Gri Asker

By oercvnm

13.1K 687 167

(Bölümler uzundur.) Yıllar önce öldü diye gösterilen ve karanlık bir odada renklerin ne olduğunu bilmeden, ış... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm

8. Bölüm

572 34 5
By oercvnm

Aşkta ufak çaplı bir cehennem değil midir aslında?

-Oercvnm

~

20.11.2019

Kuzey bahçede oturmuş, eğitim gören askerleri izliyordu. Bugün tamı tamına 24 yaşına girmişti. Gözlerini kapattı. Çok hafif esen rüzgara bıraktı kendini. Daha sonra rüzgar durdu.

Arkasında ayak sesleri duydu. Ne arkasına döndü, ne de gözlerini açtı. Gelen kişinin kim olduğunu adı kadar iyi biliyordu çünkü. Gözleri kapandı ilk önce. Kuzey’in yüzünü derin bir gülümseme kapladı. Gözlerini kapatmaya çalışan bu küçük beden onu güldürmüştü.

İlk sağ, sonra sol yanağında dudaklar hissetti. Gözleri açıldığında görüş açısına giren ilk önce sarı örgüler olmuştu. Sarı örgüler, yeşil gözler, soğuktan kızarmış, çilli yanaklar...

"İyi ki doğdun!" Deniz kendini hemen Kuzey’in yanına atmıştı. Kuzey ise Deniz’in elinde tuttuğu küçük keke bakıyordu. Kekin üzerinde tek bir mum vardı. "Askeriye şartlarında bu kadar oluyor..." Deniz güldü, Kuzey onun gülüşüne bitti...

"E hadi üfle!" Kuzey tam üfleyecek iken kız onu durdurdu. "Ay dur, dilek dile önce." Kuzey durdu. Aslında doğum günleri onun için pekte önemli değildi. Ama deniz böyle şeylere çok önem verirdi.

‘Dileklerin en güzelinin hep yanımda kalmasını istiyorum.’

Fakat bu dileği gerçekleşmedi. O günden sonra ise bir daha asla dilek dilememişti. Çünkü dilekler ona göre lanetli birer sözden farksızdı.

~

"Artık bir işim yok." Mutfakta Kuzey’in verdiği yemek kitabında ki tariflere bakarak yemek yapıyordum. İçeriden gelen sesle donup kaldım. 

Kuzey evde ki malzemelerin eksik olduğunu söyleyip çıkmıştı. Geri döndüğünde ise elinde ne bir poşet ne de başka bir şey vardı. "Nasıl yani? Markete gidecektin... Neden bunlar...?" Askeri kıyafetleri ima etmiştim.

"İznim bitiyordu. Göreve gidecektim. İyiydim. Delirttiler beni Pınar. Benim yapamayacağımı, Yamaç’ın gitmesi gerektiğini söylediler," Gözlerinin dolduğunu gördüm. "İtiraz ettim," Kapının pervazında aşağı doğru çöktü. "Sanki bu anı bekliyorlarmış gibi beni görevden aldılar. Artık  asker değilim..." Gözlerini kapatmış öylece duruyordu.

Sessizce yanına doğru ilerledim. Ahsen böyle bir şeyin olacağı hakkında bana bir mesaj atmıştı zaten. Çünkü bazı deliller onunda suça karıştığını gösteriyordu. Ahsen bunun aramızda kalmasını söylemişti bana.

Yanına gittim. Sessizce kucağına yerleştim. Hiç bir şeye sahip değildi bu hayatta. Sahip olduğu tek şey üniformasıydı. Ya ben? Bana sahip miydi, yoksa sadece öylesine biri miydim onun için? 

"Belki de en iyisi budur. Yıllarını feda ettin. Gençliğini yaşayacağın yılları benim yanımda geçirdin. Şimdi yaşayabilirsin. Bende seni rahat bıra-" Gözlerinde ki kızgınlığı görünce kelimemi yutmuştum.

