Love Me Harder | Taekook

By dameadrasteia

31.2K 2.8K 2.5K

Taehyung, her şeye rağmen aşkının, Jungkook'un peşinden gidecekti; Jungkook ise, Taehyung'un aşkını kabul etm... More

1| ''You will pay the price of playing with me.''
2| ''I'm insatiable to you.''
3| ''I'm jealous of you.''
4| ''But you're lucky, I'm more insatiable than you.''
5| ''After what you told me, I will never tell you come back.''
6| ''There is only one thing I know. I don't want to lose you.''
7| ''I feel uneasy when you're not with me.''
9| ''I'm crazier than that girl and anyone else.''
10| ''It's too late for us now, Jungkook.''
11| ''I will do anything to win you back.''
12| The resulting secrets.
13| ''The most special and beautiful thing this world has to offer.''
14| The end of everything.
15| ''If you don't want my dad to hear us, you have to make me quiet.''
16| ''I want you to have me until it consumes me.''
17| ''I want you to love me harder every time than before.''
Final| ''I love you more than yesterday but less than tomorrow.''

8| ''I'm trying to open myself up to you, to overcome things.''

1.8K 149 155
By dameadrasteia

[Charlie Puth - Attention]

[Ariana Grande - in my head]

8| "I'm trying to open myself up to you, to overcome things."

Kim Taehyung kariyeri boyunca birçok iftiraya maruz kalmıştı. Bu iftiraların hepsi yersiz ve ses getirmeyecek türdendi. Yaklaşık bir sene önce de genç bir kadın Taehyung ile ilişkiye girdiğini iddia etmiş, bunu sosyal medya hesabından detaylıca anlatarak küçük çaplı bir olay çıkarmayı başarmıştı. Fakat bu basit ve tamamen asılsız bir haber olduğundan, yalnızca bir gün konuşulmuştu. Ertesi gün geldiğinde, konuşulan tek şey Taehyung ve başarılarla dolu kariyeriydi.

Yaklaşık birkaç saat önce yayılan haberde, tıpkı geçmişteki olayları anımsatıyordu. Ses getirmemiş, üstünde çok konuşulmamıştı. Taehyung'un hayranları yakın arkadaş olduklarını iddia etmiş, artı olarak Changwook ve Taehyung'un fotoğraflarını sosyal medyaya yaymıştı. Yayılan fotoğraflar, sahiden de iki arkadaşı gözler önüne seriyordu; hiç kimse bu ilişkiyi aşk boyutunda değerlendirmemişti. Eğer öyle olsaydı, Taehyung'un yakın olduğu, Bogum, Momo ve Nayeon ile de bir ilişki olması beklenirdi. Hayranları çıkan haberi bu şekilde değerlendirerek Taehyung'u korumuş ve yayılan haberin önemsiz bir makaleden öteye gitmemesini sağlamıştı.

Taehyung kariyeri konusunda şanslıydı. Her zaman olduğu gibi zarar görmeden bu iftiradan sıyrılmış; ertesi sabah uyandığında hatırlanamayacak türden bir olay yaşamıştı. Buraya kadar her şey yolunda gidiyordu.

Taehyung'un şanssız olduğu konu aşk hayatıydı. Sorunlar tam olarak burada başlıyordu. Bahsedilen kişi aslında Taehyung'un eski sevgilisiydi ve görüntüler düşünüldüğünün aksine eski değil, yeniydi. Taehyung, Jungkook ile ayrı olduğu sürede, Changwook ile çok sık görüşmüştü. Bu görüntü de o günlerden birine aitti.

Changwook ve Taehyung için temas halinde olmak sorun değildi. Birbirlerine sarılıyor, yakın davranıyorlardı fakat çekilen görüntüler, tamamen kamera açısıyla alakalıydı. Taehyung, Changwook'un dudaklarına bir defa bile ulaşmayı denememişti. Görüntülerde ise iki eski sevgili öpüşecek gibi duruyordu. Onları çeken her kimse, kamera açısını ve fotoğrafı çekeceği saniyeyi iyi ayarlamıştı.

Taehyung bugün ikinci kez şirkete ulaştığında, bu defa gülen yüzlerle karşılaşmadı. Masanın etrafında dizilen herkesin keyifsiz, yorgun ve mutsuz olduğunu anlayabiliyordu. Bu olay kariyerine zarar vermemiş olsa da, ufak çaplı hasarlar bırakmıştı. Her şeyden önce Nayeon ile birlikte çıkardıkları şarkı gündemden tamamen düşmüştü. Taehyung ilk defa bir şarkısının önemini bu kadar çabuk yitirdiğini görüyordu. Bunun için üzgündü. Oysa, en çok çalıştığı ve çabaladığı şarkısı make me go olmuştu. Yine de yapabileceği bir şey yoktu.

Ne yazık ki, arkasından iş çeviren ve onu ifşa eden insanlar, kariyerine zarar vermek konusunda amacına ulaşamamış olsalar da; ufak çaplı zarar vermekte, en önemlisi de Taehyung'u mutsuz etme konusunda, başarıya ulaşmışlardı. Zaten Taehyung'u takip ettiren o kişinin asıl amacı buydu. Zarar görmesi bir yana, mutsuz olması, hayatında sorunlar yaşaması için uğraşıyordu.

"Eğer fikrimi sorarsanız..." diyerek ilk konuşan Jackson olmuştu. "Bu planlanan bir haber değil. Daha çok aceleye gelmiş gibi. Atılan başlık ve çekilen amatör fotoğraflar bile bunu oldukça belli ediyor. Dispatch böyle bir girişimde bulunmaz. Emin olmadığı sürece bir ilişkiyi açıklamaz. Aylarca takip eder ve en sonunda haberi patlattığında, şirketlere onaylamaktan başka şans bırakmaz."

Jackson akıllı bir adamdı. Planlanan ve asıl yaşanan olaya çok iyi parmak basmıştı. Bu haber sahiden de aceleye gelmişti. Henüz kanıtlanma aşamasına bile ulaşamadan, Dispatch'e baskı yapan kişi tarafından zorla yayınlatılmıştı. Haberi yayınlatmak için inatçılık yapan kişi de daha sonradan aceleci davrandığı için pişman olmuştu. Bir gün bile gündemde oturamayacak türden, basit bir olay yaratabilmişti.

"Sanki... Biri onları bu haber için zorlamış gibi."

Geldiğinden beri ilk defa konuşan Taehyung ile tüm gözler kendisine dönmüştü. Taehyung böyle bir şeyi tahmin ediyordu. Somi'nin damarına basmıştı. Somi ise kendine yakışacak türden aptalca bir oyunla karşılık vermişti. Aslında bu bir karşılık bile sayılmazdı. Yalnızca Taehyung'un hayatından birkaç gün çalmış sayılırdı. Taehyung bunu bildiği için alayla kıkırdadı. Bu kıkırtının sebebini kimse anlayamamıştı zira Somi ve Taehyung'un konuştuklarından habersizlerdi.

"Bende sizin gibi düşünüyorum. Eğer Dispatch sizin sevgili olduğunuzu bilseydi, haber başlığını aralarında ne var diye atmak yerine, sevgili olduğunuzu haykırarak atardı. Ya da haberden birkaç gün önce bunu belli edecek türden paylaşım yapardı. Dispatch'ın taktiğini herkes iyi biliyor, belki de bu sebepten kimse çıkan habere değer vermedi."

Masanın etrafında bulunan herkes patronları Song Yunah'ı başıyla onayladığında, kadın yorgun bir tebessüm etmişti. Bugün yeterince yorulmamış gibi, bir kez daha şirkete gelmek zorunda olan kadın sinirli ve asabi gözüküyordu. Normalde dış görünüşüne oldukça önem veriyordu fakat şu an bu durumun tamamen dışındaydı. Saçlarını topuz yapmak yerine omuzlarına dökülmesine izin vermiş, makyajsız ve eşofmanlı haliyle çalışanlarının karşısına çıkmak durumunda kalmıştı.

Sessizlikten yararlanarak konuşan Nayeon olmuştu. "Şimdi ne yapacağız? Taehyung programına devam edecek mi? Şarkı tamamen unutulmuşa benziyor, izlenmeleri de pek iç açıcı değil. Bu haber büyük bir olay yaratmasa da, gündemi şarkının çıktığı günlerde meşgul etmeyi başardı."

"Programınıza devam edeceksiniz. Bir günde hem ödül mevzusu, hem de Dispatch'ın haberi konu olduğu için kimse şarkıyı konuşmuyor. Fakat asıl bundan sonraki tutum önemli. Taehyung'un hayranları Taehyung'a karşı yoğun bir sevgiyle bağlı. Bugünden sonra destek olmak için şarkının daha çok üstüne düşeceklerine eminim."

"Bir taraftan da, bu iyi oldu diyebiliriz." diyerek Taehyung'un menajeri Jackson olayı olumlu tarafından değerlendirmiş, karşısında oturan idolünün moraline yerine getirmeyi amaçlamıştı. "Gündemi tamamen Taehyung oluşturuyor, ismini duyan herkes bir kez olsun Kim Taehyung kim ki diyerek aratacaktır."

Taehyung, "Marka itibar sıralamamın artmasından başka bir işe yaramaz bu durum." dediğinde herkes gülmüştü.

Taehyung, herkesin aksine bir türlü gülmeyi başaramıyordu. Aklı Jungkook'taydı. Çıkan haberlerden sonra onu bir kez bile aramamıştı. Taehyung ise telefonunu elinden ayırmıyor, sevgilisinden gelecek herhangi bir mesaj ya da aramayı bekliyordu. Bir yandan ise aramayacağını farkındaydı.

Jungkook'un ciddi anlamda güven problemleri vardı. Bunu defalarca kez belli etmiş, Taehyung ile korkularını üstü kapalı bir şekilde olsa da paylaşmıştı. Bu korkular basite indirgenecek türden değildi. Öyle ki, Jungkook sevgilisinin ona âşık olduğuna bile emin olamıyordu. Hala Taehyung ona ilgi gösterirken, bundan rahatsız olup olmadığını soruyor, ya da sevgilisine bir şey anlatacağı zaman, sıkılıp sıkılmayacağını teyit ediyordu. Bunun sebebi Jungkook'un daha önce sevgi görmemesinden kaynaklıydı.

Sevginin tanımını yapamayan bir adam için, aşk çok basit bir kavramdı. Sanki, gelip geçici bir şeymiş gibi düşünüyordu. Altı aydır tanıdığı bir adamın ona sonsuza dek sürecek bir aşkla bağlı olması inandırıcı gelmiyordu. Neticede Jungkook, öz annesi ve babası tarafından sevilmemişti ve ailesi tarafından sevilmeyen bir adam için, henüz bir senedir bile tanımadığı adamın sevgisi basit geliyordu. Jungkook eğer sevginin tanımını yapabilseydi, bunun zamanla veya yaşanmışlıklarla ilgili olmadığını; insanın hisleriyle alakalı olduğunu anlayabilirdi. Fakat henüz bu tanımı yapamıyor, yabancı duygular ve hisler arasında boğulmaktan öteye gidemiyordu.

"Merak ettiğim bir şey var..." diyerek düşüncelere dalmış Taehyung'u uyandıran, yakın arkadaşı Momo'ydu. "Bu görüntüler yeni mi?"

"Evet, yeni." demişti Taehyung dudaklarını büzerken. "Ve bunu Jungkook'a nasıl açıklayacağımı bilmiyorum."

"Görüntülerin yeni olmadığını söylersin olur biter. Sonuçta eski sevgilin ve evinden çıkıyor olman oldukça normal. Jungkook bunu sorun etmeyecektir."

Jackson'un söyledikleri dışarıdan bakıldığında, mantıklı gözüküyordu. Taehyung'ta buna kanmış sayılırdı. Başını salladığında, güvenini kırmak istemediği sevgilisine yalan söyleyip söylememek konusunda kararsızdı. Hataların en büyüğünü yaptığının farkında değildi. Güvenini kırmak istemiyorsa, asıl bu olaydan sonra doğruları anlatarak Jungkook'un güvenini kazanabilirdi.

"Saçmalama." diyerek Jackson'u azarlayan, Nayeon olmuştu. O anlarda mantıklı düşünen tek kişi kendisiydi. "Doğruyu söylemen gerekiyor. Ondan ayrı olduğun dönemde zaten Changwook'la sürekli buluştun ve bu görüntü de o günlerden birine ait. Tek yapman gereken doğruları anlatmak. İlgi görmek için Changwook'a sığınmanı yanlış anlayacağını sanmıyorum. Eğer bunu yanlış anlıyorsa da, kendisi ilgi göstermeliydi. O zaman sığınacağın başka limanlar aramazdın."

Taehyung'un kafası gitgide karışmıştı. Arkadaşlarının düşünceleri oldukça mantıklıydı fakat bilmedikleri şey Jungkook'un karakteriydi. Jungkook'un ne yapacağı belli olmazdı. Belki hiç umursamayıp, eskisi gibi davranmaya devam edebilir; belki ise ben yokken ona mı sığındın diyerek kavga çıkarabilirdi. Bunu yaparken Taehyung kendisini haklı çıkarmayı bir türlü beceremiyordu. Jungkook ve iki farklı kişiliği konusunda tamamen savunmasız kalıyordu.

