Love Me Harder | Taekook

By dameadrasteia

28.6K 2.7K 2.2K

Taehyung, her şeye rağmen aşkının, Jungkook'un peşinden gidecekti; Jungkook ise, Taehyung'un aşkını kabul etm... More

1| ''You will pay the price of playing with me.''
2| ''I'm insatiable to you.''
3| ''I'm jealous of you.''
4| ''But you're lucky, I'm more insatiable than you.''
5| ''After what you told me, I will never tell you come back.''
6| ''There is only one thing I know. I don't want to lose you.''
7| ''I feel uneasy when you're not with me.''
8| ''I'm trying to open myself up to you, to overcome things.''
9| ''I'm crazier than that girl and anyone else.''
10| ''It's too late for us now, Jungkook.''
11| ''I will do anything to win you back.''
12| The resulting secrets.
13| ''The most special and beautiful thing this world has to offer.''
14| The end of everything.
15| ''If you don't want my dad to hear us, you have to make me quiet.''
16| ''I want you to have me until it consumes me.''
17| ''I want you to love me harder every time than before.''

Final| ''I love you more than yesterday but less than tomorrow.''

1K 96 48
By dameadrasteia


Final| "I love you more than yesterday but less than tomorrow."

-

Zaman: 12 Ocak 2021

Günün ilk saatlerinde, Taehyung ve Jungkook birlikte stüdyo odasındaydı. Şarkılarının ilk kısmını kaydetmişlerdi. Yalnızca ikisi vardı. Taehyung, şarkının tüm her şeyiyle ilgileneceğini, hiç kimseye ihtiyaçları olmadığını söylediğinde, Song Yunah onaylamış ve iki sevgilinin baş başa, ilk şarkılarını kaydetmesine izin vermişti. Çünkü biliyordu ki, bu yalnızca ilk şarkıları olmaktan öte onların beraber, uzun soluklu yapacağı ilk işti. Yatak dışında pek ortak noktaları yoktu ve olsa bile, vakit bulamıyorlardı. Şimdi ise hem çıkaracakları şarkı hem de oynayacakları dizi, iki sevgiliye iyi gelecek, Jungkook'un da söylediği gibi birlikte aktivite yapabileceklerdi.

Jungkook stüdyoda son kısmı söylediğinde, kulağındaki kulaklığı çıkardı ve camın arkasını göremediği halde Taehyung'un orada olduğunu bildiği için, dikkatle baktı: "Oldu mu?" diye sordu.

Taehyung, stüdyo odasına sesini verdi ve "Çok güzel oldu aşkım!" diye çığırmaktan geri kalmadı. Dört duvar arasında yankılanan ses Jungkook'un kulağını çınlatsa da gülüyordu. Taehyung'un çocuksu heyecanı, anlatamayacağı kadar özeldi.

Taehyung'u çok kez cıvıltılı bir neşeyle görmüştü fakat bu defa, tüm hepsinden daha farklı olacak şekilde Taehyung'un huzurlu olduğunu hissediyordu. Bu safi mutluluğu sevgili oldukları andan itibaren gören Jungkook, bazen üzülüyordu. Keşke Taehyung'u en başından beri mutlu edebilseydi. Onun, can yakıcı güzel gülümsemesini her an görmek için, ömrünün tamamını feda edebilirdi.

Jungkook stüdyonun cam bölmeyle kaplı kısmından çıktı ve bilgisayarın önünde, hararetli bir şekilde uğraş veren sevgilisine baktı: "Bugünlük bu kadar yeter mi?"

"Sanırım yeter, ikinci kısmını da kaydettik. Geriye son kısım kalacak ki onu da yarın sabah gelip kaydedebiliriz diye düşünüyorum."

"Sandığımdan çok daha kısa sürdü."

Taehyung keyifle güldü, "Çünkü seslerimiz gerçekten çok uyumlu."

"Umarım Song Yunah'ta beğenir."

"Beğenmek ne kelime... Tersine, bu zamana kadar birlikte çalışmadığımız için üzülecektir bile. Dünyanın en uyumlu çiftiyiz resmen!"

Taehyung'un heyecanlı halleri Jungkook'un çok hoşuna gidiyordu: "Son zamanlarda sürekli senden bu cümleyi duyuyorum. Gerçekten bizim dünyanın en uyumlu çifti olduğumuzu mu düşünüyorsun?"

Taehyung ayağa kalktı ve Jungkook'un tam karşısına dikildi. Elleriyle sevgilisinin yanaklarını sardığında, gözlerinin içine, diktiği gözleriyle ve dikkatle bakıyordu: "Jeon Jungkook... Sen ve ben ulusun çiftiyiz..."

"Bunu nereden çıkardın?"

"Bizden daha fazla yakışan hiç kimse yok..."

Jungkook bu konuda biraz önyargılıydı. "Beni senin yanına yakıştırmayacaklarını düşünüyorum." Dediğinde, Taehyung'un kaşları sonuna kadar çatıldı. Buna kesinlikle katılmıyordu ve hatta bu yüzden sinirlenmiş bile sayılırdı.

Jungkook, Taehyung kadar ünlü bir idol değildi; aslında Kore'de Taehyung kadar ünlü olan yalnızca sayılı idol vardı. Kim Taehyung kıdemliydi. Uzun zamandır piyasadaydı. Yaptığı neredeyse tüm çıkışlar ses getirmişti. Jungkook ise, en az Taehyung kadar özeldi fakat şirketi yüzünden, parlayabileceği türden bir çıkış yapamamıştı. Eğer yapabilseydi, en az sevgilisi kadar başarılı ve ünlü bir idol olurdu. Taehyung bunu çok iyi biliyordu.

"Sen ve ben... O kadar, o kadar yakışıyoruz ki... Bazen kelimelerle ifade edemiyorum bile... Herkes bize hayran kalacak... Milyonlar bizi yakıştıracak ve sürekli bizi görmek isteyecek..." Ardından Jungkook'un dudaklarını öptü ve göz kırpıp geri çekildi. "Sen çok özel bir adamsın Jungkook, yalnızca SDM şirketinde çıkış yapman sana kötü şans ve fırsatlar getirdi. (Somi ile ilişki anlaşması gibi) Fakat artık şansa ihtiyacın yok. Başarınla ilerleyeceksin."

"Bana inanan tek kişisin."

"Yalnızca sana inandığımı belli eden tek kişiyim." Derken Taehyung, Jungkook'un saçlarını bir anne şefkatiyle okşadı. O anlarda Jungkook'un büyüğü, yol göstericisi görevi görüyordu. "Herkes sana güveniyor. Ağabeylerin de öyle. Yalnızca sana bunu açıkça belli etmiyorlar. Herkesin kendine göre çizdiği bir yol vardır. Bazıları seni övmek istemez, övdüğü takdirde rehavete kapılacağını düşünür, bazıları ise seni över, her fırsatta takdir eder, seni motive etmek ister. Ben seni motive etmek, pasif düşüncelerin içerisinde yer alan güven duygunu açığa çıkarmak istiyorum. Tek fark bu sevgilim."

Jungkook, Taehyung'u dikkatle dinledi. "Sana sahip olduğum için çok şanslıyım." Derken tümüyle samimiydi. Taehyung, kendisine bazı zamanlarda 'hyung' diye hitap etse bile aslında biliyordu ki bunun tek sebebi egosunu okşamaktı. Taehyung, Jungkook'u herkesten ve her şeyden daha iyi tanıyordu; hangi durumlarda özgüvenli olduğunu biliyordu. Jungkook en çok yatakta, baskınlığını belli edebildiği serin çarşafların üzerinde özgüvenliydi. Bu anlarda Taehyung, Jungkook'u belki de gereğinden fazla övüyor, onun kaybolmuş duygularını açığa çıkarıyordu.

Günlük yaşamlarında ise Taehyung, Jungkook'a göre daha baskın bir karaktere sahipti. Jungkook kadar ürkek, çekingen ve içine kapanık değildi. Gittiği her yerde, feromon salgılıyormuş gibi Kim Taehyung'un geldiğini belli ediyor, kendisine güvendiğini zemine bastığı her sert adımda hissettiriyordu. O anlarda yanında iki büklüm yürüyen Jungkook'tu ve Taehyung bunu çok sevimli buluyordu. Jungkook'un çocuksu tavırları sadece samimiyetinin bir göstergesiydi.

Taehyung, Jungkook'un saçlarını okşadı, "Her zaman bana sahip olacaksın." Dedi. "İlk günden, son güne kadar. Seni asla bırakmayacağım. Bunu biliyorsun."

Jungkook'un belki de bu hayatta emin olduğu tek şey, Taehyung'un aşkıydı. Kim Taehyung, tüm hayatını Jungkook uğruna feda edebilir, sevilmediği halde bile bu ilişkiyi sürdürebilir ve arkadaş kalmak pahasına olsa bile, Jungkook'un bu hayattaki gölgesi olabilirdi. Jungkook bunu bildiği için güvenle "Biliyorum." Dedi. "Beni asla bırakmazsın."

"Tabii ki de bırakmam... Aptal mıyım ben? Dünyanın en seksi sevgilisine sahibim ve onu terk mi edeceğim? Eğer böyle bir şey yaparsam, kendimi ölene kadar asla affetmem."

Jungkook her seferinde bu cümleye takıldığını belli ederek, "Beni seksi olduğum için mi seviyorsun?" diye sordu.

Taehyung hiçbir utanma belirtisi göstermeden "Jungkook... Kabul etmeliyim ki bunun da çok büyük etkisi var..." dediğinde, Jungkook dudaklarını büzdü.

"Sanırım alındım."

Taehyung sevgilisinin elinden tuttu ve Jungkook'u koltuğa sürükledi. "Bu kadar seksi olmamalıydın." Derken usul usul Jungkook'un kucağına yerleşti. "Herkesin dikkatini çekiyor, tüm gözleri üzerinde topluyorsun. Bundan nefret ediyorum." Kalçalarını sevgilisinin kasıklarına bastırdı ve dudaklarındaki kıvrımlar belirginleşirken, "Jeon Jungkook... Aklımı başımdan almandan ve tüm mantığımı yerle bir etmenden bıktım artık." Dedi. Sızlanıyormuş gibi bir hali vardı.

Jungkook bu durumdan hoşnut oldu, "Beni kıskanmanı seviyorum."

"Eğer bu sabah bahsettiğin gibi saçlarını sarıya boyatacaksan, kıskançlığım öyle bir seviyeye ulaşacak ki seni evimize hapsedeceğim."

Jungkook keyifli bir kahkaha attı: "Daha önce saçlarımı hiç boyatmadım. Ve söylediğin gibi, şarkı için bir müzik videosu çekeceksek, saçlarımı sarıya boyatmak istiyorum. Değişiklik olacaktır."

