DUDAKLARIN KARARACAK

By esrranurcelk

9.4K 1.2K 348

Ben bu hayattan kaçmıştım, yaşamak istemiştim. Ancak bu kaçışın bütün hayatımın yalanlarıyla ödeneceğini bile... More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
FİNAL

39. Bölüm

70 15 0
By esrranurcelk

Oy verir misiniz? :)

Bazı olayların nedenini bilmeden bitmesi hep içimizde yara kalırdı. Bir şeyler yaşanmıştı ama artık onların nedenini öğrenecek halin yoktur, kimsen yoktur. Kalbimin rahatsızlanma sebebi Vance'yi aklımın unutmasına rağmen kalbimin unutmamasıydı. Benim aklım onu silmiş olsada o kalbimde hep varmış, dün gece bunu öğrenmiştim.

Şimdi bodruma açılan o parkeyi kapatmış, üzerine serdiğim kilimin üstünde uzanıyordum. Sağ tarafıma doğru yatmıştım ve elim başımın altında, boş gözlerle yeni aydınlanan odayı izliyordum. Gece boyunca yaptığım gibi buradan kalkmamıştım ve sadece odayı izliyordum. Şimdi gün doğuyordu, güneşin kızıl ışıkları kasvetli havayı daha da ağırlaştırıyordu. Ağlamak istiyordum ama ağlamak bile çaba gerektiriyorken, bu dünyada çabasız var olamamak acı veriyordu.

Bir kilimin üzerinde uzanıyordum, o kilimin altında aşağı açılan bodrum vardı, iki de ceset. Hayır ben kilimin üzerinde değil, cesetlerin üzerinde uzanıyordum.

Gece boyu düşünmüştüm. Ne yapacağımı, ne olacağını, kim olduğumu. Annem yoktu artık, kaçacak bir gerekçem yoktu. Silinen anılarım geri gelmiş, hep merak ettiğim babamın silik bir siluet olduğunu öğrenmiştim. Bunlar yüzeysel bilgilerdi, annemin bunu neden yaptığını, beni neden sevmediğini veya onu buna zorlayan hayatını hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Onu kaybetmiştim, beni bir kez bile sevmesine şahit olamadan ölmüştü. Onu ben öldürmüştüm.

Yattığım yerden doğrulduğumda uzun zamandır uzanmış olduğum için uyuşmuş her bir yerime ağrılar saplandı, acıyla inledim. Birkaç dakika acının dinmesini bekledikten sonra ayağa kalktım. Bacaklarım deli gibi titriyordu, korkudan değildi. Kilimin üzerinden uzaklaştığımda dönüp son kez baktım, orada çürüyecek iki cesede. Sahiden, hak ettikleri bu muydu?

Başımı sağa sola sallayıp kendimi banyoya attım. Aynaya baktığımda yüzümde yer yer kurumuş kan izleri vardı, aynısı ellerimde daha çoktu. Üzerimdeki açık yeşil elbisede bile kan lekeleri vardı. Üşüdüğümü henüz hissedebilmiştim, titredim. Kovada duran suyun yanına oturdum ve ellerimi buz gibi suyun içine daldırıp ovalamaya başladım. Tırnaklarım derimi kazırken sadece kan lekeleri gitsin istiyordum. Hızla yapmaya devam ettiğimde ardından sinirle çığlık atıp avucuma suyu doldurdum ve yüzümü yıkamaya başladım. Geçsin istiyordum, bu işkence bu durum bitsin. Geçen kabus dolu günün izleri silinsin istedim.

Nefese nefese durduğumda suyun rengi değişmişti ve artık ellerim temizdi. Verdiğim karar netti, buradan çıkacaktım ve ait olduğum kişilerin yanına dönecektim. Banyodan çıkıp odama girdim. Üzerimi değiştirecek gücü kendimde bulamadığımdan üzerime kalın, siyah kadife bir şal sardım. Dışarıda güneş olsada kar soğuğu hala vardı. Şalı elbiseyi kapatmak istercesine kendime sardım ama eteğimi kapatamadı. Dolabı tam kapatacakken gözüme ayna çarptı. Artık kimin aldığını bildiğim o mavi ayna. Onu yanıma aldım, dolabı kapattım ve odadan çıktım.