"Jungkook'un ne tepki vereceğini kestiremiyorum. Changwook'u ilk öğrendiğinde, en ufak bir tepki vermemişti ve hatta, gülüp geçmişti. Sonra öğrendim ki dizilerine kadar her şeyini araştırmış... Changwook bir başkasıyla sevgili olduğumu öğrendiğinde ise, Jungkook onun ismini asla vermememi söylemişti. Yani, bu ne demek anlıyor musunuz? Kıskanmak yerine, hala kariyerini düşünecek kadar umursamaz davranmıştı. Sonra Changwook ile yakınlaşmaya başladığımda, o umursamaz adam bir anda beni deliler gibi kıskanmaya başladı... Ve hatta beni kıskandığını itiraf etti, defalarca kez. Şimdi neden böyle düşünceli olduğumu anlıyor musunuz? Jungkook'un davranışlarını anlamam mümkün değil. Belki şu an gülüp geçiyor; belki de sinirden çıldırıyordur. Bunu tahmin edemiyorum, iki farklı kişiliği varmış gibi davranıyor."

Taehyung ağzından çıkan cümleler, ortamın sessizleşmesini sağlamıştı. Herkesin zihnindeki düşünceler uçup giderken, geriye sadece Taehyung'a acıdığını belli edercesine bakan, bakışları kalmıştı. Taehyung zor bir ilişki yaşıyordu. Bunu herkes farkındaydı. Yalnızca arkadaşları, bu ilişkiyi sorgulayıp Taehyung'u üzmek istemiyordu. Yoksa herkes, her şeyin farkındaydı. Jungkook'un bir anda Taehyung'a iyi davranmaya başlaması bile şüphe uyandırıcıydı. Arkadaşlarının korkusu da Taehyung ile ortaktı. Bir anda eskisi gibi olacağından ve Taehyung'u üzeceğinden korkuyorlardı.

Taehyung şirketten ayrıldığında, yalnızca düşünmeye devam ediyordu. Arkadaşlarıyla daha fazla kalmasının ona bir yararı yoktu. Kimse Taehyung'a nasıl yardımcı olacağını bilmiyordu. Taehyung düşünceleriyle baş başa kalmıştı. Görüntüler eski derse, belki de bu konu hakkında birkaç dakika konuşulur ardından eskiye dönerlerdi. Görüntüler yeni derse ise, Jungkook'un güvenini kırabilir, ardından çıkacak kavgalara engel olamazdı. Taehyung kararsızlık içindeyken atladığı bazı detaylar vardı. Ve o detaylar, aklına bile gelmemişti.

***

Taehyung

Dispatch olayından sonra geçirdiğim bir hafta, kâbusu aratmayacak türdendi. Geçen süre boyunca yalnızca programlara katılmış, bunun dışında evden dışarı adımımı bile atmamıştım. Program sonunda patlayan flaşların arttığını hissediyordum. Yalnızca bununla sınırlı değildi, hakkımda konuşan kişi sayısı da bir hayli artmıştı ve Jackson'un dediği gibi, Kim Taehyung ismi Kore'de hiç olmadığı kadar duyulmaya başlamıştı. Şirketim ve menajerim bu durumdan oldukça hoşnut olsa da, ben değildim. Bir haftadır yüzüm hiç gülmemişti.

Çünkü bir haftadır Jungkook'la tek kelime konuşmamıştık.

Beni aramamıştı. Bunu tahmin ettiğimden, ben onu aramıştım. Açmadığında, mesajlar atmış, onunla konuşmak istediğimi defalarca kez söylemiştim. Fakat sonuç aynıydı. Jungkook son günlerde telefonunu bile kapatmıştı. Benimle hiçbir şekilde iletişim kurmuyordu. Eskiye döneceğimiz ihtimali zihnimde dolaşırken kendimi yalnızca bir köşeye sinip ağlarken buluyordum.

Eğer Kore'de olsaydı, çoktan karşısına çıkardım fakat yurtdışındaydı. Bugün gelmişti. Akşam üstü Kore'ye döndüğünü, havaalanında çekilmiş fotoğraflarından anlayabilmiştim. Jungkook ile birbirimizden o kadar uzaklaşmıştık ki, Kore'ye ne zaman döneceğini bile bilmiyordum. Ancak hayran hesaplarına bakarak anlayabilmiştim. Bu kadar acınası durumda olduğuma inanamıyordum.

Şimdi ise evine gidiyordum. Saat her zamanki gibi, gece yarısına geliyordu ve ben hafif sarhoştum. Onsuz olduğum her an, bu şekildeydim. Güçsüzdüm, mutsuzdum ve ayık kaldığım süre zarfında hayatıma dayanamıyordum. Jungkook'suz bir hayatta yaşamayı gerçekten beceremiyordum.

Rezidansın önüne geldiğimde, hiç beklemeden içeri girmiştim. Bu defa güvenliğe bile bakmadan hızlı adımlarla asansöre ilerlerken, güvenliğin, "Bay Jeon evde değil." demesini işitmiştim.

Adımlarımı durdurduğumda arkamı dönmüş, "Nerede olduğunu biliyor musun?" diye sormak zorunda kalmıştım. Bu bana berbat hissettiriyordu. Sevgilimin nerede olduğunu bilmiyor, güvenliğe sormak zorunda kalıyordum.

"Yaklaşık yarım saat önce eşyalarını almak için uğradılar, efendim. Bu akşam evde değil, yurtta kalacaklarmış."

"Teşekkür ederim." dedikten sonra, hızlı adımlarla rezidanstan çıkmıştım. Bu ihtimali yolda tahmin etmiştim fakat Jungkook'un bu kadarını yapacağını düşünmemiştim.

Jungkook resmen konuşmamak için benden kaçıyordu.

Sırf bu yüzden evinde bile kalmıyor, eşyalarını alıp yurda gidiyordu. Arabama bindiğimde sinirle solumaya başlamıştım. Ellerimi sinirle direksiyona vurduğumda, "Lanet olsun." diye sızlanmıştım.

Yurtlarının nerede olduğunu bile bilmiyordum. Bu sebepten hızlıca telefonumu çıkardığımda aklıma gelen ilk kişiyi, Min Yoongi'yi aramıştım. Yoongi ile geçmişten tanışıyorduk ve şu an bana yardım edebilecek, yurtlarının nerede olduğunu söyleyecek tek kişi oydu. Yardım etmese bile pes edeceğimi sanmıyordum. Bu akşam ne olursa olsun Jungkook'la konuşacaktım, aklıma koymuştum...

***

Jungkook'un kaldığı yurdun önündeydim.

İçeri girip girmemek konusunda yaşadığım tedirginliğin tek sebebi, Jungkook'un bana karşı olan davranışlarıydı. Ağabeylerinin yanında bana kötü davranırsa, bunu kaldırabileceğimi sanmıyordum. Hassas bir kişiliğe sahiptim ve muhtemelen herkesin ortasında bana bağırırsa hiç çekinmeden ağlamaya başlardım.

Adımları taşlı yol boyunca ilerlettiğimde, hiç zorlanmadan girdiğim yurt binasına bakmıştım. İki katlı, küçük, müstakil bir evdi. Küçük bir bahçesi vardı. Benim evimin yarısı kadar olabilirdi. Bunu fark ettiğimde suratımı buruşturmadan edememiştim. Kesinlikle hak ettikleri yurt bu değildi. Burada neden kalmadıklarını çok iyi anlıyordum. Böylesine saygın adamlara hakaret niteliğinde bir evdi.

Sonunda kapının önüne ulaştığımda derin bir nefes alıp zile basmıştım. Kalbim heyecanla çarpamaya başladığında, içten içe Jungkook'un açması için dua ediyordum. Aksi taktirde ağabeyleriyle konuşmak zorunda kalacaktım ve bu durumda Jungkook bana kızabilirdi. Ne yapacağını kestiremediğim için hem korkuyor, hem de heyecanlanıyordum.

Kapı, daha önce bir kez bile konuşmadığım Hoseok tarafından açtığında, "Oh..." demişti, irice açtığı gözleriyle. Beni burada gördüğü için oldukça şaşırdığı belliydi. "Taehyung, merhaba."

"Merhaba," demiştim gergince gülümserken. O anlarda ne söyleyeceğimi kestirememiştim. Beni eve alır mısın diye sorsam çok arsızca ve kaba olurdu. Aynı zamanda Hoseok'un da öyle bir niyeti yokmuş gibi duruyordu. Bu sebepten direkt konuya girmiş, "Jungkook burada mı?" diye sormuştum, çekingen bir ses tonuyla.

"Evet, yukarıda. Sanırım uyuyor... Gelmek ister misin?"

"Müsait değilseniz eğer-"

"Hayır, hayır, gel lütfen."

Hoseok nazikçe kolumdan tuttuğunda, beni içeri sürüklemişti. Utangaç bir şekilde gülümserken ona uymuş ve yürümeye başlamıştım. Hayatımda çok utandığım nadir anlardan olduğu için, yanaklarımın kıpkırmızı kesildiğine emindim. Beni salon olduğunu düşündüğüm yere getirdiğinde, Namjoon ve Yoongi'nin dışında iki kişiyle daha karşılaşmıştım.

Bu birkaç adım geri çekilmeme sebep olduğunda, tam arkamda duran Hoseok samimi bir şekilde bana arkadan sarılırken, "Utanmana gerek yok." demişti. Bana sarıldığı için garip hissetsem de, sıcakkanlı birisi olduğunu tahmin etmiştim. Daha ilk andan bunu oldukça belli ediyordu.

"Namjoon'un yanında oturan Kim Seokjin. Tanıyorsundur, bizim şirketimizde oyuncu."

İsmini duymam bile, tanımam için yeterliydi. Gülümseyerek, "Memnun oldum." dediğimde, Seokjin sıcak bir şekilde gülümsemiş, "Bende memnun oldum, hoş geldin Taehyung." demişti.

Hoseok beni salonun ortasına doğru yürüttüğü sırada, hala arkamdan sarılmaya devam ediyordu. Bunu yapmasının sebebini anlamıştım. Herkes birbirini tanıyordu fakat ben dışarıdan bir yabancıydım. Hoseok ise kendimi kötü hissetmem için bana yakın davranıyordu. Bunu fark ettiğimde dudaklarımdaki tebessüm genişlemişti. Jungkook'un ağabeylerine neden bu kadar hayran olduğunu anlıyordum. Onlar sahiden de bunu hak ediyordu.

"Yoongi'ye sarılan kişi ise Jimin. Yoongi'nin çocukluk arkadaşı, genelde bizimle kalır. Çünkü-"

Yoongi'nin yanında oturan, ismini az önce öğrendiğim sarı saçlı çocuk ayağa kalktığında, "Memnun oldum!" diye şakımıştı. Ardından Hoseok'un bedenini, bedenimden kurtardığında bana sıkıca sarılmış, "Sana gerçekten bayılıyorum!" demişti, daha sıkı sarılırken. "Umarım benimle fotoğraf çekilmek istersin..."

Yanaklarımın alev aldığını hissederken, "Tabii ki." diye mırıldanmıştım. Bu sırada Jimin sahiden de cebinden telefonunu çıkarmış ve bizim fotoğraflarımızı çekmişti.

Yoongi, utandığımı anlamış olacak ki, Jimin'in benden ayrılmasını ister gibi, "Taehyung'u rahat bırakır mısın Min?" demişti. "Jungkook'un odasına çıkacak ama senden kurtulamıyor."

"Sadece... Fotoğraf çekilmek istemiştim." Jimin dudaklarını büzdüğünde, minik adımlarla Yoongi'nin yanına ulaşmış, bir kez daha kollarının arasına girmişti. O anlarda ikilinin sevgili olduğunu düşünsem de, bakışlarımla rahatsız etmemek adına gözlerimi kaçırmayı tercih etmiştim.

Namjoon ise gülümseyerek, "Jungkook odası bir üst katta, koridorun en sonundaki oda." demişti.

"Teşekkürler, hyung."

Yoongi'ye ayrıca teşekkür etmeyi aklımın bir köşesine yazarken, herkesle kısaca vedalaşmış, ardından merdivenlere yönelmiştim.

Jungkook'un grup üyelerinin sıcak davranışları için oldukça mutlu olsam da, Jungkook'un ne tepki vereceğini düşündüğümde mutluluğum yerini korkuya bırakıyordu. Muhtemelen ona haber vermeden yurda geldiğim için bana çok kızacaktı. Fakat ben suçsuzdum. Bana başka çare bırakmamıştı. Onu aramıştım, açmamış, üstüne telefonunu kapatmıştı. Eğer ona ulaşmama imkân verseydi, bunların hiçbiri yaşanmayacaktı.

Jungkook'un odasının önüne geldiğimde, daha fazla düşünmeye devam edersem delirecek seviyeye geleceğimin farkındaydım. Bu sebeple aklımdaki tüm düşüncelerden sıyrılarak, ani bir hareketle ilk önce kapısını çalmış, ardından tepki vermesini bile beklemeden odasına girmiştim.

Odaya girdiğimde ışıklar kapalıydı. Gözlerimin karanlığa alışmasını beklemeden ellerimle duvarı yokladığımda, ışığı bulmuş ve yakmıştım. Ardından bakışlarım tam karşımda duran iki kişilik yatağı bulmuştu. Jungkook uyuyor gibi gözüküyordu. Yatakta dizlerini kendine çekmiş, yan bir şekilde uzanmıştı.

Çekingen adımlarla yatağa yürüdüğüm sırada, Jungkook'un, "Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim." demesiyle birlikte duraksamıştım. Bakışlarını çevirmeye tenezzül etmediğinden, benim geldiğimi anlamamıştı bile.

"Benim." diye fısıldadığımda ise, ilk önce aniden başını kapı tarafına çevirmiş, ardından yatakta oturur pozisyona geçmişti. Kaşlarını sonuna kadar çattığında, dudakları aralık kalmıştı. Şaşırdığının farkındaydım. Aslında bakılırsa, buraya kadar geldiğim için bende oldukça şaşkındım.

