KARA GECENİN GÜNÜ AYMAZ | bxb

By Vapsole

67.9K 5.5K 3.3K

Varlıklı ve köklü bir ailede doğan Nedim Akbulut her şeye rağmen onların istedikleri gibi biri olmamıştı. Ail... More

KARA GECENİN GÜNÜ AYMAZ
1. AKBULUT
2. SOHBET
3. ZORLANILAN VEDALAR
4. KORUCU
5. KARAUL
6. SOHBETİMSİ KONUŞMALAR
7. YENİ EV
8. GÜNAYDIN
9. AKŞAM YEMEĞİ
10. DUŞ
11. OTUZ SANİYE
12. BOMBA
13. KÜPELİ HOCA
14. BİNGÖL OLAYLARI
15. ENDİŞELENEN BİRİ İÇİN
16. YEMEK
17. YILDIZ
18. DOYUMSUZ
19. TOY
20. TATLI SEVDASI
21. KONAK
22. KABUSLARIMDAKİ KİŞİ
23. KAPUT
24. BOZULAN AĞ
25. DÖNÜM NOKTASI
26. BİRBİRİNE KARIŞAN İKİ İNSAN
27. BAKIŞLAR
28. DEDİKODU
29. MAHMUT AĞA
30. MİNNET
32. ERKAN

31. SOYAD

904 90 12
By Vapsole

Evin içerisi pek sıcak sayılmazdı. Sabahın köründen beri kimsenin olmaması bunun nedeniydi elbette. Ayşegül hızla köşeye yığdıkları odunları taşırken onu izlemeye dayanamamış ve onu durdurup kendim taşımaya başlamıştım. Annesi ve babası o kadar yaşlı duruyordu ki iş yaptırasım yoktu.

"Aman hocam siz dokunmayın." dedi Ayşegül ürkek bir sesle. "Bir yerinize bi şey olmasın."

İhsan elimden aldı odunları. Ben de elimdeki kiri silkeleyip olduğum yerde dikleşirken ağır odunlarla evden içeri giren İhsan'ın sırtına bir bakış attım. "Ayşegül asıl sen taşımamalısın. Ağır bunlar. Geç içeri şimdi yakar İhsan sobayı." dedim topu İhsan'a atarak.

Soba yakmayı bilmezdim ben.

"Sizi de yoruyoruz." dedi üzgün bir sesle kız çocuğu. "Kusura bakmayın gerçekten."

Kaşlarım çatıldı. Korkmasın diye sahte bir kızgınlıkla, "Bir daha özür dileme yoksa sözlüne düşük girerim." dedim. Ayşegülün korkudan gözleri pörtledi. Ben gülerken o anında, "Aman hocam demedim bir şey. İhsan ağabeye yardım edeyim ben..." dediği gibi koştura koştura içeri girdi. Arkasından gülerek bakarken gözlerim çevreye kaydı. Bu ev hem fazla tepedeydi hem de diğerlerinden uzaktı.

Pek iyi değildi konumu.

İçeri girdim ev daha fazla soğumasın diye. İhsan eğilmiş sobayı yakmaya çalışıyordu. Ayşegül uslu uslu kenara çömmüş İhsan'ı izliyordu. Annesi ortalıkta yoktu. Mutfaktan sesle duyunca orada olduğunu düşündüm. Düşüncelerimin içine kaybolduğum sırada babası aksayan ayakla içeri girdi. Ben kenara oturmuştum ama onu görünce ayaklanmak için hareketlendim. Lakin o eliyle oturmamı işaret etti ve, "Sizi de yorduk İhsan efendi." diye mırıldandı.

Sobayı yakan İhsan gülümsedi. "Mustafa amca lafı bile olmaz. Siz yorgunsunuz zaten geçin dinlenin."

Yavaş hareketlerle karşımdaki mindere oturan adamı izlerken sakindim. Ayşegül de hemen babasının yanına çömmüştü. Arkasındaki yastığı düzeltti.

Gözlemlerime göre Ayşegül anne ve babasını çok seviyor  ve saygı duyuyordu. Az önceki pezevenge neden sesleri çıkmamıştı bilmiyorum ama eğer kötü davransalardı Ayşegül bir şekilde belli ederdi. Çocukların hareketleri yalan söylemezdi.

