Aşk Bürosu

By mavdilara

200K 11.6K 5.1K

Belki bana soracaksınız "Böyle bir ailenin içinde yaşamak zor değil mi?" Diye. Arkadaşlar inananın İki asker... More

AŞK BÜROSU KARAKTER TANITIMI
1.Bölüm: PAZAR KAHVALTISI
2.Bölüm: MEVLİT KURANI
3.Bölüm: ÇAY BAHÇESİ
4.Bölüm: GAMZE
5.Bölüm: TRAFİK ŞUBE
6.Bölüm: AŞK BÜROSU
7. Bölüm: KIRMIZI RUJ
8.Bölüm: KAFA TOPU
9.Bölüm: PATATESLİ BÖREK
10.Bölüm: RÜYA
11.Bölüm: MİNİK BİR BUSE
12.Bölüm: ÜNİVERSİTE SINAVI
13.Bölüm: KOĞUŞ
14.Bölüm: KRALİÇE KARTAL
16.Bölüm: SEVGİLİ
17.Bölüm: EZOGELİN
18.Bölüm: DÜĞÜN DERNEK
19.Bölüm: YENİ BAŞLANGIÇLAR
20.Bölüm: ANTEPLİM
21.Bölüm: ALBAYRAK
22.Bölüm: TOSUN PAŞA
23.Bölüm: GENİŞ AİLE
24.Bölüm: SÜRPRİZ
25.Bölüm: KISKANÇLIK
26.Bölüm: MESAFE
27.BÖLÜM: SON AKŞAM YEMEĞİ
28.Bölüm: ÇİFTETELLİ
29.BÖLÜM: HAKİMİYET
30.Bölüm: HABERSİZ
31.Bölüm: EVLİ, MUTLU, ÇOCUKLU
32.Bölüm: FİNAL
Özel 1.Bölüm: EBEVEYN

15.Bölüm: CENAZE NAMAZI

5.6K 331 154
By mavdilara

Geçmişler olsun.

15. Bölüm

"CENAZE NAMAZI"

Hani insanın aklına gece durup dururken bir şeyler gelirde uyuyamaz ya. Şu an o durumdaydım. Sanırsam ufaktan psikolojim bozuluyordu. Bir anda aklıma Murat düşmüştü. Kapının üzerinde anahtar bıraktım mı diye üç kere kontrol ettim. Öyle düşünün. Şimdide yatakta dümdüz uzanmış içimde gereksiz bir huzursuzlukla "Ya Murat eve girmeye çalışırsa?" diye kendimi korkutuyordum.

Oflayarak yüzüncü kere yatakta oradan oraya döndüğümde en son uyuyamayacağı kabullenmiş bir şekilde hemen yanı başımdaki lambayı yaktım.

Nereden çıkmıştı bu geri zekalı Murat? Bir türlü huzur yoktu. Hayır yani benim daha başka şeyleri düşünmem gerekiyordu. Mesela Yiğit'in saçma sapan bir şekilde Kartal'la aramızdakileri öğrenmesi. Kesinlikle bunu düşünmeliydim.

Salak çocuk Kartal'ı öpme teklifinde bulunduktan sonra Kartal soğan çuvalı omuzlar gibi Yiğit'i omuzlamıştı. Ondan sonrada Yiğit'i zaten görmedim. Abimin Tim'le de çay içememiştik. Öyle günümüz ölmüştü.

Acaba Yiğit boş boğazlık yapar mıydı?

Hayatımda gördüğüm en ağzında bakla ıslanmayan insandı. Sağ olsun büyüklerimiz -annemler- çok kolay aklını çelebiliyordu.

İlk önce kesinlikle anlatamam der. Sonrada sanki hiç itiraz etmemiş gibi her şeyi ayrıntısına kadar anlatırdı. Anlayacağınız kapıyı aç dediğinizde kapıyı omuzlayıp götürenlerdendi.

Biraz bunları düşündüğümde aklımdaki Murat'ı bir türlü engelleyemiyordum.

Anladığım kadarıyla ve Kartal'ında sezdirmeleriyle hala peşimdeydi ancak bunu Kartal engelliyordu. İçimde bir nebze rahatlık oluşsa da yine de Kartal'ı Murat'la tek bırakma düşüncesi hoşuma gitmiyordu.

Nedense Murat harekete geçecekmiş gibi hissediyordum. İçimde ki rahatsızlık gaz ağrısı olamayacak kadar can sıkıcı ve karın ağrıtıcıydı.

Düşüncelerimin içerisinde dönüşüp bir sürü komplo teorisi kurarken bir anda tık diye bir ses duyuldu. Size yemin ederim kafamda o kadar kurmuştum ki duymuş olduğum bu sesle oturduğum yerden sıçradım. Elime hemen kenarda duran su şişemi almıştım.

Eğer Muratsa bunu onun götüne sokacaktım. Yeter be artık!

Yataktan kalkıp ufak ve sessiz adımlarla kapıya yaklaştığımda arka taraftan gelen aynı sesle bakışlarım hızlıca arkama döndü.

Ses pencereden geliyordu. Ulan apartman boşluğuna nasıl girdin şerefsiz!

Pencerenin olduğu duvara yaslanıp bir asker edasıyla sessizliğimi koruyordum. Bu arada şişe Murat'ın götü için hala elimdeydi.

Perdeyi pencerenin önüne geçmeden kenardan doğru çektim. Kendimi hızlıca pencerenin önüne attığımda karşımda ne merdivene çıkmış bir Murat vardı ne de başka bir şey.

Tüh. Oysa ki şişemi gözden çıkarmıştım. Yazık oldu.

"Pişt!"

Kafamı camdan çıkarttığımda duyduğum Kartal'ın sesiyle kafamı aşağıya indirdim. Ne yapıyordu bu deli böyle?

Uykudan yeni uyanmıştı herhalde. Saçı başı dağılmış, yüzü gözü biraz şişmişti. Elimde ki su şişesini kenara bıraktığımda mimiklerimle amacını sormaya çalıştım. Şimdi ben bu apartman boşluğuna doğru konuşsam var ya sesim yedi köyden duyulurdu. Burası o derece ses çekiyordu.

Kenardan telefonunu gösterdiğinde ağzını okumaya çalıştım. Sanırsam telefonunu al demeye çalışıyordu? Yoksa telefonu falan mı bozulmuştu?

Anlamaz bir şekilde kafamı salladığımda ilk önce beni gösterdi sonrada kendini gösterip telefonu salladı.

Seni arayacağım diyordu.

Hızlıca yatağın içerisinden telefonumu bulmaya çalıştım. Zıkkımın peki sanırsın yatağın içerisinde değildi de kara deliğin içindeydi. En sonunda yastığı yorganı havaya kaldırıp silkeledim.

Ve bilin bakalım ne oldu?

Her tarafına baktığım yorganı salladığım gibi telefonum güm diye yere düştü. Bir panikle yorganı bok çuvalı gibi fırlatıp telefonu elime aldığımda aramaya cevap vermiştim.

"Alo? Kartal?"

Cam kenarından ona bakarken sırıtışında ki sıcaklığı buradan hissedebiliyordum.

"Güzelim." Sesinin kalınlaşmasından belliydi ki yeni uyanmıştı. "Neden uyumadın?"

"Uyuyamadım."

Canımın sıkkınlığını sesimden anlamış olacaktı ki ufaktan kaşları çatıldı. "Bir şey mi oldu yavrum? Aklına bir şey mi takıldı?"

"Aslında evet." Dedim yine dürüstlüğümden ödün vermeden. Ya çok dürüsttüm ya da hiçbir şey söylememeyi tercih ediyordum -tabii bazı pembe yalanlarım da yok değildi.-. "Daha çok düşünmekten uyuyamadım."

"Söylesin bakalım benim güzelimin aklına ne takılmış?" Kafasını cama yaslamış hülyalı ve uykulu bakışlar atıyordu. Hala uykusu olduğu o kadar belliydi ki. Neden bu saatte kalkıp benimle konuşuyordu ki.

"Sen neden uyandın?" dedim konuyu değiştirerek.

"Şöyle bir göz ucuyla ışığın yanıyor mu diye bakayım dedim..." Lan bu uyuyordu ya hala! Herifin uykusunda bile aklında ben dönüyordum.

Yüzümde küçük bir gülümsemeyle  "Eee sonra?" diye onu dürttüm. Kapanan gözlerini bir çocuk gibi ovuştururken "Baktım ışığını açtın bir yüzünü göreyim dedim." dedi.

"He yani beni özledin?"

