Bir Papatya Şarkısı

By KubraKb

56.7K 6.4K 13.8K

Bazı papatyalar siz yapraklarını koparmadan önce son şarkılarını söyler. Işıltılı bir hayatın, ünlü şarkıcı P... More

Bir Papatya Şarkısı
1: Bazı Işıklar Fazla Parlar
2: Bazı Dilekler Uzay Boşluğuna Uçar
3: Bazı Kaçışlar Kaçınılmazdır
4: Bazı Anlar Anlamsızdır
5: Bazı Saatler Yelkovanı Hapseder
6: Bazı Sırlar Sınırları Zorlar
7: Bazı Kahramanlar Pelerin Takmaz
8: Bazı Yolculuklar
9: Bazı Kaoslar
10: Bazı Hayaller Ayakta Gidilen Otobüse Benzer
11: Bazı Hayranlar
12: Bazı Yakınlıklar
13: Bazı Anlamlar
14: Bazı Papatyalar Daima Solar
16: Bazı Karmaşalar

15: Bazı Hisler Ansızın Doğar

3.2K 274 180
By KubraKb

15: Bazı Hisler Ansızın Doğar

"Burası mı?"

Polat arabayı park eder etmez kendimi dışarı attım, bu aceleciğim ve fevri tavrım karşısında söylenerek peşimden indi. Anahtarları cebine koyarken temkinli bir sesle uyarılarını yapmayı sürdürüyordu.

"Neden burada buluşmak istemiş ki? Güvenilir bir mekana benzemiyor."

"Sen ona bakma," dedim hızlı adımlarla mekanın girişine yürürken. "Paparazilere yakalanmayalım diye ipsiz sapsız tiplerin takıldığı mekanlara çok sık gider, o yüzden seçmiş olmalı."

"Seninle gelmek istiyorum."

Polat usulca koluma dokunduğunda kapıdan girmeden önce duraksadım, önce kolumu tutan parmaklarına, sonra yüzüne baktım.

"Olur da yine bir magazin çekim yapmaya kalkarsa sen de benimle birlikte manşet olacaksın. Zaten bundan önceki fotoğraflarda da çıktın, o yüzden uzakta kalman daha iyi olur."

Sakince açıklama yaparken elimden geldiğince yumuşak bir ses tonu kullanmaya çalıştım, mekanın girişinde tek tük insan olmasına rağmen ikimizi de garantiye aldım ve biraz sola doğru çekilip onu da kendimle götürdüm.

"Merak etme, aksi bir durum olursa seni arayacağım."

"Acil arama kısmına kaydet," diye yineledi. "Hala bunun doğruluğundan emin değilim."

"Çağrı ile konuşmayı çok uzatmam, sonra hemen döneceğim. Burada bekleyebilirsin."

Uzandım ve omzunu okşadım, bunu neden yaptığımı bilmesem de onu rahatlatma ihtiyacı hissediyordum. Dokunuşumla beraber bu kez o eğildi ve omzuna koyduğum parmaklarıma baktı.

Birkaç gündür bu dokunuşlar olduğundan farklı bir anlam içermeye başlamıştı, ateşe dokunmuş gibi elimi hızla geri çektim.

Siyah kadar koyu gözleri uzun süre gözlerimde kaldı, benimle konuşurken daha yumuşak bir hal alan yüz ifadesi şimdi sertleşmişti, kaşlarının hafifçe çatıldığını, derin nefesler aldığını, çenesinin kasıldığını görüyordum. Onu bu kadar geren şeyin ne olduğunu anlayamıyordum.

"Hey," diye mırıldandım muzip bir sesle. "Böyle davranırsan benden hoşlandığını falan düşüneceğim, kendine gel. Yoksa dileği tutmadan önce sen de benden nefret eden insanlar arasında mıydın?"

Cümlelerimle gözlerini kıstığında daha çok sırıttım ve kulağına eğildim. "Doğru söyle. Kızmayacağım. Şarkılarımı dinleyip hakaretler ettiysen..."

"Papatya," dedi tok bir sesle.

Bu güçlü bir uyarıydı, şakam yok dercesine suratıma bakıyordu. "Başına bela almakta usta olduğun için endişelendim, hepsi bu. Anladın mı?"

Elbette benden hoşlandığını söylemesini falan beklemiyordum ancak biraz sataşmak hoşuma gidiyordu, normal bir günde her an her yerde herkesle flört edebilecek kadar umursamaz ve şımarık olan o yönüm bu adamın yanında pısırık bir yavru kediymişim gibi köreliyordu. Anlayamıyordum.

"Tamam patron," dedim usulca ondan uzaklaşırken. "Ciddileşiyorum."

Sonra ona göz kırptım ve el salladım. Uzun boyu, bir korumayı andırmasına sebep olan baştan aşağı siyah renk seçtiği kıyafetleri, alnına düşen uzun saçları ve alev alev yanan gözleri kapının dışında kaldı.

Önüme döndüm ve karanlığa açılan kapıdan giriş yaptım.

"Hoş geldiniz. Rezervasyonunuz..."

Kapıdaki genç çocuğun kulağına, "Acelem var, olur mu? Bir arkadaşımı görüp çıkacağım," diye mırıldandım.