Ev yavaş yavaş ısınmaya başlarken İhsan yedek odunları köşeye koydu ve ayaklanarak yanıma geldi. Yayvanca yanıma çökerken boğazımı temizledim. Söze girme zamanım geliyordu.

"Mustafa bey. Sizinle telefonda bir iki kere konuşmuştuk, hatırlıyorsunuz değil mi?" diye sordum kibar bir sesle. Eline tesbihini almış adam başıyla onayladı beni. Gözüm beyazlamış saçlarına ve sakallarına ilişirken devam ettim.

"Asıl gelme nedenim Ayşegül'ün okulu aksatması." derken gülümseyen bir ifade ile ayşegül'e baktım. Kız yerinde rahatsızca kıpırdandı.

Annesi kapıdan elinde çay tepsisi ile girince sustum. Ayşegül hemen ayaklanıp, "Ben koyarım sen otur anne." diyerek elinden aldı büyük tepsiyi. Hafif titrer eliyle kızına devretti tepsiyi. Soğuktan titrediğini sandığım elleri ev sıcaklamasına rağmen iyileşmemişti.

Babası topaldı ve annesinin sinirsel bir sorunu vardı belli ki. Buna rağmen ağır işte çalışıyorlardı.

Çayları önümüze alınca gözlerimi kadının titreyen elinden çektim. Hatice hanım bana çevirdi bakışlarını kocasının yanına oturur oturmaz.

"Az önce dediğinizi duydum Nedim Hoca. Kızımız evet... özellik bu aralar okula gidemiyor ama elimizde olan bir şey değil."

Stresli ve utanç dolu sesle konuşan kadın başını eğince üzüldüğümü hissettim.

İhsan hiç konuşmadan bizi izliyordu.

"Anlamıyor değilim..." dedim ailenin durumunu bilirken. Müdürden aldığım belgeleri defalarca okumuştum. İkisi de okuma yazma bilmeyen ve adımlarını köyden dışarı atmamış bir çiftti. Ailedeki ilk okuyan kişi Ayşegüldü.

Devam edecektim ki gözlerim kıza kaydı. Stresli bir şekilde bizi dinliyordu.

"Ayşegül..." dedim konuya girmeden. "Sana verdiğim ödevleri yaptın mı?"

Neden bunu sorduğumu anlamamış gibi irkildi. Boşluğuna geldiği için, "Hayır." dedi hemen. Sonra bir eliyle ağzını örtüp iri gözlerle bana baktı.

"O zaman odana geçip ödevlerini yap. Sözlünün düşük olmasını istemezsin değil mi?" diyerek kızı bu ortamdan çıkarmayı amaçladım. Ailesiyle teke tek görüşmek daha iyi olurdu. Duymaması için daha sessiz konuşacaktık.

"İstemem..." dedi gözleri ailesine kayarken. Babası tesbih çekmeye devam ederken kısık gözlerle kızlarına baktı. "Git ödevini yap Ayşe." dedi sessizce.

Ayşegül durdu. Sonra yavaşça ayaklandı. Bir bana bir de ailesine baktı ayaktayken. Sonra, "Bir şeye ihtiyacınız olursa çağırın." diyerek odadan çıktı.

Şimdi daha rahattım.

"Ayşegül'ün okula devam etmesi gerek Mustafa bey." dedim ciddileşen sesimle. Beni sessizce dinlemeye başladılar. "Meb'in kurallarına göre özürsüz devamsızlıktan kalmış gibi görünüyor ancak ben onu değiştirteceğim. Rapor bulmanız zor. Normalde aileden biri de gerekiyor bunları sildirmek için ancak sizin gelemeyeceğinizi biliyorum."

Kadın örtüsünün dantelli kısmıyla oynarken sessiz kaldı.  Mustafa bey hasta bir sesle söze girdi. "Sağolun hocam... Biz de kızımızın kalmasını istemeyiz. Hele bizim yüzümüzden..."

"Rica ederim. Sadece sorularıma dürüstçe cevap vermenizi istiyorum." Derken cidden kızlarının okumasını isteyen ikiliye baktım. Kötü insanlar değillerdi. Sadece, ezilen taraftalardı.

"Veririz hocam." dedi Hatice teyze. "Yeter ki kızımız okumaya devam etsin. Kurtarsın kendisini bu bataklıktan. Tek isteğimiz bu."

"Yapacaktır." derken kafamı bir yukarı bir aşağıya sallamıştım. İhsan yanımda kıpırdandı ve bitirdiği çay bardağını masaya koydu yavaşça. Asla araya girmiyor, çoğunlukla beni izleyerek sessizce dinliyordu.

