Amor Fati | +18

By aysluna

952K 30.7K 15.8K

Alya Arıkan, renklere aşık ancak hayata karşı bütün beklentisini kaybetmiş bir kadındır. Giydiği çiçekli elbi... More

0.1. Kasketli Adam
0.2. Raxeria
0.3. Paranoya
0.5. Vēnor
0.6. ... . -..- (+18)
0.7. Bilinmezlik
0.8. Garam (+18)
0.9. Mokita
1.0. Safderun (+18)
1.1. Frisson (+18)
1.2. Şüphe
1.3. Ambivalans
0.0. I
2.0. Hiraeth (+18)
2.1. Paijorah
2.2. Oneirataxia
2.3. Lust (+18)
2.4. Eccedentesiast
2.5. Alexithymia
2.6. Redamancy (+18)
2.7. Abscond
2.8. Kalopsia (+18)
3.0. İnkisar
3.1. Alamort
0.0. II
3.2. Subtrist (+18)
3.3. Evara (+18)
3.4. Dern
4.0. Larva
0.0. III
4.1. Mágoa
4.2. Wallflower (+18)
4.3. Cicatrize
4.4. Verklempt (+18)
4.5. Gumusservi
0.0. IV
4.6. Fika
4.7. Sisu (+18)
0.0. V
4.8. Fernweh
4.9. In lak'ech (+18)
5.0. Opia (+18)
5.1. Hygge
0.0. VI (+18)
6.0. Mors
6.1. Virago
6.2. Tacenda
6.3. Nâle
6.4. Vernem Nidahen
6.5. Sâhir
0.0. VII

0.4. Apodyopsis (+18)

68.9K 770 441
By aysluna

Dead Man's Bones - Lose Your Soul

Oh, you're gonna lose your soul, tonight.
You're gonna lose your soul.
You're gonna lose your soul.
Tonight, tonight.

◾️(+18)

▪︎▪︎▪︎

Arabanın içindeki sessiz yolculuğumuz devam ediyordu. Sigara içen biri için arabanın içi fazlasıyla temiz kokuyordu. Yol kenarındaki sokak lambalarının yanından geçtikçe Barbaros'un yüzünü inceleme fırsatı buluyordum. Sürekli yorgun gözüktüğünü şu ana kadar fark etmemiştim, aslında gözlerinin altında hep bir bıkkınlık ifadesi kendine yuva buluyordu.

Gerçi... onu tanıdığım yoktu ya... Nasıl biri olduğunu, ne iş yaptığını, hangi rengi sevdiğini bile bilmiyordum. Yaka kartından ismini okuduğum herhangi birini ne kadar tanıyorsam, onu da o kadar tanıyordum.

Arabasına binmemeliydim. Yine de... Gerçekten bir önemi yoktu. Ağlamak beni öyle yorgun düşürmüştü ki, gözlerim kapanmak üzereydi.

Sıradan bir mahallenin içine girdiğimizde dikkatimi evlere verdim. Sokaklar temiz ve sessizdi, evlerin birçoğunun ışıkları yanmıyordu. En fazla dört, belki de beş katlı apartmanlar sırasıyla dizilmişti.

Nedense bir an, Barbaros'un da tıpkı diğer insanlar gibi sade bir mahallede oturuyor olmasını garipsedim. Ona dair her şeyin gizemli olması gerektiğine yönelik saçma bir inanç geliştirmiş olmalıydım. Elbette o da rutin bir hayatı olan, normal bir adamdı.

Apartmanlardan birinin önüne arabayı park ettiğinde, burada ne işim olduğumu sorguladım. Kafasını yasladığı koltuğun başlığından ayırmadan bana doğru çevirdi.

"Eğer ağlamak istiyorsan buna evimde devam edeceksin." Dedi düz bir sesle.

Parmaklarımı kaldırıp ıslak olduğunu fark etmediğim yanaklarımı sildim. Hala ağlıyor olmamın hiçbir sebebi yoktu. Burnumu çekip, akmış olmasına utanacak enerjiyi içimde arasam da bulamadım. Birinin benimle ilgileniyor olması içimi burkmuştu, kendimi bir fazlalık gibi hissediyordum. Belki de sebebi buydu.

