22 | Yarı Texting

By marmelatk

46.1K 1K 277

🧠: Diyorum ki Asilhan 🧠: Parmaklarım yoruldu 🧠: *fotoğraf Asilhan: Hay sikeyim Asilhan: Islaksın Asilha... More

Hİ GUYS!
|1|
|2|
|3|
|4|
|5|
İNSTAGRAM
|6|
|7|
|8|
|9|
|10|
İNSTAGRAM
|11|
|12|
|13|
|14|
|15|
INSTAGRAM
|16|
|17|
|18|
|19|
|20|
INSTAGRAM
|21|
|22|
|23|
|24|
|25|
INSTAGRAM
|26|
|27|
|28|
|29|
|30|
INSTAGRAM
|31|
|32|
|33|
|34|
INSTAGRAM
|36|
|37|
|38|
|39|
|40|
INSTAGRAM
|41|

|35|

338 10 2
By marmelatk

8 Ocak 2023,

Asilhan Karavadi

Günün bütün yorgunluğu üstümdeydi, bedenimi yatağa bırakırken bile rahatsızdım. Son bir haftam çok hızlı geçmişti, çok çok hızlı geçmişti. Norveç'ten dönüp açılış için uğraşmaktan kendimi bile görmez olmuştum. Aynadaki yansımamdan yorgunluk akıyordu. Adını koyamadığım bir boşluk vardı içimde, havaalanından bu yana kapanmayan koca bir delik misali ve bu beni daha çok yıpratıyordu.

Soluma doğru dönerken üzerime aldığım örtüyü düzelttim. Komodin üzerindeki çerçevede bana gülen güzel gözleri gördüm her gece olduğu gibi. Keşke yanımda olsaydı. Tarifsiz özlemiştim onu. Durmadan kokusunu arıyordum. Beni kendime getiren enerjisini, sevgisini, ilgisini... Dudakları hâlâ dudaklarımdaymış gibi, elleri sürekli yüzümü severmiş gibi... Aradıklarım yoktu, onsuz uyuduğum yedinci gündü bugün ve yetmiş yıl gibi uzun geliyordu. Onunla uyumaya kısa sürede alışmıştım fakat o kadar kolay kopamıyordum. Asıl yatağımı yadırgıyor, geceleri sürekli uyanıyordum.

Beni ona meftun eden neydi hâlâ bulamamıştım, merak da etmiyordum çünkü halimden memnundum.

Sırtüstü atarken kendimi telefonumu çıkardım cebimden. Ekrana düşen bildirimlerin içinde Mihra'ya ait hiçbir şey yoktu. Yazmamış olmasını garipsedim çünkü cevap veremeyeceği bir mesajla sonlanmamıştı konuşmamız. Telefonumu açıp sohbetine girdim merakla. Sahiden de yazmamıştı, benim mesajım duruyordu en sonunda.

Olduğum yerde doğrulup daha ciddi bir şekilde düşündüm. Duyduğum endişeyi belki de bir anne çocuğu için hissedebilirdi. Öylesine güçlü bir şekilde beni sıkıştırırken hiç beklemeden mesajlarımızdan çıkıp rehberime girdim. Son konuşmalarda kolayca adını buldum ve aradım. Açmadı, daha çok korktum. Sakin kalmaya çalışarak bir kez daha aradım. Gergin bekleyişim yine olumsuz sonuçlanırken biraz daha panik yaptım.

Neredeydi bu kız?

Mihra'yı aramayı bırakıp Mina'yı aradım. Mina da açmadı telefonumu. Israrcı olmayıp Emin'i aradım bu kez. Eğer o da açmazsa gerçekten bir şeyler olduğundan şüphelenecektim. Sonuna kadar beklediğim arama da cevapsız kaldı. Sikeyim! Nereye kaybolmuştu hepsi birden? Yatak rahatsız hissettirince kalkıp odada volta atmaya başladım. Birinden biri aramamı görüp döner diye birkaç dakika bekledim ama olmadı. En güven vermeyen, en sorumsuz olana kalmıştım yine. Usulca Burak'ı aradım, açacağına dair umudum hiç yoktu fakat beni ilk kez şaşırttı.

"Bütün gün beraberdik amına koyayım! Ne istiyorsun?"

"Mihra'yla konuştun mu hiç Burak?"

"Ne?" Eve hangi ara gitmişti de uyumuştu bilmiyordum ama bu aptallık uyku aptallığıydı.

"Mihra'yla konuştun mu?"

"İki, üç gün önce konuştum en son. Niye?"

"Yok bir şey," dedim saçlarımı dağıtıp. "Kapat sen." Alttan gelen arama yüzünden kısa tutmuştum ve Emin'e dönmüştüm.

"Abi aramışsın yeni gördüm,"

"İyi bok yedin!" İçimde parlayan öfkeyi tutmaya çalıştım. "Mihra'ya ulaşamıyorum, sevgilin de cevap vermedi. Haberiniz var mı?"

"Yok," dedi Emin. "Korkma abi, belki uyuyordur." Uyusa dahi uyanırdı, çok hafifti uykusu. Hem yeni uyumuş bile olsa mesajıma saatler önce cevap verirdi.

"Sağ ol ben hiç düşünmemiştim," boş bir teselli cümlesiydi. "Kapat." Ona söylemiş fakat kendim yapmıştım.

Şu an teselliye değil Mihra'ya ihtiyacım vardı, ondan haber almak istiyordum. İyi olduğunu öğrenemeden değil uyumak nefes almak bile ağır gelecekti bana. Odanın içinde dönmeyi bıraktım ve oturdum. Bacağımı istemsizce sallarken beklemekten başka şansım yoktu. Birinin ya da bizzat kendisinin bana haber vermesi lazımdı. Bekledim, bekledikçe boğuldum. Geçen dakikalar saat gibi geliyordu, sanki zaman tıkanıyordu ben ona ulaşmak istedikçe. Aldığım derin soluklar beni rahatlatmaktan ziyade eziyordu. Elim kolum bağlı oturuyordum ve bunu kabullenmekte başka şansım yoktu.

Dizimle beraber titreyen telefonun ekranına baktım. Hâlâ siyahtı, tek bir bildirim dahi yoktu. Ağrıdan kitlenen boynumu hafif hareketlerle ovalarken gözlerimi de kapadım. Ara artık be yavrum, ara da düzeleyim. Şu an sesini duymaya nefes almak kadar muhtacım. Keşke duyabilsen beni, keşke hissedebilsen. İçimdeki bütün korkuları silip atsan.

Gözlerimi araladım, gözümün önünde yürüyen hayalini uzaklara yolladım. Kendisi gibi hayali de bana kilometrelerce uzaktı. Şu an kalkıp yanına gitmek istesem bile arada gün atlardı. Ha demekle kavuşamıyordum ve bu beni delirtiyordu. Başına bir şey mi geldi, hasta mı, uyuyor mu, kayıp mı, öldü mü kaldı mı..? Biraz daha düşünürsem manyak olacaktım. O benim hakkımda her şeyi, herkesi bilirken ben yalnızca oturuyordum.

"Sikerler böyle işin adaletini," kendi kendime söylenirken yeniden ayaklandım. Bir iki tur daha attım evin içinde. Ekranımı açıp mesaj var mı diye tekrar kontrol ettim. "Umarım, umarım iyisindir Mihra." Boğazıma sarılan görünmez el benden daha güçlüydü. Karşısında diz çöktüğümü hissediyordum.

Evham dolu havuzun içine paçalarımdan sürüklenirken telefonum çalmaya başladı. Geriye yasladığım başımı indirirken ekrandaki isim durulmama sebep oldu. Beklediğim değildi fakat beklediğimden haber gelmiş olabilirdi. Çabucak açtım aramayı, açtığım an kapandı. İki saniye daha bekleyememişti Emin. Atlı mı vardı peşinde de erken kapatıyordu? Sabır çekerek ben onu aradım fakat bu sefer de meşgul çalmaya başladı. İkimiz aynı anda aradığımızdandır diye aramayı bıraktım, o da aramadı. Sahiden kafayı yiyecektim, sahiden!

"Alo," dedi nihayet iletişime geçtiğimizde. "Haber aldın mı? Mina da bilmiyormuş," daha çok yandı canım, daha çok korktum.

"Almadım," dedim çaresizce. "Ailesine ulaşsaydı Mina, biliyorlardır mutlaka."

"Abi endişelendirmek istemedi o da gece gece,"

"Lan gecesi mi var bu işin?!" Mihra'ya zarar geldikten sonra ailesi için saatin bir önemi olacağını sanmıyordum. "Başına bir şey geldiyse ne bok yiyeceğiz?! Ne kadar erken o kadar iyi, aramıyorsa da ben ararım. Numara versin yeter ki."

"Bir konuşup döneyim sana," ağız dolusu küfretmek gelse de içimden bir şey demeden kapadım. Benim canım gidiyordu onlar hâlâ saatin derdindeydi.

Yarım saat kadar bekledim fakat olmuyordu. Ne zaman geçiyordu ne de haber geliyordu. Üzerimdeki pijamalara aldırmadan kalktım yerimden. Değişmekle vakit kaybetmeden üzerime montumu geçirdim, arabanın ve evin anahtarını da alıp çıktım. Sakin sessiz geçen gecede asansörün en üst kattan gelmesini bekledim, beklerken de bir kez daha Emin'le konuştum. Mina, Mihra'nın kardeşiyle konuşmuş ve onun da haberi olmadığını öğrenmişti. Delirecektim, biri daha bilmiyorum derse gerçekten delirecektim.

Asansöre atlayıp otoparka kadar indim. Seri adımlarla arabama ulaştım. Kapısını açıp yerime geçtim, sertçe örtüp kemerimi taktım. Oturduğum an yine çaldı telefonum, eğer düzgün bir haber yoksa doğrudan polise gidecektim. Norveç'teki sevgilim için Türkiye'den arama başlatacaktım. Mantıklı olması ya da oluru olup olmaması umrumda değildi. Ben sevgilime ulaşmak istiyordum, hem de hemen. En acilinden haber almam lazımdı, kafayı yemek üzereydim.

"Kes Emin," dedim dayanamayarak. "Kimsenin haberi yoksa beni arayıp durma amına koyayım!" Bilmeyen sayısı azmış gibi birde Asena'ya sormuşlardı. "Düzgün bir şey söyleceksen bana ara, kapa yoksa." Emin de bağırıyor olmama dayanamamış, telefonu kapatmıştı suratıma.

"Amına koyayım!" Dedim direksiyonu sıkıca kavrayıp. "Sikeyim mesafesini de ızdırabını da!" Savurduğum tekme benim canımı yakmaktan öteye geçmemişti. Aldığım sert soluklar arasında arabayı çalıştırıp çıktım siteden. "Ulan Mihra, ulan Mihra!" Beni düşürdüğü hallere bak. Bok mu vardı da kalıyordu orada? Gelseydi ya benimle, aklım kalmazdı onunla.

Arabayı hızla sürerken ekranıma düşen aramayı göremedim çünkü hemen kapanmıştı. Tekrar aramaya dönme fırsatım olmadan yeniden çaldı. Beklemeden cevapladım fakat isme dikkat etmemiştim. Muhtemelen yine Emin arıyordu. "Ne var amına koyayım! Ne var?!" Sessizlik olunca şüpheyle baktım arayana, kayıtlı olmayan bir numaraydı ve internet üzerinden arıyordu.

"Asilhan,"

"Yavrum?" Aniden yaptığım fren yüzünden neredeyse kaza yapacak olmamı umursamadan yeniden yola devam ettim. "Neredesin sen? Öldüm meraktan," arabayı uygun bir yere çekip durdum, bekledim cevabını.

"Hastanedeyim," dedi kısık bir sesle. Bir şeyler kırıldı içimde, tenime battı. "Telefonumu alamadım yanıma Asilhan," öksürmeye başladı, sanki ciğerlerim parçalanıyordu. "Acile geldim, serum yiyorum şu an. Yazamadım, arayamadım." Boğazıma oturan koca yumru nefes almamı zorlaştırmıştı, konuşamıyordum.

"Niye hastayım demedin?"