Kesinlikle onun için öylesine biri değildim.

Kucağından kalkıp içeri doğru ilerlemeye başladım. Bakışları üstümdeydi. Kaç gündür duvarda asılı dikkatimi çeken gitar kutusuna doğru ilerledim. Gri bir kutunun içinde duruyordu. Zaten bu evde çoğu şey gri ve beyazdı. Arada çok nadir renkli şeyler vardı.

Kafamı çevirdim kapıya doğru. Kollarını birbirine bağlamış duruyordu. Elime aldım gitarı Sesini çıkarır diye bekledim ama o hiç bir şey söylememişti.

Gitarı aldım. Koltuğa oturdum ve parmaklarımı kutunun üzerinde gezdirdim. Burada yatan notalar uzun süredir rafa kaldırılmış gibiydi.

Gitar’ı kutusundan çıkardığımda hasarlı olduğunu fark ettim. Bir köşesinde çatlaklar vardı. Ama çatlakları süsleyen çiçekler de vardı. Çatlakların üzerinde çiçekler açmıştı sanki.

Gitarı kendime yasladım. Hissettim. İçimden bir ürperti geçti sanki. Alex Türkçe olmasına rağmen bu şarkıya bayılıyordu. Neden bilmiyorum ama bende hayatım boyunca gitar ile sadece bu şarkıyı çalmıştım.

Affet...

Çalmaya başladım. Gitarın sesi bütün evde yankılanıyordu. Hem söylüyor hem çalıyordum. Bunu çalarken bir keresinde Lev’i yakalamıştım. Duvara yaslanmış gizlice beni dinliyordu. Görmeme rağmen sesimi çıkarmamıştım. Oda zaten görmemi istemese kendini göstermezdi...

Birden sesime bir ses, notalarıma farklı notalar daha eşlik etmeye başladı. Lev elinde bir keman ile bana eşlik ediyordu. Ne ara aldığını bilmiyordum ama çok içten çalıyordu.

"Sabaha kalmadan affet..." Çok içten söylediğini gördüm. "...tam ayrıldık derken..." Söylemeyi bıraktım. Artık sadece onu bekliyordum. Sesi her bir hücremi titretiyordu. Onunla bir gün böyle bir düet yapacağım aklıma gelmezdi.

Onun ruha dokunan bir enstrüman çalabileceği aklıma dahi gelmezdi...

"...Sen geceme gündüz oldun..." Kemana çok sert davranıyordu. Bir an gözlerim kemanın kenarında ki çatlaklara kaydı. Aynı çatlaklar gitarda da vardı.

Ve en tuhafı ikisinin üzerinde de beyaz ve kırmızı çiçekler vardı.

Sustu. Keman sesi artık evin içinde yankılanmıyordu. Kollarımın arasında ki gitarda öyle. Susmuştuk. Öylece baktım ona, belki biraz merak ve şüpheyle. Ellerinin arasında ki kemana çok naif davranıyordu. O sırada kemanın kutusuna değdi gözlerim. Kutunun üzerinde gümüş harflerle yazılmış bir isim vardı.

Deniz...

Kalbimin üzerinde bir şeyler hissettim. Bu enstrümanlar onun geçmişiydi, ben az önce gitarla çaldığım tek şarkıyı onun geçmişiyle çalmıştım. Dudaklarımı araladım. Bu sefer kelimeler beynimden değil kalbimden geçiyordu. Bu sefer beynim değil kalbim konuşuyordu.

"Unutamadın mı onu?" Kuzey’i yaklaşık beş yıldır tanıyordum. Bu sene ikimizde 29 yaşına girecektik. Ben onu yirmi dördünden beri tanıyordum. Fakat geriye kalan yıllar yoktu. Geriye kalan yıllar başkalarına adanmış yıllardı. "Sen geçmişini unutup Pınar’ı kabullendin mi?" Kaşlarım çatıldı. Kucağımda ki gitarı kutusuna geri koydum. Söylediği kelimeler kesinlikle kulağıma başka şekilde gelmişti.