Onun yanımda duran sıcaklığı her şeye göğüs gerebilecekmişim gibi hissettiriyordu.

"Sadece, neden onun çalışmak zorunda olduğunu bilmek istiyorum. Hem de tarlada..." derken dudağım seğirmişti. O piç kurusu geldi yine aklıma. Sapık orospu evladı.

Annesi ve babası onun ne tür bir halt olduğunu biliyor olmalıydı.

"Biz..." dedi birbirlerine bakan ikili. Sözsüz bir şekilde iletişim kuran ikiliye baktıkça içimde huzursuz bir his peyda oldu. "...Aslında istemiyoruz. Ama patron..."

"Zorluyor mu?" dedim susmamaları için. "Kızınızı çalışmaya mı zorluyor?"

Mustafa bey titrek elleriyle tesbihi masaya bıraktı. Dolu dolu gözlerini görünce şaşkınlık bütün bedenimi ele geçirdi. Şuana kadar güzel bir konuşma aniden onlar için ağırlaşmış gibiydi.

"Elimizden gelen tek şey vücudumuzu kullandırtmak Nedim hoca. Hayatım boyunca... ta 10 yaşından beri ağır işlerde çalışıyorum. Yaşım 59 ama herkes 70 sanıyor beni. Neredeyse 50 yıldır bu sahalardayım. Keza hanım da öyle." Hatice kafasıyla onayladı kocasını.

"Ancak son yıllarda işimiz daha da zorlaştı. Ayşegülün... iki kardeşi daha vardı. Büyüğü daha Ayşemiz 9 yaşındayken vefat etti... iş kazasıydı."

"Kaç yaşındaydı ki?" diye sordum korkak bir sesle. Mustafa utanır gibi başını eğdi. "Daha 15 yaşındaydı Hocam. Çok gençti ama ne başımızı sokacak çatımız vardı ne de yemeğimiz. Hatice o zamanlar Ayşe ile küçüğümüz İbrahim'e bakıyordu. Büyük oğlum Turhan da bana yardımcı olmak için inşaatlarda çalışmaya başlamıştı. Sonra..." 

Ağlamaya başladı. 

Hatice hanım daha fazla dayanamadı. Yerinden kalktığı gibi odadan çıktı. "Çay getireceğim." demişti ama onun ağlamaya gittiğini biliyordum. Çıkan kadının arkasından bakarken boğazımın kuruduğunu hissettim. Burun çekme sesi gelince adama baktım. Beynim donmuştu.

Buz kesmiş bir halde sessizce önümde ağlayan adama bakmaya devam ettim.

İhsan cebinden bir peçete çıkardı ve adama uzattı. Adam sessizce aldı ve gözyaşlarını silmeye çalıştı.

Devam etmesi gerektiğini biliyordu.

"Turhanım ölünce... her şey daha da kötüleşti. İş kazasıydı ama aslında ihmalkarlıktan ölmüştü benim yavrum. Acımızı yaşarken onun adaleti için mahkemelere gittik. Süründük... gerçekten süründük. Sonunda haklıyken haksız duruma düşürdüler bizi. Çünkü para bizde değil onlardaydı. İftiradan 2 yıl hüküm yedim ben hoca."

Ağzımı açtım bir şey demek için ama bir kelime bile söyleyemedim. Buna ne denirdi?

"İki yıl hapiste yattım. Bizim yakınımız yoktu. Evlenmemiz istenmiyordu o yüzden ikimiz de herkese rest çekmiştik. Karım ve hayatta kalan iki çocuğum bensiz iki yıl kalakalmıştı ortada. Oğlumun katilleri de inşaatlarına devam ettiler, zenginliklerine zenginlik kattılar. Merkezdeki oteller onların... Riva otel benim oğlumun mezarıydı..." Elindeki peçeteyi sıktı.

"Ben iki yıl sonra hapisten çıkınca ne yapacağımı bilemedim. Çünkü o iki yılda hiç kimse ziyarete gelmemişti beni. Mektuplarım cevapsız kalmıştı. Telefonla kimseye ulaşamamıştım. Meğersem... onlar benden beter durumdalarmış. Küçüğümüz... ibrahim açlıktan ölmüş. Minik kızım Ayşe bir deri bir kemikti. Haticem... onu zar zor yaşatmış. Ben içeride onların hasretini çekerken onlar ölüm kalım savaşı veriyormuş. Ayşeyi yaşatmak için elinden gelen her şeyi yapmıştı Haticem. Asla yaptıkları için ona kızamam. Kızamıyorum..."