"Seni her zaman özlüyorum Balkız'ım." Çatallaşan sesiyle beraber boğazını temizledi ve söze tekrar girdi. "Mesela şu an yanımda, yatağımda olsan? Kollarımı beline sarsam? Kokunu içime çeke çeke uyusam fena mı olurdu?"

Onun o şapşal yüz ifadesini izlerken bir anda dudaklarımdan kendi iradem dışında bir cümle süzüldü. "Olmazdı."

"Bence de olmazdı..." Çok uykusu vardı. Cümle aralarında uyuyup uyuyup duruyordu. "Bu arada sözü kaynattığını fark etmedim zannetme. Sen o tatlı canını neye sıktın? Anlat bakalım?"

Bir elimi yanağıma koyup pencereye yaslandığımda uyku mahmuru gözlerine bakarak "Murat." Dedim.

"Hay sikeceğim en sonunda şu kıç suratlı herifi." O kapanmakta olan gözleri  Murat deyince ne güzel de açılmıştı ama.

"Sonra Ecrin neden derdini anlatmıyor." Dedim söylenerek. Maşallah kendileri sinir küpü olduğundan insan ister istemez korkuyordu.

"Tamam. Ben sakinim ve seni dinliyorum."

Şöyle ters bir şey söylesem sakinliği falan kalmayacaktı ama hadi hayırlısı.

"Böyle biraz kötü hissediyorum. Murat aklımda dönüp dönüp duruyor. İçimde kötü bir his var. Nasıl desem..." Cümlelerimi toplayamıyordum. Bununla beraber derin bir nefes aldığımda söze geri girdim. "Kötü bir şey olacak gibi Kartal."

Dürüstçe düşüncelerimi dile dökmemle kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Korkularını anlayabiliyorum." Belki de ondan beklenmeyecek bir sakinlikle bunu söylemesi ufakta olsa içime su serper gibi olmuştu.

"Ancak korkmanı istemiyorum güzelim. Senin arkanda ben varım. Abin var. Biz varken sen korkuyorsan, eksiklik bizde demektir."

"Zaten siz varsınız diye o kadarda kafaya takmıyorum ama yine de ne bileyim. Ya sizin başınıza bela olursa?"

"Bizde onun başına bela oluruz Balım."

"İşte ben bunu istemiyorum Kartal." Dediğimde kaşlarım küçük Emrah'tan hallice olmuştu bile.  "Sen polissin abim asker. Ayrıca siz işin içine girseniz diğerleri zaten durmaz. Ben nasıl korkmayayım?"

"Fena mı?" dedi yüzünde şapşik bir gülümsemeyle. Bu adam nasıl her şeyi bu kadar hafife alabiliyordu?  "İki adam döveriz. Hatta bak döveceğimiz zaman bir kafada sana attırırız ne dersin?"

Şöyle bir tipine bakıyordum da gayet de ciddi gibi duruyordu. "Sen iyice şiddet meyilli bir insan oldun. Senin üstün falan yok mu? Şöyle güzel bir şikayet dilekçesi yazayım."

Kahkahası tüm apartman boşluğunda yankılanırken "Siktir..!" dedim ani bir refleksle ve içeri kaçtım. Elim hızlıca masa lambasına gittiğinde telefon hala kulağımdaydı ve Kartal hala gülüyordu. Pencerenin kenarından göz ucuyla bizimkilerden biri kalkmış mı diye bakıyordum ki şak diye bizim mutfağın ışığı açıldı.

"Ne gülüyon lan?" Uyanan abimdi. Anasını satayım tezgahın üzerine çıkıp da mı cama ulaştın be insan evladı.

Kartal'ın sesi hem dışarıdan hem de telefondan geliyordu. "Sana ne oğlum. Gülerken de sana mı haber vereceğim."

"Bu saatte çarpık gibi boş duvara bakıp kişniyorsan haber vereceksin amk. Altıma sıçtım gece gece."

"Bende diyorum ki bu bok kokusu nereden geliyor. Git donunu değiştir." Oturduğum yerde sıçamaz it gibi kahkaha atıyordum. Bir elimi ağzıma kapatmış sesim çıkmasın diye tüm eforumu sarf etmekteydim.

"Tövbe Estağfurullah ya. De siktir git lo. Yat zıbar."

"Boklu insanlarla muhatap olmuyorum kardeşim. Git sen yat zıbar." Dedi Kartal. İki beton küpü kendi aralarında ne güzel de yumuş yumuş sohbet ediyordu böyle.

"Yatacağım..." dedi abim uykulu olduğu sesiyle beraber. "Ama sen diyorsun diye değil. Allah şahit uykum var diye."

"Aynen Cihangir. Hadi git." Kartal'ın inanmaz tavrına inat abim gitmek yerine konuşmaya devam etti.

"Sen beni niye kovmaya çalışıyorsun lan?"

"Bu ne merak ya. Sen bu merakla iyi asker olmuşsun."

"Lafı saptırma şerefsiz. Manitan var dimi?"

"Götünden sallama Cihangir. Siktir git." Dedi Kartal.

"Bak bak! Kuyruğu sıkışmış it gibi nasılda havlıyor lale." Göz ucuyla abime bakıyordum ki cidden tezgahın üzerine çıktığını gördüm.

"Senin diline düşeceğime bok çukurun düşseydim daha iyiydi."

"Manitanla konuşuyordun dimi lan?  Bak pencerenin kenarında ki telefonunu görüyorum. Aramada hala açık."

Gözlerim kocaman olduğunda telefonun hışırdamasıyla Kartal'ın telefonu mermerden aldığını anlamıştım.

"Yenge!" diye cırladı abim bir anda. "Sal da adamı az uyusun da." Telefonu ışık hızında kapatıp kendimden en uzak köşeye fırlatışıma rabbim şahit. Panikten elim ayağım birbirine dolanmıştı. Zaten dolanmasa sorun olurdu çünkü abim bana yenge demişti!

Bana bana! Kardeşine!

"Senin ben ağzına sıçayım." Dedi Kartal söylene söylene. "Zürafa boku seni..." dediğinde de camı kapatış sesini duydum. Abimse zevkle içeri girmiş olacaktı ki kahkaha sesleriyle beraber pencerenin gıcırayışı birbirine karışmıştı.

Kalp hızım 180. Kalp krizi eşiğinde, nefes nefese uyuma numarası yapıyordum ki odamın kapısı açıldı.

Sıçmalara doyamayan ben bu gece de güzel bir sıçış yaşayacaktım anlaşılan.

"Cimcime? Uyudun mu?"

İşte o an oyunculuğumu konuşturma vakti gelmişti. Ağzımın içinden bir şeyler mırıldanarak yattığım yerde dikeldiğimde abim yanıma geldi.

"Uyumuyor musun kız?"

"Direk..." dedim mırıldanarak. "Direk geliyor."

"Kim geliyor? Ne diyorsun?"

"Batu koşma...direk abimin götüne girecek..." Allah kahretmesin! İçim kahkaha atmak için fokur fokur kaynıyordu.

Uyku mahmuru numarası yaparken biraz da Cihangir'e giydiriyordum fena mı? Kartal'la ilgilenmekten abimle ilgilenmeye vakit bulamadığım için -hayırsız kardeşliğimi yüzüme vurmayın- Cihangir'e de uyku vakitlerini ayırmıştım. Ehehe...

"Kıza bak. Rüyasında bile olan bana oluyor..." Ellerini omuzuma koyup beni geri yatırdı, güzelce üzerimi örttü derken kulağıma doğru fısıldadı.

"Söyle o şerefsize direği götüme sokmasın."

Kahkahamı yutmaktan karnım ağrımıştı ancak biliyorsunuz ki o göt sıkışınca insan her şeye katlanabiliyor, her şeyi yapabiliyordu. Bende o moddaydım.

Abim odayı yetmiş yaşında dede yavaşlığında terk ettiğinde bir an uyku numarasına kendimi çok kaptırmışım. Hatta öyle bir kaptırmışım ki düşünün bir ara kendi horlamama irkildim...

OOO

"Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?"

"İyi bilirdik." Sahra, Yiğit ve  Melek'in birbirine karışmış sesiyle bir an uykumdan ayınır gibi oldum. Kimin cenaze namazını kıldırıyorlardı kız bunlar. Hayır bir de...abim ne ara imam olmuştu?

"Nasıl bilirdiniz?" Vallahi de billahi de bu abimin sesiydi.

"İyi bilirdik."

"Son kez soruyorum ey cemaat. Rahmetli Ecrin Balcı'yı nasıl bilirdiniz?"