Ardından onu şaşkınca bırakıp hızlı adımlarla ilerledim, yolda gelirken gördüğümüz ufak bir yerden rahat hareket edebilmem için spor ayakkabı almıştık. Polat kendi kapüşonlarından birini kendimi kamufle edebilmem için bana vermişti, başımı öne eğerek yürüdüğüm için yüz hatlarımı gizlemeyi başarıyordum.

Genellikte Çağrı'nın hangi kısımlarda takıldığını bildiğim için doğruca bar bölümüne yürümeye başladım. Adımlarımın gittiği yer beni yanıltmadı, henüz öğle vaktinde olmamıza rağmen dans etmeye başlamış olan insanların arasından geçip taburelerin olduğu kısma ilerledim. Başımı iyice eğmiş, kimseyle göz göze gelmemeye özen gösteriyordum.

İçerisi son derece karanlık olduğu için sorun teşkil etmiyordu. Adımlarımı durdurduğumda uzanıp Çağrı'nın omzuna dokundum, hızlı bir şekilde bana döndü.

"Papatya."

Beni görür görmez şaşkınca kalkan kaşları huzursuz hissetmeme sebep oldu, durdu ve baştan aşağı beni süzdü. Kapüşonun içine sıkıştırdığım saçlarıma, görmeye alışık olmadığı kılığıma, korkakça etrafta gezinen gözlerime baktı.

"Geldim," dedim telaşla. "Hemen konuşalım, fazla vaktim yok."

Yanındaki tabureye oturduğumda sorgularcasına başını salladı. "Neden?"

"Akşam uçağım var," dedim ona doğru eğilip fısıldarken. "Her şey tersine döndü Çağrı, düzeltmek zorundayım."

Titrek bir nefes verdim ve yutkundum. "Bali adasına gidiyorum."

"Konunun orayla ne ilgisi var?"

Şüpheci sesine karşılık sustum ve onu inceledim. Kafamda eksik olan taşları oturtmaya çalışıyordum, Çağrı neden değişmemişti?

"Bana bak lan," dedim omzuna bir tane indirirken. "Aramamandan anlamıştım zaten. Sen de Furkan gibi çıktın değil mi? Normalde beni sevmiyordun. O yüzden hislerin değişip nefrete dönüşmedi. Yoksa çoktan bana saldırman lazımdı, benim sana ulaşamamam lazımdı. Ölüme terk etmen lazımdı."

"Cani miyim kızım ben?"

Şaşkınca beni inceliyordu. "Neden öyle şeyler yapayım? Zaten konserden beri ne olduğunu da anlamadım, her şeyi düzgünce baştan anlat diye seni çağırdım. Ne yapıp edip şu bok çukurundan kurtulalım."

"Başka bir zaman olsa neden beni sevmediğinle, çıkar ilişkinle ilgili epey bir söverdim ama şimdi hiç vaktim yok. Beni sakince dinleyen bir tanıdık bulmuşken bunu düşünemem, şimdi en başından anlatıyorum. Acilen çöz bu aptal şeyi!"

"Bir bakacağız," dedi sıkıntılı bir nefes verip başını ovalarken. "Burası çok sesli, şöyle geçelim."

Tabureden kalktığında peşine takıldım, hızlı adımlarla mekanın daha tenha olan arka kısımlarına yürürken tepedeki kırmızı ve mor ışıklar arada bir suratımıza değip geçiyordu. Müzikle uyum sağlayan insan bedenleri belli belirsiz seçiliyordu, aralarından geçtik.

Bir anlığına etrafı kontrol ettiğimde tanıdık bir yüz gördüm, adımlarım durdu. Oydu.

"Polat," diye fısıldadım.

Dans eden kalabalığın arasında, ellerini göğsünde bağlamış, olduğum yöne bakıyordu. Nereye gittiğimi sorarcasına başını salladığında içeri girmiş olmasının şaşkınlığını yaşıyordum, ışıklar yeniden yer değiştirdi ve yüzünü göremedim.

"Bir şey mi dedin?"

"Yok," dedim Çağrı'nın peşinden hızlı adımlarla ilerlerken. "Bir şey demedim. Nereye geçiyoruz?"

"Şu arkada girişi yasak bir bölüm var, mekan sahibi beni tanıyor."

Birlikte köşeyi döndük, müzik ve insan sesleri artık duyulmaz bir hale geldi. Koridoru geçtiğimizde Çağrı önde, ben arkadaydım. Söylediği gibi buradan kimse geçmiyordu, güvendeydik. Değil magazin, herhangi bir...

Düşüncelerim, sırtını seyrettiğim adamın aniden bana dönmesiyle bölündü.

"Sen," dedi.

Kaşlarımı çattım, neden durduğumuzu sorguluyordum. "Ne oldu Çağrı? Ne ben?"

Korkunç bir şey gerçekleşti ve yüz ifadesi birkaç saniye içinde alabileceği en kötü şekle büründü, kaşları delice çatıldı, suratı kırıştı, normalde gülerken görmeye alışık olduğum dudakları kasıldı ve dişlerini sıka sıka üzerime yürüdü.

"Seni geberteceğim," derken suratıma tükürür gibi konuştu.

Panikle geriye kaçtım. "Ne saçmalıyorsun Çağrı? Kendine gel."