"Sen Deniz’i unutup, Pınar’ı kabullendin mi?" Sessizliğini korudu. İlk defa bu kadar duygusuz, bu kadar soluk gördüm onu. "Sana kesinlikle geçmişimi açmamalıydım." Ayağa kalktı ve hızla içeri ilerlemeye başladı. Onu kırmak veya üzmek istememiştim. Geçirdiğimiz beş yılın üç yılını birbirimizi kırıp üzerek geçirmiştik zaten.

"Benden değerli mi gerçekten?" Arkasında bağırmıştım. Ayağa kalkıp koridora doğru ilerledim. Elinde ki kutu ile öylece duruyordu. "Geçmişimle geleceğimi kıyaslama. O ilkti. İlk olarak kaldı Pınar," Boğazımın yandığını hissettim.

Bir şeyler batıyordu. Bunlar söylemek isteyip söyleyemediklerimdi. Hepsi şuan boğazıma batıyordu.

O odasına girdiğinde bende banyoya girmiştim. Yüzüme bir su çarptım. Ben bu değildim. Ben insanları geçmişleriyle yargılayamazdım. Ben bu değildim. Kesinlikle değildim.

Yüzümü kuruladıktan sonra aynanın karşısına geri geçtim. Kendimi incelemeye başladım. İlk saçlarıma baktım. Dibimden çıkan kumral saçlar vardı. Adeta siyah saçlara meydan okuyup onları silmek ister gibiydiler. Fakat siyah saçlar belime kadar geliyordu. Onlar benim geçmişimdi. Daha sonra yüzüme indi bakışlarım. Gözlerime indi. Bal renginde gözlerim vardı. Anneme asla benzemiyordum. Pamir ve Pamira bu kadar benzerken ben anneme asla benzemiyordum.

Beyaz bir tenim vardı. Bembeyaz bir ten. Annemle olan tek ortak yanımız buydu. Onun teni de benim ki gibi soğuk ve soluktu.

Düşüncelerimi bir kenera bırakıp tekrar yüzümü yıkadım. Doğruldum. Aynaya baktığımda bir yüz gördüm.

Bir kadın yüzü vardı. Kahverengi gözleri, bembeyaz teni ve kızıl saçları vardı. Nefesim kesildi. Kadın bana yaklaştı, elleri omuzlarımda, nefesi kulağımdaydı.

"Yeni başlıyoruz. Pınar..."

~

Nefes nefese kalmıştım. Etrafa bakındım. Banyoda değildim. yatak odasında, yatağın içindeydim ve başımda Kuzey vardı. "İyi misin?" Kafamı biraz hareket ettirdim. Ağzımdan bir inilti çıktı. Kolumda hissettiğim parmaklarla kafamı çevirdim. Melek elinde ki manuel alet ile tansiyonuma bakıyordu.

Gözlerimde ki merakı anlamış gibi yanıt verdi bana Kuzey. "Banyoya doğru adım attın, birden yere yığıldın. Tansiyonun düşmüş." Korkuyu ve acıyı hissedebiliyordum. Sanki bütün bedenim korku ve acı ile dolmuştu.

O kadın kimdi? Her şey daha yeni başlıyor derken neyi kast etti? Beynim bulanmıştı sanki. Çorba haline gelmişti her şey. Kadının gözleri, gözlerimin önünden gitmiyordu.

"Sakin ol artık. Burdasın. Burdayım. Bize bir şey olmayacak. Nefes al." Melek odanın camını açmıştı. Yine onun odasındaydık. Dönüp dolaşıp kendimi bu odada onunla buluyordum.

Kapı zili çaldı. Kuzey kapıyı açmaya gitti. Biz ise Melek ile baş başa kalmıştık. Türkiye’ye geldiğimde ilk sağlık kontrollerimi Melek yapmıştı. Zaten sadece ben kontrolden geçtiğim için bu iş çok kısa sürmüştü.