Ağladığım için özür dilemek istesem de dilimi dişlerimin arasına geçirip sıkıştırdım, bunun için özür dilememeliydim. Her insan böyle çöküşler yaşardı; suçlu hissetmemeliydim. Tabii, bunu biliyor olmak hislerimi değiştirmiyordu.

Yavaşça parmaklarını çeneme yerleştirdi, baş parmağını üst dudağımda gezdirerek akan burnumun ıslaklığı aldı. Bu yaptığı tiksindirici olmalıydı ya da en azından beni utandırmalıydı. Ben sadece daha çok ağlamak istedim.

Kapısının açılma sesini duyunca yavaşça kapanmış olan gözlerimi araladım. Arabanın önünden yürüyüp benim kapımı araladı. Bunu bilerek mi yapıyordu emin değildim, her hareketi kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu.

Yavaşça arabadan inip, apartman girişine kadar onu takip ettim. Merdivenleri tek tek tırmanırken hala sessizdik. Bu kadar az konuşuyor olması genel bir olay mıydı diye merak ediyordum.

En üst kata geldiğimizde Barbaros evin kilidini açarken ben botlarımın içinde ayak parmaklarımı kendime çekmiş bir şekilde sıkıyordum. Dinazor desenli çoraplarımı değil de, düz bir çorap giymiş olmayı dilerdim. En azından dışarı çıktığım için üzerime düzgün bir tayt giymeyi akıl etmiştim. Her ne kadar sırılsıklam olmuş bir şekilde bacaklarıma bir buz tabakası gibi yapışmış olsa da, eski bir pijamadan iyiydi.

İçeri girmeden önce benim girmemi bekledi. Kapı koridora değil, direkt yaşam alanına açılıyordu. Bir adım attıktan sonra içeriye kısa bir bakış attım. Beklediğim gibi değildi. Evi çok... Geniş, özenle dizilmiş, temiz ve oldukça sıcaktı. Kış ayında olduğumuzu bile unutabilirdim.

Barbaros önümde eğilince kendime geldim. Elleri botlarımın bağcıklarına gitmiş, sakince açmaya başlamıştı.

"Ben... Ben yaparım... Barbaros, kendi ayakkabılarımı çıkarabilirim."

"Biliyorum, Alya." Dedi sadece. Ancak durmadı. Ayağımı çekmeye çalışınca bir eliyle bacağımı tutup kaldığı yerden bağcıkları açmaya devam etti.

Neden böyle yapıyorsun diye bağırmak istedim. Boğazıma takılan ağlama isteğini yutmak için çaba harcamak zorunda kalmıştım. Hem içimdeki küçük kız çocuğunun keyifle gülümsediğini hissediyordum hem de o kız çocuğunu tokatlayıp susturma derdindeydim.

İşi bitince yavaşça ayağa kalkıp oturma alanının hemen yanındaki mutfağa doğru ilerledi. Sessiz ve titrek bir nefes çekip evin ortasına doğru, onun peşinden yürüdüm.

"Sana sıcak bir kahve yapacağım. Karamel şurubu da var." Diye seslendi. Evin tam ortasında dikilmiş, öylece etrafı incelemeye devam ediyordum.

"Karamel şurubunu çok severim. Sen de mi seversin?" Garip bir şekilde diyalog kurma çabam kulağıma acınası gelmişti. Niye böyle bir çabanın içine girdiğimi dahi bilmiyordum.

Gri duvarları bomboştu. Ne bir tablo vardı ne de başka herhangi bir süs. Bu haliyle ev biraz eksik kalmış gibi hissettiriyordu.

"Sevmem. Çok şekerli." Dediğini duyunca burnumdan hızlı bir nefes vermeme sebep olacak şekilde güldüm. Sevmiyorsan niçin alıyorsun ki?

