Kalpsizler Balesi

By niksimiksi

4K 620 1.6K

Kitabın Geçtiği Tarih: 2028-2032 yılları Kitabın Türü: Gizem / Gerilim / Distopya Kitapta Sizi Bekleyenler: ... More

Zaman Çizelgesi
GİRİŞ
1-Asılan Günahların Kısık Çığlıkları
2 - Lahza
3 - Acıların Kırık Uçları
4 - Zehirli Sarmaşık
5 - Bazı Duygular Gözlerde Yazar
6 - Eflatun Elbise
7 - Raks Eden Kıvılcımlar
8 - Günlerin Kovaladığı Saniyeler
9 - En Kötü Lanettir: Ağlayamamak.
10 - Kara Kışın Ardındaki Bahar
11 - Acıdan Urgan Yalandan İlmek
12 - Ruhların Dansı
13 - Duvarın Ardındaki Yabancı
14 - Eflatun Urgan
15 - Lanetlenmiş Bedenler / Part 2

15 - Lanetlenmiş Bedenler / Part 1

60 12 105
By niksimiksi

30.04.24

Hoş geldiniz. Küçük yıldıza dokunup okumaya geçebilirsiniz. İyi okumalar. Yorumlarınızı bekliyorum.


17 Eylül 2029

İnsan, bedensel yorgunluk ile ruhsal tükenme arasında gidip gelir. Beden yorulmadığında zihin düşünür, zihin yorgunken bir şeylerle ilgilenmek isteriz.

Tüm o düşünceleri bünyemizden atmak için bedeni yormaya çalışırız ama bu yorgunluk sadece bir ertelemeden ibarettir. Bu ertelenen düşünceler her geçen gün benliğimize bir iz bırakır ve biz artık ertelediklerimizin, bastırdıklarımızın, kaçtıklarımızın esiri olmuşuzdur.

Duygulardan kaçıldığında da onların daha kuvvetlenip sizin peşinize takıldığıyla ilgili bir kehanet vardır. Kimisi bunu bir insan için kullanır, kimisi hayalleri için... Ben, duygularımdan kaçtıkça onların peşimde dolaşması sayesinde bu kehanete ayak uydurmuştum. Büyüsüne kapılmış, kendimi kaçamayacağım o noktaya kadar bilinçsizce sürüklemiştim. Oysa ilk başta duygularımla yüzleşmiş olsaydım şimdi onların, büyüyüp beni içine hapsetmesinden kurtulabilirdim ama ben kolayını tercih etmiştim.

Demiştim ya, ben kaçıyordum. Duygularımdan, düşüncelerimden, beynimin bile yanında kal dediği adamdan... Kaçmak için attığım her adımda aramızdaki kader ipi daha da geriliyor, beni ona daha kuvvetli çekmek için zamanını bekliyordu.

Neredeyse bir sene önceki verdiğim karardan bir anlığına tereddüt ettiğim için kendimi emin olana kadar geriye çekmiştim. Çünkü küçük kız çocuğu hiç sevilmemişti. Çocukken bile sevilmeyen birinin, seneler geçtikten sonra sevildiğine inanması çok zordu. Çocuklar masumdu, güzeldi, hepsi sevimliydi. Ben de öyleydim... Buna rağmen sevilmemiş olmak bende derin bir yara izi bırakmıştı. Yaram iyileşse de kalan iz bile acı veriyordu ve bu iz, yaranın iyileştiğine; iyileşeceğine olan inancımı zedeliyordu.

Alaz'a haksızlık ettiğimi biliyordum. Ondan kaçmamı mantıklı bir sebebe bağlayamıyordum. Daha geçen sene bir gün ona karşı olan cesaretim her geçen gün an be an kırılmış, içimdeki duyguların zedelenmesine ve zedelenen her yerinden bir filiz daha çıkmasına neden olmuştu. Çünkü zarar gördüğünü düşündüğümüz duygular aslında yeniden yeşermeye daha da yaklaşırlar. Ben de bunu bilmeden onu kendimden uzaklaştırıp duygularıma zarar verdiğimi sanırken onları daha da güçlendirmiştim.

