VAHŞİ

By katherinablakee

4.8M 3.4K 8

Psikoloji son sınıf öğrencisi Katherine, babasının ölümünün ardından her uykuya daldığında kendini Rüyalar Al... More

BÖLÜM BİR // RÜYA
BÖLÜM İKİ // BELİRSİZLİK PART 1
BÖLÜM İKİ // BELİRSİZLİK PART 2
BÖLÜM ÜÇ // KANAT
BÖLÜM DÖRT // BUZ GÖLÜ
BÖLÜM BEŞ // EV
BÖLÜM ALTI // YARATIK
BÖLÜM YEDİ // YARATIK
BÖLÜM DOKUZ // HUNT
BÖLÜM ON // ENDİŞE
BÖLÜM ON BİR // İTİRAF
BÖLÜM ON İKİ // KAÇIŞ
BÖLÜM ON ÜÇ // GERİ DÖNÜŞ
BÖLÜM ON DÖRT // YEDİ GÜN

BÖLÜM SEKİZ // GERÇEK

324K 247 0
By katherinablakee


Bu kadar uzun zamanın ardından annemi ne halde bulacağımı tahmin bile edemiyordum. Fakat dün akşamki konuşmamızın iyi geldiğini düşünüyordum. Taze çekilmiş kahve, kızartılmış ekmek ve sosis kokusu mutfağı sarmıştı. Bir kalıptan çıkmışçasına mükemmel görünen krepleri unutmamak gerek... 

"Kahvaltıyı beraber hazırlarız diye düşünüyordum." 

Annem gülümseyerek bana döndü.

"Gerek kalmadı."

Çoktan hazırlanmış olan kahvaltı masasına şöyle bir göz attıktan sonra sandalyelerden birini çekip oturdum. 

"Bu ani değişimini neye borçluyuz?" diye sordum merakla. 

Bir yanım onu incitmekten ve eski haline döndürmekten korkuyordu fakat onu böylesine değiştiren şeyi merak etmeden duramıyordum. Bu sadece mesleki merakımla alakalı bir şey değildi. Onu arkamda bırakıp giderken gerçekten iyi olduğundan emin olmak istiyordum.

Sevdiğim kupalardan birine koyduğu kahveyi önüme bıraktı ve karşımdaki sandalyeye yerleşti. Beyaz teni daha sağlıklı, kehribar gözleri ise daha canlı görünüyordu.

 "Babanın ölüm yıldönümü yaklaşıyor." 

Başımı salladım.

"Biliyorum. Bunun seni daha kötü yapacağını düşünüyordum." 

Gözlerine oturan hüzün içimi yaktı.

"Hala canım acıyor ve onu özlemeden geçirdiğim bir günüm olmuyor." Dedi ve boğazını temizledikten sonra devam etti. "Fakat bazı şeyler için çok geç kaldım. Seni hazırlamam gerekirdi." 

Kaşlarımı çattım.

"Ne için?"

Ağzını bir saniyeliğine araladı ama daha sonra vazgeçti ve gülümsedi.

"Bir süre daha bekleyebilir."

Ayaklandı ve tavadaki son krebi de servis tabağına yerleştirdi.

"Neden önce kahvaltımızı yapmıyoruz?" dedi sevecen bir tavırla. Ona gülümsedim. Her şeye rağmen bir şeyler sonunda yoluna giriyor gibiydi. Tünelin sonundaki ışık dedikleri bu olsa gerek... 

*

Annem uzun zaman sonra ilk defa dışarı çıkmak için hevesli görünüyordu. Bu yüzden ona günlük birkaç kıyafet ayarladım, saçlarını güzelce taradım ve biraz makyaj yaptım. Tek gereken birkaç kilo almasıydı. O hala tanıdığım en güzel kadındı. Alice gidince üst kattaki odama koştum ve çantamdaki kitabı çıkardım. Ona dokunamamak beni deli ediyordu. Yatağın üzerine bağdaş kurarak oturdum ve sayfaları karıştırdım. Artık yeniden boş görünüyordu.

