LEYAL

By Nyctophilia_17

2.6K 1.5K 375

Yaşamın içinde ölümü barındırdığı ve ölümün de var olmak için yaşama muhtaç olduğu o leyalde, acı intikamı ya... More

Leyal
1.Bölüm: MÜHÜR
2.Bölüm: ATEŞ
3.Bölüm: KÖZ
4.Bölüm:KÜL
5.Bölüm: KASIRGA
6. Bölüm : ENKAZ
7.Bölüm : KASVETİN KIYISI
8.Bölüm: KASVET
9. Bölüm: ZİFİRİ
10. BÖLÜM: BOŞLUK
11.Bölüm: DANS
12. Bölüm: IŞIK
13. Bölüm: ACI
14.Bölüm: BAĞ
15.Bölüm: ARINMA
17.Bölüm: YOL
18.BÖLÜM: ŞÜPHE
19. BÖLÜM: YIKIM

16.Bölüm: ÇARE

28 65 16
By Nyctophilia_17

16. BÖLÜM: ÇARE

Zaman önüne kattığı her şeyi değiştiriyordu.

"İnsanların hayata baktıkları pencereler tıpkı gördükleri gökyüzü gibi daima farklıdır." Demişti Felsefe öğretmenim bir keresinde. O zamanlar pek anlamlandıramadığım bu söz, bu günlerde üzerine zamanla örtülen tozları silkelemiş karşıma dikilmişti. Hayata baktığım pencere, o hayatın renklerini sineye çekmiş, hepsini gri bir bulutun ardından bakıyormuşçasına kasvete boyamıştı. Benim hayata baktığım o pencere, geçmişin yalanları ve acılarıyla kirlenmiş bir pencereden ibaretti. Tüm dünyayı kasvetin esir aldığını düşünmem de bundan kaynaklıydı. Kendim pis bir pencereden bakıyordum, fakat hayat oradaydı. Devam ediyordu. Gökyüzü ise yine onun dediği gibi bambaşkaydı. Birçok insanın umut ve huzur gördüğü gökyüzü, benim için kelimelerin cesetlerini yeryüzüne sarktığı bir mezarlıktan ibaretti.

O pencereden bakıp gördüğüm kasvet dolu geçmişim de tıpkı geleceğim gibi zihnimde en ön saflarda izlediğim bir cenaze törenini andırıyordu. Ve bir zamanlar geçmişimden kaçmaya çalışırken yara bere içinde olan ayaklarım şimdi nasır tutmuştu. Hayatım boyunca kaçmaya çalıştığım geçmişime şimdi öylesine koşmak istiyordum ki. Koşup geçmişte yaşamak değil geçmişime sarılmak istiyordum. Oysa yine o çiftliğin tam ortasındaydım ve çoktan harabeye dönmüş olan o çiftlik evine büyük bir vicdan azabıyla bakıyordum.

Hiçbir şey değişmemişti; ben yine yenilmiştim.

Ve çare, her şeyi değiştirmeye yemin etmiş olan zamandı.

Ellerimle kazıya kazıya diktiğim o tuğlalar tek bir darbeyle yerle bir olmuştu. Zamanın önüne katıp değiştirmekten ziyade yok ettiği noktadaydım. Yağmur durmadan yağıyor, gökyüzü hıçkırıklarını gök gürültüsüne gizliyordu. Evi harabeye çeviren söğüt ağacının kenarında durdum ve yağmurdan korunmaya çalıştım. Fakat orada tıpkı benim gibi yağmurdan ve soğuktan kendini korumaya çalışan gerçek benliğimi görmemi beklerken çocukluğumla karşılaştığımda irkildim. Söğüt ağacının kırılan dallarını birbirine birleştirerek kendine taç yapmaya çalışıyordu. Çocukluğumdaki anılarımı yokladım. Bu anıyı biliyordum ama taç yapmaya çalıştığım şey papatyalardı. Şimdi değişen neydi ki? Beni görünce irkilmesini geri çekilip kaçmasını bekledim ama o beni görünce sadece bir an duraksadı ve ardından söğüt ağacının dallarına şekil vermeye çalışmaya devam etti.

