Beyaz Konak

By meksikaacmazi

739K 57K 24.4K

"İntikam yolculuğuna çıkacaksan kendin için de bir mezar kaz." Parti ışıklarının sönmediği, topuk seslerinin... More

Tanıtım
Tanıtım 2
1| Aden
2| Londra
3| Yasak Aşk
4| Litost
5| Meksika Açmazı
6| Kırık Ayna
7| Zaaf
8| Kırmızı
9| Gözyaşı
10| İrade
11| Günah
12| Yaren
13| Şüphe
14| Aile
15| Cesaret
16| Leke
17| Yapayalnız
18| Karar
19|Üç
20| Seçim
21| Sonun Başlangıcı
22| Mutlu Yıllar
23 | Güz
24 | Karanlık
25 | Geçmiş 1*
26 | İhtiras
27| Yüzleşme
28| Hatıra
29| İhanet
30| Bedel
31| Rest
32| Şah Mat
33| Son Adım
34| 1. Kitap FİNAL
35 | 2. Kitap, İlk Bölüm - Moskova
36| Alexandra
37 | Yeniden
38 | Patron
39 | İnce Çizgi
40| Gece
41 | Plan
42 | Gerçek
43 | Görev
44 | Yakut
45 | Teklif
46| Zümrüt
47 | Aşk
48| Güven
49| Yeniden Dağıtılan Kartlar
50 | Kırmızı Alarm -1
51 | Kırmızı Alarm - 2
52 | Adım Adım
53 | Pandora'nın Kutusu
54 | Gerçeği Fısılda
55 | Sessiz Gece - 1
56 | Sessiz Gece -2
ÖZEL BÖLÜM: Buzdağının Görünmeyen Yüzü
57 | Maskeli Balo
58 | Domino Taşları
59| Döngü
60| Yeni Bir Devir
61| Düğüm
62| Sadakat
63| Alacakaranlık
64| Davetsiz Misafir
65| Taçsız Prens
66 | Ateşle Oynamak
67| Ucuz Roman
68 | Dejavu
69| Bir Yaz Gecesi Rüyası
70 | Geçmişin Külleri
71 | Beyaz Şehir
72 | Boşlukta Gezen Duygular
73| Nefes Bile Almadan
74 | Eski Dost
75| Mutlu Aile Tablosu
76 | Başlangıç Noktası
77 | Gölge
78| Bonnie & Clyde
79| Aidiyet
80 | İnce Buz
81| Yakın Geçmiş Zaman
82| Gelecek Zaman Anahtarı
83| Dönemeç
84| Bardaki Kız
85 | Madalyonun İçi
86 | Cecily'nin Gizemi
87 | Gecenin Soluğu
88 | Akrep ve Sessiz Kuğu
89 | Kurumuş Yaprak Sesleri
90 | Kelebeğin Ömrü
91 | Aşkın Anatomisi
92| Sessiz Veda
93| Yeni Devrin Devleri
94 | Savaşların Galibi
95 | Tanıdık Bir Hikaye
96 | Eski Defterler
97| Ağır Misafir
98| Prestij Meselesi
99| Saatli Bomba
100 | Karanlıkta Uyanık
101 | Zalim
103 | Gözlerindeki Rüzgar
104 - Rüzgar Gibi Geçti
105 - Yaz Güneşi Gibi
106- Son Dans (FİNAL)
ATEŞTEN GÖMLEK

102 | Şahin Yuvası

2.9K 291 103
By meksikaacmazi

🎶 Barış Diri - Derinden

- SON 5 BÖLÜM -

- 9 Kasım -

Beyaz Konaklar'ın yürümekten aşınmış yollarında, topuklarını tıkırdatarak, kendinden emin adımlarla yürüyordu Zümrüt, savaşların başladığı yere; Beyaz Konak'a.

Simsiyah kombinine yakışır şekilde başı dik ve kendinden emin attığı adımları, savaşa giden bir askeri andırıyordu. Bu varlığı uğruna mücadele verdiği kaçıncı savaştı artık kendi de bilmiyordu. Artık herkes gibi tek bildiği şey, sona yaklaştıklarıydı.

Herkesi derinden sarsan olayın üzerinden günler geçmişti. Başta Kartal ve Melisa olmak üzere kimsenin yüzü günlerdir gülmüyordu. Kolay değildi yaşanan. Kolaydan ziyade belki de normal değildi. Fakat artık normallik algılarını öylesine yitirmişlerdi ki, kalpleri taş olmuştu.

Beyaz Konak'ın girişinde güvenlik karşıladı Zümrüt'ü.

"Aç bakalım kapıyı." dedi Zümrüt küstah bir ifade ile. "Patronun beni bekliyor."

Kısa bir teyitten sonra konağın bahçesinden içeri adımladı Zümrüt. Taş merdivenleri ahenkle çıktıktan sonra yardımcı tarafından içeri alındı.

Konuşmak istediğini söylediğinde, Servet özellikle kendi evini tercih etmişti. Mabedinde Zümrüt'e şov yapmak onun en büyük zevkiydi. Belki de yakın zamanda kaybedeceği mabedinde.

"Hoş geldin Zümrüt." dedi Servet. Oldukça şık ve bakımlı gözükse de bunun Zümrüt için özel bir hazırlık olduğu göz altlarının çöküklüğünden ve solgun bakışlarından belliydi. O da yorgundu, herkes gibi.

"Hoş buldum." dedi Zümrüt, Servet'in aksine dinç çıkmasına özen gösterdiği bir ses tonu ile.

"Görüşmek istedin." dedi Servet, sıkılgan bir ifade ile. "Yine."

"Bu seferki çok önemli ama." dedi Zümrüt.

Beraber büyük salona geçtiler. Sade kahvesi ve ikramlıkları hazırdı. Servet her şey normal gibi bir izlenim vermek için epey düşünmüştü anlaşılan.

Servet, seni dinliyorum der gibi bacak bacak üzerine attı.

Zümrüt'ün ise gözleri ise konağın her köşesini süzer gibi farklı noktalarda geziniyordu.

"Haldun seni bu koca konakta tek başına bırakıp kaçtı demek..." dedi Zümrüt.

Büyük salonun, Beyaz Konaklar manzarasına açılan Fransız balkonunun önündeki masada oturmuş, bacak bacak üzerine atmıştı. Dizinin hemen üzerinde biten eteğinin ardında kalan çıplak bacaklarını, ayağındaki stilettolar daha da seksi bir hale getiriyordu.

Servet, onun bu fazla rahat ve laubali tavrından rahatsız olmuş olacak ki masada sanki bir sopa yutmuş gibi dimdik ve ciddi bir yüz ifadesi ile oturuyordu.

"Haldun kaçmadı Zümrüt." dedi düzelterek. "Kaçsaydı, iletişim halinde olmazdık değil mi? Sadece bir süre başka bir yerde kalacak."

Haldun, Melisa'yı kaçırarak yanlış bir hamlede bulunmuştu. Ve bunun bedelini Servet de Haldun da kendi kızlarını kaybetme korkusuyla ödemişti. Belki de Servet'in gözünün altındaki bu halkaların sebebi, ilk defa gerçek bir korkuyla karşı karşıya gelmiş olmasıydı.

Haldun, o günden sonra Beyaz Konaklar'dan gitmişti. Ve nerede olduğunu muhtemelen Servet dahil hiç kimse bilmiyordu. Haldun muhtemelen yerini Servet'e de Kartal'ın onu zorlayacağını bildiğinden özellikle söylememişti. Nitekim öyle de olmuştu.

"Kartal onu eline geçirirse bir kaşık suda boğar çünkü." dedi Zümrüt tamamlar gibi. Ardından oturuşunu dikleştirip masaya doğru eğildi. "30 yılımı geçirdiğim adamın ne yaptığını bana anlatma istersen Servet. Haldun'u senden çok daha iyi tanıyorum. Haldun o gün yaşananlardan sonra burada bulunamayacağı için kaçtı. Ve Kartal ya da Baykal'ı yok edene kadar da dönmeyecek, dönemeyecek."

Servet'in tüylerinin ürperdiğini hissetmek için beden diline bir bakış atmak yeterliydi.

"Diyelim ki öyle.. Peki bundan sana ne?"

"Çocuklarımın babası sonuçta. Nerede olduğunu bilmek isterim." dedi Zümrüt. Fakat Servet'in kaskatı kesilen suratı ile hemen gülümsedi. "Şaka, şaka. İnan Haldun umrumda değil.. ama belli ki senin umrunda."

"Umrumda tabii ki." dedi Servet. Bir yandan gerginlikle boynundaki inci kolyeyle oynuyordu. "Ben Haldun'u seviyorum. Senin aksine."

İşte beklediği o cümle, Servet'in dudaklarından sonunda dökülmüştü.

"İyi o zaman. İspatla." dedi Zümrüt.

"O ne demek?" dedi Servet tedirginlikle kaşlarını çatarken.

"Madem Haldun'u seviyorsun.." dedikten sonra cep telefonundan bir video kaydı açıp Servet'in önüne koydu. Kayıtta, Haldun'un Melisa'yı kaçırdığı günden bir video vardı. Kartal ve Baykal'ın koruma görevini üstlendiği bir adamı sırtından vururken. "Sanırım bu görüntülerin önce basına, sonra da polise verilmesini istemezsin. Hı?"

Servet kaskatı bir şekilde videoya bakakalmıştı. Yutkunmasıyla birlikte Zümrüt lafına devam etti. "Neyse ki öyle bir hengamenin içinde bile elimizde koz geçirmeyi akıl edebilecek insanlarla çalışıyoruz. Haldun da Akovalar'ın cinayetine ilişkin sözde suçlanmasını yeni yeni unutturmaya başlamıştı. Tüh." dedikten sonra ekledi. "Ha bu arada dernek üzerinden de kaçırdığınız vergilerin de kayıtları var elimde. Ne çok açık vermişsiniz Servet. Yakıştıramadım."

Servet, böyle bir şey yapamazsınız demeyecekti. Çünkü yaparlardı biliyordu.

Yutkundu.

İlk defa bu kadar köşeye sıkıştığını hissetmek, onu sinirlendirmişti.

Halbuki Zümrüt.. ya da Kartal.. ya da Baykal bu görüntüleri şu anda asla polise vermeyecek ya da kamuoyuna açık etmeyecekti.

Önlerinde Haldun'dan daha büyük bir engel vardı o da Patron. Haldun'u şu anda ortadan kaldırıp, Patron'un hem ekmeğine yağ sürüp hem de onunla uğraşan birini yok edemezlerdi.

Haldun'un daha zamanı vardı.. ama Servet bunu bilmiyordu.

"Ne istiyorsun?" dedi sadece.

Zümrüt büyük bir keyifle kollarını iki yana açıp gülümsedi. İstediği şey öyle büyüktü ki..

"Konağı."

"Ne!?" dedi Servet ani bir refleksle. Delirmiş miydi bu kadın?

"Doğru duydun." dedi Zümrüt, ciddileşirken. "Senden Beyaz Konak'ı bana vermeni istiyorum. Bu konağı bana vereceksin ve Baykalla buraya yerleşeceğiz."

Zümrüt'ün ardı ardına sıraladığı fütursuzca cümleler Servet'in adeta beynine batıyordu. Kocaman bir kahkaha attı. Zümrüt ise ondan daha büyük bir kahkaha atmıştı. Fakat gözlerinde ise yüzündeki kahkahaya tezat bir hırs vardı.