İri gözlerle eline bakan adam hızlı hızlı mırıldanmaya başladı. Aklıma gelen şeyler daha da çökmeme neden oldu. Kadın ne yapmıştı?

"O pis bir kadın dediler ama ben yine de bırakamadım. Yıllar geçti hala öyle diyorlar karıma. O sadece evladını yaşatmak istedi. Hala herkes diyor. Kızıma da diyorlar annesinin yaptıklarından dolayı. Ayşeme göz dikiyorlar karım zamanında vücudunu kullandı diye. Susturmaya çalışıyorum, gücüm yetmiyor. Öldürülecekler diye korkuyorum. Tüfek alacak kadar param bile yok. Çaresizce dışarıdan izliyorum. Onlara siper olsam bile her zaman en büyük darbeyi alıyorlar. Bazen diyorum... ölüm mü tek kurtuluş?"

Gözümden akan yaşları silemedim. Ellerim yumruk oldu. Karşımda dağ gibi adam titreye titreye ağlıyor, fısıltılarla yardım dileniyordu.

En sondaki o ev büyük acılara ev sahipliği yapıyordu.

"Siz pis değilsiniz." dedim titrek bir sesle. Elimin üstüne konan eli bile hissedemedim. "Siz emektarsınız Mustafa amca. Hem sen hem Hatice hanım. Ayşegül sizin emeklerinizle en iyi okullarda okuyup mezun olacak. Sizi gururlandıracak. Bundan emin olacağım." derken başımın döndüğünü hissettim. O kadar üzgün ve kötü hissediyordum ki kenara çömüp hıçkırıklarla ağlayabilirdim. Kimsesiz bu aile sesini bile duyuramamıştı. Ne büyük oğullarının adaletine ulaşabilmiş, ne de küçüklerini yaşatabilmişlerdi. Ayşe... Ayşe tek umutlarıydı.

"Hocam, gerçekten en iyi geleceği ona verebilecek miyiz ki?" diye sordu Mustafa burnunu çekerken. Yaşlı kahverengi gözleri yorgunca bana baktı. "Daha okula bile tam gidemiyor bizim yüzümüzden. Yapabileceğimiz tek işi kaybetmemek için her hafta okulundan alıkonuluyor benim kızım. Nasıl ona iyi bir gelecek vereceğim diyebilirim ki?"

Tek iş mi? "O patron denilen adam sizi tehdit falan mı ediyordu?" diye sordum kendimi toparlamaya çalışarak. "İhsan korucu biliyorsunuz ki. Eğer sizi tehdit ediyorsa lütfen söyleyin. Müdehale edilecektir."

Mustafa bey duraksadı önümde. İlk önce sessizce bizi izledi. İhsan yanımda kıpırdandı. Bakışlarımı ona çevirdim. Düz bir ifade ile adama bakıyordu. "Mustafa Bey. Bu bölgenin sahibi benim ailem. Eğer böyle bir durum varsa ve asıl buna sebep olanlar ailemdense söyleyebilirsiniz. Bende bir Karaul'um. Bana şikayet edebilirsiniz."

"Siz hain olarak adı çıkan Karaul'sunuz." dedi hafifçe gülümseyen adam. Elindeki peçeteyi yanına bıraktı ve yorgunca su bardağını önüne çekip bir yudum aldı. İhsan cevap vermedi. "Yardımcı olmak istediğinizi biliyorum. Evet, Karaul ailesinin çalışanlar için katı kuralları var. Ancak bizi bu sakat halimizle işe alan tek kişiler de onlar. Şikayet etmeye hakkımız yok."

İkisinin de sakatlıkları olduğu belliydi. O yüzden tek iş demişti...

Bir süre sessiz kaldık. Aklımda birçok cümle uçuşuyordu lakin şuana uygun bir cümle bulamadım. Karşımdaki adam kafasında zaten belli şeyleri oturtmuş, en iyi yolu seçmeye çalışan biriydi. Ona ölen oğlunun intikamını alacaksın, adaleti sağlamaya çalışacağım diyemezdim. Daha iyi iş bulacağım da diyemezdim. En gerçekçi şeyleri söylemeliydim.

