Love Me Harder | Taekook

By dameadrasteia

31.2K 2.8K 2.5K

Taehyung, her şeye rağmen aşkının, Jungkook'un peşinden gidecekti; Jungkook ise, Taehyung'un aşkını kabul etm... More

2| ''I'm insatiable to you.''
3| ''I'm jealous of you.''
4| ''But you're lucky, I'm more insatiable than you.''
5| ''After what you told me, I will never tell you come back.''
6| ''There is only one thing I know. I don't want to lose you.''
7| ''I feel uneasy when you're not with me.''
8| ''I'm trying to open myself up to you, to overcome things.''
9| ''I'm crazier than that girl and anyone else.''
10| ''It's too late for us now, Jungkook.''
11| ''I will do anything to win you back.''
12| The resulting secrets.
13| ''The most special and beautiful thing this world has to offer.''
14| The end of everything.
15| ''If you don't want my dad to hear us, you have to make me quiet.''
16| ''I want you to have me until it consumes me.''
17| ''I want you to love me harder every time than before.''
Final| ''I love you more than yesterday but less than tomorrow.''

1| ''You will pay the price of playing with me.''

4K 266 133
By dameadrasteia




1| "You will pay the price of playing with me."


Sarhoşluğun verdiği etkiyle arabadan zar zor inebildiğimde, gözlerim gökyüzüne doğru çıkıp, önümdeki yüksek katlı binayı bulmuştu. Saatlerdir telefonunu açmamasına karşın, biliyorum ki bu evdeydi.

Ama bilmediğim bir şey vardı elbette, neden telefonlarımı açmıyordu?

Belki bir başkasıylaydı, belki de beni artık görmek istemiyordu...

Ona güvenemiyordum, davranışları hiçbir zaman net değildi. Belki, şimdi kör kütük sarhoşum diye beni eve almayacak fakat yarın sabah beni özlediğini söyleyerek şirketime gelecek, benimle sevişecekti.

Bunu hep yapardı, beni yalnızca arzuladığı zaman arıyor; yalnızca zevklerine hitap ediyordum. Kalbine değil.

Yine de pek umurumda değildi, bu sebepten yalpalana yalpalana rezidanstan içeri girmiştim. Güvenlik artık beni tanıyordu ve eminim ki, hiç kimseye olmadığı kadar acıyordu bana.

Herkesin hayranı olduğu Kim Taehyung, aslında bir zavallıydı.

Bunu o da biliyordu, bu yüzden ilk günlerde olduğu gibi beğeniyle bakmıyordu bana, daha çok acıyor gibiydi; bu durumda olmama üzülüyordu.

Asansöre yöneldiğimde, gözlerim aynadan kendimi bulmuştu. Bugün bana gelecek diye yaptığım makyajım, birkaç saat önce ağladığım için akmıştı. Onun için çektiğim pembe eyeliner, şimdi iğrenç gözüküyordu. Dudaklarımdaki nemlendirici taşmış, göz altlarım simsiyah olmuştu. Berbat bir haldeydim, o an sadece kendimi düşündüm.

Kim Taehyung, bu kadar acınası biri miydi?

Asansör durduğunda, yirminci kata geldiğimizi anlamış ve dairesine ilerlemeye başlamıştım. İçeriden sesler geldiğini duyduğumda ise kıkırdayarak sert sert kapıya vurdum.

Belki üyelerle birlikte eğleniyor diye düşündüğümden, içimde hiç olmadığı kadar bir öfke beslemiştim ona karşı. Benim dışımda herkesle gülüyor, eğleniyordu fakat bana karşı bir bariyer dizmişti önüne.

Beni sevdiğini asla dile getirmezdi; eğer ona neden benimle birlikte olduğunu sorarsam, benim onu mecbur ettiğimi söylerdi. Benim bir tehdit olduğumu, onun tüm hayatını tehdit ettiğimi... iddia ederdi.

Zehirli bir sarmaşık gibi hayatına dolandığımı, ne onun ne de benim birbirimizi söküp atamayacağımızı düşünüyordu.

Benden nefret ediyor; bana bağımlı olduğunu kabul ediyordu.