"Sana sosyal medyada yürüyen ve yeni saçlarını öven herkese kendi hesabımdan küfür ettiğimde, inan bana hayatında çok büyük bir değişiklik olacaktır..."

Jungkook kıkır kıkır gülüyordu. Taehyung'un kendisini kıskanması ona inanılmaz bir haz veriyordu: "Sahiden yapacak mısın bunu?"

Taehyung yüzünü buruşturdu, "Daha önce yaptım..."

"Nasıl?!"

Taehyung bir kez daha utanmadan "Sahte hesabım vardı." dedi. Bu esnada elleri Jungkook'un ensesinde birleşmiş, uzayan saçları okşuyor; diktiği gözleriyle tavanı izlerken, anısını büyük bir keyifsizlikle anlatıyordu. "Japonya'ya konsere gittiğinizde Namjoon yanlışlıkla gömleğini yırtmıştı ve tüm sahne boyunca göğsün ve karın kasların meydandaydı. Bazı hayranların... Gerçek çok ayıp şeyler yazmışlardı ve ben de sinirlendim... O zamanlar kendimi eve kapatmıştım ve zaten çok huzursuzdum... Bana haber vermeden gitmiştin ve önceki gün de görüşmemiştik. Ben de hırsımı hayranlarından çıkardım."

Jungkook, Taehyung'un böyle bir şey yapacağını düşünmediği için şaşkındı, "Ne söyledin ki?" derken irileştirdiği gözleriyle Taehyung'a bakıyordu.

Taehyung asi ve yeri geldiğinde de yırtık bir adamdı. Fakat Jungkook onu küfür ederken, ya da kendi sözde 'hayran kitlesi' kendisine hakaret ettiği sırada sinirlenirken hiç görmemişti. Gönderilerinin altı hakaret ve küfürle doluydu. Fakat konu kendisi olduğunda yorumları okuma zahmetine bile girmeyen Taehyung, konu sevgilisi olduğunda adeta öfke topuna dönüşüyordu.

"Hayal dünyandan çık dedim. Hiç kimse benim o zamanlar sevgilim olmayan sevgilime göz dikemez..."

Taehyung'un elleri Jungkook'un bol gömleğinin çekiştirdi ve kaslarını okşadığı sırada, "Bu kasları bir tek ben yalarım!" diye çığırdı. Bir anlığına tekrar hatırlamış ve sinirle bağırmıştı. Jungkook'un yüreği hopladı. "T-tabii ki öyle..." derken istemeden kekeledi.

İtiraf etmeliydi ki bazen Taehyung'tan korkuyordu...

Taehyung gözlerini devirdi. "Hatırladım ve tekrar sinirlendim, görüyor musun Jungkook?!" derken Jungkook'un gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. "Şimdi seks yapmalı ve kızın o hatasını telafi edip, bana o günü unutturmalıyız!" Dudaklarını ısırdı, "Hepsi senin suçun. Unutma. Yoksa ben seks yapmaya o kadar da meraklı değildim. Şimdi sen kaşındığın için yapıyoruz. Ben azgın olduğum için değil." Jungkook'un gömleğini omuzlarından sıyırdı ve iki parmağı arasında, göğüs uçlarını sıkıştırdı: "Göğüslerini ısıracağım."

Jungkook sudan çıkmış zavallı balıklara döndü. Saf saf Taehyung'a bakıyordu, "Çok garip fantezilerin var..."

Taehyung etrafına bakındı "Burada masa var mı?" dedi ve sinsi sinsi güldü. Jungkook'un boynuna öpücükler kondururken, "Sen asıl fanteziyi o zaman göreceksin..." dedi. "Beni masaya yatırıp sertçe becerdiğinde..."

"Senden korkuyorum..."

Taehyung başını kaldırdı ve gözlerini Jungkook'a dikti: "Sanırım korkman da beni azdırıyor... Sikeyim... Bu hayattaki her şey beni azdırıyor... Acaba seks bağımlısı mıyım?"

"Şüphelenmiyor değilim..."

***

Taehyung ve Jungkook'un şirketteki işi bittiğinde vakit neredeyse öğlene geliyordu. Stüdyoyu kendi emellerine alet eden genç çiftler, Jackson'a basılmış ve sonucunda açıkça şirketten kovulmuştu. Taehyung gülüyordu. Jungkook ise biraz utanmıştı çünkü Jackson, Song Yunah'a söyleyeceğini belirtmiş ve bilerek Jungkook'u korkutmuştu. Taehyung ise hiçbir utanma belirtisi göstermeden Jungkook'a sıkıca sarılırken, 'Bir şey olmaz aşkım... Hiç kimse şirkette sevişmeyin diye bir kural koymadı...' demişti. Bu durum pek ciddiye alacağı bir şey değildi. Doğrusu Taehyung, hiçbir şeyi ciddiye almıyordu.

Şimdi ise şirketten çıkmaya hazırlanıyorlardı ki şirketin kapısının önünde kendilerini bekleyen büyük bir sürpriz vardı: Jungkook'un biçimli kaşları çatıldı. Taehyung'un beline sarıldı ve sevgilisini kendisine çekti, kolları birbirine sürtecek şekilde yakınlaştıklarında, "Bu herifin burada ne işi var?" diye sordu.

Taehyung "Bilmiyorum." Dedi. "Haberim yok. Geleceğini söylemedi."

Taehyung'un topuklu botlarının çıkardığı tıkırtılar adamın kulağına dolduğunda başını kaldırdı ve dikkatle Taehyung'u izledi. Solgun yüzü, Taehyung'un ilk andan dikkatini çekmişti, ister istemez kaşları çatıldı ve sorgulayıcı bir yüz ifadesine büründü.

Adam direkt olarak Taehyung'un gözlerinin içine baktığında, bir nevi Jungkook'u yok sayıyordu: "Merhaba Taehyung." Dedi. Hala samimi bir şekilde konuşuyordu. Jungkook öfkelendiğini hissediyordu.

Taehyung ise tatlı tatlı güldü, "Merhaba Changwook."

Changwook'un yan bakışları Jungkook'u buldu, "Biraz konuşabilir miyiz?" dediğinde açık açık Jungkook'tan gitmesini istiyordu. Jungkook'un, sevgilisinin belini tutan elleri biraz daha sıklaştı. Gitmeyeceğinin sinyallerini veriyordu.

Taehyung aynı sıcakkanlılıkla "Tabii ki konuşabiliyoruz." Dedi.

"Yalnız konuşmak tercihimdir."

"Tercihlerinin bizim için hiçbir kıymeti yok. Konuşacaksan konuş, konuşmayacaksan defol git."

Taehyung, sevgilisinin sert çıkışından rahatsız olduğu için "Jungkook..." diyerek, sevgilini uyardı. "Lütfen sakin olur musun?"

Fakat Jungkook sakin olmak istemiyordu. O anlarda Changwook'un neden geldiğini bilmiyor ve bir ihtimal, hala Taehyung ile ilgili hayal kuruyor olabileceğini düşünüp öfkeleniyordu. Çünkü biliyordu ki Changwook'un, Taehyung'a sonsuz bir sevgilisi vardı. Günden güne asla tükenmiyordu. Jungkook, Changwook'a her baktığında, aynı aşk dolu bakışları seziyor, ayrılmış olmalarının verdiği hüzünle burkulan yüreğini hissediyordu.

Bu durum kendisini inanılmaz derecede rahatsız ediyordu. Bir başkasının Taehyung'a âşık olması ve her an yanlarında olması, kabullenebileceği bir durum değildi. Bu yüzden Jungkook, yalnızca oyuncağını paylaşmak istemeyen bir çocuk gibi hiddetli ve kıskançtı. "Sakin olmak istemiyorum."

Changwook dikkatle Jungkook'u seyretti; ona göre Jungkook hayatını çalmıştı. Taehyung ve Changwook'un mutlu bir ilişkisi vardı. Fakat birdenbire Jungkook hayatlarına girmiş, Changwook ilk önce aldatılmış ve ardından terk edilmişti.

Bu durumda bile Jungkook'un neden kendisinden nefret ettiğini anlayamıyordu. Nefret etmesi gereken biri varsa o da Changwook'tu fakat herhangi bir nefret duygusu beslemiyordu. Yalnızca Jungkook'u kıskanıyordu. Taehyung ile beraber olmak için nelerini feda etmezdi... Aşk, ona hiç olmadığı kadar acımasız davranmıştı.

Changwook "Eğer konuşmamıza izin verirsen, Taehyung'a veda etmeye geldim." Dedi.

Taehyung şaşırdı, "Bir yere mi gidiyorsun?"

Changwook'un dudaklarına buruk bir tebessüm yerleştirdi. Eğer yetişkin bir adam olmasaydı, tıpkı bir çocuk gibi hıçkırarak ağlardı. "Evet." Dedi. Boğazında görünmez bir yumru oluştu. "Yurtdışına yerleşmeye karar verdim."

Taehyung bu hayatta yalnızca tek bir şey yüzünden kendisini üzgün ve pişman hissediyor, sık sık vicdanı onu zorluyordu; sebebi tümüyle Changwook'tu. Ona yaptığı yanlışın farkındaydı. Aşkın zehrini, Jungkook'un dudakları arasından tatmıştı. Zehrin, nasıl seveni ele geçirdiğini biliyordu.

Sevilen ise bir şekilde hayatına devam edebilirdi. İnsanoğlu bencildi. Sevilen, her ne kadar üzülüyorum, pişmanım dese bile seveni bir yere kadar anlayabilirdi. Kendi hayatına geri döndüğünde ve Jungkook'un kolları arasına sığındığında, Taehyung, eski sevgilisi Changwook'u yine unutacak ve üzüntüsünün bir önemi kalmayacaktı.

Yine de o anda samimi olduğunu eski sevgilisine göstermek istedi. "Biraz konuşalım mı?" diye sorduğunda, Jungkook'un kaşları çatıldı ve Taehyung'un belini, acıtacak biçimde sertçe tutmaya, parmakları arasında sıkıştırmaya başladı.

Taehyung, sevgilisinin kulağına yaklaştı ve "Yalnızca birkaç dakika." Diye fısıldadı. "Yalnız kalmamıza izin ver, aşkım. Arabaya gidip beni bekle. Hemen geleceğim."

Jungkook uzun bir süre, gözlerini ayırmadan Changwook'u seyretti; eş zamanlı olarak Taehyung'u serbest bıraktı. Taehyung'un sözlerine neden itaat ettiğini kendisi bile bilmiyordu. Yalnızca öfkesine hâkim oldu ve hızla uzaklaştı. Şirketten çıktığında, hiddetli adımlarla otoparktaki arabasına ilerledi.