"Neden geldin?"

Sert bir şekilde konuştuğunda, bunu es geçmeyi tercih etmiştim. Jungkook'un bu tepkilerine oldukça alışkın olduğumdan, artık üzülemiyordum bile. Bunun yerine göz temasımızı kaçırmadan yatağa kadar yürümüş, tam karşısına, yatağın ucuna oturmuştum.

"Soru sorması gereken ben değil miyim? Benden neden kaçıyorsun?"

"Soru sorması gereken biri varsa," dediğinde, neredeyse bağıracakmış gibiydi. "O da sevgilimin başkasıyla görüntülerini tüm haber sitelerinde gören kişi olarak, benim."

"O zaman neden kaçtın? Sorabilirdin, konuşabilirdik, fakat sen bir hafta boyunca beni aramadın. Kore'ye döndün ve sırf yanına gelmemi istemediğin için evine gitmek yerine yurda geldin."

"Yanıma gelmeni istemediğimi anlamış olmana rağmen, neden buraya kadar geldin?"

Sözleri sert ve acımasızdı. Kalbimin kırıldığını hissederken titrek bir nefes almış, sevdiğim adamın gözlerinin içine bakmıştım. Gördüğüm adamın, eski Jungkook'tan hiçbir farkı yoktu, bunu hissedebiliyordum. Ne zaman kırılsa, karşısındakini kırıyor; yüzüne yerleştirdiği maskeyi asla indirmiyordu. Bu eski Jungkook'un yapacağı türden bir hareketti, şimdi ise aynı adam vardı karşımda.

Eski Jungkook'u görmek bana güçsüz hissettirdiğinde, gözlerimin dolmaya başladığını fark etmiştim; dudaklarımı ısırıyor, dolan gözlerimden yaşların akmaması için gözlerimi kırpıştırıp duruyordum. Ne durumda olduğumu farkındaydı, bakışları dudaklarım ile gözlerim arasında gidiyordu fakat hiçbir tepki vermiyordu. Eğer maskesini indirebilseydi görebilirdim fakat yapmıyordu. Bir kez daha sevgisiz ve duygusuzluğuyla sınıyordu beni.

"Çünkü..." demiştim kısık bir sesle. "Konuşmak istiyorum."

"Seninle konuşmak istemediğimi oldukça belli ediyorum, Taehyung. Git buradan."

"Hayır gitmeyeceğim. Açıklama yapmama izin vermek zorundasın. Şu an bana yersiz bir tepki gösteriyorsun. Ben bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım. Changwook ile görüntülerimiz ortaya çıktıysa bu benim suçum değil!"

"Eğer o görüntüler yeniyse, evet senin suçun!"

Tüm evde duyulacak şekilde gür sesiyle bağırdığında, sonunda patlamıştı. Ayağa kalktığında ellerini saçlarının arasına geçirmiş, ardından odanın etrafında dolaşmaya başlamıştı. Onunla birlikte ayaklandığımda, hiç çekinmeden karşısında durmuştum.

"O görüntülerin yeni olmasının bir önemi var mı? Changwook ile görüştüğümü biliyordun, Jungkook. Ben onunla birlikte tatile gittim!"

"Anlamıyor musun? Beni delirten şey zaten senin, Changwook ile olan bu boktan ilişkin!"

"Bunun suçunu bana yıkamazsın!" derken, artık herkesin duyacağı şekilde kavga etmeye başlamıştık. "Onun karşısına çıkıp Taehyung benim sevgilim demek için geç kalan sendin!"

"Tüm mesele bu mu? Sırf, onun karşısına geçip Taehyung benim sevgilim demediğim için mi beni kıskandırıyorsun?"

"Seni kıskandırmaya çalışmadığımı biliyorsun, Jungkook. Biz yalnızca Changwook ile arkadaşız."

"Sen onunla arkadaş falan değilsin!" diye bağırdığında yerinden sıçramıştım. Boğazının yırtılacağını düşündüğüm şekilde bağırıyor, bir taraftan ise üstüme geliyordu. "Sen, sırf benden göremediğin ilgiyi Changwook'tan görmek istiyor, bu yüzden onu kullanıyorsun! Bunun adı arkadaşlık değil Taehyung anlıyor musun? Bu boktan bir şey!"

Sinirle soluyor, tam karşımda durduğu için hızlı solukları yüzüme çarpıyordu. Tıpkı onun gibi öfkeyle dolduğumda, onu göğsünden sertçe ittirmiş, "Benim ilgi görmek istemem mi boktan olan!" diye haykırmıştım. Şu an aşağıdaki herkese rezil olduğumun farkındayım ama gözüm dönmüş gibiydi.

"Evet, öyle! Bir başkasını severken, eski sevgilinden ilgi görmek istemen ve yalnız kaldığında ona sığınıyor olman boktan bir şey! Anlıyor musun? Benimle küstüğün süre zarfında onun evine gidiyorsun, ona sarılıyorsun, onunla konuşuyorsun. Farkında değil misin? Etrafında sürekli Changwook var. O senin eski sevgilin, arkadaşın falan değil!"

"Eğer bana ilgi gösterseydin, her şeyi geçtim, eğer beni sevseydin, ona sığınmak zorunda kalmazdım. Beni buna sen ittin. Bana sevgisizliği, yalnızlığı dibine kadar yaşattın. Sevgi görmeye o kadar muhtaçtım ki, bana kollarını açan ilk kişiye sığındım." derken, dolan gözlerimi elimin tersiyle silmiştim.

"Beni anlamak istemiyorsun." dediğinde bağırmaktan yorulmuş gibiydi. Sesi hala yüksek çıksa da, eskisi gibi tüm evde duyulacak biçimde bağırmıyordu. "Bunun anormal olduğunu sana anlatamıyorum. Taehyung, o adam ve sen arkadaş olamazsın. Ya da o adam senin sığınacağın kişi olamaz, sana kollarını açamaz. Changwook senin eski sevgilin, sen bir zamanlar ona aşıktın. Siz bir zamanlar aynı yatağı ve hatta aynı evi paylaştınız. O adam seni öptü, sana dokundu, seninle beraber oldu. Bunu anlamak bu kadar zor mu? Bana nasıl hissettirdiğini anlamıyor musun? Ben aynı şeyi yapsaydım, sen bana ne tepki verirdin?"

"Benim anlamadığım tek şey," derken gözyaşlarım akmaya devam ediyordu. Kendimi tutmak istesem de, mümkün değildi. Duygu patlaması yaşıyormuş gibiydim. "Bunca zamandır buna tepki göstermedin, fakat şimdi sinirleniyorsun... Benden ayrı kalmak istiyorsun, bana bağırıyorsun. En önemlisi de, çekilmiş fotoğrafların bedelini bana ödetiyorsun."

Elleriyle yüzünü sertçe sıvazladıktan sonra, bana doğru birkaç adım atmış, "Bir şeyleri aşmaya çalışıyorum." diye fısıldamıştı. Bağıracağını düşünsem de bu defa oldukça sakindi. "Kendimi sana açmaya çalışıyorum. Bu zamana kadar içimde yaşadığım şeyleri, artık seninle paylaşıyorum. Taehyung anlamıyor musun? Ben çabalıyorum. Sana sevgilim diyorum, birini sevmeye çalışıyorum. Bunlar benim için ne kadar zor biliyor musun? Birine güvenmek... Ama sen güvenimi kırıyorsun. Bana âşık olduğunu söyleyip, başka bir adamın ilgisine muhtaçlık duyuyorsun. Onun evine gidiyorsun, ona sarılıyorsun. Üstelik bu adamı, aylar önce benim yüzümden terk eden sensin. Madem ona ihtiyaç duyacaktın, neden bana geldin?"

"Çünkü sana a-aşığım." diye fısıldadığımda, başını iki yana sallamıştı. Ona âşık olmadığıma inanmıyormuş gibi davranması daha şiddetli ağlamama sebep olduğunda, "Yalnızca, sende beni anlayamaz mısın?" diye fısıldamıştım, yalvarırcasına. "Bu zamana kadar, senin içinde tuttuğun ve benden sakladığın düşüncelerini bilmediğim için yara aldım. Acaba beni seviyor mu? Yoksa umurunda bile değil miyim? Benden nefret mi ediyor? Onun için yalnızca bir yatak arkadaşı mıyım? Sürekli... Sürekli bunları düşünüp durdum. Bunu bana yaşatan ve bu düşünceleri beslememe sebep olan sendin, beni defalarca kez kırdın. Psikolojimin bozulmasına sebep oldun, Jungkook. Mantıklı davranışlarda bulunamamış olabilirim çünkü oradan oraya savrulup durdum."

Başımı salladığımda, ellerimi yüzüme kapatmış ve ağlamayı sürdürmüştüm. Yatağa oturduğumda artık hiç kimseyi umursamadan sesli bir şekilde ağlıyor; hıçkırıklarımın boğazıma dizilmesine engel olamıyordum.

Bir labirentin içinde dolaşıyormuş gibi hissediyordum. Çıkmazdı, çıkmazın içindeydim. Jungkook'a hak veriyordum, kendime hak veriyordum fakat asla çıkış yolu bulamıyordum. Çünkü ikimizin de hataları, ikimizin de haklı olduğu kısımlar vardı. Böyle bir durumda, orta yolu nasıl bulacağımızı bilmiyordum. Birbirimize saatlerce bağırıp çağırsak bile geçmeyecek türden bir öfkeye sahipken; birbirimizi sabaha öpüp, koklayacak ve sevgi gösterecek kadar da ilgiye muhtaçtık.

"Sadece..." dediğimde, iç çekmelerimin arasında konuşmaya çalışmıştım. "İkimizin de hataları var, bunu sende biliyorsun. Ama ben ne olursa olsun senden uzaklaşmadım. Sen ise ilk hatamda, benimle arana koskocaman bir duvar örüyorsun. Bunu hak ettiğimi düşünmüyorum, Jungkook. Sürekli yalnız bırakılmayı hak etmiyorum ben."

Jungkook yanıma oturduğumda yanaklarım yasladığım ellerimi tutmuş, "Haklısın." demişti. Bakışlarımı ona çevirdiğimde en az benim kadar üzgün olduğunu görebiliyordum. İkimizde içimizdeki öfkeyi kustuğumuzda, yalnızca üzüntümüzle baş başa kalmıştık. "Sadece o haberi gördüğümde, gerçekten sinirden çıldıracak gibiydim. Belki eski görüntüler olsa tepki vermezdim fakat görüntülerin yeni olduğunu, saçlarının gri olmasından ötürü anlamıştım. En çok da görüntülerin yeni olması beni delirtti."

Burnumu çekerek, yan gözle ona bakarken, "Görüntülerin yeni olduğunu nasıl anladın?" diye mırıldanmıştım. "Saçlarımı daha önce gri yapmadığımı nereden biliyorsun?"

"Çünkü, bir keresinde bana daha önce saçlarını hiç griye boyatmadığından fakat griye boyatmayı çok istediğinden bahsetmiştin."

"Söylediğim şeyleri unutmuyorsun..." dediğimde bir kez daha gözlerim dolmuştu. "Ama Yuna'nın kardeşim olduğunu bilmiyorsun, seni gerçekten anlamıyorum."

"Yuna'nın kardeşin olduğun biliyordum, Taehyung. Yalnızca biliyorsun işte-"

"Umursamaz taklidi yapmak hoşuna gidiyordu. Tıpkı Changwook'u tanımadığını ve umursamadığını iddia edip, tüm hayatını araştırmış olman gibi."

Yalnızca başını salladığında, ellerimi çekmek üzere hamle yapmıştım ki daha sıkı tutmuştu. "Dünyadaki, en çift kişilikli, en sorunlu, hatta en ruh hastası insan olduğumun farkındayım. Ama eğer şimdi beni bırakırsan, yere çakılacağım, Taehyung."

"Beni yoran şey bu kadar zor olman, Jungkook." demiştim bedenimi ona çevirirken. Artık yüz yüze duruyor, yalnızca birbirimize bakıyorduk. "Beni seviyorsun, bunu inkâr edemezsin. Hatta beni sevdiğin ve kıskandığın için, o görüntüler seni çıldırtıyor. Fakat sorun ne biliyor musun? Buna rağmen benden kaçıyorsun. Eğer ben buraya kadar gelmemiş olsam, sen bana asla gelmez, duygularını açmazdın bile. Bunu yapmaktan vazgeç anlıyor musun? Her seferinde sana gelemem, bunun için yorgunum, çok yorgunum Jungkook."

"Anlıyorum," demişti başını aşağı yukarı sallarken. "Yalnızca ne tepki vereceğimi kendimde kestiremiyordum ve bundan korktum. Henüz duygularımı bile yeni öğreniyorum, Taehyung. Bu çok boktan bir şey ama öyle işte. Bu kadar öfkeleneceğimi bende tahmin etmemiştim. Az önce söylediğim şeylerin benim ağzımdan çıktığına bile emin değilim."

Daha fazla uzatmamak adına başımı sallamakla yetinmiştim. Jungkook ilişki ve sevgi konusunda, yeni doğmuş bir bebek gibiydi. Öğreniyordu, aynı zamanda verdiği tepkilere tıpkı şimdi olduğu gibi kendisi de şaşırıyordu. En önemlisi de artık içine atmıyordu. Az önce bana söylediği tüm her şeyi bu zamana kadar içinde tutmuş fakat şimdi patlamıştı. Bu sahiden de Jungkook'un söylediği gibi boktan bir şeydi fakat durum buydu.

Sevdiğim adam, dünyanın en zor insanıydı fakat elimden gelen bir şey yoktu.