Çünkü çok iyi biliyordu ki bu konak için şahin yuvası derlerdi. Bu konak, Beyaz Konaklar'daki taht kavgalarının tartışmaya kapandığı yerdi ve burada oturan, buranın hükümdarı sayılırdı.

"Ölürüm." dedi Servet. "Ölürüm de bu konağı sana vermem."

Zümrüt gülümsedi. Hemen kabul etmesini beklemiyordu zaten.

"Haldun'u yakmayı göze alacaksın yani." dedikten sonra ekledi. "E nerede o bende olmayan büyük aşk?"

Servet, Zümrüt'ü baştan aşağı süzdü.

Gözündeki özgüven, sevdiği adamın ona taktığı yüzükten mi geliyordu bilmiyordu ama kendisinden bir kaç adım önde gözüküyordu ve bu Servet'in fazlasıyla canını sıkıyordu. Eli boynundaki inci kolyeye gitti.

"Olmaz." dedi itinayla. "Başka bir şey iste."

"İnanır mısın..." dedi Zümrüt, keyifle. "Canım başka hiç bir şey istemiyor."

"Zümrüt." dedi Servet, dişlerini sıkarak. "Ateşle oynama."

"Bunun oyunu mu kaldı?" dedi Zümrüt birden ciddileşerek. "Hepimiz yanıyoruz, görmüyor musun?"

Servet bakışlarını sağa sola kaçırarak kendine düşünmek için bir kaç saniye zaman verdi.

"Olmaz." dedi tekrar. "Konağı sana vermem."

"Haldun'la birlikte sen de yanarsın." dedi Zümrüt. "Haldun'un bir olayın daha üstünü kapatabilecek gücü kalmadı... Çocuğun var... İyi düşün... Onun geleceğini düşün." dedikten sonra gülümsedi. "Bunları ben mi söyleyeceğim sana Servet? Ne biçim annesin sen?"

"Kes." dedi Servet. "Anneliği senden öğrenecek olsaydım sevgili oğlun babasının değil senin yanında olurdu."

Yutkundu Zümrüt. Gözlerini kıstı.

"Ben şaka yapmıyorum." dedikten sonra ayaklandı. "Sen biraz düşün." Kahvesinin son yudumunu aldı. "Ama çok da düşünme... Vaktim yok o kadar." Ardından gözlerini konağın salonunda gezdirdi. "Daha tadilat yaptıracağım konağa. Senin bu demode tarzından burayı arındırmak zaman alacaktır."

"Zümrüt." dedi Servet de ayaklanırken.

Karşı karşıyalardı.

Bir kez daha.

"Benim şakam yok Servet." dedi Zümrüt. "Düşünmen için sana üç bilemedin beş gün süre veriyorum. Acele etsen iyi edersin."

Hızlı adımlarla terk ettiği konaktan bir sonraki girişi umuyordu ki bambaşka olacaktı.

Kapıdaki karşılama görevlisi tarafından kendisi için ayrılan masaya yönlendirildiğinde, eski dostunun çoktan masada bir kadeh viski içtiğini gördüğünde yüzüne bir gülümseme yayıldı Kartal'ın.

Çok geçmeden Mithat da geldiğini fark etmişti.

"Oooo.." dedi ayaklanıp kollarını iki yana açarken. "Yüzünü gören cennetlik Kartal Özaslan. İşin düşmese arayacağın yok."

"Ne desen haklısın.." dedi Kartal mahçup bir ifade ile Mithat'a sarılırken. "Çelik yeleğimi giyip geldim bugün buraya. İstediğin kadar sövebilirsin."

"Otur otur hadi. Sanki söylensem laftan anlayacaksın." dedi Mithat keyifli bir şekilde.

"Nasılın?" dedi Kartal. Oturur oturmaz her zamanki viskisinden bir kadeh önüne gelmişti.

"İyi sen?" dedi Mithat

"Fena değil." dedi Kartal. Ardında  gözü oturdukları masanın, golf sahasını karşılayan manzarasına döndü. Kısa bir sessizlik oldu aralarında ve Kartal'ın bakışları yeniden Mithat'ı buldu. "Mithat... kızacaksın ve yine hayırsız diyeceksin bana ama.. senden bir konuda ciddi bir yardım istemeye geldim."

"Onu tahmin ediyorum canım.. diyorum ya, işin düşmese arayacağın yok."  dedi Mithat şakayla karışık.

"Biliyorsun durumları..." dedi Kartal yeniden mahçup bir ifadeyle. "İnan kendime bile vakit ayıramıyorum."

"Haklısın, şaka yapıyorum, bakma sen bana." dedikten sonra ciddi bir tavırla kollarını masanın üzerinde bağladı. "Anlat bakalım."

"Hassan Marwan..." dedi Kartal.

Mithat'ın yüzü birden ciddileşmişti. Bu ismi Kartal'dan duymayı beklemiyordu.. "Zalim.." dedi yalnızca.

"Tabii ki biliyorsun.." dedi Kartal hafifçe gülümserken.

"İşimiz bu.." dedi Mithat. "Ama.. senin ne işin var bu herifle."

Kartal kısaca olayları özet geçti Mithat'a. Başlarından geçen, Mithat'ın bilmediği her şeyi anlattı. Tabii ki Aden'in bir keskin nişancı olduğu gerçeği dışında..

"Bu adamla yollarınızın kesişmesine şaşırdım." dedi Mithat. "Cengiz'in sizin adamınız olduğunu bilmiyordum. Hassan Enzo'nun masasına oturduğundan beri masadakileri araştırmaya başlamıştık ama sıra daha Cengiz'e gelmemişti."

"Senin de alanın olduğu için az çok bir şeyler bildiğini tahmin ediyorum." dedi Kartal ve ekledi. "Bu yüzden senden yardım istiyorum Mithat."

"Kartal... senin için canımı veririm." dedi Mithat ve ekledi. "Ama biliyorsun, tüm olanlar teşkilatla ilgili."

"Biliyorum.. Senden görevini kötüye kullanmanı istemiyorum. Böyle bir şey istemek bana yakışmaz." dedi Kartal ve ekledi. "Ama bizim de bildiğimiz çok şey var.. Belki biz de size yardımcı olabiliriz?"

"İş birliği teklif ediyorsun yani?" dedi Mithat. En azından ihtimal dahilinde bir fikir olduğundan daha ılımlı bakmıştı Mithat.

"Evet." dedi Kartal. "Bu heriflerle uğraşmak zorunda olduğumuzdan, eminim ki bizde teşkilatın işine yarayacak bilgiler vardır."

"Pekala..." dedi Mithat. "Bunu ekiple görüşeceğim. Senin için." dedikten sonra ekledi. "Yalnız bu herif tahmin ettiğinizden daha tehlikeli. Patron'un silah kaçırdığını Enzo'nun masasında patlatmamasının sebebi onun da Patron'la uğraşıyor olması. O da bir şeylerin peşinde. Şimdilik çaktırmıyor ama Patron'a düşman.. ve şaşıracaksın ama Haldun'a da."

"Haldun'a mı?" dedi Kartal. İşte buna şaşırmıştı. Haldun buraya da bulaşmayı nasıl başarmıştı.

"Evet." dedi Mithat. "Haldun'la Patron'un birlikte çalıştıklarını bilmiyor. Haldun, denk geldikleri bir masada karısını öldürmesinden vurmuş onu. O gün bugündür Haldun'a da biraz takık. İstese onu iki günde halleder ama Patron'la bağlantısı olduğunu bilmediği için Haldun'u fazla ciddiye almıyor."

"Haldun Karcı yine her masada." dedi Kartal.

"O masada olabilmesinin sebebi de Patron aslında.. Ama tabii Zalim bilmiyor bunu."

"Yani bu herif Haldun ve Patron'un beraber çalıştığını duysa, olay çıkar öyle mi?"

"Aynen öyle." dedi Mithat.

"Desteğin için teşekkür ederim." dedi Kartal, minnettar bir tavırla. Kısa bir sohbetin de ardından hesabı istediler.

Tam masadan kalkacaklardı ki, Mithat aklına bir şey gelmiş gibi yükseldi.

"Ha bu arada... Bu Zalim denen herif.. Topluluk'tan haberdar.. Patron'la olan durumları biliyor. Ve onun bildiği ama Patron'un bilmediği bir şey daha var."

"Neymiş o?" dedi Kartal.

"Topluluk'un üst kurulundaki kişilerin kim olduğu..." dedi Murat hafifçe gülümserken.

"Ciddi misin sen?" dedi Kartal, şaşkın bir ifade ile. "Patron şu an bunun peşinde.. Biz de ondan önce öğrenmeye çalışıyoruz."

"Patron'un bunun peşinde olduğunu biliyorum." dedi Mithat. "Bu çok değerli bir bilgi.. Dikkatli olmalısın Kartal."

"Biliyorum.." dedi Kartal derin bir nefes verirken. "Biliyoruz..."

"Topluluk gösterdiğinden daha güçlü ve daha acımasız bir örgüt." diye ekledi Mithat. "Bir zafer kazanmaya çalışırken, kayıplar vermeyin.. Dikkatli olun, önce kendinizi düşünün." dedi uyarıcı bir tonda.

Fakat sesindeki imanın nedenini anlayamamıştı Kartal.

"Kendinizi düşünün derken?" dedi gözlerini kısarak.

"Kız arkadaşının içinde bulunduğu bir örgütle ilgili bir hamle yapmaya çalışırken, çok dikkatl olman gerekir."

Kartal'ın gözleri bir anda fal taşı gibi açıldı.

"Sen.. nereden?" diyebildi sadece.

Mithat gülümsedi. "Kartal... İstihbarat bu adamların peşindeyken böyle bir şeyi bilmeyeceğini nasıl düşünürsün? Ben asıl senin tahmin etmemene şaşırdım."

Kartal, aklına gelen anıyla birlikte kendini mahcup hissetti.

"Rostov Topluluğu'nu biliyor musun?"

"Biliyorum tabii ki."

"Oradan bizim için özel olarak gelen bir ekiple çalışıyoruz. Gelin lakaplı bir tetikçileri var, belki onu da duymuşsundur. O ve ekibi burada, her daim, her dakika yanımızdalar."

"Gelin...Adını duymuştum evet. Kısa zamanda çok başarı elde etmiş, çok yetenekli bir kadın diyorlar. Türk olduğunu duyunca ilgimi çekmişti, biraz araştırmıştım. Ama şaşırdım açıkçası... Rostov Topluluğu'yla çalışmak.. hem de son yıllardaki en gözde tetikçilerini uzun bir görev için buraya getirmek oldukça zordur, helal olsun kardeşim."

"Aytekin sağ olsun. Güzel bağlantılar sağladı bize. En iyisine en doğru zamanda ulaşmamıza vesile oldu."

"O zaman diyebileceğim bir şey yok. Dünyada bir numara olan bir topluluğu almışsınız yanınıza. Hem de en gözde ekibini... Yalnız bu Gelin denen tetikçi için.. yetenekli olduğu kadar güzel de diyorlar. Aile içi krize sebep olmuyor mu bu?"

"Bazen oluyor. Bazen Kartal'da gözü varmış gibi hissediyorum."

"Eyvah eyvah.."

"Güzel kadın.. çok güzel. Seni tanıştırayım ister misin?"

"Güzelliği bir yana.. Ama bu kadar yetenekli, hem de kısa sürede sağlam başarılar elde etmiş biriyle tanışmak isterdim."