"Neden mutsuzsun?" Diye sordu, sesindeki neşeyi duyuyordum. Gülümsedim fakat buruk bir gülümseyişti bu. Elinde yarım yamalak yaptığı tacı hafifçe başıma koydu. "Bunu kendim için yapmıştım ama sana daha çok yakıştı." Kıkırdadı. "Tam bir prenses gibisin." Ardından tekrardan söğüt ağacının dallarını koparmaya başladı. "Diğerini yaparken bana yardım eder misin?" Başımdaki tacı alıp onun başına tıpkı onun yaptığı gibi kırılacak bir nesneye dokunurcasına nazikçe yerleştirdim. Gözlerimdeki yaşları görmüş olacak ki şaşkınlıkla dudaklarını araladı.

"Ben senin gibi olmak için çabalıyorum." Dedi umutsuzca. "Saçların uzun, genç bir kadınsın ve çok güzelsin, neden mutsuzsun?"

"Keşke ben tekrar sen olabilsem." Dediğimde anlamsızca yüzüme baktı. Buruk bir şekilde gülümsedim.

Zaman önüne kattığı her şeyi değiştiriyordu.

Saat ikiyi on üç geçe kapı zili çaldı. Gelenin Atlas olduğunu biliyordum, kapıyı açmak için balkondan kalktığım sırada Atakan'ın kapıyı açtığını gördüm ve aceleci olmayan adımlarım salona yöneldi. Üstü tamamen ıslanmış Atlas'ın pantolonun paçalarına bulaşan çamurları gördüğümde onun Aslı'nın mezarına gittiğini anladım. Kanepenin kenarındaki battaniyeyi Atlas'a uzattığımda teşekkür edip battaniyeyi aldı ve vücuduna sardı.

"Daha iki saat var sen bence bir duş al, hastalanacaksın." Dediğimde Nihan kurabiye yiyerek salona girdi.

"Ay bu hâlin ne Atlas?" Dedi endişeyle. "Kedi gibi doğurup doğurup sokağa mı salıyorum ben sizi?" Kıkırdadığımda Atakan da kendini tutamadı.

"Birazdan komşular yetişin diye bağırmazsa ben de bir şey bilmiyorum." Dedi Atakan gülmeye devam ederken.

"Hayır, umarım ileride bir oğlum falan olmaz." Dedi Nihan kurabiyeyi kenara bırakıp Atlas'ı kurulamaya çalışırken. "Erkek çocuk bakıyorsan bahçe şart." Kaşları çatıktı ve bir yandan Atlas'ı kuruluyor bir yandan homurdanıyordu. "Ulan bir değiş, on sene önce de böyle ıslanıp geliyordun kedi gibi." Atlas bir şey söylemedi, gözlerini benden ayırmıyordu. Ona tek kaşımı kaldırarak baktım.

"Aras'ın yanına gidecek olman hâlâ içime sinmiyor Alev." Dedi bir anda. Tepki vermedim. "Ona güvenmiyorum."

"Atlas, gidip konuşmazsam da bir sonuca varamayacağız." Dedim kendimden emin bir ifadeyle. "Hem en fazla ne olabilir ki?"

"Her şey olabilir." Dedi Atlas, omuzlarındaki battaniyeyi köşeye bırakıp gözlerini benden ayırmadan. Oturduğu yerden kalkıp bana doğru bir adım attı. "Şimdiye kadar bize defalarca zarar vermiş birinden bahsediyoruz." Bir adım daha, ses tonu gittikçe daha da keskin bir hâl alıyordu. Fakat tavrım netti. "Bir tuzak olabilir mesela, ne dersin Alev?" Bir adım daha attığında aramızda mesafe kalmamıştı. Gözlerimi bir an bile ayırmadım. Kaşlarım çatıktı. "Seni de kaybedemem."

"Atlas." Dedim öfkeyle. "Ne istediğine karar ver, çünkü ben senin ikilemlerinden çok sıkıldım." Atlas'ın çenesinin kasıldığını, boynundaki damarların daha da belirgin hâle geldiğini gördüm fakat geri adım atmadım. Geri çekilip hızla merdivenlere yöneldi ve çok geçmeden bir kapının sertçe kapanma sesi geldi.