"Hof! Sanki neden her şey bu kadar gizemli ve yorucu olmak zorunda?"

Evimizin yeni üyesi miyavlayarak yatağa atladı ve burnunu koluma sürttü. Onun bu sevimli davranışıyla biraz rahatlayarak gülümsedim. 

"Sana hala isim koymadık."

"Miyav."

Gülümsemem genişlerken "Evet, gerçekten harika anlaşıyoruz." Diye mırıldandım.

Yeniden miyavladı ve kucağıma kıvrıldı. Ben derin düşüncelere dalmış onu okşarken mırlayarak uyudu.

Kitabı bir şeyler bulma umuduyla yeniden araladım ve yüzümü buruşturarak sayfaları karıştırdım.

"Ne olurdu içinde biraz okuyabileceğim şeyler olsaydı?" Sayfa mürekkep ile şekillendi ve yazıya dönüştü. "Hı," dedim bakışlarımı kediye çevirerek. "Aslında çok da zor değilmiş, kedi."

Kulaklarını çevirip beni dinlese de gözlerini açmadı ve homurdanarak uyumaya devam etti.

Sayfalar arasında hızla geziniyor, yazıların üzerinde gözlerimi hızlıca gezdiriyordum. Tek anladığım şey bunun bir büyü kitabı olduğuydu. Harika. Belki Rüyalar Alemindeki yabancıya gösterecek birkaç havalı numara bulabilirdim. Sayfaların birinde duraksadım ve çekmecemdeki renkli mumu çıkararak komodinin üzerine bıraktım.

"Pekala." Diye mırıldandım ellerimi birbirine sürterken. "Lütfen işe yara ve bir aptal gibi görünmememi sağla."

Gözlerimi kısıp kitaptaki kelimeyi doğru telaffuz etmeye çalıştım.

"Perspicuus,"

Mumda hareketlenme olmadı. Tam da tahmin ettiğim gibi... Gözlerimi kısarak muma odaklandım ve bu sefer kendimden emin, sert bir sesle tekrar ettim.

"Perspicuus!"

Ve mum beni şaşırtarak yandı.

"Vay canına."

Gözlerimi yeniden kitaba kaydırdım. Bakalım başka neler yapabilirim?

Aklıma Rüyalar Alemindeki deneyimim gelince tenimde bir ürperti gezindi. Belki yeniden uçabilirim!

Sayfaları bir uçma büyüsü bulana kadar karıştırdım ve sonunda başarının verdiği mutlulukla sırıttım. Parmağım yeni bir kelimenin üzerinde geziyordu. Kediyi kucağımdan yatağın üzerine transfer edince huysuzca homurdandı ve uykusunu kaçırmışım gibi dik dik baktı. Daha sonra kendisini temizlemeye karar vererek beni görmezden geldi. Ayağa kalkıp kelimeye son kez baktım.

"Auras, habet alas."

Ayaklarım yavaşça yerden kesildi ve yükselmeye başladım. Başarının sevinci beni bir kez daha yakalamıştı ki yükselmeye devam etmem sevincimi korkuya çevirdi. Başımı odanın tavanına çarpmak üzereyken engel olmak için ellerimi uzatıp gözlerimi yumdum ve bir anda tepetaklak oldum.

Tüm kan beynime akarken havada baş aşağı asılı kalmıştım.

"Tanrım." Diye mırıldandım. "Şimdi nasıl ineceğim?" Kedi huysuzca mırıldandı ve meraklı gözleriyle beni izlemeye başladı. Yere inmek için huzursuzca kıpırdandım, garip hareketler yapmaya başladım fakat bu sadece durumu daha kötü hale getirdi.

"Kathe, bak sana ne aldım?"

Annem odamın kapısını araladı ve baş aşağı beni havada asılı halde buldu.

"Tanrı aşkına, Katerina!" diye bağırdı. Eliyle tuhaf bir hareket yaptıktan sonra bir tur atarak yere indim.

"Onu nasıl yaptın?" dedim şaşkınlıkla.

"Her ailenin bir sırrı vardır." Dedi içini çekerek. "Bizimkiler biraz garip."