Şimdi bir masada oturmuş yemek yiyorduk. Sadece ikimiz vardık ve o, öylesine izlediğimiz bir filmden bahsederken ben de onu dinliyordum. Film hakkında pek bir fikrim yoktu çünkü o sırada düşünebildiğim tek şey Alaz'ın bir katil olmasıydı. Ona karşı atacağım adımların önünde bir engel olarak duruyordu ve bunun en büyük engel olmayışı beni en çok yaralayandı. Bir katile güveniyordum hatta dünya üzerinde en çok güvendiğim kişi oydu. Çünkü Alaz, bana yalan söylemezdi. Onun kimseye yalan söylediğini görmemiştim. Tüm dünyanın dürüstlüğünü omuzlarına yüklemiş bir kahramandı ama elleri kanlar içindeydi; babamın kanı ile boyanmıştı elleri.

Babam öldüğünde yüzüme sıçrayan kanlar, ilk olarak onun ellerine bulaşmıştı. Buna rağmen güveniyor olmam aptallık mıydı?

Öyleydi. 2 senedir bu aptallığın içinde yüzmekten gocunmuyor oluşum ise ona adım atamıyor oluşumun en büyük sebebi olmuştu.

Derince bir nefes alıp çorbamdan bir kaşık daha aldığımda Alaz da susmuştu. Anlattığı şeyi dinlememe rağmen aklımda pek bir şey kalmamıştı. Dinlediğim kelimeler zihin yorgunluğum ile harmanlandığında sonuç bir yıkım olmuştu ve şu anda yorgunluğun sisi yüzünden hiçbir şey düşünemeyecek hâldeydim.

"Ne düşünüyorsun?" Onu anlamadığımın hatta yüzeysel dinlediğimin farkına varması şaşırtıcı değildi. Beni tanımayan bir insan bile şu hâlimden zihnimin bulanıklığını görebilirdi.

"Yorgunum sadece." diye geçiştirip yemeğe döndüm. Gerçekten yorgundum ama bunun fiziksel olmadığını yine ikimiz biliyorduk. Onu kandıramayacağım gün gibi ortadaydı.

"Yorgun olduğunda masadaki bir dağınıklığa odaklanıyorsun ve bir şeyi düşündüğünde gözlerin etrafta dolaşıyor." Tahmin ettiğim gibi geçiştirmem bir işe yaramamıştı. Yine de üste çıkmak için başka yöntemlerim olduğunu biliyordum. Ona karşı bunu kullanmayı sevmesem de sürekli kullanmak zorunda kalıyordum.

"2 senedir birlikte yaşıyoruz diye beni çok iyi tanıdığını düşünmen sinirimi bozuyor." Çatalımı bırakıp yüzüne bakmaya başladım. Beni taklit edip gözlerime bakmaya başladı.

"Seni çok iyi tanıyorum çünkü, Kardelen."

"Nasıl bu kadar eminsin? Birkaç hareketimi biliyorsun diye tanıyor olamazsın."

"Tanıyorum ama sende anlayamadığım tek bir şey var. Bir gece önce beni öpmek üzereyken sabah uyandığında ve sonraki bir senede neden aramıza duvar ördüğün?" İçinde tuttuğu kelimeleri bekledikçe acılaşmış ve canımı yakmaya daha müsait olmuştu ama bunu yine de beceremiyordu. Eğer gözlerinde gördüğüm kelimeleri tüm çıplaklığı ile söyleseydi benim bunun altından kalkamayacağımı düşünüyordu. En azından ben öyle sanıyordum. "Bir gece içinde ne değişti? Bana o gün söylediğin şeyler mi yalandı yoksa bir senedir sürdürdüğün tavrın mı? Annene olan nefretini, kırgınlığını bir kenara atıp onlarla çalışmaya devam ediyorsun ama bana karşı nasıl davranacağından asla emin değilsin. Bir gün varsın, yanımdasın ama ertesi gün sadece sözleşme gereği varlığını sürdürüyormuşsun gibi hissediyorum." Derin bir nefes alıp masanın üzerindeki ellerimi tuttu ve devam etti. "Ben seni beklerim, bunu biliyorsun. Bundan asla gocunmam. Yanımda olmana bile şükrederek uyuyorken böyle bir şeyi senelerce beklerim. Ama anlamadığım şey dengesizliğin. Kimi zaman bana karşı hislerin olduğunu düşünürken kimi zaman..." Yutkunup ellerimi bıraktı. Sessizliğe gömülüp yemeğe döndüğünde canımı yakmasın diye içinde tuttuğu kelimelerin boğazında sıra sıra dizildiğine an be an şahit oldum. Sofradan kalkıp gitmemesi bile beni üzmemek içindi. Ona çocukluğumu anlatırken mutlu aile sofralarına çok özendiğimi söylemiştim ve bana bir söz vermişti. Her yemeğimiz mutlu olmasa da her zaman masada yanımda olacaktı. Herhangi bir mutsuzluk söz konusu olduğunda beni bu masada yalnız bırakmayacaktı. Şimdi de öyleydi.

