazdı. Reha elindeki kolyenin taşının içinde hareket eden mavimsi beyaz enerjiyi izliyordu.

"Bunları enerji kullanarak yaptım. Sizi koruyacaklar. Ayrıca onlara sizin için şarkı söyledim. Taşlara biraz enerji verdiğiniz zaman duyabilirsiniz."

Herkes taşa biraz enerji gönderip kulağına yaklaştırırken ruhlarını bile dinlendiren bir ses taşlardan yayılmaya başladı. Lema'nın ailesi için tüm kalbiyle söylediği annesinin şarkılarından biriydi.

"Bu ses, bu ses ilahi gibi sanki. İnanılmaz." Alina dehşet içinde bunu dinlerken adeta kalbi titriyordu.

"Lema bu aldığım en güzel hediye."dedi amcası içten bir sesle.

Herkes ona övgüler yağdırırken ardından takıları takmışlardı.

"Eşyalara böyle enerji sıkıştırılabildiğini bilmiyordum."dedi Altun Akarcalı şaşkınlıkla. Böyle bir şeyi Lema dışında kimsenin yapamayacağından emindi.

Agâh bey ise aklına takılan diğer şeyi sordu. "Koruyacak derken ne demek istedin kızım?"

"Babacım Kemal'i çağırır mısın lütfen?"

Agâh bey Kemal'e seslenirken herkes üstlerinde ki bu yoğun enerjiyi inceliyordu. Bir eşyaya sadece enerji değil, enerjisinin içine de sesini yerleştirmişti.

Kemal salona girerken Lema onun yanına ilerledi. "Kemal, senden babama iyi niyetini gizleyerek bir yumruk atmanı istiyorum."

Kemal şaşkınca ona bakarken tek öyle bakan o değildi. Herkes aynı şekilde bakarken Kemal, Agâh beye göz ucuyla bakarak onay almıştı.

Hepsi neler olacağını merakla beklerken Kemal, Agâh beye doğru bir yumruk savurdu. Ancak yüzüğü parlamış ve Agâh beyin önünde su ve enerjiden oluşan bir bariyer belirmişti.

Kemal geri savrulurken bariyer bir canlıymış gibi dalgalanıyordu.

"Kemal, saldırmaya devam et." Lema'nın emri üzerine Kemal farklı bir yerden tekme savurdu ve anında orada da bir bariyer belirdi. Her savurduğu darbe de bariyer hareket ederek Agâh beyi koruyordu.

"Bu-bu inanılır gibi değil."dedi Eflah gözlüğünün kenarını tutarken.

"Ben yanınızda yokken aklımın sizde kalması hoşuma gitmiyor. Bu takıları taktığınız sürece sizi koruyacak." Lema gülümseyerek konuşurken kimseden ses çıkmıyordu.

"Bu benim enerjim olduğu için size eğer zarar gelecek olursa, birisi saldırırsa bunu hissederim." Ardından yüzü biraz düşerken devam etti. "Ve son zamanlarda ailemiz tehlikede. Eğer savaşmak zorunda kalırsak, bizim enerjilerimiz de sonsuz değil. Bir nokta da enerjiniz biterse hayati bir anda bunun taşlarını kırın. Size enerji verecek."

Herkesin yüzünde küçük kıza karşı duydukları büyük bir şefkat vardı. Babası başını hafifçe iki yana salladı.

"Neden böyle bir hediye düşündün?"

Lema'nın yüzü aydınlandı. "Elbette ailemi korumak için!"

Lema'nın ailesini korumak üzere olan içgüdüsü öylesine kuvvetliydi ki her bir Akarcalı bunu tüm varlığıyla hissediyordu.

"Bu taştan sanki sevgi yayılıyor. Huzur buluyor gibiyim." Uzay kolyenin taşını hafifçe okşarken yüzünde bir gülümseme vardı.

"Beni daha önce hiç görmeden böyle değerli bir hediye yaptığın için teşekkür ederim darling."