"Şu pislikten bir kurtulalım, ilk işim seni onunla tanıştırmak olacak o zaman."

"Aden, sen ve ben oturduğumuzda..." dedi Kartal. "Hiç bozuntuya vermedin.."

Dudaklarını birbirine bastırdı Mithat. "Siz söylemeyi tercih etmediniz o an... orada seni bozmak olmazdı."

"Mahçup hissettim kendimi şimdi." dedi Kartal. "Yalan söylemiş gibi oldum... Ama Aden için-"

"Biliyorum." dedi Mithat, samimi bir şekilde. "Bazen insan en sevdiklerini korumak için asla yapmayacağı şeyler yapabiliyor." diye ekledi. "Bunu bir istihbarat çalışanı olarak en iyi ben bilirim." dedikten sonra elini Kartal'ın omzuna attı. "Dert etme."

"Teşekkür ederim." dedi Kartal, eski dostuna gülümserken. "Her şey için."

Kartal eve döndüğünde saat neredeyse gece yarısına geliyordu. Aden'le yaklaşık bir saat önce konuşmuştu. Yorgun olduğunu ve erken yatacağını söylemişti.

Arabadan inip eve adımladığında pencereden evin içini süzdü. Salondan süzen hafif loş ışık dışında herhangi bir hareketlilik yoktu, karanlıktı da. Belli ki Aden uyumuştu. Neşe de ortalıkta değildi. Kimseyi rahatsız etmemek adına anahtarıyla girdi eve.

Mithat'ın yanından ayrıldığından beri ofisteydi. Beyni çalışmaktan öyle yorgun düşmüştü ki kendini sarhoş gibi hissediyordu. Bir eliyle gözünü ovuşturarak merdivenlere yöneldiğinde arkasından bir ses duydu.

"Abi?"

Ani bir hamleyle, biraz da korkuyla arkasını döndüğünde Melisa'yı gördü. İçeriyi az da olsa aydınlatan loş ışığın yanıbaşında, üzerine geçirdiği bir sweatshirt ve pijama altıyla oturuyordu.

"Uyumadın mı sen?" dedi Kartal, hafifçe kaşlarını çatarken.

Melisa, olay gününden beri yanlarında kalıyordu. Bu kendi talebiydi ama zaten kendi talep etmese bile Kartal bunu sağlayacaktı.

"Seni bekledim." dedi çekimser bir tavırla.

"Neden?" dedi Kartal. Sesi, bakışları Melisa'ya karşı son bir haftadır olduğu gibi donuk ve hissizdi. Ne küs gibiydi ne barışık.

Melisa birden ayaklanarak koşup Kartal'a sıkıca sarıldı. Sanki göğsünü parçalayacakmışçasına.

Kartal aynı şekilde karşılık verebilir miydi bilmiyordu.. ya da verirse, kardeşinin kokusunu içine çekerse ağlamadan durabilir miydi... Hayatının en kötü haftasını geçirmiş olabilirdi. Bir gece bile hatta bir gecede gözü yoktu bir saat bile deliksiz uyuyamamıştı. Gece gördüğü rüyalar gündüzse düşünceleri onu mahvediyordu. Melisa, onu mahvetmişti.

"Abi seninle konuşmak istiyorum." dedi Melisa sesi titrerken. Hala sıkı sıkı sarılıyordu. "Neredeyse bir buçuk hafta oldu. Hala benimle konuşmadın. Defalarca özür diledim yine dilerim ama n'olur benimle konuş artık."

Dolan gözlerini Melisa'nın görmesi en son isteyeceği şeydi Kartal'ın. Derince bir nefes alıp verdi, Melisa'nın sırtını yavaşça sıvazladı.

"Bu konuyu seninle konuşmak istemiyorum demiştim Melisa. Konuşursam kabulleneceğim ve ben gerçekten o gün yaşananları konuşmak istemiyorum."

Melisa yavaşça abisinden ayrılıp onun yorgunluktan mahvolmuş gözlerine baktı. Abisinin zaten yeterince zor olan hayatını bir de kendi zorlaştırdığı için bir kez daha utandı. Keşke.. keşke geçen haftayı hiç yaşanmamış kılabilseydi.

"Abi ben seni üzdüğüm için çok üzülüyorum... Bütün gün aklımda sadece sen varsın. Sana kendimi affettirmek için her şeyi yaparım ama ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."

Dudaklarını birbirine bastırdı Kartal.

"Sana küs değilim Melisa." dedikten sonra sabit bir ses tonuyla devam etti. "Sadece düşün. O gün o Patron denen babanın katili aşağılık herif lütfedip bize bir iyilik yapmaya karar vermeseydi, biz o kızı senin önüne koyamasaydık neler olabilirdi bir düşün."

"Abi zaten ben bir haftadır sadece bunları düşünüyorum..." dedi Melisa boynunu bükerek.

"Sadece bunu düşünme o zaman Melisa." dedi Kartal. "Küçük, masum bir kız çocuğunu sırf sen ÖLME diye silahların önüne koymak zorunda kaldım ben, biz. Biraz da bunu düşün mesela."

Başını öne eğdi Melisa. Gözünden yeterince akmamış gibi bir damla daha yaş aktı.

"Abi yemin ederim ki-" derken sözünü kesti Kartal.

"Esas ben sana yemin ederim ki... o gün sana bir şey olsaydı kafama sıkardım ben." derken Kartal'ın da sesi titremişti. Melisa'nın sicim gibi dökülen gözyaşlarını görmezden geldi.

"Sen benim tek ailemsin abi, en kıymetlimsin." dedikten sonra elleriyle gözyaşlarını sildi. "Senin bir kere yüzün düşse mahvoluyorum ben.. seni çok seviyorum ve her şey için özür dilerim abi... o kızı silahların önüne koymak zorunda kaldığınız için, korktuğunuz için, hayal kırıklığına uğradığınız için, babamın katilinden gelen yardımı kabul etmek zorunda kaldığın için..."

"İnan bana babamın katilinden gelen yardımı kabul etmek bile senin yaptığın kadar koymadı bana." dedikten sonra bir eliyle yavaşça Melisa'nın omzunu sıvazladı. "Ben de seni çok seviyorum kardeşim." dedikten sonra Melisa'yı ardında gözyaşlarıyla bırakıp merdivenlere adımladı.

Melisa'nın canını yakmak için konuşmaktan kaçmıyordu. Gerçekten konuşmak istemiyordu çünkü aklından bir saniye bile çıkmayan bu olayı bir de Melisa'yla sesli tartışmak zorunda kalırsa, aklını yitirecekti. Küs değildi kardeşine.. sadece çok kırgındı.

Yatak odasına adımlayınca yatakta bir bebek gibi masum ve sessizce yatan Aden'i gördü. Yastığının altında bir silahla uyuyan, derin bir uykuda gibi gözükse de her an tetikte olan bir bebek... Hangisi hak etmişti ki başına gelenleri.

Babalarının günahlarını her zaman çocuklar mı öderdi gerçekten?

Üzerindeki gömleği ve pantolonunu kenara fırlattı. Üzerine bir şey giyemeyecek kadar yorgun hissediyordu kendini. Yorganın altına girdi sessizce. Aden' e doğru sokulacaktı ki Aden sanki bilinçsizce geldiğini fark etmiş gibi Kartal'a doğru kayıp, başını göğsüne koyarak sarıldı ve uykusunda derin bir nefes verdi.

Tenlerinin temasıyla birden tüm hücreleri ısındı Kartal'ın. Gözlerini yavaşça kapayıp, burnunu Aden'in saçlarına gömdü. Temiz hava... Bu berbat günün sonunda en nihayet nefes aldığını hissediyordu.

Aden'i kollarının arasında korur gibi sıkıca sarmaladı.

Bugün uyuyacaktı, inanıyordu.

Fakat maalesef beklediği gibi olmamıştı.

Aden, Kartal'ın sayıklamalarıyla aniden gözlerini açtı. Hızlıca telefonundan saate baktı. 03:37..

Boncuk boncuk terlemişti Kartal. Melisa'nın kaçırıldığı günden beri her gece olduğu gibi...

"Kartal.." dedi yumuşak bir tonla fısıldar gibi. "Kartal.. rüya görüyorsun." derken bir yandan da elini yüzünde gezdirerek hafif hafif yüzündeki terleri siliyordu.

Sıçrayarak bir anda uyandı Kartal. Bir kaç saniye ne olup bittiğini anlamaya çalışır gibi Aden'e baktı şok içinde.

"Rüya gördün..." dedi Aden masumca gülümseyerek. "İyi misin?"

Kartal yavaşça yatakta doğrulup gözlerini kapatarak derin bir nefes verdi. Aden ise yanı başından bir bardak su uzattı ona. Kartal kana kana suyu içerken arkasından sarılıp, başını sırtına yaslamıştı.

"Seni çok seviyorum.." dedi sadece, her gece olduğu gibi.

Kartal su bardağını baş ucuna bırakıp yeniden yatağa uzandı. Göğsüne doğru yönelen Aden'i de kendine doğru çekti.

"Ben de..." derken hala rüyanın etkisiyle gergin olduğu sesinden anlaşılıyordu.

Aden, onu rahatlatmak istercesine sakallarıyla oynuyordu.

"Sadece rüyaydı.. bitti..."

"Çok kötüydü. Yine." dedi Kartal, Aden'in ellerinde huzur bulmak ister gibi gözlerini kaparken.

"Tahmin edebiliyorum.." dedi Aden. Ardından dudaklarını Kartal'ın boynuna bastırdı. "Geçecek. Bana güven."

"Güveniyorum.." dedi Kartal.

Ardından Aden daha da sıkı sarıldı Kartal'a. "Ben de sana..." diye hafifçe fısıldadı.

Kartal'ın son bir haftadır duymaktan tek zevk aldığı cümle buydu. Aden öyle bir zamanda söylemişti ki bunu, son bir haftadır tek ayakta kalma sebebi olmuştu. Eğer o gün Aden'in dudaklarından bu cümle dökülmeseydi, Melisa'yı öyle gördükten sonra nasıl ayakta kalırdı bilmiyordu.

Onu ayakta tutan tek güç, Aden'in kazandığı güvenini boşa çıkarmamaktı. Aden ona güveniyordu ve Kartal ölene kadar dimdik durmak zorundaydı.

"Sen olmasan n'apardım bilmiyorum..." dedi Kartal.

"Ben de..." dedi Aden, sakallarındaki eli yavaşça göğüs hizasına kayarken. "Hep ol. Bırakma beni."

"Ben seni bırakmam." dedi Kartal yüzünü yavaşça Aden'e dönerken. "Bunu biliyorsun."

"Biliyorum." dedi Aden, Kartal'ın dudaklarına minik bir öpücük bırakırken. "Her şey geçecek merak etme.. Sen öyle dedin bana.. inandım, güvendim."

"Güven..." dedi Kartal. "Hep güven bana, hep sev beni. Yoksa bir daha hiç uyuyamam."

"Güveneceğim.." dedi Aden Kartal'ın yüzünü severken. "Hadi kapat gözlerini... yan yanayız.. benden güç al.. Sarıl bana, uyuyalım."

Kartal bir kez daha sıkıca sarıldı Aden'e. Onsuz ne yapardı bilmiyordu.

Kimse bu denli farkında olmasa da Aden'in ona sana güveniyorum diyerek yüklediği sorumluluk, Kartal'ın yaşama sebebi olmuştu.

İyi ki vardı. İyi ki ona güvenmişti.

