Love Me Harder | Taekook

By dameadrasteia

28.6K 2.7K 2.2K

Taehyung, her şeye rağmen aşkının, Jungkook'un peşinden gidecekti; Jungkook ise, Taehyung'un aşkını kabul etm... More

1| ''You will pay the price of playing with me.''
2| ''I'm insatiable to you.''
3| ''I'm jealous of you.''
4| ''But you're lucky, I'm more insatiable than you.''
5| ''After what you told me, I will never tell you come back.''
6| ''There is only one thing I know. I don't want to lose you.''
7| ''I feel uneasy when you're not with me.''
8| ''I'm trying to open myself up to you, to overcome things.''
9| ''I'm crazier than that girl and anyone else.''
11| ''I will do anything to win you back.''
12| The resulting secrets.
13| ''The most special and beautiful thing this world has to offer.''
14| The end of everything.
15| ''If you don't want my dad to hear us, you have to make me quiet.''
16| ''I want you to have me until it consumes me.''
17| ''I want you to love me harder every time than before.''
Final| ''I love you more than yesterday but less than tomorrow.''

10| ''It's too late for us now, Jungkook.''

1.3K 143 103
By dameadrasteia


10| "It's too late for us now, Jungkook."

Her insan, hayatının belirli aşamalarında dönüm noktalarıyla karşılaşır; bazen küçük bir karardan doğan büyük sonuçlarla karşı karşıya kalır, bazen ise büyük bir kararın ardından gelen küçük sonuçlar hayatında yer edinir. Jungkook için Taehyung'u herkesin ortasında öpmek, küçük bir kararın ardından doğacak olan büyük sonuçların habercisiydi. Bir anlık gelişen, küçük bir karardı. Dudakları arasında milimler varken ve sevgilisinin sıcak nefesi, Jungkook'un içini yakıp kavuruyorken, bu duruma karşı koyması çok zordu. Jungkook, sevgilisine karşı hassastı ve belki de ilk defa bu yüzden, düşünmeden küçük bir karar vermiş, dudaklarını birleştirmişti.

O an, etrafında tanımadığı insanlar, baş belası Somi ve diğer, Jungkook için tehdit oluşturan hiç kimse yoktu. Jungkook'un gözleri yalnızca sevgilisini görüyordu. Kalın, vişne çürüğünü andıran dudaklarını, küçük, biçimli burnunu, ona her ne olursa olsun aşkla bakan, elaya çalan gözlerini ve kusursuzluğun bir simgesi haline gelen güzel yüzünü görüyor; sevgilisi dışındaki tüm her şeye kör olmuş gibi davranıyordu.

Düşündü, belki de kısacık bir zaman diliminde almış olduğu büyük karar buydu. Jungkook, düşünmekten nefret ederdi. Düşünmek kafasını karıştırıyor, onu yanlışa itiyordu fakat bugün ilk defa, kendisini düşünmeye zorladı ve aklına gelen yine aynı soru oldu.

Karşısında; eşsiz bir güzelliğe, en önemlisi de kirli duygulardan arınmış saf bir kalbe sahip olan, kendisini seven, âşık olan, her ne yaparsa yapsın ondan vazgeçmemiş olan bu adamı, hak ediyor muydu?

İlk defa kendisini tehlikeye attığında ve herkesin ortasında Taehyung'un, çilek tadı aldığı dudaklarını öptüğünde Jungkook kanında dolaşan bu adrenalinin ona zevk verdiğini hissetti. Taehyung sayesinde ilk önce şehveti tatmıştı, ardından birini arzulamanın nasıl bir his olduğunu öğrenmişti; öte yandan sevgiyi, aşkı iliklerine kadar hissetmişti. Şimdi ise yasak olanın verdiği hazzı tattı ve bu uğurda, defalarca kez Taehyung için yanmaya hazır olduğunu düşündü.

Taehyung farkında değildi; Jungkook'a her şeyi öğretiyor olduğu gibi bugün de, korkusuzluğun vermiş olduğu o özgürlük hissini keşfetmesini sağlamıştı.

Jungkook geri çekildiğinde, hissettiği yoğun duyguların getirisiyle kahkahalarla gülmek, aynı zamanda ise Taehyung'u defalarca kez öpmek istedi.

Herkesin burada olmasını umursamadan dudakları parçalanana kadar öpüşmeyi ve hatta çimlerin üzerinde sevişmeyi arzulamaya başlamıştı. Jungkook bu denli arzuyla dolmuşken, Taehyung'un gözlerinin içine, ışıl ışıl parlayan gözleriyle bakıyor ve bir cevap bekliyordu.

Tam olarak ne duymak istediğini bile bilemeyecek kadar zihni karmakarışık bir hal almıştı fakat Taehyung'un, attığı ilk adım karşısında ona bir şeyler fısıldamasını bekledi. Sevgilisinin ince belini saran avuçlarını hafifçe hareket ettirdiği sırada, dudaklarında da belirli belirsiz bir tebessüm oluştu. "Taehyung?" diye sordu, alçak bir tonda.

Taehyung, hala dudaklarının az önceki sert öpücüğün etkisiyle sızladığını hissederken, baştan ayağa titriyordu. Bunu beklemediği aşikardı. Taehyung hiçbir zaman sevgilisinin cesaretli davranamayacağını düşünmüş, bu sebepten ise acımasızca, her defasında onu aşağılamaktan geri durmamıştı fakat bugün geçmişte söyledikleri için mahcup hissetmişti.

Jungkook en sonunda Taehyung'un aylardır bekliyor olduğu o adımı, en güzel şekilde atmıştı.

Esmer ellerini sevgilisinin kaslı kollarına yerleştirdi. Saten gömlek, Jungkook'un sıkı pazuları yüzünden neredeyse yırtılacakmış gibi duruyordu. Esmer alt dudağını dişleri arasına alırken, herkesin gözü önünde olmaları sebebiyle, "Jungkook." diye fısıldadı. Hala yüzleri arasında az bir mesafe var olduğundan, sonunda tuttuğu nefesini sevgilisinin yüzüne üfledi ve, "Sen gerçek misin?" diye sordu. Yüzünde yer edinen şapşal ifade, Jungkook'a tatlı geldiği için dudaklarında geniş bir tebessüm oluştu.

"Gerçek olmamasını mı isterdin?"

"Bu anın gerçek olması için tüm varlığımı feda edebilirim."

Jungkook, sağ eliyle Taehyung'un ensesini yumuşak bir şekilde kavradığında alınlarını birleştirdi. "Bu anı, sana daha önce gerçekleştirebilmek adına tüm varlığımı feda edebilirim." Taehyung'un gözleri ensesinde hareket eden parmakların etkisiyle kapanırken, hoş sesiyle kıkırdadı.

Jungkook ise, "Ama her şey için çok geç kaldım." diyerek, konuşmayı sürdürdü. Acı çektiğini belli ediyordu. Eskiden duygularını saklamak konusunda usta olsa da, şimdilerde bunu saklamak kendisi için çok zordu. Patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Daha fazla dayanamıyordu ve biraz daha sınırları zorlanmaya devam ederse, her şeyi tüm çıplaklığıyla anlatacaktı.

"Eğer her şeyi anlatırsan geç kalmış sayılmayız."

Esmerin sözleri, Jungkook'un içindeki düşüncelere cevap niteliğindeydi. "Söz veriyorum." dediğinde, oldukça kararlıydı. Buraya gelirken hala tereddütler yaşasa bile, bu his yerini sorgulanmayacak kararlara bıraktı. "Söz veriyorum, bu gece her şeyi anlatacağım."

Taehyung sol eli, sevgilisinin ensesini okşayan elini bulduğunda ikili birbirlerinden yavaşça ayrıldılar. O an ikisi içinde, etrafta onlarca insanın olması sorun değildi. Taehyung için bu hiçbir zaman sorun olmamıştı; Jungkook için ise, Taehyung'u kaybetmekten daha büyük bir sorun yoktu ve bu uğurda, defalarca kez, aynı şeyi tekrarlayabilirdi.

"Odamıza çıkalım." dedi, Taehyung yumuşak bir sesle. Sevgilisinin elinden tuttuğu sırada, ikisi de aşk sarhoşuydu; çevrelerindeki tüm herkese kör, bir tek birbirlerine odaklı ve geri kalan her şeye karşı umursamazlardı.

Jeon Somi'nin elleri arasından kayıp giden ve ayak uçuna düşüp, tüm bacağına içerisindeki alkolün dökülmesine sebep olan bardak, şiddetli bir şekilde yeri boylayıp rahatsız edici bir ses eşliğinde kırıldığında, Taehyung ancak kendisine gelebilmiş, bakışlarını kin bağladığı kıza çevirmişti.

Taehyung, zihninde yoğun olarak gelgitler yaşayan birisiydi. Bir anı, bir anını tutmazdı; ağlarken bir anda gülebilir, saf duygularının yerini şeytani içgüdüler alabilirdi. Tekrar, aynı durum söz konusu oldu. Taehyung'un dudaklarında yer edinen tatlı tebessümün yerini, bir tilki kadar kurnaz olduğunu hissettiren bakışlar aldı.