Taehyung sevgilisinin gidişini izlemesi ardından Changwook'a döndü: "Gitmek istemenin sebebi nedir?" dediğinde, samimi bir duyguyla üzgündü. İçten içe Changwook'un gitme sebebinin, kendisi olduğunu biliyordu.

"Uzun zamandır düşünüyorum. Artık Kore'de kalabileceğimi sanmıyorum. Yurtdışında bir teklif aldım. Bunun üzerine annemi de alıp yurtdışına taşınmaya karar verdim."

"Bir daha geri dönmeyecek misin?"

Changwook kendisinden emin bir şekilde "Hayır." Diye fısıldadı. Sesi düşündüğünün aksine kısık çıkmıştı. "Artık bu ülkede kalabileceğimi sanmıyorum."

"Sebebi ben miyim?"

Changwook başını iki yana salladı: "Sebebi, benim acınası aşkım."

Taehyung'un dudakları büzüldü fakat ne söyleyeceğini bilemiyordu. Yine de özür diledi. Changwook'un hayatında bir zelzele yaratmış; tüm dengesini bozmuş, kalıcı izler bırakmıştı. "Umarım beni affedersin."

"Artık sana kızmıyorum." Derken Changwook, gülümsedi. "Eskiden... Bunun için seni suçluyordum. Fakat şimdi seni daha iyi anlıyorum. Nasıl ki ben senden vazgeçemiyorsam, sende Jungkook'tan vazgeçemeyecek bir haldesin. Hayallerini süsleyen kişi olmayı her şeyden çok isterdim fakat eğer değilsem ve hiçbir zaman olamayacaksam, hayal kurmamın ne anlamı var ki? Burada olduğum, seni gördüğüm sürece hayallerin taze kalacaktır. Bir umudum var ruhumda... Pek solduğunu söyleyemem. Hala bana geri döneceğine olan inancını koruyor ve ben o umudu öldürmek, hayallerimi tüketmek istiyorum."

Taehyung yalnızca sustu; o an hatalı bir adamın yapabileceği en normal davranış buydu.

Changwook, "Bu yüzden gidiyorum fakat dediğim gibi, suçlu olan sen değilsin." Dedi. Ses tonundaki şefkat Taehyung'un gözlerinin dolmasına sebep oldu, "Seni çoktan affettim, lütfen üzülme. Buna dayanamam biliyorsun.""

"Senin tarafından bu şekilde sevildiğim için minnettarım, Changwook. Umarım bir gün sende mutlu olabilir ve aşkı tadabilirsin. Hoşça kal."

"Sende öyle."

Taehyung, kollarını Changwook'un boynuna doladı ve ona son kez veda etti.

Daha sonra ise, yolları bir daha kesişmemek üzere ayrıldılar. Taehyung, Changwook'a hiçbir zaman âşık olmamıştı. Bu yüzden bugün eski sevgilisine değil; yalnızca en yakın arkadaşına, dostuna ve sırdaşına veda etmiş, bu esnada kalbinde oluşan hüzne dur diyememişti.

***

Zaman: 16 Ocak 2021

Kim Taehyung ve Jeon Jungkook'un birlikte rol alacağı dizinin yalnızca ilk bölümü ve tanıtımı, İtalya'da çekilecekti. Normalde bu sahnelerde yalnızca Kim Taehyung'a, asıl başrole ihtiyaç vardı fakat Song Yunah, Jungkook'un da sevgilisiyle birlikte gitmesinde bir sakınca olmadığını söyleyerek iki sevgiliyi İtalya'ya birlikte göndermişti. Ne Jungkook'un ne de Taehyung'un bu duruma itirazı yoktu. Tersine, ilişkilerinin ikinci, huzurlu ve parıltılı dönemini yaşadıkları bu zamanlarda bu tatil kendilerine şifa gibi geliyordu.

Saat neredeyse gecenin ikisine yaklaşıyordu. Otelin en üst katında, Kim Taehyung ve sevgilisi adına tutulmuş kral dairesi, gürültülü, canlı ve renkli dakikalara ev sahipliği yapıyordu. Banyo ve yatak odası yalnızca cam bir bölmeyle ayrılıyordu. Öyle ki duş kabininin içerisinde keyifli dakikalar geçiren ikili, neredeyse dışarıyı, İtalyan'ın huzur veren fakat kesinlikle Asya ülkelerinden çok farklı hissettiren manzarasını görme imkânı buluyorlardı. Yine de o anlarda, ikisine de Akdeniz sahilleri pek de ilgi çekici gelmiyordu.

Tavandan akan sıcak su, kabinin camlarını buharla doldururken Taehyung elini cama yasladı. Tırnaklarını, sanki acısını geçirmek ister gibi cama geçirirken, yalnızca eli bir pençe izi gibi aşağı doğru kaydı ve camda seks yaptıklarına dair bir izi, hiçbir utanması olmadan bıraktı.

Titrek bir nefesle, "Jungkook..." diye haykırmak istedi fakat sesi kısık çıkıyordu. Çığlık atmaktan zarar gören boğazları, buna engel oluyordu. "Oh... Harikasın, devam et, devam et-Tanrım! Kafayı yiyeceğim!"

Jungkook kendisini sertçe Taehyung'a ittirirken, "Sen mi? Yoksa ben mi?" diye sordu. Güldü. Başını iki yana sallarken, alnını Taehyung'un başına yasladı. Saçlarını öptü ve "Bebeğim," diye fısıldadı. Ses tonu kalındı, karanlıktı. Taehyung'u bilmediği bir gezegene, karanlık bir dünyaya çekiştiriyordu. Taehyung'un ise bu durumdan itirazı yoktu. "Beni arzulayan doyumsuz kıçına bayılıyorum."

Taehyung bu kirli cümlelerden sonra boşalabilirdi bile. Ağlıyormuş gibi sesler çıkardı, "Tanrım..." diye sızlandığında, artık ellerindeki tüm gücü yitirmişti. Bacakları titriyor, zayıf bedenini taşıyamayacak hale geliyordu. Başını cama yasladı fakat düşecek gibiydi. Kasıklarından başlayan şiddetli bir sızı, tüm bedenine yayılıyor ve başının dahi zonklamasına sebep oluyordu. "Ah, ah, ah-Tanrım, Jungkook!"

"Tanrına ne zamandır bu kadar yalvarıyorsun?" Alay eder gibi güldü. Açıkça Taehyung ile dalga geçiyordu. "Yalnızca benim adımla inle." Sert hareketlerinin aksine takınmış olduğu bu rahat ve kendisinden emin tavır Taehyung'u daha fazla tahrik ediyordu. Kendisini geriye itmeye çalıştı fakat kalçasına yediği sert şaplakla neye uğradığını şaşırdı. Çığlığı boğazına dizilirken gözleri doldu, "Ne dediğimi duydun mu? Bana cevap ver."

Taehyung o anlarda yalnızca, "E-evet." Diyebildi. Düşüp bayılacak kıvamdayken, kendisini geriye itmeye devam ediyordu. Sanki Jungkook'un kasıkları, dolgun kalçalarına sertçe çarpmıyormuş gibi hareket etti; oysa Jungkook'un vahşi hareketlerine dayanamayan hassas teni kızarmış, esmer tenine rağmen rahatça görülecek biçimdeydi.

"Uslu bebeğim." Jungkook, sertçe Taehyung'un dirseklerinden tuttu. Böylelikle sevgilisine tutunacak herhangi bir alan bırakmadı. Taehyung'u kendi bedenine doğru çekti. Hiç olmadığı kadar hızlı hareket ediyor, Taehyung'un ileri geri savrulmasını şevkle seyrediyordu.

Taehyung'un dolgun kalçaları kasıklarına çarparken, ince belinin kıvrımlarının ne kadar da güzel ve tapılası olduğunu seyretti. Taehyung'un omuzları genişti, sırtı kaslı değildi; zarif bir bedeni vardı, esmer teni hala akmaya devam eden suyun altında, adeta pırıldıyordu. Onu bu pozisyonda, dizlerini bükülmüş ve elleri dizlerine dayalı, kıçını geriye doğru çıkarıp öne doğru eğilirken, yani domalır şekilde görmek, paha biçilemezdi. Jungkook'un yaşamı boyunca görebileceği, en edepsiz, en kirli, en sıra dışı rüyaların bile hiçbiri bu kadar görkemli olamazdı.

Jungkook hırıldamaya benzer bir ses çıkardı. Taehyung'un sırtını öptü, "Kahretsin, çok güzelsin." Diye fısıldadığında, dudakları sırtına yaslıydı. Artık onunda bacakları titriyordu. Terli kasıklarını, Taehyung'un dolgun kalçalarına acımasız bir hızla çaptırmayı sürdürürken, "G-geleceğim." Diye fısıldadı. Taehyung'un bu fevkalade güzelliğini incelerken, çok bile dayanmıştı.

Menilerini bugün kaçıncı olduğunu bilmediği şekilde Taehyung'un içine akıtmaya başladı. Taehyung, içinde hissettiği alışılmış sıcaklığı karşılarken başını arkaya doğru attı. Bu bir yardım çağrısıydı. O çoktan kendisini bırakmış ve rahatlamıştı ve artık ayakta duramıyordu. Jungkook bunu anladığında, içinden çıkmadan kendisini biraz daha Taehyung'un içine, en derinlerine yaslarken kollarını sıkıca sevgilisinin karnına sardı.

Arkaya doğru adımladı, sırtını duvara yasladı. Taehyung, ayaklarının üzerine basar şekildeydi. Sırtı, Jungkook'un göğsüyle birleşti. İkisi de nefes nefeseydi. Jungkook, Taehyung'un içinden çıkmadı. Taehyung'un da aksi yönde bir isteği yoktu. Jungkook'un penisi içinde seğirirken hissettiği tek şey, tarif edilmesi zor bir zevkti.

Zevk, kapanan suyun ardından yok olan buharlarla eş zamanlı iki sevgilinin bedenini terk ettiğinde, geriye kalan tek şey yorgunluktu. Taehyung, şimdi tamamen kendisine gelmişti. Kıkır kıkır gülmeye başladı.

Jungkook, "Ne oldu?" diye sordu.

"Jackson benden bugün için dinlenmemi istemişti, hatırlıyor musun?"

Sevgilisi onu "Evet hatırlıyorum," diyerek yanıtladı. "Sende hiçbir şey olmayacağını, yarın çekimlerin başlamayacağını ve yalnızca yönetmen ile konuşacağını söyledin."