Lan! Ben...ben mi ölmüştüm?! Nasıl öldüm lan ben!

Ölmüş olmanın verdiği korkuyla -sanırsınız gerçekten öldüm- olayların gerçek olup olmadığını anlamak için gözlerimi öyle bir açtım ve yataktan zıpladım ki karşımda dikilen dörtlü çoktan gülme krizine girmişti bile.

"Altıma işicem! Şunun gözlere bak kan çanağı!" Melek kahkahasının arasından ciyaklarken ben hala uyanmaya çalışıyordum.

Yiğit koluma yapışıp bir anda bedenimi salladı. "Geri zekalı. Gerçekten ölmedin kendine gel!"

"Ne diyon ya...bir siktir git...böyle insan mı uyandırılır...?!"

Cihangir gülmekten duvara yapışmış bir şekilde bana döndüğünde gururla "Nasıl ama?" dedi. "Valla hepsi benim fikrimdi."

Şaşırmış mıydım? Tabii ki de hayır. Şimdi bu deli manyak beni Allah'ın her günü böyle salak salak senaryolarla uyandıracaktı.

Yorganı üzerimden fırlattığım Cihangir'in götüne bir tane tekme attım. Daha doğrusu atmaya çalıştım. Adamın refleksleri güçlüydü arkadaş. Daha tekmemi yarı yolda fark edip eliyle darbemi önlemişti.

"Yaşın kaç başın kaç senin ya? Sanırsın 13 yaşında ergensin. Evlenme yaşın gelmiş beni kaldırma şekline bak. Karının da başında sela okursun artık."

Gülmesi kesildi. Hatta yüzünde ki tüm mimikler saniyesinde dümdüz oldu. Ağzımdan yanlış bir şey mi kaçırmıştım diye düşünürken bir anda boğazını temizledi ve Yiğit'leri odadan kovdu.

Ay bir şey olmuştu. Aklımda acaba dün gece beni mi yakaladı düşünceleri tilki gibi fıldır fıldır dolanmaya başladığında derince bir yutkunuş gerçekleştirdim.

Diğerleri dışarı çıkar çıkmaz kapıyı kilitledi ve yanıma doğru gelip yatağa uzandı.

Belki de o kadar ciddi bir şey yoktu?

Bir cesaret "Ne oluyor abi?" diye soru verdim. "Geldiğinden beri dört mevsimi birden yaşıyorsun."

"Dört mevsim az kalır." Dediğinde ufak çaplı bir şok geçirdim. Bu kadar kolay kabul etmiş olması inanılmaz bir ilerlemeydi.

Yatakta bana doğru döndüğünde derin bir nefes aldı ve ağzında ki baklayı sonunda çıkarttı. "Ezgi evleniyor Ecrin." 

One minute... hemen küçük bir şaşırma gerçekleştireceğim...NE?!

Kıçımdan elektrik almış gibi oturduğum yerde zıplayıverdim. Ne demek Ezgi evleniyordu ya? Ezgi abimin sevgilisi değil miydi?!

"Abi sen ne dediğini duyuyor musun? Ezgi nasıl evleniyor? Kiminle evleniyor?"

"Off Ecrin...vallahi düşündükçe deliriyorum. Gönlüme sızı düşüyor.  Kafayı yiyesim geliyor. " Başını ufalarken benimde içime bir sızı düştü. Abim Ezgi için nelere katlanmıştı. Şimdi yaptığı şey ne kadar da kalpsizceydi. Evlenmek neydi yahu?! Hele ki sevgilin varken! Cık cık cık...

"Abi kiminle evleniyor diyorum."

"Kuzeniyle."

"Aha şuraya bayılıyorum...Kuzeni ne alaka. Anlatsana şunu adam akıllı."

Akraba evliliği kapatılsındı. Teşekkürler.

"Anasını satayım kızım. Göreve çıkmadan önce en yakın üsse gittik. Nöbetçi asker bir anda komutanım adınıza posta var dedi. Ezgi mektup göndermiş. Bende sanıyorum ki sevdiğim mektup gönderdi. Bir açarım ki dünya başıma yıkıldı. Annesi amcasının oğluyla evlendirme kararı almış. Canını yediğim bir de demiş ki..." bir anda hüzünle bana döndü. "Beni bekleme Cihangir'im. Bu vicdansızlar beni sana yar etmeyecekler."

Boğazım düğümlenirken olduğum yerde kalakaldım. Uyanır uyanmaz böyle bir haberle sarsılmak hiç de hoş olmamıştı.

Cebinden küçükçe katlanmış bir kağıt çıkardı ve bana uzattı.

"Vallahi daha fazla anlatmaya dilim varmıyor. Al oku. Oku da bana akıl ver."

Koskoca abim benden akıl istiyordu ya daha ne diyeyim...

Elinde ki kağıdı aldığımda "Sesli oku." Dedi. Acısını tazeliyordu.

Kafamı usulca salladım ve okumaya başladım.

"Sevgilim..." dediğim anda gözlerini sıkıca kapattı. Böyle bir ana şahit olmak belki de isteyeceğim en son şeydi.

"Böyle bir şeyi sana nasıl anlatırım bilmiyorum bu yüzden ilk önce içimde tuttuğum güzel şeyleri söylemek istiyorum."

Ağlama isteğim geliyor geliyor geri gidiyordu.

"Teşekkür ederim Cihangir. Sevgi nedir bana öğrettiğin için teşekkür ederim. Elim ayağım olduğun, her zaman beni düşündüğün, beni önemsediğin için teşekkür ederim sevgilim. Belki de görevden döndüğünde bunları yüzüne söylemek nasip olmayacak çünkü beni evlendiriyorlar Cihangir. Kalbimi senden alıp başkasına vermeye çalışıyorlar ve benim buna müdahale etmeme izin vermiyorlar..."

Gözümden bir damla yaş süzülürken kafamı diğer tarafa çevirdim. Abimi daha fazla üzmek istemiyordum. 

"Beni bekleme Cihangir'im. Bu vicdansızlar beni sana yar etmeyecekler...Şunu bilmeni istiyorum ki kalbim, bedenim, ruhum her zaman senin. Bunu unutma olur mu? Beni kefenle görsen bile de ki bu benim sevdiğimdir. Üzme kendini. Güzel hatırla beni sevgilim. Çünkü ben seni her zaman güzel hatırlayacağım... Ezgi Kalender."

Nefesim kesilmişti. Asla ama asla böyle bir şey beklemiyordum.

Kağıdı katlayıp kenara geri koyduğumda abime döndüm. Ezgi güzel bir şey söylüyor gibi dursa da aslında hiç de güzel bir mana çıkmıyordu mektuptan.

"Abi...Ezgi kendini öldürecek." Dedim dilimin ucuyla. "Bir şey yapmamız lazım. Onu bu şekilde bırakamayız."

Yataktan dikeldi ve derin bir nefes alarak ayağa kalkıp karşıma geçti. "Biliyorum." Dedi. "Düşünüyorum. Çözüm bulmaya çalışıyorum ancak her yolun sonu Ezgi'nin bir seçime gitmesine çıkıyor."

Bir anda ayağa fırlayıp abime sarıldım. Bu sevgi sarılmasından çok acını benimle paylaş sarılmasıydı.

"Biliyorum çok mantıklı bir çözüm değil ama..." Diye söze girdim. Şu an söyleyeceğim şey belki de benim normal şartlar altında asla savunmayacağım bir şeydi. Fakat görüyorum ki şu an pek de normal bir durumda değildik.

"Kaçırsak." Dedim dümdüz. "Ezgiyi kaçırsak? En fazla ne olabilir ki? Ya onu zorla evlendirmeye çalışan ailesini seçmek zorunda kalır ya da onu deliler gibi seven seni."

Çok içli bir nefes aldığında "Hadi artık içeri geçelim. Annem Tim'le bizimkileri davet etmişti." Dedi ve kapıya doğru yönelip daha bana bir şey söyleme payı bırakmadan odadan çıktı.

Zaten kendimi inek bokundan hallice hissediyordum. Üstüne bir de abimin olayı çıkınca şu an daha da beter olmuştum. Abim elime mektubu uzattığı an aklıma Kartal'ın odasından aldım mektup gelmişti. Murat'ın o mektubunu hala okumamıştım. Bunun sebebi de mektubu nereye koyduğumu hatırlamıyor oluşumdu.

Yemin ederim geri zekalıydım.

Üzerimi değiştirip hızlıca odadan çıktığımda annemle burun buruna geldim. Anam sultan belli ki kapımda pusu kurmuştu.