Elaya çalan gözlerini, Somi'nin lensli, mavi gözlerine dikti. Jungkook'un tuttuğu parmaklarını, kendi parmakları arasına aldı ve sıkıca kenetledi. Bunu Somi'ye gözdağı vermek için yaptığı apaçık ortadaydı. Çevresindeki insanlarda ikilinin husumetini bilmese bile, bir sorun olduğunu sezmişti. Somi'nin sinirden seğirmeye başlayan gözlerini gördüğünde Taehyung, belki durabilirdi ama durmadı. İntikam hırsının vermiş olduğu şevkle daha da ileriye gitti.

Sırtını sevgilisinin sert göğsüne yasladı. Az önce birleştirmiş olduğu ellerini ise, karnının üzerine yerleştirdi. Tıpkı bir kedi yavrusu gibi, Jungkook'un kolları arasında kaybolmak istiyordu. Başını yana çevirdi ve sağ yanağını, sevgilisinin göğsüne sürttüğünde tatlı bir şekilde kıkırdadı. Jungkook'un Taehyung'un tatlı hallerine zaafı vardı. Taehyung bunu bildiği için, sevgilisinin zaaflarıyla oynamaktan çekinmemişti.

Jungkook bu görüntüye daha fazla dayanamadı ve başını eğerek, gri saçlara dudaklarını bastırdı. "Beni sevimliliğinle çıldırmak mı istiyorsun?" diye sorduğunda, Somi işittiği sesle birlikte aklını kaybedecek noktaya gelmişti.

Taehyung sevgilisine cilveli bir kıkırtı sunduğunda Somi'nin gözlerinin içine baka baka, "Benim için, her anlamda çıldırmanı istiyorum." diye, fısıldadı. Ardından Jungkook'un dudaklarına uzandı fakat gözleri hala Somi'nin üzerindeydi. "En çok da, yatağımızda..."

Jungkook'un kıkırtısı, Somi için son noktaydı. Gözlerini sımsıkı kapattığında sakinleşmek adına derin nefesler almaya başladı fakat başarılı olması imkansızdı. Bu hayat, gerçekleri kabullenmekte zorlanan insanlar için bir işkenceden farksızdı ve Somi, her zaman olduğu gibi bulunduğu bu durumu kabullenemedi. En başta kabullenebilseydi eğer, zaten tüm bu yaşananlara maruz kalmayacaktı.

Jungkook, kendisini hiçbir zaman sevmemişti; ne Taehyung'tan önce ne de Taehyung'tan sonra hayatında hiçbir zaman yeri yoktu. Bu karşılıksız sevgi, Somi'nin kabullenmeyişi yüzünden, saplantılı bir ilişkiye döndü. Somi, Jungkook tarafından değersizleştirildiği her an, Jungkook'a daha yoğun hisler besledi; hislerinin takıntıya evirilmesine engel olamadı.

Takıntısını belli edecek türden, tüm bedeni baştan ayağı titremeye başladığı sırada, boğazından hırlamaya benzer bir ses çıkardı. Taehyung'un bakışları, sevgilisinden Somi'ye döndüğü sırada, kızın üstüne yürüdüğünü fark etti.

Bu, bu gece için Taehyung'un ilk galibiyeti değildi; fakat küçük bir kararın getirdiği, büyük sonuçların en etkilisiydi.

Kız, tüm hıncını almak istercesine çimleri döve döve Taehyung'un üzerine yürüdüğünde, "Sürtük!" diye haykırdı. "Sen bir sürtüksün!"

Taehyung bahçede yankılanacak türden koskoca bir kahkaha patlattı, "Sanırım..." dediği sırada, alt dudağını dişleri arasına almış, düşünüyormuş gibi yaparak bakışlarını havaya dikmişti. "Yatakta öyleyim, ama ilk önce sevgilime sormalıyım." Ardından sevgilisine döndü ve sert göğsünü okşarken, dudaklarını şirince büzdü. "Değil mi Jungkook?"

Jungkook, sevgilisinin sorusunu yanıtsız bıraktı. Bunun yerine Taehyung'un önüne geçti ve iri cüssesiyle, sevgilisinin minik bedenini kapatırken, kızın önünde durdu. Taehyung'un aksine umursamaz davranamıyordu çünkü kız, Taehyung'u parçalamak istermiş gibi üzerine yürüyordu. "Ne yaptığını sanıyorsun?" derken, kızın bileklerini tutmuş ve ittirmişti. Eğer yapmamış olsaydı, kız sevgilisine saldıracaktı. "Kes şunu, Somi!"

Kız, ince sesiyle bağırarak "Bırak beni!" dediği sırada, Jungkook'u ittirmeye ve Taehyung'a ulaşmaya çalışıyordu. Fakat Jungkook, Taehyung'un koruması görevini görmüş, sevgilisini saklamayı başarmıştı.

Bu durum Somi'yi daha da çıldırtıyordu.

Zira Taehyung yanaklarını şişirdiği sırada, beyaz spor ayakkabılarını çimlere sürtüyor; sevgilisinin iri cüssesi yüzünden göremediği manzara sebebiyle ezdiği çimleri izlerken, bir taraftan da haftalar önce Somi'nin yaptığı hile sonucu ödülünü aldığı gün seslendirdiği şarkıyı mırıldanıyordu.

Şişirdiği dudaklarını serbest bıraktığı sırada, tıpkı küçük çocuklar gibi tatlı bir şekilde ayak uçlarında yükseldi. İşaret parmağıyla Jungkook'un omzunu dürterken, "Jungkook," diye mırıldandı, oldukça şirin bir ses tonuyla. "Son çıkardığım şarkıyı dinledin mi? Hani, hiç ödül alamamış olan..." Ardından, parmak uçlarında yükselmeyi bıraktı ve bu defa da sevgilisinin sol tarafından sıyrılarak Somi'ye baktığı sırada yüzünü buruşturdu ve işaret parmağını kıza doğrultarak, tıpkı bir çocuk gibi, "Bu kız benim ödülümü çaldı!" diye, çığırdı.

Şu an karşısında kızla kavga edebilir, korumaları yardımıyla kızı yaka paça dışarı attırabilir ya da ona saldıran bu cılız kızı parçalayabilirdi. Fakat o, kılını kıpırdatmaktan sözleriyle bu kızı mahvedebilecek güce sahipti.

Dudaklarındaki tatlı tebessüm saniyeler içerisinde, kibirli bir kıkırtıya dönüşürken dudaklarını oynatarak, "Küçük sürtük." dedi. Ardından tekrar sevimli bir şekilde gülümsedi ve sevgilisinin arkasına saklandı.

Bu sırada Kim Taehyung'un menajeri ve aynı zamanda koruyucu meleği olan Jackson, hızla Taehyung'un yanına yaklaştı. Taehyung ise kaşlarını kaldırdı ve yanına yaklaşmamasını işaret etti. Bunun sebebini anlamayan Jackson, gözlerini kıstı ve idolünün neyi ima ettiğini anlamaya çalıştı. Taehyung, elini cebine attı ve telefonu hafifçe cebinden çıkardı. Ardından tekrar cebine soktu ve Jackson'a göz kırptı.

Jackson saniyeler sonra mesajı aldığında, bağırıp çağıran, anlamsız şeyler söyleyerek Taehyung'un üzerine yürüyen kızı videoya almak için, adım adım havuz kenarından uzaklaştı. Olanları net bir şekilde çekebilmek için bahçenin çıkışına ilerlemişti ki, ondan çok daha önce Sihyeon'un tüm olanları baştan sona kameraya çektiğini fark etti.

Jackson, şaşkın bir şekilde Sihyeon'a baktı. "Bu da ne demek oluyor? Sen-"

Kız avucunu Jackson'un dudaklarını bastırdı ve konuşmasını engelledi. Videoyu durduğu sırada, Jackson'a döndü ve ellerini çekti. "Ne, ne demek oluyor?" diye sordu, alaylı bir tebessümle.

"O senin arkadaşın, neden onu videoya çekiyorsun?"

"O sürtük benim arkadaşım değil."

"Taehyung ve beni, partiniz olduğunu iddia ettiğin o lanet yere neden çağırdın öyleyse?!"

"Çok yakışıklı ve karizmatik bir adamsın ama neden bu kadar çok bağırıyorsun?" dedi, Sihyeon yüzünü buruştururken. "Anlatacağım ama önce bana numaranı ver."

"Neden?"

"Bilmem." dedi, Sihyeon ince dudaklarını büzerken. "Belki akşam bana geçeriz."

Jackson gözlerini devirdi. "Videoyu bana mı atacaksın?"

Sihyeon, Somi'nin anlamsız bağırışlarından başka bir şey duyulmayan sessiz bahçeye tatlı bir kıkırtı bıraktı ve Jackson'a doğru birkaç adım attı. "Somi'yi ifşa etmek istiyorsan, evet. Neticede Kore'nin en ünlü idolüne hem sürtük diye bağırdı, hem de üzerine yürüyüp saldırmaya kalktı... Bu durumda ne olacağını tahmin edebiliyor musun?"