Taehyung omuz silkti, "Yalan söyledim. Yarın çekimler başlıyor ve ilk sahnede koşuyorum... Fakat kıçım o kadar acıyor ki değil koşmak, birkaç adım atacağımı bile sanmıyorum."

Jungkook neredeyse Taehyung'u ittirecek ve düşmesine sebep olacaktı. "Ne!" diye bağırdı ve sevgilisini sırtından iterek içinden çıktı. "Taehyung... Bana bunu neden söylemedin?"

Taehyung'un bacakları titriyordu ve yüzü solgun bakıyordu. Jungkook bunu fark ettiğinde iyice telaşlandı. Taehyung ise tüm kayıtsızlığıyla, "Sana bunu söyleseydim, seks yapmamıza izin vermeyecektin çünkü?" dedi.

O, Kim Taehyung'tu. Hayatında planları sevmezdi. Sırf yarın, bir rolde oynayacağı için bugün zevkinden yoksun bırakılamazdı. O an canı Jungkook ile seks yapmak istemişti ve istediğini de yalnızca beş dakika içerisinde almıştı. Geri kalanın bir önemi yoktu, Taehyung zevk çığlıkları atarken hatırlayacağı son şey sorumluluklarıydı.

Jungkook isyan edermişçesine "Tabii ki vermeyecektim..." diye sızlandı. "Yarın ne halt edeceğiz? Jackson'un bizi azarlamasını geçtim, yönetmene ne hesap vereceksin?"

Taehyung düşünüyormuş gibi gözlerini tavana dikti, "Senin ne kadar güçlü bir adam olduğunu, seks esnasında bana ne kadar sert davrandığını anlatacağım ona." Dedi. Yüz ifadesi dümdüzdü, ciddi olmaya çalışıyordu. Jungkook'la dalga geçmeyi aklına koymuştu ve yüksek oyunculuk yeteneği sayesinde, kendisini ele vermiyordu. "O zaten sonrasını anlayacaktır, fazlasıyla zeki bir adama benziyor."

Jungkook'un gözleri irileşti, "Sen... Ciddi olamazsın?"

Taehyung neşeyle kahkaha attı. "Kesinlikle eminim. Böylelikle bu ilişkideki pozisyonları bilecek ve belki senaryoda bir değişiklik yapmak ister." Biraz düşündü, kendi egosunu kendisi okşamak konusunda Kim Taehyung bir numaraydı, "Ah, tanrım! Ne kadar da iyi bir insanım, görüyor musun Jungkook? Bu durumda bile, yapımcı, senarist, yönetmen ya da her ne haltsa işte... Ona iyilik yapıyorum!"

"Bunu yaparsan utanacağım."

"Jungkook... Üzgünüm ama sen her şeyden utanıyorsun zaten."

"Dünden mi bahsediyorsun?"

Taehyung kıkırdadı, "Evet."

"Nasıl utanmam ki? Beni herkesin içinde, toplantı çıkışında duvara yaslayıp hırçın bir şekilde, sömürmek ister gibi öptün. Sonra üzerimdeki kazağın göğüslerimi çok seksi gösterdiğini söyleyip meme uçlarımı sıktın. Herkes bizi izlerken, sen dilini dudaklarımda gezdiriyordun..."

Taehyung göz devirdi, "Hadi ama! Herkes bizim bir çift olduğumuzu öğrendiğinde, bizi bir kere olsun yatakta hayal ediyordur. Ben de onlara küçük bir fragman seyrettim."

"Yine de beni utandırıyorsun. Senin gibi değilim. Toplum içerisinde, özellikle herkes beni seyrediyorken o şekilde seninle öpüşmek... Bilmiyorum garipti, karşılık veremedim bile."

Taehyung sessiz kaldı. Jungkook'a "Bunu bilerek yapıyorum. Korkularını yenmeni istiyorum." Diyemedi. Fakat tek amacı da buydu. Sevgilisinin kendisine olan güveni fazlasıyla zedelenmiş bir durumdaydı. Bunun nasıl önüne geçeceğini bilmiyordu. Jungkook ile her seferinde konuşuyordu fakat işe yarayıp yaramadığına emin değildi. Şimdi ise görüyordu ki hiçbir işe yaramamıştı. Bu durum Taehyung'u üzdü. Başarısızlığa uğramaktan nefret ediyordu.

Omuz silkti ve "Üzgünüm." Dedi. O an daha fazlasını yapmak istese bile, konuşmak isteği yoktu. "Bundan sonra daha dikkatli olacağım. Seni bu kadar rahatsız ettiğimi bilmiyordum."

Jungkook, bu davranışıyla Taehyung'u kırdığını düşündü. Sevgilisine doğru birkaç adım atıp elini kaldırdı, "Tae-" dedi fakat kolunu tutamadan, devasa geniş duş kabininin kapağını açan Taehyung, kendisini çoktan dışarı attı. Jungkook, Taehyung'u izledi. Taehyung çırılçıplak bir vaziyetteyken camın kenarına kadar yürüdü, valizini açtığında keyifsiz bir şekilde giyinmeye başladı.

***

Taehyung duş kabininin hemen önündeydi. Camla kaplanmış banyonun içerisinde, aynanın karşısına geçmiş fotoğraf çekiliyordu. Yeni çıkacak şarkıları için tanıtım yapmalıydı. Bu sebepten sosyal medyada bu sıralar aktif olması gerekiyordu. Kendisinin aynadan birkaç fotoğrafını çekti; üzerinde siyah, uzun bir gömlek ve altında da kısa, siyah bir şort vardı. Kırmızı saçları yeni duştan çıktığını haykıracak biçimde ıslaktı. Baygın bakıyordu, oldukça halsiz, solgun bir yüzü vardı ve sanki üç-dört saatlik bir seksin sonucunda, bitap düştüğünü hayranlarına göstermek istiyor gibi bir poz vermişti.

Ayrıca gömleğin bolluğu ve neredeyse üst bacaklarını kapatıyor oluşu, gömleğin sahibinin Kim Taehyung olmadığını haykırıyordu. Taehyung yarım ağız sırıttı. Bu durum umurunda bile değildi. Fotoğraf karesi, odanın içerisine kadar her şeyi gösterecek biçimdeydi; kare şeklindeki banyonun çevresi camla kaplıydı ve yatak odasının bir parçası sayılırdı. Jungkook yatakta uzanıyordu. Yüzü gözükmese bile bacakları kadrajın içerisindeydi. Taehyung bir adamla aynı odayı paylaştığını alenen belli ediyordu.

Taehyung'un fotoğraf çekme işlemi bittiğinde, yatağa geri döndü. Jungkook telefonuyla ilgileniyordu, "Uyuyalım mı?"

"Sen uyu istersen, biraz telefonla ilgileneceğim."

Jungkook telefonu komodinin üzerine bıraktı ve yatakta Taehyung'a döndü. "Sevgiline sarıl, Kim Taehyung. Sensiz uyuyamayacağımı biliyorsun."

Taehyung kıkırdadı, "Kocaman bir bebeğe sahip olduğumu unutmuşum."

Kendi paylaştığı fotoğrafı ikinci kez incelemeden telefonu elinden bıraktı. Eğer bir kez daha inceleseydi fotoğraf karesinde, hayranlarının çıldırmasına sebep olacak birkaç küçük detayı bıraktığını belki de farkına varabilirdi. Yine de farkına varsa da fotoğrafı kaldırır mıydı? İşte bunu hiç kimse bilmiyordu... O Kim Taehyung'tu. Bu kendisini utandırmazdı; tersine mutlu bile olmuş sayılırdı.

Jungkook kollarını Taehyung'un beline sardı ve başını göğsüne yasladı, "Saçlarımı okşar mısın?" Diye mırıldandı. Bu içtenlikle gelen istek Taehyung'un kalbinin yumuşacık olmasını sağladı. Hemen Jungkook'un saçlarını okşamaya başladı.

"Seks esnasında bu güzelim saçları yorduğum için bazen vicdan azabı çekiyorum."

Jungkook güldü, "Doğruyu söylemek gerekirse ben zevk alıyorum."

"Jeon Jungkook, biliyor musun? En az benim kadar edepsiz bir adamsın. Tek fark, ben bunu açıkça belli ediyorum fakat sen derinlerinde, arzularını ve şehvetini kapalı tutuyorsun."

"Belki de öyledir, belki de değildir."

"Neden bunları bana açıkça söylemekten çekiniyorsun?"

"Çünkü seni bu şekilde bile zor zapt edebiliyorum, eğer ben de arzularımı açığa çıkarırsam ne olacağını tahmin edebiliyor musun?"

"Yedi gün, yirmi dört saat sevişebiliriz! Bu dünyada başıma gelen en güzel şey."

"Kalçalarının aynı şeyi düşüneceğini sanmıyorum."

Taehyung kıkırdadı, "Bence onlar bile bana alıştı."

Jungkook belirli belirsiz başını aşağı yukarı salladığında sessiz kaldı. Yorgundu. Uyumak istiyordu. Taehyung, dudaklarını Jungkook'un saçlarına bastırdığında okşayıcı, güzel, hoş bir öpücük bıraktı. "Seni seviyorum."

"Ben de seni seviyorum, bebeğim."

"Ve bu şekilde, başını göğsüme yaslayıp bana sarılman, benden sevgi ve ilgi beklemen, beni ne kadar mutlu ediyor bilemezsen."

"Neden?"

"Aramızdaki tüm sınırların yıkıldığını hissediyorum."

Jungkook başını kaldırıp sevgilisinin yüzüne bakabilseydi, dudaklarını şefkatle öper, yanaklarını sever ve Taehyung'a olan aşkını haykırırdı. Yine de o anlarda çok fazla uykusu vardı, yalnızca, "Çünkü artık tamamen seninim." Dedi. "Her şeyimle."

Taehyung'un duyguları çok çabuk değişiyordu; neşeli halinden sıyrıldı, bir anda gözleri doldu ve Jungkook'u daha sıkı sardı. "Uyu." Diye kısık bir sesle mırıldandı. "Uyu ki seni sevebileyim."

Jungkook dudaklarında belirgin kıvrımlar oluşurken gözlerini kapattı. Taehyung'un uyumayacağını biliyordu. Taehyung genellikle sevgilisi onun uyumasını bekler; saçlarını şefkatle okşar, dudaklarına okşayıcı öpücükler kondurur, parmak uçlarını Jungkook'u severmişçesine yüzünde gezdirir ve içinden her ne geçiyorsa, bunları kendi kendisine Jungkook'la konuşurdu.