"Tüm bunların sebebini öğrenmek istiyor musun gerçekten?" Kafasını kaldırmadan sadece gözlerini kırparak cevap verdiğinde nefes alıp devam ettim. "Tüm bu kafa karışıklığımın tek sebebi senin katil olman Alaz. Babamı öldürmüş olman. Bunu kabullenemiyorum belki. Belki de başka bir şey yatıyor altında bilemiyorum ama hislerim belki de her şeye rağmen seni kabul edecek kadar kuvvetli değildir. Belki de hoşlantı duyuyor olmamı ikimiz de anlık hevesle abarttık. Sonuçta ben sevilmemiş bir çocuk değil miyim, ilgi gör-" Parmakları dudağıma kapandığında diğer eli ne zaman aktığını fark etmediğim gözyaşıma uzandı.

"İlgi gördüğünde onu aşk sanmayacak kadar akıllı bir kadınsın. Kendine bu işkenceyi yapmayı bırak. Beni sevmiyor olabilirsin, dediğin gibi anlık bir heves olabilir ama bunun için o küçük kızı suçlama."

"Ama yine de katilsin. Ben seni sevsem de sevmesem de." Bu konuşmanın daha fazla devam etmesi en başında bana zarar verecekti. Kaçtığım duygular daha da büyük halde karşıma dikilecek ve beklenmedik bir anda dilimin ucundan süzüleceklerdi. Bunu önlemek için peçeteye ağzımı silip masadan kalktım. "Bana verdiğin söz yüzünden masada kalmana gerek yok. Babamın yarattığı harabeyi sen düzeltemezsin." Arkamı dönüp odama birkaç adım attığımda söylediği cümleler az önceki tavrım yüzünden kendimi bir kez daha suçlamama neden olmuştu. Çünkü yine kaçtığım duygular bir ip olmuş ayağıma dolanmış beni uçurumdan aşağı bırakmıştı. Uçurum Alaz'dı.

"Ama seni o harabenin içinden kurtarıp sana güneşi gösterebilirim, Kış Çiçeği."

***

O sofranın üzerinden bir hafta geçmişti. İki saat sonra iki dengesiz olarak oturup film izlemiş, sonra da spor yapmıştık. Bazen Alaz'ın neden delirmediğini çok sorguluyordum. Kendi içimde yaşadığım duygular bir yerde patlak veriyor daha sonra ikimiz de anlık kavgalar, anlık sevgi gösterileri, anlık hüzünler yaşıyor sonra her şeyin eşit oranda olduğu yaşamımıza dönüyorduk. Böyle biri olduğumu bile onunla öğrenmişken şimdi kaçıyor olmam en büyük dengesizliğimdi.

Bu bizim normalimiz olmuştu ve bu normalin bozulacağı günün yakın olacağını hissediyordum. Bazı kötü anlar kendisini hissettirirdi ve ben içimdeki sıkıntıyı ancak bununla bağdaştırıyordum.

Belki de şu anda normalimizin bozulacağı o an için hazırlanıyordum. Askılı ve çiçekli elbisemin sırtındaki iplerini bağlarken zorlandığım için ondan yardım istemiştim. Bağladığında kapı çalmış ve onu açmaya gitmişti. Birkaç dakikadır hiçbir ses duymuyordum. Büyük ihtimalle Melek ve diğerleri gelmişti.

Biraz daha uzamış saçlarımın son tutamına da şekil verip aynada son kez kendime baktım. Bugün hep birlikte yemeğe gidecektik. Tarık, hepimize güzel bir haber vereceğini söylemişti. Aslında oldukça merak içindeydim çünkü Tarık, ilk defa böyle bir şeye girişmişti. Alaz bu yemeğe katılmak istemese de bana mantıklı bir neden sunamadığı için katılmak zorunda kalmıştı. Bazen gereksiz inatlaşmalarımızı kendi lehimde sonuçlandırabiliyordum ve bu bazenler gitgide artıyordu.