Kore'de bilinen bir gerçek vardı ki, o da Kim Taehyung'un hayranları kesinlikle idolünün hakları korumak konusunda bir numaraydı. Bu haber, herhangi bir siteye düştüğü anda Somi'nin uğrayacağı psikolojik baskıların haddi hesabı yoktu ve Sihyeon ve Jackson, bu durumun bilincindeydi.

İkisinin de dudaklarında zaferin getirisiyle geniş bir gülümseme peyda oldu. "Kızın kariyerini başlamadan bitirmek gibi bir şansımız var." diyerek Sihyeon, Jackson'un söylemek istediklerini sesli bir şekilde getirdi. "Ve... Bence bana teşekkür etmelisin çünkü o bardağı düşürdüğü anda o hasta kızın Taehyung'a saldıracağını bildiğimden, videoyu en başından beri çeken bendim. Yani sürtük diye bağırmasını benim sayemde ifşa etmiş olduk."

Jackson tek kaşını havaya kaldırdı ve kızı süzdü. "Aynı zamanda Taehyung'un Jungkook'a sevgilim deyişini de çektin."

"Taehyung'un sesini videodan silmek çocuk oyuncağı."

"Boş zamanlarda insanları mı ifşa ediyorsun?" diye sordu Jackson alayla. "Bu her şeyi biliyorum havalarını neye borçluyuz?"

Sihyeon siyah saçlarını geriye savurduğu sırada, şen şakrak bir kahkaha attı. "Çünkü her şeyi biliyorum, menajer."

***

Somi, Taehyung'un amaçları doğrultusunda kullanılmış, işi bittiğinde ise güvenlikler kendisini nazik bir şekilde, dışarı yönlendirmişti. Jungkook, Somi'nin bu şekilde durmayacağını bildiğinden, Taehyung'tan izin isteyerek Somi'nin yanına ulaştı.

Genç kız, yaslandığı arabadan çekildiği anda, "Sen şerefsiz herifisin tekisin!" diye bağırdı. Jungkook bugün bu gürültücü sese o kadar fazla tahammül etmeye çalışmıştı ki artık sabrı taşmıştı. Yüzünü buruşturdu ve eliyle durmasını işaret etti.

"Bağırmayı kes. Başımı ağrıtıyorsun."

Somi bir kez daha, "Ona anlattın mı?!" diye bağırdığında, Jungkook'u dinlemediğini belli ediyordu. "Nasıl bu kadar rahat olabilir? Çıldıracağım! Jungkook, ona anlattın mı?"

Jungkook omuz silkti. "Anlatacağım."

"Her şey için çok geç." dedi kız. Ardından başını iki yana salladı ve alay ettiğini belli edecek türden kıkırdadı. Jungkook'un kendisinden emin tavırlarına sinirlendirmişti, "Yarın sabah olduğunda, kendisi öğrenecek zaten. Çok geç kaldın." diye ekledi, bilinçsiz bir şekilde.

"Yarın sabah mı?"

Jungkook'un sorusuyla birlikte Somi, nasıl bir hata yaptığını yeni fark ediyordu. Gözleri irice açıldı ve dudaklarını konuşmak için araladığı sırada, tekrar birbirine bastırdı.

Jungkook bir kez daha, "Yarın sabah mı!" diye gürlediğinde Somi korkuyla yerinden sıçradı ve başını uysal bir şekilde sallamak zorunda kaldı.

"E-evet." dedi, sesinin titremesine mâni olamazken. "Bunu bilmiyor muydun?"

"Böyle anlaşmamıştık. Taehyung'un doğum gününün ertesi günü olacağını söylenmemişti bana!" Jungkook saniyeler içerisinde, tüm bedeninin öfkeyle kasıldığını fark ettiğinde, nefret ettiği kızı kollarından yakaladı ve sarstı. "Sen istedin değil mi? Taehyung'un canını daha çok yakmak için?!"

Somi dolan gözlerini sevdiği adama çevirdiğinde, "Benim canım yeterince yandı." dedi, titreyen sesiyle. "Biraz da onun yansın istiyorum."

"Sen bir ruh hastasısın."

"Ben sadece aşığım." dedi, kız gözyaşlarını elinin tersiyle silerken. Ardından omuzlarını çekti ve Jungkook'un gözlerinin içine baktı. "Sen ise buna rağmen bana bir kere bile şans vermedin."

Jungkook kıza dik dik baktı. "Hiçbir sorun çıkarmadan defol git buradan." diyerek, işaret parmağıyla otoparkın kapısını işaret etti ve arkasını dönüp, taşlı yol boyunca yürümeye başladı.

Arkasından ağlayan ve ismini sayıklayan kıza karşı en ufak bir his beslemediğinden, kendisinde üzülmek gibi bir hak bulamadı. O hakkı bulsa bile üzülmeyeceği su götürmez bir gerçekti. Jungkook'un hayatını mahveden kişi, Jeon Somi'ydi. Burada ağlayacak ve isyan edecek biri varsa o da Jungkook'un ta kendisiydi; genç yaştaki bir kızın takıntılarının kurbanı olmuş, tüm hayatı zehir edilmiş ve tehdit edilmişti.

Yine de, tüm bunlar geçmişte kalmıştı. Jungkook hızlı adımlarla taşlı yolda yürüdüğü sırada, herkesin evden birer birer çıkıp, arabalarına doğru adımladığını gördü. Parti bitmişti. Taehyung ve Jungkook yalnız kalacaktı. Saat gece yarısını geçtiği sırada, Jungkook'un tüm gerçekleri Taehyung'a anlatması için az bir vakti kalmıştı. Adımlarını hızlandırdı, sanki o söylemeden önce biri Taehyung'a söyleyecekmiş gibi, korkuyor, bu sebepten koşar adımlarla eve yürüyordu.

Taehyung, arkadaşlarıyla kapının önünde vedalaşırken, Jungkook sevgilisinin gözlerinin içine baktı. Ardından bakışlarıyla eve gelmesini işaret etti ve sevgilisini beklemeden içeri girdi. Taehyung, Jungkook'un isteğini yerine getirerek seri bir şekilde Nayeon ve Momo'ya veda ettikten sonra, son misafirlerinin de gitmesiyle evinin kapılarını kapattı ve salonda onu bekleyen sevgilisine döndü.

"Sonunda baş başa kalabildik."

"Evet, şimdi ise konuşmamız gerekiyor."

"Yorgunum." diye sızlandı, esmer olan. "Yatmadan önce konuşsak?"

Esmer dudaklarını büzerek sevgilisine baktığında, Jungkook başını sallamakla yetindi. Nasıl anlatacağı konusunda tereddütleri vardı; cümlelerini nasıl toparlayacağını bilmiyor, doğum gününde böyle bir şeyi itiraf ettiği için ise, vicdan azabı çekiyordu. Öte yandan ise başka çaresi yoktu, bunun farkındaydı. Taehyung yarın sabah öğrendiğinde her şey mahvolacaktı; fakat şimdi söylerse, âşık olduğu adamı yanında tutmak için, küçük de olsa bir umudu olacaktı.

Jungkook düşünceleriyle boğuştuğu sırada arkasını döndü ve bahçede, partiden arta kalan dağınıklıklara kısaca göz gezdirdikten sonra sürgülü cam kapıyı kapattı. Kapının hemen yanında bulunan tuşlara bastığı sırada, otomatik açılıp kapanan siyah panjurlar yavaşça aşağı indi ve salon, köşelerde bulunan lambaderlerin loş ışığıyla aydınlanmaya başladı.

"Bu korse beni boğdu." diyerek isyan eden sevgilisine döndüğünde, Taehyung'un umursamaz bir şekilde karşısında çıplak kalışını, yanak içlerini kemirerek, büyük bir hayranlıkla seyretti.

"Bu korseyle çok güzel gözüküyorsun."

Taehyung, sehpanın üzerindeki içki şişelerinden birine uzanıp bardağa doldurduğu sırada kıkırdadı. "İstersen sevişirken de üstümde kalabilir." İçkisinden bir yudum aldı ve göz kırptıktan sonra sehpaya bıraktı.

Jungkook, sevgilisine, duyduğun şeylerden sonra benimle sevişmek istemeyeceksin, diyemeyeceği için, "Yorgun gözüküyorsun." diyerek, Taehyung'u nazik bir şekilde reddetti. "Dinlenmen daha iyi olacaktır."

Taehyung bakışlarını kısaca Jungkook'un üzerinde gezdirdiği sırada, ilk önce korse kemerini çıkardı ve krem rengi koltukların üzerine attı. Ardından ayakkabılarından ve pantolonun da kurtulduğunda, geriye bir tek üzerinde uzun, omuzlarından düşen beyaz gömleği kalmıştı.