Başım dönünce yatağa oturdum ve anneme baktım. Hiç şaşırmış gibi görünmüyordu.

"Belli oluyor." Diye mırıldandım. "Ne tarz bir ucubeyiz peki? Belli bir ismimiz var mı?"

 Kaşlarını çattı.

"Yeteneklerimiz önemli ve saygı duyulması gereken bir şey. Biz ucube değiliz." Duraksadı. "Yani teknik olarak." 

Bakışlarımı kaçırdım. Bende bir sorun olduğunu biliyordum ama böyle bir şeyi kesinlikle beklemiyordum. Annem aklımdan geçenleri okumuş gibi yanıma oturdu ve omzumu sıvazladı. 

"Zamanla her şey netlik kazanacak ve kolaylaşacak. İşte o zaman seveceksin."

Başımı iki yana salladım.

"Sorun o değil, anne. Çok bir şey bilmiyorum. Fakat buna rağmen sevdiğimi hissediyorum." 

Çenemi tutup kendisine bakmaya zorladı.

"Öyleyse sorun ne?"

"Sorun bunu yirmi yaşıma kadar saklamış olmanız." 

Bu sefer gözlerini kaçıran annem oldu.

"Daha çok şey öğrenebilirdim, sizin bildiğiniz ve yapabildiğiniz her şeyi ben de yapabilirdim." 

Gözlerini yüzümde gezdirdi.

"Biliyorum. Bunun için üzgünüm. Normal biri olarak büyümeni istemiştik."

"Babam da bizim gibi miydi?" 

Başını iki yana salladı.

"Hayır."

"Bana söz vermeni istiyorum." Diye mırıldandım. Bu yaşıma kadar büyülü ve eşsiz bir dünyanın varlığından habersiz büyümüştüm. Yaşayacağım günlerin devamında da bunu sürdürüp sürdürmeyeceklerini bilmiyordum. Başını salladı.

"Ne istersen."

"Bundan sonra bir şey saklamak yok?"

Bir an tereddüt etse de gözlerindeki vazgeçişi gördüm.

"Pekala." Dedi kabullenerek. "Söz veriyorum." 

Gülümsedim.

"Güzel."

Yüzündeki ciddiyet silindi ve o da gülümsedi. "Akıl sağlığım için lütfen sen de bana söz ver," 

"Ne için?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Lütfen bir daha bensiz büyü deneme. Başına bir şey gelmesinden endişe ediyorum. Büyüler sandığın kadar basit şeyler değil, ağzından ne çıktığına dikkat etmelisin." 

Omuz silktim.

"En kötü ne olabilir ki?"

"Büyü ters teper ve ölürsün."

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı salladım.

"İyiymiş."

Omzunu omzuma çarptı ve güldü. "Anlaştığımıza sevindim."

 Ben de güldüm.

"Kesinlikle."

"Şimdi şu büyü kitabını uzat da bakayım."

Kedi saklamak istercesine üzerine uzanmış ve almak istediğimde tırnaklarını çıkarmıştı.

"Yaramaz kedi." Dedim kaşlarımı çatarak. "Eh, madem bu kadar çok sevmiş biraz üzerinde uyusun."

*

"Büyü derslerinden kastın ne? Büyücülüğe giriş 101 gibi mi?" dedim boğazımdan yükselen kahkahayı tutamayarak.

"Öyle de denilebilir."

"Ben başka bir şey öğrenmek istiyorum." Annem kaşlarını kaldırdı.

"Çok heveslisin ama önce temel şeyleri bilmen gerekiyor." 

Nefesimi gürültüyle dışarı verdim ve gözlerimi devirdim.

"Tamam." Dedi pes ederek. "Sor bakalım." 

"Bir hayaleti bu dünyaya nasıl getirebilirim?" 

Gözlerindeki sert bakış beni ürküttü.

"Bunu yapamazsın."

"Biliyorum, sadece sormak istedim."

Bakışları yumuşadı ve ellerini kahvenin üzerinde tutarak kahveyi dalgalandırdı, ufak bir hortum halinde birkaç tur attırıp yeniden eski haline getirdi.