Çantamı da alıp salona geçtiğimde herkes hazırlanmış, beni bekliyordu. İstemsiz bir mahcubiyet damarlarımda dolaşmaya başlamıştı. Bekletilmekten de bekletmekten de pek hoşlanmazdım. "Hoş geldiniz, kusura bakmayın beklettim biraz." dediğimde Melek yüzünde kocaman bir gülümseme ile yanıma geldi. Elimden tutup beni etrafımda döndürdüğünde utancım onun mutluluğunun bulaşıcılığına yenilmişti ve ben de ona uyup gülmeye başladım. Son zamanlarda onunla daha da yakınlaşmaya başlamıştık ve küçükken evime bir kez gelen o kız artık her gün oyun arkadaşım olmuştu. Küçük Kardelen bunu görse eminim ki ağlardı.

"Yengeciğim, o kadar güzel olmuşsun ki. Saçların uzadıkça ayrı bir güzellik katıyor sana." Mahcubiyetle gülümsedim. Bana her iltifat ettiğinde söyleyecek söz bulamıyor oluşum yüzünden kendime kızıyordum.

"Sen daha güzel olmuşsun. Kahverengi en çok sana yakışıyor." dediğimde hem kıyafetini hem de kapıda bize bakan Toprak'ı kast etmiştim. Bunu anlayan Alaz çatık kaşlarla bana bakmaya başlasa da omuzlarımı silkip Melek ile yürümeye başladım. Yürürken kulağına eğilip, "Kırmızı da abine baya yakışıyor aslında." dediğimde ikimiz de gülmeye başladık. Kıskanç abi tabiri Alaz'ı en çok tanımlayan şeydi. İlişkilerine çomak sokmasa da Melek'i sonuna kadar kıskanmakta üstüne yoktu. Pasif bir şekilde Toprak'ı vazgeçirmeye çalışıyordu ama eğer Toprak vazgeçerse bu sefer de Melek üzüleceği için burnundan getireceğine emindim. Bu yüzden Toprak'a çok üzülüyordum. Alaz ile böyle bir durumda olmak istemezdim.

Yemek yiyeceğimiz mekana geldiğimizde siparişlerimizi verip sohbet etmeye başladık. Annem, Tarık'ın biraz geç kalacağını bizim yemeğe başlamamızı, söylemişti. Biz de onun dediği gibi yapıp yemeğimizi yemeye başlamıştık. Çok acıkmıştım. Son zamanlarda iştahım artmıştı ve bunun etkisini vücudumda da görüyordum. Birkaç kilo da olsa kilo almıştım. Bu bazen sinirimi bozsa da bazen hoşuma gidiyordu. Çünkü artık kilo almamın da vermemin de nedeni bendim. Babam istiyor diye yapmıyordum.

Birlikte yemek yediğimiz zamanlarda annemle fazlaca göz göze geliyordum, aramızda soğuk bir savaş var gibiydi. Onunla çalışmaya başlama nedenim Alaz ile kalmaya bir bahanem olmasıydı. Çünkü Alaz'ı sevdiğimi kabul etmem zordu, bunu kendime bile itiraf edemiyordum. Kendime yaptığım itiraflarda bile hep bir soru işareti beni karşılıyordu. Bu yüzden, onu kabul edemediğimden, yanımda kalması için nedenlere ihtiyacım vardı. O olmazsa nasıl yaşayacağımı bilemiyordum oysa sadece 2 senedir hayatımdaydı. Sadece iki sene sanki tüm hayatım öyleymiş gibi hissettirmeye yetmişti. Oysa ben, sahip olamayacağım şeyleri sevmediğime kendimi çok iyi inandırırdım. Şimdi bu hiçbir işe yaramıyordu.