Parmak uçlarında koltuğa yürüdüğü sırada, biraz ilerisinde duran sevgilisini üstündeki saten gömleğinden yakaladı ve çekiştirerek koltuğa oturmasını sağladı. Kendisi de yan bir şekilde kucağına yerleştirdiğinde, "Ne bu halin?" diye sordu, dudaklarını büzerek. "Üzgün gözüküyorsun."

"Üzgün hissediyorum." dedi, Jungkook dürüstçe.

"Anlatacağın şey yüzünden mi?"

Jungkook, başını sallayarak sevgilisini onayladı. "Evet." dedi, alçak bir tonda. Bu sırada sağ eli sevgilisinin çıplak bacaklarında dolaştı. Üst bacağından, baldırlarına kadar ince bacakları okşadığı sırada, sol eliyle de sıkıca sevgilisinin ince belini kavramıştı. "Beni istememenden korkuyorum."

"Senden her zaman bana karşı dürüst olmanı ve sakladığın her neyse anlatmanı rica ettim." Taehyung sevgilisinin çenesini nazikçe tuttu ve bakışlarının, kendisine dönmesini sağladı. "Şimdi ise anlatacağını, bana karşı dürüst olacağını söylüyorsun. Söz veriyorum, sonuna kadar seni dinleyeceğim Jungkook. Senin aksine ben bunu yapabilirim çünkü."

"Yine de beni dinlesen bile-"

"Eğer anlattığın şey beni tatmin etmezse," dediği sırada, sevgilisine imalı bir bakış attı. Bu sırada sol eliyle, Jungkook'un çenesinin altında yeni yeni beliren kirli sakalları okşuyordu. "Burnundan getireceğim."

"Beni terk etmediğin sürece, her şeye razıyım."

Taehyung baş parmağını sevgilisinin alt dudağında gezdirirken, "Artık karşında, eski, aptal Taehyung yok." diye fısıldadı, tehditkâr bir şekilde. Ardından aralık dudaklarına minik bir öpücük kondurmuş, kıkırdamıştı. "O yüzden, yaptığın her neyse bedelini de ödeyeceksin."

"Ben bedelini ödemeye de razıyım. Yalnızca senin üzülmeni istemiyorum." dedi, Jungkook.

Bazı şeylerin eskisi gibi olduğunu düşünüyor, bu sebepten anlatacağı şeylerin Taehyung'u üzmesinden endişe ediyordu. Fakat eski Taehyung'tan eser kalmadığının henüz farkında değildi. Taehyung ise bunu belli etmek istediği için, "Artık senin için üzülmüyorum, Jungkook." dedi, başını iki yana sallayarak. Dudaklarında kibirli bir tebessüm vardı. "Bundan sonra üzülmesi gereken kişi sensin. Bunu anlamıyor musun? Beni her seferinde kaybeden ve kendinden soğutan taraf sensin ve artık başarmış sayılırsın."

Jungkook, kucağında oturan sevgilisinin gözlerinin içine baktı. Taehyung'un gözleri artık ışıl ışıl bakmıyordu; kalbinde solmuş binlerce çiçeğin anısına Taehyung artık, biraz kırgın, yorgun, tükenmiş ve pes etmiş bir ifadeyle bakıyordu, sevgilisinin iri, siyah gözlerine.

Jungkook, buna rağmen Taehyung'un sevgisini hissedebiliyordu. Zaten Taehyung'un kendisi de Jungook'u hala sevdiğini kabul ediyordu fakat yorulmuştu. Eskiden, Jungkook için aşabileceği yüksek dağlar, sonsuz yollar ve uçsuz bucaksız denizler varken, artık yalnızca birkaç adım yürüyebileceğini hissediyordu; Taehyung, Jungkook için çabalarken sonsuz yolları, yüksek dağları ve uçsuz bucaksız denizleri aşmış kadar yorulmuştu. Bir kez daha aynı hevesle başlayabileceğine olan inancını kaybetmişti.

Sevgilisinin kendisinden soğuduğunu düşündüğünde Jungkook, kalbinin teklediğini hissetti. Bacakları endişenin getirisiyle kasılırken, sevgilisinin onu terk etmesinden korktuğu için, gitmesini istemediğini belli edercesine beline sardığı ellerini sıklaştırdı. "Ne demek istiyorsun?" diye sordu, ürkek çıkan sesiyle.

Taehyung, Jungkook'un çenesini okşamaya devam ederken, "Seni seviyorum." diye fısıldadı, usulca. Bu cümleyi duymak bile, Jungkook'un içini rahatlatıyordu fakat Taehyung dudaklarını bir kez daha araladığında, heveslenmemesi gerektiğini anlamıştı. "Seni çok seviyorum ve hatta, sana aşığım. Hâlâ. Bana yaptığın onlarca şeyden sonra, hâlâ. Senin için çabalamam da demiyorum, hala belirli bir seviyeye kadar sana destek olmayı, yardım etmeyi ve yanında olmayı isterim ama Jungkook, artık kalbimi daha fazla kırmana izin veremem anlıyor musun?"

Jungkook buruk bir tebessümle başını salladı. "Anlıyorum." diye fısıldadı, uysal bir şekilde. "Ve sana söz veriyorum, bundan sonra kalbini asla kırmayacağım."

"Sana inanmamı bekleme, Jungkook. Üzgünüm... Ama bir daha aynı şeyleri yaşayacak gücüm yok. Senin için, saf, aptal bir âşık olamayacağım artık. Bana çok şey yaşattın ve bundan sonra, içimden sana inanmak gelmiyor. Bir şeylerin düzelmeyeceğinin de farkındayım."

"Yine de mutlu olmamız için elimden geleni yapabilirim, Taehyung. Sadece bana izin vermen gerekiyor."

"Artık hiçbir şey istemiyorum."

Taehyung, sol omzunu çektiği sırada başını omzuna doğru eğdi ve dolan gözlerini sevgilisine çevirdi. "Keşke böyle olmasaydı." diye fısıldadı, bu defa. Kalbindeki kırıklıklar yerini koruyor; kendisine ilk gün ki gibi taze hissettiriyordu. Unutmaya çalışsa bile, başarılı olamıyordu. Taehyung hiçbir şeyi unutmuyor, yalnızca güçlü tarafı yaşadıklarının üstünü beyaz çarşaflarla örtüyor, ona geçmiş anılarının karanlık olmadığını düşündürmeye çalışıyordu.

Yine de Taehyung, sevdiği adamın gözlerinin içine baktığında karanlık, acıyla dolu ve sevgisizlikle örülü geçmişinden öteye gidemiyordu. Bu sebepten aydınlığa, mutlu geleceğe ve yaşayacakları aşka olan inancı kalmamış sayılırdı.

"Böyle olmasına sebep olduğum için, özür dilerim." derken Jungkook, Taehyung'un kapalı imalarının farkındaydı. Gerçeklerden kaçmayı sevmeyen biri olarak, sevgilisinin ne söylemek istediğini anladığı anda, düşüncelerini benimsedi. "Defalarca kez özür dilesem bile kalp kırıklıklarına bir teselli bulamayacağımın farkındayım. Yine de, aşkın ve sevgin benimle kaldığı sürece seni uzun bir süre bekleyebileceğime eminim."

Taehyung, sevgisinin sözlerini buruk bir tebessümle dinledi. Dudaklarını, Jungkook'un alt dudağının kenarına bastırdığı sırada, "Böyle düşünmek için çok geç kaldın." diye fısıldadı, buz gibi bir ses tonuyla. Ses tonundaki ifadesizlik, Jungkook'un tüylerini ürpertti. "Mutluluğumuzu düşünmek için çok geç kaldın, Jungkook."

Jungkook, sevgilisinin yanaklarını kavrayıp dudaklarının hırçın bir şekilde birleştirdiğinde, "Özür dilerim, sevgilim." diye fısıldadı, ardından bir kez daha sertçe öptü dudaklarını. "Çok özür dilerim." Sonra, bir kez daha. "Çok, çok özür dilerim, Taehyung." dediğinde, artık sesinin titremesine mâni olamıyordu.

Bir kez daha öpecekken Taehyung, Jungkook'un bileklerine sardığı elleri yardımıyla sevgilisini nazikçe ittirdi. "Eğer yaptığın hataların bilincinde değilsen, karşındaki kişiden özür dilersin Jungkook. Özrünün o zaman bir anlamı olur ama sen, bana yaşattığın her şeyi bilinçli bir şekilde yaptın."

Taehyung'un sözleri karşısında Jungkook şaşkınlığını gizleyemiyordu. Gözlerinin içine bakan, kendisine bu cümleleri fısıldayan adam, sanki Taehyung değil de bir başkasıymış gibi hissediyordu. Sevgilisi değişmişti, Jungkook artık tamamen bu durumun bilincindeydi. Öte yandan ise, bu değişikliğin onun kalbini kırdığını fark etti. Taehyung'a öyle şeyler yaşatmıştı ki, onun bu hale gelmesine kendisi sebep olmuştu.

Gözlerinin dolmasını önleyemezken, "Seni bu hale ben mi getirdim?" diye sordu.