Yaptığım şeyden gram pişmanlık duymadığım için duvara yaslanıp Nihan'ın köşede bıraktığı kurabiyelerden birini yemeye başladım. Bu umursamaz tavrım Atakan ve Nihan'ın tepkisini çekmiş olmalı ki gözleri hâlâ üzerimdeydi. Onlara bakıp omzumu silktim ve şımarık bir çocuk gibi kurabiyemi yemeye devam ettim.

"Vay anasını satayım." Dedi Atakan şaşkınlıkla. "Atlas'ı susturdu." Nihan'ın gözleri fal taşı gibi açıktı ve bana bakmaya devam ediyordu. "Tebrik ederim lan." Dedi Atakan yumruğunu bana uzatıp. Gülüp onunla yumruk tokuşturdum. Hafifçe kulağıma eğildi. "Ama biraz kişiseldi." Güldüm.

"Nihan da biliyor Atakan." Atakan gözlerini fal taşı gibi açıp Nihan'a baktı. "Hayır senden sonra söyledim, ama daha önce fark etmiş." Dediğimde gözeri eski hâlini aldı.

"Sen yine de çok üstüne gitme olur mu?" Dedi Nihan gözlerini bana çevirip. Gülümsedim ve başımla onayladım.

"Acısına acı katacak biri değilim merak etme." Dedim Nihan'a bakarak. Kıvırcık saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı ve küçük bir çocuk gibi gülümseyip mutfağa yöneldi. Atakan da yanıma usulca yaklaştığında kurabiyemi ikiye bölüp bir parçasını ona verdim. Küçük çocuklar gibi kurabiye yerken, mutfaktan gelen Nihan bize şaşkınlıkla baktı. Ardından kafasını iki yana sallayarak üzerindeki mutfak önlüğünü bile çıkarmadan koltuğa oturdu ve televizyonu açtı. Atakan yavaş adımlarla Nihan'ın yanına gidip onun yanına oturdu. Onun bu hareketleri bana masum, küçük bir erkek çocuğunu anımsatıyordu. Çünkü Nihan'ın yanına gitmesinin tek sebebi ondan çizgi film açmasını istemekti. Kendisi de açabilirdi ama Nihan'ın onun için çizgi film açacak olması sanırım onu tuhaf bir şekilde iyi hissettiriyordu. Nihan, Atakan hiçbir şey söylemeden rastgele bir çizgi film açtığında Atakan küçük bir çocuk gibi Nihan'ın dizine yattı. O kadar uyumlulardı ki ve birbirlerini o kadar iyi tanıyorlardı ki. Keşke geçmişlerindeki hesaplaşmayı bitirebilselerdi.

Çok güzel bir aile olacaklardı.

Onları öylece izlerken dikkatimi dağıtan şey üst katta açılan bir kapının ve ardından gelen ayak sesleriydi. Kurabiyenin son parçasını da ağzıma atıp merdivenlere yöneldim. Beni Atlas'ın yanına gönderen duygu her neyse içimi kemirmeye, birbirimize oldukça sert çıkıştığımızı yüzüme vuran duyguyla aynıydı. Atlas'ın kaldığı odanın önüne geldiğimde kapıya tıkladım. "Müsait misin?" Atlas kapıyı açtığında beklediğim gibi sarı saçları ıslaktı ve koyu bir kumral renge dönmüştü. Üzerinde lacivert bir tişört ve siyah eşofmanı vardı.

"Terslemeye geldiysen o işi çoktan yaptın." Dedi mesafeli bir ifadeyle. Kolunu kapının pervazına yaslamıştı ve aramızdaki boy farkını şimdi çok net görebiliyordum. Gözlerinin tam olarak içine bakmam için kafamı kaldırmam gerekiyordu. "Aramıza mesafe koymamamız gerektiğini söyleyen sendin Alev, değişen ne?" Cevap vermedim. Kendimce hıncımı ondan çıkardığımı kabullenmem gerekiyordu.

"Kahve ister misin?" Diye sordum, onun sorduğu soruya cevap vermek yerine. İşi uzatıp dallandırmak istemediğimi anlamış olacak ki gülümsedi ve başını salladı.

"Kurabiye de getir ama." Onun gibi gülümsedim ve başımla onayladım. "Saçlarımı kurutayım, çatıda buluşuruz. Hava yağmurluyken güzel olacağını düşündüm."