Kapıyı açtığında gözleri beni buldu ve şaşkınlıkla irileşti. "Ne işin var senin burada?" dediğinde, kıkır kıkır gülerek kollarımı boynuna dolamaya çalıştım. Geri çekilip beni ittiğinde buna hiç şaşırmadım ve bir kez daha ona doğru birkaç adım atarak sırnaşmaya denedim.

"Sana geldim, Jungkook."

Bir şey gizlediğini belli edercesine, sesimi bastırmak adına avucunu dudaklarımın üstüne bastırdı ve "Sana mesaj attım, beni bu gece rahatsız etme dedim. Neden telefonlarına bakmıyorsun!" diyerek azarladı beni. Başımı iki yana sallayarak avuçlarımı boynum hizasında iki yana açtım şaşkın şaşkın.

Telefonumun nerede olduğunu bile bilmiyordum. O da bunu tahmin etmiş olacak ki, "Telefonunu mu kaybettin? Lanet olsun, Taehyung. Sorumsuzun tekisin!" dedi. Oldukça sinirliydi fakat sesi bir şekilde alçak çıkıyordu. İçeride biri olduğundan sesini bastırmaya çalıştığını anlayabiliyordum.

Ellerimi bileklerine sarıp dudaklarıma yaslanan avucunu ittirdiğimde, "Kim var içeride? Beni aldatıyor musun yoksa?" dedim ve öfkeyle, derin derin soluklanmaya başladım.

Davranışlarıma tahammül edemiyordu. Tanrı şahit, benden nefret ediyordu. Onun gibi mükemmeliyetçi birinin hayatını mahvettiğim ve mahvetmeye devam edeceğim için, benden hiç olmadığı kadar nefret ediyordu.

"Geç içeri." dedi, kolumdan tutup beni içeri sürüklerken. Ardından direkt olarak merdivenlere yöneltmiş, "Sakın konuşma, yoksa seni çok fena yaparım Taehyung." demişti.

Kıkır kıkır gülmeye başladım. Merdivenin birkaç basamağını çıkmış olduğumdan, ondan yüksekte duruyordum. Kollarımı bir kez daha boynuna doladım ve tüm ağırlığımı ona verip kendimi üstüne attım. "Bende onun için geldim zaten. Sevişmek için," Dudaklarım, dudağının altındaki bene gidip küçük bir öpücük kondurdu. Onu deli gibi öpmek istiyordum fakat sinirli olmasından çekiniyordum. "Beni becermen için geldim, seviş benimle."

"Odama çıkıp beni bekle." dediğinde mızmızlansam da boynuna doladığım kollarımı iterek beni kendinden uzaklaştırdı.

"Jeongguk, senin de gelmeni istiyorum."

"Gelemem, delirtme beni Taehyung!" diye bağırdığında, sesinin desibelini arttırmıştı. Dudaklarım büzülmüş, gözlerim dolmuştu. Bana kötü davranmasından nefret ediyordum.

"Neden bağırıyorsun bana, b-ben çok üzülüyorum."

Derin bir nefes aldığında, kendini sakinleştirmeye çalıştığını fark ettim. O gerçekten de, bana tahammül edemiyordu. Bunu bildiğimden omuzlarım çökmüş, dolan gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırmaya başladığımda, sessizce arkamı dönüp merdivenlerden çıkmaya başlamıştım.

Beni sevmiyordu işte. Her ne yaparsam yapayım ona yaranamıyordum. Beni, yalnızca kariyerindeki en büyük engel olarak görüyordu ve işin acı tarafı bunu kendisi de kabul ediyordu. Ama yine de beni bırakmıyordu. Bir azaptaydım, ama o ne ellerimden tutuyor ne de beni tamamen içine itiyordu. Boşlukta sallanıp duruyordum.

"Canlı yayın açmıştım ve güvenlik arayıp senin geldiğini söylediği anda kapatmak zorunda kaldım. Canlı yayını izleyen tüm herkes telefonum çaldıktan sonra aniden yayını kapatmamı yanlış bir tarafa çekmesinler diye, bir kez daha yayın açmak zorundayım. Bu yüzden gelemem."

Sesi az öncekine göre oldukça sakindi. Üzüldüğümü bildiği için böyle yapıyordu. Belki de sarhoş olduğumdan başını belaya sokmamdan endişeleniyor ve ona olan zaafımı bildiğinden beni sakinleştirmeye çalışıyordu, bilmiyorum.