"Kendi ayağınla geldin, her zaman böyle aptalın tekiydin. Seninle çalışmaktan hep nefret ettim."

Kanımın donduğunu, hareket etme yeteneğimi kaybettiğimi hissettim. Ellerim titrerken öne doğru uzattım ve bana yaklaşmaması için durdurdum.

"Orada kal," diye fısıldadım. "Sakın yanlış bir şey yapayım deme. Çağrı, ben Papatya'yım. Kendine gel! Hemen kendine gel! Benim, ben..."

Nafile, ne kadar büyük bir bozguna uğratıldığımı ancak fark ediyordum.

"Çağrı kendine gel," diye yalvardım ancak beni duyuyor gibi görünmüyordu.

Bir anda üzerime doğru atıldı ve beni duvarla kendi arasında sıkıştırdı. Eli boğazıma yapıştığında gücü karşısında çaresizce çırpındım, bedenim can çekişirken aynı anda yüzlerce şey düşünüyordum.

"Dur," dedim beni boğan ellerinden kurtulmaya çalışırken. "Du...Dur."

Koridordan kimse geçmiyor, beni Çağrı'nın korkunç gözlerinden kurtaramıyordu. Elleri daha da sıkılaştı ve parmakları boynumun içine girecekmişçesine canımı acıttı, dişlerini sıkarak konuştuğunda onun tanıdığım adam olmadığını anladım.

"Ölmeyi hak ediyorsun," derken kalpten bir nefret hissettim.

Cevap basitti, Çağrı bana zarar verebilmek için yalan söylemişti. Çevremdeki birçok insan gibi onun da hisleri değişmişti, ben koca bir ahmaktım. Onu Furkan'la kıyaslamakla, bu yüzden zararsız kalacağını düşünmekle en büyük tehlikeye atılmıştım.

Nefessizlikten gözlerim kapanırken, "Yap... Yapma..." diye sesler çıkarıyordum, kelimelerim kesik kesik, soluğum düzensizdi.

Telefonuma ulaşmaya, cebimden çıkarıp Polat'ı aramaya çalıştım. Çağrı bunu fark eder etmez elimi tuttu ve var gücüyle bileğimi sıktı. Acıyla inlediğimde bedenimin üzerindeki bedeninden kurtulamıyordum.

"İmdat..."

Çağrı tüm gücüyle beni arka taraftaki odaya sürüklemeye başlamışken koridorun ucundan bir başka ses duyuldu. Adım sesleri kalp hızımı yavaşlattı, ritmimin normale döndüğünü hissettim.

Çünkü yüzünü görmesem de burada olduğunu biliyordum.

"Kızı bırak!"

Polat'ın gür sesiyle koridoru inletip üzerimize koşması birkaç saniye sürdü, öyle güçlü bir şekilde Çağrı'yı üzerimden aldı ki darbesiyle ben de sürüklendim ve yere düştüm. Yere kapanarak öksürmeye başladığımda Polat Çağrı'nın yüzünü dağıtacak şekilde sert yumruklar indiriyordu.

"Ne hakla dokunuyorsun ulan ona?"

Bir yumruk daha indirdiğinde Çağrı burnundan akan kanı sildi ve yakasına yapışmış olan adama baktı. Kim olduğunu bilmese de bana yönelttiği nefret dolu bakışların aynısını ona karşı takındı. Polat onun gömleğinden tutup kaldırmış olmasına rağmen sırıtmaktan geri durmadı.

"Sen kim oluyorsun lan piç?"

"Gel de daha yakından tanışalım."

Polat cümlesini bitirdiği gibi Çağrı'yı kaldırdı ve duvara çarptı. Çağrı ona karşılık vermeye başlayınca çığlık attım, Polat'ın gözüne vurduğunu görüyordum.

Yerden kalkıp onlara koştuğumda Polat, "Uzak dur Papatya," diye bağırdı.

"Bırak," dedim telaşla. "Hemen gidelim."

Boşluğumuzdan faydalanan Çağrı çirkin bir kahkaha atıp kulaklarımı acıttı, ardından koridorun girişine, insanların olduğu yöne doğru bağırdı.

"Millet! Bakın burada kim var? Papatya Parlar! Evet, ta kendisi!"

Polat bir yumrukla onu yeniden duvarın dibine yığdığında Çağrı susmak bilmiyordu, içineki öfke öyle kuvvetli kaynıyordu ki kendisi yapamıyorsa bile birinin bana zarar vermesi için her şeyi yapıyordu.

Koridora doğru süründü ve bağırdı. "Papatya Parlar burada!"

Polat hiç beklemeden elimi tuttu ve koşmaya başladık, tuvalete gitmek için bulunduğumuz koridora giren bir çift şaşkınca kanlar içinde yatan Çağrı'ya bakıyordu.

Oğlan sordu. "Burada..."

"Papatya Parlar, o burada! Haddini bildirecek kimse yok mu?"

Polat'ın elini daha sıkı tuttum ve koridordan çıktık, kalabalık insan güruhunun içinden koşarken telefonumun bildirim sesi susmuyordu. Nefes nefeseydik, korkuyla Polat'a yapışmışken öksürmeye devam ediyordum, boğazım hala yanıyordu.