"İhtiyaç maaşı alıyor musunuz devletten?" diye sordum boğazımı temizlerken. Anlamaz bir ifade ile bana baktı. Sırtımı dikleştirirken söze girdim. "Sakatlıklarınızı görebiliyorum efendim. Devlet çalışamayacak durumda olan insanlara maaş bağlıyor. Bu maaşı alırken işten çıkmak zorunda değilsiniz. Öyle bir kural yok. Başvurmayı denediniz mi?"

Mustafa bey bilmediğini söyleyerek başını iki yana salladı.

"E-devlette ona başvuralım bi. Çok para değil ama bir faturanızı ödemeye yeter. Onun dışında Ayşegül için burslara başvuracağız. Önü açık çok zeki bir kız. Kazanacağından eminim. Okul da yardımcı olacaktır. Sizden tek istediğim şey... kızınızı çalıştırmamanız. Patron denilen o eleman..." Dişlerimi sıktım. O heriften nefret ediyordum. Cidden, umarım ayı falan parçalardı onu. "Eğer bir daha onu çalıştırmak isterse hayır deyin. Israr edip tehdit ederse..."

"Adımı verin." dedi İhsan araya girerek duygusuz bir sesle. "İhsan Karaul'u arayacağım deyin ve beni arayın. Numaramı size vereceğim. Hallederim onu. Kanunlara göre çocuk işçi çalıştırmak büyük bir suç. İşin içine tehdit girince hapislerde yatması için yeterli şeye sahip olmuş oluruz."

Bakışlarımı ona çevirdim. Aslında şimdi de çalıştırıyordu. Şikayet edemez miydik?

"Gözümle gördüğüm için tanıklığım yetmeyebilir. Kızın kaydı yok, değil mi?" diye sordu İhsan iç sesimi duymuş gibi.

Mustafa bey başını iki yana salladı. "Yok. Sadece biz sigortalıyız."

Şerefsizler. Hem Karaul ailesi hem de yardakçıları. Yok olsalardı keşke.

İhsan hariç.

"Anladım. Gözüm buranın üstünde olacak bir süre. Korkmanıza gerek yok. Ben onlardan daha üstünüm. Biz daha üstteyiz." Biz kelimesinin üstüne uyguladığı baskı gözlerimi ona çevirmeme neden oldu. O... bana gülümsedi. Bana verdiği güven gibi bende ona güven veriyordum. Gözlerim farkındalıkla irileşti. Ben de ona güven veriyordum.

Yavaş yavaş içime dolan bu his de neydi? Kendimi hafiflemiş hissediyordum.

"Hocam... İhsan bey eğer yaparsanız..." dedi gözleri dolu dolu adam. "Çok müteşekkir oluruz."

"Yapacağız tabii." dedim hemen atılarak. Elimle telefonumu çıkardım. "Hatta şimdiden başvurarak başlasak iyi olur. E-devletiniz var değil mi?"

"Vardı... patron işler uzuyor diye almamı istemişti."

"Güzel, şifrenizi hatırlıyor musunuz?"

Böylece bir şeyleri düzeltmeye başladığımızı hissettim. Kapı yavaşça açıldı yaşlı adam istediklerimi söylerken. Kapı ağzında duran kadın nemli gözlerle bizi izledi. Yüzünde minik bir tebessüm vardı.

Gülümsedim.

***

"Hava kararmadan gitmeliyiz." dedi İhsan yemek için kalmamız için ısrar eden kadına doğru. Ayşegül büyük gözlerle beni izleyerek, "Hocam ödevi bitirdim. Bakmak ister misiniz?" diye sordu.

"Şimdi bakarsam kesin yanlışlarını söylerim. Sonra düzeltir harika bir ödevle gelirsin. Diğerlerine haksızlık olur." dedim kızı reddederek. Yüzü düştü ama uzun sürmedi.

Konuşmalardan sonra bir saat kadar oturmuştuk. Ayşegül de gelince burs olayını anlatmıştım ona. İşe gitmemesi için de tembih etmiştim. İlk başta karşı çıkacak gibi olan kız babası, "Gelmene gerek yok." deyince şaşkınca durmuş ve ona bakmıştı.

Ancak öyle ikna olmuştu. Mutluluğu o kadar belli oluyordu ki onun mutluluğuyla bende şenlendim.