"Çatının mı?" Diye sordum sinsi bir şekilde gülümseyerek. Atlas güldü, gözleri kısılmıştı.

"Hangi cevabı duymak istiyorsun?" Dudaklarımı büktüm ve omzumu silktim.

"Alev'li trip." Dediğinde güldüm ve arkamı dönüp mutfaktan kahve ve bir parça kurabiye getirmek üzere yürümeye başladım. Mutfağa inerken koltukta otururken uyumaya başlayan Nihan'ı gördüğümde üzerini örtmek için onun oturduğu kanepeye doğru gitmeye başladım. Kanepenin yanındaki battaniyeyi Nihan ve Atakan'ın üzerine hafifçe örterken Nihan huzursuzca gözlerini araladı.

"Sorun yok canım, dinlen biraz." Diye fısıldadığımda göz kapaklarını yine yavaşça kapadı ve uyumaya devam etti. Onları bırakıp mutfağa gittim ve su ısıtıcına suyu koyup kahve bardaklarını mutfak dolabından çıkardım ve tezgâha koyup kahveleri de ekledikten sonra kalçamı mutfak tezgahına yaslayıp suyun kaynamasını bekledim. Su ısıtıcından gelen sesle beraber hazır olan suyu bardaklara koyup, Nihan'ın masanın üzerine bıraktığı bir tabak kurabiyeyi de tepsiye koydum ve dirseğimle kapıyı açıp merdivenlere yöneldim. Merdivenlerden çıkıp koridora ulaştığımda Atlas'ı gördüm. Tepsiyi elimden alıp çatı katının merdivenini üç basamağına çıkıp tepsiyi oraya bıraktı ve ardından kendisi de çıktı. Ben de onun ardından merdivenlerden çıktığımda uzun süredir uğramadığım çatı katına şöyle bir bakındım. Eskiden babamdan ve kendimden kaçıp geldiğim ve benim için bir sığınağa dönüşmüş olan bu yere artık ihtiyaç duymuyor oluşum belki de bir aile buluşumdan kaynaklıydı. Hayatımda ilk defa birilerini kendime yakın hissetmiştim. Onları kalbimden çok zihnimin içine almıştım.

"Kendine küçük bir dünya yaratmışsın." Dedi Atlas kahvesini avucunun içine alıp etrafı incelemeye devam ederken. Küçük bir çatı katı olmasına rağmen içeride bir yatak ve bir berjer vardı. Kenarlarda üst üste koyduğum kitapların üzeri tozlanmıştı. Ve yatağın başlığından kitapların etrafına oradan da tavanın cam olmayan kısmına asılmış olan küçük ampul şeklindeki ledlere baktım. Hava yağmurlu olduğu için etraf oldukça karanlıktı.

"Umarım hâlâ çalışıyordur." Dedim ledlerin fişini takarken. Ledlerden yayılan sarı ışık odaya loş bir hava kattığında sevinçle ellerimi çırptım. Atlas bu halime gülüp sırtını bazaya yasladı ve kurabiye tabağını yanına çekti. Diğer tarafa da ben oturdum ve onun gibi sırtımı yasladım. Tepsiden kahvemi alıp bana uzattı. Teşekkür edip kahveyi aldım ve onun gibi dışarıyı izlemeye başladım.

"Atakan ile Nihan uyuyordu." Dediğimde Atlas başını bana çevirdi ve şaşkınlıkla yüzüme baktı. Güldüm. "Hayır öyle değil, Atakan Nihan'ın dizine yatmış, Nihan da uyuyakalmış. Üstlerini örterken uyandı ama tekrar uyudu." Dediğimde Atlas başını salladı. "Sanki affediyor gibi ne dersin?"

"Affetmese de anlarım biliyor musun?" Dedi Atlas, kafası hala bana dönüktü. "Bağlandığın birinden ya da bir şeyden kopmak, koparılmak çok ağır bir yük." Derin bir nefes verdiğimde bir şey söylemedi. Aslı'dan koparılmıştı ve hayatını bağladığı şey onun varlığıydı. "Şey gibi," derin bir nefes aldı." Toprakta yaşayan bir bitkisin ve bir güç seni o topraktan hızla ayırıp bir vazoya koyuyor. Oysa ait olduğun yer çok başka."

Şimdi daha iyi anlıyordum; Atlas gülüyordu, konuşuyordu ama yaşamıyordu.