"Gözlerimin içine baka baka beni sevmediğini söyleyen, bile isteye canımı yakan, bana yalanlar söyleyen, sen bu hale getirdin beni. Evet."

Taehyung yalnızca buruk bir tebessüm etmekle yetindi. Sevgilisinin gözlerinin içine bakıyor, kendisinden emin bir ifadeyle konuşuyor; en önemlisi de eğilip, bükülmüyor ya da sesinin kısılmasına, güçsüz bir hale düşmesine izin vermiyordu. Artık Jungkook'un karşısında aciz bir duruma düşmek istemiyordu; yalnızca Jungkook değil, Taehyung artık hiç kimsenin onu güçsüz görmesini, yıkıldığını, üzüldüğünü ve kalbinin kırıklıklarla dolu olduğunu bilmesini istemiyordu.

Jungkook bir kez daha söyleyebilecek hiçbir şeyi kalmadığı için, "Özür dilerim." diye fısıldadı.

Bu sırada evin çalınan zili, sessiz ortamda yoğun bir gürültü çıkardı. Taehyung, sevgilisinin saçlarını kısaca okşadı ve alnına minik bir öpücük bıraktıktan sonra kucağından kalktı ve kapıya yöneldi. Jungkook ise sessizce oturuyor ve yapabilecek hiçbir şeyi kalmamış çaresiz bir adam olarak, bir çözüm bulamayacağını bildiği halde düşünüyordu.

Bu sırada Taehyung kapıyı açtı ve karşısında patronunu gördüğünde, tatlı bir tebessüm etti. "Geç kaldın." dedi, dudaklarını büzerek.

Song Yunah direkt olarak içeri adımladığı sırada, "Evde kimse var mı?" diye sordu, aceleci bir tutumla. "Seninle önemli bir konu hakkında konuşmam gerekiyor."

"Jungkook var yalnızca." dedi, esmer bakışlarıyla salonu işaret ederken. "Ama sorun değil, çalışma odama geçelim."

Song Yunah gözlerini Jungkook'un üzerinde gezdirdiğinde, Jungkook kendisinin geldiğini fark etmemişti bile; dalgın bakışlarıyla yeri seyrediyor, yaşayan bir ölüyü andırıyordu. Kadın, karşısındaki oğlanın gerginliğini metrelerce öteden hissettiği sırada, Taehyung'un peşinden gidecekken adımlarını durdurdu.

Taehyung'a henüz söylemediğini ama söyleyeceğini tahmin ediyordu. Jungkook'un sevgisinden şüphe etmeyen kadın, eğer şimdi kendisi söylerse her şeyin berbat olacağını biliyordu. Jungkook'u düşündüğü için değil, yalnızca Taaehyung'u çok sevdiği için sessiz kalmayı tercih etti ve bir kez daha, olgun bir kadın olduğunu göstererek, "Sevgililer arasında sorunu, sevgililer baş başa çözmeli." diye düşündü.

Salona doğru adımladığı sırada, krem rengi koltuklarının üzerinde oturan oğlana döndü ve "Jungkook." dedi, otoriter bir tutumla. "Seninle konuşmak istiyorum."

Taehyung şaşkın bir şekilde patronuna baktı. "Jungkook'la mı konuşmak istiyorsun?"

"Evet." dedi kadın, buz gibi bir ses tonuyla. Keskin bakışlarını karşısındaki adama çevirdi ve, "Sakıncası var mı?" diye sordu.

Jungkook dalgın bir şekilde başını salladı ve ayağa kalktı. O kadar yorgun ve bitkindi ki, artık düşünmeyi bırakmıştı. Yalnızca bir robot gibi emirlere itaat ediyordu. İkili çalışma odasına girdiğinde kadın yalnızca, "Ona anlatacak mısın?" diye sordu.

Jungkook ise yere sabitlediği bakışlarını kadına çevirdi. "Siz de mi biliyorsunuz?"

"Evet, öğrenmem oldukça kısa bir zamanımı aldı."

Jungkook, zor durumda olmasaydı asla yeltenmeyeceği bir şeyi yaparak, "Öğrenmeniz kısa bir zamanınızı aldıysa, bana yardım edebilir misiniz?" diye, sordu. Artık hiç kimsenin karşısında küçük düşmeyi umursamıyordu. Tek istediği bu durumdan kurtulmaktı.

Kadın şaşırdığı için kaşlarını kaldırdı. "Sana yardım etmemi mi istiyorsun?"

"Taehyung ile aramız zaten fazlasıyla açılmış durumda. Bizi birbirimize bağlayan, küçücük bir bağa tutunuyoruz. Eğer bu haber ortaya çıkarsa ve Taehyung yarın sabah uyandığında her şeyi görürse, tek sığınağımı da kaybetmiş olacağım. Bana yardım etmenize ihtiyacım var."

"Neden en başından bunu yapmadın diye sormayacağım." dedi kadın, anlayışlı bir şekilde gülümseyerek. "Başlarda Taehyung'a karşı hislerin olmadığı çok açıktı fakat sonradan her şey değişti. Ona âşık oldun. Şimdi ise onu kaybetmekten korkuyorsun." Kadın, Jungkook'un kollarını kısaca okşadı, Taehyung'a olduğu gibi, Jungkook'a da aynı şefkatle yaklaşıyordu. "Ama üzgünüm, Taehyung benim oğlum sayılır. Onu çok iyi tanıyorum. Sen Taehyung'u çoktan kaybettin. Sonuç ne olursa olsun, ondan ayrı kalmak zorundasın."

Karşısındaki kadının anaç tavırları karşısında Jungkook, içinden geçenleri söyleme cesaretinde bulunarak, "Yine de ismimin başka biriyle anılmasını istemiyorum." diye, fısıldadı.

Kadın ellerini önünde birleştirdi ve asil duruşunu bozmadan, boğazını temizledi. "Öncelikle bu işi halledeceğim." dedi, kendinden emin bir şekilde. Kore'nin en zenginlerinin başında gelen Song Yunah'ın otoritesi sorgulanmazdı. Bir ilişki haberini engellemek onun için oldukça kolaydı. "Ama sen de karşılığında, Taehyung'a tek bir yalan barındırmadan her şeyi, tüm çıplaklığıyla anlatacaksın. Anlaştık mı?"

Jungkook uysal bir şekilde başını salladı. "Söz veriyorum, Bayan Yunah."

Kadın kapıyı açmak üzere kapının koluna tutunduğu sırada, aniden aklına gelen düşüncesiyle birlikte duraksadı ve kapının arkasına yaslandığı sırada derin bir nefes aldı. "Taehyung'un psikolojik açıdan sorunları olduğunun başından beri farkında mıydın?" diye sordu. Bu zamana kadar Jungkook ile ilgili en merak ettiği soru buydu ve bir daha ne zaman konuşacaklarını bilmiyordu. Şu an en müsait zamanlarıydı. Bu yüzden aniden sormaya karar verdi.

"Taehyung'un değişken hareketlerini algılayabildin mi?"

Jungkook, karşısındaki kadının neden aniden böyle bir soru yönelttiğini anlamadığı için kaşlarını çattı. Ardından, "Bazen." diye mırıldandı. "Bazen olduğundan çok farklı davranabiliyor."

Kadın bir kez daha Jungkook'un üzerine yürüdüğü sırada merakla, "Ne gibi?" diye sordu.

"Bazı geceler, yanıma geldiğinde çok farklı davranıyordu. Genelde kör kütük sarhoş oluyordu. Arabadan indiği anda, normal olan hareketlerinden bağımsız biçimde, sanki yerinde duramıyor gibi davranıyor, bağırıyor, çağırıyor ve beni asla dinlemiyordu. Ve..." dediği sırada Jungkook utandığı için, elini ensesine attı ve çekingen bir şekilde kadına baktığı sırada, ensesini kaşıdı. "Cinsel anlamda, daha doyumsuz oluyor."

"Bunun sebebini anlayabilecek kadar akıllı bir çocuksun." dedi, kadın. Dudaklarında, sevecen bir tebessüm belirdi. "Bu yüzden Taehyung sabahları uyandığında ve hiçbir şey hatırlamadığında, her seferinde örtbas ettin. Öyle değil mi?"

"Tam olarak nasıl bir sorunu olduğunu bilmiyorum." dedi, Jungkook. Sevgilisinin psikolojik sorunlar yaşadığını bilmek, buruk bir tebessüm etmesine sebep olmuştu. Alçak bir tonda, "Yalnızca başlarda sinir krizi geçirdiğini düşündüm. Bir defa bahsettiğim şeyleri yaşadık ve o sabah kalktığında bunu hatırlamadı. Ben de üstüne gitmek istemedim, tek amacım elimden geldiği kadar ona yardımcı olmaktı." diyerek, sözlerine devam etti.