-10 Kasım-

Özel uçaklarla yapılan son dakika seyahatleri, sabah kahvaltısını bir ülkede, akşam yemeğini başka bir ülkede yemek... Yaren, Beyaz Konaklar'da yaşayan herkes gibi alışıktı aslında bu hayata. Hele ki Bostancı olmak, bunların kat ve kat fazlası demekti.

Fakat merdivenlerinden indiği özel uçağın onu karısını öldüren bir mafya liderinin ayaklarına getirmiş olmasına alışkın değildi.

Temiz havayı içine çekerken, kendilerini karşılamaya gelen bir ordu koruma ve Cengiz Akpınar'la karşılaşmıştı. Onu görmeyeli uzun zaman oluyordu.

Burada, Enzo'nun masasında, Kartal ve Baykal'ın temsilcisi olmak onu değiştirmişti sanki. Duruşu, özgüveni yükselmişti. Daha ağır, daha ciddi bir havaya bürünmüştü.

Gözleri, Yaren'in Toscano'nun soğuk ama güneşli havasında bir alev gibi parlayan kızıl saçlarına kaydı.

"Hoş geldiniz Yaren Hanım." dedikten sonra gülümsedi. "Saçlar açmış sizi."

"Mersi." dedi Yaren. Ardından Kartal'a döndü.

Herkes selamlaştıktan sonra teker teker arabaya bindiler.

Cengiz, Ivan, Yaren, Baykal ve Kartal tek bir arabadalardı.

Kartal, arabanın camını açıp bir sigara yaktı. Normalde arabada sigara içmek adeti değildi ama fazlasıyla gergindi.

Şu an masadakilerle yapılacak toplantı için Enzo'nun evine geçiyorlardı.

"Toplantı fazla uzun sürmez." dedi Cengiz. "En fazla bir saat. Siz arabadan ne olur ne olmaz asla çıkmayın Yaren Hanım."

"Çıkmam zaten. Ne işim var elin kadın katilinin malikanesinde." dedi Yaren. Ardından Kartal'a döndü. "Siz herhangi bir durumda müdahale edebilecek kadar yakında olacaksınız değil mi?"

Kartal güneş gözlüklerini çıkarıp, Yaren'in gözlerinin içine baktı. "Seni bir katile yem edecek değiliz Yaren. Tabii ki yakında olacağız. Sen bize emanetsin."

Tamam der gibi başıyla onayladı Yaren.

Baykal'ın bakışları ise Yaren'in üzerindeydi. Sanki boyattığı saçları ve lensle renklendirdiği gözleri onun karakterini de değiştirmişti. O korkusuz kadın yerine tedirgin biri oturuyordu karşısında.

"Gerilme Yaren." dedi Baykal. "Cengiz yanından bir saniye bile ayrılmayacak. Kartal'ın da dediği gibi biz de yakında olacağız."

"Sorun yok." dedi Yaren, üzerindeki gerginliği biraz olsun atarken. "İyiyim, merak etmeyin."

"Kulaklıkların kontrol edildi." dedi Baykal. Ardından Ivan'a döndü. "Sıkıntı yok, değil mi?"

"Hayır. Hiç bir sıkıntı çıkmayacak. Kulaklığın sistemi bozulursa, hazırladığım yedek sistemi devreye sokacağım. Eğer oda bozulursa yedeğin yedeğini... Merak etmeyin, hiç olmadığımız kadar tedbirliyiz."

Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından, ağaçlarla kaplı, ormanı andıran bir yola girmişlerdi. Gerçi burada her yer ağaçlarla kaplıydı ama buranın bakımlı yolundan, bir yaşam alanına gelindiği belli oluyordu.

Kartal, Baykal ve Ivan araçtan inip başka bir arabaya geçtiler. Koruma araçlarının bir kısmı da onlarla kalıyordu.

Şoför, Cengiz ve Yaren arabada artık baş başalardı ve an itibari ile görev başlıyordu.

Kısa bir orman yolculuğunun ardından, Beyaz Konaklar'ın site girişindeki dev kapıyı andıran bir kapıdan araçla içeri girdiler.

"Geldik mi?" dedi Yaren.

"Evet." dedi Cengiz. "An itibari ile Enzo'nun malikane sınırları arasındayız."

Arkalarında onları takip eden bir koruma aracı vardı. Malum, beraber iş yaptığı bir adamın evine savaşa gider gibi bir koruma ordusuyla gidemezlerdi.

Üzüm bağlarının arasında geçen bu yolculuğun aslında insana huzur veriyor olması gerekirdi. Fakat şu anda Yaren'in düşündüğü en son şey Toscano'nun tadını çıkarmaktı.

Uzaktan Enzo'nun malikanesi göründüğünde Yaren gülümsedi.

"Bu adam toprak ağası falan galiba. Beyaz Konaklar kadar yeri kendine ev yapmış."

"Ve mücadele ettiğimiz Patron, neredeyse Enzo kadar güçlü. Bir kaçak olmasaydı nasıl bir herifle karşı karşıya olacaktık siz düşünün."

"Bana siz demeyi kes Cengiz." dedi Yaren. Ardından Cengiz'in şaşkın bakışlarına karşılık gülümsedi. "Rolüme giremiyorum."

"Pekala... Yaren." dedi Cengiz.

Arabalar malikanenin önünde yavaşlayıp durduğunda, Yaren istemsizce oturuşunu dikleştirdi.

"Ben şimdi iniyorum." dedi Cengiz. "Her şey konuştuğumuz gibi. Sana sinyal gönderdiğimde arabadan inersin."

"Peki." dedi Yaren, güneş gözlüklerini gözüne takarken. Araba koyu renk filmle kaplı olsa ve içerisi görünmese de kendini bu şekilde daha güvende hissediyordu.

Bir saat boyunca mümkün olduğunca Kartal ve Baykal'la da iletişim kurmamaya çalıştı Yaren. Etrafta herhangi bir sinyal algılayıcı var mıydı bilmiyordu zira.

Biraz telefonunu karıştırdı, sosyal medyaya baktı.

Zümrüt ve Baykal'ın evliliği hala konuşuluyordu.

Magazin sayfalarından birinde zaman geçirmek için Baykal ve Zümrüt'le ilgili gönderilerden birinin yorumlarına girdi.

"Sonunda evlenmiş bunlar da."

"Bu adam kadının eski kocasının iş arkadaşı değil miydi? Tam yasak elma."

"Kadın yedi kocalı hürmüz gibi. Üçüncüyü aldı biz hala oturalım."

Bu yorumu okuduğunda Yaren'in yüzüne istemsiz bir gülümseme yayıldı.

"Ay hiç yakışmıyor bunlar. Yaşınızı başınızı almışsınız oturun torun sevin."

"Hükümet gibi. Bayılıyorum bu kadına."

"Bu Haldun Karcı'nın eski karısı değil mi? Daha zenginini mi bulmuş? Aman neyse yine zenginin malı züğürdün çenesi..."

İstemsizce küçük bir kahkaha attı Yaren.

"Yaren Bostancı da tam her devrin adamı. Baktı güç yine bunlara geçti hooop hemen taraf değiştirdi. Yanar döner."

Bir dakika, bir dakika. Kendisine laf mı gelmişti? Ne demek her devrin adamıydı?

Birden gözlerinden ateşler püskürdü Yaren'in.

Hemen fake hesabına geçiş yapıp, aynı yorumu buldu ve cevapla butonuna bastı.

"Ay ne çok seviyorsunuz tanımadığınız insanlar hakkında yorum yapmayı. Ayrıca yaren bostancı çok kaliteli ve güçlü bir kadın. Güçlü olmak isteyen onu yanına çekiyor olmasın?"

Oh! Çok rahatlamıştı! Herkes haddini bilecekti. Ne o öyle klavye delikanlılığı ağzına geleni yaz... Olmazdı canım.

Ardından telefonuna bir uyarı geldi. Cengiz'dendi. Saate baktı. Ne çabuk bir saat olmuştu..

Derin bir nefes aldı. Şimdi oyun sırası Yaren Bostancı'daydı. Ne ara çıkardığını hatırlamadığı güneş gözlüklerini yeniden gözüne taktı.

Aheste bir tavırla arabanın kapısını açıp aşağı indi. Henüz gelen giden yoktu.. muhtemelen bir kaç dakika içinde burada olacaklardı.

Hızlıca bir sigara yaktı kendine. Ardından arabanın kapısına yaslandı.

En sonunda beklenen av, Cengiz'in yanında kendini göstermişti. Uzaktan göründüğü kadarıyla tipik bir Iraklıya benziyordu. Esmer ve kirli sakallı yüzü kendini uzaktan bile belli etmişti.

Cengiz'in bakışlarını üzerinde hissettiğinde yavaşça doğruldu. Kendisine doğru adımlayan iki adamın da gözleri üzerindeydi.

"Sıkıldın mı?" dedi Cengiz, Zalim'in de anlaması için İngilizce konuşarak.

"Ben sıkılmam bilirsin." dedi Yaren, aynı lisanda karşılık verirken. "Sadece sigara içmek istedim."

"Tanıştırayım." dedi Cengiz, Zalim'e dönerken. "Kız kardeşim, Ceylan."

Yaren, güneş gözlüklerini yavaşça gözünden çıkardığında sonunda Zalim'le göz göze geldiler.

"Ceylan, Hassan Marwan, beraber iş yaptığımız değerli ortaklarımızdan biri." diye devam etti Cengiz.

İşte şimdi Yaren Bostancı'nın kim olduğunu gösterme zamanıydı. Müthiş bir özgüven ama bir o kadar da gizemli bir tavırla elini uzattı Yaren. "Memnun oldum."

Hassan'ın gözleri Yaren'in kızıl saçları ve yeşil gözleri arasında gidip geliyordu. "Ben de." dedi ve ardından Cengiz'e döndü. "Kardeşinle benzemiyorsunuz."

"Babalarımız aynı fakat annelerimiz ayrı." dedi Cengiz.

"Toscano'da mı yaşıyorsunuz?" diye sordu Hassan, tekrar Yaren'e dönerken.

"Hayır." dedi Yaren. "Yılın büyük çoğunluğunu İsviçre'de geçiriyorum. Buraya abimi ziyarete geldim."

"Ne güzel bir tesadüf oldu o zaman. Sizinle daha önce karşılaşmadığımıza göre, bu ziyaretler sık sık olmuyor sanırım?" dedi Hassan.

Aksanı biraz zorlama olsa da oldukça akıcı İngilizce konuşuyordu.

"Ceylan hayatı biraz daha hızlı yaşamayı sever." dedi Cengiz, Yaren'in sırtını sıvazlarken. "Ona yetişebilmek zordur."

"O zaman eminim ki bu akşam sizi Toskana'nın keyifli geceleri bekliyor?" dedi Hassan.

Yaren gülümsedi. Bakışlarından bile adamın kendisini beğendiği belli oluyordu. Gözlerini özellikle Yaren'in saçlarından alamıyordu. Adamı tam zaafından vurmuşlardı.

"Lütfen hatırlatma." dedi Cengiz, mahçup bir gülümseme ile. "Bu akşam önemli bir iş yemeğim olduğu için ilk günden kız kardeşimi yalnız bırakmak zorunda kaldım."

Hassan'ın gözleri merakla açılırken, bakışları yeniden Yaren'e döndü. "Bu akşam evde yalnız başınıza oturacağınızı söylemeyin bana lütfen."

"Aslında bir partiye davetliydim." dedi Yaren. "Ama sanırım gitmeyeceğim."