"Keşke elimden bir şey gelse de seni o vazodan çıkarıp tekrardan ait olduğun yere koyabilsem." Diye mırıldandığımda Atlas gözlerime bakmaya devam ediyordu.

"Alev sana sarılabilir miyim?" Diye sorduğunda karşımda küçük bir çocuk varmışçasına içimde bir burukluk oluştu. Kollarımı sarılması içine açtığımda oturduğu yerden bana sımsıkı sarıldı. Ayrılmasını beklerken başını omzuma koyduğunda elim havada kaldı. Bir şey yapamadım. Kalbim o denli hızlı atıyordu ki sanki olduğum yere çivilenmiş gibiydim. Elim hafifçe yüzüne gittiğinde sakallarını avucumun içinde hissettim.

"Keşke o vazo ben olmasaydım." Keşke diye mırıldandığımda başını bir anda omzundan kaldırdı ve gözlerime baktı.

"Sen hiç o vazo olmadın ki Alev." Dediğinde kaşlarımı çattım. "Sen benim yaşamam için bana su verensin." Gözlerimin dolduğunu, burnumun sızladığını hissetsem de Atlas'ın bunu göremeyecek olması benim için çok büyük bir avantajdı. "Sen olmasan yaşayamazdım ki Alev." Tekrardan başını omzuma koydu ve küçük bir çocuk gibi koluma sarıldı. Gözlerimden düşen yaş yanaklarıma süzülse de tepki vermedim. Kimse bunu görmeyecekti. "Şu an hissettiğim huzurun tarifi yok." Dediğinde de tepki veremedim. Soracak çok sorum vardı ama dile getiremiyordum, biliyordum titreyecekti sesim. Yutkundum. Atlas bunu hissetti mi bilmiyorum ama kahvemi içiyor gibi görünmek için bardağı elimden bırakmamıştım.

"Çocukken eksikliğini hissettiğim şey sanırım sizmişsiniz." Dedim konuyu değiştirmek adına fakat Atlas başını omzumdan ayırmadı.

"Alev bana bir daha sakın öyle bakma olur mu?" Diye sorduğunda kalbim korkuyla tekledi. Benden onu sevmememi mi istiyordu?

"Nasıl bakmayayım Atlas?" Diye sorduğumda koluma daha da sarıldı.

"Kırgın, öfkeli." Derin bir nefes aldı. "Şu hayatta seni kaybetmek istediğim en son şey bile değil." Kahvemden büyük bir yudum aldım. "Sanki ruhumun bir parçası hep eksikmiş de o parça sendeymiş gibi hissediyorum." Dediğinde sesinde ifadesizlikten çok bir gülümsemeye eşlik ediyor gibiydi.

"Sorun yok." Dedim kendimi topladığım bir anda. "Saçma sapan bir duygunun arkadaşlığımızı bozmasına izin vermeyeceğim."

"Alev, Alev, Alev." Dedi sitem edercesine, başını omzumdan kaldırıp tüm vücudu ile bana döndü. Gözyaşlarım kuruduğu için ağladığımı görmedi. Ona kaşlarımı çatarak baktığımda mavi gözlerini gözlerimden ayırmadı. "Hissettiğin herhangi bir duygu için o duyguyu eleştiren tek bir kelime duydun mu benden?"

"Hayır, ama- "Sözüm kesildi çünkü Atlas bana elini uzattı. Önce eline daha sonra ona baktığımda eli hâlâ havadaydı. Tutmamı mı istiyordu? Elimi çekingen bir şekilde elini tutmak için kaldırdığımda zarif bir şekilde elimi tuttu. Kalbim göğüs kafesimi parçalarcasına deli gibi atmaya başladığında gözlerini gözlerimden ayırmıyordu.

"Kedi gitti." Dediğinde kahkaha attım. Yüzünü yüzüme yaklaştırmaya başladığında loş ışığın üzerine döküldüğü saçlarının gölgesi alnına tel tel seriliyordu. Kumral renkteki saçları loş ışığın etkisiyle daha koyu bir hâl almıştı. Ve gözleri... Gözlerinin o derin maviliğinde çoğu zaman kendi kalp atışlarım nedeniyle boğuluyordum, fakat benim aksime onun gözlerinde bir aşk kırıntısı yoktu.