Odanın kapısını kapatırken hayatımın geçtiği eve baktım. Girdiğimde sadece yatak ve dolap gördüğüm annemin odası, mutfak, banyo ve eski şömine. Soluk taş duvarlar üzerime geliyordu. Gözüm o kilime kaydığında dudaklarım titredi. Buraya ne olursa olsun bir daha dönmemeliydim. Ve sanırım buranın yok olması gerekiyordu, aklım allak bullaktı.

Koşar adım mutfağa vardığımda raflara tek tek baktım ve en altta bulduğum kibrit kutusunu elime aldığımda yutkundum. Aynayı koltuk altıma sıkıştırıp içini açtığımda dolu olduğunu gördüm. Etrafa bakınca zeminin ve çoğu eşyanın tahtadan ve ahşaptan olduğunu, yani çok kolay yanacağını gördüm. Bir kibriti çıkarıp çıktığımda cızırtılı bir ses çıktı, kibritin siyah ucu alevin kızılı ile parıldadı. Yutkunarak tezgahın altına gerilmiş olan kumaş parçasına doğru tuttum. Kumaş çok çabuk alev alıp etrafına dağıldı. Bir adım geri gittim ve mutfaktan çıktım.

Bir kibrit daha çakıp odama girdim ve yatağımın üstüne tuttum, kibrit sönünce yenisini yakıp denedim ve bu defa yatak küçük bir alev aldı. Bir tane daha çakıp kıyafetlerimin olduğu dolabın içini yaktım. Ben kapıyı kapatıp odadan çıkarken mutfaktan dumanlar çıkıyordu. Aceleyle annemin odasına girdim ve kapıda durup baktığımda hiç değişmediğini gördüm. Duygusuzca kibriti yaktım ve annemin yatağını tutuşturdum. Dolabını açmadım, odadan çıkıp kapısını kapattım. Artık benim odamdan dumanlar yükseliyordu, gri yoğun dumanlar.

Tahta zeminde ilerlerken burnuma gelen dumanlarla öksürdüm. Kilimin yanına geldiğimde orayı açmaya cesaretim yoktu, ama yine de açtım. Eteğimden bir parça koparıp yaktım ve içine attım. Yanan kumaş merdivenin basamağında kaldı, yavaş yavaş o odunu yaktığında merdivenin tutuşturduğu ateş odaya dağıldı. İçeriye son kez bakmadan tahtaları kapattım ve kalan kibritlerin hepsini elimde biriktirdikten sonra yakıp kilimin üzerine attım.

Bir patlama sesi geldiğinde mutfağa baktım ve ateşin buraya sıçradığını gördüm. Gözlerim kocaman açılırken geriye adımladım, evden çıktım ve derin bir nefes aldım. Ellerim titriyordu ve kalbim delicesine atıyordu. Dış taraftaki sürgüyü bulup çektim ve kapıyı tamamen kilitledim. Etrafta ev yoktu, çok uzakta bir orman vardı ve bu boş arazide penceresinden dumanlar yükselen ev benim geçmişimdi.

Yaktığım ev değil, geçmişimdi.

Eve son kez baktım ve burada olan her şeyi geride bırakmak istercesine, kaçtığım o zaman kullandığım yolu kullandım. Elimde aynayı sıkı sıkı tutuyordum. Titreyen bacaklarım şaşırtıcı derecede hiç tökezlemedi ve hızla oradan uzaklaştım. Bayır aşağı yol alırken altı ay önce benimle koşan Vance yoktu, kurtuluş yoktu veya umut yoktu. Tek başımaydım, çaresizdim ve korkaktım. Kulaklarım uğulduyor, başım dönüyordu.

