cardigan, tk

Oleh losingwendie

115K 12.6K 5.2K

jungkook, onun yaralarını yıldızlamak isteyen taehyung'a bir türlü karşı gelemiyordu. •semeXseme Lebih Banyak

eski moda tişört
kaldırım üstünde topuklular
gençken hiçbir şey bilmediğini varsayarlar
süslü bi' gülümseme
siyah ruj
seni biliyorum
kot ceketle dans
sokak lambası altında sarhoş
sweatshirtümün altındaki el
öp ve geçir
herkesle arkadaş olanın hiç arkadaşı yoktur
iki kişiyi kovalayan birini kaybeder
saklambaç
hafta sonları
arabada öpüşmek
yaralarımın etrafına yıldızlar çizdin
kanıyorum
son tren
peter, wendy'yi kaybediyor
baba gibi terk etmek
su gibi akmak
dövme öpücüğü
duman kokusu
seni lanetledim
market sırası
eski bir hırka || final

gözüm üstünde || özel bölüm

2K 224 182
Oleh losingwendie

inci için.
31.07.2023

"Pekâlâ, o zaman bizim bölgemizdeki mağazaların geçen haftaki satış raporlarını bir kez daha gözden geçirelim ve bununla ilgili bir kez daha toplanalım. Pazartesi yine bu saatlerde, çıkışa yakın kısa bir toplantı hepinize uygun mu?" dediğimde önümdeki masada oturan beş kişi de onaylayıcı tavırlar sergilemişti. "Öyleyse dağılabiliriz bugünlük, iyi tatiller şimdiden."

Baş köşesinde oturduğum masadan herkes kalkarken ve toplantı odasından çıkarken ben bilgisayarımı ve önümdeki kağıtları toparlamakla uğraştığım için biraz daha oturmuştum. Bunu fırsat bilen genç stajyerlerden biri de odadan çıkmadan önce yanımda, çok yakınımda durup bana bir şeyler sormaya başlamıştı. Amacının gerçekten bir şeyler öğrenmekten ziyade benimle konuşmak olduğuna dair şüphelerim vardı ama bunu dışa yansıtmamayı tercih ediyordum.

"Bay Jeon, toplantıda anlamadığım bazı noktalar oldu. Vaktiniz varsa biraz soru sorabilir miyim?" Konuştuğu sırada gözümü toparladığım eşyalarımdan ayırmamış ve oldukça ilgisiz olduğumu belli etmiştim.

"Aslında çok yorgunum ve bir an önce eve gitmek istiyorum. Ekstra bir vakit ayıramam ama eşyalarımı toparlayana kadar sorabilirsin ne soracaksan." Dediğim gibi, amacının bir şeyler öğrenmek olmadığını bildiğimden böyle davranmıştım. Gerçekten ihtiyacı olsa istediği kadar oturur ve konuşurdum tabii.

"Mesela şu bahsettiğiniz gizli müşteri puanları, düşük olduğundan bahsetmiştiniz. Puanımızı yükseltmek için neler yapabiliriz ki?"

Bilgisayarımı çantama koyup oturduğum yerden kalkarken konuştum. "Toplantıda anlamadığım noktalar var demiştin ama sanırım toplantıyı baştan sona anlamamışsın. Yaklaşık bir saattir bunu konuşup tartışıyoruz zaten." Kapıya doğru ilerliyordum ki hızlı birkaç adım atıp yolumu kesti, bu sırada da çarpışmamıza sebep oldu. "Hayır, hayır tabii ki-"

Yaptığı saçma şeye karşılık kaşlarımı çatıp şaşırmış bir ifadeyle ona bakmıştım. Sanırım filmlerdeki gibi çarpışınca bakışacağımız bir sahne yaşayacağımızı falan düşünmüştü ama asıl film sahnesi birazdan yaşanacaktı ki haberi yoktu. Cam duvarlar yüzünden dışardan bizi gören ve ayakkabılarını yere daha sert çarpa çarpa odaya giren Taehyung'un başrolde olduğu, aksiyon konulu bir film sahnesi hem de.