Gözleri, gemisi batmış bir denizcinin son yaşama umudunu aradığı karanlık bir okyanusu andırıyordu. Oysa umudu aradığı okyanustu onu yaşatan gemiyi yok eden.

İlahi güzelliğinin altında neredeyse büyülenmiştim ama bunun sadece o anın etkisi ile olduğunu bilincindeydim. Bir yanım onu deli gibi öpmek isterken diğer yanım bunun gerçek ve tam anlamıyla bir aşkın verdiği öpücük olmayacağını biliyordu bu yüzden elimi çektim ve o andan kurtulmak için aklıma gelebilecek en kötü şakayı yaptım.

"Pisi pisi." Diyerek elimi bir boşluğa uzattığımda Atlas da gülmeye başlamıştı. Kendimi ona fark ettirmeme umuduyla geri çekmiştim ama o bunu anlamıştı. Kırılmasını beklerken Atlas bozuntuya vermedi ve gülmeye devam etti. Ardından göz göze geldiğimizde gülüşü yavaşça soldu ve hafifçe kaşlarını çattı.

"Alev, başına bir şey gelmesini istemiyorum. "Dedi kararlı bir ifadeyle. "Sana her anlamda değer veriyorum ve Aras çok büyük bir tehlike." Değer mi veriyordu?

"Değer mi veriyorsun?" Diye sordum kafamdaki yinelenen soruyu. Onun gibi kaşlarımı çattım. "Şu her anlamda meselesi bir aile gibi olduğumuz için falan mı?" Atlas gözlerini kıstı ve aramızda kısa bir bakışma geçti. Gözlerini ilk kaçıran ben oldum.

"Ne duymak isterdin Alev?" Diye sorduğunda sesi yumuşaktı. Atlas asla karşısındakini kıracak bir ses tonu takınmazdı zaten. Daima kibar ve yumuşak huylu bir havası olurdu.

"Atlas, ben belirsizlikten çok yoruldum." Gözlerimi ondan ayırmıyordum, o da benim gözlerimden bir an olsun kaçırmadı gözlerini. Bir elini yanağıma koyduğunda başımı hafifçe kendine doğru yaklaştırdı. Beni öpmek istediğini o an tam anlamıyla anladım fakat yapmam gerektiği gibi kendimi geri çektim. O da üstelemedi. "Bunu sırf ben istiyorum diye değil, kendin sevdiğin zaman yap Atlas." Dediğimde kaşları belirsizce çatıldı. "Ben senin her kelimeni, her hissini biliyorum."

"Bilemezsin." Dedi Atlas. Acı bir şekilde tebessüm ettim.

"Bana başın dik ve emin bir şekilde beni sevdiğini söyleyebilir misin Atlas?" Dediğimde ifadesini bozmadan gözlerime bakmaya devam etti. "Sırf ona benzediğim için tüm bu her şey değil-" İşaret parmağını dudaklarımın üzerine koyup beni susturdu.

"Asla." Dedi kesin bir ifadeyle. "Yemin ederim ki ne benim ne de diğerlerinin aklından bile geçmedi bu." Başımı hafifçe geriye çektiğimde oturduğum yerden kalktım.

"Sonuçta yanılmıyorum Atlas, değer vermek sevmek anlamına gelmiyor." Omzumu silktim. Bana bakmıyordu, yerinden de kalkmamıştı. "Çıkıp bana kendinden emin bir şekilde beni sevdiğini söylemediğin sürece de buna inanmayacağım ve bu konuyu burada kapatıyorum." Atlas bir şey söylemedi ben de çatı katının merdivenlerinden inip koridora çıktım. Göz yaşlarım deli gibi gözlerimden akıp yanaklarıma düşerken önümü zar zor görüyordum.