Jungkook her zaman bu anlarda Taehyung'un ne söylediğini çok merak ediyordu. Yine de hiçbir zaman uyuyormuş taklidi yapmamıştı çünkü geceler, Taehyung'un sığınma mekanıydı. Belki de Jungkook'a annesini anlattığı tek an, gecelerdi. Yüzüne karşı söylemeye cesareti olmadığı acı gerçekleri, yalnızca uyurken Jungkook ile paylaşıyor, bunun kendisini rahatlamasını umuyordu.

***

Güneşin ilk ışıkları içeri süzüldüğü esnada, ilk uyanan Jungkook'tu. Sırt üstü bir şekilde uzanıyordu, yüzünü yastığa bastırdı ve birkaç dakika uyuma isteğinin yok olmasını bekledi. Kendisine geldiği sırada yatakta hareketlenmek istedi fakat üzerinde bir ağırlık hissetti. Taehyung yanağını sırtına yaslamış, kollarını beline dolamış ve sevgilisine sıkı sıkı sarılırken uykusuna devam ediyordu.

Jungkook gülümsedi, "Bebeğim?" diye mırıldandığı sırada, Taehyung'un, sırtına yayılan kırmızı saçlarını okşadı. "Kalkmalısın."

Taehyung homurdandı, bu defa başını yatağa koydu fakat uyanmamakta ısrarcıydı. Dün gece oldukça yorulmuştu. Bu esnada iki idolün kaldığı otel odasının kapısına gürültüyle vurulmaya başladı. Jungkook yüzünü buruşturdu, Jackson olduğunu tahmin ediyordu. "Geldi yine, baş belası..."

Sızlanarak ayağa kalktı. Üst bedeni çıplaktı, altında ise kırmızı bir şort vardı. Kapıyı açtı ve Jackson'a yapmacık bir tebessüm sundu. Yüzünde neden geldin dercesine, memnuniyetsiz bir ifade vardı. "Ne oldu?"

Jackson sıkıntılı bir ifadeyle, "Taehyung uyandı mı?" diye sordu.

"Hayır, henüz değil. Sorun nedir?"

"Taehyung'ung gecenin üçünde paylaştığı o lanet fotoğrafı gördün mü?" Jackson elindeki telefonu kaldırdı ve Jungkook'un yüzüne tuttu. Jungkook hala tam olarak açamadığı kısık gözlerini kaşıdı ve telefonu eline aldı.

Taehyung, saat gecenin üçüne gelirken, bir banyonun içerisinde, hala buharla kaplı ve yeni duştan çıktığını haykıran bir fotoğraf karesini paylaşmıştı. Buraya kadar sorun yoktu fakat Jungkook daha sonra arkadan gözüken ve bir erkeğe ait olduğunu belli eden bacakların kendisi olduğunu anladı. Yüzü gözükmüyordu fakat kaslı baldırları alenen her şeyi belli ediyordu.

Jungkook dik dik Jackson'a baktı, "Evet bu benim, fakat ne var bu durumda?"

"Daha dikkatli bak. Sadece arkada bir erkek olduğunu belli etse iyi..."

Jungkook bir kez daha fotoğraf karesini inceledi. Taehyung'un hemen arkasında kalan duş kabinine baktı. Cam sıcak sudan dolayı buğu yapmıştı, ve camda pençe izini andıran bir detay tam o anda Jungkook'un gözüne takıldı. Bunun dışında sanki birileri parmak uçlarını bastırıp durmuş ve geri çekmişti. (Tüm bunlar doğruydu çünkü Taehyung seks esnasında sürekli olarak cama yaslanmıştı. Tırnaklarını cama geçirmeye çalışmıştı) Jungkook'un gözleri irileşti. Ufak bir detay duşta seks yaptıklarını haykırıyordu.

Jungkook şaşkınlık içerisinde "Taehyung sahiden bunu paylaşmış mı?" dedi.

Jackson gülmeye başladı, "Hem de 25 milyon takipçisi olan hesabında."

Jackson hem sinirliydi hem de fotoğrafı komik bulduğu için gülmeye devam ediyordu. Kim Taehyung'un menajeri olmayı kabul etmek, onun bu dünyada almış olduğu en berbat karardı. İdolüyle asla uğraşamıyordu. Taehyung sürekli olarak, bir şekilde gündem oluyordu. Özellikle bu sıralar, hakkında yazılan tüm makaleler eşcinsel oluşuyla alakalıydı. Şirket bunu bir problem olarak görmüyordu. Fakat yine de Taehyung'un fazla tepki çekmesi de Jackson ve şirketin zararınaydı. Taehyung sürekli olarak ölüm tehditleri alan bir idoldü ve bu kadar rahat davranması yanlıştı.

"Şimdi ne olacak?"

"Fotoğrafın başlı başına sıkıntı olması bir yana, hayranlar Taehyung'un hangi otelde kaldığını da öğrenmiş... Otelin önünde bir kalabalık var ve herkes Taehyung'un İtalya'ya kiminle geldiğini merak ediyor."

"Song Yunah bir şey söyledi mi?"

Jackson omuz silkti, "Taehyung'un telefonunu kendi videolarını(!) yayınlamadan elinden alın dedi."

Şimdi ikisi de gülüyordu. Bu sırada içeriden neşeli bir haykırma duyuldu:

"İnanamıyorum! Son paylaşımım beğeni ve yorum rekoru kırmış! Herkes güzelliğimden etkilenmiş olmalı! Bu dünyaya Kim Taehyung olarak gelmek o kadar zor ki...!"

Kim Taehyung, her zamanki gibi formundaydı.

***

Taehyung'un çekimler için otelden dışarı çıkması gerekiyordu. İtalya'ya gelirken yanında yalnızca iki korumayla gelmişti. Kimsenin ona saldırmayacağını biliyor ve bu yüzden de korkmuyordu. Fakat Jackson, otelin arka çıkışını tercih etmelerini söylemişti. Taehyung bu durumu kestirip attı, "Neden saklanıyorum?"

"Herkes bir sevgilin olduğunu, dahası bu sevgilinin bir erkek olduğunu biliyor."

"Bilsinler. Bu yüzden Jungkook'u da yanımda götüreceğim zaten."

"Sürekli ani kararlar alıyorsun. Ya tepkileri olumsuz olursa? Her şeye zarar vereceksin. En çok da Jungkook'a."

Taehyung kısa süreliğine duraksadı. Jungkook'a 'zarar verme' kavramı geçtiği anda tüm algıları değişti ve aniden ciddiyete büründü. "Jungkook'a zarar vermiyorum. Tersine, ona alışmalarını sağlıyorum."

"Çok hızlı ilerliyorsun. İlk önce şarkı çıkaracağım dedin, sonra dizide başrolleri paylaşmak istedin ve şimdi de alenen birlikte tatile gittiğinizi belli ediyorsun. Tüm bunların belirli bir süreç içerisinde yavaş yavaş işlenmesi gerekiyordu. Hayranlarına aniden çıkıp her şeyi söylediğinde, tepkilerini çekeceksin."

Taehyung, Jackson'un tedirginliğini hissettiğinde "Merak etmemelisin." Dedi ve sakince güldü. Jackson'un tedirginliğini hissettiği için rahatsız olmuştu. Menajerini rahatlatmaya çalışıyordu, "Hiç olmazsa yakında evleneceğim ve çocuğum doğacak falan demedim... Yalnızca sevgilim var."

"Jungkook ve senin, ulusun çifti olacağını düşünüyor olabilirsin. Fakat ya olmazsa? Hala diğer başrolün Jeon Jungkook olduğunu duyurmadık."

"Evet çünkü bunu bizzat ben duyuracağım."

"Nasıl?"

Taehyung basit bir şeyden bahsediyormuş gibi, "Onun, benim sevgilim olduğunu söyleyeceğim." dedi. "Sana söylemiştim, ilişkimin dispatch gibi parayla çalışan boktan magazin sürüsü tarafından açıklanmasını istemiyorum. Böyle bir şey olacaksa bunu kendim yapacağım. Jungkook'un sevgilim olduğunu ekranların karşısına geçip söyleyeceğim."

"Aykırı olmanı seviyorum fakat aykırı olmak her zaman doğru şeyi yapmak demek değildir. Tepki çekeceksin, çok fazla. Lütfen karar vermeden önce iki kez düşün."

"Ben onunla evlenmeyi düşünüyorum Jackson." Dedi, Taehyung. Sinirlenmeye başladığını hissediyordu. Kararlarına saygı duyulmamasına, özellikle karşısındaki kişinin kendisini anlamamasına tahammüllü yoktu. "Basit bir şeyden bahsetmiyoruz. Jungkook benim hayatımı paylaşmak istediğim adam. İdol olmaya en fazla beş sene daha devam ederim ve sonra bitti işte... Sırf beş senemi daha huzurlu, daha doğrusu para içerisinde, refah dolu şekilde geçireyim diye Jungkook'tan ayrı kalamam. Hayatımda yalnızca kendim olmak istemiyorum." Diyerek Taehyung, bir kez daha yalnız kalma korkusunu belli etti. "Jungkook'u sırf tepki çekmemek için saklayacak ve kaybedeceksem, tepki çekmeye razıyım. Yeter ki onu benden ayırmasınlar."

"Aşkın bazen zayıflık olduğunu düşünmeme sebep oluyorsun."

Taehyung'un dudak kenarlarındaki kıvrımlar arttı. Yüzünde ufacık bir tebessüm belirdi, "Duymak istediğin şey bu ise, evet ben zayıfım Jackson. Her zaman zayıf oldum; çünkü aşıktım. Jungkook benim kaybetmek istemediğim, uğruna her şeyimi, kendimi, varlığımı, gücümü, servetimi, düşünebileceğin tüm her şeyi feda edebileceğim kişi. Zayıfım, çünkü beni sevmese bile kalbimde yeşeren o aşkın solmasına asla izin vermeyeceğim. Zayıfım, çünkü ona yalnızca bir kere sarılmak pahasına kendi canımı bile yoluna serebileceğim. Bu zamana kadar çevremdeki herkes, sende dahil, sırf bu yüzden Jungkook'un zayıflığım olduğunu söylediniz. Kabul ediyorum. Jungkook benim zayıflığım, zaafım ama unutmamalısın ki yaşama tutunma sebebim de."

Tüm bu sözler Jackson'un sessiz kalmasını sağladı. Taehyung'a, daha doğrusu bu aşka daha fazla söyleyecek bir şey bulamadı. Bahane üretmeye çalışıyordu çünkü ilk başta herkes gibi Jungkook'a karşı ön yargılıydı. Yine de artık her şey değişmişti, ikili doğal ve saf güzellikle donatılmış bir çiftti artık. Bu güzelliği bozmaya, ilişkilerine karışmaya hakkı yoktu. Bu yüzden sessiz kaldı, "Sen nasıl istersen..." diye mırıldandığında, Taehyung çoktan Jackson'un odasından çıkmıştı.