"Tarık hala gelmedi, daha ne kadar bekleyeceğiz?" Melek seslice isyan ettiğinde hepimiz onaylayan sesler çıkardık. Bu kadar bekletmesi sinirimi bozmuştu. Söyleyeceği haber ne kadar iyi olursa olsun bu bekletme olayının gölgesinde kalacak gibiydi. Annem telefonunu alıp "Ben arayıp geliyorum," deyip dışarı çıktı. Dışarı çıkmasına anlam veremeyen gözlerle arkasından baktığımda, "Niye bizim yanımızda konuşmuyor, en büyük sırrı ben değil miyim yoksa?" diye istemsizce ağzımın içinde söylendim. Beni bir tek Alaz duymuştu. Yüzünde suçluluk emareleri belirirken omuzuma değen elleri destek için oradaydı ama benim bu konuda desteğe ihtiyacım yoktu. Ben yalanların olmadığı, benden bir şeylerin saklanmadığı bir hayat yaşamak istiyordum. Babam gibi bir yalancının yanında büyüdükten sonra en ufak yalana tahammülüm kalmamıştı. Bu yüzden Alaz'ın dürüstlüğü benim için her şey olmuştu.

"Şu masada dürüstlüğüne güvendiğim tek kişi sensin, Alaz. Gerçekten başka sır falan yok değil mi? Varsa eğer var desen yeter, sırlarınızı deşecek değilim." Sesimi kısıp devam ettim. "Sonuçta bu işlerin başından beri yabancı olan tek kişi benim, niyetim özelinizi karıştırmak değil. Sadece her şeyi biliyormuşum gibi davrandığınız ama benim arkamdan işler çevirdiğiniz bir anlaşmanın içinde olmak istemiyorum. Bilmemem gerekiyorsa bilmem ama bana her şeyi bilen benmişim gibi davranmayın." Bu isyanım bir türlü kendimi tamamen ait hissedemiyor oluşumdandı. Bir sene önce kurduğum bağlar, annemi öğrendiğimde çatırdamıştı. Hepsi ile bir bağım vardı ama ayrıldığımızda yerleri doldurulamayacaklar onlardı. Sadece kışın bitiminde açan bir çiçeğin yokluğunu kimse çekmezdi. Alaz bile.

"Sen bu aileye yabancı değilsin." Sesi netti. Beni buna inandırmaya yetecek kadar net. Yine de istemediğim bir his damarlarımda kol gezmeye devam ediyordu.

"Öyle hissediyorum. Bir sene önce böyle değildi. Annemi öğrenmeden hemen önce sanki hep sizinleymişim gibiydi ama artık öyle değil."

"Tekrar öyle hissetmen için elimden geleni yapacağım, söz veriyorum." Bu cümlesi içimdeki alevlerin kor olmasına yeterdi çünkü Alaz sözünü tutardı. Gülümsediğimde o da benimle birlikte gülümsedi. İçimde hissettiğim sıkıntı hafiflemiş olsa da ince ince kendisini gösteriyordu. Bir şeyleri sorgulamasam daha mutlu olacağıma emindim ama bu seferde kafamın içindekilere haksızlık ederdim bu yüzden cevap almadan sorularımı rafa kaldırmamaya kararlıydım.

"Soruma cevap vermedin. Bir sır daha var mı, benden sakladığınız?" Sandalyesinde duruşunu dikleştirip nadiren taktığı gözlüğünü düzeltti.

"Bildiğim kadarıyla yok." dediğinde sesindeki farklılık kaşlarımı çatmama neden oldu. Yalan söylediğinde nasıl olduğunu bilmiyordum çünkü daha önce hiç yalan söylememişti ama bu normal halinden farklıydı. Yine de ona güvenmeyi kalbim çok istiyordu. Kırılmayı göze alarak yine de ona güvenmeyi seçtim. Bu sırada annem gelmiş, "Bizim deniz kenarına gitmemizi istiyor. İşi bitmiş ama oraya daha yakınmış buraya gelmesi uzun sürermiş. Yemekleriniz bittiyse kalkalım. Tatlıyı sonra yeriz." demişti. Hepimiz onaylayıp ayağa kalktık.

"Onlar arabayla gitsinler biz yürüyelim mi? Kestirme bir yol biliyorum. Hem de annen ile sizin aranızdaki gerilim yüzünden ikiniz de rahat edemiyorsunuz." Alaz kulağıma eğilip fısıldadığında elini tutup çıkışa doğru yürüyerek cevabımı vermiştim. Annemle olmak bazı şeyleri daha çok sorgulamama neden olacaktı. Bu yüzden uzaklaşmak en iyisiydi. Hem yürümek daha iyi gelir diye düşünüyordum.