"Hiç kalmasaydın annem." Dedi kinayeli bir şekilde. "Sen bu gece uyumayıp gündüz uyumalara çok alıştın. Gözüme çok batıyorsun haberin olsun."

"Keyfimden mi uyumuyorum anne? Çalışıyorum işte."

"Onun dışında da uyanık kalıyorsun Ecrin. Gece yatmaz sabah kalkmaz oldun kızım. Aaaa." Anlaşılan ben şu an burada valideme ne söylesem söz geçiremeyecektim. Bu yüzden de sadece kafamı aşağı yukarı salladım.

Zaten moralima bozukaydı.

Tam yanından geçip gidecektim ki kolumdan tuttu. "Bizim çocuklarla abinin Tim'i gelecek. Birkaç şey hazırladım. Onları masaya taşı."

Ayh! Sanırsın cumhurbaşkanı başbakanının genel kurmay şeyisi geliyordu. Nedir bu heyecan ayol?!

"Tamam anne." Dedim ve kendimi lavaboya attım.

Elhamdülillah çok şükür bugün de cin çarpmıştan beter kalmıştık. Gece en tepeden yaptığım topuzum gemici düğümünden peter olmuştu. Hele ki her yerden firar etmeye çalışan saç tellerim adeta yardım eğğğt diye çığlık atıyordu.

Yüzümü hayvan gibi yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Gerçek gurmeler bilir ki dişler yemek yemeden önce fırçalanırdı.

Bu konu kesinlikle tartışmaya kapalıydı.

Saçlarımın dibi biraz yağlanmaya başladığından direkt inek yalamış saç modeline başvurdum. Saç uhusunu -benim için saç waxsının adı budur- Allah ne verdiyse kafama buladıktan sonra Sabiha Gökçen Havalimanından hallice olan alnım ne güzelde ortaya çıkmıştı öyle. Maşallah sanırsın uçak pisti.

Daha fazla oyalanmadan mutfağa ışınlandığımda tabakları üçlü beşli alıp masaya taşıdım. Anlaşılan bu kahvaltı değildi. Nasıl anladınız derseniz... masada 10 kg un yatıyordu. Belki de daha fazlası. Poğaça, börek, kurabiye, ıslak kek ve daha neler neler.

Ne ara kalkıp da hazırlamıştı bunları diye düşünürken aklıma kilerde ki koca dondurucu geldi. Asla boş olmayan o koca yürekli dondurucumuz...

Ben masayı kurarken annem de Meleklere iş vermiş olacaktı ki birinin elinde süpürge -Allah bilir şu yerde ki halı sabahtan beri kaçıncı kere süpürülüyor-, birinin elinde koltuk kırlentleri, birinin elinde de toz bezi çiçeklerin olmayan tozunu alıyor.

"Sahra şamarlayacağım şimdi seni!" diye cırladı Melek. "Kızım kıçından mı dökülüyor bu toz?!"

"Salak mısın Melek? Ne kıçı ne tozu ya." İnanır mısınız Sahra bunu söylerken poposunu kontrol etti. Melek çıldırmış bir şekilde sağına soluna bakarken söylenmeyi de ihmal etmedi. "Kızım o zaman nereden geliyor bu toprak-" Bir anda o cırlak sesi kesiliverdi.

İşte süpürgenin borusu Yiğit'in götüne doğru yola çıkıyordu.

Yiğit camın kenarında duran saksılardan birini yere düşürmüş, topraklarda etrafa saçılmıştı. Yani Melek'in Sahra'yı azarladığı tozların sebebi Yiğit'ti.

"Seni katır götü!" diye Melek söze girdiğinde Yiğit hemen sandalyenin arkasına saklandı. "Vallahi bilerek olmadı Melek! Elim sürttü!"

"Eline sıçayım senin çocuk! Kalk çabuk şuradan Ayşe yengem görmeden!"

"Vurmayacaksın dimi?"

"Biraz daha oyalanırsan Yengem bize yeri yalatacak ve ben işte o zaman seni döveceğim Yiğit." Size yemin ederim Yiğit yerden öyle bir kalktı ki. Hemen toprakları bir kenara topladı. O sırada bende sandalyeleri kenara çektim Sahra da halıyı silkeledi derken dört bir elden beş saniyede yerde toprağın t'sini bırkmadık.

"Ohh mis gibi her yer temizlik kokuyor." Annem kapının kenarından tüm çamaşır suyu kokusunu içine çekerken söze girdim.

"Valla benim burnuma sadece çamaşır suyu kokusu geliyor." Ne yapmıştı bu kadın? Tüm gece uyumayıp her yeri çamaşır suyuyla falan mı silmişti?

"Zaten temizlikten kastım o." Dedi yüzünü buruşturarak.

O sırada kuracağım cümleden sonra yiyebileceğim terliğe karşın koltukta ki yastığı kendime siper ettim ve " Aynen." Dedim. "İşin sonunda hepimiz soluğu Kemoterapi kliniğinde alacağız."

Bilmiyorsanız öğrenmiş olun. Çamaşır suyu Akciğer kanserinin birinci dereceden davetçisidir. Koklamayı bırakın aman diyeyim benim salak abim gibi içmeye falan kalkmayın.

Ne? Çamaşır suyunu iki gözüyle nasıl mı içti? Hemen anlatıyorum.

Şimdi annem buna ezogelin çorbasıyla yoğurt yediriyor tamam mı? Bu da afiyetle yiyor falan derken kalkıyor salona gidiyor. Burada ananemin evindeyiz bu arada. Ev han gibi öyle düşünün. Abimde iki ortalıkta top oynuyor derken gidiyor vitrinin kenarında duran sek çamaşır suyunu su zannedip içiyor.

Çünkü enayi.

Her neyse. Bunu ananem görüyor ve dedemle beraber anneme haber vermeden abimi hastaneye götürüyorlar. Tabii annem yemekte abime yoğurt yedirdiği için yoğurt çamaşır suyunun zehrini kesip abimin kusmasına neden oluyor derken doktora gittiklerinde de doktor kustuğu için başka herhangi bir müdahaleye gerek olmadığını söyleyip eve gönderiyor. 

Eve geldiklerinde annem bir bakar ki çocuğun tişörtü hep delik delik. Salak yarım ağız mıdır nedir? Sen git ir de çamaşır suyunu içerken üstüne dök. E tabii o da çok yoğun olduğu için tişörtü del. Maşallah zincirleme kaza gibi.

İşin sonunda ananemle dedem her şeyi anlattıktan sonra annem neden haber vermedikleri için çok kızıyor ancak bir süre sonra oğlunun hala yaşıyor olmasına şükredip bir şey demiyor.

Velhasıl kelam buradan çıkaracağımız iki ders var. Birincisi her gördüğünüz şişede ki suya benzeyen sıvı su değildir. İkincisi de siz siz olun Cihangir gibi salak olmayın.

Kafamı kapatayım derken götüme yediğim terlikle kıçımdan doğru tüm bedenime yayılan sızı cırlayıp kendimi koltuğun diğer ucuna atmama neden oldu.

Hedef şaşırtmıştı valide sultan. Kafama hedef alıp götüme atmıştı.

"Bu sabah rahmetli olduğu yetmiyormuş gibi üstüne üstlük şimdi de gazi oldu." Şu cümleden sonra olanları size bir Rus hanımefendisi gibi anlatma kararı aldım.

Yiğit yaptı boşboğazlık. Yedi terlik.

Anladınız mı? Anlamadıysanız hemen Türkçe mealini söylüyorum. Yiğit geri zekalısı annemin ölüm tiki olmasını bildiği halde ölüm içerikli cümleler kurup boşta kalan terliği tam kafasına yemişti.

Annem sinirle öne atıldığında hepimiz gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk. Hele ki Melek çoktan mosmor kesilmişti. Dalağı düşüklük yapıp kahkaha patlatırsa şuracıktan dördümüzün de cenazesi kalkıverirdi.

"Size kaç kere dedim ben şu ölümü çağırmayın diye?! Benim oğlum asker asker. Ölümle her Allah'ın günü burun buruna. Siz ölümü o kadar kolay bir şey mi sanıyorsunuz bakayım?"

Valide biraz haklıydı ancak bunu onun yüzüne söylemedim. Çünkü tahmin edersiniz ki haklı olduğunu söylersem "Sen beni geçiştirmeye mi çalışıyorsun?" olurdu. Sonra al başına belayı.