"İyiydim aslında," öyle halsiz, öyle yorgun konuşuyordu ki gücümün tükendiğini hissettim. "Birden fenalaşınca laboratuvarda hastaneye getirdiler direkt," karşımdaymış gibi başımla onayladım onu. "Telefonum falan da kaldı orada, hocadan arıyorum şu an seni."

"Tamam güzelim," yutkundum zorla. "İyi misin biraz daha? Kendine geldin mi?"

"İyiyim," değildi, yalan söylüyordu. İyi olsa sesi böyle kötü gelmezdi. "Eve geçince ararım yine tamam mı? Öpüyorum seni."

"Haber ver mutlaka bana," onaylar mırıltılar çıkardı. "Öptüm bebeğimi." Kapatmak istemedim ama onu yormaya da kıyamadım.

Zorunluluk yüzünden sesinden yine mahrum kaldığımda daha büyük bir ateşin içindeydim. Haber almıştım, bu iyiydi fakat hasta olduğunu bilmek cehennemdi. Uzağımdaydı, hiçbir şey yapamıyordum onu iyileştirmek için. Yanında olup sıkıca saramıyordum, hastanede başında bekleyemiyordum. Keşke, keşke dönmeseydim de yanında kalsaydım. Hastalık almasına bile engel olabilirdim o zaman. Canı böyle yanmazdı, halsiz, güçsüz kalmazdı.

Geldiğim yolu geri dönerken daha fazla düşünmeye başladım. Zihnim daha çok ihtimal buluyor, onları kurguluyordu. Her seferinde sinirleniyordum. Bir başına orada olmaması gerekiyordu. Sevdiği işin peşinden gidiyordu fakat giderken bende akıl da yürek de bırakmıyordu. Garipsiyordum bu halimi, kendimi. Sürekli endişelenir miydi bir insan? Ben endişeleniyordum. Yetmiyordu, anlam veremediğim şekilde evham yapıyor içlerinde boğuluyordum. Mihra yüzündendi, çok pimpirikli hissetmeye başlamıştım. Hissetmekten öte pimpirikli olmuştum.

Otoparka giriş yaptıktan sonra beklemeden asansöre ilerledim. İlerledikçe sensörler tarafından algılanıyor ve yoğun ışığa maruz kalıyordum. Gözlerim fazla parlaklığa dayanmıyordu, kaldıramıyordu. Yorgun olmasaydım bir nebzeydi belki ama böylesi can yakıcıydı. Rahatsız ışıkların içinde evime geçtim. Sessiz, sakin ve rahat... Kapımı kapattıktan sonra üstümdeki monttan kurtuldum. Adımlarım beni mutfağa götürürken yalnızca su içme ihtiyacı hissediyordum. Dolaptan soğuk suyu alıp büyük bardağın yarısına kadar doldurdum, kalan yarısına da sıcak su koyduktan sonra iki nefeste içmiştim. Bardağı yeniden suyla doldurup odama doğru ilerledim.

Rahat değildim, hâlâ huzursuzdum. Sabaha çok önemli bir açılış vardı, bizzat sahibi olduğum, fakat zerre umrumda değildi. Gözümün kıyısından, köşesinden bile uyku geçmiyordu. Aklım Mihra'dayken de geçmesi mümkün değildi. Eve vardığını, durumunu öğrenmeden rahat etmeyecektim. Uyku da uyumayacaktım. Kendimle inatlaşıp onu bekleyecektim. Yatakta bir kez daha dönüp telefonu elime aldım. Gelen birkaç mesajı es geçtikten sonra sosyal medyaya girdim.

Magazin sayfalarının haberlerine en son geçen hafta çıkmıştım. Norveç'ten dönmüş olmam onlar için bir haber niteliği taşıyordu. Yaptığım spordan çok özel hayatımla ilgilenmeye başlamışlardı. Yarın bunu bozacağıma olan inancım tamdı, yeniden yaptığım işlerle anılmak istiyordum. Mihra bir tek bana kalsın, kimseler onu görüp de incitmesin istiyordum. Elimde olsaydı herkesin hafızasından silerdim onu. Silerdim ki nazara denk gelmesin.

Çalan telefonum akışta gösterilen gönderinin üzerine düşerken beklemeden açtım. Mihra'nın öksürüğü yeniden konuşmamızın içindeydi. Daha tek kelime edemeden ciğerleri koparcasına öksürüyordu. Göğsüme çöken baskı beni daha çok yorarken içli bir soluk çektim. Rahat nefes aldığım için utandım. Onun ciğerleri acırken benimki sağlıklı olmaya layık mıydı? Olmamalıydı.

"Bebeğim," dedim ondan tek kelime alamadığım için. "İyi misin?"

"Ay Asilhan yanlarım ağrımaya başladı öksürmekten," bir yandan sitem ederken bir yandan da gerçekten acı çekiyordu.

"Nasıl hasta oldun sen? Ben sana dikkat et demedim mi Mihra?"

"Mihra kim?" Dedi ona karşı takındığım tavır yüzünden. Gülmemek için kendimi zorlarken yine derin bir nefes almıştım.

"Mihra benim yavrum,"

"Hı, o kadar mı?" Dolu burnuyla sözcükleri tuhaf tuhaf çıkarken gülmemek zordu.

"Fazlası ama şu an konumuz bu değil,"

"Of Asilhan..." dedi olduğu yerde kıvranarak. "Uzatma, çok yorgunum." Ben de yorgundum, epey yorgundum.

"Görüntülü arayayım mı?" Onu görerek biraz yorgunluğumdan kaçmak istedim. Hem nasıl olduğunu da görmüş olurdum.

"Olur kocam," gülmemeye çalışarak aramamı beklesin istedim. "Ara hadi beni." Telefonu beklemeden kapadım ve bu kez görüntülü aramaya geçtim.

"Kameranı sil," dedi. Tişörtümü yukarı doğru kaldırıp sildim, ona ufak bir şölen de sunmayı umdum. "Erkeğim, formundasın."

"Sen değilsin ama yavrum," dedim dayanamayarak. Koltukta yastığıyla boğuşurken bana baktı kısık bakışlarıyla. "Rengin falan kalmamış, zayıflamışsın." Gözlerini devirdi hafifçe, canını yakmış gibi yüzünü buruşturdu. Muhtemelen ağrıları gözlerine kadar vuruyordu.

"Zayıflamadım da rengim gitti," yastığını biraz daha başının altına alıp örtüsünü de boynuna kadar çekti. "Bin kere kustum, tabii gider rengim."

"Ölürüm," küçük bir kız çocuğu gibi kıvrılırken yerine gözleri gülümsüyordu. "Niye koltukta uyuyorsun sen?" Omuz silkti, büzdüğü dudaklarını öpmek istedim.

"Uyuyorum işte,"

"Yatağın mı gelmedi?"

"Geldi," dedi bilmiş bir tavırla. "Geldi ama uyuyamıyorum orada, burası iyi." Beraber uyuduğumuz koltukta bir başınaydı. Onu izlediğim geceler tekrar elimde olsaydı keşke.

"Benim yerime mi kuruluyorsun?"

"Ne çok soru sordun Asilhan ya," olduğu yerden tam tersi istikamete doğru döndü. Telefonunu koltuğa dayadıktan sonra ellerini yastığın altında tutmuştu.

"Bakamıyorlar sana," dedim kızarmış burnuna bakarak. Silmekten olsa gerek yara olacak kadar kızarıktı. "Bana gel."

"Herkesi ayağa kaldırmışsın," sanki hiç hoşuna gitmemiş gibi söylediklerimi yok saydı. "Ne gerek vardı? Niye aradın hepsini?"

"Başka nasıl ulaşacağım sana?" Kendisinden tek bir haber bile yokken nasıl uslu uslu durmamı bekliyordu, aklım almıyordu.

"Sen bilmiyorsan onlar da bilmiyordur," bir anlık aralarının bozuk olduğunu hissettim. "Bir daha da yapma öyle bir şey, ben sana ulaşırım bir şekilde." Onu onayladım, altında yatan gerçekleri merak etmeme rağmen bir süre daha erteledim.

"Uyusan mı biraz?" Gözlerinin beliren altlarına bakarken iç çektim. "Uykusuzsun, yorgunsun, halin de kalmamış." Omuz silkti. Onu ikna etmek zordu, kendi bildiğini yapmaktan vazgeçirmek kadar.

Mihra yüzüme bakarken dünyanın en özel adamı gibi hissediyordum. Yine öyle bir anın içine sokmuştu beni. Kirpiklerini ahenkle kırparken koyu gözlerinde saf sevgiyi görüyordum. Benden beklediği hiçbir şey yoktu. Karşılıksızdı onun hisleri, sahiden seviyordu beni. Sevildiğimi hissediyordum uzun zaman sonra. Çıkarsız sevilmek güzelmiş, bana öğretiyordu.

"Seni özledim,"

"Ne kadar?" Dudakları kıvrılmıştı, bakışlarıyla bile nazlanması yetmezmiş gibi sesini de işin içine katıyordu.

"Miktarı bana kalsa olmuyor mu?"

"Söylesen olmuyor mu aslan parçası?"

"Asla parçası?" Dedim gülüşüme engel olamadan. "Zamanla daha neler söyleyeceksin bana merak ediyorum."

"Çok şeyler derim ben," cebini karıştırdığını düşündüğüm bir şekilde eğildi, cebinden peçete çıkardı. "Alışsan mı artık?" Burnunu silerken yavaş hareketlerle bana bakmayı da bırakmıyordu.

"Alışığım da istemsiz şaşırıyorum," tuhaf bir şekilde söylediği her şeye gülmek geliyordu içimden. "Neyse boşver şimdi hepsini, senin izinli olman gerekmiyor mu bugün?" Günlerden pazardı, evinde dinlenmek dururken neden çalışıyordu?

"Bizzat kendi isteğimle bir şeyler incelemek için gittim yalnız değildim zaten,"

"Yarın çalışma bari,"

"Öyle olacak zaten de artık benim hasta oluşumu konuşmasak mı?" Başımla onayladım onu bir kez daha. Yastığın altındaki ellerini oynatıp yüzüne daha çökük bir alan açmıştı. "Hâlâ YouTube'a seninle video atmamı bekliyorlar Asilhan," gülümserken onun da bir şeyler çekip atmak istediğine emindim.

"Çekelim yavrum,"

"Gerçekten mi?" Şaşırmasını gerektirecek hiçbir şey yoktu çünkü her yerde boy boy paylaşmak için can atıyordum.

"Gerçekten," dedim onaylamak için. O da gülümseyerek devam etti.

"Ne çekeriz?" Böyle şeylerden anlamazdım, o ne isterse yapar çekerdik ama biliyordum ki kontrol etmeden de duramazdım.

"Bir ay içinde gelirsen Uludağ'a gidelim," ortaya attığım fikir hoşuna gitmiş gibi oldu ama çok kısa sürdü.

"İkimiz tek mi?"

"İstersen kalabalık da gideriz," telefonu sağ elimden sola doğru geçirip döndüm yatakta. "Kızlar, benimkiler falan..." Mihra başını sağa sola salladı hızlıca, yalnız olmak istiyordu sanırım.

"İstemiyorum," dedi doğrudan. "Boşver onları da ben de gelemem bu ay içinde zaten." Hüsranla omuzları biraz daha düşerken sarkıttığı kızarmış dudaklarına içim gitti az biraz.

"Senin kızlarla aran mı bozuk?"

"Sana ne?" Gıcık bir tavırla burnunu kaldırırken havaya gözlerimi devirdim. "Bizim aramızda olanı onlara, onlarla aramda olanı sana anlatma taraftarı değilim. Ben unutup barışırım, tekrar küserim ama sizler birbirinize dolmayın." Böyle söylüyordu ama biliyordum ki ayrıldığımız zaman onlara anlatmıştı yaşananları. Bana karşı aldıkları tavrı canlı da görmüştüm, uzaktan da hissetmiştim.

"Peki yavrum," dedim pes ederek. "Niye gelemiyorsun bir aya? Söyle bakalım,"

Aniden yattığı yerden zıplayıp, "İşim var gücüm var oğlum benim," diye sahte bir atar yaptı. Aynı saniye elini alnına yaslayıp geriye devrildi. "Ay başım!" Başarısız atarına gülerek yatarken eski yerine burnunu çekti. "Biliyor musun?" Dudakları bir araya toplanırken kaşlarımla reddettim onu. "Çok acıyor Asilhan." Gözlerini kapayıp ovalamaya başladı.