"Neden?" dedi adam, içindeki merak ses tonuna da yansırken.

"Bilmem." dedi Yaren, keskin bakışlarıyla. "Sanırım boğucu kalabalıklardan, birbirinin aynısı insanlarla aynı şeyleri konuşmaktan sıkıldım. Sığ sohbetler beni boğmaya başladı."

Cengiz'in de Yaren'in de kalbi boğazlarında atıyordu. Adamın ağzından çıkacak iki kelimeyi bekliyorlardı.

"Cengiz." dedi adam, Cengiz'e dönerek. "Madem bu akşam bir iş yemeğindesin, müsaaden olursa kardeşini ben ağırlamak isterim. Hanımefendi Toskana'ya gelmişken gecesini sıkılarak geçirmesin?"

Yeees! diye bağırmak istedi Yaren. Ve Cengiz de tabii. Zalim, zokayı yutmuştu.

Önce tereddütle yaklaştı Cengiz. "Bilmem ki..." dedi ve ardından Yaren'e döndü. "Ceylan sen ne dersin, Hassan Bey'in nazik davetine?"

Yaren ise gözlerini, ihtiraslı bakışlarını adamdan bir saniye bile ayırmıyordu. "Size zahmet vermek istemem?"

"Asla." dedi adam hafifçe gülümserken. "Benim için zevktir."

Pis sapık dedi Yaren içinden ve gülümsedi. "O zaman ince davetiniz için teşekkür ederim."

"Herhangi bir mekan tercihiniz yoksa, sizi sezon kapanmadan katamaranımda ağırlamak isterim."

"Zevkle." dedi Yaren.

"Sizi saat 19:00'da almam uygun mudur?" dedi Hassan.

"Abicim?" dedi Yaren, Cengiz'e dönerken.

"Ben de o saatlerde çıkmış olacağım zaten." dedi Cengiz.

"O zaman anlaştık." dedi Hassan ve elini uzattı yeniden. "Tanıştığıma tekrar memnun oldum."

Yaren büyük bir keyifle sıktı adamın elini. Bu tanışmanın ona ne gibi bedelleri olacağının farkında bile değildi adam.

"Cengiz." dedi adam ardından, elini Cengiz'e uzatırken.

"Hassan." dedi Cengiz, adamın elini sıkarken. "Kız kardeşimi ağırladığın için şimdiden teşekkürler."

Arabaya bindikleri anda Yaren elindeki çanta ve güneş gözlüğünü bir kenara fırlatıp derin bir nefes verdi.

"İyi gittik sanki?" dedi Cengiz'e dönerken.

Cengiz ise başarının getirdiği gururla gülümsedi. "Hiç fena değildik."

Fakat asıl sınav, Yaren'in bu gece Zalim'le verecek olduğuydu...

Her bir adımı diğerinden daha hızlı olacak şekilde, sanki biri peşinde onu yakalamaya çalışıyormuşçasına koşuyordu Aden. Tüm dünyadan.. ve hatta kendinden kaçar gibi.

Evin duvarları üzerine üzerine geldiğinde, kendini sanki oksijensiz bir ortamda kapalı kalmış gibi hissettiğinde, koşuya çıkmakta bulmuştu çareyi. Uzun zaman sonra...

Sitenin çevresini turlarken, gözünün etrafa kaymasını engellemeye çalışıyordu. Mümkünse bu siteye ait hiç bir nokta, gözüne takılsın istemiyordu. Çünkü her köşesinde ayrı bir anısının olduğu Beyaz Konaklar'da yaşamak, onun için artık katlanılamaz bir azap haline dönüşmüştü.

Gitmek istiyordu.

Çok uzaklara.

Kulağındaki müziğin, kulaklarını patlatırcasına yüksek bir seviyede olması, aklındaki soruları ve sıkıntıları bastırmaya yetmiyordu. Tıpkı hiç bir şeyin yetmediği gibi. Bazı zamanlar, gerçekten aklını yitirecekmiş gibi hissediyordu.

Tam bu esnada gördü kendisine doğru koşmakta olan adamı. Ateş'i...

Kulaklıklarını kulağından çıkarıp yavaşlamasından anlamıştı onun da kendisini fark ettiğini.

Dünyanın yükünü tekrar sırtlanırcasına adımlarını yavaşlatıp, kulağındaki müziği sonuna kadar kıstı.

Yan yana gelip durduklarında ikisi de soluk soluğaydılar. Ateş'in de gözlerinde benzer bir ifade vardı.

Kaçmak.

"Naber?" dedi Ateş, tüm bu ifadelere bir perde çeker gibi, keyifli olmasına özen gösterdiği bir ses tonu ile.

"İyi sen?" dedi Aden, keyifsizce. Beyaz Konaklar da Aden de sahte gülücüklere alışkındı ama şu anda içinden gelmiyordu.

"İyiyim ben de..." dedi Ateş. Fakat Aden sessizliğe büründüğünde aralarında garip bir sessizlik oldu. "Aden.." diye devam etti Ateş. "Ben de aslında seninle denk gelmek istiyordum bir ara."

"Öyle mi?" dedi Aden kaşlarını çatarken. "Neden?"

"Onca şey oldu.." derken Ateş'in çekingen ses tonu, belki de Aden'in içindeki öfkeyi hissettiğindendi. "Biz hiç seninle konuşamadık."

"Ne konuşacağız ki?" dedi kestirip atar gibi.

Ateş'in uzun zamandır bildiği ama bir türlü alışamadığı Aden'di bu. Soğuk, neşesiz, uzak...

"Aden ben tüm bu yaşananlardan dolayı senden özür dilerim." dedi bir çırpıda. "Tüm bu saçmalıkların içinde seninle karşı karşıya gelmek istemezdim."

Aden ise alay eder gibi küçük bir kahkaha attı. "Saçmalıklar..." diye tekrar etti. Sanki bu anı bekliyormuş gibi içindekileri kusmaya başlaması da cabasıydı. "Babanın Kartal'ın kardeşini kaçırmasına saçmalık demiyorsundur umarım."

Ateş derin bir nefes verdi. Konunun buraya geleceğini biliyordu elbet.

"Bu konu yüzünden babamla aramda yaşananları bilmiyorsun Aden. Böyle bir şeyi destekleyecek halim yok."

"Ama hala onun yanındasın." dedi Aden. Bakışlarında her şeye rağmen koca bir hayal kırıklığı vardı.

"Aden.." dedi Ateş. Aden'in yarasına basmak istemiyordu ama içindekileri ifade edebileceği başka bir kelime de yoktu. "O benim babam."

Öyle içten, öyle yürekten söylemişti ki bunu, Aden bir anda kalbinin ortasındaki eksikliği hissetti.

"Ne fark eder?" dedi soğukkanlılığını bozmadan.

"Baban yaşasaydı.." dedi Ateş. "Sen ne yaparsa yapsın onun yanında olmaz mıydın? Evlat olmak böyle bir şey değil mi?"

Güldü Aden. Ateş'le ne zaman dünyaya bakışları bu kadar değişmişti bilmiyordu. Sanki Ateş, Haldun'un karanlığına tamamen hapsolmuş gibiydi ve her şeye rağmen, boynunda tam şu anda bile belirginleşen venüs hatrına bu, Aden'i üzüyordu.

"Ben babamı anneme ihaneti yüzünden bile affedemezken bana böyle bir soru sorma lütfen."

"Aden bak.." dedi Ateş bir şeyleri toparlamaya çalışır gibi. "Kızgınlığını, kırgınlığını anlıyorum.. ama benim de ne yaşadığımı bilmiyorsun."

"Kızgın değilim... ya da kırgın..." dedi Aden, omuz silkerek. Az önceye nazaran ses tonu sakin bir hal almıştı. "Sadece çok şaşkınım Ateş. Sen nasıl böyle bir insana dönüştün inanamıyorum."

"Ben canavar değilim Aden." dedi Ateş. Bozulduğu için olsa gerek ses tonu sertleşmişti. "Olanlardan mutlu da değilim."

"Ben sana çok aşıktım Ateş.. biliyorsun değil mi"Çocuktuk belki ama.. çok ... çok aşıktım." dedi Aden, tamamen içinden gelen duygularla.

"Ben de sana aşık.." dedi Ateş bir çırpıda. "Aşıktım.." diye devam etti. Cümlenin sonunu başka türlü bitirmeye artık onun da yüreği el vermiyordu. "En az senin kadar."

Hüzünlü bir şekilde gülümseyerek başını iki yana salladı Aden.

"Neyse ki aşkın böyle bir şey olmadığını öğrendim ben."

"Kartal'dan mı?" diye sordu Ateş. Gözlerindeki pişmanlık kilometrelerce öteden bile anlaşılırdı.

"Ne fark eder..." dedi Aden. Burada Ateş'le oturup Kartal'ı tartışmayacaktı.

"Bak ben-"

"Bana bir açıklama yapmak zorunda değilsin Ateş." dedi Aden, elini dur der gibi kaldırdığında. "Ben sadece sana baktığımda... senin adına çok utanıyorum Ateş." dedi tüm samimiyetiyle. "Tüm bu olanlara nasıl göz yumuyorsun.. nasıl yapıyorsun tüm bunları?"

Ateş dolan gözlerini saklamak ister gibi bir kaç saniye yere baktı, dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından tekrar göz göze geldiler.

"Sadece ben değişmedim Aden... Biz seninle, Beyaz Konaklar'ın yaralı çocuklarıyız, unuttun mu bunu?"

Nasıl unuturdu ki.. Beyaz Konaklar'ın hangi çocuğu yarasız büyümüştü?

"Ben kendi yaralarım yüzünden masum insanlarda başka yaralar açmadım hiç bir zaman." dedi Aden.

Sevgisiz bir ailede büyümüş olması, kendi çocuğuna sevgisiz bir aile vermesinin özrü olamazdı.. ya da başka insanların mutsuzluklarına sebep olmasına..

"Benim bir ailem var Aden." dedi Ateş. Sanki bu cümle, yaptığı her şeyi sineye çeken bir özürmüş gibi.

Aile... Ne büyük bir kelimeydi.

"Keşke o aileye yakışır şekilde davransan." derken, küçümseyici bakışlarına engel olamamıştı Aden. "Senin o aile dediğin şeye baktığında ne düşünüyorum biliyor musun? Ya Defne'nin yerinde ben olsaydım.. Allah korusun.. ya küçükken hayalini kurduğum gibi seninle evlenseydim... Ya sen.. benim çocuğumun babası olsaydın.."

Allah korusun...

Aden'in dudaklarından dökülen cümleler, Ateş'in uzun süredir dile getirmeye korktuğu gerçeklerdi. Kötü eş, kötü baba.. ve daha nicesi. Belki de herkes onu Haldun Karcı gibi hatırlayacaktı.

"Ağır konuşuyorsun Aden." dedi sesi titrerken.

"Emin ol her kelimesini hak ediyorsun." dedi Aden. "İnsanlar ayrılabilir... hata da yapabilir.. ben 18 yaşındaki Ateş'i benim elimden tutmamasını affettim.." dedi, sanki geçmişiyle barışır gibi. "Ama bu Ateş'i affedemem. Seni her şeye rağmen... bak her şeye rağmen..." dedikten sonra boynunu işaret etti. "Hatta sırf venüs için bile güzel hatırlamak isterdim Ateş.."