Koltukları çok rahat gözüküyordu. Koyu kahve, geniş iki büyük koltuk karşı karşıya koyulmuştu. İki koltuğun ortasına eski bir halı sermişti. Şimdi şu vintage adıyla normalin iki katı fiyatına sattıkları halılardan... Her yerim ıslak olduğu için bir yere oturmak istemedim. Aramızdaki kısa muhabbetin bitmesine hazır olmadığımı hissedince bakışlarımı açık mutfağın tezgahında uğraşan adama çevirdim.

"Tatlı şeyleri sevmez misin?" Aslında bunu sormama gerek yoktu, Barbaros'un suratı ben kahvemi sigaramla birlikte zehir gibi acı içiyorum diye haykırıyordu.

"Sevdiğim bir tatlı var. Henüz yemedim, yine de bağımlısı olacağımı biliyorum."

Şaka yapıp yapmadığını anlamamın tek yolu öyle olduğunu ummaktı. Sesi o kadar aynı kalıyordu ki, belki de bunun daha komik olduğunu düşünüyor olmalıydı.

Mutfak tezgahının arkasından çıkıp bana doğru yürümeye başladı. Vücudu uzun, ince ancak güçlü gözüküyordu.

"Kahve hazır olana kadar üzerindeki ıslak kıyafetlerden kurtulup duş almanı istiyorum." Yanımdan geçip duvara bitişik olan merdivenlere doğru ilerledi. "Gel."

Üzerimde neden böyle bir etkisi olduğunu bilmiyordum. Hiçbir şey demeden arkasından onu takip etmeye başladım. Sanırım en kısa sürede geçmiş travmalarımın üzerimdeki etkilerini sorgulamalıydım.

Üst kat, tıpkı alt kat gibi tek bir büyük alandan oluşuyordu. Evin tamamı açık plana sahipti, ki bu çok ilginçti. Sanırım ben böyle bir evde kendimi çok güvensiz hissederdim.

Yerle arasında çok az bir mesafe olan kocaman bir yatak, tam ortaya yerleştirilmişti. Bir köşede büyük bir çalışma masası, arkasında neredeyse bütün duvarı kaplayan bir kitaplık, hemen yanında da siyah bir lambader vardı. Yatağın tam karşısında yatağı görecek şekilde yerleştirilmiş koltuk, tıpkı aşağıdakiler gibi çok yumuşak ve rahat gözüküyordu.

Görebildiğim dört kapı vardı. Birinin giysi odası, diğerinin banyo olduğunu tahmin etmiştim. Üçüncü kapıya dair bir fikrim yoktu. Dördüncünün küçük bir balkon ya da teras gibi bir yere açıldığını tahmin ediyordum.

Tahminlerimde haksız çıkmamıştım. Kapılardan birini açıp içinden birkaç parça kıyafet ve bir havlu çıkarıp yatağın üzerine koyduktan sonra banyo kapısını açıp eliyle içeriyi işaret etti.

"Seni aşağıda bekleyeceğim." İki büyük adımla tam karşıma geçti. Parfümünün kokusu o yürüdükçe burnuma çarpıyordu. Eğilip, burnumun ucunu öptüğünde şaşkınlıkla olduğum yerde kalmıştım.

Benden ayrılıp aynı sakin adımlarla aşağı inince, yatağın üzerindeki havluyu alıp kendimi resmen banyonun içine attım.

▪︎▪︎▪︎

Koltuğa oturmuş, dirseklerini dizlerine yerleştirmiş halde bekliyordu. Ben banyodayken üzerini değiştirmiş olmalıydı; siyah bir tişört ve eşofman giymişti. Onu kasketsiz, yeni ütülenmiş gibi duran özenli kıyafetlerinin dışında görmeyi garipsemiştim.

Saçlarımı havluyla mümkün olduğu kadar kurutmuştum. Üzerimde sadece neredeyse dizlerime kadar gelen bir tişört vardı. Bana verdiği eşofmanın belini ne kadar sıkarsam sıkayım üzerimde durmamış, sürekli belimden düşmüştü. En sonunda onu giymekten vazgeçmiş, tişörtün bir elbiseden farksız olan haline güvenerek böyle inmiştim. Tek sıkıntı... Bir iç çamaşırım yoktu.