Jungkook'un çıkarcı düşünceleri aksine, aşık olduğum adamın bana kibar davranması beni sadece mutlu etmişti. Bakışlarımı ona çevirdim ve gülümseyip başımı hızlı hızlı aşağı yukarı salladım.

"Anlıyorum. Söz veriyorum, sen gelene kadar odandan hiç çıkmayacağım ve uslu duracağım."

"Eğer konuşursan ya da çalışma odasına gelirsen, beni bitirirsin Taehyung. Bunu biliyorsun değil mi?" dedi sert sert. Başımı sallayarak onaylamıştım onu.

Eğer Kore'nin en ünlü İdollerinden Jeon Jungkook'un bir erkekle birlikte olduğu öğrenilirse, tüm kariyeri biterdi.

Bu sebepten, benden nefret ediyor; hayatını mahvettiğimi düşünüyordu, zaten.

"Sadece yukarı çıkıp uyuyacağım Jungkook."

"Tamam, git hadi." dediğinde, başımı sallayarak merdivenlerden çıkmaya başladım. Belki sarhoş ve duygusal olmasam, bana öyle davrandığı için evi başına yıkardım fakat bugünlük yalnızca üzgün hissediyordum.

Bugün benim için özel bir gündü. Çıkış yapmamın üzerinden tam dört sene geçmişti ve kutlamalar yapmış, menajerim, patronum ve birkaç yakın arkadaşımla yemeğe gitmiştim. Jungkook'a benimle yemeğe gelmesini teklif dahi etmemiştim çünkü biliyorum ki kabul etmezdi.

Jungkook, yakalanmayacağımıza emin olsa bile aramızda kalın duvarlar örerdi.

Ben ise onun gibi değildim. Hiç olmadığım biriymiş gibi davranmayı beceremiyordum. Jungkook, bir erkekle ilişki yaşarken hiç çekinmeden ideal tipinin bir kadın olduğunu söylüyor, onu muazzam bir şekilde tasvir ediyordu. Bunu öyle profesyonel bir şekilde yapıyordu ki, ondan şüphe ediyordum.

Oysa ben sıklıkla, açık bir şekilde olmasa da, üstü kapalı bir şekilde eşcinselliğe karşı olmadığımı belli eden sözler sarf etmiş, birkaç defa konserlerimde giysiler giymiş, şarkı sözlerimde bile bunu ima etmeye çalışmıştım ve görüyordum. Sosyal medyayı sıklıkla takip ettiğimden, hayranlarımın gerçekten de benim eşcinsel olduğumu düşündüklerini görüyordum ve bundan mutlu oluyordum.

Ben buydum ve olduğum gibi görünmek istiyordum, Jungkook'un aksine.

Adımlarımı sevdiğim adamın odasına çevirdiğimde gözlerim yanıyor, kendimi ağlamamak için sıktığımdan ötürü boğazım karıncalanıyor, canımı yakıyordu.

Bu, tarif edilmesi zor bir histi.

Onu anlamaya çalışıyordum. Henüz çok gençti. Benim gibi sektörde seneler geçirmemişti ve bir grup üyesi olması onun sorumluluklarını arttırıyordu. Benim ilişkim ortaya çıksa sessiz sedasız bir şekilde ortadan kaybolabilirdim fakat Jungkook'un kendisiyle birlikte koruması gereken üç arkadaşı daha vardı. Bunu anlamaya çalışıyordum.

Gerçekten, ben her sabah yapayalnız bir şekilde yatağımda uyandığımda bunu anlamaya çalışıyordum fakat yine de hazmedemiyordum. Mesleğini her şeyden önce tutmasını, bana bu denli kötü davranmasını hazmedemiyordum.

Odasından içeri girdiğimde, adımlarımı direkt olarak siyah gardolabına çevirdim ve kendime siyah tişörtlerinden birini seçtim. Üstümdeki beyaz gömleğin düğmelerini usulca açıp üstümden sıyırdığımda, onun da peşinden, siyah pantolonum ve tüm fazlalıklarda üstümden çıkardığımda, yalnızca iç çamaşırımla kaldım.