"Hiç mi kalmadı içinde bana karşı bir şey?" dedi Ateş. Madem açık konuşuyorlardı. "O adama hissettiğinin yüzde biri kadar bile mi?" dedi, sanki yalvarır gibi.

Bunu söyleyeceğine, 18 yaşındaki Aden, ölse inanmazdı.

Başını hayır der gibi iki yana salladı Aden.

"İnan hiç kalmadı Ateş." derken Aden'in de gözleri dolmuştu. "Ömrümün sonuna kadar aklıma her geldiğinde, seninle ilgili hatırlayacağım tek şey koca bir hayal kırıklığı olacak. Maalesef."

Gülümsedi Ateş. Hüznü göz kenarındaki ince çizgilere bile yansımıştı.

"Veda mı bu?"

"Belki." dedi Aden. "Sonuçta fazla vaktimiz kalmadı değil mi? Şu yaşadıklarımıza bak... elbet çok yakında birinin canı çok fena yanacak."

"Ben benim ailemden birinin canı yanmasın diye uğraşıyorum sadece." dedi Ateş. Sanki kendini yaptıklarına ikna etmeye çalışıyor gibiydi.

"Ne güzel." dedi Aden acıyla gülümserken. "Eminim baban seninle gurur duyuyordur Ateş." derken hançeri Ateş'in kalbinin en derin yerine saplamıştı. "Tebrik ederim. Sonunda kabusun gerçek oldu, Haldun Karcı oldun."

Gözünden bir damla yaş düştü Ateş'in. Bu konuşma, içinde biriktirdiklerinin son damlası gibiydi.

"Eyvallah Aden." dedi titremek üzere olan dudaklarını birbirine bastırırken.

Hayal kırıklığı bir kez daha Aden'in tüm bedenini sarmıştı. "Sana da eyvallah Ateş." dedi kulaklıklarını yeniden kulağına takarken. "Sana da eyvallah."

"Nazik davetiniz için tekrar teşekkür ederim." dedi Yaren. Teknenin demirlerine yaslanmış manzarayı izlerken. "Toskana'yı bu mevsim gün batımında buradan izlemek ayrı bir zevk."

"Yarın gideceğinizi söylemeseydiniz size daha fazla yeri farklı yönleriyle göstermek isterdim." dedi Hassan, oturduğu yerde gülümseyerek.

"Maalesef yarın dönmek zorundayım.." dedi Yaren arkasını dönerken. "Ama kısa bir süre sonra tekrar geleceğim. Belki o zaman hala bana rehberlik etmek istersiniz?"

Bunu duyduğuna sevindiğini belli eden bir ifade yayıldı Hassan'ın suratına. "Keyifle." dedi ve konuyu değiştirerek ekledi. "İsviçre'de ne iş yapıyorsunuz? Kendinizden pek bahsetmediniz.."

Bir süre düşündü Yaren. Kendine bir iş uydurmak zorunda olsa bu ne olurdu?

"Tasarım işiyle uğraşıyorum." dedi omuz silkerken. "Belli markalar için hazırladığım koleksiyonlar var."

"Farklı bir tarzınız var..." dedi Hassan, Yaren'i süzerken. "Profesyonelliğiniz olduğunu tahmin etmiştim."

"Siz neler yapıyorsunuz?" dedi Yaren yeniden masaya otururken. "Yani abimle olan sıkıcı işlerinizi kastetmiyorum. Boş zamanlarınızda mesela?"

"Zamanımın büyük bir çoğunluğunu işim kaplıyor. Arda kalan zamanlarımı da genelde golf kulübünde geçiriyorum." dedi adam, bundan memnun bir tavırla.

"Muhtemelen orada da dostlarınız vardır ve onlarla da iş konuşuyorsunuzdur..." dedi Yaren. Golf kulüpleri bir nevi gizli toplantı yerleriydi.

"Genellikle."

"Çocuğunuz yok anladığım kadarıyla?" dedi Yaren. Tüm bu soruları sanki adamı daha yakından tanımaya çalışıyor gibi bir tavırla soruyordu.

"Hayır.."

"Evlenmediniz mi hiç?" dedi memnun bir şekilde kaşlarını kaldırırken.

"Evlendim... ama eşimi kaybettim."

"Başınız sağ olsun. Özel değilse... nasıl oldu?" dedi Yaren bu sefer gözlerini kısarken.

"Kalbindeki bir hastalıktan ötürü."

Yüzüne tiksinen bir ifade yerleştirmemek için kendini zor tuttu Yaren. Pislik herif  dedi içinden.

"Kaybınız için çok üzüldüm."

"Teşekkür ederim." dedi adam. "Siz? Siz evlendiniz mi hiç?"

"Hayır." dedi Yaren gülümseyerek.

"Aşık olmuşsunuz ama...." dedi adam.

"Onu nereden anladınız?" dedi Yaren, ilk defa gerçek bir şaşkınlıkla.

"Gözlerinizdeki hüzünden."

Yaren yutkundu ve buruk bir şekilde gülümsedi. "Gözlerime hüzün yansıtacak kadar taze bir aşk acım yok." Bir yandan da gözlerini kaçırmıştı.

"Aşk acısının zamanı olmaz." dedi adam da hafifçe gülümserken.

"Benim için çoktan zaman aşımına uğradı." dedi Yaren, kendini toparlayıp adama işveli bir bakış atarken.

"Yeniden sevebilirim diyorsunuz yani?" derken adam, Yaren'in tutumundan memnun olmuştu.

"Sevmeye değer birisi olursa... neden olmasın?" derken kadehini uzattı Yaren.

Yaren için sahtekarlıklarla Hassan içinse keyifli geçen bir gecenin ardından vedalaştılar.

"Bu güzel gece için teşekkür ederim." dedi Yaren, arabadan inmeden önce elini uzatırken.

"Sözümü aldım. Bir sonraki gelişinizde daha uzun ağırlamak istiyorum sizi."

Yaren ise gözlerini süzerek gülümsedi.

"Sabırsızlıkla bekleyeceğim." derken yüzüne yayılan o istekli ifade, arabadan indikten sonra kendini bir tiksintiye bırakmıştı.

-11 Kasım-

Saat neredeyse 12'ye geliyordu. Kartal dün gece Toskana'dan döndüklerinden beri bir şeylerle uğraşıyordu. Bugün de erken saatte şirkete gitmişti.

Zümrüt dernekteydi, Niko ve Ivan dinlenmek için odalarına çekilmişlerdi.

Baykal, Murat ve Aden, Baykal'ın evinde baş başa kalmışlardı.

Baykal da Aden de telefonuna dalmıştı ve ortamda sakin bir sessizlik vardı.

Murat, elindeki türk kahvesiyle salona geldikten sonra cama doğru ilerleyip dışarıya daldı. "Havaya, güneşe bak... hiç kış geliyor gibi değil." dedi bir kaç saniyelik seyrinden sonra.

"Yalancı güneş bu." dedi Baykal, bakışlarını telefonundan ayırmadan. "Bu sene kış sert geçecek diyorlar."

"Valla ne güzel pırıl pırıl hava." dedi Murat. "Siteye bir aydınlanma, ferahlık gelmiş."

Aden ise sessizce güldü, sanki alay eder gibi.

"Niye güldün yahu? İçimizde mi açılmasın?" dedi Murat, Aden'e dönerken. Ardından koltuklardan birine oturmuştu.

"Hiç." dedi Aden omuz silkerken. Murat'ın dillendirmesiyle birlikte aslında güneşin onun için ne kadar uzun zamandır doğmadığını fark etti.

"N'oldu sana?" dedi Baykal. Zaten Aden de bir durgunluk olduğunu fark etmişti ama şimdi daha da emin olmuştu.

"Murat Abi öyle güneş müneş deyince.." dedi Aden geçiştirir gibi. "Eskiler aklıma geldi."

"Allah Allah." dedi. Baykal elindeki telefonu bir kenara bırakıp Aden'e odaklanırken. "Neyin eskisiymiş bu?"

Derin bir nefes alıp verdi Aden. Gülümsedi. Artık yüzündeki tüm gülümsemelerin buruk olmasıydı biraz da içini acıtan.

"Buraya yaz da gelse, güneş de açsa... ben artık hep kış gibi hissediyorum sanırım."

"O ne demek?" dedi Baykal kaşlarını çatarken.

"Eskiyi düşünüyorum Baykal... Çok eskiyi." dedi Aden iç çekeren. Gözü uzak bir noktaya dalmıştı. "Annemi, babamı, hatta dedemleri... Eskiden bu sitede hep bir renk vardı." Ardından bakışlarını yeniden Baykal'a çevirdi. "Yani kaos, entrika, yalan, dolan buranın olmazsa olması... o hep vardı ama.. o zamanlar bu kadar hasar görmemiştik... Yani en fazla Zümrüt, anneme dernekle ilgili sinir olur orada burada konuşurdu.. ya da ne bileyim Sinan Abi, Funda Abla'nın seyahatlerinden, Yaren'in sorumsuzluğundan şikayet ederdi. Haldun, herkese kızar eder, babam da arkasından deli bu herif derdi. Herkes birbirine kızsa, söylense, hatta arkasından iş çevirse bile.. günün sonunda herkes aynı masada oturur yemek yerdi. Kimse o masaya oturamayacak kadar zarar görmemişti." Yutkundu ve devam etti. "O günleri düşünüyorum, çocukluğumu... Rengarenkti.. Kurulan sofralar, yapılan etkinlikler, oynadığımız oyunlar... Burada hep renkler vardı. Canlı canlı renkler. Güzeldi yani her şeye rağmen." Sonra kuracağı cümleleri destekler gibi yüzü asıldı, sesi boğuklaştı. "Sonra ölüm buldu bizi, kalbimizin ortasına bir ateş düştü. Annemle babam gitti, sanki sitedeki bütün renkler soldu. Sonra oynanan oyunlar, yapılanlar hepten çirkinleşti. Git gide daha da karardı her şey. İnsanın aklının almayacağı şeyler yaşandı." Gözlerinin dolmasıyla sesinin titremesini engellemek için bir kaç saniye bekledi. "En son.. Demir.. O da gidince sanki hepten karanlık oldu her yer. Sanki güneş içimize vursa, gülsek, eğlensek bile hep karanlıktayız artık. Beyaz Konaklar'ın ışığı söndü."

Ve derin bir sessizlik...

Aden'in söyledikleri tüm yaşananların bir özeti gibi değil miydi?

"Kızım iyi ki bir güneş açtı dedim ya.. Demez olaydım üzüleceğini bilseydim." dedi Murat, hüzünlü havayı dağıtmak istercesine.

"Hep düşünüyorum ki Murat Abi." dedi Aden yine buruk bir şekilde gülümserken. "Sen söyledin diye değil."

"Haklısın." dedi Baykal, boğazını temizlerken. Hala gözleri doluydu. "Yaşadım ben de o günleri, siz küçüktünüz. Bambaşka bir yerdi burası.. İnsan buranın enerjisini içinde hissederdi... Yaşananları değiştirme şansımız olsa hangimiz değiştirmezdik ki.."

Ardından Aden yavaşça ayaklanıp, Baykal'ın oturduğu kanepede, yanına geçti.

Bir şey söyleyecekti ama zorlanıyordu.

"Düşünsene Baykal.." dedi ve ardından uzun zamandır söylemekten sakındığı o gerçek en sonunda sesli bir şekilde döküldü dudaklarından. "Seni vurdum." dedi, sanki bunu yeni idrak ediyormuş ya da ne yaptığının bilinci ancak kafasına dank etmiş gibi. Gözünden bir damla yaş düştü, hızla eliyle sildi. "Düşünebiliyor musun... O anki aklımın gidikliğiyle öldüredebilirdim seni. Ben, seni öldürebilirdim. Ben." dedi bir parmağıyla göğsünü delercesine işaret ederken.