Ya buna katlanamayacak ve onu bırakacaktım; bu ihtimalde ise Jungkook'un tam anlamıyla bir travma geçirmesine sebep olacaktım. İlk defa birini sevmiş ve o kişiye güvenmişti. Ben ise onu bırakarak güvenini boşa çıkaracak, sevginin anlamını öğrenemeden, sevgiden nefret etmesini sağlayacaktım.

Ya da bu aşk beni zorlayacak, bazen katlanılamayacak hale getirecekti ama dayanacaktım ve biliyordum ki, benim seçeneğim her zaman bu ihtimalden yanaydı. Ne olursa olsun Jungkook'a aşıktım ve onu bırakamaz, bu kötülüğü ikimize de yapamazdım.

***

Jungkook ile aramızdaki sorunu çözdükten sonra, dakikalar boyunca ağlamayı sürdürmüştüm. Sebebini tam olarak bilmiyordum. Her şey üst üste gelmişti ve ben, çok fazla dolmuştum. Jungkook'tan destek beklerken, onun tarafından yalnız bırakılmıştım. Bu beni gerçekten çok sarsmıştı.

Öte yandan, artık yaşadıklarım bana o kadar ağır geliyordu ki, bir şekilde içimdekileri atmak istiyordum. Bunu ise ancak ağlayarak gerçekleştirebiliyordum. Kavga ederek bir yere varamayacağımızı anlamıştım. Çünkü kavga ederken bile, en çok sarsılan ve üzülen ben oluyordum.

Jungkook, yanıma oturduğunda elindeki su bardağını bana uzatmış, "Daha iyi misin?" diye sormuştu, kısık bir sesle. Mahcup olduğunun ve üzgün hissettiğinin farkındaydım. En az benim kadar kötü gözüküyordu.

Ağladığım süre boyunca ürkek bir şekilde bana bakmış ve sadece yanımda sessiz bir şekilde oturmuştu. Bana neden ağlıyorsun diye sormamıştı, bunun yerine gözlerimin içine bakıyor, konuşmamı bekliyordu fakat konuşmamıştım. Dizlerimi kendime çekip, kollarımı etrafında sararken sadece içimdeki tüm duyguları dışarı atana kadar ağlamıştım.

Jungkook ise ne yapacağını bilmediği için beni izlemekle yetinmişti. O anlarda eğer, saçlarımı okşasaydı ya da beni öpseydi iyi hissedebilirdim. Fakat bunu bilmiyordu, bilmediği içinde yan yana olmamıza rağmen beni yalnızlığa terk etmişti.

"Sanırım... Biraz daha iyi hissediyorum."

"Senin için yemek hazırlamamı ister misin?"

"Herkes uyudu mu?" diye sorduğumda, Jungkook olumsuz yönde başını sallamıştı.

"Hayır, kavga ettiğimizi anladıklarında endişelenmişler. Özellikle sen aşağı inmediğin için seni merak ediyorlar. Birazdan gelebileceğimizi söyledim, tabiî sen de istersen."

Dudaklarımı büzdüğümde, zorlukla da olsa suyu içmiştim. Boğazımdaki acı içtiğim suyla birlikte biraz olsun dinerken, aklım acıyan canımda değil, az önce yaşadığımız olaydaydı. O kadar gürültülü bir şekilde kavga etmiştik ki, aşağıdaki herkes bizi duymuştu. Onlara karşı mahcup olmuş gibi hissediyordum. İlk defa girdiğim bir ortamda, bağırıp, çağırmış, bir de yetmemiş gibi dakikalar boyunca sesli bir şekilde ağlamıştım. Şimdi ise çekindiğim için aşağı inmek istemiyor, az önce yaptıklarım için utanıyordum.

"Aşağı inmek istemiyorum..."

Jungkook çekindiğim durumu anladığında, fazla uzatmamış, "Nasıl istersen, güzelim." demişti, boşalan bardağı elimden alırken. "Öyleyse, uyumak ister misin?"

"Burada mı uyuyacağız?"

"Bir sorun mu var?"

"Yurtta kalıyor olmam, bir sorun çıkarmaz mı?"

"Hayır, Yoongi'nin sevgilisi Jimin'de sürekli burada kalıyor."

Bu sırada Jungkook ayağa kalkmış, bardağı masasının üstüne bıraktıktan sonra yatağa gelmişti. Sırtım yatak başlığına yaslıyken bedenimi aşağı kaydırmış, yatar pozisyona geçmiştim. Jungkook'ta yanımdaki yerini aldığında, aramızda geniş bir mesafe varken sırt üstü uzanmaya başlamıştık.

"Jimin ve Yoongi'nin sevgili olduğunu anlamıştım..."

"Nasıl anladın?"

"Bilmiyorum, onlara baktığımda sevgili olduklarını hissettim. Aralarındaki bağ kuvvetli olmalı..."

Jungkook bakışlarını bana çevirdiğinde, yan bir şekilde yatmaya başlamıştı. Sağ yanağının altında ellerini birleştirip, pür dikkat beni izlerken, "Bize baktığında ne hissediyorsun?" diye sormuştu, kısık bir sesle.

Tıpkı Jungkook'un yaptığını yapıp, yüz yüze gelmemizi sağladığımda dudaklarımı büzmüştüm. "Bilmiyorum, sanırım onlar gibi hissedemiyorum."

"Haklısın, sormam saçmaydı zaten."

Söyleyecek bir şeyim olmadığı için sessiz kaldığımda, Jungkook bir süre beni seyretmiş, ardından gözlerini usulca kapatmıştı. Uyuyacağını düşündüğümde, bir kez daha dudaklarımı büzmüştüm. Kendimi o kadar üzgün hissediyordum ki, bu halde uyuyamayacağıma emindim.

"Jungkook, uyudun mu?"

Jungkook gözlerini hemen açıp, başını iki yana sallamış, "Hayır, uyumuyorum. Bir sorun mu var?" demişti. Bakışları yüzümde dolaşırken, bir kez daha ağlayacakmış gibi gözüktüğüme emindim. Jungkook'ta bunu hissettiğinde, "Sorun ne?" diye sormuştu.

"Üzgün hissediyorum, bu şekilde uyuyamam..."

"Senin için ne yapmam gerekiyor?"

Bir süre yalnızca gözlerinin içine bakmış, ardından usulca benden uzak olan bedenine yaklaşmıştım. "Beni sevebilir misin?" diye fısıldadığımda, tıpkı bir kedi yavrusu gibi yatakta aşağı kayarak başımı göğsüne yaslamış, ardından ellerimle göğsünü okşamaya başlamıştım. "Buna gerçekten çok ihtiyacım var."

Şaşırdığını ve ne yapacağını bilmediği için sessiz kaldığını fark ettiğimde, kollarımı bu defa beline sarmış, "Saçlarımı okşayabilirsin." demiştim, fısıltıyla. "Ya da sırtımı, bilmiyorum... Yalnızca bir şeyler yap işte. Senin yapacağın tüm her şey, bana güzel hissettirecek zaten."

Jungkook'un saçımı okşamasını beklediğim sırada, aniden yatakta hareketlenip beni altına aldığında korktuğum için çığlık atmıştım. Jungkook ise ellerini başımın iki yanına yerleştirirken, bir anda dudaklarıma saldırmıştı.

Ani hareketlerine alışkın olmadığımdan başta tepki verememiş, yalnızca alt dudağıma sertçe dişlerini geçirdiğinde, hissettiğim acıyla birlikte ağzına doğru inlemiştim. Kendime geldiğimde ise sonunda sevdiğim adama karşılık vermiş, büyük bir özlemle üst dudağını emmeye başlamıştım.

Uzun zamandır birlikte olmadığımız için, bedenim saniyesinde tepki vermeye başlamıştı. Kasıklarımdaki hareketliliği hissediyor, Jungkook'a daha çok dokunmak için can atıyordum.

Öpüşmemiz daha ıslak ve sert bir hale geldiğinde, kollarımı boynuna dolamış; belimi yataktan kaldırarak, kasıklarımızın birbirine sürtünmesini sağlamıştım. Bu küçük temasla birlikte Jungkook dudaklarıma doğru inlerken, nefes nefese geri çekilmiş, gözlerimin içine bakmaya başlamıştı.

"Sana dokunmak istiyorum, bu sana güzel hissettirir mi?"

Gülerek başımı sallamıştım. "Çok güzel hissettirir, sevgilim."

"Sevgilim..." diye fısıldadığında, alnıma gelen tutamları kulağımın arkasına sıkıştırmış, boynuma ıslak bir öpücük kondurmuştu. "Sevgilin sana güzel hissettirecek."

Dudakları tüm bedenimde gezinmeye başladığı sırada gözlerimi kapatmış, tüm bedenimi sevdiğim adama teslim etmiştim. Dokunuşları, dudakları ve sözleriyle aklımı başımdan almış, söylediğini yaparak bana sahiden de çok güzel hissettirmişti; aynı zamanda ise farklı.

Jungkook'la defalarca kez sevişmiş, aynı yatağa paylaşmıştım fakat ilk defa, bu benim için basit bir seks olmamıştı. Çok daha fazlası hissetmiştim. Jungkook beni sevmişti; her dokunuşta, sevgisini hissettirmiş; bedenimin arzuyla değil, ruhumun, aşkın vermiş olduğu o şehvetle yanıp tutuşmasını sağlamıştı...

***

Sevilmek, güzel bir histi; âşık olduğun adam tarafından sevilmek ise, kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar, özel ve ütopikti. İnanması zordu, hayallerimin gerçekleştiğini görmek, garip hissettiriyordu. Aynı zamanda ise farklı. İlk defa tattığım bu yoğun duygular arasında boğuluyordum sanki. Bu zamana kadar neyi aradığımı belli edercesine, öpüyordum dudaklarını.

Onun ilki olmasına rağmen, benim dudaklarım, defalarca kez yabancıların dudaklarını tatmıştı. Onları da bu şekilde öptüm belki, şehvetli kelimeler fısıldadım kulaklarına ama ilk defa, kasıklarımın sızısından daha önemli olan bir şey vardı benim için. Artık bu yatağa yattığımda, amacım seks yapmak ve bedenimi tatmin etmekten çıkmıştı. Ben artık, yattığım bu yatağa biriyle değil, Jungkook'la yatmak istiyordum; ben artık, bedenimi tatmin etmek değil, yalnızca Jungkook'un beni sevmesini istiyordum.

Ben artık, ömrümün sonuna kadar bir başkasını değil, Jungkook'u istiyordum.

Onun, basit bir kelimeden öteye geçerek, gerçekten, hayatım olmasını istiyordum.

Dudaklarını, dudaklarımın üstüne bastırırken, artık, aceleci değildi. Dakikalar önce gösterdiği hırçın tavırları yerini uysallığa bıraktı. Bacaklarımı iki yana genişçe açtığımda, dudaklarında belirli belirsiz bir tebessüm oluşurken geriye çekildi. Bunun ne demek olduğunu ikimizde biliyorduk.

Çıkarsın, atsın istiyordum tüm her şeyi. Onu özlemiştim, içimde olmasını, tenlerimizin birbirini ısıtmasını ve hatta yakıp kavurmasını. Her şeyden öte, dudaklarımı, bembeyaz, terden parlayan teninde gezdirmeyi özlemiştim.

Geriye çekildiğinde, önce beyaz tişörtünü çıkardı bedeninden. Bunu yaparken kasılan sırt kaslarını fark ettim, elimde olmadan dudaklarımı yaladım. Her şeyi nasıl böylesine seksi olabiliyordu? Sanki, Tanrı her bir detayını özenle yaratmış ve onu en eşsiz kulu ilan etmiş gibi hissediyordum. Beyaz tişört teninden sıyrıldığında, karşıma çıkan göğüs ve karın kasları da buna işaretti. Benden iki yaş küçüktü ama iri yapılı bedeninin yanında minicik kalıyordum adeta. Gittikçe irileşiyor, kıvrımları belirginleşiyor ve başa çıkılması zor bir hale geliyordu.

Bakışlarını, gözlerime değdirirken gülümseyerek geri çekilmişti. Ayağa kalktığında, iç çamaşırıyla birlikte eşofmanını bacaklarından sıyırdığında, kendimi zevkten kasılmış bir halde buldum. Ayak parmaklarım içe doğru kıvrılmış, bacaklarımı daha geniş açmıştım. Bunu fark ettiğini biliyordum çünkü, görüntüm bulanıklaşmış gibiydi. Gözlerimin arkaya kayacağının bilincinde sıkıca kapatmış, dirseklerimi serbest bırakarak yüz üstü uzanır pozisyona geçmiştim. Kalbim yerinden çıkmak istercesine atarken, yataktaki hareketliliği hissettim. Ciğerlerimi dolduracak biçimde derin bir nefes alırken, Jungkook bir kez daha üstümdeki yerini aldı.

Bu defa bakışları yüzüme değmedi. Üstümdeki gömleğin düğmelerini açmaya başladı yavaş yavaş. Bunu yaparken, dudaklarıyla çeneme ıslak fakat minik öpücükler konduruyordu. Saniyelik temasları, çenemi turladı, ardından boynuma doğru indi. Derin derin soluyor, küçük öpücükler bırakıyordu. Kokumu soluduğumu bilmek bana güzel hissettirirken, tebessüm ederek ellerimi saçlarının arasına daldırıp kahverengi tutamlarını okşamaya başladım.