Göğüs kafesimin tam ortasında, kaburgalarımı eritecek güçte bir şeyler eridi. Onun masum ses tonuna, hastalıktan kırılan haline, nazına, cilvesine eridim. Damla damla, usul usul bittim ufacık ekranın karşısında. Parmak uçlarıma kadar uzanan sıcaklık bütün hücrelerimi germişti. Boğazımı hafifçe temizlerken yatmayı bırakıp tamamen doğruldum. Bir fırının başında, yaz günündeymiş gibi hissediyordum.

"Sana diyorum Asilhan," adımı dudaklarından her düşürdüğünde parçalanıyordum sanki.

"Keşke bütün hastalığın bana geçse," Asilhan'ın soluydu, en soluna yerleşmiş tek kadındı. "Bir hapşır bakayım ekrana, senden bana gelir belki." Gülmeye başladı, gülerken de gözlerini kapamıştı yine.

"Sen de her şeyime ortak olma niyetindesin,"

"Mümkün olsa soyadına bile ortak olurum," yorgunluktan kapadığı gözlerini araladı aceleyle. Sonra da yüzünü buruşturdu. "Alternatif olarak soyadıma ortak olmanı buldum ama endişelenme."

"Alıştırma mı yapıyorsun?" Anlamadan suratına baktığımı fark edince derin bir soluklandı. "Nasıl evlenme teklifi edip de kabul ettirsem gibisinden?" İçten içe salak, hiçbir şey anlamıyor gibi düşünceler geçiriyor olabilirdi. Sorun değil, düşünebilir.

"Aklımın ucunda yoktu yavrum," ona evlenme teklifini doğrudan, abartıya kaçmadan, kalabalıktan uzak ve çok net bir şekilde etmeyi düşünüyordum. "Yaptığım zaman hiç böyle kafa karıştırıcı cümlelere yer olmadığını anlayacaksın."

"Yapacaksın yani?" Saçının uçlarıyla oynarken dudağını hafifçe emip, dişleri arasına çekti.

"Mutlaka," uykum gelmeye başlamıştı. Geriye doğru yatıp yastığıma kıvrıldım.

"Hım,"

"Hı hı," sözcükler mırıltıya dönüyordu dudaklarımızda. "Kucağım boş, bebeğimi istiyorum." Gözlerimi kapamama rağmen onun gülümsediğini hissettim.

"Bebeğinin de sırtı boş," sesi sonlara doğru iyice kısılmıştı. "Yaslanacak yer arıyor."

"Yaslanacak yer değil," dedim gözlerimi aralayıp. "Yaslanacak Asilhan arıyor." Bir tek bana yaslansın, bir tek benim kucağımda kıvrılıp uyusun istiyordum.

"Diyorsun,"

"Dedim,"

"Haşin pehlivanım," kıkırdarken kendi kendine bakışlarını benden kaçırmıştı. "Yuh! Saat iki olmuş orada Asilhan, uyu hemen." İlk kez bu saatlere kalıyormuşum gibi abartı tepkisine göz devirdim.

"Abartma," dedim çabucak.

"Sabah açılışa şiş gözlerle gitme," omuz silktim. "Uyu hadi, dinlen. Beni de düşünme, iyiyim."

"Yemin et,"

"Yemin ederim," güzel ve dolgun dudakları kıvrılırken bana güven vermek ister gibiydi. "İyiyim." İlk konuşmamıza göre sesi düzelmişti, görüntüsü de ilk gördüğüm ana göre daha iyiydi.

"Tamam," dedim pes ederek. Beni inandırmıştı, biraz daha iyi olduğuna inanmıştım. "Sen de uyu dinlen yavrum, iyi geceler."

"İyi geceler kocam," kulağının arkasına sıkıştırdığı saçı önüne düştü son kez bakarken birbirimize. "Yarın her şey çok güzel olacak, kalbim seninle." Dudaklarını büzüp ekrana yaklaştı. Kapalı gözlerini aralamadan öpücük attıktan sonra bir şey dememi beklemeden kapattı aramayı.

Dudağımda kalan tebessümün ardından telefonu yan tarafa bıraktım. Başımın altında bağladığım kollarımla tavanı seyrederken  Mihra'nın yanımda olduğunu hissedeceğim bir sabaha uyanacağıma inanarak yumdum gözlerimi. Uyku beni sarıp sarmalarken kollarımı çözdüm, yastığımın altına yerleştirip ikimizin fotoğrafına doğru döndüm. Az da olsa rahat bir uyku uyuyabilecektim.

<><><><><><><><>

Erken saatte çalan alarm, beni uykumun içinden çekip alıyordu. Duyuyordum fakat gözlerimi aralayıp alarmı kapatmak istemiyordum. Uykumu almadım desem yalan olurdu, almıştım fakat uyuşukluk yapmak geliyordu içimden. Bizim için önemli olan bir gün olmasına rağmen bu tembellik nasıl sinmişti üzerime onu da bilmiyordum.

Gözlerimi aralarken rahatsız edici alarmı kapadım. Başımı hiç kaldırmadan olduğum yere biraz daha sokulup gözlerim kapalı uzanmaya devam ettim. Zihnimde gezinen tonlarca düşünce ve plan arasında tekrar bir uykuya dalmıştım fakat bu kez de boşluğa düşmüştüm. Karanlığa attığım adımın ardından gözlerim tamamen açıldı. Yattığım yerden doğrulup vücudumu esnettim. Boynuma uyguladığım ufak masaj hareketleriyle boynumu bir sağa bir sola çevirip ardından da yatırıp birkaç saniye beklettim. Gevşeyen bacaklarımı aşağıya sarkıtıp boş zemine bastım. Ardından doğrulup banyoya adımladım. Gözlerimi ovalayarak geçtiğim banyodan duş alıp çıkacaktım.

Üstümdekilerden kurtulup duşakabine girdim. Sıcak olmayan fakat soğuk da denemeyecek bir suya alıştırmıştım vücudumu. Yine aynı şekilde ayarlayıp altına geçtim. Alnıma çarpan damlaların ardından bütün suratım suyla karışırken ayıldığımı hissediyordum. Başımı aşağıya doğru eğip saçlarımdan sırtıma doğru suyun akışını bekledim. Fazla oyalanmamak adına ıslanan saçlarımı şampuanla güzelce köpürtüp öylece bıraktım. Duş başlığını vücudumun etrafında gezdirdikten sonra suyu kapatıp vücudumu da jelle temizledim. Birkaç dakika öylece bekledim duşakabinde. Suyu tekrar açtıktan sonra saçlarımdan başlayarak bütün vücudumu arındırdım.

Bedenim, saçlarım ve düşüncelerim suyla arınmıştı. Kendimi dinç, uyanık ve güçlü hissediyordum. Belime bağladığım havlunun ardından ayaklarımı paspasa silip çıktım banyodan. Üzerimdeki havluyu odaya geçer geçmez rastgele fırlattım. Islak saçlarım için ufak bir havlu aldım dolabımın içinden ve onunla devam ettim.

Gardırobun karşısında dikilmiş kıyafet bakıyordum. Resmi günlerin adamı olmak bana göre değildi. Rahatıma düşkündüm, eşofman giyip bütün dünyayı gezebilirdim. Çoğu zaman da eşofman giyerdim ama bugün giyemeyecek olmak beni bir hayli yaralıyordu. Elimi gezdirdiğim kumaş pantolonların içinden siyah olanı aldım, askıdaki gömleklerden de beyaz olanı seçtim. Üstüme deri ceket alıp, motorla gitseydim açılışa çok mu abes kaçardı? Kesinlikle kaçardı.

Aklımdaki bütün serseri fikirleri erteleyip yaşımı otuzmuş gibi hissettirecek kıyafetlerde karar kaldım. Giydiğim baksırın ardından saçlarımın nemini almayı da bıraktım. Havlu yatağın üstünde bir yere uçarken duvardaki gölgeme baktım. Güneş doğalı biraz oluyordu ve tam olarak duvarda gölgemi çıkartıyordu. Hoşuma giden gölgeyi çekmek için telefonuma uzandım. Komodinden aldıktan sonra duvarın önünde durup poz vermeye başladım.

Islandığı için düzeleşen saçlarım, olduğundan daha çıkık duran kulaklarım, boynumun gölgesiyle bütünleşen telefon gölgesi ve havaya kaldırdığım kolumla şahane bir görsel oluşturmuştum. Daha ben kolumu katlanmadan beliren kaslarım ve belime doğru incelen vücudumla bir süper kahramandan farksızdım. Şahsen yalnızca Mihra'nın süper kahramanı olma arzusu içindeydim. O yüzden ben hariç bu fotoğrafı görecek tek kişiydi.

Üstümü giymeye devam etmeden yatağın üzerine atıldım. Sırtımı rahatsız eden havluyu bu kez başka bir köşeye fırlattım. Yattığım yerden sevgilimin sohbetine girip fotoğrafı gönderdim. Biraz kızdırmak istiyordum onu, belki de kıskandırmak.

🧠 kişisine 5 yeni mesaj atıldı.

Asilhan:

Asilhan: Günaydın yavrum
Asilhan: Bugün de kolumun üstünde seni taşıyacak kadar iyiyim
Asilhan: Keşke yanımda olsaydın
Asilhan: O zaman başkaları atlamaya niyetlenmezdi senin mekana

Sohbetinden çıktıktan sonra sırıtarak ayağa kalktım. Roll-on sürdükten sonra üzerime siyah kumaş pantolonumu geçirdim. Kuruduktan sonra üzerime gömleğimi geçirdim fakat düğmelerini vurmadım. Boynumun iki yanına, enseme, gömleğimin yakalarına parfüm sıktım. Yavaş yavaş alttan başlayıp vurdum düğmeleri ve gömleğin içine yerleştirdim altta kalan kısmı. Pantolonumun fermuarını ve düğmesini kapayıp yakalarımı düzelttim.

Aklıma yatan görüntümün ardından siyah düz çoraplarımı giyindim. Odayı toparlamayı gözüm kesmiyordu, hiç kesmiyordu. O yüzden bütün dağınıklığıyla bıraktım. Üzerime pantolonun ceketini alıp odanın kapısını çektim. Birkaç adımın sonunda ayakkabılığın önündeydim. Bakınırken içlerinde çok zor olmamıştı seçmek, siyah klasik ayakkabılarımı indirip kabanımı da koluma attım. Dış kapıyı açtıktan sonra ayakkabılarımı giydim hepsinden önce. Anahtarımı ve cüzdanımı cebime sıkıştırdıktan sonra kapıyı çektim.

Elimde kabanımla otoparka indikten sonra kimseyle uzun zamandır karşılaşmıyor olmayı sevmeye başlamıştım. Tuğçe'yle son konuşmamız ben Mihra'ya gitmeden bile önceydi, artık hiç denk gelmiyordu ve bu çok güzeldi. Aynı şekilde Rana da uzun zamandır ne salona, ne de yakınıma uğramıyordu. Mihra'ya gitmek hepsine bir kez daha mekanın gerçek sahibini hatırlatmıştı. Özellikle paylaştığım fotoğraf bizim evliliğe adım attığımız düşüncesini kuvvetlendirmişti. Parmaklarımızdaki yüzükler de hâlâ yerindeydi. Direksiyondaki sağ elimde gözüme çarpan ince alyans, onunla olduğum bütün anları taşıyordu sanki.

Keyfim yerinde bir şekilde ilerlerken vücuduma basan sıcakla üstümdeki ceketten de kurtuldum. Mihra'nın henüz uyanmamış olması beni üzüyordu. Uyanmasını, iyi olduğunu bilmeyi ve onunla uğraşmayı çekiyordu canım. Ona daha sonra atmak için bir fotoğraf daha çekmeye karar verdim. Ayrı olduğumuz dönemde her yaptığımda onu aramıştım. Çektiğim fotoğrafı ona atmak istemiş, atamamıştım. Beğendiğim güzel şeyleri almış ama verememiştim. Bulduğum mantıklı, mantıksız bütün düşünceleri anlatmak istemiştim ama o da olmamıştı. Aslında o zaman anlamıştım, bütün anlarıma eşlik etmesini istediğimi.