Bana çarptığı için elindeki kağıtları yere düşüren stajyer yere eğilip kağıtları toplarken sürekli "Afedersiniz." diye tekrarlıyordu ki bu sırada ben ona saçılan kağıtları toplamakta yardım etmek ve etmemek arasında karar vermeye çalışıyordum. En sonundaysa Taehyung'un kelimenin tam anlamıyla ateş eden bakışlarıyla karşılaştığım için etmemeye karar vermiştim.

Önce sinirli bir ifade takınsa da sonrasında sahte bir samimi gülüşle yanımıza gelmiş ve eğilip ona yardımcı olmuştu. "Daha dikkatli olmalısın."

"Çok haklısınız, özür dilerim." derken kucağındaki dağınık kağıtlarla karşımızda birkaç kez eğilmiş ve sonrasında utanç içinde çıkmıştı odadan. Ben hiçbir şey yapmamıştım, kendi yapıp kendi bulmuştu belasını gerçekten.

Stajyer odadan çıkar çıkmaz Taehyung tek kaşını kaldırarak, ve ellerini pantolonunun cebine sokarak bana dönmüştü, durumu açıklamamı istediğini belli edercesine.

"Ben bir şey yapmadım, kendin de gördün cam duvarın arkasından." Konuşurken sırıtmadan edemiyordum.

"Sırıtma." dediğinde daha çok sırıttım. "Sana sırıtma dedim."

"Sadece toplantı hakkında bir şeyler sormak istedi."

"Aynı toplantıyı kendi ekibimle ben de yaptım ama kimse benimle bilerek çarpışıp romantik bir an yaşamak istemedi."

"Öyle mi? Şansına küs o zaman." Oldukça itici bir şekilde konuştuğumda Taehyung gözlerini devirmiş ve ardından da demin masaya bıraktığı çantasını alıp odadan çıkmıştı. Peşinden ben de çıktığımda onu takip ederek asansöre bindim. Geç saatte çıktığımız için ofiste bizden başka biri neredeyse yoktu, bu yüzden de asansörde sadece ikimiz vardık.

Ondan önce davranıp otopark katının numarasına bastıktan sonra kapıyı da kapatmış ve onun yanında, asansör kapısına bakarak dikilmiştim. "Sen beni mi kıskandın?"

Alaycı kısa bir gülüş kaçırdı. "Ne münasebet? Sen kimsin de seni kıskanacakmışım ben?"

"Bugüne bugün 4 yıllık erkek arkadaşınım Taehyung. Sadece sordun diye söylüyorum."

"Hayır seni kıskanmadım, liseli bir ergen değilim."

"Peki o zaman. Sadece emin olmak için sormuştum."

İneceğimiz kata geldiğimizde asansörün kapıları açıldı. İnmek için önce Taehyung'un çıkmasını beklerken o çıkmadan önce bakışlarını bana çevirmeden konuştu.

"Yine de bir daha seni onun yakınlarında görmesem iyi olur, ikimiz için de. Gözüm üstünde."

Kıskanılmak ve kısıtlanmak, bunlar kesinlikle benim uğraşabileceğim hisler değildi. Taehyung da zaten dediği gibi liseli bir ergen değildi ve olur olmaz şeyleri kıskanmıyordu ama arada bir böyle yapması beni kelebeklendirmiyor desem yalan olurdu sanırım. Evet, 4 yıla rağmen hâlâ kelebekler beni terk etmemişti.

Önden gidip arabayı açtıktan sonra arkasına dönüp anahtarı bana doğru atmıştı. Havada kaptığım anahtarla yürüyüp çantamı arabanın arkasına bırakmış ve sürücü koltuğuna geçmiştim ben de. Ardımdan Taehyung da aynı şekilde çantasını bırakıp yanıma oturduğunda hâlâ ufak bir siniri olduğunu anlayabiliyordum. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemi dizginlemeye çalışırken arabayı çalıştırıp otopark çıkışına doğru sürdüm hızlıca.

"Sen neye gülüyorsun?" Kaşlarını çatmış, başını eğmiş bana bakan Taehyung'u gördüğümde hâlâ dudaklarımı bastırarak başımı iki yana salladım ve omuzlarımı kısa bir an için kaldırıp indirdim. "Hiç sevgilim, hiçbir şeye gülmüyorum."