Bunun, sevgilimi mutlu ettiğini biliyordum. Mırıldanmaya benzer sesler çıkardığı sırada, boynumdan kulağımın altına taşıdı öpücüklerini. Elleri ise işini tamamlamıştı, gömleğin tüm düğmelerini açtığında, artık esmer göğsüm tamamen çıplak ve göz önündeydi. Ellerini belirli belirsiz tenimde gezdirmeye başladı; dudakları ise kulak mememi buldu, ilk önce ıslak bir şekilde öptü. Ardından, dişini geçirip hafifçe çekiştirdi ve elimde olmadan, "Jungkook!" diye mırıldandım, hırlamaya benzer bir ses çıkararak. Huylandığımı biliyordu ve bundan oldukça hoşnuttu.

Elleri, sol göğsümün altındaki dövmenin üstünde durduğunda, dişleriyle kulak mememi çekiştirerek geri çekildi. Huylandığım için suratımı buruşturdum, göz göze geldiğimizde ise sevgilim ufak bir kıkırtı bıraktı. "Günahkâr." diye fısıldadı, birdenbire.

Ses tonundaki koyuluk, pantolonun kumaşına rağmen kasıklarına sürtünmeme ve bundan zevk alıp inlememe sebep oluyordu. "N-ne?" diye fısıldadım, anlamadığımı belli ederek.

Jungkook ise geri çekildi, bacaklarımın arasına bir kez daha girerken, dudakları, sol göğsümün altını, "Are you calling me sinner?" yazan dövmeyi buldu. Bir kez daha aynı şeyi fısıldadı. "Günahkâr..." dedi, ardından elleri belimi bulup, beni sıkıca tutarken dövmemin olduğu yeri defalarca kez öptü, dilini gezdirdi; dişleriyle dürttü. Ve bunu, öyle sakin ve yavaşça yapıyordu ki, içim gıdıklanmıştı. Vücudumun alev alev yandığını hissediyordum, bedenim şimdiden zevkin getirisiyle titremeye başladı. Belim kıvrılıp, yataktan havalandığında, bunu fırsat bilerek kollarını tamamen belime sardı. Üst bedenim yataktan sıyrılırken, gözlerimin içine baktı. "Sence, günahkâr mısın Taehyung?" diye sordu, bana.

Artık, sevgilim dizlerinin üzerindeyken, ben kucağına yerleşmiş bir vaziyetteydim. Ellerim omuzlarına tutundu ve bulunduğu yeri yavaşça okşadım. "Sence öyle miyim?" diye sordum, gülümseyerek. Dudaklarımızı birbirine yaklaştırdım fakat öpmedim, burnunun ucundaki beni öpmek bana daha cazip gelmişti o anlarda. Küçük bir öpücük kondurduktan sonra, "Dindar bir ailede büyümüş olan bir adamın, ilk ilişkisiyim, bir erkeğim. Onu baştan çıkardım, bunu bilerek ve isteyerek yaptım. Tanıştığımız ilk gece, onun kucağındaydım, belki de altında..." Sevgilim dudaklarını ısırıp bana arsız bir bakış attığında, dudaklarımda yer edinen tebessüm daha da arttı. "Bence bu sorunun cevabını sen vermelisin, Jungkook. Ben günahkâr mıyım?"

Elleri belimde usul usul dolaşırken, kıkırdadı. Ardından beni kucağından indirmeden bacaklarına oturmamı sağladı. Aramızdaki mesafe arttığında, mızmızlanmaya benzer sesler çıkardım. Dudaklarına ulaşmak istesem de, başını göğsüme doğru eğdi. Ne yapmak isteğini anlamadığım için kaşlarımı çattım fakat o, ensesine kapatan saçları ittiği sırada, ensesine bakmamı ister gibi dürttü göğsümü. Bakışlarım, tıpkı benim dövmemin büyüklüğünde ve yazı tipinde olan dövmeyi buldu. Ağzım şaşkınlıktan dolayı açık kalırken, yazan yazıyı okudum zorlukla.

"God is the original sinner"

Sonra geri çekildi, saçlarıyla örttüğü ensesini bir kez daha kapattığında, beni kucağına çekmek yerine sırtımı yatakla buluşturdu. Üstümdeki yerini aldığında, bu zamana kadar gördüğüm en tehlikeli gülüş esir aldı dudaklarını. "Cevabını aldın mı?" diye sordu, kollarıma kadar inmiş olan gömleği tamamen sıyırıp attığında, "Biz değiliz," dedi. "Asıl onlar, günahkâr."

Kafa karışıklığı içinde, pantolonumun kemerini çözen sevgilimi baktım. Onlar, derken ailesinden mi bahsediyordu? Yoksa, bu ilişkiye karşı çıkan herkesten mi? Anlamadım fakat bir şeyleri idrak edebiliyordum artık.

Jungkook, buna karşı değildi.

Jungkook, bize hiçbir zaman karşı olmamıştı.

Eğer öyle olsaydı, ensesine o dövmeyi yaptırır mıydı? Bakışlarım, bir kez daha bacaklarımın arasında olan sevgilimi buldu. Önce dar pantolonumu zorlukla sıyırdı, ardından dudaklarını esir alan tebessümle birlikte kabarık erkekliğime bir bakış attı. İç çamaşırımda yeri boyladığı sırada, avucuyla penisimi dürttü.

Zevkle inledim, daha ilk temasta başım yataktan ayrılmaya çalıştı. Dudaklarını istiyordum, dudaklarımda, kasıklarımda, belki de deliğimde. Ama onu istiyordum. "Jungkook." diye fısıldadım, ihtiyaçla. "Öp beni."

Avcunu sızdıran penisime sarıp hafif hafif çekiştirdiği sırada, "Öpeceğim." dedi, kalınlaştırdığı sesiyle. Bunu yapmasına bayılıyordum, sesiyle bile beni baştan çıkarıyordu. Dudaklarımdan güçsüz bir inleme dökülürken, dudaklarımızı birleştirmek yerine karnıma kondurdu öpücüklerini. Mızmızlandım, o ise kıkırdadı ve bir taraftan beni okşamaya devam ederken, bir taraftan da kasılmaktan içe göçen karnıma öpücükler bırakmayı sürdürdü.

Öpücükleri sertleştikçe artık amacının iz bırakmak olduğunu anlamıştım. Emiyor, arada sırada dişlerini geçirerek sızlanmamı sağlıyordu. Bunu yapmaya bayıldığını biliyordum. Tenimde ona ait olan izleri görmek, böbürlendiriyordu sevgilimi. Fakat bu zamana kadar, ben bu şansı hiç yakalayamamıştım. Bugün ise yapacaktım, içimden her ne geçiyorsa, sonuna kadar yapacaktım.

Parmaklarım, saten çarşafı kavradığında sıkıca tutunmuştum. Dudakları artık karnımda değil kasıklarımdaydı; bacaklarım ise onun yönlendirilmesiyle havalanıp, omuzlarını buldu. Bacaklarımı çaprazlayıp, ensesinin arkasında birleştirdiğimde, aşağıdan bana bakarken gülümsemişti. Beni saran ve yavaşça çeken parmakları geri çekildi. Yatağı süsleyen yastıklardan birini, belimin hemen altına yerleştirdi; böylelikle artık dudakları, kalça yanaklarımın arasına rahatça uzanabilirdi.

Aldığım soluklar arttığı sırada, Jungkook'un öpücükleri penisimi ve toplarımı es geçerek, deliğimin çevresini buldu. Gözlerim arkaya kayıyor, ıslak dilinin içime kayması için sızlanıp duruyordum fakat o bunu hep yapardı. İçimden bir şeylerin kopup gitmesini istermiş gibi, yavaş davranırdı.

"İçime gir." diye fısıldadım, ihtiyaçla.

Sıcak dilini, damarlı ellerini ya da yatağın çarşafına sürtünüp duran penisini mi kastediyordum, gerçekten bilmiyordum. Bunu düşünemeyecek kadar uçmuştum fakat umurumda bile değildi. Hepsi kabulümdü, yalnızca artık o doluluk hissini yaşamak istiyordum.

"Şimdi olmaz, bebeğim." dedi, bana nazaran oldukça sakin bir şekilde.

Ardından dilini, deliğimle buluşturdu ve ilk sesli inlememi, yurttaki kimseyi umursamadan bıraktım. Dilini içime ittiği sırada belimi kaldırıp sızlanmaya ve inlemeye başladım. Jungkook ise ellerini belime atıp beni yastığa bastırmıştı fakat ona resmen isyan ediyor belimi sıkıca tutan ellerini ittirmeye çalışıyordum.

"Jungkook-Tanrım! Çok iyi, lanet olsun, çok iyisin!" diye bağırdığımda, başımı sertçe yatağa vurarak, inlemeyi sürdürmüştüm. İnanılmazdı. İlk ilişkisiydim ve belki de ondan daha tecrübeliydim fakat o, beni zevkin doruklarına çıkarmayı başarıyordu.

Ve bunu yaparken, gerçekten aklımın uçup gitmesine sebep oluyordu.

Kalın sesim tizleşip, çığlığa benzer sesler çıkarmaya başladığım sırada, Jungkook'un belimdeki ellerine tutunup, sıkıyordum. Sesimi kesmeye ve yurttaki herkese daha fazla rezil olmamaya çalışıyordum fakat imkansızdı. Öte yandan, Jungkook'un da umurunda değil gibiydi.

Sevgilimin belime sarılı ellerini sıkıca kavradığım sırada, Jungkook kendini daha derinlerime itti. Ellerinin üstüne tırnaklarımı geçirecek kadar kendimden geçtiğimde ise, parmaklarımızı birbirine doladı ve bir kez daha belimde sabitledi. Ellerini sıkıca tutarken, içimde ilerleyen dilin ve çevresini emen dudakların zevkiyle darmaduman olmuştum. Yurttakilerinbeni duyacağını umursamadan sevgilimin adını inlemeye, belimi kıvırarak kendimikaygan ve sıcak dile itmeye başlamıştım.

Jungkook'un boğuk bir şekilde mırıldandığını fark ettiğimde, bundan hoşlandığını düşünerek mümkünmüş gibi kendimi biraz daha ittirmiştim dudaklarına doğru. Tüm duvarlarımı keşfeden dille, "Harikasın." diyerek titrek bir sesle fısıldadım, "Harikasın sevgilim, devam et-ah..."

Jungkook, dudaklarını kalça aramdan geri çektiğinde nefes nefeseydim; tüm bedenim titriyor, orgazm olacağımı belli edercesine, kasıklarım sancılanıyordu. Şimdiden çok yorulmuşum gibi hissediyor, bir taraftan ise buna sabahlara kadar devam etmek istiyordum.

Sertleşen ve sızdıran penisim karnıma yaslanmış bir vaziyetteyken, ellerimizi ayırmış, gelmemi engellemek adına sağ elimle sızdıran ucuma baş parmağımı bastırmıştım. İçimdeyken gelmek istiyordum, bu yüzden üstüme doğru eğilen ve dudaklarımı minik öpücükler konduran sevgilimin, boştaki elimle yanaklarını okşarken, "İçime gir, artık." diye yalvarmıştım. "Lütfen Jungkook, çıldıracağım."

Gülümsedi, sanki içime girmeyi düşünmüyor gibiydi. Bu defa yanağıma ıslak öpücüklerini bırakmaya başladığında, "Jungkook." diye sızlandım, ses tonum sabırsız ve öfkeli çıkıyordu. "Sonra öpersin, içime gir artık!"

"Seni öpmek çok güzel," dedi, çocuksu bir heyecanla. "Bunu daha önce yapmadığım için pişmanım. Seni öpmeden duramıyorum, elimde değil. Sürekli aklım dudaklarına ve şişirip durduğun yanaklarına kayıyor."

Benim aksime, kendisini tutmayı biliyordu. Karnına uzanan sertliğine rağmen beni öpmeye devam ediyor, içime girmiyordu. Sevgilimi bekleyemeyeceğime kanaat getirdiğimde, onu sertçe ittirmiş ve yerlerimizin değişmesini sağlamıştım. Kaşlarını çatıp şaşkınca bana bakarken gülümsemiş, kalça aramdaki sertliğine sürtünmeye başlamıştım.

Bu defa, arsız inlemelerini sessiz odaya bırakan kendisiydi. Ellerim göğsüne tutunduğunda, tırnaklarımı geçirmekten çekinmeden daha hızlı sürtündüm, sert ve damarla penisine. İleri geri hareketlerim hız kazandığında, yatağın gıcırdamasına sebep oluyor, rahatsız edici ses beni daha çok şevke getiriyordu.

Yoldan çıkmışım gibi hissediyordum, bir şeyleri kırıp parçalayacak kadar azgın olmak bile yanlış gelmiyordu. Ona tapıyordum, gerçekten, onun her bir zerresine, tüm benliğimi feda edecek kadar tapıyordum.

İnlemelerimiz birbirine karıştığı sırada, elimi arkaya atıp sertliğini birkaç defa çekiştirmiş, yatağa bastırdığım dizlerimden destek alarak üstünde yükselirken, sertliğini deliğime konumlandırmıştım. Derin bir nefes aldığımda, gözlerimi sıkıca kapatıp yavaşça oturdum deliğimi zorlayan erkekliğine.

Yalnızca başını almışken bile, içimi dolduruyor oluşunun verdiği his gözlerimin yaşarmasına sebep oluyordu. Başım hafiften ileri doğru düşerken, belimi saran ellerine tutunmuş, biraz daha almıştım içime. Hareketlerim ilk başta oldukça yavaştı, tamamını içime almak beni zorluyordu ve Jungkook, yalnızca beni izliyordu. Yardım etmek yerine, ellerimi tutuyor, dudaklarını ısırıyor ve zevkten şekilden şekile giren yüzünü detaylıca incelememe izin veriyordu.