Uzunca bir süre koşup bir ormana girdiğimde tanıdık orman bana eskiyi hatırlattı, Vance'nin düştüğü ağacın yanından geçerken güneş tam tepedeydi ama ben durmadım. Koştum, koştum, koştum. O su kenarını da geçtim ve ormandan çıktım. Vance ile bir günde geçtiğimiz bunca yolu sadece birkaç saatte tamamladım. Bacaklarım sızlasada durmadım. Güneş batarken ben koşmaya devam ettim ve o kenti gördüm. İnsanlar dönüp bana bakıyordu, bazıları eteğimdeki kanları görünce çığlık atıyordu ama umursamadım, şalıma sıkı sıkı sarındım.

Daha da hızlı koştum ve oradan çıkıp köyün çıkışında bir yere vardığımda yüz üstü yere yığıldım. Sıkmaktan elimi terleten aynayı ve soğuğu ancak o zaman fark edebildim. Terlemiştim ve aniden karların üstüne düştüğümde soğuk her bir zerreme işlemişti. Açtım, yorgundum ve çaresizdim. Gözlerim kapalı derin derin soluklar alırken önüme atılan bir şeyi fark ettim. Gözlerimi açtığımda etrafa baktım ve üç adım ötede giden kişiyi gördüm. Gözlerim kısılırken onun saray çalışanlarından, yoksullara yemek dağıtan kişi olduğunu fark ettim.

Hemen doğrulup karların üstünde oturmamı umursamadan aynayı kenara koyup önüme atılan torbayı açtım. Kapalı bir sefer tası vardı, gülmek ile ağlamak arasında onu açtığımda pişmiş ıspanak ve ekmeğe mutlulukla baktım. Yere koyup ekmeği parça parça kopardım ve ıspanağa batırıp yemeye başladım. Torbanın içindeki hoşafın kapağını açıp hızlı hızlı içtiğimde artık toktum. Derin derin soluklar almaya devam ettim ve en sonunda aynayı elime aldım, dizlerim titrerken kalkıp koşmaya devam ettim.

Yorgundum ama uykum yoktu, tek isteğim evime varmaktı. Adımlarım asla tökezlemiyordu. Geçtiğim krallığın olduğu kentin yanında durdum. İçime girmeme gerek yoktu, yanından geçmem yeterliydi. Ben kendi sonum olan evi yakmıştım. Orası artık yoktu ama Vance'nin sonu olan bu krallık hep var olacaktı. Başımı sağa sola salladım ve koşmaya devam ettim. Soğuktu ama terliyordum. Saçlarım terden enseme yapışmıştı. Elimdeki aynayı sıkıyordum.

Nefes nefese durduğumda artık tamamen karanlıktı, gece yarısı olmalıydı. Ellerimi dizlerime dayayıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Elimi göğsüme koyup doğruldum ve derin bir nefes almaya çalıştığımda bir ses uydum. Bu ses, bir hayvan sesiydi? Fazlasıyla gelen inek sesleri vardı?

Başımı kaldırdığımda önümde gördüğüm görüntü ile sertçe yutkundum. Başarmıştım, ben çiftlik evine gelebilmiştim! Ağzımdan bir kahkaha kaçtı ardından durup bir iki adım daha yaklaştım ve baktığımda oradaydı, evet, çiftlik oradaydı. Kahkaha atmaya başladığımda karanlık gecede sert nefeslerim ve kahkaham yankılandı. Aralık ayının soğuk gününde, tek başıma başarmıştım. İçim içime sığmıyordu.

Sonunda sakinleştim. Artık bacaklarım adım atmak istemiyor gibiydi ama onlara direndim ve yavaş adımlarla çiftliğe ilerledim. İnek sesleri daha keskin geldiğinde artık çiftliğin ortasındayım. İki eve baktığımda ışıklar yanmıyordu, uyuyorlardı büyük ihtimalle. Lewis'lerin evini es geçtim ve onun olduğu evin önünde durdum. Derin bir nefes alarak verandaya adım attığımda tahtalar gıcırdadı. Verdiğim derin nefes soğukta buhar oldu. Ayaklarımdaki ayakkabı kardan ıslanmıştı, içerisine sular dolmuştu. Ayaklarım soğuktan üşüyordu ve parmaklarım içe doğru katlanmıştı. Elimde tuttuğum aynaya baktım, sağlamdı hala. Dudaklarım titrerken artık bütün bedenim üşüyordu.