"Gülüyorsun." Kaşları hâlâ çatıktı ve şu an onu ne kadar öpmek istediğimden haberi yoktu.

"Tamam, sana gülüyorum."

"Elimin tersiyle ağzının ortasına bir tane geçirirsem görürsün gülmeyi Jungkook."

"Geçir."

"Bana bak gerçekten yaparım. Beni sınama."

"Geçir." İkinci kez söylediğimde lafımı bitirir bitirmez elini ağzıma doğru gerçekten de sallamıştı ama vurmamıştı. Daha doğrusu vuramamıştı çünkü ben ona fırsat vermeden boştaki elimle elini yakalayıp büyük bir öpücük bırakmıştım eline. Ne yoldan gözümü ayırmış ne de elini çekmesine izin vermiştim sonrasında da.

"Yoruldun mu bugün? Hm? Eve gitmeden Marie teyzenin kafesine uğrayıp bir kahve ısmarlayayım mı sana?" Derken cümlelerimin arasında eline öpücükler kondurmaya devam etmiştim.

"Marie teyzeye de gitmek isterdim, uzun zamandır gitmedik yanına. Ama annem çağırdı akşam yemeğine. O yüzden bu akşam oraya gidelim direkt, yarın akşam Marie teyzeye gideriz. Nasıl olsa yarın tatil."

Marie teyze bizim burada, Londra'da tanıştığımız ve bize en yakın olan kişiydi. Evimizin olduğu sokakta, köşede kalan küçük bir kafesi vardı ve el yapımı tatlılar, yanında da kahve satıyordu. Asıl geçim kaynağı kafesi olmadığından oradan ne kadar kazandığına takılmadan, zevk için işletiyordu kafesini.

Bir gün yürüyüş yaptığımız sırada canımız Kore'de kafede çalıştığımız sırada yaptığımız kahvelerden birini çekmişti ve önümüze çıkan ilk kafe de Marie teyzeninki olduğundan dükkanına girip sipariş vermek istemiştik.

Kimsenin olmadığı küçücük dükkanda tek başına oturup plaklarından şarkı dinleyerek kitap okuyan Marie teyze biz içeri girdiğimizde ne istediğimizi sormuş, ismini söylediğimiz kahveyi duyunca da, "Ben onun tarifini bilmiyorum ama siz biliyorsanız tezgahın ardına geçip yapabilirsiniz." demişti direkt.

Bu garip teklif karşısında ben dükkandan çıkmayı düşünürken Taehyung çoktan tezgahın ardına geçmiş ve malzemeleri bulmaya başlamıştı. Peşinden gidip kolundan tutmuş ve onu geri çekmiştim ama yerinden bile kıpırdamadan büyük bir zevkle sırıtmış ve "Dejavu yaşıyorum resmen bebeğim." demişti sesli bir şekilde.

Bana her zamanki gibi 'bebeğim' diye hitap ettiğinde Marie teyze gözlerini okuduğu kitaptan kaldırmış ve bize şaşkınca bakmıştı. Başta bundan hoşlanmadığını düşünüp çekinsem de sonrasında bize sıcacık bir gülümseme sunmuş, ve bizi -dediğine göre- o andan itibaren torunu gibi görmeye başlamıştı.

Sebebiyse kendisinin de gençliğinde bir kıza aşık olması, kızla birbirlerinden hoşlanmaları ama dönemin baskıları yüzünden beraber olamadan, birbirlerinin hayatlarına değip kaybolmalarıymış. Dediğine göre bizim delidolu hâllerimiz Marie teyze'ye hâlâ unutamadığı, yaşayamadığı gençlik aşkını hatırlatıyormuş. Bizi gerçekten torunu olarak gördüğü için mi bilmiyorum ama haftada en az bir kez gidip ona kahve yapmazsak ve yaptığı tatlılardan yemezsek bize küsüyor. Evet, gerçekten küsüyor ve gönlünü almak da pek kolay olmuyor açıkçası.

"Ne düşünüyorsun?" Kırmızı ışıklarda durduğumuz sırada daldığım düşüncelerden Taehyung'un sesiyle çıkmıştım.

"Marie teyze'nin bize fena küseceğini düşünüyordum. Bu sefer iki üç çiçekle halledebileceğimizi sanmıyorum, bir buçuk haftadır gitmiyoruz yanına."