Bu kızda çok tuhaf şeyler seziyordum. Hasta bir nenesi vardı. Ona baktığını ve nenesinden başka kimsesi olmadığını söylemişti. Ben ona ne kadar sıcak davransamda o sanki bir şeyler saklıyormuş gibi soğuktu.

"Melek, ne oldu sizin iş?" Kas katı kesildi. Sanki benden böyle bir soru beklemiyordu. "Hangi iş Pınar abla?" Pınar demesi biraz tuhafıma gitsede sesimi çıkarmamıştım. Lakin her Pınar ismi kullanıldığında kendimi kötü hissediyordum.

"Geçen konuşmuştuk ya, aşk meşk..." Elinde ki serumu yere düşürdü ve ağzını kapatıp bana döndü. "Konuşma konuşma!" Hem kendi hemde benim ağızımı kapattı. "Enesi duyarsa çok kızar." Enesi dediği nenesiydi. Hangi dil veya hangi ırk olduğunu bilmiyordum fakat Melek kesinlikle Türk değildi.

Melek, Göktuğ’dan çok hoşlanıyordu. Ancak Göktuğ hoşlanılabilecek biri değildi. O her şeyi şakaya vuran, kendi kendine eğlenen, hayatında bir kadın istemeyen biriydi. Melek’te bunun farkındaydı. O yüzden aşkını içine gömmüştü.

"Sahilde dolaşırken Fatih görmüş sizi."  Başının yarını kapatan örtüyü düzeltti. Çok güzel bir kızdı. Her şeyin bin kat fazlasını hak ediyordu. Çocuk doktoru olarak çalışıyordu burada.

"Jaý’e bıraktı meni." Çok sessiz söylemişti bunu. Yine kendi bildiği dilde konuşuyordu. Daha fazla üzerine gitmek istemedim.

Odaya birileri doluştu birden. İlk gözüme çarpan Yamaç olmuştu. Daha sonra diğerlerine baktım. Pamira, Pamir, Göktuğ, Fatih, Barın, askeriyede ayak üstü tanıştığım Miran, Akın ve bu ekiple hiç bir alakası olmayan Ahsen vardı.

Ellerinde bir adet pasta vardı. Anlamsızca baktım onlara. Pasta Ahsen’in elindeydi. Pamira zorla buraya gelmiş gibiydi. Sonra aralarından Kuzey çıktı.

Elinde çiçekler vardı. Bana doğru geldi. Çiçekler beyazdı. Beyaz laleler.

"Ellerim kanasa dahi sana batan cam parçalarını çıkartıp o yaralarda çiçek açtırmaktan vaz geçmeyeceğim. Bu çiçekler kızımızdan... Annesini cennette beklediğini söyledi." Son kelimeleri çok sessiz söylemişti. Yanaklarımdan süzülen yaşların haddi hesabı yoktu.

Fakat bu cümleleri duyan tek kişi ben değildim. Arkada duran topluluktan şaşkınlık nidaları yükseliyordu. Tek şaşkın olmayan Ahsen’di.

E kadın savcı. Bir şeyleri biliyordur elbet.

"Pastanı üfle hadi. Dilek-" Lafını bölen Kuzey olmuştu. "Dilek dileme. Yaşanması istenen şeyler bir kaç muma bağlı olmamalı." Ahsen gözlerime baktı. Gülümsedi. Eliyle baş örtüsünü düzeltir gibi yapmıştı fakat aynı zamanda bana onay işareti vermişti.

Dilek dilemedim. Yıllarca tüm Kasım aylarının Yirmilerinde Alex’den kurtulmayı denemiştim. Geçen sene ise sadece mumları üfledim. Kaderimizi kendimiz yazardık. Bir kaç mum değil.

Üflemedim mumları. Kuzey’e baktım. Kasım’ın yirmileri bizimdi. O ve benimdi. "Beraber." Gözlerinde ki o ışıltıyı gördüm. Kafasını salladı. Mumları beraber üflediğimizde bir alkış tufanı koptu odada.