Barbaros'un gözleri çıplak ayaklarımdan bacaklarıma tırmandı. Ardından gözlerimle buluştu. Hiçbir şey demedi.

Aramıza bir kişinin daha oturabileceği kadar mesafe bırakıp koltuğa yerleştim. Sehpanın üzerine koyduğu bardaklardan birini alıp dudaklarıma götürdüm. Karamel şurubunu o kadar kararında koymuştu ki, içtiğim en güzel kahve olabilirdi.

Kafamı çevirdiğimde açıkta kalan kollarımı incelediğini fark edip rahatsız bir şekilde yerimde kıpırdadım. Bazı yerlerimde... Çizikler ve morarmalar vardı. Onları fark etmesini asla istememiştim. Benim çıldırmış biri olduğumu düşünecekti, artık bundan kaçış yoktu.

"Ne zamandır?" Diye sordu. Neyden bahsettiğini anlamadığım için hafif çattığım kaşlarımı Barbaros'a doğru çevirdim.

"Ne zamandır depresyondasın?" Diye sorusunu tekrar edince dudaklarıma götürdüğüm bardak öylece havada kaldı.

"Uzun süredir." Cevap verirken sesim titremişti. Bana kimse bunu sormamıştı. Bunu kimse fark etmemişti bile. Sadece Göksel bazen bunaldığımı biliyordu ve ilginç bir şekilde bunu tanımlamak için depresyon kelimesini kullanıyordu; esasında ne olduğuna dair bir fikri yoktu.

Yavaşça başını sallayıp koltukta geriye yaslandı. Bir kolunu koltuğun sırtına dayamış, elini çenesinin altına koymuş bir şekilde dikkatle beni izliyordu.

"Bunu... Kimse bilmiyordu." Diye geveledim bardağı geri koyarken. Yıllarca bununla boğuşmuştum. Geçen yıl bir psikolog bana depresyon teşhisi koyduktan sonra bunu kimseyle paylaşmamış, bir daha psikoloğa da gitmemiştim. Yaşadığım travmadan sonra bunun normal olduğunu söylemişti. Bu... Beni sadece öfkelendirmişti.

"Depresyon sessiz bir çığlıktır, Alya. Eğer seni can kulağıyla dinleyen biri yoksa, kimse bu çığlığı duyamaz."

"Belki de daha yüksek sesle çığlık atmalıydım."

"Bunu yapacak sesin var mıydı?"

"Yoktu."

"Sorun değil."

"Neden?" Diye sordum. Gittikçe aklımı karıştırıyordu. Boğazıma oturan yumruyu yok etmek için güçlükle yutkundum. Bu muhabbet beni fazlasıyla rahatsız hissettirmişti.

"Artık attığın her sessiz çığlığı, sen ağzını açmadan önce duyacağım."

Bir an alayla gülecek gibi oldum. Ancak Barbaros'un suratı o kadar ciddiydi ki, ürpermeden edemedim.

"Beni tanımıyorsun." Diye fısıldadım. Gerçi ilginçtir ki, beni tanıması konusunda çılgınca bir korku duyuyor olsam da, bir yandan da bunu delice arzuluyordum.

"O zaman tanıt bana kendini. Kimse seni izlemediğinde, kimsin sen? Geceleri seni uyutmayan tilkiler neler?" Oturduğu yerden yanıma doğru kaydı. Dizi dizime değiyordu. Teninin sıcaklığını hissediyordum. "Neyden korkarsın? Neyi arzularsın?"

Verecek cevap bulamamıştım. Titreyen dudaklarımı aralasam da bir ses çıkmamıştı. Elini kaldırıp, baş parmağını titreyen alt dudağımın üzerinde gezdirirken bir yandan da dikkatle parmağının çizdiği hayali izi gözleriyle takip etti.

"Seni ürkütüyor muyum?" Diye fısıldadı.

Kalbim göğüs kafesime o kadar şiddetli vuruyordu ki, bir yabancıya hissetmemem gereken güven beni sarmalamıştı. Diz kapaklarım beklentiyle titriyordu. Gözlerim, tıpkı onun gözleri gibi dudaklarına kilitlenmişti.