"Yarın giderken düşünürüz bunu. Sen yola odaklan ve şurdan sol yap hadi bebeğim." Derken sanki bir çocukmuşum gibi uzun saçlarımı karıştırmıştı. Ben de dediğini yaparak yanan yeşil ışıkla beraber Taehyung'un ailesinin evine akşam yemeğine gitmek için sola dönüş yapmıştım.

Kısa süren yolun ardından akşam yemeğine geldiğimizde bizi kapıda karşılayan annesi ile sarılmış, bizi daha dün görmesine rağmen çok özlediğini söylediği için de istediği kadar öpmesine izin vermiştik.

Benim yanağıma kocaman bir öpücük bırakıp çekildiği sırada ben de kocaman sırıtmıştım ister istemez. Ardından yanağımı da sıktığında tam olmuştu.

"Oh, iyi ki geldiniz bu akşam. Baban çok huysuz, iyice yaşlandı çekilecek dert değil artık." derken Taehyung'un ceketini alıp portmantoya asmasına yardım etmişti. Bu sırada da oturma odasında oturan babası bizi duymuş ve dalga geçercesine "Çocuklara beni kötüleyip durmasana!" diye sahte bir sinirle bağırmıştı.

Hepimiz gülerken annesi mutfağa geçip yemekleri masaya taşımaya devam etmişti ki biz de o işini halledene kadar takım elbiselerimizden kurtulup bu evde her zaman olan kıyafetlerimizi giymiştik. Sonrasında da ellerimizi yıkayıp masaya geçmiştik.

"Jungkook tabağını uzat da sana biraz daha bundan koyayım oğlum." Annesi masanın başında önündeki tencere ile dikilirken elini bana doğru uzattı tabağı vermem için. Tabağımda zaten oldukça fazla yemek olduğu için kibarca teşekkür edip reddetmek üzereydim ki yanımda oturan Taehyung benden önce davranıp tabağımı çoktan annesine uzatmıştı.

"Al anne."

"Aslında daha fazla istemiyordum-" dedim afallayarak.

"Ye sen ye. İyi beslenmen lazım. Sonra gün içinde gözün kararıyor başın dönüyor falan, birileriyle çarpışıp duruyorsun. Değil mi?" Oldukça imâlı bir ses ile konuştuğunda şaşırmadan edememiştim. Hâlâ aynı konuya takılı kalması garibime gidiyordu, Taehyung böyle biri değildi normalde. Bugün fazla alıngan falan mıydı?

"Sen iyi misin?" dedim kulağına doğru biraz eğilip fısıldayarak.

"Beni şu an öpersen daha iyi olabilirim." diye fısıldarken gözleriyle annesi ve babasını kontrol etmiş ve duymadıklarına emin olmuştu. Aynı esnada da sinsi bir şekilde sırıtıyordu.

Kaşlarımı çatıp ondan uzaklaşırken gözlerimi devirip "Arsız!" demiştim sinirle. Sonrasında da tabağımı geri alıp yemeğimi yemeye başlamıştım.

'Gününüz nasıl geçti?', "İşteki yeni pozisyonunuz nasıl?' gibi sorularla geçirdiğimiz yemek faslının ardından hava kararmış, tabaklar masada dursa da biz sohbete devam etmiştik.

Ben Taehyung'un babasıyla şirketteki bir sorun hakkında sohbet ederken annesi su almak için kalktığında hepimize tek tek su isteyip istemediğimizi sormuştu.

"Jungkook, sen su ister misin oğlum?" diye bana da sordu ben lafımın ortasındayken. Refleksle kısa bir an için annesine dönüp başımı olumsuz anlamda sallamış ve cevaplamıştım onu.

"Teşekkür ederim anne, istemiyorum." Bu ona ilk kez böyle seslenişimdi.

Her şey, herkes durdu. Sanki odada uçuşup duran küçük kelebek bile bir an için havada asılı kaldı. Taehyung, babası, annesi, hepsi nasıl tepki vereceğini bilemez bir şekilde bana bakıyordu. Bense deli gibi atan kalbim ve heyecandan karıncalanan parmak uçlarım ile bir an önce bu ortamdan kaçmak istiyordum.