Sessizce annemden ölümün kolay bir şey olmadığını, geride kalanın ne acılar çektiğini dinlerken bizi bu vaaz seansından kurtaran çalan zildi. Kapının önünden gelen gümbürtüye göreyse gelenler bizimkilerdi.

Bu adamlar bir araya geldiklerinde bir türlü sessiz olmayı başaramıyorlardı arkadaş.

"Ben kapıya bakarım." Diyerek fişek gibi kapıya uçtuğumda içimde Kartal'ı görecek olmanın verdiği heyecan vardı. Sanki ona karşı bir şeyler hissetmeden önce paşamızı daha çok görüyordum. Ya da her şey normaldi ancak ben aşık olduğum için onu gördüğüm vakitler bana yetmiyordu.

Kapıyı açtığımda ortalıkta koca bir küfür yankılandı. "SİK KAFALİ UŞAK!"

Karşımdaki manzara öyle kolay kolay şahit olabileceğimiz bir manzaraya benzemiyordu. Emre Batu'nun sırtına atlamış ve sağ kulağını ısırıyordu. Kulağını neden ısırdığına karşın herhangi bir mantık yürütmek istemiyorum ancak Emre biraz dozajı fazla kaçırmış olacak ki Batu bir anda küfür edivermişti.

"Amcık ağız! Kulağımı yerinden söküp alma niyetindesin herhalde! Ayarsız köpek!"

Evet evet. Emre Batu'nun canını baya yakmıştı. Yoksa gözünün önünde duran beni görmemesi imkansız gibi bir şeydi.

"Bir an ağzıma şeker tadı geldi."

Burak öğürür gibi yaparak "Pisliksin Emre. Gelse gelse ağzına kulak pisliği gelmiştir." dedi. 

"Burki! Mal mısın ya! Ben her gün temizliyorum bir kere kulaklarımı!"

"Bak ufaktan bir midem bulanmadı değil." Emre pire gibi kendini Batu'nun sırtından aşağı atacaktı ki Batu'nun onun bacaklarını bırakmamasıyla ikisi de dengesini kaybedip yere düştü.

Benimde bildiğiniz bir mısır patlağım eksikti. Film edasında kapıya yaslanmış onları izliyordum.

Emre'nin "Gittiğğ!" diye ortalığı yıkan çığlığıyla en başta ne olduğunu anlayamadım. Burak anlamıştı ki gülme krizine girmişti bile. Hatta Batu bile ufaktan gülüyordu.

"Adamın cevizleri kırdım ya lan! PUAHAHAHA" Şöyle bir baktım ki Batu'nun kafası Emre'nin bacak arasında. Jeton düştüğü gibi bir anda benim bacaklarıma sızı girdi.

Emre'ninki gitmişti arkadaşlar.

Emre yerde iki büklüm kıvranırken Batu kankasının yanına doğru çöktü. "Kanka. Üzülme lan. Bir şey olmaz. Verir parayı yenisini alırız. Dert etme."

Bu adam salaktı.

"Siktir git Batu!"

Gülmemek için kendimi tutsam da Melek'in yırtık dondan çıkar gibi ortaya çıkıp "Sen niye yerde yatıyorsun?" demesiyle kahkahayı bastım. Hatta tek ben değil Burak'la Batu da bastı. 

"Kırıldı." Dedi Batu kahkahasının içinden.

"Ne kırıldı?" Ah Melek ah...Ne kırılmadı ki... Emre'nin ileri de ki çocukları mı dersin, cevizleri mi dersin...artık gerisini sen düşün bacım.

Emre yerden doğrulup "Sussana!" dese de tahmin edersiniz ki Batu susmadı.

"Cevizleri." Diye cevap verdiğinde Melek kısa bir süre Batu'nun ne dediğini anlayamadı. Ta ki olayları birbirleriyle birleştirene kadar. Ondan sonrası için attığı kahkahayla ortalığı yıkmıştı dalağı düşük karı.

Emre'yi zor bela yerden kaldırdık ettik derken hepimiz içeri geçmiştik. Sahra hemen kocasını, Melek'te hemen sevgilisini bulduğunda ben öylece sap gibi oturuyordum. Çünkü Kartal gelmemişti.

Moralima ulti multi bozukaydı artık.

Hadi Yunus Emre'nin gelmemesini anlıyordum. Çünkü gelecek olanlar onun çalışma arkadaşlarıydı da...Kartal'a hayırdır yani? Neden gelmemişti şimdi?

Sıkıntıyla oturduğum yere pusmuş dışarının sıcaklığından gem vuran bizimkileri dinlerken Kartal beyimize mesaj attım.

Kartal

Siz: Neredesin?

Siz: Abimler bizde toplanıyor gelsene

Kapı çalmıştı ve kapıya en yakın oturan bendim. Bu yüzden telefonu koltuğa bırakıp kapıyı açtım. Karşımda  Abim, Yunus Emre abi, Leyla olduğunu tahmin ettiğim kadın ve üç tane daha adam vardı. Allah affetsin ama hepsi de yarma gibiydi. Asker oldukları ancak bu kadar belli olurdu.

"İşte bu da benim size bahsettiğim cimcime." Abim beni gösterirken yüzümde eksiksiz ancak yalancı bir gülümseme peyda oldu.

"Merhabalar. Hoş geldiniz."

Arkadan aynı benim gibi gülümseyen adam "Hoş bulduk cimcime." dediğinde ufaktan bir gülümsemem soluverdi.

Pardon da sen hayırdır kardeşim? Cimcime falan ne oluyor?

"Askerlik arkadaşın oluyor herhalde Ali." Bu sesi nerede duysam tanırdım. Bu Galip abiydi. "Adam akıllı selam ver."

Bu komutla beraber abim bir anda "Rahat!" diye bağırdı. Ne oluyordu ayol? Burayı merkezi üs sanmışlardı herhalde. Oysa dışarıdan bakıldığında ev olduğu da gayet belliydi.

Adam hızlıca ayaklarını omuz hizasında açtığında abim bu sefer "Hazır ol!" dedi.

Bu arada fark etmişti de abim görevini icra ederken ne kadar da yakışıklı oluyordu öyle. Sabah benim selamı okuyan adamdan resmen eser yoktu.

"Şimdi. Selam ver!"

Adam bir anda sal elini dikey bir şekilde alnına yerleştirdiğinde yüksek desibelde bağırmaya başladı. "Kemal oğlu Ali Çavdar, İzmir Komutanım!"

Tam olarak hangi tımarhaneye düşmüştüm ben acaba?

"Ne kastınız beyler ya." Leyla'nın sesi ortamda duyulduğunda nedense içimden yaşlı bir nene gibi maşallah diyesim gelmişti. Ne güzel kızdı ama.

"Merhaba canım ben Leyla Karasu" Leyla söze girdikten sonra hepsi teker teker, dünyanın en kısa şeklinde kendilerini tanıttı.

"Bende Turan Yılmaz" Turan abi biraz esmer, yeşil gözlü, işinde iyi olduğu belli olan bir abimizdi.

"Beni zaten biliyorsun ama Ali Çavdar" Bu adam nasıl asker olmuştu? Bundan Batu cıvıklığı almış

"Ben Galip Vurgun" Adı ve soy adı kişiliğine bu kadar uyan bir insan daha öncesinde hiç görmemiştim. Cidden helal olsundu. Galip abi var ya kodummu oturtan cinstendi. Bunu sadece dış görünüşünden bile anlayabilirsiniz. Çünkü ben o şekilde anlamıştım. Abimin dediğine göre bir gün teröristin üzerine hiç elinde silah olmadan koşmaya başlamış. Size öyle diyeyim sizde anlayın.

Hepsi teker teker içeri girdiğinde bende içeri eski yerime geçtim. Ne yapacaktım? Oturup Galip abiyle sohbet mi edecektim?

Kartal mesaj atmış mı diye baktığımda bilinmeyen bir numaradan gelen mesajla karşılaştım.

Kalbim saniyesinde havalanırken aklıma direkt Murat geldi.

Bir saniye bile beklemedim ve mesajı açtım

Bilinmeyen Numara

Bilinmeyen Numara: Kampanya! Şimdi alacağınız beş kilogram cevize bir beş kilogramda bizden hediye. Baklavalarınıza, salatalarınıza ve daha nice yemeklerinize talibiz.

İletişim hattı için: 0555 555 555

Siz: Benimle taşak mı geçiyon

(Gönderilemedi)

Siz: Altıma sıçtım

(Gönderilemedi)

Siz: Sizi bok kafalılar

(Gönderilemedi)

Siz: Alın cevizi Emre'ye gönderin

(Gönderilemedi)

"Kime yazıyorsun öyle? Ekranı kıracaksın." Yiğit kenardan kolumu dürttüğünde sinirle telefonu üzerine fırlattım.