"Yanımdan ayrılma!"

Polat benim duyabileceğim şekilde bağırdığında sesi müziği bastıramıyordu, yeniden önüne döndü ve elimi sımsıkı tutarak koşmaya devam etti, insan kalabalığını delip aştı ve çıkışı bulmaya çalıştı. Ne yazık ki karanlık bize izin vermiyordu.

"Ne yapacağız?" dedim ağlarcasına arkasından yetişirken.

Bar bölümünün arkasına doğru geçtiğimizde Polat durup durumu kontrol edebileceğimiz bir duvar kolonunun arkasına saklandı, vücutlarımız kamufle olduğunda dışarıdan çok az görünüyorduk. Polat kollarını iki yanımdan uzatıp bedenini biraz daha üzerime yaklaştırdı, bu tarafa bakan biri doğruca sırtını görecekti. Çok pratik bir hareketle kapüşonumu aşağı çekti ve geri çekildi. Keskin yüz hatları hala çok yakınımdaydı, nefes nefese etrafa bakıp bir çıkış yolu aradı, gözleri karanlığı taradı.

"Ön taraftan geçmek çok zor, güvenlikler de buraya geliyor. Koridoru çok net gören bir kamera vardı."

Titreyen ellerim göğsündeydi fakat cebimdeki telefon titremeye, tüm dikkatimi dağıtmaya devam ediyordu.

"Şunu kapatmam lazım," diyip telaşla ekranı kontrol ettiğimde bu gece yaşayabileceğim en kötü anlardan biri daha yaşadım.

"Allah kahretsin," derken sesim bozguna uğradığımı belli edecek kadar güçlü bir hayal kırıklığı taşıyordu. "Bittim ben."

Polat etrafı yoklamaya ve kaçabileceğimiz bir alan aramaya devam ederken göz ucuyla bana baktı. "Sorun ne?"

"Benden nefret edenlerin üye olduğu kalabalık bir grup var. Birbirlerine haber vermişler."

Nefesimi tuttum, kalbim korkuyla çarparken son cümlem dehşet vericiydi. "Yerimi öğrenmişler. Adresi paylaşmışlar, hatta birisi şu anda içeri girdiğini söylüyor."

Polat yeterince kırmızı alarm vermemişiz gibi durumu daha vahim hale getiren bu haberi işittiğinde tepki veremedi, zihninin ne kadar yoğun çalıştığını ve giderek çıkmaz bir hal aldığını koyulaşan gözlerinden anlıyordum.

"Kim bu insanlar?" Diye öfkeyle söylenirken saçlarını geriye attı ve son kez karanlığın içine baktı. "Gel benimle."

Sesindeki gerginlik bana çaresiz hissettirdi, o an ilk kez bu adamın bile beni kurtaramayacağı kadar tehlikeli bir tuzağın içine düştüğümü anladım. Telefonu parçalamak, olanları reddetmek, son bir saat hiç yaşanmamış gibi sabah kahvaltısına dönmek istiyordum. Keşke bu ekran parçalandığında içindeki insanlar da yok olabilseydi.

"Çıkışta bekleyenler olmalı, dikkatleri dağıldığı için içeri girmeye devam edecekler. Onlar bizi ararken kaçıyor olmamız problem yaratır, bir yere pusmalıyız."

"Bu mekanı o kadar iyi bilmiyorum," diye telaşla etrafa bakındığımda tepemizden hızla yanıp sönerek geçen kırmızı ışıklara yetişemiyordum.

"Locaların olduğu bir bölüm var. Sakinliğini koru, tamam mı?"

Donakalmış halde beklerken elini sımsıkı tutuyordum.

"Papatya," diye fısıldadı. "Duydun mu?"

Adımı telaffuz ediş biçimi beni kendime getirdi ve yavaşça başımı salladım. "Sakin kalacağım."

Oysa ölümümün kimin elinden olacağını düşünmeye başlamıştım, bu dileğin aptal büyüsü bozulmadığı müddetçe kurtuluş yolum falan yoktu. İnsanlar benden nefret ediyor, bana ihanet ediyor, yalanlar söylüyordu. Hayatım bitmişti.

"Şu içeceği tut."

Bar kısmından kaptığı kırmızı renkli bir kokteyli elime verdiğinde birlikte loca kısmına yürüyorduk, yeniden dans eden insanların arasına karıştık ve koridor kısmında kopan kıyametin bizimle hiç ilgisi yokmuş gibi sakindik. Tenha bir bölümde kalan kısma yaklaştığımızda Polat hedefe odaklanmış şekilde yalnız başına oturan bir genç kadının yanına yöneldi. 

"Sevgilim biraz fazla sarhoş oldu, ayakta duramıyor. Buraya oturabilir miyiz?"

Başka boş yer olmadığını gören kızıl saçlı kadın etrafa şöyle bir bakındıktan sonra başını salladı. "Tabii."

Polat karizmatik bir tebessüm bahşetti ve kalın sesiyle mırıldandı. "Teşekkürler."

Kızın da ona gülümser gibi olduğunu gördüm, sonra pipetini dudaklarına götürüp tatlı bir sesle yanıtladı. "Rica ederim."