***

"Bir masal kahramanı olma şansın olsaydı, kim olurdun?" Yan yana, el ele dahi tutuşmadan yarım saattir yürüyorduk. Bunun sonucunda konuşacaklarımız bitmiş, bizi böyle bir sohbete sürüklemişti. En son ne konuştuğumuz bile aklımda değildi. Sohbet de ayaklarımızın altından akıp giden yol gibi sürekli değişiyordu. Kimi zaman asfalta kimi zaman çimenlere kimi zaman kaldırım taşlarına değen ayaklarımız için önemli olan yol değildi. Yanımızdaki insan, gidilen yolun herhangi bir özelliğinden daha önemliydi. Bir yolun özelliği ancak insan yalnızken dikkat çekerdi.

"Bilmem. Hiç düşünmedim sanırım. Zaten pek masal da bilmem."

"Bence Uyuyan Güzel olmak sana yakışırdı." dediğinde yüzünde eğlenen bir ifade vardı. Yine de bana söylediği gibi kendimi Uyuyan Güzel masalının başına koyduğumda içimi acıtan detaylar zihnimi ele geçirmeden konuşmaya başladım.

"Neden? Bir prens gelip beni öpüp sonsuz uykumdan kurtarsın diye mi? Birine bu şekilde muhtaç olma fikri hoşuma gitmedi." Bir adımda önüme geçip durduğunda kaşlarım çatılmış, anlamaz gözlerle ona bakıyordum.

"Bir prens senin öpücüğüne muhtaç diyedir belki de." Yapmak istediği şeyi anlayıp yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.

"Yine de yabancı bir adamın beni öpme fikri hiç iç açıcı değil." Yanından geçip yürümeye devam ettiğimde bana ayak uydurdu. "Bu yaptığı şey tamamen taciz. Ormanda bir kadın görüp onu güzel diye öpüyorsa daha güzel birisi gördüğünde neler yapar düşünmek bile istemiyorum."

"Şu an tüm çocukluğum paramparça oldu, sağ ol karıcığım." Ağzının içinde Melek'e saydırdığını duyduğumda bozuntuya vermeden devam ettim. Ona bu aklı veren kişinin Melek olduğuna daha da emin olmuştum. Bu, bugün sorduğu birçok saçma sorudan sadece biriydi. Beni etkilemek için böyle şeylere ihtiyacı yoktu ama yine de çabalaması hoşuma gidiyordu.

"Sen de mantıklı sorular sor o zaman. Hayır, saçma soru sormak istiyorsan da beni böyle cevaplarla etkilemeye çalışma. Beni öpmeye çalışan prens olman fikri senden kaçmama neden oluyor." İleride annem ve Melek'i gördüğümde adımlarımı hızlandırdım. "Alaz olsan yeterli aslında."

"Nasıl yani? Şu anda Alaz olsam beni öper misin?" Gözlerimi devirsem de gülmemi saklayamamıştım.

"Hayır." deyip parmak uçlarımı öpüp ona doğru salladım. Yüzü düştüğünde keyifle Melek'in yanına ilerledim. "Tarık hala gelmedi mi?"

"Hayır, biz de 10 dakikadır bekliyoruz. Hala ses seda yok." Ofladığım da Melek abisini uzun zamandır görmüyormuş gibi yanına koşmuştu. Bir şey isteyeceğine ben bile emin olmuştum ve Alaz'ın yüz ifadesi de bunu fark ettiğini belli eden türdendi. "En sevdiğim ağabeyim seni çok özlemişim, falan demeyeceğim. Zaten bir şey isteyeceğimi anlamışsındır."

"Pek anlaşılmıyordu aslında. Üstüme atlayıp kollarınla beni boğmandan benden nefret ettiğini anlamıştım."

"Hiç iğnelemelerinle uğraşamayacağım, yengem yapınca tatlı oluyor ama sana yakışmıyor." dediğinde seslice güldüm. Melek de ciddi kalmaya çalışsa da pek başaramıyordu. "Bana dondurma alır mısın? Tatlı da yemedik şekerim düştü. Hava da çok sıcak." Alaz'ın yanından ayrılıp hızla yanıma geldi. ''Hem eminim yengem de istiyordur."