Güçlükle kafamı sağa sola salladım. Kafamı sallarken parmağı dudağımdan inecek diye ödüm kopmuştu. Komik...

Alması gereken cevabı almış gibi gözleri ışıldasa da bakışları resmen karardı. Bunun mümkün olabileceğini dahi bilmiyordum. Yüzünü yavaşça eğip dudaklarıma yaklaştı, nefes almayı bile bırakmıştım.

Dudakları dudaklarımı kapattığında parmakları yavaşça yüzümü kavradı. O kadar yavaş, ıslak ve arzulu öpüyordu ki, ağlamak istemiştim. Dudaklarından aldığım tat bu sefer viski ve sigara değil, acı kahveydi.

Yavaşça öpüşünü derinleştirdi. Ellerim ensesine gitmiş, kısa saçlarına parmaklarımı geçirmiştim. Buz gibi parmaklarımın altında teni o kadar sıcaktı ki, ev gibi hissettiriyordu. Bu bile içimi parçalamak için yeterli bir hüzündü.

Yüzümden ellerini çekip belime yerleştirdi. Bedenimi kaldırıp beni kendine doğru götürdüğünde bacaklarımı aralayıp kucağına iyice yerleştim. Dudaklarımızın bir an bile ayrılmasına izin vermemişti.

Şimdiden bacaklarımın arasındaki sertleşmiş erkekliğini hissediyordum. Parmaklarımı saçlarına iyice geçirip, mümkünmüş gibi dudaklarını dudaklarıma daha sert bastırdım. Bir avucunu yanağıma yerleştirmiş, parmaklarını saçlarıma kilitlemişti, diğer eli tişörtün üzerinden belimi sıkıca tutuyordu.

Kendimden geçmiştim. Hayatımda hiç kimseyi böyle yoğun bir şehvetle arzuladığımı hatırlamıyordum. Bilinçaltımın derinliklerine gömdüğüm bütün hastalıklı isteklerime farkında bile olmadan fısıldıyordu.

Eşofmanının üzerinden erkekliğine sürtündüğümde dudaklarından duyduğum en erkeksi hırıltı döküldü. Sıvılarımın kumaşını ıslattığını hissediyordum.

Tekrar iki eliyle belimi kavrayıp bedenimi kendisine bastırdıktan sonra ayağa kalktı. Bacaklarımı bedenine dolayıp onu aynı arzuyla öpmeye devam ettim. Adımları öpüşümüz her derinleştiğinde aksasa da, merdivenlerden yukarı çıkarken beni öpmeyi bir an bile kesmedi.

Üst katta yanan tek ışık, masasının yanındaki lambaderdi. Loş, sarı ışığın altında yatağına doğru eğildiğinde sırtım soğuk çarşafla buluştu.

"Bu gece seni bebek gibi uyutacağım." Dedi aldığı hızlı ve kesik nefeslerin arasında. Ağzından çıkan kelimelerin ne olduğu önemini yitirmişti, sadece sesinin o derin tınısına takılı kalıyordum.

Elleri tişörtün altını kavrayıp üzerimden çıkarmak için hamle yaptığında sırtımı kaldırıp ona izin verdim.

Bir anda karşısında tamamen çıplak kalmıştım. Yatakta dizlerinin üzerine çökmüş halde sırtını dikleştirip, vücudumu izledi. Bacaklarım onun iki yanına doğru aralıydı, bedenimin her detayı yabancı bir adamın gözlerinin önündeydi.

Ellerini dizlerime yerleştirip tenimi okşayarak bütün üst bacağımı gezdi. Kısılmış gözlerini vücudumdan alıp yüzüme çevirdi. "Alya... Öyle güzelsin ki..." Diye kesik bir sesle fısıldadı. Ruhumu zedeliyordu.

Üzerime eğilip dudaklarını dudaklarıma tekrar kapattığında o sert hareketlerinden eser yoktu. Yine en baştaki gibi, doya doya, sakince öpüyordu. Bir eliyle yataktan destek alıyorken diğer elini belime yerleştirip, tenimi okşayarak yukarı doğru çıktı.