Normalde ona asla anne demezdim. Ben annem dışında kimseye anne demek istemiyordum. Hoş, öz anneme de içimden geldiği kadar anne diyememiştim ama onu çok sevdiğimden, sanki başkasına anne dediğimi duysa üzülürmüş ve kötü hissedermiş gibi hissediyordum. Bu yüzden de evet, dört yıldır ona anne dememiştim.

Taehyung bu konuda sadece düşüncesini söyleyip annesine 'anne' diye hitap etmemin hoşuna gideceğini, ama böyle bir şeyi benden isteyemeyeceğini söylemişti çok önceden. Benim için zor olduğunu biliyordu. Ne de olsa annemle ilgili en zor günleri geçirdiğimde saçlarımı okşayarak o uyutmuştu beni, o silmişti bütün gözyaşlarımı.

Taehyung bunu söylediğinde ben de "Bir gün içimden gelirse ben de ona anne demek isterim, ama o gün ne zaman gelir ya da gelir mi bilmiyorum." demiştim. Sanırım o gün gelmişti işte.

"Tamam oğlum." derken dolu gözlerini saklamaya çalışarak hızlıca mutfağa adımlamıştı annesi. O da az da olsa biliyordu annemin hikayesini bu yüzden duygulanmasına şaşırmadım. Annesinin ardından babası da arkasına yaslanıp önündeki yarısı dolu olan bardaktan su içmişti biraz.

Dalmış gözlerimi masadan çekip Taehyung'unkilerle buluşturdum. Gözlerimin dolduğunu ancak onu buğulu gördüğümde anlamıştım. Sıkıca kapatıp açtım gözlerimi düzelmek adına. Taehyung ise adem elması belirgince hareket edecek şekilde yutkunmuştu. Ne yapacağını bilemiyordu eminim ki, ben de bilemiyordum çünkü.

"İzninizle." dedim babasına karşı hafifçe eğilirken. Sonra da olabildiğince hızlı bir şekilde evin arka tarafında kalan balkona geçtim. Karanlık hava ve esen rüzgar sayesinde derin bir nefes alıp verdim. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım bir kez daha.

Demin yaşadığım şey, şapka ve maske kullanmayı bırakmamdan bile daha büyük bir adımdı benim için. Bu yüzden kendime inanamamıştım biraz da.

Dudaklarımı ısırarak ve saçlarımı karıştırarak geçirdiğim birkaç saniyenin ardından Taehyung gelmişti yanıma. Küçük balkonun kapısının açıldığını hissettiğim an arkamı dönmüştüm. Döner dönmez de beni sıkıca saran kollara karşılık verip sımsıkı sarılmıştım Taehyung'a. Elleri benim enseme çıkıp saçlarımı karıştırırken ben de başımı onun boyun girintisine yaslamıştım.

"Taehyung-" dedim titreyen sesimle.

"Seninle gurur duyuyorum." dedi lafımı keserek. "Beş yaşındaki Jungkookla da gurur duyuyorum, yirmi beş yaşındaki Jungkookla da. İkiniz de başardınız."

"Teşekkür ederim."

"Ben teşekkür ederim." dediğinde omzunun köşesine öpücük kondurup geri çekildim. Geri çekildiğim gibi yanaklarımı kavradı ve önce yaşlarımı sildi, ardından da beni kendine çekip yumuşak bir öpücük kondurdu dudaklarıma.

Gülümseyip geri çekildim. "Daha önceden yapmak isterdim ama biliyorsun, düşündüklerimi en iyi sen biliyorsun."

"Bence annen şu an sana kırgın değil. Hatta bence şu an annen inanılmaz mutlu. Günlükten tanıdığım kadarıyla bence annen, fırsatı olmadığı için sana veremediği sevgiden ömrünün sonuna kadar mahrum kalmadığını gördüğü için inanılmaz mutludur şu an. Hatta seninle gurur duyuyordur." dedi alnını alıma yaslarken. "En az benim kadar."

Dudaklarımı birbirine bastırırken başımı olumlu anlamda salladım hafifçe. Ardından zaten önümde duran dudaklarına ulaşıp birkaç kısa öpücük daha bıraktım.