Karşımdaki aynadan kendime baktığımda, bedenimi incelemeye başladım istemsizce. Göğsümde sayısız morluk vardı ondan bana kalan. Parmak uçlarım bana bıraktığı izleri takip ettiğinde gözyaşlarım usulca yanağımdan süzülmeye başladı.

Kimse bilmiyordu. Her gün, her dakika bir başkasıyla yakıştırılan adam aslında benimdi. Bana aitti, benimle sevişiyor, bana dokunuyordu fakat beni bir sır gibi saklıyordu. Yalnızca bu izleri bırakırken bana sevgi sözcükleri kullanıyordu. Bunun dışında, dışarıda beni gördüğünde tanımazlıktan geliyordu.

Jungkook, profesyonel bir oyuncuydu.

Ve o an, kurnaz düşünceler sardı aklımı. Oyun oynamayı seven erkeğime neden karşılık vermiyordum?

Ona zarar verecek bir şey yapmazdım, yapamazdım. Sadece onun benimle oynadığı gibi, bende onunla oynayabilirdim. Bunu hak etmişti. Ona yalnızca benim hiçbir şey olmadığımı hissettirmek istiyordum. En az benim olduğum kadar, onun da bana bağımlı olduğunu anlamasını istiyordum.

İlk önce banyoya yöneldim. Banyo dolaplarını kısaca karıştırdım, dağılmış makyajımı silmek için pamuk ve makyaj temizleme suyunu çıkardım, yüzümün tertemiz bir hale gelmesini sağladım fakat bununla tabii ki yetinmeyecektim. Güzel görünmek istiyordum. Jungkook'un aklını başından alacak kadar güzel ve etkileyici...

Makyaj yapmaya karar verdiğimde, hiç üşenmeden kusurlarımı kapattım, göz kapaklarıma açık kahve tonlarında far sürüp kirpik diplerime kalem çektim ve dudaklarımı nemlendirdim. Aynanın karşısında kendi suretimi incelediğimde, dudaklarımda memnun bir tebessüm belirmişti zira güzel, çekici ve alımlı görünüyordum.

Jungkook'un bana dayanamayacağı, o canlı yayını elleri titreye titreye kapatacağı kadar, alımlı gözüküyordum.

Bu defa odasına döndüğümde, sakladığına emin olduğum siyah saten geceliklerimi aramaya başladım. Jungkook öylesine takıntılıydı ki, bu evde tek bir eşyamı bulundurmama izin vermiyor, hepsini ya çöpe atıyor ya da saklıyordu.

Sonunda aradığım geceliğimi tahmin ettiğim gibi gardolabının en alt çekmesine gizlenmiş bir şekilde buldum ve gözlerimi sinirle devirmeden edemedim. Kırış kırış olmuştu ama yine de güzel gözüküyordu. Jungkook böyle şeyleri çok severdi. Dışarıdan verdiği intiba onu sakin, uslu bir çocuk gibi gösterse de aslında o edepsizin tekiydi.

Yatakta en kirli, en edepsiz şeyleri sever, arsızlık yapmamdan hoşlanırdı. Çoğu zaman bunu yapmam için beni o yönlendirirdi. İşi bittiğinde ise, mükemmel Jeon Jungkook rolü yapmaya devam ederdi ama ben onu tanıyordum... Onu herkesten çok daha iyi tanıyordum.

Son olarak çekmecesinden siyah bir kravat aldıktan sonra odadan çıkmıştım. Yavaşça merdivenlerden aşağı inmeye başladığımda, seslerini duyuyordum. Sürekli olarak gülüyor, hayranlarının sorularını cevaplıyordu. Çalışma odasında olduğunu bildiğimden adımlarımı direkt olarak oraya yönlendirdim.

Bu zamana kadar o oyun oynamıştı.

Şimdi ise, oyun oynama sırası bendeydi.

Kapıyı sessizce araladım ve onu çalışma odasını kaplayan dikdörtgen masanın en başında otururken buldum. Beni tam karşısında, masanın diğer başında gördüğünde, süratle bakışlarımız buluştu.

En ufak bir mimik oynamamıştı suratında. Dediğim gibi, o iyi bir oyuncuydu fakat duraksamıştı. Söyleyeceği şeyi unutmuşa benziyordu.