Sıcak avucu mememi kapladığında ağzının içine doğru kısık bir sesle inledim. Eli o kadar büyüktü ki, memem avucunun içini tam kaplamamıştı. İki parmağının arasına dikleşmiş meme ucumu sıkıştırmış halde yavaşça okşuyordu.

Dudaklarını dudaklarımdan ayırdığında zevkten kapanmış gözlerimi araladım ancak bu çok uzun sürmedi. Dilinin ve dudaklarının ıslaklığını diğer meme ucumda hissedince ağzımdan dökülen bir diğer inlemenin eşliğinde gözlerimi yine kapadım.

Kendimden geçmiş haldeydim. Bütün bedenim uyarılmıştı, sırtım bir yay gibi geriliyor, belim sürekli havalanıyordu.

Barbaros üzerimden tamamen çekildiğinde yatağın kumaşından başımı kaldırıp ona baktım. Yatağın hemen altında ayağa kalkmış, hayranlıkla beni izliyordu. Hala aralı duran bacaklarımı kapatmak için hareketlendim, o tamamen giyinik haldeyken böyle olmak bir an garip hissettirmişti.

"Kapatma." Dedi. Neden bilmiyorum, onu dinledim. Dirseklerimden destek alarak sırtımı yataktan kaldırmış bir şekilde, ıslak yuvamı izleyen gözlerine baktım.

Siyah eşofmanının altında kumaşını zorlayan erkekliğini görebiliyordum. Gerçekten benim ıslaklığım kumaşa geçmişti. Gözlerini kapatıp çenesini hafifçe yukarı kaldırarak içine derin bir nefes çekti, sanki... şükrediyor gibi gözüküyordu.

Gözlerini tekrar açtığında o kısık bakışları iyice kararmıştı. Yavaşça bana doğru eğilip, baldırlarımdan tutarak beni yatağın en ucuna getirene kadar aşağı çekti. Sırtım yine kumaşla buluşmuştu.

"Bu gece sana tapacağım." Diye mırıldayarak yere diz çöktüğünde, gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Ellerini bacaklarıma geçirmiş, iyice aralamıştı.

"Sen... Ne yapıyorsun?"

Yavaşça kadınlığıma doğru eğilip burnunun ucunu ıslaklığıma değdirerek içine derin bir nefes çekip beni kokladığında çığlık atmak üzereydim.

Hiçbir şey yapmamış olmasına rağmen zirveye ulaşmak için sınırda gezmeye başlamıştım. Hareketleri o kadar kendinden emindi ki, oynadığı aşık rolünün gerçek olmadığını bir an ben bile unutmuştum.

Kadınlığımı baştan sona yalayan dil darbesiyle beraber ağzımda tutmaya çalıştığım çığlık dışarı çıktı. "Ah, Barbaros... Sen..." Ancak cümleme devam edemedim.

"Bağımlısı olacağımı biliyordum." Diye fısıldadığında dizlerim çoktan titremeye başlamıştı.

Dilini ve dudaklarını o kadar ustaca hareket ettiriyordu ki, sanki neyden nasıl zevk aldığımı zaten biliyormuş gibi her şeyi kusursuz yapıyordu. İnlemelerimi susturacak halim yoktu, parmaklarımı altımdaki çarşafa sertçe geçirmiş, sürekli bacaklarımı kapatma arzuma engel olan ellerine karşı koyamaz hale gelmiştim.

"Kıpırdama, Alya."

Ben... Zirveye ulaşmak üzereydim. Bedenim ritmik bir şekilde kasılmaya başlamıştı. Girişimde hissettiğim parmağını yavaşça derinliklerime yerleştirdiğinde ağzımdan kaçıncı olduğunu bilmediğim gürültülü bir inleme döküldü. Bir yandan diliyle beni uyarmaya devam ediyor, diğer yandan içimdeki parmağını yavaşça hareket ettiriyordu.

İkinci bir parmağı diğerine eşlik ettiğinde kendimi tamamen dolu hissetmiştim. Parmaklarının yavaş temposu gittikçe hızlanmaya başladığında artık inlemelerimi komşularının duyduğuna emindim.