Kafamı kaldırdığımda herkesi bir yana dağılmış gördüm. Göktuğ camın önünde duran Melek’in yanındaydı. Gülümsedim. Bana tek sinirle bakan ise Pamira idi. Resmen doğduğum güne lanet ediyor gibiydi.

Yamaç ile birbirlerine çok uzak duruyolardı. Sanırım araları pek iyi değildi. Düğün olalı sadece üç hafta falan olmuştu. Aralarının bu kadar bozulması hiç iyi değildi.

Hep beraber salona geçtik. Pasta’yı kestik, herkes bir yerlere oturmuş duruyordu. Böyle bir atışmanın üzerine kesinlikle böyle bir süpriz beklemiyordum.

"E kimse bu kıza hediye almadı mı?" Ahsen’in otoriter sesi yankılandı odada. Kimseden bir şey beklemiyordum zaten. Daha yeni tanıştığım insanlardan ne bekleyebilirdim ki?

Etrafa bakınırken bir şeylerin parıldadığını gördüm. Kafamı kucağımda ki pasta tabağına çevirdim.

Fakat görüntü de pasta değil, bir yüzük vardı. Gümüş bir yüzüktü. Ortada küçük bir papatya ve papatyayı süsleyen bir sürü taş vardı. Şaşırıp kalmıştım. Birden gelen patlama sesleriyle irkilmiştim.

Göktuğ ve Barın birden bağırmaya başlamıştı. "Evet! Evet! Evet!" Şaşkınlıktan başım dönmüştü. Kesinlikle böyle bir şey beklemiyordum.

"Öyle süslü cümlelerim ve uzun, güzel şeylerim yok ama diyebileceğim tek şey var. Yaralarını kanasam bile öpeceğime söz veriyorum. Var mısın?" Kesinlikle rezil bir haldeydim. Saçım başım dağınık ve üstümde Pooh’lu pijama, şort vardı.

"Zor zamanlarımızda bile birbirimize sırt dönmedik. Bundan sonra sensiz ben bensiz sen olmaz. Ben seninle kanamaya bile varım. Ölüme bile varım..." Yine bir alkış tufanı...

Yüzüğü parmağımdan geçirdi. Konuşulacak çok şey vardı. Misal bu süprizi bana ne ara hazırlamıştı. Tabi ki birde Deniz meselesi... Moralimi düşürmemeye üstün gayret gösterdim. Dudaklarıma değen bir buse ile gülümsemem daha da genişledi. Bu adam benim mutluluğumdu.

Onun omzuna yaslanmış dururken önüme bir gölge düştü. Yamaç...

Elinde ortası zümrüt yeşili olan bir yonca vardı. Dört yapraklı yonca. Çocukluğumda babamın sürekli saçlarımı süslediklerinden.

"Çocukluğumuzu geri getiremem ama anıları tazeleyebilirim..."

~

Şimdilik biraz sade devam. Yavaş yavaş her şey oturacaktır eminim.






Continue Reading

You'll Also Like

1.1K 113 11
🗡 Nefes seslerimizin duyulduğu dağlık yerde yakından çalan ve bize ait olmayan telefon melodisi çalmaya, sessiz ortamda yankılanmaya başladı. Herk...
UMAY 2 By ds

Teen Fiction

80.7K 5.5K 18
Umay kaldığı yerden devam ediyor! İyi okumalar. •Tamamlandı.
147K 4.9K 34
bir genç kız düşünün asker olmak için çalışıyor ve bir asker düşünün yıllar sonra kızını buluyor bir şans verin bence hikayeme
245K 11.7K 50
Hep bir ailemin olmasını düşlerdim. Kapatıldığım bu yerde kaç gece gözyaşı dökmüştüm. Günün birinde karşıma bir yabancı çıkmış ve ben ona gözüm kapa...