Odamı bulduğumda içeriye girip kapıyı kilitledim ve kapıya sırtımı yaslayıp yere oturdum. Bacaklarımı kendime doğru çekip dizlerime alnımı yaslayıp deli gibi ağlamaya başladığımda kendi aptallığımı sorguluyordum. Birkaç dakika öylece durup ağlasam da zamanın geldiğinin farkındaydım. Bu yüzden oturduğum yerden kalkıp makyaj masama oturdum. Ağlamamı frenlemeye çalışarak kapatıcıyı göz altlarıma ve kızaran burnuma adeta boca edip dudaklarımı renklendirdim. Dalgalı saçlarımı toplama zahmetine bile girmeden öylece tarayıp kıyafet dolabından siyah bir pantolon ve üzerine siyah kare yaka crop bir kazak giydim. Üzerine siyah kabanımı aldığımda aynadaki görüntüm gözüme eski hâlime döndüğümü gösteriyordu.

Gözlerimdeki ifade hep sonbahardı. Göz altlarımda ise sahte bir ilkbahar vardı öylece duran.

Kapının kilidini ve kapıyı açtığımda yaşadığım şaşkınlıkla öylece kalakaldım. Atlas, kapının pervazına sırtını yaslamış oturuyordu. Kapının açıldığını görünce yavaşça ayağa kalktı. "Sakın kendini tehlikeye atacak bir şey yapma Alev." Umursamazca başımı sallayıp onu arkamda bıraktım ve koridorda yürürken aşağıya seslendim.

"Atakan, Nihan ben hazırım hadi." Merdivenlerden inmeye başlamadan hemen önce bir el hafifçe kolumu kavradı, bunun Atlas olduğunu biliyordum. Beni hafifçe kendine doğru çektiğinde ona kaşlarımı çatarak baktım.

"Onlar dışarıda bekliyorlar." Dediğinde sırtımı duvara yasladım ve kollarımı göğsüme birleştirerek Atlas'ın yapacağı konuşmayı dinlemeye başladım. "Alev, bana öyle bakma." Dediğinde ifademi değiştirmedim.

"Atlas ne bekliyorsun?" Dediğimde bir şey söylemedi. "Sırf ben istiyorum diye bir ilişkiye başlamamızı ve benim içten içe bir hiçken çürümemi mi bekliyorsun?" Gözlerini kaçırdığında onun gibi hafifçe çenesinden tuttum ve kafasını kendime çevirdim. "Ben seninle sevgili olduğumda, evlendiğimde gözlerinde aşk kırıntısı aramak istemiyorum Atlas. Beni kendinden emin bir şekilde sev istiyorum." Yutkundum. "Yeterince insanlarda sevgi aradım ve çok yoruldum Atlas."

"Alev deneyelim."

"Ve senin için bir hiç olayım öyle mi?" Dediğimde Atlas başını iki yana salladı.

"Sen benim için hiçbir zaman bir hiç olmadın Alev." Dediğinde sırtımı duvardan ayırdım ve göğsümde bağladığım kollarımı serbest bıraktım.

"Bırak o zaman öyle kalayım." Dedim ve onun bir şey söylemesine fırsat vermeden içimdeki harabeyle birlikte merdivenlerden inmeye başladım. Saat dört kırk beşti. Atlas'ın da ayak sesleri hemen arkamdan geliyordu. Vestiyerden botlarımı ve çantamı alırken de kapıdan dışarı çıkarken de tek kelime etmedik. Asansörün düğmesine basıp beklemeye başladığımda Atlas kapıyı kilitledi. Asansör geldiğinde, asansöre bindik ve zemin kata indik. Nihan ve Atakan sitenin giriş kapısının karşısındaki bankta oturuyorlar, hararetli bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı. Onları görünce güldüm.

"Merak etme bunların hepsi aramızda kalacak." Dediğimde Atlas'a, Atlas başını onaylarcasına salladı. Kapıdan çıktığımda Nihan ve Atakan'ın bakışları direkt olarak bana kaydı.

"Alev aldı kızım buralar. "Dedi Atakan hafifçe ıslık çalarak. "Kelimenin tam anlamıyla alev."

"Berbat bir espriydi bu Atakan ama teşekkür ederim." Dedim kıkırdarken. Atakan da bizim gibi gülüp oturduğu yerden kalktı. Ardından yerinde oturan Nihan'a döndü.

"Yok artık bunu da mı ben yapacağım?" Diye sorduğunda Nihan kollarını göğsünde birleştirdi ve dudaklarını büzüp küçük bir çocuk gibi omzunu silkti. Kaşlarımı çatıp onlara anlamayan gözlerle baktığımda, Atakan Nihan'ın elini tutup onu nazikçe oturduğu yerden kaldırdı.