Dudaklarını bacaklarımın arasından çekip, yavaşça dizlerinin üzerinden kalkıp yatağa, üzerime doğru eğildi. Boştaki elini kafamın hemen yanına koyup yüzümü net bir şekilde görecek kadar yaklaştı.

Zevkten baygınlaşmış bakışlarım yüzünde geziyordu, hala içimde hareket ettirdiği parmakları düzenli inlemelerimin sebebiydi. İzledi... Kısık gözlerimi izledi, aralanmış dudaklarımı izledi, kızarmış yanaklarımı izledi.

Birden, içimdeki iki parmağını eklemlerinden hafifçe büküp, iç duvarımda bir noktaya bastırdığında ağzımdan gürültülü bir çığlık koptu. Parmakları artık her giriş çıkışında aynı noktaya vuruyor, neredeyse çığlık çığlığa kalmama sebep oluyordu.

Çarşafı tutan ellerimi ağzıma götürüp çığlıklarıma engel olmak istedim. Bu kadarı fazlaydı, hissettiğim hiçbir şeye benzemiyordu... Sadece parmaklarıyla cenneti ayaklarımın altına sermişti.

"Hayır... Alya. Bağır." Kafamın yanında duran eliyle iki elimin de bileğini tuttu ve başımın üzerine yerleştirip sabitledi. "Benim için gel, güzelim."

Sanki söyledikleriyle bir düğmeme basmış gibi çığlık atarken bedenim bulutların üzerine tırmandı. O kadar şiddetli boşaldım ki, bedenimin bunu yapabileceğinden haberim dahi yoktu.

Barbaros parmaklarını içimden çıkardığında, attığım çığlıklar yavaşça hıçkırıklara dönüyordu. İnlemelerim derin nefes çekişlerle değişmişti. Gözlerim dolmaya başlamıştı.

Ben... O kadar rahatlamıştım ki, aslında neden ağladığımı bile bilmiyorum. Omuzlarım bile şiddetle sarsılıyor, bedenimden hala çıkıp gitmemiş olan zevk dalgasına rağmen gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı boşalıyordu.

Barbaros, hala kafamın üzerinde tuttuğu ellerimi bırakıp bedenimi sarmaladı. Beni kucaklayınca bir maymun gibi bütün uzuvlarımla ona sarıldım. Yatağın başına yürüyüp örtüyü açtığında ben hala kucağında hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.

Beni, kendisiyle birlikte örtünün içine yerleştirip, kollarını benden hiç ayırmadan üzerimizi kapattı. Yüzümü boynuna gömmüş, yaptığım hiçbir şeye anlam veremeyerek ağlamaya devam ediyordum. Oysa bacaklarımın arası hala sırılsıklamdı.

Sırtımı okşayarak saçlarıma bir öpücük bıraktı. "Uyu, Alya... Bebek gibi uyu." Diye fısıldadı.

Gerçekten, göz kapaklarım hiç bu kadar hızlı kapanmamıştı. En son ne zaman bu kadar hızlı uykuya daldığımı hatırlamıyordum. Barbaros saçlarımı okşamaya devam ederken kendimi uykunun huzurlu kollarına çoktan bırakmıştım.

▪︎▪︎▪︎

Continue Reading

You'll Also Like

379K 18.3K 63
Bu platformda Kalbim Kadavra adında ilk kitaptır. Hikayede +18 ve küfür içerikleri var. Okumadan evvel lütfen bunları göz önünde bulunduralım. 🏹 🏹...
1.6K 146 33
TÜM SÖZLER BANA AİT. İZİNSİZ KULLANILAMAZLAR.
SEKRETER By Beyza Alkon

General Fiction

1M 12.7K 19
Bacaklarımı araladı. "Ne yapıyorsun?" "Seni içiyorum."
1.5M 47K 34
Mahallenin yaptığı yardımları ile dilinden düşmeyen, bütün kızların deli divane olup peşinden koştuğu, ağırbaşlı, yardımsever ve bir o kadar da sert...