Yüzüm görünmeden çektiğim fotoğrafı kombinimi sorduğu zaman atacaktım ona. Geriye sadece uyanmasını beklemek kaldığından telefonumu bırakıp yola devam ettim. Fazla uzun sürmeyen bir gidişin ardından yeni mekanımızın kapısında durmuştum. Etrafta birkaç magazincinin kahvaltı yaptığını görmüştüm fakat onlar beni henüz fark edememişlerdi. Görmemeleri adına da arka taraftaki otoparka döndüm. Arabayı park ettikten sonra ceketimi üstüme giyip çıktım. Telefonumu açıp Burak'ın numarasını tuşladım. Birkaç çalışın sonunda açmıştı.

"Hayatımın anlamı, günaydın!" Uyanmış daha doğrusu ayılmış olmasını şaşkınlıkla karşıladım.

"Nerdesin?" Dedim onun yılışık tavrını es geçerek.

"Geldim, otoparka giriyorum." Üst katta olduğumu söylemeden onu bekleme kararı aldım.

"Tamam, geldim ben de. Bekliyorum seni,"

"Bekle erkeğim, geliyorum." Gülerek kapattı, ben de arkasına güldüm.

Cebime attığım telefonun ardından beklemeye başladım. Üst katlarda aynı sessizlik sürmeye devam ediyordu. Kapıda henüz kimse yoktu tahminimce, ilk gelen olduğuma şaşırmamıştım. Ayakta beklemeyi bırakıp arabaya geri döndüm. Kaputa yaslanıp birkaç dakika daha öylece bekledim. Bu kaputa her yaşlandığımda, her baktığımda Mihra geliyordu aklıma. Onu öptüğüm ilk an... O anki heyecanımla hep dalga geçiyordum, belli etmek istemesem de dizlerimin bir anlık titrediğini hissetmiştim.

Mihra bana, benim bilmediğim yanlarımı gösteriyordu.

Zihnimde yeniden onu bulmak yüzümü güldürdü. Deli gibi görünmemek için kendimi toparladım. Aynı saniyelerin içinde Burak giriş yaptı otoparka. Tam karşımdaki boşluğa arabasını park ederken camını sonuna kadar indirmiş, el-kol hareketleri yapıyordu. Akülü araba süren ilkokul veletlerine benziyordu. Yahut trafiğe ilk kez çıkan, babasından araba kaçırıp havalı olduğunu sanan çocuklara.

"Utanmaz!" Dedi zıplayarak inerken. "Bu kadar yakışıklı olarak suç işliyorsun," bana doğru attığı adımlarda üzerindekileri incelemeye başladım. Benim siyah-beyazıma bakınca onu renkli bulmuştum. "Müşterileri böyle toplayacaksın değil mi?" Yanağımdan makas alıp dudağına yerleştirirken tiksinerek sildim yanağımı.

"Müşterileri sen toplayacaksın," dedim. Burak yanağımı silmiş olmama aldırmadan bu kez de sulu sulu öptü. "Pislik herif! Sana şöyle öpme diyorum!" Üzerindeki ceketi kavrayıp yanağımı silmek vardı ama yapmadım. Elime silip, elimi yıkamayı da aklıma yazdım.

"Mihra öpünce sesin çıkmıyor göt herif,"

"Lan o benim karım lan,"

"Bok karın!" Dedi omzuma vurarak. "Hani karın? Nerede? Burak var Burak," göğsünü kabartmış bundan güç alarak da vuruyordu sert sert.

"Abbas var der gibi..." dedim dayanamayarak. Bir dönemin psikolojisini bozmuştu o iğrenç replik: Anne yok, baba yok, Abbas var!

"Arka odaya geçelim kocam,"

"Siktir git," dedim sakin bir şekilde adım atarak. Arkamdan yetişirken bana üstüme doğru atıldı. "Ütüye sen götüreceksin, göt!" Hâlâ inatla üstüme çıkmaya çalışırken geriye doğru ittirdim.

"Götürürüm de iki saniye dur lan," dedi tam çıkarken. Dışarıda kalabalıklaşmaya başlayan ekibi uzaktan görürken ona doğru döndüm. "Beni bir heyecan sardı Asil."

"Bir şey yok," dedim boğazımı temizleyerek. İçten içe bende heyecanlıydım ama onun abarttığı kadar değildi. "Gideceğiz, başkanlarla kurdele tutup keseceğiz." Elimi omzuna yasladım, o da emin olmak adına bana bakıyordu. "Birkaç kelime konuşup bitirelim, uzatmayalım. Okey?"

"Okey tabii lan!" Nedense ona hiç inanmamıştım. Bir yanım mutlaka uzatacağını, detaylar vereceğini hatta heyecandan saçmalayacağını düşünüyordu. Tonlarca müsabakaya girmesine rağmen kamere karşısında her şeyi birbirine karıştıracak bir heyecanı vardı.

"Başkan ne zaman geliyormuş?" Bizi fark eden kameraman ve spikerler kendi aralarında konuşurken görmezden geldim. "Görüştün mü?"

"Birazdan gelir herhalde," çevrede sadece magazincilerin değil arkadaşlarımızın da biriktiğini fark ettim. "Millete selam verelim." Onu onaylayıp meslektaşlarımıza doğru ilerledik.

Tahminimce yarım saat böyle geçmişti. Kalabalık artık mekanın önünü doldururken başkanlar da geldi. Selamlaşıp görüştükten sonra magazinciler zamanın geldiğini anlamış gibi ön sıraları doldurdu. Burak önümüzde duran kürsüden elimi tuttu. Gülmemek için kendimi zorlarken ayağına vurdum bıraksın diye. Anlamayıp daha çok sıkarken başımı yere doğru indirdim, kıvrılan dudaklarımla bir deli gibi görünmek istemiyordum.

"Bıraksana lan," dedim elimi çekerek. Burak omuz silkti. "Oğlum bırak elimi, rezil olacağız." Terleyen, sıcak avucunu zorla avucumdan uzaklaştırıp elimi üstüme sildim. Artık bir konuşma yapmalıydık.

"Herkese merhaba," dedi Burak söze başlayarak. "Geldiğiniz için teşekkür ederiz." Boğazını temizledi, bana doğru baktıktan sonra devam etme sırasını vermişti.

"Bugün, hepinizin bildiği üzere bir açılış için toplandık," üzerimdeki ceketin eteklerini düzeltip sözcükleri toparladım zihnimde. "Gördüğünüz, arkamızda kalan mekan artık benim ve meslektaşım Burak'ın ortak spor salonu." Herkes pürdikkat dinlerken sahiden gerildim. Burak'a gülmüştüm fakat ben de şu an heyecanlıydım.

"Genç ve başarılı sporcularımızın önüne geçmek gibi olacak ama sözü almak isterim," kulüp başkanımız mizahi bir şekilde kendine çekerken okları gülümsedik hepimiz. "Bizler onları hep minderde gördük, ülkemizi başarıya taşırlarken izledik ama şimdi kendileri gibi sporcular yetiştirmek için bir işe kalkışmışlar..."

"Elbette arkalarındayız ve destekliyoruz," Federasyon başkanı sözü devralırken ufak bir alkış kopmuştu. "İnanıyorum ki burada da en iyi olmaya devam edecekler." Önümüzdeki kurdeleyi kesmek için hepimizin eline birer makas verildi. Federasyon başkanı, kulüp başkanı, ben, Burak, Emin ve koçumuz hep bir elden tutuyorduk kurdeleyi.

"Hayırlı olsun!" Kurdele parçalanırken yeniden alkışlandık, nefesimle şişen göğsümün ardından onlara eşlik ettim.

"Arkadaşlar," Burak boğazını temizledi. Ne diyeceğini merakla bekliyordum. "Sorularınız varsa alabiliriz."

"Konseptiniz var mı?" Kadın bir spiker soruyu yöneltirken Burak içtenlikle gülümsedi.

"Biz konseptin ta kendisiyiz," gülerek devam ederken dudaklarını da ıslatmıştı. Flört etmek kanında vardı adamın. "Elbette sürprizlerle doluyuz, sizleri de bekleriz daha yakından görebilmeniz için." Anladığım kadarıyla heyecanını atmıştı, gevşek konuşmalara başlaması da an meselesiydi.

"Eski milli güreşçi Emin Soytürk de sizinle beraber olacak mı?"

"Tabii ki," dedim kuzenimin hakkını yedirmemek için. "Kendisinin yeteneğini kaybetmek gibi bir hataya düşemezdik." Burak'ın sağında duran Emin sakin tavrını koruyordu, resmiydi.

"Peki sizler? Koçluk yapacak mısınız?" Arka arkaya gelen sorulara sırayla cevap vermeye çalışıyorduk.

"Yapmayı planlıyoruz arkadaşlar, müsabakalarımıza çalıştığımız zamanların dışında burada olacağız."

"Başka sorumuz var mı?"

"Norveç'ten yeni döndünüz," dedi içlerinden biri. "İlişkinizi hep gizli yaşıyorsunuz," derin bir nefes aldım, alakasız soru karşısında düzgün bir cevap bulacaktım. "Parmağınızdaki yüzüğü de oldukça merak ediyoruz. Bu konuda bir açıklama yapmayacak mısınız?"

"Burada bulunma sebebimiz özel hayatım değil," birbirine kenetlediğim parmaklarımın ardından gülümsedim sahte bir şekilde. "Merakınızı anlıyorum fakat bunları daha sonra konuşalım." Burak bana bakarken ciddiyetini kaybetmiş gibiydi, gülmemeye çalışıyordu.

"Başkanım," dedi Burak eliyle içeriyi işaret ederken. "Gezelim mi içeriyi?" Başkan başıyla onaylayınca hepimiz salona doğru döndük ve kameralar çekime devam etti.

Giriş katın içerisinde hemen her detayı konuştuktan sonra üst kata çıkan merdivenlere ilerledik. Erkeklere özel bölüme baktıktan sonra kadınlar için ayırdığımız kata da uğramıştık. En üst katta Burak kendisine ait odayı gösterirken başkandan ufak bir hediye almıştı ve mahcup olmuştu. Kötü anlamda değildi bu mahcupluğu, çok hoşuna gitmişti. Giriş kata yeniden indikten sonra alt katta hazırladığımız çalışma alanına da bakmak istediler ve oraya da uğradık. Öğrenciler için düşündüğümüz dolaplardan, minderin haline kadar baktıktan sonra da çıkmıştık. Çekilen fotoğraflar, alınan kayıtların da hepsi bittiğinde rahatlamıştım.

İçerinin kalabalığı, sesi devam ederken telefonum çaldı. Müsade isteyip uzaklaşırken cebimden aldığım telefonla suratımdaki gülümseme büyüdü. Mihra uyanmıştı ve beni arıyordu. Keyifle telefonu açtığımda etrafımda bütün sesler sustu, bir tek onun bebeksi sesi kaldı bana.

"Bebeğim," dedim kendimi tutamadan. "Günaydın, nasıl oldun?"

Sessiz kaldı, neden sustuğunu bilmesem de bekledim onu. "Günaydın," dedi henüz ayılmamış sesiyle. Ufak bir nefeslendikten sonra da, "İyiyim." dedi. Göğsüne doldurduğu derin soluk sanki iç çekmekti. "Seni de çok iyi gördüm, o takım ne öyle?"

"Yakışmış değil mi?"

"Hayır," dedi mızmız bir sesle. Gülmemek için kendimi zorladım. "Eşofman daha çok yakışıyor." Ona inanmasam da onaylar mırıltılar çıkardım.

"O zaman yavrum benim hep takım giymem lazım,"

"Asla..." Dedi uzata uzata. "Sen eşofman giy hep, çok yakışıklı görün."

"Başka emrin de var mı?"

"Yok şimdilik," gülüşüyle sözcükler birbirine karışırken dudaklarım kıvrıldı istemsiz. "Hem ne diyeceğim sana, o ne ses öyle? Sen nasıl duyuyorsun beni?" Arkamdaki kalabalığın sesini umursamadığımdan duymuyordum, ona da bunu güzelce açıkladım.

"Bana senden başka ses ulaşmıyor," birkaç adım daha uzaklaştım beni daha rahat duyması için. "Seni duyunca hepsi kesildi, bir sen kaldın." Yine sustu, bu suskunluğuna sebep olmak hem hoşuma gidiyor hem de kızdırıyordu.