Alina , Lema'ya sıkıca sarılırken Lema anında karşılık vermişti. "Sen de benim ailemsin. Bugün tanışmamızın bir önemi yok hala. Geleceğini duyar duymaz dün gece bunu senin için yaptım."

Alina gözyaşları içinde gülümserken Lema tüm ailesini yeniden duygulandırmayı başarmıştı. Berge onun saçlarına bir öpücük kondurdu. "Seni hakedecek ne yaptık bilmiyorum Lema."

Gece sonunda Lema'yı dinlenmesi ve uyuması için odasına gönderdiklerinde Alina hızla salonun girişine bir bariyer ördü.

"Bu Lema için yeterli değil."dedi Agâh ve bir bariyer daha ördü. Lema'nın onları duymasını istemiyorlardı.

Altun Akarcalı parmağında ki yüzüğe hâlâ hayretle bakıyordu. "Nesillerdir görülmemiş bir şey bu!"

"Yeğenim belki gün gelecek hayatımızı kurtaracak."dedi Ferdi Akarcalı yüzü incelerken.

Herkes otururken Alina hızla ayaklandı. Yeğenlerine, abilerine ve babasına baktı. Odada hızlı hızlı yürürken gözleri ailesindeydi.

"Şimdi bana neler oluyor neler bitiyor, baştan sona anlatın. Hemen!"

Herkesten sıkıntılı bir nefes yükselirken Agâh bey onu bulmalarından itibaren anlatmaya başlamıştı. Lema'nın kanının özelliklerini,ona nasıl acı çektirdiğini anlatmaya başladı.

Pars, yetimhane de yaşadıklarını ve Starklar'ın ona neler yaptığını anlatırken Rossiler'in de kardeşlerini hedef aldığından bahsetti.

Alina her duyduğu şey üzerine şok üstüne şok yaşarken bakışları gittikçe kararıyor öfkeden yerinde duramıyordu.

Eflah, Rossiler'in bin adamla evlerine saldırdığını, ardından annelerinin ölümünden de Starklar'ın sorumlu olduğunu anlattı.

"Ne?!"dedi şaşkınlıkla elini ağzına kapatırken. "Yengemi onlar mı öldürmüş?!"

Baştan sona bir detay atlamadan olup biteni ona anlatırlarken geriye kalan ise sadece bugündü.

"Lema için kurduğumuz araştırma merkezine bugün ilk kez gittik ve birkaç test yapıldı."dedi Berge tatsız bir ifadeyle

Alina onlar anlatırken daha fazla gözyaşlarını tutamamış ağlamaya başlamıştı. "Ne oldu peki, ne çıktı sonuçlarda?" Makyajının akması bile şuan zerre kadar umrunda değildi.

"Sonuçlar iyi değildi hala."dedi Uzay gözlerini kaçırarak.

"Lafı dolandırmayın!"

"Lema'nın her geçen saniye öldüğünü ve birkaç yıl bile daha yaşamasının mucize olduğunu söylediler." Reha zar zor konuştuğunda Alina'nın gözleri iri iri açılmış, gözyaşları bile donakalmıştı.

"Kardeşim ölüyor hala!" Pars derin bir acıyla bunu haykırdığında Alina'nın üstüne hissettiği ağırlıkla titreyen bacaklarını taşıyamazken yere çöktü.

Derin bir matem havası salona çöktüğünde herkesin gözleri dolmuş, negatif bir enerji yayılmaya başlamıştı.

Alina daha yeni tanıştığı, ona hediye hazırlayan o küçük yeğeninin yaşadıklarına ve yaşayacaklarına ağlarken bir yandan ölen çok sevdiği yengesi için ağladı.

Reha oturduğu yerden kalkıp halasının yanına çökerken ona sıkıca sarıldı ve tüm gün boyunca tuttuğu gözyaşlarını saldı.

"Lily'm ölmesin." İsyan ederek ağlarken Alina onu iyice kendine çekti.

"Tüm gün iyi olsun diye kendimi tutmak, tüm gün gülmek çok zordu hala!"