"Babanı özlediğini biliyorum."

Dudaklarımı ısırdım ve bencilliğim yüzünden kendime kızdım. Tüm merakımın sadece Rüyalar Alemindeki yabancı için olması, babamı hiç hatırlamamış olmam canımı yakmıştı. Suçluluk duygusu yüreğimi kemirmeye başlamıştı.

"Elbette özledim." Dedim yavaşça. Anneme bakmaya cesaret edemiyordum. "Ben başkası için sormuştum ama." 

Şaşırdığını hissedebiliyordum.

"Sevdiğin başka kimse ölmedi ki?" dedi soru sorarcasına. 

"Aslında tam olarak ölüp ölmediğini bilmiyorum. Önce bunu araştırmam gerekiyor. Ama böyle bir şey mümkün mü? Kısa süreli de olsa bu aleme ruhunu çekebilir miyim?" 

"Kim olduğunu bilmiyorum," dedi şüpheyle. "Ama bu çok tehlikeli. Vücudu bu aleme sıkışırsa zamanla öfkeli, kindar ve çok tehlikeli bir ruha dönüşecektir. O zaman da yapabileceğin tek şey ruhunu yok etmektir." 

"O nasıl yapılıyor peki?"

Merakımın onun hoşuna gitmediğini görmek zor değildi. Yine de uzun zamandır gizlediği şeyler için suçluluk duyuyordu ve bu yüzden anlatmaya devam etti.

"Kolay değil. Ama yapıldığı zaman geri dönüşü yok. Ruh kayboluyor ve bir ruh için yapılabilecek en kötü şey onu yok etmektir. Ona bir seçim şansı tanımamak, cennetten ya da cehennemden mahrum bırakmak."

Onu buraya getirmeye çalışırken sonunda tamamen yok olmasına sebep olmak da vardı. Bu yüzden bu seçeneği çok yükseklerdeki, bir daha uzanamayacağım bir rafa kaldırdım. Yapılabilecek en iyi şey yabancının kim olduğunu, neden ve nasıl Araf'a düştüğünü bulmaktı. Ona ancak bu şekilde yardım edebilirdim. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Elimdeki tek şey bir isimden ibaretti.

'Hunt.'

Soyadı Hunt olan binlerce insan olabilirdi. Nerede yaşadığını bile bilmiyordum.

Annem parmak uçlarını oynatıp saçlarımı dalgalandırınca zihnimi temizledim ve bunları gece yatmadan önce düşüneceğime dair kendime söz verdim.

"Hadi." Dedim sahte bir hevesle. Hayal kırıklığım boğazıma batıyordu, hevesim çoktan kurumuştu. "Bana havalı birkaç şey öğret."

Şansım varsa aklımı Rüyalar Aleminden buraya çekebilecek kadar havalı bir şey öğretirdi.

"Önce basit şeylerle başlayalım." Ufak bir el hareketi yaptı ve bardağı masanın üzerinde kaydırarak önüme getirdi. "Gücünün boyutunu merak ediyorum."

 "Bardağı kaydırırken rüzgarı mı kullandın?"

Bütün dikkatimi bardağın içindeki soğumaya yüz tutmuş kahveyi biraz olsun hareket ettirebilmek için topladım. Parmaklarımı bükerek bir kukla ustası gibi oynattım ve kahve tuhaf desenler halinde bardağın etrafında gezindi. Bu haliyle bir çeşit sarmaşığa benziyordu.

Annem dikkatimi dağıtmamak için usulca "Hayır," dedi. "Elementleri kullanabilen sadece birkaç cadı vardı. Onlar da yüzyıllar önce Cadı Savaşlarında can verdi."

 "İnsanlar tarafından yakılarak mı öldürüldüler yoksa?" 

Tarihte en sık olan şeylerden biri de insanların bilinmezliğin getirdiği korkuya yenik düşmesi sonucu çıkardıkları katliamlardı. Cadı olduğu tahmin edilen insanlar kazığa bağlanarak canlı canlı yakılıyordu, vampir olduğu sanılanlar ise göğsüne bir kazak yiyerek sarımsaklarla beraber yerin yedi kat altına gömülüyordu. Herkes bunun cahiliyetin sebep olduğunu düşünse de bu canilikti ve fırsat verilse bugün bile tekrarlanırdı.