Tamamen içime aldığım penisinin üzerinde yavaşça sekmeye başladığımda, belimi dairesel şekilde kıvırıyor ve kendi zevk noktamı arıyordum. Hareketlerim, acının yerini zevke bırakmasıyla birlikte hız kazanırken, artık ellerini tutmuyor, bacaklarından yardım alarak hızla sekiyordum; zevk gelip tüm bedenimi sardığında ve aradığım yeri bulduğumu fark ettiğimde ise, "Jungkook!" diye çığlık attım, en ufak bir utanma belirtisi göstermeden. Yaşlı gözlerimi, gözlerine çevirdiğimde, "Sen devam et," diye yalvardım sadece.

İsteğimi yerine getirdi, yerlerimizi değiştirdi ve bu defa, bacaklarımı omzuna atmak yerine iki yana genişçe ayırdı, "Bunu sen istedin." dedi, arsız bir şekilde gülümserken. İçime bir kez daha girdiğinde üstüme öyle bir abandı ki, yatak ile arasına sıkışmış, ardından duvarlarımı ezen penisiyle boğazımın yırtılacağını düşüneceğim türden bir çığlık atmıştım.

Kıkırdadı, içimden çıkıp bir kez daha girdiğinde gözlerim arkaya kaymış, bu defa sesimi çıkaramamıştım bile. Yalnızca ellerim kalçalarını bulduğunda, sıkmış ve kendime bastırmıştım. İstediğimi yerine getirdiğinde, içimden çıkıp tekrar girdi ve bunu sertçe, tüm bedenimi sarsacak biçimde, defalarca kez art arda yaptı.

Artık inlemekten, bağırmaktan ve çığlık atmaktan sesim kısıldığı için, yalnızca güçsüzce sızlanmaya başlamıştım. Jungkook ise geleceğini belli ederek, hırıltılı ve anlamsız sesler çıkarmaya başlayarak, hareketlerine hız kazandırdı; yatakta ileri geri hareket eden bedenimi acımasızca eziyor, karınlarımız arasında sıkışıp kalan penisimin sızdırmasını sağlıyordu ve zevk noktam öyle güzel eziliyordu ki, tüm bedenim titremeye ve gözyaşlarım zevkin getirisiyle usulca akmaya başladığında, geleceğimi biliyordum.

Kendime dokunmama gerek bile kalmadı. Yalnızca ona sürtünerek şiddetli bir şekilde boşalmaya başladığımda, belki de yaşadığım en yoğun orgazm nedeniyle kendimi kasmayı ve sızlanmalarımı, kesmeye çalışıyordum. Jungkook yüzünü buruşturarak, belirli bir tempoya bağladığı hareketlerini yavaşlattığında, "Kasma kendini, güzelim." dedi, güçsüzce.

Elimde değildi. Gözlerim doluyor, ayak parmaklarım içe bükülüyor; titreyen bedenimi yataktan havalandırmaya çalışıyordum fakat, Jungkook üstüme abanırken bu imkansızdı. Kastığım deliğim onun da gelmesine sebep olurken, başını geriye doğru attı ve hırıltılı bir şekilde inlemeye başladı.

Etkileyici görüntüsü karşısında, kendimi daha fazla kasmış; bununla birlikte Jungkook'un, kendini sonuna kadar bana iterken, içime boşalmasına ve ardından üstüme yığılmasına sebep olmuştum.

Saç diplerine kadar ter içinde kalmışken, tüm bedenini bana yaslamış, başını ise omzuma koymuştu. Terden birbirine yapışan bedenlerimizi umursamadan ellerim sırtını bulduğunda, orgazm etkisinden çıkması için yavaş yavaş okşamaya başlamıştım sırtını. Artık ikimizin de titremeleri geçmiş, yerini derin soluklara bırakmıştı. Hızla çarpan göğüslerimiz birbiriyle temas halinden bu görüntü karşısında kıkırdamadan edememiştim.

Jungkook ise, "Ne oldu?" diye sordu, benimle birlikte tebessüm ederek.

"Sanırım," derken zar zor nefes alabiliyordum. "Boğuluyorum."

Jungkook, ağırlığını tamamen bana verdiğini ve beni ezdiğini yeni fark etmişti. Hemen içimden çıkıp, üstümdeki baskısını kaldırdığında, "Üzgünüm, bebeğim." dedi, gülerek. "Seviştikten sonra seni boğmak isteyeceğim son şey bile değil."

Yorgun bir şekilde gülümsemekle yetindim. Jungkook ise bedenini yatağın boş tarafına bırakırken bakışlarını bana çevirmişti, "Duş almak ister misin?"

"Çok yorgunum. Sabah alırım, sevgilim."

"Yarın şirkete gitmeyeceksin, öyle değil mi?"

"Gitmemi istemiyor musun?"

"Evet." demişti, yorgunca gülümseyerek. "Hep birlikte, kahvaltı yaparız ve seni grup arkadaşlarımla tanıştırırım diye düşündüm."

"Eğer sen bunu istiyorsan, seve seve kalırım."

"Artık tanışmanızı istiyorum." dediği sırada, bakışlarımız kesişmişti. Dudaklarındaki tebessüm genişlerken, "Bunun için oldukça geç bile kaldım. Artık beraber olduğum kişiyle, y-yani sevgilimle tanışmalarını istiyorum."

Sevgilim ile tanışmalarını istiyorum.

İçimde yer edinen heyecanla birlikte, yatakta sevgilime doğru yaklaşıp önce dudaklarına kısa bir öpücük kondurmuş, ardından başımı göğsüne yaslarken ellerimle ince belini sıkıca sarmıştım.

Belki söyleyecek bir sürü sözüm; içimde aylardır biriken düşüncelerim vardı fakat artık konuşmak yersiz gibiydi. Geçmişi irdelememeye karar vermiş olduğumdan, yalnızca anın büyüsüne kapılmayı tercih etmiştim. Gözlerimi kapatmış, tıpkı bir kedi gibi göğsüne sırnaşırken, sevgilimin huzur veren kokusunu içime çekerek derin bir uykuya dalmıştım.

***

Taehyung, gözlerini açtığında uyku sersemliği içinde nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Daha önce bir kez bile görmediği bu odayı garipsemiş ve yabancılamıştı. Eğer Jungkook yanında yatıyor olsaydı, çok çabuk bu durumdan sıyrılabilirdi fakat Jungkook yoktu.

Taehyung hızlanan kalp atışlarını fark ediyordu. İçten içe, Jungkook'un onu yatakta yalnız bırakması kendisinde bir travma yaratmıştı. Aralarının kötü olduğu dönemde neredeyse her sabah yalnız uyanan esmer, bir umutla sevdiği adamı görmeyi bekliyor fakat boş ve soğuk yatakla karşılaşıyordu. Dudaklarını büzerek oldukça mutsuz bir şekilde yataktan kalktı.

Annesini parkta kaybetmiş, yalnız çocuklar gibi etrafına bakındı bir süre. Odadan çıkmayı düşündü, banyoyu kullanması gerekiyordu. Ama bu ev ona oldukça yabancıydı. Aynı zamanda odadan çıktığı anda Jungkook'un grup üyeleriyle karşılaşma ihtimali çok yüksekti. Az önce kalktığı yatağa geri otururken, ayaklarını sallandırmaya; dizlerinin üzerinde birleştirdiği elleriyle oynamaya başladı.

Birkaç dakika sonra, odanın kapısı nazikçe açıldı. İçeride ellerinde temiz kıyafetlerle Jungkook girdi. Taehyung ne kadar süre bu pozisyonda beklediğini bilmiyordu. Bakışlarını Jungkook'a çevirdiğinde, küçük bir çocuk gibi dudaklarını büzerek, "Neredeydin?" diye sordu. Yüz ifadesi, Jungkook'un sevgilisini öpme isteğini tetikliyordu. "Yalnız kaldım yine."

"Sana kıyafet ayarlamakla meşguldüm."

İçinden Taehyung'u ısırmak istese de, bu düşünceyi es geçti. Esmerin yanına oturduğunda, kendisine büyük gelen beyaz tişört sebebiyle açıkta kalan omuzlarına yumuşak öpücükler kondurdu. Getirdiği kıyafetleri kucağına bırakırken, Taehyung'un dudaklarında cilveli bir tebessüm oluştu. Sevgilisinin omzundan, boynuna doğru ilerleyen öpücükleri kendisini mayıştırmıştı. Başını geriye attığında, hoşnut olduğunu belli edercesine mırıldanmaya başladı.

Fakat Jungkook, son defa Taehyung'un dün geceden izler taşıyan boynunu öptü ve geri çekildi. "Koridorun sonunda banyo var, şu an herkes bahçede. Kimse seni görmeyecektir, gidip duşunu alabilirsin."

Taehyung sevgilisinin hafif nemli saçlarını incelediği sırada, "Sen çoktan duşunu almışsın." dedi, sitemkâr bir şekilde. "Bekleseydin keşke, birlikte alırdık."

Jungkook, ancak esmer olanın havalanan kaşlarıyla birlikte yaptığı imayı anlayabilmişti. Alnına dökülen saçları işaret parmağıyla geriye ittirirken, sevgilisinin dudaklarını ısırmasına sebep olacak türden kıkırdamıştı, "Dün gecenin yeterli olduğunu düşünmüştüm."

"Doyumsuz olduğumu biliyorsun." demişti, Taehyung. Yüzünde arsız, aynı zamanda cilveli bir tebessüm yer edindi. Bunu yapmaya bayılıyordu. Jungkook'un aklını karıştırıyor, zihnine edepsiz düşünceler yerleştiriyordu.

"Kendimizi akşama saklayalım diyorum."

"Neden ki?" demişti, Taehyung. Heyecanlandığı aşikardı, "Akşam ne yapacağız?"

"Kahvaltıda konuşuruz bunları." Jungkook ayağa kalktığında, Taehyung'un yanağını okşamış, ardından dudaklarını alnına bastırmıştı. "Seni bekliyorum aşağıda."

Taehyung, Jungkook'un neyi ima ettiğini anlayamadığı için çoktan sızlanmaya başlamıştı. "Beni merakta bırakmak hoşuna gidiyor."

"Sevgililerin yaptığı aktivitelerden biri de..." dediği sırada Jungkook, son defa Taehyung'un yanaklarını sevip geri çekildi. "Sürpriz yapmaktır."

Ardından göz kırpmış ve odada bir kez daha Taehyung'u yalnız bırakmıştı. Taehyung'un kaşları ilgiyle havalanırken, yalnızca düşünmeye başladı. Bu zamana kadar sürpriz nedir bilmeyen sevgilisinin, bir şeyler düşünmesi ona garip gelmişti. Jungkook ince fikirli biri değildi. Bunu düşünecek kapasiteye de sahip değildi... Esmer, grup üyelerinden birinin Jungkook'a bu fikri vermesine olumlu bakmıştı.

Sürprizin ne olduğunu deli gibi merak ederken ayağa kalktı. Boş koridorlarda koşmaya ve banyoya aramaya başladığı sırada, tıpkı küçük bir çocuk gibi şen şakraktı. Taehyung'a bakan hiç kimse onun yirmi dört yaşında olduğunu düşünmezdi...

***

SDM şirketi, katı disiplin kurallarıyla bilinirdi. Şirketin ve CEO'sunun disiplin kuralları adı altında değerlendirdiği her şey, aslında bir zorbalıktan ibaretti. Çoğu zaman, İdollerinin özel hayatlarına saygısızca müdahale ediliyor ve bunu kendilerinde bir hak olarak görüyorlardı. Yetiştirdikleri İdollerin üstünde hak sahibi oldukları gerçeği doğruydu elbette, unuttukları ise İdollerin bir köle olmadığıydı...

İdollerin yurtlarına yerleştirilen güvenlik kameraları, güvenlikleri açısından önemliydi. Fakat Shin Dongmi bu kameraları yerleştirirken güvenliklerini değil, özel hayatlarını düşünmüştü. Umursamaz bir kadındı. Tenezzül edip bir kez bile kameralardaki görüntüleri açıp izlememişti. İdollerinin ne yaptıklarını umursamıyordu, yalnızca gücü elinde bulundurmayı sevdiği için kameraları yerleştirmişti.

Bir gün gelip, özel hayatlarını kurcalamak isterse diye yerleştirdikleri güvenlik kameralarından ise İdollerinin haberi yoktu. Yalnızca, güvenlik amaçlı bulunan önemsiz kameralardan ibaret olduklarını düşünüyorlardı. Yurtlarında bulunan kameraların, patronları tarafından izlendiğini bilmeyen İdoller rahat davranıyordu; patronlarının bu kadar ileri gidebileceğini ve özel hayatlarına kadar taciz edebileceklerini düşünmemişlerdi. Düşüncelerinde bir bakıma haklılardı. Kadın sahiden de, bir kez bile kameraları açıp, ev hallerini merak etmemişti.

Fakat bugün ilk defa, kamera görüntüleri şirketin koridorlarında topuk sesleri yankılanan; hiddetle yürüyen genç kız tarafından açılmıştı.

Kız, aslında her şeyin farkındaydı. Yalnızca gözleriyle görmesi onu farklı ve aynı zamanda inanılması güç bir ruh haline soktu. Taehyung'un eve girişini seyretti, ardından ise Jungkook'un odasına girdiği anı. Kameralar, üyelerin odalarında yoktu fakat, sabahın ilk ışıklarına kadar odadan hiç kimsenin çıkmıyor oluşu, kız için yeterliydi.

Jungkook ve Taehyung geceyi birlikte geçirmişti.

Kız, sinir krizi geçirme eşiğine geldiği sırada önündeki monitörü parçalamaktan geri kalmamıştı. Ardından şirkete geldi. Bugün şirketteki idollerin izin günüydü, buna rağmen ise Jeon Somi, şirketteydi. Bunun tek bir sebebi vardı. Patronları Shin Dongmi'yi görecek ve artık beklediği şeye kavuşacaktı.