Kravatı sardığım elimi havaya kaldırarak işaret parmağımı dudağımın üstüne bastırdım ve dalga geçercesine susmasını işaret ettim ona. Bunu yaparken tüm dişlerim gözükecek şekilde pis pis sırıtıyor, salına salına masanın sağ tarafında kalan koltuğa yürüyordum.

Beni canlı yayında görmeleri imkansızdı çünkü yayın yaptığı bilgisayarın tam arkasında kalıyordum. Bu yüzden rahattım, parmak uçlarımda yürüyerek deri koltuğa ilerledim.

Konuşmaya başlamıştı fakat gözleri sürekli bana kayıyordu. Korkuyor gibi değildi, mimiklerini sahiden usta şekilde kullanıyordu fakat bakışları... Bakışları, istemsizce bana ve koltuğa sırt üstü yattıktan sonra araladığım ince, uzun ve pürüzsüz bacaklarıma ve bacak arama kayıyordu.

"Namjoon ve Hosek Hyung yanımda değiller." dedi, gözleri bu kez bacak aramda oyalanırken. "Yanımda değiller" kısmını kelimeleri bastırarak ve yerinden kıpırdanarak söylediği için, dudaklarımı ısırdım ve sessiz sessiz kıkırdadım.

Bana git demek istiyordu ama umurumda değildi, buraya eğlenmeye ve Jungkook'u eğlendirmeye gelmiştim.

Deri koltuğun, kol kısmına başımı rahatça yasladım ve onu izlemeyi sürdürdüm bir süre. Altındaki siyah şort, kaslı baldırlarını ortaya seriyor ve öyle etkileyici, iştah açıcı gözüküyordu ki, bir an aralık şekilde duran bacakları arasına girmek ve masanın altından onu okşamak istediğimi düşündüm.

Yine de bunu yapamayacağımı bildiğimden yalnızca dirseklerim üzerinde doğruldum ve altımdaki iç çamaşırını bacaklarıma kadar indirdikten sonra parmak uçlarımla tutup yere attım. Hareket ettiğimde deri koltuğun çıkardığı gıcırtı Jungkook'un bir kez daha kafasının dağılmasına sebep oldu ve alev alev yanan gözleri beni buldu.

Belli ediyordu. Tanrı şahit! Sürekli gözleri, kameranın sol tarafına kaydığı için, kameranın çekmediği yerde birinin saklandığını belli ediyordu! Kıkır kıkır gülmemek için kendimi zor tutarken sol elime sardığım kravatı çözdüm ve ağzıma yasladım.

Birazdan yapacaklarım sırasında, sesimi bastırması için kravata ihtiyacım vardı.

Jungkook ise benden önce, ortamdaki sessizliği yok etmenin yollarını aradı ve telefonunu süratle eline alırken, "Size şarkı mı önermemi istiyorsunuz?" diye sordu. Sesi tir tir titriyordu. Keyiften bir kahkaha patlatacaktım. "Pekâlâ önereceğim. Son zamanlarda sürekli dinlediğim bir şarkı var, sahiden çok güzel."

Yayın esnasında şarkı önermesini isteyen hiç kimse olmadığını tahmin edebiliyordum. O yalnızca, deri koltuğun her hareketimde çıkaracak olduğu sesi önlemeye çalışıyor, tedbir uyguluyordu.

Sonra, benim şarkımı açtı.

Bunu yaparken amacı neydi? Sahiden bilmiyordum ama Sweet Night çalmaya başladığında, başımı geriye doğru savurup ağzım, ısırdığım kravatla dolu olmasına rağmen neşeyle kıkır kıkır güldüm. Şarkıya eşlik etmeye başladığımda, ağzıma yasladığım kravatı çekiştirdim ve bununla birlikte dehşete düşen bakışlarının bana dönmesini başardım.

Konuşacağımı sandığı için bana endişeyle döndüğünü biliyordum ancak amacım konuşmak kadar masum değildi. İşaret parmağımı ve orta parmağımı ağzıma sokmadan önce tek kaşımı havaya kaldırıp, tüm arsızlığımla baktım ona.

Kirpiklerinin diplerine kadar her uzvunun titrediğine yemin ederebilirim!