Yanımdaki adamda karşı koymakta güçlük yaşanan bir aura vardı, yutkunup elini daha sıkı tuttuğumda bu engeli bu kadar rahat aşmış olmasına hayran kalmıştım. Biraz sonra yan yana oturarak tamamen karanlıkta kalmış olduğumuz locada, yanımızda tanımadığımız üçüncü bir kişiyle beraberdik.

"Onunla sohbet etmem gerekiyor, bu tarafa gelen olursa doğruca bizi es geçecek. Sırtını biraz böyle dön, evet. Yüzünü o yöne çevirme."

Kulağıma doğru yönlendirici komutlar fısıldarken elini belime doğru uzatmış, parmaklarını kıvrımıma yerleştirmişti.

"Ben de konuşayım mı?"

"Sarhoş olduğunu söyledim, sen bana bırak."

Son cümleyi söyler söylemez yeniden kadına döndü, telefonuyla ilgilendiği için kızıl saçları yüzünü kapatmış olan kadın bizim farkımızda bile değildi.

"Bugün burada değişik bir atmosfer var. Biraz basık görünüyor."

Polat'ın sesini işiten kadın başını telefonundan kaldırdı ve uzun kirpiklerini ona çevirdi. Ne söylemeye çalıştığını anlamadığı için gözlerini kıstı, başını hafifçe sağa eğdi ve mırıldandı.

"Genelde böyledir. İlk kez mi geliyorsunuz?"

Polat kadının zeki sorusuna karşılık hafifçe sırıttı, ince ayrıntıyı fark etmemek imkansızdı. Yarı bayık sarhoş taklidi yapsam da biraz huzursuzlanmıştım.

Kadın genel bir soruyu çok iyi bir şekilde özel soruya çevirmişti.

"Pek takıldığım bir yer değil."

Kadın tekrar gülümsedi. "Öyle mi? Önerdiğiniz mekanlar var mı?"

Bu soru ilkinden bile fenaydı, göz göre göre haddini aşıyordu. Yüzündeki o imalı tebessüm ve kirpiklerinin altından attığı bakış yerimde hafifçe dikleşmeme sebep oldu.

Numaradan bile olsa burada sevgilisi olduğunu bildiği bir kadın vardı. "Öhöm."

Polat şaşkınca bana döndüğünde kadının da dikkati dağıldı ve beni yeni fark etmiş gibi gözlerime baktı. Ben bozuntuya vermemek için halsiz bir şekilde esnerken göz kapaklarımı yarıya indirmiştim.

"Fena çarptı ya..."

Esnerken ağzım yırtılacak gibiydi, bu tuhaf tavrım karşısında ikisi de anlık bir duraksama yaşadı.

Sonra adım seslerini işittim ve göz ucuyla o tarafa baktım, kapı ağzında bekleyen güvenliklerin birçoğu tam tahmin ettiğimiz gibi içeri koşmuştu. Üstelik hiçbiri gözünün ucuyla bile loca kısmındaki misafirlere bakmamıştı, üç kişi oturuyor olmamızın etkisi büyüktü. Kapıya doğru kaçamak bir bakış attım, sadece birkaç dakika sonra oradan kaçacak, özgürlüğümüze kavuşacaktık.

"Size de sıcak bastı mı?" diye elimle yüzümü yelpazelerken kadın tamamen uyumuyor olduğumu anladı ve tekrar telefonuna döndü.

Yakalanma riskimizin daha az olduğunu anladığımda Polat'a doğru döndüm ve elimi karnının üzerinden beline doğru atarak sarıldım.

Polat kaskatı kesildi, bu beni güldürecek gibi oldu. "İyi misin canım?"

Mayışmış bir sesle sorduğum soru karşısında hafifçe öksürdü ve kolunu kolumun üzerine atarak hareketimi garipsemediğini belli eden bir role büründü.

"İyiyim güzelim. Sen?"

Güzelim mi? Bu kelimeyi gerçekten kullanmış gibi heyecanlanınca kafayı yemeye başladığımı anladım.

"Süperim," diye sırıtırken kendi kendime gülmeye başladım.

Bu rol icabı çakır keyiflikten olsa da içten içe gerçek bir keyif yaşıyordum, odağının tamamen üzerimde olması ilginç bir şekilde çok hoşuma gitmişti.

"Emin misin?" diye soran genç adam başını hafifçe eğdi ve göğsünde yatan bana baktı.

Bu hareketiyle beraber iyice yakınlaştık çünkü çenemi yukarı kaldırmış, yüzü yüzüme bir nefeslik mesafedeyken gözlerine kilitlenmiştim. Tutuşumu istemsizce sıkılaştırdığımda Polat ummadığım bir şey yaptı ve biraz hareketlendi.

Elinin belimdeki kavrayışı güçlendi, nefesim bir anlığına kesilir gibi oldu ancak belli etmedim.

Kulübün kırmızı ışıkları birkaç saniyeliğine bizi aydınlatıp geçtiğinde gözlerindeki dikkatli bakışı fark edebildim, ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyor gibiydi.

"Dikkat çekmemeye çalışıyorum," diye fısıldarken sesim içerideki yüksek müziğe karışarak anlaşılmaz bir hal alıyordu.