Patronun odasına girdiğinde, Jeon Somi kapıyı çalmaya tenezzül etmedi. İçeri girdi, bakışları Shin Dongmi'yi buldu, "Müsait misin?"

Kadın, karşısında nefret ettiği kızı görmesiyle suratını buruşturdu.

"Ne oldu, Somi?"

"İşimiz var." Somi topuklarını yere vurarak, yavaş adımlarla masanın karşısına geçti. Ellerini masaya yasladı ve patronuna doğru eğildi. "Seninle bir yere gideceğiz."

"Nereye gidiyoruz?"

"Jungkook ve grup üyelerinin yurdunu ziyaret edeceğiz."

"Anlamadım." dedi kadın kafası karışmış bir şekilde, "Neden böyle bir şey yapıyorum?"

"Anlamazsın tabii. O güvenlik kameralarını süs olsun diye koydun öyle değil mi? Bir gün bile açıp bakmadın, idollerin ne bok yiyor diye!"

"Bağırma." dedi, kadın. Suratını buruşturdu, bu sese senelerdir tahammül edemiyordu, "İdollerimin özel hayatıyla değil, kazandıkları paralarla ilgileniyorum, tatlım."

"Sizinle bir anlaşma yaptık." dedi Somi, dişlerini sıkarak. "Ve ben bugün, anlaşmanın yerine gelmesini istiyorum."

Kadın boş bakışlarını, kıza çevirdi. "Nereden çıktı bu şimdi? İlk önce anlat, sonra yapıp yapmayacağımıza karar veririz."

"Jungkook," dedi kız, sinirden titreyen çenesini zapt etmekte zorluk çekiyordu. İçindeki öfke öyle yoğundu ki, tüm bedenini esir almıştı. Kız bu öfkeyle, cinayet bile işleyebilirim diye düşünüyordu. "Dün gece yurtta Taehyung ile birlikte kaldılar. Birlikte uyudular, belki de yattılar. Buna daha fazla tahammül etmeyeceğim, anlıyor musun? Çıkış yapmamı bekle dedin, sana uydum ve yeterince bekledim. Artık daha fazla bekleyemem, Jungkook'un albümünün canı cehenneme. Delirecek gibi hissediyorum, dayanamıyorum."

Kadın, bakışlarını bir saniye olsun karşısındaki kızdan ayırmıyordu. Yüz ifadesinden bile karşısındaki çocuktan nefret ettiğini belli oluyordu. Elleri masanın altından yumruk şeklini aldığı sırada, dudaklarına yapmacık bir gülümseme yerleştirip ayağa kalktı. "Pekâlâ," diye mırıldanabildi yalnızca. "Gidelim öyleyse."

Somi saçlarını geriye doğru savurdu, dudakları zaferle kıvrılırken, "Anlaşmanın dışına çıkmayacaksın." diyerek, patronunu tehdit etti. "Ne konuştuysak o. Jungkook'a da aynen bunları söyle."

"Anlaşma aylar önce yapıldı zaten." dedi, kadın. Yüzünden memnuniyetsiz olduğu anlaşılıyordu. Anlaşmadan nefret ediyordu. En çok da bunu yapmak zorunda olduğu için kendinden... "Ne ben ne de Jungkook, anlaşmanın dışına çıkmayacak."

"Güzel..." diye mırıldandı, kız. Ardından telefonunu eline aldı. Hala sinirden titreyen ellerine rağmen, son defa, küçük bir mesaj atmayı ihmal etmedi. Kıkırdadı ve ondan önce odayı terk eden patronunun arkasından ilerlemeye başladı.

***

Hoseok ve Yoongi, masayı kurduğu sırada; Namjoon ve Jimin'de mutfakta kahvaltı hazırlamakla meşgûldü. Bu sırada ruhsuz bir et parçasını andıran Jungkook, yavaş adımlarla merdivenlerden aşağı indi. İfadesiz bakışlarını etrafta gezdirirken, kendisini mutfağa atıp, zorlukla sandalyeye oturdu. Kasılan bedeni sebebiyle zar zor hareket edebildiğini hissediyordu. Sırtını sandalyeye yasladı ve boş bakışlarını ona bakan ikili de gezdirdi.

Jimin, yaptığı işten sıyrılıp mutfağa gelen bedene dönmüştü, "Ona sürprizinden bahsettin mi?!" diye sordu, şakıyarak. Taehyung uyuduğu sırada, birlikte konuştukları konudan bahsediyor, mutluluğu ise sesinden belli ediyordu. Jimin, romantik bir adamdı ve konuşulanlar en çok onun hoşuna gitmişti.

Jungkook ise cevap vermek yerine, umursamaz bir şekilde başını sallamakla yetindi. Aklına dolan düşüncelerden ötürü durgunlaşmıştı. Neredeyse haftalardır, rüya aleminde olan genç, uykudan yeni uyanmış gibiydi. Fakat bu defa, uykudan uyandığı için sersem ve dinlenmiş hissetmiyordu. Tersine, uyandığı anda yüzüne çarpan gerçekler, ona hiç olmadığı kadar yorgun hissettiriyordu. Bir an, bu rüyadan hiç uyanmamayı diledi.

Fakat birileri, kendisini seve seve bu rüyadan uyandırmıştı.

Jimin ise o sırada çok farklı şeylere kafa yoruyordu. Taehyung'un şanslı olduğunu düşünüyordu. Yoongi, kendisinin ilk ilişkisi değildi fakat Jungkook, Taehyung'un ilkiydi. İlklerin her zaman önemli olduğunu düşünüyordu; Daha değerli ve unutulmaz hissettiriyordu, ona göre. Özellikle Taehyung'un durumu daha da eşsizdi. Jungkook'un hem ilki hem de kendisine göre son ilişkisiydi. Jungkook, bir daha ne başkasına güvenebilir ne de sevgili olabilirdi. Taehyung'a gönlünü kaptırdığını herkes farkındaydı.

Bundan sonra Jungkook'un hayatında bir tek Taehyung olacaktı.

Jungkook bir süre daha dalgınca etrafa bakındı, "Bunu neden yaptığımı anlayamıyorum." diye fısıldadı. O an yalnızca içinden geçenleri kastediyordu. Fakat Namjoon, sürpriz hakkında konuştuğunu varsayarak, "Normal ilişkilerde böyle sürprizlere gerek yok fakat sen, Taehyung'un kalbini o kadar kırmışsın ki, önümüzdeki bir on sene ona sürprizler yapmaya devam etmelisin. Böylece yaptığın küçük jestlerle, sevgiline geçmişteki kırgınlıklarını unutturabilirsin." demişti, küçük kardeşlerine.

Jungkook ağabeyine ters bir bakış attı, "Altı ayda, on sene sürecek kadar kırmadım onu."

"Bazen, söylediğin tek bir söz insanların kalbinde derin ve iyileşemez yaralar açabilir, Jungkook." dedi Jimin, sakin bir şekilde. Tane tane konuşuyor, Jungkook'a durumu açıklamaya çalışıyordu. "Ki sen, Taehyung'u defalarca kez kırdığından bahsediyorsun. O bir robot değil, anılarını hafızasından silip atamaz. Kırgınlıklarını unutması mümkün değil, yalnızca içine atar ve bu ona zarar veriyordur, buna eminim. Muhtemelen, ilişkisine zarar vermemek için her şeyi yutuyor. Ama sen yutmasına izin verme, sakladığı her şeyi çekip çıkar ve unuttur ona. Sevginle yap bunu, iyileştir ve yaralarının kabuk bağlamasını hatta çiçek açmasını sağla."

"Peki," derken Jungkook'un sesi kısık çıkmıştı. "Peki ya bunu yapamıyorsam?"

"Bahanelerin arkasına sığındığın sürece mutlu olamazsın, Jungkook." demişti, Namjoon. Ses tonu sert, aynı zamanda ise uyarıcıydı. "Yapamam diye bir şey olamaz artık. Yapacaksın, yapmalısın. Bir ilişkiye başlıyorsun. Eskiden mesafe koymaya çalıştığın, ama ne yaparsan yap başaramadığın bir ilişkiden bahsediyoruz. Bu bir çocuk oyuncağı değil, karşında yirmi dört yaşında bir adam var. Ciddi bir ilişki yaşamak istiyor, seni seviyor ve hatta aşık. Geleceğini senle kurmak isteyen bir adama, seni iyileştiremem, yapamam diyemezsin."

"Beni anlamıyorsunuz..." dedi Jungkook. Kelimeler boğazına diziliyor fakat kendisini susturmayı başarıyordu. Söylemek isteği her şeyi, bir kez daha yuttuğu sırada konuşmuştu, "Biz sevgili olamayız."

Namjoon ve Jimin, boş gözlerle Jungkook'a bakıyordu. İkisi de Jungkook'un aniden değişen hareketlerine anlam veremediği için, şoktaydı. Dakikalar önce sevgilisinin yanına büyük bir heyecanla çıkan genç, şimdi Taehyung'tan bahsederken boş bakışlarla bakıyor, önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi durgun bir şekilde konuşuyordu.

"Sen iyi misin?" diye sordu, Namjoon.

Jimin ise biraz daha sert çıkarak, "Çift kişilikli misin?" diye sormuştu. "Bu konuda ciddiyim, sahiden, dakikalar önce yanımıza geldin, konuştuk ve Taehyung'u mutlu etmek isteğini söyledin. Hoseok ile birlikte, Taehyung'a sürpriz hazırladınız. Şimdi ise, biz sevgili olamayız diyorsun. Cidden soruyorum, ruhsal sorunların mı var?"

Jungkook boş gözlerle Jimin'e bakarken başını iki yana sallamıştı. "Hayır," dedi dümdüz bir ifadeyle. "Gayet iyiyim ben. Size doğrulardan bahsediyorum. Taehyung ve ben sevgili olamayız."

"Saçmalamayı kes." Namjoon normalde en küçük kardeşlerine sert çıkmazdı fakat merdivenlerden aşağı inen Taehyung sebebiyle gerilmişti, "Taehyung geliyor, saçma sapan konuşup üzme sakın onu. Bunu sonra konuşalım."

"Ne yapmamı istiyorsunuz ki?" diye sordu, Jungkook bir kez daha. Taehyung onun bu davranışlarını görse, burada bir saniye bile durmazdı. Dudakları kıvrıldı, "Rol mü yapayım?"

"Gerekirse, evet." dedi Jimin. "Bir kez olsun, günlerinizi bok etmek dışında başka bir şey yap."

"Günaydın!"

Mutfaktaki sesler esmerin gelişiyle birlikte kesildiğinde, herkesin gergin yüz ifadeleri yerini zoraki gülümsemelere bıraktı. Bu sırada boş bakışlarıyla Taehyung'u süzen Jungkook, ayaklandı ve sevgilisine bakmadan kendisini bahçeye attı.

Taehyung, sevgilisinin bu davranışını anlamlandıramadı. Kaşlarını çatarken, bakışlarını mutfaktaki ikiliye çevirdi. Namjoon ve Jimin'in yüz ifadelerini dikkatlice incelediğinde, durumu az çok anlamıştı. Kendisi gelmeden önce gerildikleri belliydi. Onlar bir aile sayılırdı. Taehyung, bu meselelere karışmaması gerektiğini düşünüyordu. Bu sebepten umursamamaya çalıştı ve usulca kahvaltı hazırlayan ikilinin yanına ulaştığında, onlara yardım etmeye başladı.

***

Kahvaltı masasında çıt çıkmıyordu. Bu durumdan en mustarip olan Taehyung'tu. Bakışlarını sık sık sevgilisine çeviriyor, kendisine bakıp bakmadığını kontrol ediyordu. Fakat Jungkook, sanki orada yokmuş gibiydi. Düşünceleriyle boğuşuyor, elinde tuttuğu çubukları boş tabağın etrafında gezdiriyordu.

Jungkook, bazen kendisini ütopik bir dünyada sanıyor ve tüm gerçekleri unutuyordu. Bunu yaparken hayal dünyasında sürükleniyor, aslında yapmaması gereken şeyleri gözü karardığı için hiç düşünmeden yapıyordu. Bu davranışlarının en büyük sebebi, Changwook'tu.

Taehyung'un eski sevgilisi hayatlarına girdiğinden beri Jungkook, kıskançlık ve sahiplenmeye duygusuyla hareket etmeye başlamıştı. Bu inatçı duygular, Jungkook'u benliğinden, sorumluluklarından uzaklaştırmaya yetiyordu.

Çünkü Jungkook, sorumluluklarıyla baş etmeye çalışırken, aynı zamanda içinde bastırdığı duygularıyla savaşıyordu ve bu çok zordu. Bir yerde, içinde tuttuğu her şey patlak vermişti. Duyguları açığa çıkmış, sorumluluklarını ise geri plana atmıştı.

Yaptığı her şey gözler önüne serilirken, gözlerini sıkıca kapattı ve yaşadığı her şeyin bir rüya olmasını diledi. Eğer Jungkook rüyadan uyanabilseydi, tek isteği bundan birkaç hafta öncesine dönmek olacaktı...

Taehyung ise sevgilisinin bu anlamsız davranışlarına daha fazla dayanamadığı için, "Jungkook." diye fısıldadı, yanında oturan sevgilisine. "Neyin var?"

"Bir şeyim yok." derken Jungkook, elindeki çubukları sertçe tabağa bıraktı. Düşünmekten delirecek seviyeye geldiği için, sinirlenmeye başlamıştı. "Karnım aç değil sadece."