Yine de şarkımı söylemeye devam etti ve ben arkada çalan kendi şarkımın, onun sesiyle birleşiminden kutsanırken, parmaklarımı iştahla emmeye başladım. O anlarda yalnızca Jungkook'un kocaman, damarlı ellerini düşündüm ve bunu bana daha önce defalarca kez yaptığı anılarım zihnimde belirdi; kendimi kaybetmeme, aklımı oynatmama ramak kalmıştı.

Sarhoşluğun verdiği tesirle öylesine kendimden geçtim ki şimdiden gözlerim arkaya kayıyor, inlememek için dişlerim arasına sıkıştırdığım kendi parmaklarımı hoyratça ısırıyordum. Kulak kabarttım; Jungkook'un sesini işittim, hayranları ile konuşuyordu, şarkım ile alakalı yorum yapıyordu fakat odaklanmakta zorlandım. Konuştuklarını umursamayacak kadar azgın hissediyordum kendimi.

Parmaklarımı yeterince ıslattığıma emin olduğum vakit boştaki elimle bir kez daha kravatı ağzıma soktum ve üstümdeki saten geceliği karın hizama kadar çekip üst bedenimi çıplak bıraktıktan sonra, ıslattığım iki parmağımı sıkı deliğimin etrafında gezdirmeye başladım.

Bakışları bir kez daha benimle buluştuğunda, bu defa bön bön baktı bana. Telaşlandığını anladım o an. Bir anda yayını kapatamazdı artık, çünkü daha önce bir kez daha kapatmıştı ve bu defa tekrarlarsa belli olacaktı.

Bir süre deliğimin etrafını okşadıktan sonra, derin bir nefes aldım ve orta parmağımı içime ittim. Gözlerim geriye doğru kayarken ve zevkin kucağına düşmüşken, dirseğimin üzerinde durmak müthiş zordu. Başımı bir kez daha kaygan deri koltuğun kol kısmına yasladım ve yattığım yerden bacaklarımı kırıp kendime çekerken, bacak aramı biraz daha Jungkook'a sundum.

"Saat epey geç oldu. Yayını kapatsam daha iyi olacak değil mi? Uyku saatimiz geldi de geçiyor bile!"

Sahtekâr gülümsemesi ile gözlerimi devirdim. Ardından işaret parmağımı da içime ittim ve tek kaşımı kaldırıp dik dik baktım ona. Gözleri benimkilerle buluştuğunda yalnızca bacak aramı izliyor, ben de ona seyir zevki verebilmek amacıyla içimdeki parmakların hareketini hızlandırıyordum.

Bir kez ekrana, snra dönüp bana, en sonunda ise ona sunduğum bacak arama uzun uzun baktı. Sonunda yenilgiyi kabullenmiş olmalıydı.

Ekranın diğer tarafındaki hayranları ile konuşmaya çalışırken abuk subuk cümleler kullandı: "Evet, maalesef bugünlük yayını kapatacağım." "Bir saat daha durabileceğimi söylemiştim ancak saat epey geç oldu." "Uykum fazlasıyla var, bugün işlerim sebebiyle erken kalktım." "Keşke yayında bir şeyler içseydim o zaman uykum gelmezdi ve yayını daha uzun yapabilirdim." "Ah evet çocuklar, kesinlikle banyo yapacağım bu şekilde uyuyamam."

Son cümlesi beni hırslandırdı ve parmaklarımı içimdeyken kırdım. Ağzımdaki kravatı ısırıp boğukça inlerken arzudan aklımı kaybedebilirdim! Zevk noktama parmak uçlarımla acımasız baskılar uyguladım; belim bükülüp kalçam havalandı, boştaki elimi sertçe koltuğa vurdum ve ayak parmaklarımı büzdüm. Çıldırma eşiğindeyim, zevk noktam parmak uçlarımdaydı ama daha fazlasına ihtiyaç duyuyordum. Gözlerim kayarken bilinçsizce üçüncü parmağımı içime kabul ettim.

O esnada Jungkook süratle ayağa kalktı.

"Acilen banyoya gitmem gerek millet, bekleyin!"

Birkaç sert adım attı. Koltuğun önünde durdu ve dizleri üzerine çöküp benimle yüz yüze geldi.  Parmaklarını, terden ıslanmış ve alnıma yapışan saç diplerime geçirdiğinde sertçe çekti. Acıyla inledim. Başım koltuktan ayrıldı ve dudaklarım arasından bir çığlık koparken o benden önce davranıp avucunu dudaklarımın üzerine kapattı.