Aden için beklenilmez, Baykal için kaçınılmaz bir son olmuştu o silahtan çıkan kurşun. O kurşunla birlikte Aden de yitirmişti masumiyetini. Beyaz Konaklar'daki herkes gibi.

"Bunlar geride kaldı Aden." dedi Baykal geçiştirir gibi. Onun da bu konuyla ilgili yaraları olduğu, konuyu kapatmaya çalışmasından belliydi. "Özellikle bu konuyu konuşmayı hiç sevmiyorum ben. Hepimiz çok kötü şeyler yaşadık.. ama buradayız Beyaz Konaklar'dayız işte günün sonunda."

"Sadece biz değil ki..." dedi Aden. "İnsanların da huzuru kalmadı burada. Yaşananlar buradaki herkesi etkiledi. Burası herkes için bir hayaldi. Parti ışıklarının sönmediği, topuk seslerinin eksik olmadığı ve kahkahaların hiç dinmediği bir cennetti Beyaz Konaklar. Herkesin hayalini kurduğu ama her hayalini kuranın ya da parası olanın içine giremediği, İstanbul sosyetesinin görkemli dünyası.." Sustu. Sesi karamsar bir tona bürünürken devam etti. "Şimdi herkes nasıl huzursuz, nasıl mutsuz burada. Bu mu o görkemli dünya? Her gün polislerin geldiği, birilerinin katil, birilerinin suçlu, birilerinin de dünyada aranan bir mafya liderinin yancısı olduğu Beyaz Konaklar.."

"Yapma." dedi Baykal, Aden'i keserken. Canı yanıyordu. Böyle bir adam değildi Baykal. Bu dünyanın adamı değildi. Her şeyden önce...

"Dedem, Reşat Amca, Hilmi Karcı.. kim bilir ne umutlarla, hayallerle kurmuştu bu siteyi..." diye devam etti Aden. Baykal'ı umursamadan zehrini kusuyordu, Beyaz Konaklar'ı en iyi bilen o eski dostuna. "Mesela düşünüyorum Reşat Amca, Beyaz Konak'ta yaşadı. O konakta, anıları, parmak izleri var. Oğlu, kızı o konakta büyümüş. Şimdi ise Servet yaşıyor o konakta. Bir katilin yancısı... Görseydi mesela, ne hissederdi? Ya da dedem.. kendi elleriyle yarattığı cennetin oğlu ve gelinine mezar olacağını bilseydi, elini sürer miydi bu projeye?"

"Burada daha fazla kötü bir şey yaşanmayacak Aden." dedi Baykal, yemin eder gibi. "Sana söz. Servet ve Haldun'u buradan tamamen kazıyacağız. Patron'u da yok edeceğiz. Ve sen de nasıl bir hayat yaşamak istiyorsan öyle yaşayacaksın. Ne hayal ediyorsan." dedi bu sefer biraz da olsa umutla gülümserken. "Güneş belki burada değil ama başka bir yerde tekrar doğacak senin için . Söz. Baykal sözü."

Onun için yeniden doğacak güneşi bulmayı, Aden'e borcu olarak hissediyordu Baykal.

"Peki ya Demir?" dedi Aden, o can alıcı gerçeği tokat gibi yüzlerine vururken. "Onun çalınan hayatı ne olacak?"

Gözünden bir damla yaş aktı Baykal'ın. Ellerini birleştirdiği kucağına baktı. Yutkundu.

"Bu benim, hayatta kendime bile hesabını veremeyeceğim tek konu."

Kalbi acıyordu. Bu evin içindeki herkes gibi.

"Demir öldü Baykal." dedi Aden birden ağlamaya başlarken. Bu sefer gözyaşlarını da sesinin titreyişini de saklamıyordu. "Demir. Biz üçümüzdük.. ve o gitti."

Baykal, sarıldı Aden'e. Kocaman. Sımsıkı. Tüm yaralarını sarmak ister gibi. Eskisi gibi.

"Bazen diyorum ki.." dedi zihnini terk etmeyen o düşünceyi Aden'le de paylaşarak. "Keşke.. keşke onun yerine ben ölseydim."

"Ölme." dedi Aden. "Sakın sen de ölme." Bu cümle Baykal'a eskiyi anımsatmıştı. "O da senin için aynısını derdi. Merak etme. Bizi bir yerlerden görüyorsa kesin yine duygusal duygusal konuşmaya başladılar deyip yüzünü ekşitiyordur." derken en sonunda gülmüştü.
"Hayalleri vardı Baykal. Bir tekne hayal ediyordu her şey bittikten sonra. Santa Monica'da..." Tekrar gülümsedi. "Hatta içine beni almayacaktı."

"Kendime sürekli keşke 2019'dan sonra onu bıraksaydım diyorum.." dedi Baykal. "Kendi hayatına gitmesini söyleseydim. Belki her şey daha farklı olurdu."

"Gitmezdi ki." dedi Aden, elini Baykal'ın elinin üzerine koyarken. "Onun ailesi, hayatı sendin. Senin yanından asla ayrılmazdı."

Başını maalesef der gibi salladı Baykal.

"Mezarına gidip dua etmekten başka elimden bir şey gelmiyor ya... en çok bu koyuyor. Dünyayı yerinden oynattık ama Demir için hiç bir şey yapamıyorum."

Yüzleşiyordu Aden ve Baykal. Bir çok kez yüzleştiklerinden farklı olarak, birbirlerine yaralarını açarak.

"Ona bunu yapandan hesabını soracağız. Yapabileceğimiz tek şey bu." dedi Aden. Sanki bu umuda tek başına tutunur gibi.

"Soracağız. Söz." dedi Baykal. "Baykal sözü dedim bak." Sonra buruk bir şekilde gülümsedi. "Sen eskiden ne kadar güvenirdin bu söze."

Güven... Şimdi bambaşka bir şey çağrıştırıyordu Aden'e.

"Baykal..." dedi bu sefer duygusallıktan uzak bir ses tonunda. "Ben Melisa'nın kaçırıldığı gün Kartal'a ona güvendiğimi söyledim." Bunu Baykal'la paylaşmayı çok istemişti.

Gözleri büyüdü Baykal'ın. Az önceki konuşmalar silinip gitti bir anda aklından.

"Ne?"

"Evet." dedi Aden başını sallarken.

"Neden böyle bir şey yaptın?" dedi Baykal.

Gülümsedi Aden. Gerçek olabileceğine ihtimal bile vermiyordu demek.

"Güveniyorum çünkü." dedi omuzlarını silkerken.

"Na-nasıl?" dedi Baykal. Yüzündeki o ciddiyet birden kırılmıştı.

"İnsanın içindeki yaralar iyileşebiliyormuş galiba. O gün seni vurduğum o evden çıktığımda, bir daha ömrüm boyunca kimseye güvenemem sanıyordum. Hatta kısa bir süre önceye kadar öyle sanıyordum. Ama Kartal... hiç tahmin etmediğim bir şey yaptı, beni kendine inandırdı."

Kocaman gülümsedi Baykal. Aden ilk defa eski Aden gibi konuşuyordu. Öfkeden, kinden, nefretten uzak.. Gözleri ışıldayan, Yıldırım Akova'nın küçük kızı gibi..

"Çok şükür." dedi birden çok derin bir nefes vererek. Sanki omuzlarındaki büyük bir yük hafiflemişti.

"Sana güvenmiyorum diye kızmadın mı bana?" dedi Aden, çekimser bir tonda.

Gözlerinin içine baktı Baykal. Baykal'ın gözleri ışıldamıştı.

"Aden.." dedi elini Aden'inkinin üzerine koyarken. "Bana güven tabii ki isterim.. ama sende açtığım yara hiç kapanmayacak diye o kadar çok korkuyordum ki... sen birine güvendim dedin ya, başka bir şeye gerek yok."

Bu sefer Aden kocaman sarıldı Baykal'a.

"Sana da güvenmiyor değilim aslında.." dedikten sonra geri çekildi. "Yani değişik bir şey anlatamam sanırım.. söylediklerine, sana inanmıyor değilim.. ama Kartal'a güvendiğim gibi gözüm kapalı değil. Anlatabildim mi?"

"Çok güzel anlattın." dedi Baykal gülümserken. "Biz seninle böyle oturup eskisi gibi konuşabiliyoruz ya.. Daha ne isterim. Hem daha yaşayacak günlerimiz var... Dur bakalım.."

Gülümsedi Aden. Sanırım affetmenin ne demek olduğunu gerçekten bu günlerde anlıyordu. Artık kızmıyordu Baykal'a. Onu hem anlamıyor hem de anlıyordu. Ve onu affetmişti.

"İyi ki varsın Baykal." dedi gerçek bir gülümseme ile.

Eskisi gibilerdi. Çok eskisi.

"Sen de." dedi Baykal.

Her şey düzeliyor, döngü tamamlanıyordu.

"Evet hanımlar, toplantıyı burada bitiriyorum." dedi Zümrüt önünde duran dosyaları toparlamaya başlarken. "Söylemek ya da sormak istediğiniz bir şey varsa alabilirim."

Önce derin bir sessizlik oluştu. Gözü dosyalarda olsa da Aden hariç herkesin birbirine baktığını hissetti Zümrüt. Toplantının başından beri odada farklı bir hava vardı ve bu gerginliği, herkesin sandalyesinin üzerinde diken üzerinde oturuşunu çok iyi tanırdı.

"Şimdi ne olacak?" dedi Ayla Hanım, donuk bir tonda.

"Dekorasyonla ilgili görüştüğümüz firmalar zaten eskiden beri-" diye söze girdi Zümrüt. Zira toplantının konusu önümüzdeki yıl içerisinde verilecek davetleri hangi organizasyon firmalarının düzenleyeceğiydi. Fakat sözü kesilmişti.

"Ondan bahsetmiyorum.." dedi Ayla Hanım ve gözlerini masadakilerle kesiştirdikten sonra devam etti.  "Genel olarak Beyaz Konaklar'da, dernekte ne olacak?"

Zümrüt bu sefer keskin bakışlarını Ayla Hanımla buluşturdu.

"Ne demek istiyorsun?"

Ayla Hanım dudaklarını bir kaç kez aralayıp kapadı. Lafa nasıl gireceğini bilemediğini Nalan Hanım anlamış olacak ki nadir rastlanan bir açık sözlülükle sözü devraldı.