Annem başını iki yana salladı.

"İnsanların ve Cadıların savaşında en çok can veren taraf insanlar oldu. Cadıların güçleri tahmin edemeyeceğin kadar büyüktü, bir yanardağ patlaması gibi insanın içinden taşıyordu. Safkandık, güçlerimizi doğadan alıyorduk ve en önemlisi kendimize inanıyorduk." Duraksadığından gözlerindeki hüzünlü bakışı yakaladım. "Şimdi ise cadı olduğundan habersiz yaşayan insanlar var ve inanç zayıfladıkça güç bir sonraki nesilde kırılıyor. Bir gün soyumuz tükenecek."

Son zamanlardaki en uzun konuşmasıydı. Bu beni mutlu etse de söyledikleri mutluluğumu söndürüyordu. Kendi soyumuza ait olanları tanıyamadığım, güçlerine ve başarılarına tanık olamadığım için içimde tuhaf bir boşluk oluşmuştu. İnsanın nerede geldiğini bilmemesi garipti.

Aynı zamanda soyumuzun tükenecek olması başka bir çıkmazdı.

Belki daha önce böylesinde tuhaf bir şey duymuş olsaydım gülüp geçebilirdim. Fakat daha birkaç gündür büyü ile iç içe olmama rağmen benimsemiştim. İçimde uyanan gücü seviyordum. Şimdi Rüyalar Alemine gitmemin öncesinde kör olduğumu düşünüyordum. Büyülü, mistik bir dünyanın kapılarını aralamıştım ve çok az şey yapabiliyor olmama rağmen ufak bir çocuk gibi sevinçliydim.

Annem desenler oluşturduğum kahveye gülümseyerek baktı. 

"Zamanla daha iyi olacaktır. Şimdilik zihin kontrolüyle büyü yeteneğini geliştirmeye bakalım."

"Kelimeleri kullanmadan uçabilir miyim?" diye sordum hevesle. Uçmaya olan merakımın nereden geldiğini bilmiyordum fakat havada süzülmek bir parçammış gibi geliyordu. Alice'in bakışları bir anlığına kararsa da kendini toparladı.

 "Hava elementini kullanabilen cadılar uçabilir." Dedi yeni bir fincan kahve yapmak için ayaklanırken. "Benim öyle bir yeteneğim yok."

"Denemekten zarar gelmez sanırım." Diye mırıldandım. Hunt'ın söylediklerini düşündüm.

 'Ayaklarını sarmalayan, seni kaldıran bir hava akımı düşün. Bir kuş tüyü kadar hafifmişsin gibi kolayca sana hükmeden bir akım.'

Gözlerimi yumdum. Daha önce yapmıştın. Rüzgarın yeni ayakkabılarım olduğunu hayal ettim. Parmak uçlarımdan bacaklarıma kadar uzanan güçlü bir sarmaşık olduğunu... 

"Katerina!"

Yanlış bir şeyler yaptığımı düşünerek gözlerimi araladım fakat sadece hayal ettiğim şey gerçekleşmişti ve yerden bir metre yükseklikte durmuş, tezgahın yanında şok olmuş bir şekilde dikilen anneme bakıyordum. Hafifçe kıpırdandım, etrafımda tam tur döndükten sonra "Vay canına," diye fısıldadım. "Kitaptaki büyüler çok şiddetli. Bu daha iyi. Kontrol edebiliyorum."

"Ama sen havayı kontrol edebiliyorsun?"

Bu tam olarak bir soru değildi fakat annemin şaşkınlığı cümleyi bir soruya çevirmiş gibi hissettim. Ayrıca uçabiliyor olmam Rüyalar Alemi ile sınırlanmadığı için mutluydum. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle yere indim.

"Alt tarafı uçtum." Dedim omuz silkerek.

Alice başını iki yana salladı.