Kadın, Jungkook'a bir kez daha anne şefkatini hissedebileceği türden, içtenlikle gülümsedi. "Seninle bu konuda daha sonra tekrar konuşmalıyız." dedi ve bu defa çalışma odasının kapısını açtı ve odadan çıkmak adına adımladı. "Bilmen gereken şeyler var ama şimdilik gitmem gerekiyor."

Jungkook başını salladı ve kafa karışıklığı içerisinde kadına eğilerek selam verirken, "Nasıl isterseniz." diyebildi, yalnızca. Kendisine neden ansızın böyle bir soru sorulduğunu bilmiyordu ve zaten bulanık olan zihni, şimdi tam anlamıyla karmakarışık bir hal almıştı. Derin bir nefes alarak, yapamayacağını bilse de kendisini sakinleştirmeye çalıştığı sırada Song Yunah'ın gidişinin ardından, çalışma odasından çıktı ve salonda onu bekleyen sevgilisinin yanına gitti.

***

Sevgilim ve patronum nedenini bilmediğim bir sebepten ötürü, çalışma odamda dakikalardır konuşurken, tek yapabildiğim salonun ortasında ayakta dikilmek ve onları beklemekti. Her ne kadar merak içerisinde olsam da, ansızın içeri dalamazdım; Song Yunah, benim patronum ve büyüğümdü. Bu yaptığımı saygısızlık olarak addederdi. Öte yandan ise gerçekten çok merak ediyordum. Jungkook ve Yunah'ın tek ortak noktası olduğumun ve konunun benimle alakalı olduğunu farkındaydım. Buna rağmen hiçbir şey yapmamış, patronum Son Yunah'ın çalışma odamdan çıkmasıyla birlikte kendime gelebilmiştim.

"Gidiyor musun?" diye sordum, direkt olarak kapıya yönelen patronuma bakarken. "Neden bu kadar acelecisin?"

Song Yunah'ın arkasından süratle yürüyor, ona yetişmeye çalışıyordum. Yunah ise bana bir kere bile bakmadan hızla kapıya ulaşmış, kapıyı açıp dışarıya adımlarken, "Konuşacağız Taehyung." demişti. Sonunda bakışlarını bana çevirdi ve sevecen bir şekilde gülümsedi. "Ama şimdilik gitmem gerekiyor."

Ardından, cevap vermemi beklemeden kapıyı çarpar gibi kapatmış ve gitmişti.

Doğum günümü kutlamadan gittiği için bozulmuş olsam da, Yunah'a bu durumu belli edecek vaktim bile olmamıştı. İster istemez yüzüm düşmüş, büzdüğüm dudaklarım eşliğinde derin bir iç çekerken salona geri dönmüştüm. Yunah benim annem sayılırdı ve şimdi beni umursamadan gitmesine kırılmıştım.

"Ne konuştunuz?" diye sordum, ayakta dikilen sevgilime bakışlarımı çevirirken. "Bana hediye bile almamıştı... Bu kadar önemli olan şey neydi ki? Hediye almamış olmasını anlıyorum ama, hiç olmazsa doğum günümü kutlayabilirdi. Değil mi?" Bakışlarım sevgilimin üzerindeyken, sabit bir şekilde bana baktığını ve beni asla dinlemediğini, başka alemlere daldığını fark etmiştim. "Jungkook? Sana diyorum... Neden beni dinlemiyorsun?"

Tuhaf bir andı. Jungkook bakışlarıyla tüm bedenimi ele geçiriyor, bana gözlerini kırpmadan büyük bir dikkatle bakıyordu. Eğer onu son defa görecek olsaydım ben de bu şekilde bakardım, diyebileceğim türden yoğun bakışlardı bunlar. İster istemez rahatsızca yerimden kıpırdanmış ve bakışlarını, gözlerime çevirmesini beklemiştim.

Fakat Jungkook gözlerimin içine bakmadan, "Seninle tanışmadan üç ay önce," dedi, ansızın. Hala gözlerimin içine bakmıyordu. Bu beni huzursuz etmişti. Derin bir nefes aldım ve ciğerlerimin şişmesine izin verdiğim sırada, içimdeki korku ve tedirginliği atmaya çalıştım. O ise oldukça sükûnet dolu bir sesle, "Jeon Somi, yurtdışından Kore'ye gelmişti. Patronumla aralarında nasıl bir bağ var bilmiyorum ama o bizden çok farklıydı. Eğitimden geçmedi, staj yapmadı, yurtta kalmadı, ya da hiçbir zorluk çekmedi. Her şey onun önüne altın tepsilerle sunulmuştu. Bizden çok farklıydı." dediği sırada, bakışlarımız keşişti. "Sonrasını anladığını umuyorum."

Anlayabiliyordum. Jeon Somi'yi ilk gördüğüm anda Jungkook'u sevdiğini, daha doğrusu hastalıklı hisler beslediğini anlayabilmiştim. "Bunları biliyorum." dedim, tıpkı onun gibi sakin bir şekilde. "Onun sana olan hislerini en başından anlamıştım. Benim problemim, senin ona karşı olan hislerinin ne olduğuydu."

Jungkook, ayakta dikilmekten pes edip tam karşıma oturduğunda, dirseklerini dizlerine yasladı ve gözlerimin içine, ondan daha önce hiç görmediğim biçimde, yoğun bir sevgiyle baktı. "Yemin ederim," dediği sırada, dudaklarında belirli belirsiz bir tebessüm vardı. "Hayatımda senin dışında hiç kimseyi sevmedim, âşık olmadım. Hatta hiç kimseden nefret bile etmedim. Bu bile bir his değil mi? Ben herkese karşı hissizdim. Anneme, babama bile. Kabuğumun altında sıkışıp kalmıştım. Her şeyi senin sayende aştım. Grup üyeleriyle bile aram oldukça mesafeliydi. Senden sonra, onlarla konuşmaya ve seni anlatmaya başladım, ardından aramızdaki mesafeler kalktı." dediğinde, söyleyebilecek bir şeyim olmadığı için, yalnızca başımı salladım. O ise, "Beni kabuğumdan çıkardın." diyerek devam etti. "Bana her zaman yardım ettin."

"Yardımlarımı çoğu zaman reddettin."

"Patronum konusunda bana yardımcı olamayacağını düşündüm."

Başımı iki yana sallarken, dudaklarım içe göçecek biçimde kıvrıldı. "Bana her zaman, sevgililerin yaptığı aktiviteleri sorardın ya... Sevgililerin yaptığı ilk şeylerden biri de, birbirlerine güvenmektir. Sen bana hiçbir zaman güvenemedin. Sana güvenmeme de hiçbir zaman izin vermedin."

"Taehyung ben kendime bile güvenemiyorum." dedi, alçak bir tonda. Bağırmıyor, birbirimize sesimizi yükseltmiyorduk. İkimizde bunu yapamayacak kadar yorgun, bitkin düşmüştük. "Sana bunu anlatmaya çalıştım. Hiç kimseye güvenemediğimi biliyordun. Yirmi iki yaşıma kadar yapayalnız geldim ben, hiç kimse yoktu etrafımda. Çok zordu anlıyor musun? Birine güvenmek, birini hayatıma almak benim için çok zordu."

"Bunu biliyorum. Bunun en başından beri farkındaydım ve senin için her şeyi yaptım, Jungkook. Bana güven, sırlarını anlat, hayatına beni de al diye elimden gelen her şeyi yaptım. Tanrı aşkına! Kim defalarca kez istenmediği, hor görüldüğü ve aşağılandığı bir ilişkiye devam etmek için can atar ki? Ama ben attım! Sırf, insanlara karşı ördüğün o kalın, aşılamaz duvarları aşmak için yaptım bunu. Beni buna rağmen herkesle bir tuttun."

"Seni herkesle bir tutmadım, Taehyung."

Jungkook, benim aksime hala sakindi. Ben ise, içimde usulca biriken öfke kırıntılarının birleştiğini hissedebiliyordum. Üzgün değildim; belki de üzgünlüğümü belli etmemeye çalışırken, kılıf uyduruyor, sinirlenmişim gibi davranıyordum.

"Haklısın. Herkesten çok daha kötü bir muameleyi layık gördün sen bana."

"Senin yerin benim için hep farklıydı, Taehyung." dedi, tekrardan sakin bir şekilde. Derin bir nefes çekti ciğerlerine, hatırladığı anılarına karşı buruk bir tebessüm etti. "Sadece senin istediğin gibi biri olamadım. Sen ve ben çok farklıydık. Bunu kabul etmelisin ki, ben daha önce hiçbir ilişki yaşamamış, toy bir gençtim. Sen ise ne istediğini bilen, tuttuğunu koparan ve tecrübe sahibi bir adamdın. Bir gecede hayatıma girdin. İlk tanıştığımız gecede birlikte olduk, benden hoşlandığını söyledin, o zamanlar bir sevgilin bile varmış Taehyung. Bu benim gibi, hiç kimseye güvenemeyen ve güven problemi çeken biri için çok garip bir durumdu. Kendimi gerçekten çok tuhaf hissettim. Bunu kabullenmekte oldukça zorlandım. İleriye dönük, Changwook'a bunu yaptığın gibi, bana da yapabilirsin diye düşündüm."