Jackson ve Taehyung ve Jungkook'un kaldığı odalar karşılıklıydı. Taehyung hemen kendi odalarının kapılarına vurdu. Jungkook kapıyı açtığında, "Hazır mısın sevgilim?" diye sordu, tüm neşesiyle. En ufak bir tedirginliği yoktu, oldukça rahattı. Şimdi Jungkook'un ellerinden tutacak ve hiçbir çekincesi olmadan otelin dışına çıkacaktı. Eğer herkesten büyük bir tepkiyle karşılaşırsa -ki Jackson'un aksine Taehyung bu ilişkinin sevileceğine emindi- öyleyse hiçbir şey olmamış gibi davranacaktı. İlk önce mesleğini bırakırdı, daha sonra ise göz önünde bulunmayı keserdi. Tüm bunları yapmak kendisi için çok da zor değildi. Jungkook'un aşkı her şeye değerdi.

"Hazırım, çıkabiliriz."

Taehyung, Jungkook'un ellerini sıkıca, sanki parkta kaybolmasından korktuğu çocuğuymuş gibi tuttu. Parmaklarını birbirine kenetledi. Birkaç gün önce sadece gümüş halka yüzüklerinden bir tanesini Jungkook'a vermiş ve yüzük parmağına takmasını istemişti. Bu şekilde bir çift yüzükleri bile vardı. Taehyung, parmaklarının birbirine kenetlendiğindeki eşsiz görüntüsüne uzun süre baktı. Çok güzel gözüküyordu. Birkaç küçük detay bile Taehyung'un gözünde can alıcı bir güzellikteydi, kalbi tekliyordu.

Asansöre yöneldiklerinde ve aşağıya, otelin lobisine indiklerinde bile tek düşündüğü bu ilişkiydi. Ona göre diğer her şey önemini yitirmişti. Jungkook'un sevgi ve aşkından başka bir şey düşünemezdi. Taehyung'un varlığı yalnızca tek bir kişiye adanmıştı: o da Jungkook'tu. Başını Jungkook'un omzuna yasladı, hala yürümeye devam ederlerken otelin kapısına ulaştılar.

Jungkook, "Tüm bunları yapmak istediğine emin misin?" diye sordu. Eskisi gibi değildi. Korkmuyordu fakat utanıyordu. Eli ayağı birbirine dolaşabilirdi ve vereceği tepkiler sonucunda Taehyung'u rezil edebilirdi. O anlarda tek düşündüğü şey buydu.

Taehyung gülümsedi. Şu an bile geniş bir kalabalığın kendisini çekeceğini biliyordu. Jungkook'un dudaklarını öptü, "Eminim. Zaten bir kere yakalandık. İkinci kez yakalanmamız da sorun değil. Rahat ol. Her şey çok güzel olacak, bana güvenmiyor musun?"

"Bu hayatta güvendiğim tek kişisin."

"Öyleyse gidelim." Diyerek Taehyung, Jungkook'un tuttuğu ellerini çekiştirdi ve onu dışarıya sürükledi.

Dışarıda çok fazla insan yoktu, Kore'de olmadıkları için büyük bir kalabalık toplanmamıştı. Taehyung asıl kalabalığı havaalanında göreceklerini biliyordu. Yine de o anlarda umursadığı tek şey, şu an kendisini ve sevgilisini çeken kameralardı. Kim Taehyung'u, gittiği her yerde takip eden fanları ustalıkla fotoğraflarını çekmeye başladılar.

Taehyung cilveli cilveli güldü, onu çeken kameralara kaçamak, fakat kendisinden oldukça emin ve çekici bir tebessüm sundu. Kırmızı saçları, üzerine giydiği boğazlı siyah kazağı, dolgun kalçalarını ve ince bacaklarını saran siyah pantolonu, hafif topuklu siyah botları ve kombini tamamlayan siyah deri ceketiyle muazzam bir görüntü oluşturuyordu. Salına salına, biraz da yavaş yürüdü. Adeta fanların onu güzel çekmesine imkân sağlıyordu.

Kısa süre içerisinde arabaya ulaştılar. Jungkook, Taehyung kadar rahat davranamıyordu; her durumda biraz olsun telaşlanırdı. Çekingen yapısı yüzünden hızlı hızlı soluklanıyor ve utandığı için yanakları kızarıyordu. Taehyung, sevgilisinin bu halini tatlı bir tebessümle izledi ve "Hayatımda gördüğüm en seksi ama aynı zamanda en utangaç herifsin." Dedi.

Jungkook bakışlarını Taehyung'a çevirdi, "Bayılacağım sandım."

"O kadar da fena değildi. Çok güzel pozlar verdim, bilerek yan bakışlar attım." Taehyung aynada kendi kusursuz yüzünü inceledi, "Sanki yan profilim daha güzel gibi... Keşke biraz da o şekilde poz verseydim... Yazık oldu!"

"Bu kadar rahat bir adam olman ağzımın açık kalmasına sebep oluyor..."

"Yalnızca sana taparcasına bir aşk beslememe şaşır Jungkook." Derken Taehyung, sevgilisine döndü. Sersem yüz ifadesinde şimdi ciddiyet hakimdi, "Her ne yapıyorsam bizim için yapıyorum. Ben artık koşulsuz şartsız, safi bir mutluluk yaşamak istiyorum. Bu uğurda ilişkimizi bile gün yüzünde yaşayacağım. Çünkü hiçbir şey bize engel olamayacak; seninle dışarı mı çıkmak istiyorum, çıkacağım. Birlikte baş başa, Seul'un en ünlü otelinde yemek mi yemek istiyorum, yiyeceğim. Bir gün şirketten eve kadar el ele mi yürümek istiyorum, yürüyeceğim. Tüm bunları yapmamız için özgür olmamız gerekmiyor mu? Ben bize, bunu sağlıyorum sevgilim."

Jungkook, Taehyung'un ne söylemek istediğini anlıyor ve bu kadar ince fikirli, temiz yürekli ve olağan dışı güzellikle bir adam olduğu için onunla gurur duyuyordu. Bu ilişkiye bir kez daha başladıklarında aslında Taehyung'a adım atması ve ilişkilerini düzenlemesi gereken Jungkook'tu. Fakat gerek Jungkook'un utangaçlığı ve gerekse de ilişki konusundaki tecrübesizliği ipleri bir kez daha Taehyung'un eline almasını sağlamıştı.

Taehyung bu durumu hiç eleştirmemişti. Arada sırada küçük sitemlerde bulunuyordu fakat bunlar da yalnızca şakayla karışık söylenen küçük kırgınlıklardı. Jungkook'ta bunu algılıyor ve direkt olarak kendisini değiştirmek yoluna gidiyordu. Zaten yapılması gereken de buydu. İlişkiler karşılıklı fedakarlıkları doğurmalıydı ve iki sevgili de genç yaşlarına rağmen, bu olgunluğu gösterebiliyordu.

***

Zaman: 26 Ocak 2021

İtalya'da oldukça yorucu geçen günlerin ardından sonunda Kore'ye dönmüştük. Biraz üzgündüm çünkü İtalya'da geçirdiğimiz kısa fakat verimli günler hem Jungkook'a hem de bana ilaç gibi gelmişti. Şimdi ise eskisinden daha yoğun ve stresli günler bizi bekliyordu. Bugün geri dönüş sahnemiz vardı. Üç gün sonra ise, yanı yirmi altı Ocak'ta, yeni dizimizin birlikte oynayacağımız sahneleri çekilmeye başlanılacaktı.

İkimizde kuliste sessizce oturuyor ve sıranın bize gelmesini, çekimlerin başlamasını bekliyorduk. Koreografimiz yorucu ve zorlu değildi. Bu konuda şanslıydık. Tersine birkaç günde, birlikte yaşamaya başladığımız evimizde, pratik yaptığımız esnada öğrenmiştik. Jungkook ile çalışmak benim için öyle keyifliydi ki, yorgunluktan bayılacak gibi olduğumda ve artık ayak tabanlarımda yaralar oluşmaya başladığında bile durmak istememiştim. Jungkook'un da pek itirazı yoktu. Benim aksime hemen yorulan biri değildi, vücudu hep dinçti. Öyle ki geçirdiğimiz yorucu dakikalardan sonra, beni odamıza taşıyacak kadar gücü kendisine her zaman bulabiliyordu bile...

Kuliste çalışan, giysilerimizden sorumlu olan kadın Jungkook'un yanına yaklaştığında ve transparan, siyah gömleği Jungkook'a uzattığında, "Hayır o olmayacak." Diyerek bu fikre karşı çıktım. Kaşlarım kendiliğinden çatılmıştı ve Jungkook'a ters ters bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Onun bu kadar seksi bir kıyafet giymesine tahammül edemeyeceğimi biliyor, bu yüzden kıskançlığımdan keyif alıyordu.

Alayla sırıttı, "Nedenmiş? Bu gömleği sevdim. Bana oldukça yakışacaktır."

"Ona hiç şüphem yok... Bu yüzden istemiyorum zaten."

Tabii ki de çok yakışacaktı. Sorun tam olarak buydu. Ona çok yakışacak; seksi bedenini ortaya serecek, karın kaslarını, kaslı sırtını ve ince belini açığa çıkaracak bir şey giymesini, özellikle de bunu benimle olan geri dönüş sahnesinde yapmasını istemiyordum. "Daha önce de söylemiştim." Derken elimle, Jungkook'un giymesini istediğim kazağı işaret ettim. "Onu giyecek, lütfen onu getirin."

Kadın birkaç saniye bana dik dik baktı. İşine karışmamdan rahatsız olmuştu. Aynı zamanda Jungkook'un yeni stilistiydi ve bakışları... Biraz tuhaf hissettiriyordu. Sanki Jungkook'u yiyecekmiş gibi bakıyordu. Bu da istemsizce ona karşı bilinçli ya da bilinçsiz bir kin duygusu beslememi sağlamıştı.

Elimdeki telefonu koltuğa fırlattım. Geriye yaslandım ve sağ bacağımı, sol bacağımın üstüne attım. Ellerim dizlerimde birleşirken, tırnaklarımı incelemeyi bırakıp kadının suratına baktım. Attığım tehditkâr bakış ve "Sen kimsin?" dercesine, alaylı tebessümüm aklını başına getirmiş olmalıydı.

Asıl patronun kim olduğunu sonunda anlamıştı.