"Bence artık tüm bu sahtelikleri bir kenara bırakalım.." dedi derin bir nefesle. "Zümrüt.. neler oluyor? Haldun geri geldi, Servet'le aranızda bitmeyen bir soğuk savaş var.. Biz artık bu sitede neler oluyor anlayamıyoruz. Neyi paylaşamıyorsunuz, birbirinizi neyle tehdit ediyorsunuz da sürekli düzen değişiyor?" dedikten sonra masada oturan diğer herkes yine nadir bulunan bir samimiyetle onayladı. Bu sefer kadınların gözünde her zaman görmeye alışık olduğu korkudan farklı bir korku vardı. Aileleri, canları için endişelenmeye başlamışlardı. "Biz 3 yıl önce burada yeniden bir felaket yaşadık ve her şey komple değişti... Ha biz felaketlere alışığız. Rüya ve Yıldırım Bey öldüğünde de Beyaz Konaklar'da çok büyük bir değişim olmuştu, yeni bir devre girmiştik.." dedi Nalan istemsizce bakışlarını toplantıya biraz geç dahil olan Aden'e çevirirken. "Ama o zaman olan biten belliydi. Yeni bir düzen kurulmuştu ve derneği sen devralmıştın mesela. Ama şimdi... Sitede her gün birinin mevkisi değişiyor. Derneğin yönetimi çocuk oyuncağı gibi elden ele geziyor Sizlerin arasında bizleri aşan büyük bir savaş var anlıyoruz.. ama biz de bu sitenin sakinleriyiz. Yaşadığımız yerde ne olup bitiyor, çocuklarımız güvende mi bilmek istiyoruz. Ve bunu bize açıklayacak kişiler, buranın kurucu aileleri olarak sizlersiniz."

Cümleleri toparlamak herkes için zor oluyordu. Zümrüt'ün bakışları Aden'e kaydı. Galiba o da konuşmanın annesi ve babasının ölümünü hatırlattığı yerinde takılı kalmıştı. Zaten hiç gelmek istememişti bu toplantıya. Keşke Zümrüt bu kadar ısrar etmeseydi de Baykal ve Murat'la evde kalsaydı.

Sadece bir şey okuyacağı zamanlarda gözüne taktığı şık gözlüğü yavaşça çıkarıp masaya koydu Zümrüt. Boğazını temizledi.

"Haklısınız. Biz hepimiz çok zor günler geçirdik, geçiriyoruz. Ne olup bittiğini bilmek istiyorsunuz bu da hakkınız." dedikten sonra derin bir nefes verdi. Dernekte samimiyetle konuşulduğu nadir anlardan birine imza atıyorlardı. "Servet'le aramızda bir savaş var, doğru. Ve maalesef bu savaşın en büyük kozu Beyaz Konaklar oldu. Çünkü hepiniz biliyorsunuz, buraya hükmetmek güç  göstergesidir. Dışarıda Beyaz Konaklar'ın ağır topu olduğunun bilinmesi sana bütün kapıları açar."

"Peki ne bu savaşın sebebi?" dedi Nalan Hanım. "Haldun mu diyeceğim ama Baykal'la gayet mutlu gözüküyorsun. Hiç olmadığın kadar. Üstelik Haldun olsa bu savaş ikinizin arasında olurdu ya da üçünüzün. Ama Aden'i, Kartal Bey'i hatta Yaren'i bile bir çıkmaza sürükleyen şey ne?"

Güldü Zümrüt. Ah Haldun Karcı diye geçirdi içinden.

"Keşke Haldun olsaydı.." dedi gözü uzağa dalarken ve ekledi. "Bu, kişisel ve Beyaz Konaklar'ın kuruluşuna kadar dayanan şahsi meseleler. Maalesef sizlere açıklayamayacağım çok fazla şey var.."

"Sizin savaşınız bizi de etkiliyor Zümrüt." dedi Merve Hanım. "İnsanlar konuşuyor. Prestij kaybediyoruz. Bizler de eşlerimiz de iş dünyasında hatrı sayılır insanlarız. Bu prestij kaybı bizlerin de imajını etkiliyor."

"Bu konuda da haklısınız. Ama-" derken tekrar sözünü kesen kişi Aden olmuştu. Gözleri donuk ama bir o kadar da içtendi.

"Ama sizleri şu konuda temin edebiliriz ki, çok kısa sürede her şey rayına oturacak." dedikten sonra Zümrüt'e döndü. "Zümrüt hayatta olduğu sürece.. ve tabii ki seçimi kazandığı sürece..  Beyaz Konaklar Derneği'nin başkanı olmaya devam edecek. Baykal ve Kartal sitenin yönetimini tamamen ele alacak ve düzenimiz yeniden kurulacak."

"Peki ya Servet?" dedi Nalan Hanım.

Aden'in gözü derneğin camından dışarı kaymıştı. Beyaz Konak'ın olduğu tepe buradan uzak da olsa gözüküyordu.

"Servet buradan kısa bir süre sonra gidecek." dedi tüm cümleleri noktalar gibi.

"Kadın Beyaz Konak'ın sahibi Aden." dedi Nalan Hanım. "Onu göndermek sence bu kadar kolay mı? Kolaysa neden bugüne kadar gönderemediniz?"

Aden gülümsedi. "Benim annem ve babamın da gideceğine kimse ihtimal vermezdi Nalan Hanım.. Ama bir günde tüm düzen değişti hatırlarsanız."

Rüya'nın bahsi ne zaman geçse derin bir sessizlik oluyordu. Hep öyle olmuştu zaten. O, Beyaz Konaklar'ın gördüğü ve görüp görebileceği, herkesin saygısını sonuna kadar kazanmış en şahane başkandı.

"Aden'in dediği doğru hanımlar; burada çok kısa bir süre sonra yeni bir düzen kurulacak." dedi Zümrüt ve bugün buradaki şikayetlerin bir isyana dönüşmemesi için gözlerine hafif de olsa tehditkar bir bakış yerleştirdi. "Siz de bu düzen kurulurken, duracağınız yeri iyi seçerseniz, sırtınız yere gelmeyecektir."

"Yanımda durun diyorsun yani?" dedi Merve Hanım.

"Sizin için en hayırlısı bu olur diyorum." dedi Zümrüt, yarım bir gülümseme ile.

"Sana güvenmekten başka çaremiz yok gibi gözüküyor Zümrüt." dedi Nalan Hanım.

"Merak etmeyin. Çok kısa bir süre sonra bana güvenmekle ne kadar doğru bir karar verdiğinizi anlayacaksınız." diyerek adeta bir söz verdi Zümrüt.

Zümrüt yeşili gözleri alev alev yansa da eli bir yandan nabzının kontrolsüzce kendini gösterdiği sağ bileğine gitti. İstemsizce gerilmişti.

Masadakilerde en az onun kadar gergindi. Zümrüt'ten emin değil ve tedirginlerdi. Kumar oynuyorlardı. Fakat emin oldukları tek şey kumarda hiç bir şeyin şansa bırakılmadığı, eninde sonunda kasanın her zaman kazandığıydı ve Zümrüt, Beyaz Konaklar'ın kasasıydı.

Aracın camından gözleri dışarıya kaymışken telefonuna bir mesaj düştü Zümrüt'ün. Dernekten çıktıktan sonra yakın bir AVM'ye gitmişti. Alınacak bir kaç ihtiyacı vardı. Şimdi de siteye dönüyorlardı. Yanında korumalardan biri ve Altan vardı.

Baykal'dan gelen mesajı okudu Zümrüt.

"Canım şu Kartal'ın Servet'e gönderdiği fotoğrafla ilgili Servet sana bir şey derse beni hemen ara tamam mı, geciktirme."

Doğru, bir de o mesele vardı ve hala bir ses çıkmamıştı Servet'ten. Kartal, Zümrüt'e yalnızca Servet'e onun adına bir fotoğraf gönderdiğini söylemişti. Ne olduğunu bile bilmiyordu.

"Tamam aşkım." yazıp Gönder'e bastı Zümrüt.

Araçla siteye girdikten kısa bir süre sonra evin girişine gelmişlerdi fakat güvenlik kapıyı açmak yerine hızlı adımlarla yanlarına geldi.

Zümrüt yavaşça arka camı indirdi ve güneş gözlüklerini gözünden çıkardı.

"N'oldu Mahir? Kapıda mı sorun var?"

"Yok Zümrüt Hanım açacağım da, Servet Keskin geldi az önce. Siz olmadığınız için içeriye almadık." dedikten sonra parmağıyla biraz ileriyi gösterdi. "Aracı ile şurada sizi bekliyor."

Zümrüt bir an şaşkınlıkla ne diyeceğini bilemedi.

"Tamam.. tamam.. sen aç kapıyı." dedikten sonra Altan ve korumaya döndü.

"Altan siz girin içeri, ben de geliyorum şimdi."

"Zümrüt Hanım, eşlik etseydim size." dedi koruma.

"Gerek yok." dedi Zümrüt aşağı inerken. "Beş dakikaya gelirim zaten."

Zümrüt arabadan inip gözlüklerini tekrar gözüne takıp Servet'in aracına doğru ilerledi.

Fakat Altan her ihtimale karşı korumayı da Zümrüt'ü uzaktan izlemesi için kapıda indirmişti.

Servet, Zümrüt'ün aracına yaklaşmakta olduğunu görmüş olacak ki ağır bir tavırla arabadan indi.

İkisinin de gözünde güneş gözlüğü olduğundan yan yana gelene kadar herhangi bir temasta bulunamadılar.

"Hayırdır Servet..." dedi Zümrüt güneş gözlüklerini çıkarırken. "Beni mi özledin?"

Servet de gözlüklerini çıkardığında Zümrüt şok olmuş bir ifade ile bakakaldı. Gözleri ağlamaktan olsa gerek şişmişti ve yüzünde hiç makyaj yoktu.

"Seni bekliyordum.." dedi Servet.

"Ne için?" derken, eş zamanlı olarak Servet'in elindeki fotoğrafa gözü kaydı. Kartal'ın ona gönderdiği fotoğraftı.

"Tapuya gideceğiz." dedi Servet, gözlerindeki teslim olmanın verdiği ağır yük ile.

Zümrüt'ün gözleri birden bire fal taşı gibi açıldı. Elbet başaracaktı ama bu kadar kolay olmasını beklemiyordu.

"Ciddi misin sen?"

Servet'in yüzüne umutsuz ve tüm savaşları kaybetmiş gibi bir ifade yayıldı.

"Tebrik ederim, bana başka seçenek bırakmadın."

Zümrüt'ün boğazından istemsizce kesik bir gülüş koptu. İnanamıyordu.

"Veriyorsun yani konağı bana?"

Servet evet der gibi başını salladı.

"O elindeki delilleri..." dedikten sonra elindeki fotoğrafı göz hizasına doğru kaldırdı. "Ve bu fotoğrafı yok saymayı kabul ediyorsan veriyorum. Şahin yuvası senindir."

•••

Herkese selam!

Sona yaklaştıkça hüzün basıyor bana, uzatamıyorum burayı...

Finali iki parta ayırma ya da bir bölüm daha uzatma ihtimalim var sanırım.. :) Kalan bölümleri, birer hafta aralık olacak şekilde vereceğim. Yani bir sonraki bölümü yayınladığımda finale geri sayımı başlatabiliriz. :)

Oyları, yorumları eksik etmeyin.. gelişmeler @meksikacmazi ig, @meksikaacmazi1 tw'da, biliyorsunuz..

İyi ki varsınız, sizleri seviyorum!

Son 4... 🤍

Continue Reading

You'll Also Like

1.3K 243 22
Yetişkin içerik barındırır. "Bir yılan ve bir yalan, biri olan biri olduran. Sen söyle şimdi, kim doğru kim yalan?" Ölümü getirenlerin ve kaderi çe...
841K 50K 68
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
2.3K 248 6
Başımı çevirip ona baktım.Gözlerimiz çarpıştı, her şey yitti.Nasıl mı soyundu anılarımız birbirine? Patlamak üzere olan bir trenden sağ çıkmayı başa...
52.3K 2.6K 29
#romantizm10 28.07.1019 #romantizm14 24.04.2019 Şeytan, ilk sevabını işlediği gün girdi Meleğin dünyasına... Küçük Meleğin küçük dünyasına...