Bir süre gözlerime bakmaya devam etti, beni duyduğundan emin olsam da yanıt vermekte acele etmedi. Bu tehlikeli ve garip anda yanımızdan birilerinin daha koştuğunu, müziğin azaldığı ve ritmin yavaşladığı anlarda bağırışları duyduk.

"Neredeler? Çıktılar mı?"

"Kaybettik!"

İnsanlar koştururken müzik tekrar arttı, ritim yeniden yükseldi ve karanlık bizimle birlikte her şeyi gizledi. Işık birkaç saliseliğine yüzümüze dokunup kaçıyor, birbirimizi görmemizi zorlaştırıyordu.

Oysa görmeme gerek olmadan onu her zerresiyle hissediyordum, elimin altında duran bedeni hala kaskatıydı, daha evvel birçok kaçış anı yaşamış olmamıza rağmen bu içlerinde en yakın temas halinde bulunduğumuz ve...

En çok hoşuma gideniydi. Ruh hastası gibi hissettim.

"Ne kadar denersen dene her yerde dikkat çekiyorsun.

Fısıltısı dudaklarıma çarptığında göz kapaklarım kendiliğinden kapandı, ne demişti o? Normalde yüksek ve kalın şekilde duymaya alıştığım o ses şimdi derinden ve boğuktu, cümlesiyle beraber belimi biraz daha sıktığında vücudum ona doğru yükseldi.

Nabzım hızlandı, bedenimin kaynağı belirsiz bir sıcaklık yüzünden ısınmaya başladığını hissettim. Neler oluyordu? Neden geri çekilmiyordum?

İkimizin de oyun olmadığını bildiği bu gerilim dolu anda diğer elimi usulca kaldırıp boynuna koydum, damarını hissettiğim an dudaklarım kendiliğinden aralandı. "Dikkat çekici olduğumu mu düşünüyorsun?"

Daha önce bu cevabı aldığım birçok kişi olsa da hiçbiri bu kadar cezbedici gelmemişti, parmaklarım teninde kıpırdadığında o da gözlerini kapatır gibi oldu, sabırsızlandım.

"Seni gördüğüm ilk anda beri böyle düşünüyorum."

Bu itiraf ipleri koparan son şey oldu, yutkundum. O an yapılabilecek birçok şey vardı, mantıklı bir sürü şey sayarak uzaklaşmam gerekiyor olabilirdi, düşünmeme gereken şey dudaklarının ne kadar güzel göründüğü, kokusunun ne kadar mest edici olduğu olmamalıydı. Kaçmak, gitmek, kurtulmak olmalıydı.

En olmaması gerekene kapıldım. Parmaklarım boynunu sardı, belimdeki büyük elinin güçlü baskısını hissederken aramızdaki santimlik mesafeyi kapattım.

Onu öpmeye başladım.

Dudaklarımı dudaklarında hissettiği ilk an bu kadarını beklemediğini belli eden bir duraksama yaşadı, elimin altındaki teni yeniden gerildi ve kasıldı. Nefes alıp almadığımız hakkında fikrim yoktu çünkü zihnim dudaklarından başka hiçbir şey hakkında teori üretemiyordu. Koca bir boşluğa savrulmuştum ve bu hiç olmadığı kadar eşsizdi. En son ne zaman bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyordum, kalbim göğsümü delecek gibi çarptı.

"Kahretsin," diye fısıldadığını işittim ve buna son vereceğini düşünerek ürktüm.

O ise tam tersini yaptı ve tek hamlesiyle beni oturduğumuz yerde yarı uzanır duruma getirdi, başım geriye düşerken belimdeki eli daha yukarı uzandı ve tüm kolu kuvvetli bir şekilde bedenimi destekledi. Dudaklarım, yapacağı her şeye hazırmış gibi bir manzara sunduğunda bir saniye bile kaybetmedi ve sertçe yapıştı.

Öyle tutkulu bir öpücüktü ki sarsıldığımı, tamamen düşeceğimi hissettim. Buna izin vermeyeceğini belli edercesine bedenime sarılıp benimle öpüştüğünde iki elim de boynuna dolanmıştı, güçlü hamleleri kalbimi daha hızlı çarptıyor, beni yaşadığımız andan çok daha farklı bir yere fırlatıyordu, zihnim bana bir oyun oynadı ve şu anda da baş başa kalmış olduğumuzu düşünmeme sağladı.

Günlerdir her görüşümde dokunmamak için kendime engel olduğum siyah saçları parmaklarımın arasındaydı, boynunu ve çenesini okşarken ellerinin sırtımdan belime kaymasına izin verdim. Bunu hem çok sert hem de yumuşak yapıyordu, parmaklarının hangi noktalara dokunduğunu çok yakından hissediyor, bu kadar iyi hareket etmesine karşın daha çok aralanan dudaklarıma engel olamıyordum.

Beklenti dolu bir inilti ağzımdan kaçtığında dudakları bunu bile yutacak bir hamleyle dudaklarıma kapandı, nefesim bana yetmemeye, kalbim göğsümde sıkışmaya başladı. Göğüslerime yaklaşan parmaklarını daha sert bastırdığında irkilip ona sarıldım.

Gözlerimi açsaydım yaşadığımız şeyi sorgulayacaktım, ne yapıyorduk? Ben ne saçmalıyordum?