Jungkook ve ben bugün, siyah ve beyaz, aydınlık ve karanlık, iyi ve kötü ya da gece ve gündüz gibiydik. O simsiyah giyinecekti; sevgilim için siyah, boğazlı dar bir kazak seçmiştim. Sert ve çıkık göğsünün bu sıradan kazakla ne kadar çekici gözükeceğini düşündüğümde, doğrusu dudaklarımı ısırmadan duramıyordum. Seçtiğim deri pantolon ise kaslı baldırlarını, uyluklarını ve uzun, kalın bacaklarını fevkalade gösterecek biçimdeydi. Botlarıyla, pantolonundan sarkan zincirlere kadar her şey uyumluydu. Sade fakat çekici bir haldeydi.

Fakat bu anlarda kıyafetlerinin hiçbir önemi yokmuş gibi hissediyordum. Yukarıdan topladığı uzun, sarı saçlarıyla yeterince dikkat çekiyor, aklımı başımdan alan karizması yüzünden bakışlarımı ondan uzaklaştırma çabalarım sürekli başarısız oluyordu.

Kısa tutamları alnına doğru dökülüyor, aynı zamanda ensesini kapatıyordu. Dağınık bir şekilde topladığı sarı saçlarına resmen tapıyordum. Son birkaç gündür, sürekli saçlarıyla oynuyor ve ona yalnızca "Neden boyattın ki?" diye soruyordum. Sahi neden boyatmıştı? Beni yakışıklılığı ve çekiciliği yüzünden tamamen etkisiz hale getirmek için mi?

"Neden bana öyle bakıyorsun?"

"Jungkook... Saçlarını neden boyattın?"

Güzel gülümsemesini bana gösterirken, yan yana oturduğumuz koltukta tamamen bana döndü ve "Bugün bu soruyu bilerek ya da bilmeyerek altıncı kez sordun." Dedi. "Bu kadar sevimli olman seni ısırma isteğimi arttırıyor. Sahneye çıkmamıza kısa bir süre varken yanaklarında iz bırakmamı istemiyorsan, sessiz olmalısın Kim Taehyung."

Gözlerimin içine bakarak sıraladığı samimi iltifatlar yüzünden gülümsemesine eşlik ederken, "Hiç olmazsa bir şans öpücüğünü hak ediyorum." Diyerek şımarık bir tavırla mırıldandım.

Jungkook ilk önce etrafına baktı. Yalnızca iki çalışan vardı. Biraz çekinerek de olsa yüzlerimizi birbirine yaklaştırdı. Elleri yanaklarımı buldu ve dokunmaya kıyamadığı, narin bir nesneymişim gibi yumuşak şekilde okşadı. Dudaklarının baskısını dudaklarımda hissettiğimde, bu kadar zarif bir öpücüğü Jungkook'tan beklemezdim. O ise her zaman olduğu gibi beni şaşırtmıştı işte. Yavaşça öptü beni, dudaklarımız bir yapboz parçası gibi birleşirken, vişne aromalı nemlendiricisinin tadını aldım. Ellerim kendiliğinden, bir refleks gibi, ensesine gitti ve sevgilimi biraz daha kendime çektim. Öpüşmemiz derinlik kazanırken onun kısıkça mırıldandığını hissettiğimde, dudaklarım kıvrıldı. Onu tanıyordum, tek bir öpücüğüm bile arzuyla kasılmasını sağlıyordu. Çok daha fazlasını istiyordu şimdi. Geri çekildim, dudaklarım, yanağında dinlenirken "Hazırlanmalıyız. Yoksa geç kalacağız." Dedim.

"Aklımı başımdan alıyorsun." Derken, içimden biliyorum diye geçirdim ve derin bir iç çektim. Bayılıyordum böyle olmasına. Yalnızca bir öpücük, belki de birkaç saniye. Fakat Jungkook'un bana olan bağlılığı için yeterliydi. Ona bir kez dokunsam, ikinci kez dokunmam için yalvarırdı. Bir kere o tapılası, şehvet barındıran dudaklarını öpsem, çok daha fazlasını isterdi. "Neredeyse şarkı sözlerini unutacaktım..."

Gülümsedim, "Unuttuğunu düşünemiyorum. Sahnede, yalnız ve çaresiz bir şekilde kendi kendime mırıldanırdım sanırım..."

"Seni asla yalnız bırakmam."

Sevgilimin yanaklarını öptüm, saçlarını okşarken "Neden? Neden boyattın?" diye sordum. Bu hallerime kıkırdıyordu. Gülüp geçiyordu işte... Hiç kimse beni anlamıyordu. Jeon Jungkook gibi, dünyanın en seksi adamıyla sevgili olan bendim. Ve Jungkook, sanki eski görüntüsü seksi değilmiş gibi bir de saçlarını sarıya boyatmış, beni alenen kor ateşlerin içine atmıştı. Sonra da neden azgın olduğumu soruyordu... Madem öyle, o da bu kadar yakışıklı ve seksi olmasaydı?

Az önceki sinir bozucu kadın bir kez daha yanımıza yaklaştı, "Son on beş dakika, giyinmelisiniz."

Jungkook isteksiz bir tavırla "Kalkıyorum." Dedi. Bu esnada bakışları tekrar bana döndü. İkimizde heyecanlaydık fakat ilk defa, ben çok daha fazla heyecanlanmıştım ve neredeyse ellerim tir tir titriyor, durduğum yerde duramıyordum. Jungkook bunu sezmiş olmalıydı. Elleri yanaklarıma sardı ve alnıma yumuşak bir öpücük kondurdu, "Sana güveniyorum bebeğim, her şey çok güzel olacak. Biliyorsun."

Ellerim, sevgilimin bileklerine tutunurken "Seni seviyorum." Dedim. Gözlerim kendiliğinden kapalıyken bu defa da dudaklarının yumuşak baskısını göz kapaklarımda hissetim. Öyle güzel seviyordu ki beni... Bazen yalnızca salt sevgisi bile ağlama isteğimi arttırıyordu, "Birlikte başaracağız."

Jungkook ile geçirdiğimiz romantik dakikalar, bir kez daha görevlilerin bizi uyarmasıyla kesildi. Jungkook somurttu, dudaklarımı çok kez ardı ardına öptü ve ardından hızla kalktı. Sevgilim hazırlanmaya başlarken ben de düşünmekle meşguldüm zira hazırlanalı yarım saat kadar oluyordu.

Üzerimde beyaz, korse ve crop üst vardı ve uçlarından beyaz püsküller sarkıyordu. Kollarıma parıldayan, inciler yerleştirilmiş, daha çok kolluğu andıran, bileklerimden başlayıp omuzlarımın üç dört santim altında biten beyaz bir kol aksesuarı giydirilmişti. Bunun dışında beyaz, dar, kot pantolonum ve beyaz botlarımla sade fakat şık gözüküyordum.

Belirgin buklelerimi karıştırdım ve saçlarımın kabarmasını sağladım. Kırmızı saçlarım dikkat çekici ve güzel gözüküyordu. Geri dönüş sahnelerim bittiğinde bir kez daha eski rengine boyatmayı düşünüyordum fakat hem Jungkook hem de yönetmen bu duruma karşı çıkmıştı. Ben de kabul etmiştim. Jungkook seviştiğimiz esnada, "Kırmızı saçların beni azdırıyor." Dedikten sonra zaten istesem bile boyatamazdım. Onu azdıracak bir şeyler bulmak bazen vaktimi alıyordu... Şimdi ise fırsat ayağıma gelmişti, kesinlikle itmek gibi bir hata yapmayacaktım.

***

Hayatımda yaşanan bazı olaylar benim için dönüm noktası niteliğindeydi. Aylar öncesinde tıpkı aynı geri dönüş sahnesindeydim. Bir kez daha ödül almayı heyecanla bekliyor, birinci olacağıma dair hiçbir şüphe duymuyordum. Hiç olmadığım kadar gururlu ve hevesliydim. Çok fazla emek vermiş ve sonucunda da çok kez hak ettiğimi düşünmüştüm. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Yalnızca bu defa, sunucunun sağ tarafında duran, çaylak bir erkek grubu değil de Somi'ydi.

Benim için hiçbir önem arz etmeyen o aptal kız bile, aslında hayatımın dönüm noktalarından biriydi. Jungkook'u benden koparabileceğini düşünmüş, hakkım olan ödülü ellerimden alarak beni kışkırtmış, ve sonucunda da Jungkook'un yalanlarını öğreneceğim uzun bir sürecin başlangıç noktası olmuştu.

Hayat gerçekten garipti ve tutmaya çalışsam bile yakalayamayacağım kadar, hızlı ilerleyen bir maratondu. Yaşadıklarım bir film şeridi gibi süratle gözlerimin önünden geçiyordu; şimdi, bir kez daha geri dönüş sahnemdeydim. Fakat her şey o kadar farklıydı ki... Jungkook benim yanımdaydı. Önümüze çıkan, bizi ayırmak isteyen herkes ise kendi kötülükleriyle doldurdukları havuzlarında boğulup gitmişti. Somi'nin kariyeri mahvolmuş, İngiltere'ye yerleşmeye karar vermişti. Dongmi ise şirketin yönetimini devredip, inzivaya çekilmişti.

Sonuç olarak ben her zamanki yerimde, yani zirvedeydim fakat beni devirmeye çalışanlar, yok olup gitmişti.

Geçmişimi düşündüğüm ve dalıp gittiğim esnada bir anda konfetiler patladı. Çıkan gürültüyle yerimden sıçrayıp refleks olarak solumda bulunan sevgilimin kolunu tuttum. Bu sırada hayranlar sevinçle çığlık atıyordu. Bir anlığına dalıp gittiğim için ne olduğunu algılamakta zorluk çekiyordum.

Sağımda bulunan sunucu, ilk önce eğilip mikrofonu uzattı. Ardından ödülümüzü ve çiçeği verdi. Neşeli bir sesle "Tebrik ederim!" dedi.

Şaşkın şaşkın güldüm, "O-oh... Teşekkürler."

Bu sırada gözlerim Jungkook'taydı. Konuşmasını ve beni bu durumdan kurtarmasını istiyordum. Birinci olmuştuk ve teşekkür konuşması yapmamız gerekiyordu fakat o kadar heyecanlı ve şaşkındım ki yalnızca kekelemiştim. Jungkook ile göz göze geldik, birkaç saniye sonra hemen mikrofonu eline aldı ve "Öncelikle Song Yunah'a..." diyerek konuşmasına başladı.

Konuşurken hayran hayran sevgilimi izledim. Sanki... Gözlerimin önünde büyüyüp olgunlaşmış gibi hissediyordum. Sarı saçlarını savura savura, kendinden emin bir şekilde konuşuyor; birçok hayranın o konuştukça çığlık atmasını sağlıyordu ve ilk defa Jungkook'u kıskanmak yerine, hayranları çok iyi anlıyordum. O kadar seksiydi ki, yalnızca hayranlar değil, ben de çığlık atmak istiyordum.