"Bunun ne kadar önemli olduğunu bilmiyorsun."

Kolumdan çekip beni üst kata çıkardı ve yatak odasına soktu. Daha sonra yere eğilerek yatağın altındaki eski kalın bir kitabı alarak görebilmem için yukarı kaldırdı. Üzerindeki tozu üfleyerek dağıttı ve kitabı aralayarak sararmış yapraklar arasında bir şeyler aradı. Aradığını bulunca parmağıyla sayfaya birkaç kez zarifçe vurdu ve elimden tutup yere çökmemi sağladı. 

"İşte burada. Eski kadim cadılar ve elementleri."

Merakla sayfada göz gezdirdim. Önemli her cadı kitapta yer alıyor gibiydi. Adının altında cadıya benzeyen bir karakalem çalışması ve cadının özellikleri, yaşantısında imza attığı önemli başarıları not alınmıştı.

Ariel Hava Elementi yazan kabarık kısımda parmaklarımı gezdirdim ve merakla okumaya başladım.

"Hava, kadimlere göre hayat nefesi içerir. Aynı zamanda ses, düşünce ve radyo dalgaları taşıdığı için bir iletişim aracı olarak da görülür. Hareketli ve incedir. Zihni temsil eder.

Hava elementine sahip cadının adı ise Ariel. Beyaza yakın sarılıkta saçları, buz mavisi gözleri ile tasvir edilmiş..."

Kitaba yapılan çizimde neredeyse tanrısal bir havası vardı. Yazının devamında ise diğer üç elemente sahip cadı ile birlikte insanların zulmüne uğrayan cadıları kurtarmalarını, onlara refah bir yaşam sunmalarını anlatıyordu. Oluşturdukları Cadı Konseyi ile düzeni korumak için üç bin yıl boyunca cadılara hizmet etmişti fakat bir şeytanın avı olarak can vermişti.

"Şeytan mı?" diye fısıldadım.

"Sembolik değil. Bu kitapta yazılan her şey gerçek."

Zihnim düşüncelerimle bir girdap oluşturmadan altına alınan kısa notu okudum.

"Hava elementinin vücut bulmuş hali olan küçük yaratıklara Sylphs adı verilir. Daha çok hava perisi olarak bilinirler. Arkalarında bulunan altın sarısı kanatlar sayesinde çok hızlı uçabilirler. Zarif, narin yaratıklardır ve birçok yaratık gibi Sylphs'ler de görünmezdir." 

Duraksayınca annem bana gülümsedi. "Küçükken bu kitabı ilk okuduğumda onlardan bir tanesini görebilmek için anneme yalvarmıştım. Bana havayı kontrol edemediğimiz için göremeyeceğimi söylediğinde ise saatlerce ağlamıştım."

Gözleri anılarında seyahat ederken ben de ona gülümsedim. Daha küçük bir çocukken bu kitapları okuyor ve mistik yaratıklarla ilgili hayal kuruyordu. Kendi çocukluğum aklıma gelince yüzümü buruşturdum. Ben yalnızca yazarların yazdığı, gerçek olmayan hayal dünyalarına davet edilmiştim. Okuduğum fantastik kitapların bilgileri şimdi gözüme çok yalın geliyordu. Gerçek dünyada hepsi daha karmaşıktı.

Ejderhayı hatırlayınca ürperdim. Ve kesinlikle daha ürkütücü. Daha fazla düşüncelere dalmadan sayfayı çevirdim, bir sonraki elemente ve onu kontrol eden cadıya geçtim.

"Seraf-Ateş Elementi. Ateş, tarih boyunca ilahi gücün simgesi olarak görülmüştür, bu açıdan ilkel çağlarda ateşe tapma çoğunluktadır.

Ateş ışık verdiği için aydınlıktır fakat yakıcı olduğu için aynı zamanda azap verici, yıkıcı ve tahrip edici bir yanı da vardır. Bazı kadim mabetlerin sunaklarında daimi bir ateş bulunurdu. Bunun sebebi ise yine ilahi olmasından kaynaklanıyordu. Ateş elementine hakim olan kadim cadıya verilen birçok isme rağmen gerçek adı Seraf'tır, Yanan anlamına gelmektedir.