Boş olan elim yumruk halini aldı ve kapıya doğru tuttuğumda duraksadım. Onlar beni unutmazdı değil mi? Bu saçma düşünceyi aklımdan kovdum ve elim kapıya iki kez ritmik bir şekilde vurdu. Bir müddet bekledim ama herhangi bir ses gelmeyince tekrar vurdum, üç kez. Hala ses duymadığımda tam vurmak için elimi kaldırmıştım ki kapının sürgü sesi duyuldu ve bir saniye sonra kapı tamamen açıldı. Elim havada donarken bakışları ayaklarımdan elime, elimdeki aynaya ardından yüzüme çıkan Vance'yi gördüm. Ben sertçe yutkunurken o geriye doğru tökezledi.

Uykusuz olduğu kahve gözlerinin altındaki torbalardan belliydi. Elinde tuttuğu gaz lambası ikimizin yüzünün arasında ortamı aydınlatırken onun her daim sakalsız olan yüzünü gördüm. Zayıflamıştı. Dudakları bir şey demek için aralandı ama hemen ardından kapandı. Gözlerini kapatıp açtı ve tekrar yüzüme baktığında boğazıma bir yumru oturdu. Bakışları elbisemin eteklerine kaydı ve gördüğü lekelerle kaşları çatıldı. Tam tekrar bir şey demek için ağzını açmıştı ki içeriden başka bir ses duyuldu.

"Buz gibi havada niye kapıyı açmış önünde duruyorsun Vancecik?" Özlediğim bu sesin sahibi hemen sonra Vance'nin arkasında durup bana baktığında gözleri kocaman açıldı. Hiç değişmemişti, hala tanıdığım William'dı. Vance'yi iteleyip bir adım öne çıktığında elleri omuzlarımı buldu ve bakışları üzerimde gezindi. Üzerimdeki şal tam o anda ayaklarımın dibine düştüğünde üst tarafta daha büyük ve çok olan kan lekelerini gördükleri an William ellerini omuzlarımdan çekip bir adım geriye gitti. "Sen.." Cümlesi eksik kalırken ikisi de kıyafetime bakıyordu.

Elimdeki kapaklı ayna yere düşüp tok bir ses çıkardı. Bakışlarım ikisinin arasında gidip geldi. Boğazımdan istem dışı bir hıçkırık kaçtı. Nefes aldığımda göz pınarımdan çıkan inci tanesi yanağımdan yuvarlanırken ikisinin bakışları o inci tanesini buldu. William kısık bir çığlık atarken Vance sanki önemsiz bir olay olmuş gibi bakışlarını inceden çekip gözlerime çıkardı.

O gözlerde yoğun bir kırgınlık vardı.

---

Sevgilerle*

Continue Reading

You'll Also Like

51.1K 2.3K 99
Dillere destan güzelliği cesareti ve zekâsıyla herkesi kendine hayran bırakan Venedikli Sofia. Manisa Sarayı'nda şehzadeye hediye edilen ve herkesi b...
17.4K 901 25
"Bırakın beni" "Seni efendimize götüreceğiz ne yapacağına o karar verecek şimdi kes sesini" Eun Ae kurtulamayacağını anlayınca kendini olayların akış...
Algon By serra

Historical Fiction

24.6K 644 32
#balahatun #algon #osmanbey #kurulusosman Benim ilk hikayemdir
80.9K 2.6K 91
Bildiğiniz üzere ciftimize neredeyse hic sahne yazılmıyor biz de burada bir kac hayali senaryo düşündük ve sizlerle paylasicaz umarım beğenirsiniz 🌼...