"İçeri dönelim mi?"

"Annene nasıl davranmalıyım? Çekiniyorum şu an, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum Taehyung."

"Annemize," dedi gülerek ve vurgu yaparak. "her zaman davrandığın gibi, hiçbir şey olmamış gibi davran. O da çok mutlu oldu gerçekten."

"İçerde bana yardımcı ol. Konuşmadığımda anla garip hissettiğimi."

"Ne zaman anlamadım ki?" dediğinde gülmeden edemedim. Haklıydı, her hareketimin ne demek olduğunu anlardı o. Ben de onunkini anlardım gerçi.

"Geçelim mi içeri?"

"Geçelim."

Ertesi günün sabahında ben Taehyung'dan çok daha erken, güneşin doğuşunda uyanmıştım kendi kendime. Öncesinde biraz yatakta Taehyung'un yanında uzanıp uykusunda bana sırnaşmasının tadını çıkarsam da sonrasında geri uyuyamayacağımı düşünüp kalkmıştım yataktan. Hâlâ dünkü o 'küçücük' olayı kafamdan çıkaramadığım için biraz annemle yalnız kalmak adına defalarca okuduğum günlüğü almıştım yine elime.

Oturma odasına geçip koltuğa uzanmış, üstüme ince bir battaniye çekip baştan okumaya ve her detayını incelemeye başlamıştım. Tekrar tekrar okudum yazıları. Fotoğrafların hepsini tekrar sevdim.

Kalın defteri bir kez daha baştan sona bitirdim yattığım yerde. Gözlerim ağırlaşmıştı tekrardan. Son sayfasını çevirirken oldukça uykum olduğundan gücümü toparlayamamış ve elimden düşürmüştüm defteri. Düşmesini önlemek için refleksle tutmaya çalıştığımda sondaki boş olan sayfa yırtılmıştı.

Yırttığıma inanamadım başta. Korkuyla yattığım yerden kalkıp yerden aldım günlüğü. Yırtmıştım gerçekten de. Ama sadece defterin son sayfasını yırtmamıştım aslında. Defterin arka kapağındaki saklı kısmı da yırtmıştım aslında.

Saklı diyorum çünkü ben şu ana kadar günlüğü onlarca kez okumama rağmen bu kısmı görmemiştim.

Yırttığım için açılan, ve içinde hafif kabarıklık oluşturacak bir şey bulunduran kısma baktım hızlıca. İçinde bir yüzük vardı. Annemin eski bir yüzüğü.

Gümüş ince bir yüzüktü. Annemin parmağına göre olduğundan oldukça da küçüktü. Dış kısmında çok ince, dikkatli bakmadan belli olmayacak güzel bir motif vardı, iç kısmındaysa 'JK' yazıyordu.

Annemin günlükte "Senin yanına hiç gelemedim ama seni hep yanımda taşıdım." yazdığı bir kısım vardı. Sanırım bu yüzüğü kastediyordu ki o zamanlar bunun böyle bir anlamı olabileceğini düşünmemiştim.

Yüzüğü elimde evirip çevirirken güldüm istemsizce. Ardından günlüğü kapatıp önümdeki sehpaya koyarken ben de demin yattığım yere geri uzandım avcumun içindeki yüzükle.

İnceledim. Dakikalarca inceledim ve bu yüzüğün hikayesini düşündüm bir süre. O sırada da tekrar uykuya daldım.

Yani, dalmışım. Çünkü beni geri uyandıran şey Taehyung'un şarkı söyleyen sesi olmuştu. Mutfaktan gelen sesiyle gözlerimi iyice açarken kapalı olan avcuma batan yüzüğün varlığını hatıladım tekrar. Elimi açıp bir kez daha baktım yüzüğe, ardından da kalkıp mutfağa doğru ilerledim. Hâlâ avcumun içinde nazikçe tutuyordum yüzüğü de.

Mutfağın kapısına geldiğimde çıplak sırtıyla tezgahta bir şeylerle uğraşıp 'dance me to the end of love' şarkısını mırıldanan Taehyung'u gördüm. Kollarımı bağlayarak kapı eşiğine yaslandım ve beni fark etmesini bekledim bir süre onu izlerken.