"Seni mahvedeceğim." Kulağıma fısıldadı bu cümleyi. Çektiği saçlarım ve içimdeki parmaklarım canımı yakıyordu. "Taehyung, seni mahvedeceğim."'

Gözlerim zevkten ve acıdan doldu. Yaşlarla ıslanmış gözlerimi ona çevirdiğimde saçlarımı hemen serbest bıraktı. Bu defa avucunu dudaklarıma daha sert bastırdı; gırtlağıma kadar gelen kravat nefesimi kesiyor, midemi bulandırıyordu.    Öğürme refleksimi bastıramadım.

Jungkook ise hırsla bileklerime sarıldı ve elimi sertçe hareket ettirmemi sağladı; parmaklarımı tamamen içime itti. Sınırlarım bu hamleyle zorlanırken, boştaki elimle ellerini tutmaya çalışsam bile o yaptığı işe öfkeyle ve süratle devam ediyordu.

Yarım dakika karar parmaklarımı içime feci bir hızla itti ve zevk noktamı ardı ardına ezip zevkten ve şehvetten gözlerimin yuvalarından fırlayacak kadar açılmasına neden oldu.

Nefesim kesildi! Tanrı şahit! Ciğerlerim güçlükle soluk alabildi ve boğuluyormuş gibi hissederken sadece kıvranıp durdum. Belimi kıvırdım, kalçalarımı hareket ettirdim ve kendi parmaklarımdan kurtulmaya çalıştım ancak işe yaramadı. Jungkook beni hızıyla, hırsıyla, öfkesiyle ve arzusuyla mahvetti!

Gözlerimden bir bir yaşlar döküldü ve Jungkook'un avucunu ıslattı. Jungkook duraksadı ve bileklerimi de serbest bıraktı. Canlı yayındakiler hâlâ Jungkook'un geri gelmesini bekliyordu. Jungkook avucunu dudaklarımdan çekti ve "Sakın." diyerek uyardı beni. "Sakın sesini çıkarma."

Hıçkırıklarımı kravatı ısırarak önlemeye çalıştım ve sırılsıklam parmaklarımı içimden çıkardım. Bacak aram sızın sızım sızladıkça gözyaşlarımda şiddetini arttırıyordu. Zevkten ağlıyor ve bunu önleyecek gücü kendimde bulamıyordum.

Başımı salladım ve ses çıkarmayacağımı belirttim. Jungkook kıkır kıkır güldü ve "Aferin benim uslu bebeğime." dedi, kulağıma fısıldamaya devam ederek. Hâlâ çalmakta olan yüksek sesli şarkı, sesinin duyulmasını engelliyordu.

Az önce hoyratça çekiştirdiği saçlarımı bu defa şefkatle okşadı. Parmaklarımı parmakları arasına geçirirken, gözlerinin içine baktım arzuyla, "Kapat şu siktiğimin yayını."

Hâlâ doyamamıştım ona. Kasıklarım sızlıyor, bedenim karıncalanıyordu. Canımın yangısına rağmen, bacak aramı okşamaya devam ederken fısıldadım. "Lütfen, lütfen gel."

Sonunda ayağa kalktı ve "Geleceğim." dedi. Kaküllerimi alnımdan uzaklaştırdı ve uzun, ıslak bir öpücük kondurdu. Dudakları ağır ağır alnımdan uzaklaşırken fısıltıyla, "Geleceğim." dedi. "Geleceğim ve benimle oynamak neymiş, göstereceğim sana."




Continue Reading

You'll Also Like

45.2K 4.2K 37
barış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.
In Lak'ech By Eva

Fanfiction

11.7K 2.1K 19
Kim Taehyung, Jeon Jungkook ile evliydi. Jeon Jeongguk'un ise ikiz kardeşinin yerine geçmesi gerekmişti.
2.7M 121K 70
Sabah uyandığınızda yaşadığınız her şey aslında bir rüyaysa ne yaparsınız? Siz maceradan maceraya koştuğunuzu sanırken bütün bu olanlar beyninizin si...
529K 47.4K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...