Hayret bir şey ya! Ne cevizi kardeşim ne baklavası!

Ben Kartal diyorum bu bana ceviz diyor...

Yiğit telefonu kucağıma geri bıraktığında boğazını temizledi ve o bilindik kıtaları okumaya başladı. "Ne bu şiddet bu celal!...

"Senin bu abin nerede?" dedim kaşlarımı çatarak. "Neden toplumdan soyutluyor kendini? Ayıp değil mi?"

Şapşal bakışlarının ardından elini hafifçe yukarı kaldırdı ve alnıma tık tık yaptı.

"Ne yapıyorsun ya?"

"İçine Ayşe sultan mı kaçtı diye anlamaya çalışıyorum. Ne oluyor kızım? Ne bileyim abim nerede... Yine operasyondan operasyona koşuyordur."

"Sıçayım onun operasyonuna..." mırıldanarak söylediğim şeyle "Ne?" dedi anlamaz anlamaz.

Ay bu da hiçbir şeyi anlamıyordu.

"Diyorum ki Emre buradayken neyin operasyonu bu?"

"Tövbe estağfurullah... Bilmiyorum ablacım. Ara sor neredesin diye."

Hızlıca gözlerimi devirirken koluna şaplağı yapıştırdım. "Bir şeyi de bilsen şaşarım zaten."

Oturduğum yerden kalkıp camın kenarında ki koltuğa geçtiğimde çaktırmadan yola doğru bakmaya çalıştım.

Evet. Kartal'ın yolunu gözlüyordum.

"Tabii basur da zor."

Yan taraftan Batu'nun işittirmelerine kulak vermeden bir telefona bir de camdan dışarı bakıyordum. "Acaba neden olur ki basur Batu?" Melekte işin içine girdiğine göre topluca benimle uğraşıyorlardı.

Yiğit keyifle Meleklerin yanına oturduğunda herkes bana bakıyordu."Basur basur olalı böyle bir insan görmedi vallahi."

Azaül bakışlarım Yiğit'e döndüğü gibi abim araya girdi. Ne araya giriyon aslanım? Allah Allah ya!

"Sakin ol cimcime."

Tam ağzımı açacağım Youtube reklamı gibi araya. Ali Çavdar. Çavdar ekmek.

"Cidden Basurun mu var komutanın kardeşi."

"He." Dedim ters bir şekilde. "Basurum var. Var mı bir diyeceğin?"

Turan abi boğazını temizleyerek Çavdar ekmeğini dürttüğünde Galip abi "Siz bir ısınamadınız gençler." Dediğinde ağzımı büzerek "Üzgünüm. Isıtıcı değilim Galip abi." Deyiverdim.

Aklıma Kartal'a "üzgünüm ama tamirci değilim" dediğim gün gelmişti. Şimdi düşününce o gün bile bakışları çok farklıydı.

"Tüh." Yaptı Çavdar ekmeği. "Bende kapıda öyle güzel bir gülücükle karşılayınca sımsıcak bir insansın sanmıştım.

İşte o an sahaların aranan gürlemesi duyuldu. Cihangir Balcı kız kardeşine karşı gelmekte olan tehdidi sezmişti. "Lan!...Sen benim kardeşime mi yürüyorsun Çavdar Ekmeği?!"

Kardeş değil miydik işte? Aklımız aynı çalışıyordu. Ali Çavdar eşitti Çavdar ekmeği.

Ali Çavdar Ekmeği oturduğu yerde dikleşti ve "Estağfurullah komutanım." Dedi. "Güzele güzel demek sevaptır. Ben ondan dedim."

"Gerzek gerzek konuşma Ali. Dayağı sağdan sağdan çekiyorsun bak." Ne güzel de söylemişti Turan abi. Çavdar oğlu çavdar konuşmaya devam ederse abim birazdan tekme tokat girecekti.

"Ali..." dedi abim sabır çekercesine. "Ne beni kendine bulaştır. Ne de başka bir şey yaptır oğlum tamam mı?"

"Komutan-"

"Ali...!"

"Emredersiniz Komutanım." Ali Çavdar Lose. Cihangir Balcı Win.

Küçük bir çekişmeden sonra herkes sofraya oturdu. Yemekler yendi sohbetler edildi derken Kartal gelmedi. Anlayacağınız bende ümidimi kesmiştim. Gizlice Emre'ye ve Batu'ya sorsam da ikisi de Kartal'ın nerede olduğunu bilmiyordu.

Adam bugün resmen sırra kadem basmıştı.

"Eee Leyla. Sen bunların içerisine nasıl düştün?" Sahra elinde çay tepsisi herkese çay dağıttığında ben sanki evin kızı değilmişim gibi ekşi bir suratla koltuğun kenarına pusmuştum. Hala tek gözüm telefondaydı. Hani belki bir ümit. Yazarsa falan diye.

Leyla mütevazı bir şekilde. "Valla onlar benim elime düştü." Dediğinde bizimkileri bir gülme aldı. "Doğru söylüyor. İlk önce Tim'de Cihangirle Leyla vardı. Sonra biz karıştık işin içine." Yunus Emre abi Leyla'yı desteklerken çok kısa bir süre bakışmalarını yakaladım.

Ama nasıl bir bakışma.

Sanırsınız beton Yunus Emre abi gitti yerine duygu seline kapılmış Yunus Emre abi geldi.

Küçük bir şokla ikisini de izlemeye başladığımda arada birbirlerine gülücük attıklarına şahit olmak şokum şok kattı.

Kız yoksa bunlar...Anam anam!  Melek'in kulağına gitmesindi. Hemen herkesin kulağına bir anda su kaçıverirdi de sonra görürdük. Kankam diye demiyorum, biraz heyecanlanınca dilinin ayarı kaçıyor.

Sahra, Leyla ve diğerleri sohbete dalınca elimde ki telefon titreyiverdi.

İçimi nasıl bir heyecan kapladı var ya. Saniyede mesajlara girdim. Bir bakarım ki mesaj Melek'ten gelmiş. Heyecanım nasılda paramparça olup suya düşmüştü. Ayıptır söylemesi adeta göt olmuştum canım.

Meloş

Meloş: Yunus Emre

Meloş: Leyla

Meloş: Fanfinifinfon 

Karının gözünden hiçbir şey kaçmıyordu arkadaş. Bakışlarımı telefondan kaldırdığım an direkt Melek'le göz göze geldim. Karıdaki göz göz değildi.

Meloş: Sende anladın dimi

Meloş: Bir Melek atasözü ne der

Meloş: Aşık aşığın halinden anlar

Siz: Kendi kendine gelin güvey olma

Siz: Belki de sandığımız gibi bir şey değil


Meloş: Kes çeneni kes kes kes kes!

Meloş: Götünden konuşma bana

Siz: Ne diyorsun Melek?

Siz: Zaten moralima bozuk

Siz: Ha beni kendine bulama

Meloş: Hoş geldin Karadeniz'in gülü

Meloş: Ha derdin nedur?

Meloş: Anlat bakayim

Meloş: Yargı dağatup duraysun

Siz: Derdim ne olacak

Siz: Şu ortama bir bak bakayım benim derdim neymiş

Meloş: Hiç bakmama gerek yok çünküsüüü

Meloş: Ben hemen anlarım

Meloş: Eniştem yok diye dimi bu tavırlar

Siz: Enişten?

Meloş: Şu jetonunun köşelerini yontsak

Meloş: Aslında güzel kızsın

Meloş: Kartal diyorum Kartal

Siz: Kartal senin enişten mi geri zekalı

Meloş: DEĞİL Mİ AMK

Meloş: Adamı öpüp öpüp duruyon

Meloş: Sonra enişten değil diyon

Meloş: Aha benim sinirlerim geliyor

Siz: Kartal senin enişten mi geri zekalı

Meloş: DEĞİL Mİ AMK

Meloş: Adamı öpüp öpüp duruyon

Meloş: Sonra enişten değil diyon

Meloş: Aha benim sinirlerim geliyor

Siz: Daha enişten değil diyorum

Meloş: Kıvırma

Siz: Sana yalan borcum mu var?