"Sen romantiklik mi yaptın şimdi?"

"Romantiklik mi sayılıyor bu yaptığım?"

"Herhalde," dedi dumura uğramış bir tonlamayla. "Alışık değilim, mala döndüm." Daha fazla kendimi tutamadan seslice güldüm. Mihra'nın da homurdanışıyla daha da keyiflendim.

"Yavrum abartma,"

"Mağarana yürümeye başladın," sanki hoşuna gitmiyordu, şikayet ettiklerine bayıldığını zor da olsa anlamıştım. "Kal tamam mı sen orada? Sakın çıkma."

"Siktir et şimdi," ayakta durmakla uğraşmayı bırakıp bir yere oturdum. "İyisin sahiden değil mi? Ağrın falan var mı?" Girdiğim telaş yüzünden kendisini unuttuğumu sanmasını istemedim, elim yetişmiyor olabilirdi ama aklım hep ondaydı.

"Gerçekten iyiyim," sesindeki tonlamadan da az çok anlamıştım, o yüzden inanmayı seçtim. "Sabah attığın fotoğraf neydi öyle? Kim atılıyormuş senin koluna?"

"Herkes," yalandı, şu ana kadar kimse atılmamıştı. "Ben vermiyorum orası ayrı tabii, sana rezerve."

"Bir zahmet,"

"Şımarma," başka bir şeyler söylemek için devam edecekken bana birinin yaklaştığını hissettim. "Sen de bana bir fotoğraf atsana, günüm güzel devam etsin." Arkama doğru döndüm, Rana'yı görünce suratım ekşidi istemsizce. Uzaklaşmak istedim o an oradan ama geç kalmış gibiydim.

"Nasıl bir fotoğraf?"

"Sen dolu birkaç fotoğraf,"

"Asil!" İkimizin arasına damlayan sevimsiz sese gözlerimi devirirken Mihra'nın duyduğuna emindim. "Kaçmasana ya!" Ayaklanıp uzaklaşmam bile onu vazgeçirmedi ve yüzsüz bir tavırla peşime takıldı.

"O kim?" Tüyler ürperten bir sesti Mihra'nın sesi. "Sana sordum Asilhan." Koluma giren Rana'ya ters bir bakış atıp kendimi çekerken Mihra'nın cevap beklediğini biliyordum.

"Arkadaşım,"

"İsmi yok mu arkadaşının?" Dedi daha aynı saniye.

"Var yavrum da birazdan tekrar arayayım mı ben seni?" Cevap vermedi, yineleme ihtiyacı hissettim. "Olur mu? O zaman konuşuruz." Yine cevap vermedi fakat bu kez telefonu suratıma kapamayı seçmişti.

Gerçekten şom ağızlıydım ben. Kimse yanaşmadı bana der demez yanaşacak biri gelmişti işte. "Ne var Rana?" Dedim kollarımı göğsümde bağlayarak. Rana sırıtarak bana bakınca gözlerimi devirdim bir kez daha.

"Hayırlı olsuna geldim Asil," üzerine giydiği kot gömlek elbisenin kolları kıvırıp ellerini omuzlarıma yasladı. "Yapma böyle, arkadaşız biz." Samimi gelmiyordu, hiçbir hareketi hiçbir sözcüğü geçmiyordu bana.

"Eyvallah," dedim geriye çekilerek. "İyi günler." Kendisinden koşarak uzaklaşma çabam boşa gitmişti. Çünkü koluma sıkıca girmesinin üstüne babası önümüzde.

"Babacığım!" Sevimsiz bir tonlamayla babasına sırıtırken kolumu da bırakmıyordu. Kendimi çekmeme rağmen inatla yapışmıştı. "Biz de Asil'le geziyorduk. Bana salonu anlatıyor."

"Gezin tabii kızım," koçum Kaya Efendi sülük kızının yüzünü okşarken gözlerimi devirdim. "Ben birazdan çıkacağım, haberleşelim."

"Rana'yı da al koç," dedim nihayet kıskacından kurtulup. Birkaç adım uzaklaşmıştım da baba-kızdan. "Benim işim var, ilgilenemem." İtiraz beklemeden uzaklaşmaya başladım. Arkamdan söylenen Rana'yı duydum, bir ağlaması eksikti babasına.

Burak'ı etrafta ararken başkanlarla beraber çıkışa ilerlediğini gördüm. Yanlarına ulaşıp her şeyden önce tokalaştım. "Çok daha iyi yerlere önce siz sonra sizin yetiştirdikleriniz gelir umarım gençler."

"Sağ olun başkanım," ellerimizi ayırırken tebessüm ettim. "Geldiğiniz için tekrar teşekkür ederiz."

"Biz teşekkür ederiz Asil," kulüp başkanı bir elini benim omzuma yaslarken diğer elini de Burak'ın omzuna yasladı. "Bizi temsil etmeye hep devam edecek olmanız çok güzel."

"Aman başkanım," dedi Burak gülmeye başlayarak. "Bugün çok fazla iltifat aldım, az kaldı ağlayacağım." Herkesi güldüren Burak'a daha sonra sarılmayı aklıma yazıp değerli misafirlerimizi uğurladım.

"Yoruldum," dedi Burak yanımda dururken. Onu başımla onaylarken içeride hâlâ gezinen kalabalığa göz attım. "Tutuldu gibi, ne dersin?" Merak uyandıran bir giriş olmuştu ve umarım böyle devam ederdi.

"Göreceğiz tutulup tutulmadığını," kalabalıkla karışırken yeniden bu kez birbirimizden uzaklaşmadık. "Bugünü böyle geçirelim, yarın başlasınlar derslere."

"Tamamdır," dedi Burak. Belirlediğimiz hocalara doğru ilerledik. "Arkadaşlar kalabalık dağıldıktan sonra ufak bir toplantı yapacağız, lütfen burada kalın." Mutfaktan, temizliğe kadar koca bir ekip oluşturmuştuk ve altından kalkmak ilk bakışta çok zordu. Yine de umutluyduk, toparlayacaktık.

"Ben odama çıkıyorum," Burak konuşmasını bölüp bana doğru döndü. "Mihra'yı arayacağım." Anlayışla karşıladı etrafımız insan dolu olduğu için. Başka zaman olsa mutlaka canıma yapışır, beni rahat bırakmazdı.

Yalnızca erkekler için ayırdığımız kattaydı benim odam. Çoğu işleyişi de burada yapacaktık. Ben yalnızca erkek üyelerle ilgilenmek istediğimi ve ona göre bir plan uydurulması gerektiğini özellikle belirtmiştim. Zaten hoca sıkıntımız yoktu ben minik güreşçiler yetiştirmekle ilgilenecektim çoğu zaman. Böylelikle Mihra'nın da içi rahat edecekti, bu konuşmayı hiç yapmamıştık ama rahatsız olacağı belliydi.

Odadan içeri girdikten sonra kapımı kapadım, sandalyeme geçip bir tur etrafımda döndüm. Masanın üstündeki ikimizin fotoğrafı bana göz kırparken bir cesaretle aradım Mihra'yı. Umarım büyük bir gazap yaşatmazdı bana. Umarım sakin ve dinleme taraftarı olurdu. Kıskanmasını gerektirecek bir şey olmadığını anlatmama fırsat verirse kesinlikle anlardı beni, emindim.

Aramamı açmamasına rağmen pes etmeden bir kez daha aradım. Mihra bu kez de açmadı. Mesaj atmak için uygulamaya girdim fakat onun ses kaydettiğini gördüm. Biraz bekledim bana göndermesini, nihayet mesaj geldiğinde beklemeden oynattım. "Çatlama, arayacağım birazdan." Gülüşüme engel olamadan klavyede parmaklarımı gezdirerek onayladım onu. Çok kızmamış gibiydi ya da bana güvenmeyi seçmişti. Temennim ikisini beraber yapmasıydı.

Olduğum yerde oyalanmaya başladım. Elimde telefonla manşetlere düşüşümüzü de inceledim. Özel hayatıma dair soruya cevap vermemem ise daha çok ses getirmişti. Yaptığım bütün işler bir yana aşk hayatım bir yanaydı. Böyle kesin ayrımı nasıl yaptıklarını aklım almıyordu. Ben bile bazen önceliğimi mesleğim yapabiliyordum, Mihra zorunluluklar yüzünden ikinci plana uzanabiliyordu.

Şartlar hep isteklerime göre dönmüyordu, onun için de aynısı geçerliydi tabii. Birbirimize ayırdığımız zaman haricinde epey uzaktık aslında. Hem somut mesafeler hem de soyut mesafeler vardı. Uzanıp tutamıyorduk birbirimizi ama kalbim onun kalbiyle tutuşmuştu, yanıyordu. Kayıp iki puzzle parçası, koca bir bütünü oluşturmak için birleşmişti adeta. Gecikmesinin sebebi olarak da kendimi görüyordum, hep de görecek gibiydim.

Aldığım derin nefese telefonum eşlik etti. Mihra'nın görüntülü aradığını görüp geriye yaslandım. "Yavrum," benim gülen yüzümün tam aksine sahipti yüzü. "Koçun kızıydı, görmezlikten gelmeye çalıştım ama takıldı peşime." Yaptığım açıklama yine de yüzünde mimik oynatmadı.

"Rana mı?" Sahiden bilmediği ne vardı çok merak ediyordum, bu nasıl bir erişimdi aklım almıyordu.

"Evet," dedim mecburen. "Öyle işte bebeğim."

"Sinir kat sayım yükseldi," şakaklarını ovalamak için telefonu bir yere sabitlemişti. "O kız sana karşı boş değil, uzak dur Asilhan."

"Uzağım zaten yavrum," dedim ben de telefonu duvara dayayarak. "Gözüm bir tek seni görüyor, tek güzelim benim."

"Sus," ben dudağıma fermuar çekerken, o bacaklarını kendine doğru çekti. "Fotoğraf atmaya üşendim ben, al burdan gör."

"Yeter mi sanıyorsun?"

"Yetsin," dedi huysuz bir tonlamayla. Hiç hoşuna gitmemişti Rana'nın olayları, üstü kapalı da olsa belli ediyordu.

"Yetmez," omuz silkti, kızarmış dudaklarını bükerken benim dudaklarım sızladı. Onu öpmeyi özlemiştim, çok özlemiştim. "Özledim çok."

"Yalancı," inkar edişinin altında gizli bir hoşlantı yatıyordu. "Döndüğünden beri hiç ilgilenmiyorsun benimle, özlemek böyle olmaz." Suçu bana atmasının sebebi kendisini de suçlu görmesiydi, biliyordum.

"Oturduğumuz yerde suçlu olduk,"

"Oturduğun için suçlu oldun zaten Asilhan," adımı öyle bir tonlamayla söylüyordu ki itaat etmekten başka şansım kalmıyor gibiydi.

"Peki yavrum," dedim pes ederek.

"Onaylama beni," dümdüz, sert bir tonlamayla söylemişti bunu. "Sinirimi bozuyor sırf susayım diye onaylaman."

"Yavrum ben niye senin susmanı isteyeyim?"

"İstiyorsun işte!" Dedi daha da hiddetlenerek. Hasta olduğunda da bir ayrı oluyordu ruh hali. Daha atarlı, daha gergin, daha seksi...

"Bağırma bana," dedim kendime hakim olmaya çalışarak. Zaten büyük olan gözleri daha da büyümüşken hırsla içimden sıcak bir şeyler aktı. "Ben senin susman değil konuşman taraftarıyım, hep." Koyu kahve gözlerini çevreleyen kıvrımlı uzun kirpikleri birkaç kırpılmanın ardından tamamen örtmüştü gözlerini.

Aldığı sesli solukla kendini bıkkın göstermek isterken dudaklarındaki kıvrımı yakaladım. Gizli tuttuğu gülüşünün ardından gözlerini araladı ve devirdi bana. "İğrenç bir yalancısın," burnunu kıvırırken dudakları da büzülmüştü. Ölüyordum, canımı alıyorlardı sanki.

"Yavrum," dedim kuruyan dudaklarımı ıslatarak. Boğazımı tıkayan yumruyu indirirken bakışlarının odağı olmuştum. "Dudakların, gözlerin, kirpiklerin..." içime çektiğim nefes onu özlemenin yangınını biraz daha harladı. "Karşında eriyorum, bitiyorum Mihra." Gözlerini bir an olsun benden ayırmazken donuklaşmıştı.