Esmer, sevgilisinin sert ses tonuyla afalladı ve sırnaşan bedenini geriye çekip, aralarındaki mesafeyi arttırdı. Sessiz kalmak zorundaymış gibi hissediyordu, Jungkook'un davranışları kendisi tam olarak buna yönlendirmişti çünkü.

Bir anda tüm keyfi kaçtığında, sevgilisi gibi o da elindeki çubukları bıraktı. Boğazına oturan yumrudan kurtulabilmek için önündeki sudan bir yudum aldı. Taehyung, artık bu duruma o kadar alışmıştı ki, dudakları kıvrıldı. Jungkook, tam olarak buydu. Bir iyi, bir kötü, dakikalar önce aşık, dakikalar sonra ise umursamaz... Taehyung bunu zaten biliyor ve kabulleniyordu. Jungkook'un çift kişiliği vardı. Sinirlenmemiş veya üzülmemişti. Yalnızca buradan gitmesi gerekiyor gibi hissediyordu.

Bu sebepten nazikçe sandalyesini geriye doğru çekerek ayağa kalktı, "Size afiyet olsun." diye mırıldandı, zoraki bir gülümsemeyle. "Ben artık gitsem iyi olacak."

Diğer üyeler, Taehyung'a kal demek istese de sabit bir şekilde önündeki tabağı izleyen Jungkook'u gördüklerinde, bundan vazgeçmişlerdi. Jungkook öyle dalgındı ki, sevgilisinin ayağa kalktığını bile anlamamıştı.

Namjoon, uyarır tonda en küçük kardeşlerinin kolunu dürttü, Jungkook'un sabit bakışları kendisini bulduğunda dişlerinin arasından, "Taehyung gidiyormuş." dedi sert bir şekilde.

Jungkook sanki ruhu bedeninden çekilmişçesine ciğerlerine derin nefesler çekiyor, göğsü hızla inip kalkarken, boş bakışlarla önündeki tabağa incelemeye devam ediyordu. Taehyung buna daha fazla tahammül edemeyeceğini anladığında, Jungkook'a ters bir bakış atmış ardından masadan birkaç adım uzaklaşmıştı.

Bu sırada bahçenin görüş açısında bulunan demir kapıların açıldı. Masada bulunan herkesin bakışları, açılan kapıyı ve ardından siyah lüks arabayı buldu. Bir kişi dışında. Jungkook tenezzül edip bakmıyordu bile. Yalnızca dişlerini kırmak istercesine sıkıyor, çenesi sinirden titriyordu.

Herkes şaşırmış bir vaziyette, arabadan inen patronlarına baktığı sırada, ne kadar tedirgin oldukları yüzlerinden okunuyordu. Yaptıkları yanlış bir şey yoktu aslında. Yine de patronları onları o kadar çok azarlıyordu ki, artık bu durumdan sıkılmış ve yorulmuşlardı. Hoseok, Yoongi ve Namjoon, patronlarına bakarken; Shin Dongmi yalnızca, masada oturmayı sürdüren çocukta gezdiriyordu bakışlarını.

Buraya gelme amacı oydu. Diğerlerine kızmayacak ya da bağırmayacaktı. Tüm suç, Jungkook'a aitti. Ona kızacak, bağıracak ve anlaşmayı yerine getirmesini isteyecekti.

Bu sırada, arabanın filmli camları sebebiyle arka koltukta oturan Jeon Somi gözükmüyordu. Somi bu konuda şanslıydı. Eğer Taehyung onun arabanın içinde olduğunu görseydi, hiç kimseden utanmadan o kıza saldırabilirdi. Sinirleri hala ilk gün ki gibi tazeydi.

Shin Dongmi bakışlarını Jungkook'tan çekip sevgilisi Taehyung'a çevirdi. En büyük rakibi olan Song Yunah'ın şirketinin; en değerli İdolü duruyordu karşısında. Dudakları kıvrıldı ve sessiz bahçede yankılanacak türden neşeli bir kahkaha attı. "Fazla cesaretlisin." dedi, karşısındaki adama doğru. Onu bulmuşken, uğraşmadan bırakmayacağı kesindi. "Song Yunah'ın sana vermiş olduğu bu özgüvene hayran kaldım doğrusu..."

Taehyung yalnızca gülümsemekle yetindi, "Neyden bahsettiğinizi anlayamadım, efendim."

"Benim şirketimden biriyle sevgili olmandan bahsediyorum!" dedi kadın neşeyle şakıyarak, herkes kadının bu tavrı karşısında hayrete düşmüştü. Şaşkın bakışların odağı olan kadın, "Ah, benim şekerlerim." dedi yapmacık bir ses tonuyla. "Öğrenemem sandınız öyle değil mi? Arkadaşım adı altında yaşadığınız ilişkileri, benden gizlediğiniz sırları..."

"Bayan Shin," diyerek araya grup lideri Namjoon girdi. "Eğer izin verirseniz, bunu misafirlerimiz gittikten sonra konuşalım."

Kadının yüz ifadesi aniden sert bir hal aldı, "Neden? Sevgililerinizin yanında azarlanmak sizi rencide mi edecek?" Ardından bakışını iki yana sallarken, suratını buruşturdu. "Bunu, benim arkamdan çevirdiğiniz işlerin bir bedeli olarak düşünün ve kesin sesinizi."

Taehyung sessiz kalmakla yetindi. Ne söyleyeceğini bilemiyordu. Her şey bir anda olup bitmişti ve herkes gibi o da şoktaydı. Kadın ise, Taehyung ile uğraşmak istediğini belli edercesine ona doğru adımladı, "Yunah'ın bir erkekle ilişkin olduğundan haberi var mı?"

"Evet," dedi, Taehyung. Bu konuda asla geri adım atmayacaktı zira patronu, bu zamana kadar kendisini eşcinsel olması sebebiyle asla ezdirmemişti. Tersine, bu duruma saygı duymuş tüm ilişkilerine ılımlı yaklaşmıştı.

Taehyung kendinden emin bir ifadeyle gülümsedi, omuzlarını dikleştirdi ve ellerini göğsünde birleştirip, dik durdu. Ne olursa olsun, Yunah'ın arkasında olacağından şüphesi olmayan esmer, kendisini güçlü hissettiriyordu. "Sizin aksinize, Yunah beni bu şekilde tehdit etmiyor ya da özel hayatıma karışmıyor."

"Yersiz bir özgüvene sahipsin. Kore halkı bunu duyarsa neler olur biliyor musun? İki erkeğin ilişkisi..." Bu sırada yüzünü sanki kötü bir şey yemişçesine buruşturup, gözlerini kısmıştı. Başını iki yana sallarken Taehyung'a kınayan gözlerle bakıyordu. Esmere doğru birkaç adım attı ve kulağına fısıldadı, "İğrenç bir şey bu."

"Kore halkı," derken Taehyung'un sesi çatlamıştı. "Sizin, iğrenç, şirketinize ve skandallarınıza katlandıysa her şeye katlanır, Bayan Shin."

"Üstelik, bana özgüven sahibi diyorsunuz fakat bundan çok değil, bir hafta önce, idolünüz benim olan ödülü elimden aldığında, yüzsüz bir şekilde bunu kabul etmişti." dedi, Taehyung. Yüzsüz kelimesinin üstünü bastırdığı sırada, kadının gülen yüzü soldu. "Tıpkı sizin, yüzsüzce, oylama sonuçlarını değiştirmeniz gibi. Şirketiniz ve idollerinizin davranışlarına bakın, ardından benim özgüvenimi sorgulayın derim. Çünkü ben bu zamana kadar ne hile yaptım, ne de sizin gibi parayla kendimi ön plana çıkardım. Kendi ayaklarımın üzerinde durdurduğumdan, bu özgüvene sahip olmam çok normal."

Kadının bunu beklemediği aşikardı. Eşcinsel ilişkilerine iğrenç derken amacı Taehyung'un duygularının incinmesini sağlamaktı fakat başarılı olamamıştı. Taehyung'un yüzünde mimik oynamıyordu. İçten içe sinirden delirecek kıvama gelse de dudaklarında alaylı bir tebessüm belirdi. Ortamda ondan daha fazla üzülen biri varsa, o da Yoongi'nin arkasına saklanan Jimin'di.

"Seninle daha fazla konuşmak istemiyorum." diyerek kestirip attı, kadın. "İzin verirsen İdollerimle konuşmam gereken şeyler var."

Taehyung kibarca kovulduğunun farkındaydı. Bir kez daha gülümsedi, ardından kadına doğru birkaç adım attı, bu defa yalnızca ikisinin duyabileceği bir şekilde fısıldadı. "Jungkook'a zarar vermeye kalkma sakın."

Bu tehdit ikisi içinde beklenmedikti. Özellikle Dongmi, kendisinden yaşça küçük ve güçsüz biri tarafından tehdit edilmesiyle adeta şok geçirmişti. Jungkook dahil, herkes ikiliyi izliyordu fakat Taehyung'un fısıltısını duyamamışlardı. Yalnıza kadının yüz ifadesine bakıyor, bir şeyler olduğunu seziyorlardı.

Kadın, tüm bahçede yankılanacak türden sinir bozucu bir kahkaha attı. "Beni tehdit mi ediyorsun?!" diye haykırdı adeta. Sözleri, herkesin bakışlarının Taehyung'a dönmesini sağladı. "Gerçekten bunu yapmaya cesaret edebiliyor musun?"

"Kim olduğun umurunda bile değil. Bu mesleğe başladığımdan beri kimseden çekinmedim ben. Kariyerimin sonuna kadar da bu durum aynı şekilde devam edecek. Ne sen ne de parası yüzünden kendisini bir şey sanan insanlar, bana zarar veremezsiniz."

"Sana zarar vermek için paramı kullanmama gerek yok, şekerim." dedi, kadın. Gülen yüzü aniden ciddi bir hal aldı, Taehyung'un yüz ifadesindeki değişim hoşuna gitmişti. "Bunu biliyorsun öyle değil mi? Tek bir sözümle sana zarar verebilirim, hemen, şu an yaparım bunu."

Taehyung'un tüm bedeni sinirle kasıldığında, bakışları sevgilisine döndü. Güçlü bir adam, tek bir zayıf noktası yüzünden alaşağı edilmişti. Omuzları yenilginin getirisiyle çöktü. Bu sırada Jungkook'un ifadesiz yüzü, yerini buz gibi bakışlara bıraktı.

İlk önce patronuna, ardından sevgilisine baktı. "Git buradan." dedi, sert bir şekilde. "Bu meseleler seni ilgilendirmez."

"Sana olan her şey beni de ilgilendirir." dedi Taehyung, üstüne basa basa. Artık her şeyin ortaya çıktığının bilincinde, ilişkisini korumaya çalışıyordu.

Fakat Jungkook, bunu umursamadı. Celladıyla baş başa kalan idam mahkûmu gibiydi. Patronunun yanına ulaştı ve gözlerinin içine baktı. "Yalnız konuşalım." dedi, "Açıklamama izin verin lütfen."

Taehyung şaşkınca sevgilisine ve ona gülümseyen kadına baktı. Kendisi ilişkisini savunmaya ve Jungkook'u korumaya çalışırken, Jungkook çoktan yenilgiyi kabul etmişti bile. Esmerin yüzüne bakmadan eve girmek için birkaç adım attığı sırada, "Git, Taehyung." dedi, duygusuz bir ses tonuyla. "Bu konular seni ilgilendirmez."

"Görüşürüz, şekerim."

Kadın, mağlubiyetin getirisiyle gülümsedi ve sol elini havaya kaldırıp Taehyung'a el salladı. Esmer şok olmuş bir vaziyette, patronuyla birlikte içeriye giren sevgilisini izlediği sırada bunun gerçek olmamasını diliyordu. Jungkook'u korumuş, Kore'nin en güçlü şirketlerinden birinin CEO'suna karşı gelmişti fakat Jungkook, bunu umursamayarak, bir korkak gibi patronunun peşinden gitmişti.

Taehyung, her şeyin düzeleceğine inanırken bir aptal olduğunu içinden geçirdi.

Hiç kimsenin suratına bakmadan, arabasına doğru ilerledi. Yalnızca Taehyung değil, tüm üyeler şaşkındı. Kadının, kendilerine eziyet edeceklerini biliyorlardı fakat Jungkook'la yalnız konuşmak istemesini kimse anlamamıştı. Taehyung arabasına bindi. Bu sırada yan tarafında bulunan arabanın içindeki kızı, filmli camlar sebebiyle göremiyordu. Kız, "Bana ait olanı, benden alacağını sanıyorsun." dedi, kendi kendine gülmeye başlarken. Dışarıdan bakıldığında çıldırmış gibi gözüktüğü aşikardı. "Ama o sana gelirken bile benimdi, Kim Taehyung."

Continue Reading

You'll Also Like

219K 24.1K 35
Şeytan'ın yeri ayrıdır. Tüm cezbediciliği ve şehvetiyle harmanlanan keskin bakışlar içini gıdıklar. Adeta dil darbeleriyle süslenmiş göğsü kadar gıdı...
8.3K 425 2
Dünyaca ünlü şarkıcı Jeon Jungkook ve Kim Taehyung aldıkları nefret üzerine ayrılmaya karar verir. Fakat tekrar birlikte olmak isteyen Jeon, bunun üz...
2.6K 512 6
Taehyung ve Jeongguk'un alevini kaybetmiş ilişkisi, birlikte inşa ettikleri kusursuz hayatı tehdit ediyordu. Yun-hee ise bu hikayede yalnızca bir eks...
3.7K 596 16
Âh göğsündeki her yarayı merhametle öptüğüm. Geç kalınan hiçbir hayat, hayat değildir. - geç kalışların hüznü adına -