Siz: Yok

Siz: Daha oturup konuşmadık işte

Meloş: Ne tesadüf

Meloş: Batu'yla bende konuşmadık

Meloş: Niye biliyor musun şekerim

Meloş: Zaten böyle şeyler oturulup konuşulmaz

Meloş: Sen burayı diplomasi masası sandın herhalde

Siz: Kızım

Siz: Bu işler konuşulmadan olur mu

Siz: İki öptük diye manita mı olduk

Meloş: Düşünmeden konuşuşun beni benden alıyor

Meloş: Ayrıca konuştukça batıyorsun enayiii

Meloş: Diyemiyorsun ki ben bu adama vurgunum ama söyleyemiyorum

Meloş: Onun yerine konuşmadık diyon

Siz: Laga luga yapma Melek

Siz: Sadete gel

Meloş: Siktir git Kartal'a seni seviyom de

Meloş: Bu kadar

Siz: Allah şahit

Siz: Sende ki bu rahatlık kadı kızında yok amk

Meloş: Kadı kızı benim götümü yesin

Meloş: Hadi Eyw

Sohbet bir şekilde ilerlerken artık yüzüm tamamen düşmüştü. Gelen her mesajı Kartal'dan sanıyordum. İçimde değişik bir huzursuzluk, kalbimde bir daralma vardı. Sanki bir şey olacak gibi hissediyordum.

Etraftakilerin konuşmaları uğultu şeklini almaya başladığında daha fazla dayanamadım ve içeriden kalkıp mutfağa geçtim.

Feriha gibi küt diye bayılacağım şimdi!

Adam yer yarılmıştı da içeri girmişti resmen.

Mutfağa geçtiğimde direkt mesaj atmaya ve aramaya başladım.

Kartal

Siz: Kartal

Siz: Neredesin?

Siz: Neden telefonlarıma cevap vermiyorsun

Siz: Endişelendiğimin farkındasın değil  mi?

Siz: Aynı şeyi ben yapsaydım şu an tüm emniyeti kapıma dökmüştün

Siz: Kartaaaaaaaal

Siz: Gerçekten bak kalbime ağrılar giriyor

Siz: Şaka yapıyorsan hiç hoş değil

Siz: Kartal lütfen başına bir şey gelmemiş olsun

Aklıma kötü kötü şeyler geliyordu. Bunlar aynı zamanda hiç düşünmek istemeyeceğim şeylerdi. Bir anda Murat panik atağım tuttu ve bende ki tüm dengeler bozuldu.

Ya ona bir şey yaptıysa?

Tam karnımın en orta yerine yumruk yerken ellerimi bir titreme aldı. Sakin olmak istiyordum ancak içimden bir ses şu an sırası değil diyordu.

Ufaktan bir karın ağrısı panikle yerini alırken mutfağa Sahra girdi. Yüzünde ki koca bir gülümseme beni yerde oturmuş karnımı ufalar bir şekilde görmesiyle soluvermişti.

Elindeki çay bardaklarını masaya bırakıp hızlıca yanıma çöktüğünde "Ecrin? İyi misin?" dedi.

"Kartal'a ulaşamıyorum Sahra." Dedim bir saniye bile beklemeden. "Ne telefonunu açıyor ne de başka bir şey yapıyor."

"Sakin ol canım benim. Belki de işi vardır."

"Hayır. Emre burada. Onlar aynı büroda çalışıyor. İşi olması imkansız." Belki iş dışında bir işi vardır diye düşündüğümde bu mantıklı gelmişti ancak bu seferde telefonlarımı açmayışı ve mesajlarıma bakmayışını anlayamıyordum.

"Başına bir şey geldi..." dedim çaresiz bir şekilde. Kalbimin üzerindeki acı sızı artarken bedenimi kıskıvrak yakalamış olan bu cereyana kendimi kaptırmıştım bile.

Panikle oturduğum yerden kalktım. "Benim gitmem lazım...!"

Sahra tüm varlığıyla önüme gerildiğinde sadece küçük bir hareketle onu ittirdiğimi hatırlıyorum. Sonrada zaten ışık hızında Melek odaya yanıma gelmişti.

"Ecrin? Kanka ne oluyor?"

Küçücük odanın içerisinde deli dana gibi dönüp duruyordum. İlk önce nereye gidecektim? Emniyet'e mi Mekan'a mı? Ya da mahallenin çıkışında bakına bakına ilerlemeliydim.

"Ecrin sana diyorum!"

"Ne var ne?!" Tüm dikkatim dağılmış bir şekilde ona döndüğümde kollarımdan tuttu ve şöyle bir dut silkeler gibi silkeledi.

"Ne oluyor diyorum? Ne bu halin? Betin benzin atmış."

Sormuş olduğu soruyla bir anda şelalelerim açılıverdi. Gözyaşlarım birer birer yolunu bulurken titreyen ellerimle saçlarımı geri ittim. "Kartal yok Melek...Kötü bir şey olmuş gibi hissediyorum."

"En son ne zaman konuştunuz?"

Panik içerisinde en son ne zaman konuştuğumuzu hatırlamaya çalıştım ve "Dün gece." Dedim. "Dün gece camdan cama konuştuk ve ben ondan sonra onu ne gördüm ne de duydum."

"Allah Allah..." Melek'in de kaşları çatılmıştı. "Kartal normalde seni bu kadar yalnız bırakmaz."

"Bende onu diyorum ya..." dediğimde derince bir yutkundum ve Melek'e döndüm. "Murat'tan şüpheleniyorum Melek... Dün geceden beri saçma bir şekilde sürekli Murat'ı düşünüyorum. Sanki bir şey yapacakmış ya da yapmış gibi."

Melek hiç düşünmedi bile. "En son içeridekiler kalkıyorlardı. Sanırsam Cihangir abi de onlarla gidecekmiş. Bir beş dakika sabret...bizimkilerle tek başımıza kaldığımızda çıkar hepimiz Kartal'ı aramaya gideriz olur mu?"

Hayır demek gibi bir imkanım yoktu. Bu yüzden çaresiz bir şekilde kafamı aşağı yukarı salladım ve odanın içerisinde dolanmaya devam ettim. Sahra ve Melek benim yokluğumu aratmamak için içeri geçmişlerdi.

"Lütfen..." dedim kendi kendime "Lütfen başına bir şey gelmemiş olsun..."

Hazırlanmak için üzerimi değiştirdiğimde tüm dolabım aradığım şortu bulana kadar aşağıya düşmüştü. Bazen dağınık olmak insanı gerçekten çok yoruyordu. Hele ki böyle durumlarda insanın canı burnundayken daha bir sinir bozucuydu bu olay.

Sinirle yerde ki eşyaları kaldırıyordum ki çamaşırların altında kendini gösteren o saman sarısı kağıtla kısa bir süre bakıştık. Bu kaybettiğim ikinci mektuptu. Çamaşırları bir kenara fırlatıp mektubu elime aldığım gibi yatağa geçtim.

Belki de içerinde Kartal'ın ortadan kaybolmasına dair bir sebep vardır diye düşünerek mektubu okumaya başladım

(Unutanlar için mektup)

Güzelliğin karşısında saygı duruşunda dursam çok mu abartı olur?

Bence olmaz.

Çay bahçesinden sonra bir daha karşı karşıya gelemedik ancak ben hep senin peşindeydim biliyor musun? Daha doğrusu birkaç adamım senin peşindeydiler. Nereye gidersen seni izlediler ve bana fotoğraflarını attılar.

Eminim ki bu satırları okurken benim deli bir manyak olduğumu düşünüyorsun ancak gerçekten öyle değilim. Ya da öyleyim. Bilmiyorum. Bunları açıkça yazabilmemin sebebi bundan bir önce ki mektubu bir tanecik başkomiserimize vermemiş olman.

Yoksa verdin mi?

Eğer verseydin çoktan bu kulağıma gelirdi. Kulağıma gelmediğine göre vermedin ve bu mektup işi hoşuna gitti. Gerçekten mükemmel.

Peki ya verdiysen ve değerli başkomiserimiz bana pusu kuruyorsa?

Lütfen öyle bir şey yapmadığını söyle. Çünkü düğünümüzde nikah şahidimiz olacak olan başkomiserimizi öldürmek istemiyorum.

Ama biliyor musun Ecrin?

Aslında onu öldürmek istiyorum ve sanırsam sen ona mektup işini söylememiş olsan da onu öldüreceğim.

Lütfen onu öldürürsem bana kızma olur mu?

Bunların hepsi senin ve benim için. Ya da değil. Ne önemi var ki?

Sen benimsin. Ben gelene kadar kendine iyi bak...

Murat YAMALI

Size yemin ederim kalbim durdu ve şuracıkta ruhumu teslim ettim sandım.