Jungkook'un eli, ellerimin üzerine kapandı. Kameralara ödülü işaret ederken kendi eline almak yerine ellerimi tutması kalbimi hızlandırdı. Göz göze geldiğimizde sadece sırıttı. Heyecandan kalp krizi geçirecek seviyeye geldiğimi algılıyor gibiydi. "Ve son olarak, şarkımızın söz yazarı olduğu için Taehyung'a da teşekkür ediyorum." Dedi. Hiçbir utanma belirtisi göstermedi. Ne bir saygı eki, ne hyung... Hiçbir şey. Daha sonra bana göz kırptı ve boştaki eliyle belimi tutup beni kendine çekti. Birlikte kameralara poz vermemizi istiyordu.

Ellerini yüz hizama uzattı ve yarım kalp yaptı. Kalbi tamamladığımda, yüzümü kalp yaptığımız ellerimizin arasına yerleştirdim ve kameraya bakış atıp daha sonra tatlı tatlı güldüm.

Jungkook'un beni izlediğini fark ettiğimde ona döndüm. Gözleri kısılana kadar güldü ve göz göze geldiğimizde dudaklarını ısırıp başını önüne eğdi. Utandığını anladığımda, tıpkı onun gibi çekingen bir tebessüm sundum ve eş zamanlı olarak başımızı eğdik. O anlarda, birçok kişinin çığlık attığını hissetsem bile ellerimizi ayırıp arkamı dönerken sadece kızaran yanaklarımın, kameradan gözükmemesini diledim.

Şarkımız tekrardan çalmaya başladı. Bu defa şampiyon idolün gösterisi vardı. Müziğin yalnızca enstrümantal kısmı çalmaya başladı. Bizi izleyen, destekleyen hayranlarıma baktım. Ardından Jungkook'a döndüm. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Tüm bunlar, hayal edebileceğimden çok daha fazlasıydı.

"Tell me something I need to know. Then take my breath and never let it go."

İstem dışı bir şekilde adımlarım, âşık olduğum adama doğru ilerliyordu. Onun yanında olmak istiyordum. Gözlerinin içine bakmak ve onun için yazdığım şarkıyı, yine onun, bana aşkla bakan koyu irislerinin içine bakarak söylemek istiyordum.

"If you just let me invade your space, I'll take the pleasure, take it with the pain..."

Sanki Jungkook'ta hissetmiş gibiydi. Bana doğru yaklaştı. Geniş sahnede dip dibe, göz göze bir şekilde birbirimizi seyretmeye başladık. Gülüyordu, gülüyordum ve yalnızca ikimiz varmışız gibi hissediyordum. Yalnızca o ve ben. Diğer tüm her şey, geçerliliğini yitirmişti.

"And if in the moment I bite my lip, baby, in that moment, you'll know this is..."

Sana nasıl âşık oldum Jungkook? Nasıl bu kadar, tüm hücrelerime ve uzuvlarıma işledin? Sensiz yapamıyorum ve senin olmadığın tek bir an bile, yaşamak istemiyorum. Sana bir hayat bağıyla bağlıyım ve kalbim sana bağımlı. Beni hissedebilir musun? Aşkımı, dudaklarımın tadına her baktığında hissedebiliyor, yüreğime dokunduğunda farkına varıyor musun?

"Something bigger than us and beyond bliss, give me a reason to believe it..."

Ödül ve çiçeği ellerimden bıraktım. O anlarda düşündüğüm tek şey, ellerini tuttuğum bu adamın dudaklarını öpsem ne olurdu ki? Sorusuydu. Kim bana ne diyebilirdi? Canlı yayında olmamız mı sorundu? Hiçbir şey umurunda değildi. Onu öpmek istiyordum.

"'Cause if you want to keep me, you gotta, gotta, gotta, got to love me harder."

Ellerini tuttuğumda beni reddetmedi. Parmaklarımızı birbirine doladı ve sıkıca tuttu. Bu şekilde şarkı ilerledi. Etrafımızı beyaz bulutlar sarmış gibi hissediyordum. Kameralar bizi çekiyordu. Hayranlar çığlık atıyor ve sayısız fotoğrafımızı çekerken, flaşlar ardı ardına patlıyordu. Biz ise yalnızca, birbirimize armağan ettiğimiz şarkıyı söylüyorduk. Sıra onun kısmına geldi. Dudaklarımdaki masum tebessüm, yerini arsız kıkırtılara bıraktı.

"And if in the moment, you bite your lip, when I get you moaning, you know it's real."

Bunu kendisi sonradan yazmış ve eklemek istemişti. Yalnızca bunu düşünmek bile, heyecanlanmamı sağlıyordu. Nefes alışverişlerim hızlandı.

"Can you feel the pressure between your hips? I'll make it feel like the first time..."

Bir anlığına eski Jungkook'u hatırladım. Birlikte söylememiz gereken kısmı yalnız şekilde söylemeye başladığında, yalnızca düşündüm. Onun bu sözleri gözlerimin içine baka baka, kameraların karşısında ve hiç kimseden çekinmeden sarf etmesi bir mucize gibi hissettiriyordu. Çok değişmişti. Bana karşı ilgili, sevecen, hoşgörülü bir adam olmuştu. Olgunlaşmıştı da. Ona baktığımda, eskisinden çok daha farklı olduğunu hissediyordum.

Bir kez daha gözlerinin içine baktım; "Love me, love me, love me..."

Beni sevdiğini biliyordum. Yalnızca bu şarkıyı yazdığım sıralarda... bu duruma olan inancım neredeyse hiç yoktu. Beni sevmediğini biliyordum. Onun için daha çok yatak arkadaşıydım. Şimdi ise, gün geçtikçe beni biraz daha çok seviyordu. Her zaman yanımdaydı. Sevgisinin solup gitmeyeceğine, her daim yeşerip, dallanıp budaklanacağına ve sonsuza kadar, göğe doğru ilerleyeceğini söylüyordu. Ona tüm kalbimle inanıyordum.

"Just a little bit harder, harder, baby."

Yine de hep daha fazlasını isteyecek kadar doyumsuzdum.

Şarkı bittiğinde ikimizde bunun bilincinde değil gibiydik. Yalnızca mikrofonu dudaklarımdan uzaklaştırdım. Aynısını o da tekrarladı. Gülümsediğimde, dudaklarım arasından çıkan "Seni seviyorum." Fısıltısı, gözlerindeki ışıltıları arttırdı.

Dudaklarıma uzanır gibi oldu. Beni öpeceğini düşündüğüm sırada geri çekildi ve ensesini kaşırken tıpkı benim gibi "Seni öpmek istiyorum." Diye fısıldadı. Onun da benim gibi olduğunu anladım. İkimizde başka bir şey düşünemeyecek haldeydik. Birbirimize o kadar odaklanmıştık ki, sahne kenarından görevlilerin bize artık sahneden inmemiz yönünde talimat vermesi bile, bizi kendimize getiremiyordu.

Yalnızca birkaç saniye olduğum yerde bekledim ve aklımdan geçeni yaparsam, ne olabileceğini sorgulamaya başladım. En fazla ne olabilir ki diye kısa süreliğine düşündüm fakat umurumda bile değildi.

Bugün, hayatımın en mutlu günüydü ve ben bunu hak ediyordum. İlk önce elimdeki mikrofonu yere bıraktım. Ardından, gözlerinin içine bakarken ellerim yanaklarına sarıldı ve dudaklarımızı birleştirdim. Ellerim altında titrediğini hissettiğimde neredeyse kıkırdayacaktım. Gözlerinin irice açıldığına, ellerinin boşluğa düştüğüne emindim çünkü mikrofonu düşürdüğünde çıkan ses, kulaklarıma zarar verse de onu öpmekten vazgeçmedim.

Geri çekildiğimde irileştirdiği gözleriyle öylece bana bakıyordu. Bu sevimli halleri kalbimi ısıtıyordu, ona olan sevgimi nasıl ifade edeceğimi bilemezken dudaklarım arasından "Seni dünden daha çok ama yarından daha az seviyorum." Fısıltısı döküldü.

İlk defa duymuş olduğu bu cümle onu da gülümsetti. "Sana söyleyebilecek romantik bir cümlem yok ama..." dediğinde yalnızca kahkaha attım. "Ama... Seni çok seviyorum."

Jeon Jungkook... Her zamanki gibiydi.

Aşka dair pek bir fikri yoktu. Romantiklik yapmayı bilmiyordu. Centilmen bir adam değildi. Daha çok liseli genç erkekleri andırıyordu. Fakat bu halleri o kadar çok hoşuma gidiyordu ki, her zaman bu şekilde kalmasını istiyordum. Masumdu, çok güzel bir kalbi vardı ve bana olan sevgisinden şüphe duymazken, karizmatik bir adam olmasına ihtiyacım yoktu.

Bir ömür boyu, benim genç erkeğim olarak kalmasını istiyordum.

"Seni öpmeye devam edebilir miyim?"

Soruma yanıt vermemeyi tercih etti. Bir anlığına bunu olumsuz olarak değerlendirdim fakat o, bunun yerine ellerini belime sardı. Beni hızla kucağına çekti. Ayaklarım yerden kesildi. Ayaklarının üzerine basmak zorunda kaldım. Hiçbir itirazı yokmuş gibiydi. Yavaşça dudaklarımı öptü. Sert ve hızlı değildi. Her öpücüğünde, içimden bir şeyler alıp götürmek ister gibiydi... Bu, yavaş oluşuyla canımı yakan ve aynı zamanda bana hayat veren bir öpücüktü.

Onun, benim için cennetten gönderilmiş olacağını düşündüğüm kadar, değerli bir öpücüktü.

Ben ve Jeon Jungkook... Bir devrin unutamayacağı, değerli bir çift olacak kalacağız.

Çünkü biz, birbirimizi çok sevdik. Koşulsuz, şartsız ve hiçbir engel tanımaksızın. Gerçek bir aşk hikayesinin, ana karakterleri olabilecek şekilde.

-SON-

Continue Reading

You'll Also Like

26.8K 2.9K 14
Taehyung apartmana yeni taşınan komşusunun, iki sene önce kendisini terk eden eski sevgilisi Jeon Jungkook olduğunu bilmiyordu. Boksör Jungkook!
9.6K 1.4K 8
Onunla kollarımın arasında bir oğlan varken tanıştım, o kollarının arasında ben varken gerçek beni tanıdı.
93.4K 4K 21
Yabani dizisinden tanıdığımız Asi ve Alaz'ın muhtemelen hiç yazılmayacak anlarına dair tek veya birkaç bölümden oluşacak hikayelerdir.
491K 56.4K 33
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.