"Ne?" Dedi gülerek. Yeni bir şey sormayı bekliyordu ama aynı zamanda idrak etmeye de çalışıyordu. "Nereden çıktı bu şimdi?" Kendisinin devam etmesini beklediğimi anlamış gibi aklındaki karışıklığı giderip sormuştu.

"Benden çıktı," ben, ben olmaktan da çıkmıştım belki de. Mihra'nın her hücreme hükmettiğini hissediyordum. Çok ustaydı, öyle olmasa insan bile bile kendini nasıl onun egemenliğine sokardı. "Ben sana aşık oldum hatta sürekli oluyorum," sözcüklerin kontrolünü kaybediyordum. Göğsümde çırpınan kalbimle yutkundum. "Öyle ağır ağır oluyor ki bazen bittiğimi hissediyorum." Vücuduma enjekte edilmiş gibiydi, çok derine karışıyordu. Yavaş ama zevkli, tek bir an yanlış hissettirmeden ben oluyordu.

Hayretle bana bakmayı sürdürdü, yüzündeki bütün kaslar gevşemişti. "Asilhan..." Ne diyeceğine karar bile veremiyordu şu an. Heyecanlandığımı hissettim, dudaklarından dökülecek tek kelime uğruna kalbim yerinden çıkar gibi oldu.

"Eğer sen de bana aşık olduğunu söylemeyeceksen sessiz kalmaya devam edebiliriz," gülümseyerek söylediğim sözcüklerin ardından onu seyretmeye devam ettim. Yaşadığı şoka rağmen dudakları kıvrıldı, bakışlarını kaçırdı gülerken. Sağ yanağındaki ince çizgi kendini gösterirken içim ısındı, kaynadı, taştı. "Niye susuyorsun?" Dedim bu kez de dayanamayarak.

Dolgun dudaklarını emerken  gözlerimizi buluşturdu. "Sessiz kal dedin," dedi sözüme uyan küçük bir çocukmuş gibi. Öyle nazlı, öyle cilveliydi ki...

"Aşığım desene lan!" Omuz silkti ağır bir şekilde. Ellerine aldığı telefonu yüzüne yaklaştırırken biraz daha daldım ona, biraz daha yandım.

"Değilim aşık falan," dudaklarını büzdü, sarkıttı. Kızaran burnunun ucuna bakarken teninin her bir karışını okşayıp öpmek istedim. "Aşk bu kadar derinden olamaz." Şaşırma sırası bana geçmişti. Aşktan da öte olduğumu dile getirmesi bir anlık şoka uğratmıştı beni.

Aralanan dudaklarım iki kez kapanırken güldüm. "Eyvallah yavrum." Dedim gülümsemeye devam ederek. Sadece birkaç saniyenin sonunda bebeğime bir kez daha doyulmayacağını idrak etmiştim nihayet. Vücudumda gezinen anlamsız ürpertiyle ona bakarken, göğüs kafesimde koca bir lav gezindi.

"Meyve yer misin?" Dedi uzanıp aldığı mandalinayı soymaya başlayarak. Konuyu değişmekte üstüne yoktu, kendine çabucak yeni rota oluşturuyordu. "Nar yemek istiyorum ama ayıklama fırsatım olmadı hâlâ," ona nar ayıklamak için Norveç'e gitsem çok mu abartmış olurdum? "Neyse mandalinadan devam." Dudaklarıyla patlattığı mandalinanın suyunu emerken gözlerim dudaklarına kaydı, olduğu yerde memnun bir şekilde kaldı bir kez daha.

"Yavrum," yutkundum hafifçe. Dolgun dudakları keyifle mandalinasını kavrayıp emerken dayanılması zor bir anı yaşıyordum. "Dudaklarına biraz daha bakarsam boşalabilirim." Yediği mandalinanın suyu boğazına kaçarken öksürmeye başladı, mandalinayı elinden bırakırken dudaklarını elinin tersiyle silip bana dikti koyu gözlerini.

"Yuh!" Birkaç kez daha öksürürken gülmemeye çalıştım, anlık yüz ifadelerini kontrol edememesi çok keyifliydi. "Öyle birden söylenir mi?"

"Söylenmez mi bebeğim?"

"Söylenmez," dedi göz ucuyla mandalinaya bakarak. "Boğazımda kaldı senin yüzünden, her yediğimde aklıma gelecek şimdi." Onun gözlerinin kıyasla minik kalan gözlerim güldüğümden epey kısıldı.

"Pardon," dedim tek bir pişmanlık bile duymadan. "Lütfen yemeye devam et, benim yüzümden geri kalma vitamininden." Mandalinayı ısırmaktan vazgeçip tüm attı ağzına.

Anlamıyordu, meselenin yeme şekli değil de kendisi olduğunu anlamıyordu.

Birkaç taneyi ağzına tüm tüm attıktan sonra yenisini soydu. "Bana böyle güzel güzel bakarken hep bunları mı düşünüyorsun?" Yüzüme kirpiklerinin altından bakarken merak doluydu gözbebekleri. Dudağının içini kemiriyordu bir yandan da.

"Hayır," dedim dürüst olmayı seçerek. Gözlerindeki o yumuşak bakış değişmeden beni seyretti, devam etmemi bekledi.  "Hep değil."

"Bazen bana çok güzel bakıyorsun," elini yüzüne yaslarken hafifçe de eğildi. "Yani o anların altında sadece cinsellik yatsaydı biraz kötü hissederdim."

"Yavrum..." alt dudağımı dişlerim arasına alırken içime oturan öküzü durduramadım. "Yok öyle bir şey," öyle bir cümle kurduğum için pişman oldum, böyle hissedip düşünmesini istemezdim elbette. "Ben sana bakarken göğsüm parçalanıyor, başka hiçbir duygu daha baskın gelemez." Etkilendi, hatta çok etkilendi. Gözlerindeki ciddiyet kendini daha gayriresmi bir duyguya bırakırken anladım. O da bundan güç almış gibi tekrar mandalinasını patlattı.

"Arada gelsin," dedi gülmemeye çalışarak. "Fazla romantizme gelemiyorum da." Dudaklarıyla kavradığı mandalinayı emerken gözlerim yine istemsiz dudaklarına kaymıştı. Söylediklerimden rahatsız olmamıştı ya da benim öyle düşünmemi istiyordu.

"Bunları yüz yüze konuşalım," saçını kulağının arkasına doğru sıkıştırdı. Niyeti en az benim kadar bozuktu bebeğimin. "Böyle tam anlatamıyorum sanki kendimi." Onun öyle bir sıkıntısı yoktu, her koşulda kendini ifade etmenin en iyi yolunu buluyordu.

"Yanlış anlamadım seni," dedi gözlerindeki parıltıyla. İçimden geçenleri okumuştu. "Rahatsız da olmadım, şok oldum sadece." Yeniden resmileşti, yüzünde beni ikna etmeye zorlayan bir ifade vardı.

"Ani bir tepkiydi yavrum," parmaklarım benden bağımsız enseme ulaşmıştı. Ufak hareketlerle kaşırken sanırım utandım. Mihra bana çok dikkatli baktığından olsa gerek kızardığımı hissettim.

"Her neyse," açık saçlarından sıkıldı, toparladı tutamlarını. "Sen bir kızardın sonra konuşalım bunu." Farkında olması yüzünden ilk kez ondan kaçmak istedim. Ellerimi yüzüme yaslamak geçti içimden ama sonra fazla abarttığımı düşünerek vazgeçtim. Hepten ayarlarımı bozmuştu.

"Kapatıyorum ben," dedim boğazımı temizledikten hemen sonra. "Öpüyorum seni."

"Ben seni öpmüyorum," dedi omuz silkerek.

"O niye amına koyayım?!" Küfrettiğime pişman oldum fakat iş işten geçmişti, Mihra da gözlerini devirerek belirtmişti tepkisini. "Tamam, öpme." Dedim daha onun açıklamasına fırsat kalmadan. Şaşırmıştı, gizleyemiyordu da.

"Dünden de hazırmışsın," hem öpmem diyor hem de tavır alıyordu.

"Ulan sen de istiyorsun ki peşinden koşup durayım,"

"İftira atıyorsun," dedi gülerek. Sessiz kaldım, daha çok keyiflendi manyak. "Ağlayacak gibisin, öpeyim mi?"

"Ağlarsam fazlasını alır mıyım?"

"Bilemedim şimdi," Mihra öyle güzel gülüyordu ki nefesleniyordum, tıkanıyordum. "Neyse ağlama sen, başka zaman hallederiz."

"Ben anlamadım, ne oldu şimdi?"

"Yaklaş da öpeyim," rolleri değişmişiz gibi bir anın içinde alnımı ona uzattım. İçine derin bir nefes çekti, sonra dudaklarından zevk dolu bir öpücük sesi düştü. "Helalimsin bu saatten sonra." Gülüşüm ona bakarken büyümüştü, alnıma yasladığım elimi kalbime yasladım. Mihra usulca izledi ne yaptığımı, bekledi.

"Karım benim," uzun zamandır bana kocam demediği aklıma düştü, ayrılığımızdan bu yana bir iki kez demişti. "Ne diyeceğim sana, bir dinle beni."

"Sendeyim," dedi bu kez.

"Sen bir ara bana hep farklı farklı şeyler söylüyordun," pehlivanımdan giriyordu er meydanının paşasından çıkıyordu. "Şimdi çok stabil, ya Asilhan ya Asilhan." Mihra şuh bir kahkaha attı. Onu böylesine güldürenin ne olduğunu bilemedim ama sevindim. Böyle derin gülmesi hoştu, çok hoştu hem de.

"Yani Asilhan-"

"Bak yine!" Dudaklarını sıkıca birbirine bastı, gülmemek için zorladı kendisini. "Kızım adımı ezberledin artık, değiş şunu."

"Kocam sen de çok nazlanmaya başladın," ses çıkarmadım, kocam dediği için kabulleniyordum söylediklerini. "Ben dikkat etmedim hiç, farkında bile değildim sadece isminle hitap ettiğimin."

"O kadar siklemiyorsun bu ara,"

"Asilhan..." dedi gülerek. Sonra adımı söylediğinin farkına varıp dudağını ısırdı. İşin kötü yanı, söylediği her şeyin çok güzel olmasıydı. Adımı böyle içten söyleyerek bana yaptıramayacağı hiçbir şey yoktu. Sadece henüz farkında değildi. "Bebişim, bunu yan yanayken konuşalım." Son harfi ağzının içinde olabildiğince uzatırken ciddiyetini korumaya çalıştım. Tek kaşım havada, sahte bir hüzünle ona bakmayı sürdürdüm ama imkansız gibiydi. Bir bebek gibi bana masum masum bakarken dayanamıyordum.

"Olur..." yine dayanamamış olmamdan kaynaklı keyfi yerine geldi. Mihra beni ciddiye almadı haliyle, hâlâ gülüşünü bastırmaya çalışıyordu. "Son bir şey daha diyeceğim," Beni çabucak başıyla onaylarken yanakları belirginleşmişti, gözleri de kısılmıştı. "Geldiğinde beraber uyuyalım, olur mu?"

Mihra'yla uyumaya çok çabuk alışmıştım, alıştığım yetmezmiş gibi sevmiştim de. Onsuz uyumaya başladığımdan beri uyku kalitem düşmüştü. Geceleri uyanıyor, etrafımda onu arayıp sonra söverek geri uyuyordum.

"Olur pehlivanım," dedi o da ruhu okşanmış bir şekilde. "Ben de seninle uyumak istiyorum."

"Geldiğimden beri bok gibi uyuyorum amına koyayım!"

"O kadar ciddi diyorsun," bayılıyordu onsuz olmamdan şikayet etmeme.

"Ciddili fazlasını bile derim,"

"Geceleri uyanıp beni de sayıklıyor musun?" Alay etmeye başladı, aldırış etmedim.

"Sayıklıyorum," abartı bulduklarını bile yaşıyordum, inanması güçtü. "Dönüp duruyorum seni bulmak için ama yoksun, geri uyuyorum." Mihra yüzüme baka baka iç çekti, ardından nefeslendi kısaca.