Hiç ses çıkarmadığımdan önce fark etmese de buzdolabından bir şeyler almak için arkasını döndüğünde beni görmüş ve sanıyorum ki bunu beklemediği için tırsmıştı bir an için. İrkildiği sırada kısık bir küfür kaçırdı ağzından.

"Sen ne zaman uyandın?"

"Demin."

"Hayırdır? Neden yanımdan kalkıp salonda uyudun gece?"

"Kırıldın mı?"

"Hayır garipsedim."

"Yalnız uyanmayı sevmediğini biliyorum. Çünkü ben de sevmiyorum." dediğimde gülümsemişti. "Ama geri uyuyacağımı düşünmediğim için kalkıp salona gitmiştim. Orada uyuyakalmışım, özür dilerim."

"Bir daha olmasın, yalnız uyanmaktan nefret ediyorum."

"Emredersiniz prensim." dedim başımı olumlu anlamda sallarken.

O da gülerek tekrar arkasını dönecekti ki durdurdum onu. "Taehyung."

"Efendim." dedi tekrar bana dönüp bakışlarını benimkilerle buluştururken.

"Sana bir şey göstermek istiyorum."

"Şimdi mi? Tamam." derken elleri direkt taş-kağıt-makas pozisyonunu almıştı ki gözlerimi kocaman açarken boştaki elimle bir tane geçirmiştim ellerine.

"Geri zekalı! Öyle değil! Sen iyice arsızlaştın artık!"

"Ne var ya! Onu kastediyorsun sandım."

"Arsız!" derken istemsizce gülmüştüm şapşallığına karşı.

"Ne gösterecektin o zaman?"

"Sabah günlüğü okuyordum yine," derken bakışlarımı kapalı tuttuğum elime indirmiştim. O da benimle beraber elime baktığında elimi kaldırıp aramızda tuttum ve açtım. "ve bunu buldum." Ortamızda kalan ince yüzüğe uzanıp eline aldı ve inceledi biraz.

"Çok güzel duruyor, ne kadar ince işçilikle yapılmış bu böyle..." Büyülenmiş gibi bakıyordu yüzüğe.

"Anneminmiş, günlüğün arkasında kalan saklı bir kısımda buldum yanlışlıkla."

"Çok güzel." dedi biraz daha incelerken. Sonrasındaysa bakışlarını bana çevirdi tekrar.

"Bu yüzüğü sen takmak ister misin?"

Şaşkın bakışlarıyla dondu kaldı bir an için. "Ne?"

"Dedim ki, bu yüzüğü sen takmak ister misin?"

"Sen bana evlenme teklifi mi ediyorsun şu an?"

"Öyle veya değil."

"Nasıl?"

"Bizim hangi hareketimiz ne zaman net oldu ki sevgilim." dediğimde kıkırdadı o da. "Buna bir evlilik teklifi diyemem. Çünkü evlilik denen olay bana saçma geliyor. Zaten birbirimizi bulmuşuz ve beraberiz, neden bunu resmiyete dökmek zorunda olalım? Sadece," dedikten sonra duraksadım, konuşmaktan korktum bir an. Ardından onun da gözlerinin parladığını gördüğümde cesaretimi toplayıp kısık sesle konuşmaya devam ettim.

"benden bir şeyi sürekli yanında taşıyacak olman düşüncesi çok hoşuma gidiyor Taehyung. İçim içime sığmıyor sanki bunu hayal edince."

"Peki sen benden ne taşıyacaksın?"

"Yüzük parmağımın yan kısmında omzundaki yıldız dövmesinin aynısından var, ama istersen ben de bir yüzük geçirebilirim parmağıma." dedim iki sene önce yaptırdığım küçük dövmemi göstererek.

"Bir şeyler düşüneceğim bunun için." derken yüzüğü parmağına geçirmeye çalışıyordu fakat annemin parmağına göre ayarlı olan yüzük doğal olarak Taehyung'un ancak serçe parmağına olmuştu.

Önce eline kendi baktı, ardından da bana doğru gösterdi. "Güzel duruyor."