"Hem beni aşağılayıp hem Kardelen'i bana karşı kullanınca istediğini yapacağımı mı düşünüyorsun? Hem nerede senin android kafalı sevgilin?"

"O arabayı park ediyor. Ne olur alsan ya? Yengem de istiyordur diyorum sana neden onu kullanayım ki?"

Gülerek lafa girdim. "Ne yani Alaz ben şimdi tatlı istesem almayacak mısın? Daha az önce prens olmaktan söz ediyordun."

"Her şey senin başının altından çıkıyor Melek, farkında mısın? O masal karakteri olayının acısını ayrı çıkaracağım ama şimdi dondurmayı almaya gidiyorum. Hangi aromalı istiyorsunuz?"

Melek, "Limon, tabii ki." dediğinde Alaz gözünü bana çevirmişti. "Ben dondurmayı pek sevmem ama Melek için gidip al, yan çizme."

"O kadar şeyden sonra yemeden kurtulamazsın. Madem Melek ile birlik olup bana karşı ittifak kuruyorsunuz o zaman ben sevmiyorum demeni kabul etmiyorum."

"Ama yesem de keyif almam. Soğuk zaten hasta olurum."

"Hangi aromalısını istiyorsun diye sormuştum, karıcığım." İnadı tutmuştu ve şu anda ne dersem diyeyim o dondurmayı alacağına emindim. Zihnimde geçmişten anılar dönmeye başladığında sadece gülümseyip, "Senin en sevdiğinden al o zaman." deyip annemin oturduğu banka oturdum. Babamın anıları, bana geçmişte alınmayan o dondurma ve artık kendimi, dondurma sevmediğime inandırışım gözümün hemen önündeydi. O kız çocuğu eflatun elbisesi ile önümdeydi. Gözleri dolsa da ağlamıyordu. Kız çocuğunun o anda ağlamasını çok isterdim. Ağla, küçükken dökemediğin yaşların büyüdüğünde daha da ağırlaşacak; demek isterdim.

"Onlarla birlikte çok mutlusun." Derin bir nefes alıp, "Kızım." diye devam ettirdi. "Sizi böyle gördükçe mutlu oluyorum. Geçmişte yanında olamadığım için daha da pişman oluyorum." Zihnimdeki babam, yanımdaki annem, ruhumdaki çocukluğum... Karşımda dalgalanan denizin içindeki yalnızlığım... Bu cümleler ile hepsi bir kat daha yıkılmıştı üstüme.

"Ben senin kızın değilim. Bu sadece bir iş ve kimlerle mutlu olduğum seni ilgilendirmez. Sadece bir anlaşma için buradayım. O bittiğinde yanınızda kalmak için bir sebebim kalmayacak. En azından senin yüzünü bir daha görmek bile istemiyorum." Oturduğum yerden kalkıp denize daha da yaklaştım. Ruhumu kaplayan mutsuzluk bulutları dolmuştu ve taşmalarını istemiyordum. Şu anda ağlayamazdım. Mutluydum, Alaz ile güzel vakit geçirmiştim. Annemin ve babamın bunu mahvetmesini istemiyordum. Derin bir nefes aldığımda Alaz ile olan güzel anılarımızı düşünmeye başladım. Bunun bana iyi geleceğini biliyordum. Bana bu kadar iyi geliyorken onu kendimden uzaklaştırmanın yanlışlığını düşünüyordum ama hemen sonra katil oluşu yüzüme tokat gibi çarpıyordu.

Çok iyi bir insan tek büyük günah yüzünden kötü sayılmalı mıydı?

Onu bu konuda affedecek kişi ben değildim. Bana kalsa çoktan affedeceğimi bildiğim için de kızgındım ama ancak yaratıcının affedeceği bir günah ile onu kabullenmek çok zordu. Derin bir nefes daha aldım ve arkamı dönüp Melek'in yanına adımladım. Tam o sırada erkeklerin hepsi de deniz kenarına gelmişti. Alaz, elinde dondurma külahları ile gülerek yanımıza geliyordu. Tarık anlayamadığım bir ifade ve elinde birkaç kağıt ile daha uzaktaydı. Toprak, ben onlara bakarken çoktan Melek'in yanına ulaşmıştı.