"Geldiğimde uyuruz doyana kadar," gülümsedi, gülümseyişi umut doluydu. Ona baktığımda bütün negatifliğim kayboluyordu, uçup gidiyordu adeta.

"Doymak mı bilmiyorum ama hep daha fazlasını istiyorum," gülüşü daha da büyüdü. Dolgun yanakları şişerken gözleri küçüldü, onu izlerken ben de istemsiz gülümsedim.

"Aptal..." yüzünü dizkapaklarına yaslayıp büyük bir aşkla baktı, bakarken eridiğini hissettim. "Doymak olmuyor, maymun iştahlılık hatta arsızlık oluyor."

"Evlenelim," dedim onun nazına karşılık. Karşımda kırılırken cilveden aklımı kaybettim sanki. "Başka türlüsü kesmeyecek beni, yedi yirmi beş yanımda ol istiyorum." Şaka yaptığımı, alay ettiğimi düşünerek gür bir kahkaha attı. Bir an gülerken nefesi bile kesilmişti.

"Şaka değil miydi?" Dedi benim ciddiyetle ona baktığımı fark ederek. "Asilhan, ciddisin." Bir anda böyle bir şey beklemediğinden olsa gerek epey şaşkındı. Oysa hep muhabbetini yaptığımız bir şeydi.

"Ciddiyim," dedim boğazımı temizleyerek. "Benim seninle evlenmem lazım. Bütün evrenlerde, bütün koşullarda, her şartta Mihra."

"Asilhan," ömrümden bir beş sene gitti o an. Adımı öyle güzel söylüyordu ki hep duymak istiyordum. Hep adımı duyduğum için de öfkeleniyordum, çok alakasız bir ikilemdi. "Delirdin mi bir anda? Ne oluyor?" Üzerimdeki gömlek beni boğarken açık düğmelerimi arttırdım. Boynum ve alnım kızarırken ensemden sıcak damlalar aktı içime doğru.

"Aklım başımdayken de, sen aklımı çeldiğinde de ben aynı kanıdayım," beni bin kez reddetse ben bir yenisi için yine giderdim kapısına. "Mihra sen benim adımı söylerken bile kalbim yerinden oynuyor, içim gidiyor kızım." Bir şey söyleyecek gibi olduğunda işaret parmağımı dudağıma yaslayarak susturdum onu. "Dayanamıyorum artık senden uzak kalmaya," Onun gözlerindeki o kayıp inancı gördüm, bana yeniden güvenir gibiydi. "Duramıyorum böyle, seni yanımda yakınımda istiyorum." Yutkunarak ufak bir ara vermişken göğsü hızla kalkıp indi, hızımı alamayıp devam ettim. "Yanı yakını siktir et!" İşaret parmağımı şah damarımın üzerine yasladım usulca. "Burada ol Mihra; bakışlarını, kokunu, sesini, dudaklarını... Burada hissetmek istiyorum." Mihra boynuma her sokulduğunda onu can damarımın üzerinde hissediyordum, hem de her hücresiyle. Boynum onunla bir bütündü adeta ve ben o tamamlayıcı parçadan kilometrelerce uzaktaydım. Uzak olmak artık can yakıcı bir haldeydi ve ben kaldıramıyordum.

"Evlenemeyiz..." dedi söylediğim sözcüklere karşılık. Bir sağa bir sola atarak oynarken saçlarıyla panik oldu. "Yani hemen, şu an evlenemeyiz!" Dedi. Ensemdeki damlalar birikirken ona merakla bakmayı sürdürdüm. "Asilhan kafam çok karıştı benim," dedi göğsünden kopan derin nefesiyle. "Eğer bu ciddi bir teklifse-" paniği yerini gerginliğe bıraktı.

"Ciddi bir teklif," dedim hiç şüphe etmeden. Bu kez fe gerginliği şaşkınlığa evrildi. "Zamanı umursama, bugün yarın belki de on sene sonra bilmiyorum ne zaman olur ama ciddiyim, sakince düşün yavrum."

Şaşkınlıktan büyümüş gözleri birkaç kez kirpikleriyle örtüldü. Yüzündeki kasların hepsi gevşedi. Yutkunurken hareketlenen ademelmama kaydı bakışları ardından yutkundu. Gözlerime doğru çıkarken gözleri göğsünü şişirdi. Dudakları titrek nefesiyle sallanırken ıslattı hafifçe. Hiçbir tepki veremedi, yüzünden okuyamıyor olmak beni daha çok gerdi. Bal dudaklarından düşecek ufacık bir kelimeyi bekliyordu gözlerim.

"Olur," dedi birkaç dakikanın sonunda. Dakikalar saat gibi geçmişti. Algım karıştı, bir anlık yanıldım. "Süresiz kabul ediyorum, seninle evlenirim."

"Yemin et," dedim, güldü.

"Yemin ederim,"

"Allah'ım çok şükür," dayanamayıp güldüm. Hissettiğim rahatlığın tarifi yoktu. "Beni kendine layık gördüğün için teşekkür ederim bebeğim."

"Sen gerçekten aptalsın,"

"Aptala çevirdin beni," dedim öncesinde olmadığımı savunarak.

"Hayır," dedi gülmeye devam ederek. "Gördüğüm ilk gün değilse bile konuştuğumuz ilk gün anlamıştım aptal olduğunu." Bu hoşuna gidiyordu, neden bilmiyordum ama bana her aptal diyişinin altında sevgisi yatıyordu sanki.

"Övdün mü sövdün mü?!"

"Sevdim," dedi beni haklı çıkararak. "Hem bir ilk yaşıyoruz bence," beni sevdiğinin söylemesinin üstünü hemen örttü ve devam etti. "Telefonda evlenme teklifi eden kaç kişi vardır ki? Hem de takım elbiseyle." Sahiden de böyle bir anın içine nasıl düşmüştük bilmiyordum. Planlanmış hiçbir şey yoktu, her şey çok spontane gelişmişti.

"Geldiğinde kapanacağım ayaklarına,"

"Diz çökmen yeterli," çökmesem bile yeterliydi ona, biliyordum. Bir telefon ekranından bile kabul ediyordu beni, her halimi. O yüzden kalan bütün ömrümün her saniyesinde onunla yaşamak istiyordum.

"Olmaz," dedim kesin bir şekilde reddederek. "Kesin olarak ikna etmek için yalvaracağım sana, karım benim!"

"Çok çabuk benimsedin,"

"Sene oldu,"

"Daha değil,"

"Tamam ulan tamam!" Pes ettim, hep böyle pes edecekmişim gibi duruyordu. "Ne diyorsan o olsun."

"Asilhan," gözlerim kapandı istemsiz. Vücudumun ürperdiğini hissettim hatta. "18 Ağustos, unutma." Nikah tarihinden bahsettini anladım, gözlerimi aralamadan gülümsemeye devam ettim.

"Senesini söylemedin,"

"Onu beni sekiz kez istedikten sonra karar veririz," aklımda dönen muhabbetle siktir çekip gözlerimi araladım. "Hatırlamana sevindim." Zevkten dört köşe olmuş bir şekilde suratıma bakarken ciddi olmamasını diledim içten içe.

"Yavrum,"

"Söyle pehlivanım," dedi dudaklarını büzerek. "Söyle balım, söyle evimin direği, susma konuş hadi!" Bir yandan gülmemek için kendini zorluyor, bir yandan da benimle kafa buluyordu. Ufacık kızın diline düşmüştük iyice.

"Unut gitsin," onun neşesini bozmak gibi oldu ama şikayet etmeyecektim. Alay etmesine de fırsat vermeyecektim. "Ben on sekiz kere yine gelir isterim seni."

"Olur tabii erkeğim," dedi çabucak onaylayarak. Ben çıtayı arttırdıkça o da sınırları genişletecek gibiydi. "Bence de on sekiz daha mantıklı, nikah tarihiyle de uyumlu olur." Yapabilecek potansiyeli olduğunu bildiğimden gülümsedim zoraki. Farkındaydı ve asla umursamıyordu.

"Çocuklarımıza anlatırız ileride," ananızı yirmi kez istedim desem çocuklarım da bana aptal der muhtemelen. Nihayetinde babamız annemize çok aşık diye bir düşünceye ilk saniye kapılmazlar, çocuk sonuçta.

"Mantıklı,"

"Bu sekizlerin anısına çocukları da yapar mıyız o kadar?" Mihra bir an algılayamadı ve tekrar etmemi istedi. Ona güzellikle bir kez daha sordum ve yine güldü.

"Yarısını sen doğuracaksan olur,"

"Yavrum sen bilmiyor musun?" Dedim kendimden çok emin bit şekilde. "Babalar dokuz doğurur, bu da her seferinde senden daha çok doğurduğum anlamına gelir."

"Fiziki doğumdan bahsediyorum Asilhan," bu kez adımı resmi bir şekilde söylemişti. O yumuşak, iknacı Asilhan yoktu. Yerini azdırıcı tonlamaya bırakmıştı.

"Maalesef, vücudum el vermiyor."

"O zaman iki de kalalım,"

"İki mi?" Dedim hayretle. "Sekizin yarısı ne zamandır iki oldu?"

"Sekiz çocuk mantıklı mıydı sence?" Mantıklı olmasına gerek yoktu, her söylediğimizin altında mantık mı vardı sanki?

Kendisini başımla onayladığımı görünce histerikçe güldü, sabır çekerken soruma da cevap vermemişti. Benim bir abim tek vardı, iki kardeş büyümek bence yetersizdi. Hep daha kalabalık olmak istemiştim, hâlâ istiyordum.

"Bir şey demedin,"

"Çocuk konuşmak için çok erken," olumsuz bakmıyordu en azından çocuklarımın bal anası.

"Haklısın bebeğim," daha kendisinin de bir bebek olduğunu geç hatırladığım için biraz hatalıydım. "Sen büyü sonra çocuklarımızı büyütürüz."

"Sen çok büyüksün yani,"

"Belli olmuyor mu?" Dedim ve dayanamayıp ayağa kalktım. "Bir süz bakayım, hatırla kocanı." Gömleğimi ve pantolonumu ayağa kalktıktan sonra düzeltip ufak bir poz kestim ona. Yaptığım mini şovun ardından yüzüme bakmıştı.

"Akıl büyüklüğünden bahsediyorum aslında," bunu söylerken geniş omuzlarımdan başlayarak vücudumu süzdü bir kez daha. "Fiziki büyüklüğün inkar edilemez bir gerçek." İç çeker gibi olduğunda bakışları karnımdan aşağılara iniyordu.

"Nereye bakıyorsun?" Dedim gülerek. Mihra istifini hiç bozmazken yüzü kızardı. "Hayırlı işler yavrum." Bacaklarımdan yukarı doğru çıktı, beni duymuyor gibiydi. Bütün ilgisini, odağını vücuduma vermişti.

"Lütfen bir daha takım giyme," dedi yutkunarak. Gözlerime yeniden bakarken dudaklarını ıslattı, kızaran tenine gülümsedim usulca.

"Neden?"

"Nedenini böyle anlatamam," derken ses tonu değişti. Boynuyla oynayan parmakları göğsüne doğru inmişti. "Yan yana olmamız lazım Asilhan." Aldığı son solukmuş gibi derin çıktı adım dudaklarından. Göğsümün sol tarafında yine bir hareketlilik gösterdi kendini, şiddetlenerek devam etti.

Sol gözünü kırparken bana yutkundum. Bir an ne diyeceğimi şaşırdım, hülyalı bakışlarına maruz kalırken konuşmak çok zordu. Beyaz tenine dokunuyor, biçimli bacaklarını birbirine çarpacak kadar sallıyordu. "Siktir!" Karşımda kur yapıyordu resmen. Bacaklarını usulca indirirken derin bir nefes aldı. "Biraz daha böyle bakarsan bana soyunacağım." Mihra da gülümsedi, alt dudağını dişleri arasına çekerken bakışlarını hiç değiştirmemişti. Başını yana doğru yatırıp daha da yoğunlaştırdı hatta. Onun da yükseldiğine emindim, oynamıyordu benimle.

"Kapatıyorum ben," ekrana doğru eğilirken ufak bir dekolte verdi bana, dişlerim birazdan kırılacaktı. Sıkmaya çok zorluyordu beni. "Öptüm." Bir şey dememe bırakmadan kapattı suratıma.