Öldürmek diyordu...Murat Kartal'ı öldürmekten bahsediyordu. Kartal'ın ölmesi düşüncesi ne kadarda hoşnut olamayan bir düşünceydi böyle. Ölüm ona hiç yakışmamıştı.

Oturduğum yerden ayağa fırladığımda başım deli gibi dönüyor, midem stresten kasım kasım kasılıyordu. Tam kapıyı açtığımda Melek'le burun buruna geldim.

"Gitmemiz lazım...Murat Kartal'ı öldürecek."

"Ne?!"

Arkadan bir ses. Batu'nun sesi. "Hop hop? Kim kimi öldürüyor Eco?"

"Ne ölmesi lan?"

"Biri şu olayı düzgün bir şekilde anlatsın." Emre ve Burak da işin içine dahil olduğunda ağlamalarımın içerisinden yalvarmaya başladım. "Allah rızası için yola çıkalım." Dedim. "Yolda anlatacağım lütfen! Lütfen zaman kaybetmeyelim!"

Kimse ikiletmedi. Onlar arkadaşlarına, kardeşlerine bir şey olacak korkusuyla bende sevdiğim adamın canına zarar gelecek korkusuyla hızlıca çil yavrusu gibi dışarı döküldük ve arabalara doluştuk.

Ben Emre'nin arabasına binmiştim. Bu bilinçli bir seçimdi. O arabayı sürerken ben bir yandan ağlıyor bir yandan dua ediyor bir yandan da Emre'ye soru soruyordum.

"Bugün hiç görmedin mi?"

"Görmedim. Emniyete gelmedi." Dediğinde arka koltukta oturan Yiğit söze girdi. "Emre iyi düşün lan. Adam sabah evden emniyete gidiyorum diye çıktı."

"Abicim sana yalan borcum mu var? Görmedim işte görmedim."

Derin bir nefes alıp Emre'ye döndüğümde arkadan Yiğit o uzun mu uzun kollarıyla bana sarıldı. "Kanka valla ağlamaya ya. Bak daha kötü olacaksın başın ağrıyacak, migrenin tutacak." Yanağıma küçük bir öpücük kondurdu.

"Abim bu. Kendini yoldan geçen köpeğe parçalatır da Murat'a öldürtmez. Hatta gittiğimizde Murat'ı bile ölü bulmuş olabiliriz. Öyle düşün."

"Öyle deme Yiğit." Dediğimde kafamı koluna yasladım. Emin ki o da abisinin başına bir şey gelecek diye korkuyordu ancak benim ağlamama kıyamadığı için şu an odağı ben olmuştum. Bu yüzden söylediği şeylere tutunarak tek bir kelime daha etmeden Emre'ye tekrar soru sordum.

"Peki şu an nerede olabilir..." dedim. "Biliyor musun? Ya da tahmin edebiliyor musun?"

Tüm merakımla ona bakarken kafasını aşağı yukarı salladı ve "Aklımda bir yer var. Şimdi bizimkilere de orayı mesaj attım. Çok uzak bir yer değil. Ormanlık alan."

"Neden orası?"

"Çünkü orada Murat'ın evi var." Dediğinde tüylerim diken diken oldu. Eğer Kartal'ın başına bir şey gelmiş olsundu var ya Murat'ı kendi ellerimle toprağın altına sokardım.

Bir ümit durmadan Kartal'ı arıyordum. Telefonu ya çalmıyordu ya da telefonuna ulaşılamıyordu.

Hava kararmıştı. İçimde ki o kötü his artık tüm bedenimi tesiri altına almış, korkuyla her an gelebilecek bir haber için telefonuma bakıyordum.

"Polise haber vermeliydik." Sesim bile titriyordu.

"Emre var yanımızda." Dedi Yiğit ve yan taraftan yanıma doğru sarktı. "Titriyorsun ve kendini çok kasıyorsun. Bunlar migrenin alameti Eco." Cevap vermeme kalmadan tanıdık olan o pembe  ilacı uzattı. Hayır diyecek durumda değildim çünkü sağ tarafımdan çoktan bir ağrı tutmuştu.

İlacı tekte ağzıma atarken su şişesinden aldığım bir yudum su resmen boğazımda kalmıştı. Anlamıştım ki Kartal'ı bulana kadar her şey bana haramdı.

Emre sağa doğru yavaşlamaya başladığında su şişesinin ağzını kapatıp kenara koydum.

"Geldik mi?"

"Evet" dediğinde araba durur durmaz kendimi dışarı attım. Koşarak hiç düşünmeden ormanın içerisine daldığımda diğerleri arkamdan bağırıyordu ancak hiçbirini umursamadım.

Her yer karanlıktı.

"Kartal!" diye bağırdım ağaçların arasında ilerlerken. "Kartal neredesin?!"

Karanlıktan korkmama rağmen attığım hiçbir adımı sorgulamadım. Ne korkum geldi aklıma ne de başka bir şey. Sadece aklımda ve içimde Kartal vardı.

"Yalvarıyorum Allah'ım... Lütfen yaşıyor olsun..."

Evin önüne geldiğimde hiçbir ışık yanmıyordu. Son bir ümit. Son bir çare. İçime çektiğim derin bir nefesle "Kartal!" dedim. "Kartal ben geldim!"

Gözyaşlarım birer birer intihar ederken bacaklarıma sızılar girmişti bile. Murat ona bir şey yapmıştı.

Bana söz verdirtmişti. Bu akşamım onun olacaktı. Hani şimdi neredeydi? Akşam olmuştu, ben gelmiştim ancak o yoktu.

Çaresiz bir şekilde etrafıma bakınırken arkamdan doğru belime dolanan kollarla olduğum yerde sıçradım. Daha ağzımı açmama kalmadan ciğerlerimden içeri sızan o tanıdık mentol kokusuyla nutkum tutuldu.

Burada mıydı?

Panikle debelenerek arkamı döndüğümde yüzüme çarpan nefesiyle bedenimi bir titreme aldı.

"Hoş geldin güzelim..."

Karşımda ki Kartal'dı. Daha başka bir deyimle sevdiğim adamdı.

Onun burada sağ salim karşımda olmasının verdiği hissiyatla ellerimi ilk önce yanaklarına koydum. Gerçekti. Bunu hissettiğim ansa boynuna atladım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.

"Çok korktum..." dedim boynuna sahiplenici bir öpücük bırakırken. Şehvetten uzak özleme dayalı bir  öpücüktü. "Aklım çıktı..."

O anda hemen yan tarafımızda duran evin ışıkları birden açılıverdi. Buna dikkat etsem de kendimi Kartal'dan ayırmadım. Tam tersine derince kokusunu içime çektim.

"Ben buradayım güzelim. Seninleyim."

"Bir daha asla..." dedim ve boynuna doğru sokuşturduğum kafamı dışarı çıkartıp onunla göz göze gelmeye çalıştım. "...beni sensiz bırakma."

Alnını alnıma dayadı ve yanaklarımı avucunun içine aldı.

"Emin ol güzelim...istesen de istemesen de ne ben sensiz kalabilirim ne de seni bensiz bırakabilirim."

OOO

Kabul edin hepimiz küçük çaplı bir kalp krizi geçirdik. Neyse ki hepsi Kartal'ın cingöz recai oyunları çıktı. Sakin olabiliriz.

Bölüm nasıldı canolar? İnşallah beğendiniz hoşunuza kaçtı.

Bu arada Allah izin verirse 16.Bölüm 3 Ağustos Perşembe günü geliyor 😘❤️

Seviliyorsunuz fıstıklarım

Continue Reading

You'll Also Like

3.1M 206K 71
"Dicle... Fırat'ına kavuşmak için deli gibi çağlayan Dicle! Ömrünü adadığı kişiyi ne kadar uzaktan da olsa bir çırpıda anlayan Dicle!" Sözleri buz gi...
9.8K 906 20
Sırtımı üşüten soğuklukla gözlerimi aralamaya çabaladım. Gözlerimi açtığımda perdenin uzayan hareketine takılı kaldı gözlerim. Açık olan pencereden s...
4.5M 335K 58
"Bu kitap babası tarafından sevilmeyen ve hiç bir zaman sevilmeyeceğini düşünen kızlara ithafen yazılmıştır..." (Haziran-Temmuz ayları arasında kitap...
114K 6.3K 32
Şanlıurfa ☞ Muğla 0546****; Fotoğraf* 0546****; Belli ki bu yoldan yürümüşsün... 0546****; Yoksa etraf böyle çiçeklenmezdi. İlsu; Var öyle marifet...