Şimdi gitmemiz gerekiyordu tabi.

"Elinize sağlık kahve çok güzeldi." dedim montumu giyerken Hatice hanıma doğru. Elleri önünde duran kadın gülümseyerek, "Afiyet olsun Nedim hoca. Yine bekleriz." dedi. Çok çalışmaktan çökmüş bedeninin aksine güzel bir yüzü olan kadının yüzüne son birkaç saatte renk gelmişti. Kırmızı yanaklarıyla mutlu bir ifadeyle bizi izliyordu.

Kızı için çok mutluydu.

"Geliriz." dedi İhsan da montunu giymeyi bırakıp. "Numaramı Ayşegül de kaydetti ve kağıda da yazdım. Sakın kaybetmeyin tamam mı?" diye tembihlerken ikimiz de dış kapıya adımlamaya başlamıştık.

"Kaybetmeyiz İhsan bey." dedi ayaklanan Mustafa. Panikle, "Oturun." desem de dinlemedi bizi. Geçirmek için kapıya kadar geldi.

"İyi geldiniz evimize." diye mırıldandı Hatice hanım kararmaya başlamış hava bizi karşılarken. "Çok büyük umutlar ektiniz kalbimize. Teşekkür ederiz."

"Ne demek. İşimi yapıyorum sadece." dedim yüzüme bakan kadına doğru. "Öğretmenim ben. İşimi layıkıyla yapmalıyım."

"Sizden 100 tane olsa ülke çok farklı olurdu hocam." dedi sessizce. "Teşekkürler."

Sadece gülümsedim.

Uzun bir vedalaşmayla evden aşağıya, araca doğru yürümeye başladık. Onlar biz gözden kaybolana kadar izledi bedenlerimizi.

Uzaklaşınca İhsanın eli elimi buldu ve sıkıca tuttu. El ele tutuşarak boş yolda ilerlerken kafamı montuma gömdüm.

"Bugün harikaydın." dedi İhsan sessizce. Baş parmağıyla elimi okşamaya başlamıştı. Bedenimi ona yaklaştırdım. Sığınasım gelmişti. "Harika konuştun gerçekten."

"Olabilecek en iyi konuşmam buydu. Elimden pek bir şey gelmiyor."

"Ayşegül okula devam edecek. Bu yeterli." dedi İhsan sessizce. "Sayende oldu bunlar."

"Ve senin de sayende." diyerek omzumla ittirdim onu. Üstten bana kısık bir bakış attı. Kocaman gülümseyerek devam etti. "Kaç kişi dövdün bugün? Aşırı güçlüsün. İyi ki benimleydin..."

"Yavrum sen iste şehri yakarım demedim mi ben?" derken ilk önce etrafı kolaçan etmiş, sonra kolunu omzuma atarak bedenimi bedenine yapıştırmıştı. Erir gibi kolları arasına girdim ve vücudumu vücuduna yasladım.

İhsan iyi ki benimdi.

"Yakarım dedin." diye mırıldandım sırnaşarak. "Ve cidden yakabileceğini bugün anladım. İyi ki benimsin."

"Seninim tabi." derken burnunu saçlarıma sürttü ve sonra sert bi öpücük kondurdu. "Sen de benimsin. İstediğin gibi kullan beni."

Soyadını o kadar çok kullanmıştı ki bugün... hem de hiç sevmemesine rağmen. İster istemez onu ailesiyle daha da bağladığımı düşünüyordum. O aileye çok yakın olmasını istemiyordum.

Benim de soyadım güçlüydü zamanında. Hatta sözde elimden alınınca bile üzülmemiştim çünkü hala resmi olarak bende olduğunu düşünmüştüm.

Ancak öyle değildi. 

Soyadın gücü orada olmasından dolayı gelmiyordu.

Soyadın gücü o soyada sahip insanların varlığından geliyordu.

Benim kimsem yoktu.

Aklıma bir kişi bile gelmemişti yardım edecek.

Erkan diye düşünmüştüm bir an...

Sonra o mesaj haricinde uzun zamandır konuşmadığımız aklıma geldi. Annem ve babamdan haber bile alamıyordum.

Arabaya yürürken gözlerim daldı.

Dedem gerçekten soyadımı benden almıştı.

***

Ulan dede

Continue Reading

You'll Also Like

402K 24.2K 44
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
925K 64.6K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
2M 72.1K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
6.1M 197K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...