Söylentiye göre ateşten saçları, kor kızılı gözleri vardı. Cehennemin kuytularında yaşar, şeytanlarla dans ederdi. İyi ve kötünün arasındaki dengeyi sağlayan bir cadı olarak bilinirdi. Şeytanlar da dahil olmak üzere ateşten yaratılan her şeyi kontrol edebildiği söylentiler arasındadır. Cehennem köpekleri ve Salamander'ler tarafından korunduğu fakat Tanrının asi oğlu Lucifer'ı korumak için kendini feda ettiği söylenir." Kaşlarımı çatarak Alice'e döndüm.

"Salamander de nedir?"

Okuduğum yeri kaybetmeden sayfaları karıştırdı ve kanatsız ejderhaya benzeyen bir yaratık gösterdi. "Ateşte yanmayan efsanevi bir yaratık olarak biliniyor." 

Başımı yana eğdim ve yanağımın içini dişledim.

"Ejderhaya benziyor."

"Zaten öyle. Yani sayılır. Lucifer'ın bir ejderhası vardı. Lucifer'ın kanatları kesilip cennetten kovulduğunda, cehenneme düşerken ejderha Lucifer'a sadık kaldığı için tanrı ejderhasının da kanatlarını kesti. Bu yüzden daha çok kertenkele gibi duruyorlar. Fakat kökeni ejderhaya dayanıyor."

Kafamda dönüp dolaşan bunca bilgi beni sarhoş ediyordu. "Peki ya ejderha kanına sahip insanlar?" Annem gülerken bir yandan da kaşlarını çattı.

"Onu nereden duydun?"

Hunt'ın mavi gözleri zihnimi aydınlattı.

"Bir yerlerden..." Annem yeniden güldü.

"Başka bir zaman... Şimdi elementlere devam. Bunlar bizim tarihimiz. Benim için biliyor olman çok önemli." Başımı salladım ve kaldığımız yerden okumaya devam ettim.

"Ateşle çevirili kanatları olan yılan Seraf'ın sembolüdür.

Söylentiye göre bu yılanlar istediği zaman tenine yerleşebiliyor. Dövme gibi tenini sarmalayan ve hareketsiz duran bu yılanlar tehlikeli durumlarda Seraf'a dokunmaya çalışanları ısırabiliyor." Duraksadım ve "Vay canına." Demekten kendimi alamadım. Ben su elementine geçerken annem kahkaha atıyordu. "Kadim çağlarda hayatın denizden başladığına inanılırdı. Suyun yansıma gücünden dolayı bilgeliğin simgesi olarak görülürdü. Ateş gündüzün hakimi güneşi içerir, su ise gecenin hakimi ayı barındırır. Su, değişkendir. Etraftaki tesirlerin özelliklerini özümseyerek kendini sergiler. Hayat verici olduğu kadar, zehirleyici de olabilir. Temizleyici de olabilir, kirletici de... Fakat saf hali hayat verici ve arındırıcıdır.

Niksa da diğer üç kadim cadı gibi kendi elementine hükmedebilen tarihteki tek cadıdır. Gri saçları ve gözleriyle suyun içinde görünmez olduğu söylenir. Aynı zamanda deniz kızları, su perileri ve Siren'lere de hükmettiği söylentiler arasındadır. Vaktinin çoğunu denizde ve göllerde geçirdiği için konseydeki diğer cadılar haricinde onu gören, tanıyan cadı bulunmamaktadır." Kitaptaki çizimde saçları bir sarmaşık gibi vücudunu sarıyordu ve gri gözleri haricinde onu tanıyabileceğimiz başka bir detay yoktu. Yine de bir tanrıça kadar güzel görünüyordu. 

"Bir diğer deyişte insanın topraktan var olduğu ve toprağa döneceğinden söz edilir. Toprak yaşamın ve doğanın ayrılmaz bir parçasıdır. Yokoluş ile var oluşun sırrına ve döngüsüne tanıklık eden bir elementtir.