Beni nefessiz bırakana dek öptükten sonra soluklanabilmem için usulca geri çekildi, göğsüm hızla inip kalkarken dokunduğu her yer yanıyordu, resmen titriyordum. Yüksek bir akıma kapılmışız gibi kendimizi kaybettiğimiz bu anda parmaklarımın altındaki teninin benden farksız olduğunu hissetmek, yavaş yavaş terlemeye başlaması aramızdaki elektriği daha da arttırdı, göz kapaklarımı yarım araladığımda onun kendinden geçmiş bir yüz ifadesiyle üzerime uzandığını gördüm.

Kaşlarının çatık oluşu, çenemden boynuma doğru inen inatçı dudakları beni daha çok heyecanlandırdı ve saçlarını çekmeme sebep oldu, buna karşılık beni daha kuvvetli sarıp kendine çekerek tepki gösterdi. Daha ne kadar bütünleşebilirdik bilmiyordum, neredeyse koltuğa tamamen uzanmış haldeydik.

Az evvel yanına oturduğumuz kadının ayağa kalkıp uzaklaştığını gördüm, hiçbir şey söylemedi.

"Kız gitti," diye fısıldadığımda gözlerimi yeniden kapatıp bu büyülü ana teslim olmamak için direniyordum.

Müzik yükseldi, bu yükselişle beraber Polat'ın dokunuşları yoğunlaştı, boynuma gömdüğü başını kaldırmadı ve kokusunun ciğerlerime dolmasına izin verdi. Bayılmamak için dişlerimi sıkıyordum, bunun bu kadar iyi hissettirmesi ne kadar normaldi?

"Polat," diye soluduğumda dudakları hızla dudaklarıma uzandı.

Beni bir kez daha öpmeden önce, "Adımı çok güzel söylüyorsun," diye boğuk bir sesle mırıldandı.

Dudakları dudaklarıma tekrar değdiğinde onu tekrar öptüm. Bunun hiçbir zaman son bulmayacak bir döngü olduğunu, şu an dünya yansa bile umurumuzda olmayacağını, bizi kimsenin ayıramayacağını düşünürken kontrolü iyice kaybediyordum.

"Güvenlikler gitti," dedi hala düşünmeyi başarabilen mantıklı bir yanım. "He...Hemen kalkalım."

Dudaklarımı çekmemle beraber durdu, burunlarımız birbirine değiyordu, muhtemelen ikimizin de başı aynı yoğun hislerle dönüyordu. Soluk soluğaydık ve bedenlerimiz birbirimizin dokunuşlarıyla sıcacık bir hal almıştı.

Derin bir nefes aldı ve yavaşça geri çekildi.

"Hemen," derken kendine hakim olmakta zorlanıyor gibi gözlerini açmadı.

"Üstümden kalk," derken sesim titriyordu, ben de onun gibi terlemeye başlamıştım.

Beni ne kadar yatırdığını o an fark etmiş gibi doğruldu, kalkarken belimdeki elini çekmedi ve kendiyle birlikte beni de kaldırdı.

Dağılmış saçlarımı şapkanın içine sokup ayağa kalkarken yere düşecekmişim gibi hissediyor, baş dönmemi durduramıyordum. Ayakları yerden kesen o öpücük böyle bir şey miydi?

Tanrım, daha önce hiç öpüşmemişim gibi hissettim. Bu da neydi?

Polat dağılmış kıyafetlerine çeki düzen verip kalktıktan sonra karşımda durdu. Bir süre bakıştık, ikimizin de gözleri şaşkınca açılmış, nefesi düzene girmemişti.

"Ne-ne yapıyoruz?" diye sorarken dudağımı ısırıyordum.

Bakışları dudağıma takılsa da hızlı bir şekilde konuya adapte oldu, kapıdan tarafı kontrol etti.

"Çıkıyoruz."

Bu kez bana sormadan elimi tuttuğunda kendimi olay akışına teslim etmiştim, hızlı adımlarla, başımız eğik bir şekilde kapıya yaklaşırken karanlıktan giderek uzaklaşıyor, insanların yüzlerinin seçildiği çıkışa geçiyorduk.

"Önden geç, kapüşonu kapat."

Sessiz uyarısına karşılık başımı iyice eğdim ve adımlarımı hızlandırdım, bir saniye sonra dışarıda, temiz havanın içindeydim.

Polat peşimden gelirken arkadan duyduğumuz sesle donakaldık. "Hey, bir dakika. Bakar mısınız?"

Polat eliyle belime gizlice dokundu ve fısıldadı. "Durma, arabaya koşacaksın."

Ses tekrar yükseldi, bu kez yürüdüğünü ve peşimizden geldiğini anladık. "Size sesleniyorum, buraya bakın."

Bize yaklaştığını anladığım anda tüm gücümle koşmaya başladım, Polat mükemmel bir refleksle anahtarı cebime sıkıştırdı. Temiz hava yüzüme çarpıp kapüşonumu düşürünce saçlarım havalandı, araba sadece birkaç adım uzağımdaydı. Kapıya koşarken geriye dönüp onlara baktım.

Polat benimle gelmemiş, adamın icabına bakmaya dönmüştü. Tek bir yumrukla onu yere serdiğinde korkunç bir şey oldu ve mekandaki güvenliklerin sesi duyup koştuklarını fark ettim.