Kuruyan dudaklarımı dilimle usulca ıslattıktan sonra, konuşmak adına dudaklarımı araladım fakat aklıma gelen onlarca cümlenin hiçbiri yeterli gelmemiş olacak ki, pes etmiş ve dudaklarımı birbirine bastırmıştım.

Jungkook'la tanıştığımız gece; hayatımın en tuhaf, en sıra dışı ve aynı zamanda; en şehvetli, en günahkâr ve en yaşadığımı hissettiren gecesiydi.

Bunu kabul etmek benim için zor değildi. İkimizin de o geceye dönük, büyük hataları vardı. Sevgilim olduğu halde Jungkook'un kucağına atlayan bendim; bu konuda kesinlikle suçluydum. Jungkook ise beni reddetmişti fakat bedeni kesinlikle öyle söylemiyordu. Beni adeta çağırıyordu; dudakları arasından çıkan cümlelerle beni şiddetle itse de, aslında bedeni, benimle olmak için yanıp tutuşuyor ve beni kendisine çekiyordu.

Bunu aylar sonra anlamıştım. Beni kendisinden itmesinin tek bir sebebi yoktu. Jeon Somi denilen kızın hayatında olması bir yana, Jungkook o gece yaşadığımız şeylerden sonra, bizi sahiden de doğru bulmamış ve bu ilişkiyi istememişti.

"Seni reddetmeye çalıştım." dedi, aklımdan geçen düşüncelerimi onaylayarak. "Farklı olduğumuzu düşündüm. Benim gibi değildin, benim kesin sınırlarım vardı; sen ise fazla rahattın, sevgilin varken benimle beraber olacak kadar... Rahattın işte. Bunu karakterini eleştirmek adına söylemiyorum. Asıl bok gibi bir karaktere sahip olan benim. Söylemek istediğim, sadece çok farklıydık. Senin hiçbir şeyden korkun yoktu, Taehyung. Changwook'a bile gidip onu bir başkası için bıraktığını söyleyebilecek kadar cesaretliydin. Ben ise hiçbir zaman senin gibi olamadım. Korkaktım, çekingendim ve içime kapanıktım. Bu her zaman da böyle devam etti." dediğinde, bakışlarımız kenetlendi. "Bu yüzden, bazı şeyleri sakladım senden. En başta seni sakladım. Ve bunu yaparken, ikimizin de karakterini göz önünde bulundurarak, kendimce bir şeyler planladım."

O an Jackson'un bahçede söyledikleri aklıma geldiğinde, gözlerimi kıstım ve Jungkook'u dikkatle süzdüm. "Mesele kariyerin mahvolması falan değil, öyle değil mi?" dedim, fısıldar gibi konuşurken. "En başından beri bunu bahane etmek istedin."

Başını olumlu anlamda salladı. "Sadece rahat bir insandın, bir şeylerin ortaya çıkıp çıkmaması umurunda bile değildi. Benim ise saklamak zorunda olduğum şeyler vardı, sen gibi... Seni dizginlemek için bir sebebe ihtiyacım vardı ve kariyerim için demekten başka mantıklı bir sebep bulamadım." dedi. Tane tane ve oldukça sakin bir şekilde konuşuyor, cümlelerini iyice anlamamı ister gibi oldukça tatlı bir dille anlatıyordu.

"O anlaşmaya uymazsan, grubun zarar görecekti. Böyle söylemiştin bana, şimdi söylediklerine inanmalı mıyım? Grubunla birlikte, senin de kariyerin bitecekti. Belki de şu an beni kandırmak için böyle söylüyorsun."

"Bu doğruydu." dedi, başını iki yana sallarken. "Sana yalan söylemiyorum fakat benim kariyerim umurumda bile değil. Öte yandan Dongmi'nin kaybetmeyi göze alacağı türden biri değilim. Ben her ihtimalde şirkette kalmaya devam edecektim. Ben yalnızca grubumu düşündüm. Onlar benim ağabeylerim, benim aksime, her zaman yanımda olup, bana destek verdiler. Sorunlunun biri olduğum halde, beni bir gün bile yalnız bırakmadılar. Düştüm, ayağa kalkmama yardımcı oldular. Zorlandım, benimle birlikte yaparak, bana destek oldular. Dongmi'nin bana sunduğu anlaşmayı kabul etmezsem, onları yüz üstü bırakacaktım. Bunu istemedim. Bir kez de ben ağabeylerimi korumak istedim. Anlaşmayı kabul etmemin nedeni yalnızca bu, ben değilim."

Söylediklerini hazmetmeye çalışırken, "Pekâlâ." diye mırıldandım, yalnızca. Başka bir şey söyleyecek gücüm kalmamıştı. Kanım çekilmiş gibi hissediyordum. Söylediklerini kabullenmek zordu. Özellikle aylardır, içten içe, bunun tersini düşünürken, şimdi her şeyin yanlış olduğunu bilmek çok tuhaf hissettiriyordu.

Karşı koltuktan hızlıca kalkıp yanıma oturduğunda, dizlerimin üzerinde birleştirdiğim ellerimi sıkıca tutmuştu. "Öncelikle, bundan sonra söyleyeceklerimi lütfen iyi dinle." diye fısıldadı. Ardından dudağımın kenarına yumuşak bir öpücük kondurdu. "Daha sonra, istersen kov beni, istersen döv, söz veriyorum tek kelime etmeden gideceğim buradan."

Dinlemek istediğim konusunda şüphelerim olsa bile, başımı salladım. "Peki." dedim, sevgilimin gözlerinin içine bakıp, anlatması için onaylarken. Her şeyi öğrenmenin bize ve ilişkimize bir şey katacağına inanacak kadar, ümitli değilim artık. Umudumu kaybedeli çok olmuştu. Öte yandan ise tahminlerim vardı ve bu tahminler, beni karamsarlığa sürüklüyordu. En başından beri, bu anlaşmanın ne olduğu hakkında tek bir düşüncem vardı. Aptal, saf, bir âşık durumundan sıyrılalı çok olmuştu. Artık gerçekçiydim ve biliyordum işte. Yalnızca bunu onun bana söylemesini istediğim için susmaya devam ediyordum.

"Bizim hikayemiz, yalnızca benim sırlarımdan oluşmuyor Taehyung. Sana anlattıklarım ve anlatacaklarım, ilişkimizin görünen yüzü. Görünmeyen yüzü ise, benim sevgiyi ve aşkı tatmamla başladı." Duraksadı ve derince soluklandı. "Patronumuz Dongmi, Jeon Somi ilk sahneye çıktıktan kısa bir süre sonra yani, ocak ayında bizde ilk tam albümümüzü yayınladığımızda, onun ve benim ilişkimizin olduğuna dair yalan bir haber yayılmasını istedi. İkimiz içinde güzel bir reklamdı, hem Somi'nin ismi daha çok duyulacaktı hem de o sıralarda albümümüz çıkacağı ve gündem de biz olacağımız için, albümümüz daha çok ilgi görecekti. Olayın sadece bu yüzüne baktım. O zamanlar seni tanımıyordum bile. Öte yandan, ağabeylerim ile de tehdit edilmiştim. Başka çarem yoktu. Kabul ettim. Hiçbir şey olmaz diye düşündüm, sonuçta bu bir yalandı. Somi'ye karşı bir his beslemiyordum, aynı şeyi Somi'den de bekledim. Benden uzak durur sandım, bana âşık olduğunu bilmiyordum... Daha doğrusu aşkın da ötesinde, takıntılı bir hasta olduğunu, hiçbir şeyi bilmiyordum."

Ne hissettiğimi teyit etmek amacıyla gözlerimin içine baktığında, yalnızca ifadesiz, buz gibi bakışlarımı, sevgilime çevirdim. Biliyordum, diyerek haykırmak istedim yüzüne. En başından beri, bunu tahmin edebiliyordum... Yine de sessiz kalmıştım. Her şeyi öğreniyor olmanın verdiği etki, şüphesiz ki çok garipti. Sanki, okyanusun ortasında yapayalnız; soğuk suyun altında can çekişiyor, kurtulmayı bekliyordum. Öte yandan ise bu soğukluk hoşuma gidiyordu. Buz gibiydim, hissizleşmiştim ve tamamen boş bir bedendim. Hislerim, düşüncelerim, kısaca ruhum çoktan bedenimden uçup gitmişti. Yalnızca usulca gözlerimi kapatıp açtım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu konuşacak tek bir kelimem olmadığı için, ona anlatmaya devam et deme biçimimdi.