Auriel toprak perilerine ve cücelere yıllarca hükmetmiştir. Aynı zamanda çamurdan kendine koruyucu savaşçılar yaratmıştır. Bu çamurdan savaşçılara Goblin adı verilir." 

Bir kahkaha attım.

"Cücelerin var olduğunu hiç düşünmemiştim."

"Boyları ufak ama sinirli tipler. Ve çok sinir bozucu olabiliyorlar. Küçükken bir tanesi saçımı çekmişti." Şaşkınlıkla anneme baktım.

"Bir cüce ile nerede karşılaştın ki?"

"Babamla seyahat ediyorduk ve Karanlık Orman'dan geçmemiz gerekmişti... Çok uzun bir hikaye ama söz veriyorum sana bir gün anlatacağım."

Omzumu sıvazladı ve uyuşmuş ayaklarıyla kalkıp yüzünü buruşturdu.

"Neden sen okumaya devam etmiyorsun? Bu sırada ben de akşam yemeğini hazırlarım."

Ona gülümsedim. Yeniden bir aile olmak çok güzeldi. Önemli bir parçamız eksik olsa bile...

"Yardıma ihtiyacın olduğunda seslen, lütfen."

Kendimi yerdeki halıdan yatağın üzerine transfer edip sayfaları karıştırdım. Öğrenmem gereken o kadar çok şey vardı ki, ömrümün yeteceğinden emin değildim.

Bir yanım saatlerce bu kitabı okumayı, geçmişimizi ve diğer mistik yaratıkları öğrenmeyi istiyordu. Diğer yanım ise gece olmasını, uyku vaktinin gelmesini ve Hunt ile görüşmeyi iple çekiyordu. Bir cadı olmama nasıl tepki verirdi? Belki de ucube olduğumu düşünür ve Rüyalar Alemine bir daha gelmezdi.

Sonra ölü bir adamla bir cadının arkadaşlığının çok da tuhaf olmayacağına karar verdim.

Ölü kelimesi zihnimde asılı kaldı.

Bu konuda yapabileceğim bir şey olmaması canımı sıkıyordu. Zaten ölü olan birini nasıl kurtarabilirdim ki? Alice'in Araf hakkında bildiği bir şeyler olmalıydı. Kalın kitabı gürültüyle kapattım ve çıkan toz yüzünden üst üste hapşırarak alt kata indim. Zahmetli olmasına rağmen üşenmeden lazanya yapmaya girişen anneme gülümseyerek baktım. Artık gerçekten iyi görünüyordu.

Bir kez daha hapşırınca bana döndü.

"Kitap yüzünden olmalı. Uzun zamandır ona elini süren olmamıştı."

"Sorun değil." Diye mırıldandım sandalyeye çökerken. Kitabı masaya bıraktıktan sonra duraksadım ve doğru kelimeleri aradım fakat zihnim bomboştu. Olduğu gibi söylemeye karar verdim.

"Araf hakkında ne biliyorsun?"

Annemin sosa bulanmış parmakları duraksadı.

"Çok fazla şey değil."

Tırnaklarımı huzursuzca masaya vurunca bana döndü ve kalçasını tezgaha yasladı. Yüzü ifadesizdi ama sorularımın hoşuna gitmediği barizdi.

"Kathe," dedi ve yutkundu. "Neler oluyor?"

 "Bir şey olduğu yok," dedim bakışlarımı kaçırarak. 

"Sorduğun soruların ne kadar tehlikeli olduğunu henüz fark edemiyorsun, umarım benden habersiz kötü bir şekilde öğrenmezsin."

Tırnaklarımı avuç içlerime bastırdım.

"Korkma, başım belada değil." Henüz.

"Umarım öyledir, Katerina." Dedi dudaklarını birbirine bastırarak. "Umarım öyledir."



Yorum yapmayı lütfen unutmayın... Okuduğunuz için teşekkürler.

Continue Reading

You'll Also Like

61.1K 207 9
istek söyleyin kpop smut yazayım
191K 15.8K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
7.1M 640K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...
844K 19.6K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...