"Hayır!"

Arabanın yanına, yola koşmuş olmama rağmen onu bırakıp kaçamadım. Tekrar geriye döndüğümde seçim yapmak için birkaç saniyem vardı.

"Hızlı ol Papatya," dedim korkuyla.

Şu anda kaçarsam belki kendimi kurtarabilir, pansiyona ya da güvenli olabilecek başka bir yere sığınabilirdim. Yola çıkmam yeterli olacaktı, gerisini o anda düşünürdüm.

Oysa diğer ihtimal her zerremle burada kalmam gerektiğini söylüyor, Polat gelmeden bir yere gitmemem gerektiğini, onu terk edemeyeceğimi fısıldıyordu.

"Bırakamam," diye fısıldadıktan sonra arabanın içinden sert bir cisim bulup bulamayacağımı düşündüm.

Hızla arabayı açtım ve kapıya adeta kırarcasına saldırdım. Koltuğun altına eğildim, torpidoyu kontrol ettim, herhangi bir kesili ya da delici alet bulmak benim için yeterliydi. Telaştan birkaç şeyi düşürdüğümü duydum.

Elime değen sert bir cisimi kaptığım gibi doğrulmuştum ki korku filmlerini aratmayacak bir sahnenin kendisini yaşadım. Kapının dibinde, bedenimin özel alanını ihlal edecek kadar yakında bir adam vardı, arkamı döndüğümde göz göze geldik.

Onu tanımamak imkansızdı, gözleri hala aynı manyaklıkla parlıyordu.

"Sen," derken sesim titredi. "Sen nereden çıktın?"

Görüntüsündeki iticilik hiç değişmemişti, saçı ve sakalları birbirine karışmış, trafikte bekleyen arabama saldırdığı o günkü gibi paspal giyinmişti. O saldırıdan sonra rüyalarım öyle çok kabusa dönmüştü ki yüzünü unutmak mümkün değildi.

"Papatya'm," derken korkutucu bir şekilde sırıttı, hasta olduğunu biliyordum. "Sürpriz. Seni yine buldum."

"Çekil!" diye çığlık atıp kaçmaya çalıştığımda bana izin vermedi ve başımı sertçe tutup arabaya doğru itekledi.

Dengemi kaybedip düşmek üzereyken arkasındaki Polat'ı gördüm, arabaya bindiğimi zannediyor, güvenlikleri yere serip gelmek için dövüşüyordu.

Adam eliyle ağzımı kapatırken onaylamadığı bir şeyi yapmışım gibi başını iki yana salladı.

"Ah, hayır güzel kızım. Önceden sana kıyamıyor olsam da artık o kadar merhametli değilim. Dokunmaya kıyamadığım, benim için çok kıymetli olan bir hazineyken tüm değerini kaybettin."

Kalbim korkuyla tekledi, üzerime eğildi ve pis kokusu burnuma doldu.

"Seni bulamayacağımızı düşündün ama işte buradayız," diye fısıldarken garip bir haz aldığını belli eden gözleri parlıyordu.

Elini çizmeye, altında çırpınmaya, kapıyla koltuk arasında sıkıştırdığı bu yerden kurtulmaya çalıştım.

"Hangimizin seni daha önce avlayacağını bilmiyorduk, iddiayı ben kazandım. Bilirsin, senin geçtiğin sokakları ezberlemeyi severim."

Sonra kendi kendini düzeltip neşeyle güldü. "Severdim."

Hayatımı karartacak olan o gerçeği fark ettim. Dilekten önce beni takıntılı boyutta seven bu adam da tıpkı herkes gibi değişmişti, sevgisi nefrete doğru kuvvetli bir dönüşüm geçirmişti. Böyle olmak zorundaydı çünkü o adada, o anda "insanların beni bu kadar sevmemesini" dileme sebebim bile onun bana olan manyak hisleri ve saldırısıydı. Bu farkındalık kanımı dondurdu.

Şimdi karşımda eski sevgisi kadar kuvvetli bir nefretle bakan gözleri vardı, psikopatça bir ışıltı ile parlıyorlardı.

"Uyku vakti Papatya'm."

Yüzüme kaldırdığı elinde ne tuttuğunu görecek vaktim olmadı, önce sıktığı şeyi işittim, sonra tahmin ettiğim şey göğsümün sıkışmasına sebep olduğu için çırpındım, bağırmak istedim ancak hiçbirine izin vermedi. Yüzüme değen hava aniden soğudu, farklı bir şey olduğunu biliyordum.

Gözlerim kendiliğinden kapanırken bilincim beni terk etti, insan sesleri usul usul uzaklaştı, hepsi çok derinden gelen, geride kalan uğultulara dönüştü, sonra yaşama dair her şey bulanıklaştı.

Hissettiğim son şey sırtımdaki acıydı, sürüklenerek çekildim.

Continue Reading

You'll Also Like

664K 13.2K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
410K 4.3K 16
Artemis Milenyum ile Yakında Raflarda! 2021 Wattys Romantizm Kategorisi Kazananı! Sevmeyi öğrenen insanların, Birbirini asla bırakmayan dostların ve...
269K 1.8K 21
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
733K 30.6K 48
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...