"Sonra seninle tanıştım. En başta seni istemedim. Bunun sebebini söylemiştim. Changwook'a ilişkin varken, onu seviyorken, bir gece de benden hoşlandığını söyledin ve bu inandırıcı gelmemişti. Güven problemi çektiğim için, senden ve yaşayacağımız ilişkiden korktum. Zaten kalbim hiçbir zaman sevgi görmemişti ve bu bana ağır geldi. Birinin beni sevmesi, ilk görüşte âşık olması... Fazla ütopikti. Sınırlarımı aşmanı istemedim, kendimi ve duygularımı seninle paylaşmak istemedim. Korktum. Gerçekten çok korktum çünkü seninle ilk tanıştığımızda, kalbimin attığını bile hissedemeyen ben, ilk defa yoğun duygularım yüzünden öleceğimi düşündüm. Bu beni ürküttü. Öte yandan ise, ne kadar nefret ediyor olsam bile, bir tarafım hep Somi'ye bağlıydı. O kız bir hasta. Duyarsa bana yapacaklarını geçtim, senin de başına bela olacaktı. Bunu da istemedim. Dediğim gibi, aramızda çok fazla sınır vardı. Yalnızca Somi değil, benim için yeni olan birçok şeyde bizim sınırlarımızı oluşturuyordu."

Tatlı bir dille konuşuyor, beni yatıştırmak için çabalıyordu. Bakışlarımız birbirine kenetliyken, alaylı bir kıkırtı bıraktım, sessiz, yalnızca soluklarımızın duyulduğu boş salona. "Bu yüzden mi bana kötü davrandın?" dediğimde, kahkahalarla gülmek istedim halimize. Yine de kendimi dizginlemeyi başarmıştım, kıkırtım saniyeler içerisinde yerini boş bakışlara bıraktı. "Tüm bunlar, bana kötü davranmana değdi mi?"

"Sana kötü davranmak istemedim." dediği sırada, ellerimi elleri arasından çekip bir kez daha çıplak bacaklarımın üstüne koymuştum. Bakışları, saniyelik olarak ayrılan ellerimize inse de kısa sürede kendisini toparlamayı başarmıştı, "Böyle düşünmenin sebebi, sana senin istediğin gibi davranmamamdan kaynaklanıyor. Çünkü sen, âşık olmamı, hayallerindeki erkek olmamı, romantik olmamı, güzel bir aşk yaşamımızı istedin. Ben ise bunu karşılayamazdım. Sana daha önce defalarca kez söyledim, bunlar benim uzak olduğum şeylerdi. Senin sayende öğrendim."

Dudaklarımı ele geçiren, acının hoş tebessümü olmuştu. "Öğrenmek için çok geç kaldım." diye mırıldandım, oldukça sakin ve düz bir sesle. Oturduğum yerden kayarak, aramızdaki mesafeyi genişlettiğimde ise, soluk bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Ne de olsa, artık bir sevgilin var?" Tebessümüm genişledi. "Öyle değil mi?"

Başını iki yana sallarken, "Hayır." dedi kesin bir dille.

Kendisinden bu kadar emin olması gülünçtü. Neticede o, bu zamana kadar korkaklığıyla nam salmış biriydi. "Hayır, öyle mi? Yoksa patronuna karşı mı geldin?" Yüzümü buruşturup, gözlerimi kıstım. Sevgilimden tiksinirmiş gibi bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. "Dongmi, boynundaki zincirleri elinden kaçırmış olmalı. Pekâlâ. Öyleyse şimdiki sahibin kim Jungkook? Artık kim seni tasma takıp gezdirecek?"

"Bana böyle davranmak sana iyi hissettirecekse, devam et lütfen. Söylediklerine alınmayacağım. Bunu hak ettiğimi biliyorum." dedi, ne zamandır tuttuğunu bilmediğim nefesini sakince üflerken. "Sadece şunu bilmelisin ki, yarın sabah uyandığında düşündüğün gibi bir haber karşına çıkmayacak. Bizi daha fazla yaralamamak adına elimden geleni yapacağım."

Salonda yankılanacak türden koskoca bir kahkaha patlattım. "Yapma..." dedim, Jungkook'la dalga geçtiğimi haykırırken. "Hiçbir şey yapamayacağını ikimizde biliyoruz. Patronuna karşı çıkamayacak kadar korkaksın sen. Hem, beni daha fazla kandırmana gerek yok. Yarın sabah haberlerde ilişkinin açıklanmasına gerçekten üzüleceğimi düşünüyor musun?"

Senin için üzülür müyüm sandın?

Bir kez daha şen şakrak bir kahkaha attım, gözlerinin içine baka baka. Aklıma gelen anılar mıydı, bu kadar gülmeme sebep olan? Yoksa Jungkook'un bana aylar önce sarf ettiği cümleler miydi? Bilmiyordum fakat, yüzümdeki mimikler saniyeler içerisinde silindiğinde, "Jungkook..." dedim tıpkı aylar önce olduğu gibi, ifadesiz bir şekilde gözlerinin içine bakarken. "Senin için üzülür müyüm sandın?"

Gözlerinin dolduğuna şahit olduğumda, ifadesiz bakışlarımla, sevgilimi dakikalarca izledim. İri gözlerinde biriken yaşlar, canımı acıtmadı. Hayal kırıklığı içerisinde gözlerimin içine baktığında üzülemedim onun için; titreyen omuzları bana hiçbir şey hissettirmedi. Dudaklarını araladı, ardından kapattı ve birbirine bastırdığında, acı bir tebessüm esir aldı, güzel yüzünü.

Bunu beklemediği aşikardı. Ağlayacağımı düşünüyor olmalıydı, yıkılacağımı, hesap soracağımı, mahvolacağımı... Fakat bilmiyordu ki, ben çoktan mahvolmuştum. Artık dökecek tek damla gözyaşım, hesap sormaya mecalim, yıkılacak kadar takatim ve mahvolmaya değecek kadar yoğun hislerim kalmamıştı.

Bu yüzden canını yakarken, aylar önce bana söylediği cümlenin aynısını ona söylerken, üzülememiştim. Şimdi o gözleri dolu bir şekilde bana bakıyordu; aylar önce ise ben, gözlerimin içine baka baka bana bu cümleyi fısıldadığında iç çeke çeke ağlıyordum. Amacım adaleti sağlamak falan değildi. Bu yaptığımla gurur da duymamıştım, yalnızca söylemek istemiş ve söylemiştim. Aylar önce benden hoşlanmadığı için, bu cümlenin nasıl hissettirdiğini bilemezdi; âşık olduğun adamın, onu bu denli kırmasının nasıl bir his olduğunu bilemezdi fakat, öğrenmişti.

Bir süre daha onu seyretmeyi sürdürdüm; ikimizde birbirimize bakıyor fakat tek kelime etmiyorduk. Onun söyleyecek bir şeyi var mıydı bilmiyordum fakat benim tarafımdan, konuşulacak hiçbir şey kalmamıştı. Tek istediğim odama çıkmak, geçirdiğim bu mükemmel doğum gününü anımsayarak güzel bir uyku çekmekti.

Usulca ayaklandığım sırada, "Anlattığın her şey için teşekkür ederim." dedim, içten bir tebessümle. "Ama bilmelisin ki, artık bizim için çok geç Jungkook."

Gözlerimin içine bile bakmaya takati kalmamış gibiydi. Onu zorlamak istemedim. Ne yazıktır ki, bu durumda onu en iyi anlayacak kişi yine bendim. Sevdiği adam tarafından defalarca kez kırılmaya mahkûm edilmiş biri olarak, şimdi kalp kırıklığının getirisiyle ne denli kötü hissettiğini tahmin edebiliyordum.

Eski sevgilime, anlayış göstermeyi tercih ettim. Devasa salonumun çıkışına doğru ilerleyip, merdivenlere yönelmeden önce son defa bakışlarımı ona çevirdim ve oldukça alçak bir tonda, "Bana yaşattığın en güzel doğum günü için, teşekkür ederim sevgilim." diye mırıldandım. Duyduğu cümleyle birlikte, başını yavaşça kaldırdığında göz göze geldik. Bu cümlenin onun için ne kadar ağır olduğunu biliyordum. Kısa bir an için, kalp kırıklıklarımı ona hissettirmeyi tercih etmiştim. Ardından bir kez daha, hiçbir şey olmamış gibi, gülümsedim ve onu, ilk defa bana yaptığını yaparak, ıssız bırakmayı tercih ettim.

Continue Reading

You'll Also Like

12.4K 1.7K 17
"aklın varsa konuş çocuk." tutuşu sert, tıpkı sesi gibi. "deliliğimi sorgulamak gibi bir hataya düşme sakın, ipini parmaklarım eder bu küçük odada ik...
33.1K 2.5K 13
Jeon Jungkook ve Kim Taehyung'un birbirinden nefret ettiği su götürmez bir gerçekti. Geceleri, gölgelerin arasında sevişiyor olmaları ise karanlığa k...
674 92 12
Eşcinselliğin yasak olduğu krallık zamanlarında, gizli aşk yaşayan Prens Kim Taehyung ve Vampir Jeon Jungkook. "Belki de babam beni malikaneden dışar...
13.5K 1.6K 11
yazan: plontanies prompt sahibi: venicevi "Eğer yerde beni bekleyecek olsaydın, Doğa Ana şahidim, bir daha uçmaya heves etmezdim." fairy!au modern ro...