Hay sikeyim aşkını ızdırabını!

Mihra inanılmaz bir şeydi. Uzaktan hallediyordu beni, aptal gibi hissediyordum. Bir bakışı, gülüşü, kaçışı... Aklım başımdan uçup gidiyordu. Kalbim hızlanıyor, vücudum ateş atıyordu. Utanmasan ağzımın suyu akacaktı. O konuşurken salyalar içinde hayranlıkla dinleyecektim onu, çok az kalmıştı. Böyle bir etkileniş olamazdı, olmamalıydı. Mantıklı değildi, hiç değildi. Sağlığıma tamamen zarardı. Özellikle koruduğum iradem karşısında tuzla buz oluyordu. Vücudumun gösterdiği tepkiler normal gibi görünse de değildi. Sahiden bir ergen gibiydim, ufacık şeye yükseliyordum.

"Vicdansız," kendi kendime kaldığımda onu rahatça çekiştirebilirdim. "O son saniye yaptın zaten her şeyi, insafsız!" Sohbetine girerken vücudumdaki yükselişim kendi kendine beni terk etmesini beklemeye başladım. Tabii bunu Mihra'yla konuşurken nasıl yapacağım da muammaydı.

🧠 kişisine 4 yeni mesaj atıldı.

Asilhan: Hastalıktan geberiyorsun
Asilhan: Açma bir tarafını
Asilhan: Özellikle memeni
Asilhan: Bütün soğuğu oradan almışsın sen belli

🧠: Bir sonraki soğuğu nereden alayım istersin
🧠: Bir el at sen bu duruma da

Asilhan: El atacağım zaten ben
Asilhan: Endişelenme hiç

🧠: Yalnız tek bir yerle sınırlı kalmazsan sevinirim

Asilhan: Keşke yüzüme de söyleyebilsen yavrum

Cesaretinin mesaja ve fiziken yan yana olmamıza özel olması beni yoldan çıkarıyordu. Şeytan kulağıma üflüyordu resmen, ona müstehcen fotoğraflar atmamı yahut yanına gitmemi. Yapmayacaktım, ikisini de yapmayacaktım.

🧠: Yüzüne söylersem tadı kalmaz
🧠: Böylesi güzel

Asilhan: Eminim sırf o yüzdendir
Asilhan: Her neyse yavrum
Asilhan: Daha önce saymıştık
Asilhan: El atacaklarımın rahat bir yirmisi var

Norveç'te, o boğazıma dizilen köfteyi asla unutmayacaktım. Mihra nimeti araya kata kata, ustaca konuşmuştu benimle. Ve bunu da istesek yapamazdık, yine bilinçsizce başlattığımız bir şeydi. Fena mı olmuştu, olmamıştı ama keşke kavramlara giden yolda başka kavramlar tüketmeseydik. Ben açık konuşma yanlısıyım, her daim. Dilimin de ayarını bir tek Mihra için ayarlıyordum. Yoksa konuşmalarımız fazlaca seviyesizleşebilirdi.

🧠: Sızladı şu an sensizlikten
🧠: Bir koca el aramadım değil
🧠: Benimki küçük kalıyor da

Asilhan: Hay sikeyim
Asilhan: Ne yapıyorsun bebeğim
Asilhan: Ellerini benim yerime kullanıyor gibisin

Cevap vermedi, önceki mesajıma da geç yazmıştı zaten. Gerçekten koca bir siktirden ibaretti. Sevgilim, boyumu posumu incelerken azmış ve kendini tatmin ediyordu. Karşımda küçük bir çocuk mu vardı yoksa libidosu fazla yüksek bir kadın mı çözemiyordum. Beni delirtecekti, gerçekten delirecektim.

Asilhan: Mihra
Asilhan: Yalnız yapmak zorunda değilsin yavrum

Böyle bir mesajı bana attırdığı için bir kez daha sövdüm. Kendimi tanıyamıyordum artık. Ona eşlik etmeyi üstelik telefon ekranından etmeyi ben teklif ediyordum. Belki de sadece onu durdurmalıydım ama ortak olmak daha cazipti.

🧠: Asilhan
🧠: Sonra konuşalım
🧠: Ararım

Asilhan: Kaçma
Asilhan: Gel buraya

🧠: İşim var

Asilhan: Sikerler işini |
Asilhan: Mihra
Asilhan: 💬

🧠: Kendime yiyecek bir şeyler hazırlıyordum sadece kocam
🧠: Niyetin çok bozuk senin ya
🧠: En sevdiğimden

Bütün uzuvlarımı gerdiği yetmezmiş gibi gevşek gevşek konuşabiliyordu. Sözleri yalan mıydı gerçek miydi elbette ayırt edemedim ama kandırıldığım apaçık ortadaydı. Kelimelerine soksaydım keşke onun da yine uymasaydım. Saf gibi her seferinde balıklama atlıyordum söylediklerine. Sinirim bozuldu, ona belli etmeyi de kabullenemezdim. Mecburen hiçbir şey yokmuş gibi umursamayacaktım, susacaktım.

Asilhan: Afiyet olsun yavrum
Asilhan: Benim toplantıya katılmam lazım
Asilhan: Yazamazsam oradayımdır

Telefon ekranını tamamen kapatıp geriye doğru yaslandım. Aldığım sesli soluklar bir süre devam ettikten sonra kalktım yerimden. Pantolonumu düzeltip odamdan çıktım. Gerici bir gündü, hem sinirlerim hem de bedenim fazlaca gerilmişti. Sakinmişim gibi odadan çıkıp girişe geçtim. Arka taraftaki toplantı alanımıza doğru yürürken oradan ufaktan sohbet ettiklerini gördüm. Etrafta kuzenimi aradım fakat yoktu, açılışa da geç katılmış ve hiç sohbet etmemişti. Bir sorunu vardı mutlaka, dünden bugüne gelişen bir şey olmalıydı ki bilmiyordum. Mutlaka konuşmayı aklıma kazıyıp beni bekleyen kalabalığa ilerledim. Boğazımı temizleyerek yanlarına vardığımda Burak'la el sıkıştık. Hafifçe göz kırptım ona ve sonra bir şeyler konuşmamızı bekleyen ekip arkadaşlarıma baktım.

"Naber?" Dedim gülerek. Herkesin üstündeki gerginliği gördüm, benim verdiğim tepkiyle onlar da biraz olsun rahatladı.

Toplamda 10 kişiydiler; İlayda, Yasemin, Dila, Ercan, Efe, Tunç, Doğan, Gülsüm, Akif, Ela. İlayda ve Yasemin kadın danışanlarla ilgilenecekti. Ercan ve Efe erkek danışanlarla çalışmak istiyorlardı. Dila ve Tunç karışık takılmayı seçmişlerdi. Doğan ve Gülsüm mutfaktan sorumluyken Akif ve Ela danışma kısmına bakacaklardı.

"Gergin," dedi İlayda herkesin sessizliğini bölerek. Yaşça küçüktü, hevesliydi, canlıydı, heyecanlıydı. Emindim ki yaşıtı olanlarla çok iyi çalışacaktı.

"Relax," dedi Tunç yapılı vücudunu gösterircesine kollarını göğsünde bağlarken.

"Bomba gibiyiz," dedi Akif. Kendine bir sandalye çekip oturarak diğerlerine öncülük etmişti. "Hazırız değil mi?" Dedi Ela'ya yumruğunu uzatarak. Ela da karşılık olarak yumruğunu tokuşturdu ve başıyla onayladı arkadaşını.

"Ya insan böyle bir heyecanlanıyor," dedi Ercan otururken. Bizden sekiz yaş büyüktü. Bizim öğrenci olduğumuz dönem beraber çalışmışlığımız vardı, oradan tanışıyorduk. "Alışırız herhalde zamanla." Herkes kendine bir yer edinmişken ben ve ortağım hâlâ ayaktaydık.

"Siz de alışmayacaksanız hocam," dedi Efe. Efe de bizden iki yaş büyüktü, alttan aldığı dersler sayesinde tanışmıştık. "Biz biraz heyecan yapalım ya." Tecrübe bakımından Ercan'la henüz yarışamazdı ama iyiydi.

"Yaşlı mı diyorsun sen şimdi bana?"

"Daha neler hocam," dedi Efe bu kez.

"Ay Efe dur iki dakika!" Dedi Yasemin. Hepsi aynı dönemin öğrencileri olduğundan aralarından su sızmıyordu. "Hep çok konuşuyorsun." Öğrencilikten gelen bir bıkkınlıkla Efe'ye göz devirdi, Efe hiç oralı olmadı.

"Kız sus kıvırcık,"

"Efe!"

"Ben de seni," Efe Yasemin'e göz kırparken arada geçen bakışmayı hayretle izledim. Flört masası mı kurmuştuk ne yapmıştık anlayamadım.

"Dila abla," dedi Burak birden bire. "Sessizsin, engin tecrübelerinle yol ver biraz."

"Hadsiz," dedi Dila üstten bir tavırla. "Abla senin..." herkes ona gülerek eşlik ederken ben de tebessüm ettim hafifçe. "Gençler, önce kurnaz olacaksınız. Danışanın ne istediğine, ne kadar sürede istediğine bakacaksınız. Eğer makul şartlar değilse ikna etmeye bakın sakın kandırmayı denemeyin." İki dakika içerisinde yaptığı bilgilendirmelerin hepsine faydalı olmasını diliyordum içten içe.

"Şimdi diyelim bir ayda olmayacak bir şey istiyor danışan, olur demeyelim mi?" İlayda merakla sorarken Dila başını sağa sola doğru salladı.

Başını sağa sola doğru sallarken "Demeyin," dedi Dila bir kez daha. "Sonra gelir sana der ki sen dolandırıcısın, paramı ver!"

"Anlayacağınız," diye toparlamaya geçtim. "Kendiniz olun. Hepinizin doğru, dürüst, gayretli, hevesli, güler yüzlü ve sıcak kanlı olduğunu biliyorum." Alttan alttan onlardan beklenenleri söyledim, iş ortamı olduğunda mecburen beklentiye giriyordum. Hep olması asla mümkün değildi fakat bir kısmı yeterli olacaktı. "Başaracağımızı da biliyorum, her daim buradayım. Yanınızda yahut arkanızda. Her zaman dinlerim." Hepsi beni başıyla onaylarken bir kez daha tebessüm ettim. Burak'ın omzumdaki eli sıklaşırken ufak bir tebrikleşme gerçekleştirdik.

Günün sonuydu benim için, bir sonraki güne hani yeni bir maceraya hazır başlamak için bolca dinlenmem gereken yorucu bir gün sonuydu. Biliyordum, bana aynı hevesle bakan gözlerin de maceraya girdiklerimi görüyordum. Ekip işi çıkarmak için hepimiz hazırdık ve tam zamanıydı başlamanın.

<FİNİTO>

Sea! Naber, nasıl gidiyor?
Benim epey yorucu, kendime zor fırsat bulmalı geçiyor. Bölümü de bayadır tamamlayamadım, sizleri de epey beklettim affedin.

Bu bölüm biraz Asilhan'ı dinliyoruz, içinde kopan fırtınaları görüyoruz. Havaalanından sonrasını Mihra'dan duyun istemiştim ama bir u dönüşü yapıp Asilhan'a geçtim, ufak bir zaman atlamasıyla tabii. Umarım beğenmişsinizdir, bolca yorum bekliyorum <3.

Continue Reading

You'll Also Like

6.9K 243 17
"vahşi miyim acaba biraz "." birazı az kalır vahşisin kadın"....................
276K 7.6K 14
HAYATIMIN BELASINI MI? YOKSA AŞKINI MI BULMUŞTUM? BİLMİYORUM.. BÖLÜMLER DÜZENLENİYOR. (HİKAYENİN KONUSU DEĞİŞMİŞTİR.) (HIC BIR ŞEKİLDE ALINTI YAPILAM...
7.3K 263 8
İki zor insan ve zor bir aşk hikayesi. O okuduğunuz hikayelerden daha değişik bir hikaye olacağından emin olabilirsiniz😋
107K 3.3K 24
0553: Selam Mavi 0553: İlk görüşte aşka inanır mısın? 0553: Cevabın hayırsa tüm vücudunda soğuk steteskopla gezinirken sana olan hislerimi anlatmak i...