Birkaç saniye içinde Alaz yanımıza gelip dondurmalarımızı verdiğinde Tarık da yanımıza ulaşmıştı. Bana hangi dondurmayı aldığını bilmiyordum. Hangisini yersem yiyeyim sevmeyeceğime emindim. Dondurmayı ağzıma yaklaştırdığımda Tarık, elindeki kağıtları hepimizin göreceği şekilde tutmaya başladı. Hepsinde Alaz ve Tarık'ın fotoğrafı vardı. İkisi yan yana evimizin dibindeki küçük dağda durmuşlardı, hemen önlerinde ben ve babam konuşuyorduk. Bu babamın öldüğü geceydi. Alaz'ın elindeki silahtaki kurşun sanki babamdan önce beni öldürmüş gibi hissediyordum.

Bir insanın katil olmasını söylemesi ile onun kanıtlarını görmeniz arasında fark vardı. Ben bugün, Alaz'ın katil olmasıyla ilk kez bu kadar net karşılaşmıştım. İlk kez günahının büyüklüğü karşısında bu kadar eziliyordum. Öldürdüğü kişi şeytan da olsa ben bir katile aşık olmanın yükü altında benliğimi ezdirmiştim şimdi ise onun acısını hissetmeye başlamıştım.

"Bu fotoğraflar Esefdağlı'nın eline geçmiş. Her yerde seni arıyorlar." Tarık'ın sözlerindeki Esefdağlı amcamdı. Bunu biliyordum. Babamdan sonra yerine geçecek kişi oydu. Seçimle geçmiş olsa da seçimde irade yoktu. İradesizlerin başkanı olarak başa geçmişti. Şimdi babamın katilini arıyordu.

Alaz, bu sözler üzerine Tarık'ı kenara çekip bir şey konuşmaya başladığında bağırsalar bile pek bir şey anlamıyordum. Onları dinlemek isteyen yanım ağır basıyor olsa da zihnim bunu reddetmiş ve beni kaosla baş başa bırakmıştı. Bir kez daha Alaz'a attığım bir adım beni on binlerce adım geriye atmıştı.

Gözlerimi kapatıp ilk gözyaşımın yanaklarımdan süzülmesine izin verdiğimde görüşüm gibi zihnim de netleşmeye başlamıştı. İlk duyduğum cümle ise sesini duymayı en çok sevdiğim kişiden gelmişti. "Katil sensin." diyordu. "Ben öldürmedim onu, bunu sen de biliyorsun." diyordu. "Birileri fotoğrafla oynamış gerçek değil bunlar." dediğinde ise benimle göz göze gelmişti ama ben, yaşadığım yıkımın altında ona olan güvenimi de kaybetmiştim.

Asla yalan söylemez dediğim insanın canımı yakan doğrularının aslında yalan olduğu onun ağzından duymuştum.

Alaz katil olmadığını söylüyordu. Babamı öldürmediğini söylüyordu ama benim ona en ufak bir güvenim kalmamıştı.

Baharda açan o çiçek yanlış zamanda gelen yoğun kar yağışı altında ezilmişti.


----Bölüm Sonu----

Selaaam. Bu bölüm normalde 5k civarı oldu ama benim bugün yine işim çıktığı için diğer kısmı düzenleyemedim ve daha da fazla bekletmemek için iki part yapmaya karar verdim. Yarın veya sonraki gün de o kısmını atacağım.

2 aydır sınavlarım, okul, depremler ve birçok şey ile uğraştığımdan bölüm atamıyorum. Beni beklediğiniz için teşekkür ederim♡

Mayıs ayında size daha fazla bölümle gelmeyi istiyorum.

Umarım bölümü beğenmişsinizdir♡

Sizleri seviyorum.

Bölüm hakkında görüş ve önerilerinizi buraya yazabilirsiniz.☆

Continue Reading

You'll Also Like

KARGIN By jia

General Fiction

574 67 4
"O gece bir silah patladı. Sahne perdelerini açtı ve başroller ortaya çıktı. Yanıp sönen ışıkların keskin gölgesi üzerimize düşüp harlanmış ateş bi...
45.7M 2.1M 86
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...
109K 7.9K 62
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
7 Numara By Beril Sancar

Mystery / Thriller

9.9K 871 7
Sevdiği adamla geçirdiği bir gece sonucu hamile kalan Umay Uzel, Yiğit Ali'yle evlenir. Kocasının da onu sevdiğini düşünerek sürdürdüğü evliliğini ve...