"O olmadan artık yaşayamayız baba. Bir şeyler yapalım!" Akel sinirle bağırırken Eflah başını iki yana salladı.

"Annemizin emanetini koruyamadık."

Alina yerden destek alarak ayağa kalkarken ağlayan yeğenlerine üzüntüyle baktı. Ne Erim ve Uzay'ın ne de diğerlerinin annesi vardı. Alina onlara annelik yapmıştı. Şimdiye kadar evlenmeme sebebi onlarken bundan sonra da sebebi onlar olacaktı. Onların Alina'ya ihtiyacı vardı.

Üzüntüsü, öfkeye, öfkesi de nefretine sebep olurken Alina'nın o güzel mavi gözleri kızıla büründü.

"Affedilemez!"

Öfkeyle haykırdı. "Tüm bunlar kabul edilemez!"

Hızlı nefesler alıp verirken bu yeterli değilmiş gibi daha fazla bağırdı. "Bunlar cezasız kalmayacak!" Sarı saçları tel tel elektriklenirken inanılmaz bir enerji vücudundan taşıyordu.

"Kimse aileme bunları yapamaz!"

"Onların yanına bırakmayacağım!"

Salonda ki eşyalar hasar görmeye başlarken Alina'nın yüreği paramparça olmuş, öfkesi kontrolden çıkmıştı.

"Yarından sonra konsey var dediniz değil mi?"dedi Alina buz gibi bir sesle.

"Evet. Çoktan hazırlıklara başlandı Alina."dedi Ferdi Akarcalı sert bir yüzle.

"Sevgili kızım,"dedi Altun Akarcalı tehditkâr bir havayla. "Araf bir kez kızdığında bunun sonuçları çok ağır olur."

Alina güçlerini kontrol edemezken parmakları bir bıçağa dönüşüyordu, bazen bir silaha dönüşüyordu, bazen de bir pençeye dönüşüyordu.

"Araf bu defa sadece kızmadı baba! Araf'a zarar verildi. Elbette bunun sonuçları olacak!" Yemin eder gibi haykırırken salonda eşyalar savrulmaya devam ediyordu.

"Bunların bedelini yok olarak ödeyecekler!"

Akarcalılar gerekli savaşlar ve gerekli hamleler için her hamleye hazırlanırken bunlar yalnızca fiziksel olmayacaktı.

Onların itibarını yerle bir edeceklerdi.

Onların servetlerini eriteceklerdi.

Onların sevdiklerini alacaklardı.

Onların her birini öldüreceklerdi.

Onlardan geriye bir şey kalmayana kadar Akarcalılar asla durmayacaktı. Medyadan, finanstan, maneviyattan vuracak, ardından her birinin kalplerini sökeceklerdi.

Bu bir yemindi.

Kader çarklarının yönü değişirken bu defa ipleri kontrol eden de, ivmeyi kazanmış bu rüzgârı arkasına alan da Akarcalılar'dı.

"Sevgili günlük, ben ölüyorum."

"Sevgili günlük, ben ölmek istemiyorum."

"Tanrım, kendimle birlikte dibe çekeceklerim için beni affet!"

"Sevgili günlük, ettiğim yemini tutacağım."

BÖLÜM SONU.

BÖLÜMÜ BEĞENDİNİZ Mİ?

Bölümün en sevdiğiniz kısmı neresi oldu?

Alina'yı sevdiniz mi?

Lema'nın ölme ihtimali hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce konsey de neler olacak?

Lema'nın verdiği ve aldığı hediyeleri nasıl buldunuz?

Araştırma merkezi kısmı nasıldı? Veya Mahzen?

Bu bölümü yazarken bende çok duygulandım. Her duyguyu size aktarmak istedim umarım başarabilmişidir.

(Yankı ve Lema küçüklüğü)

Sonraki bölümde görüşmek üzere 🩷

Continue Reading

You'll Also Like

151K 8.1K 51
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
195K 9.6K 20
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
1.7M 68.7K 55
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...
363K 23.4K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...