"Hiç şüphesiz." derken ona bir adım daha yaklaşıp ellerimi beline sardım. Onunkiler de aynı anda benim ensemdeki tutamları bulmuştu. Artık bizim için refleks gibi bir şeydi bu hareketler.

Daha fazla beklemeden onu iyice kendime yaslayıp dudaklarımızı birleştirmiştim. Birbirimizi kısa kısa öpüp geri çekiliyor, geri çekildiğimiz sırada da ikimiz de istemsizce sırıtıyorduk.

Yirmi beş yaşına gelmiş iki yetişkindik, ama birbirimizin yanındayken birbirlerine sataşan ama aslında çocukluk aşkları olan beş yaşında iki çocuktan hiçbir farkımız kalmıyordu.

Beraber vakit geçirdikten sonra o günün akşamında Marie teyzenin yanına gittik kendimizi affettirmek için. Giderken çiçek almayı da unutmadık. Önce biraz surat astı bize, hayırsız torunlar olduğumuzu söyledi. Yelkenleri suya indirmesine sebep olan şeyse Taehyung'un serçe parmağındaki yüzüğü göstermek adına elini Marie teyzenin yüzüne doğru tutması oldu.

"Bak, bu aptal aşık yüzük taktırdı bana bugün. İlla tutturdu 'kocam ol' da 'kocam ol'!" derken aptal aptal gülmüş ve kolunu omzuma atıp beni aniden kendisine çekmiş, oturduğum yerde dengemi kaybetmeme sebep olmuştu. "Yanık bu bana Marie teyze, benden söylemesi." diye de ekledi göz kırparken.

"Gevşek herif." Fısıldayarak karşılık verdim.

"Ben de seni çok seviyorum, güzel bebeğim benim!" derken kafamı kolunun altına sıkıştırmış ve saçlarımı sertçe karıştırmıştı.

Kafamı kolundan kurtarmaya çalışırken ona gıcık olduğuma dair şeyler söylesem de aslında bunu yapmasını çok sevdiğimi, hatta bayıldığımı biliyordu.

Bir bebek olmadığımı söyleyip dursam da bana her 'bebeğim' dediğinde kalbimin hızlandığını biliyordu. Yanaklarımı sıkmasının ve ısırmasının canımı acıttığını söyleyip kafamı geri çeksem de bunu yaptığında kendimi çok istediği kumandalı arabayı almış bir çocuk gibi mutlu hissettiğimi biliyordu. Gözlük taktığında onunla dalga geçsem de onu her zamankinden daha yakışıklı bulduğumu -sanırım onu durmadan öpmemden ve sürekli bakmamdan dolayı- biliyordu.

Ben de biliyordum. Mesela öpüştüğümüz sırada onu sinir etmek için bazen ısırdığımda sinirle kaşlarını çatsa da aslında hoşuna gittiğini biliyordum. Tatil günleri sabah uyandığımda çıplak sırtına parmağımla hayali bir şeyler çizdiğimde uyanıp huylandığını söylese de, aslında çoktan uyanık olduğunu ve yaptığım şeyin tadını çıkardığını biliyordum.

İkimiz de biliyorduk birbirimizi. Söylemeye ihtiyaç duymuyorduk sadece. Hiçbir zaman duymamıştık.

•★•

düzenlerken pek içime sinmedi ama söz verdiğim için paylaşıyorum 🪩 pek fazla konuşmaları yok sanki hep jungkook'un kendi kendine konuşmasıymış gibi, o yüzden içime sinmemişti ama kim bilir belki ilerde başka özel bölümler atarım (sözüme güvenmeyin kesin atmam...)

çok özlemişim.. ÇOK.. 🥹

umarım beğenmişsinizdir 💌 görüşürüz 🤍

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

infinity✔ Oleh eris

Fiksi Penggemar

150K 14.5K 24
taehyung arkadaşı jimin'le birlikte jeongguk'a açılmasının provasını yaparken jimin'e değil, jeongguk'a yazar. texting!
november Oleh y

Fiksi Penggemar

134K 14.4K 14
13K 1.8K 5
madrid sokaklarında dans eden protestocu taehyung ve onu yakalamaya çalışan komiser jungkook
4.4K 650 11
"There's nothing like us There's nothing like you and me Together through the storm There's nothing like us" ................... Jungkook alfası tara...