"İddiaya girdik kaybetti." Dedi Nihan kendini beğenmiş bir tavırla. Ardından sarı saçlarını savurdu. Gülmeye başladık.

"Ne iddiası?" Diye sorduğunda Atlas, Atakan Nihan'a yalvaran gözlerle bakıyordu. Nihan ise şeytani bir sırıtışla dudaklarını büktü.

"Bu saman beyinli otuz saniye içerisinde 8 tane pop kek yiyebileceğini iddia ediyordu ben de nah yersin dedim." Omzunu silkti ve güldü. "Nah yedi." Kahkaha attığımda kahkaham sitenin bahçesinde yankılandı ama umursamadım. Siteden tamamen çıktığımızda ana caddeye doğru yürümeye başladık. "Sonuç olarak bir gün boyunca ben ne istiyorsam onu yapacak." Dedi Nihan zafer kazanmış bir ifadeyle sonra aniden yan yana yürürken önümüze geçip arka arkaya yürümeye başladı. Gözleri direkt olarak Atakan'ı buldu ve aynı sırıtışla ona baktı. "Değil mi köle?"

"Kırbaç da vereyim kırbaçla Nihan. "Dedi Atakan tüm ciddiyetiyle. "Az oldu bu." Aklıma çok daha farklı durumlar geldiği için gülmemek için dudaklarımı ısırdığımı gören Atlas gülmeye başladı.

"Birileri Grinin Elli Tonu mu izlemiş acaba?" Dediğinde utansam da güldüm.

"Okudum diyelim."

"Kızım bu hain Nihan testere izleyip izleyip şeytani bir gülümsemeyle 'I want to play game' diye dolanıyordu ortada." Dedi Atakan geri çekilip Nihan'ın ona kaldırdığı elinden kaçarak. "Vurmasana be, kız en azından kırbaç fantezisine gülüyor, sen de ancak götüne testere sokayım mı Atakan de." Daha fazla kahkahamı tutamayıp güldüğümde Atlas da benimle gülmüş, Nihan ise koşarak ondan kaçan Atakan'ı kovalamaya başlamıştı. Onların bu hâlleri öylesine komikti ki.

Biraz daha yürüdükten sonra Aras ile buluşacağımız kafe görüş açımıza girdi. Atlas durdu ve gözlerini bana çevirdi. "Emin misin? Ya bir tuzaksa Alev?" Bir elimi Atlas'ın omzuna koydum ve omzunu sıvazladım.

"Sorun olmayacak." Atakan ve Nihan'a baktım ardından tekrardan Atlas'a döndüm. "Anlaştığımız gibi, en ufak bir sorunda 'çikolatalı pasta istiyorum' ve de telefon açık duracak." Arkamı onlara dönüp kendimden emin adımlarla kafenin girişine doğru yürümeye başladığımda kafamı kurcalayan tonlarca soru vardı. Fakat kurnaz davranmam gerektiğini biliyordum bu yüzden bu soruları kafamın içindeki bir çuvalın içine koyup bir süreliğine onları rafa kaldırdım ve derin bir nefes alarak açtığım kafenin kapısından içer girdim. Dışarının aksine oldukça sıcak olan kafe, eskiden evden bunalınca kitap okumak için kaçıp geldiğim ve hayatımın büyük bir kısmını geçirdiğim yerdi. Etrafa gözlerimi gezdirdiğimde gözlerim her zaman oturup kitap okuduğum masada oturup kitap okuyan Aras'ı buldu.

Bu bir tesadüf değildi.

Telefondan Atlas'ı arayıp telefonu cebime attım ve Aras'ın olduğu masaya doğru yürümeye başladım. Aras beni görünce elindeki kitabı hafifçe masaya koyduğunda gözlerim ilk önce okuduğu kitaba gitti.

Frankenstein

Ardından gözlerimi ona çevirdim, mavi gözlerini gözlerimden ayırmadı. "Merhaba kız kardeşim." Ona cevap vermek yerine masaya oturdum.

"Ne istiyorsun?" Diye sorduğumda Aras kaşlarını çattı ve gözlerini kıstı.

"Bu kitabı daha önce okudun mu?" Diye sorduğunda ifadesiz bakışlarımı bir ok gibi ona yönelttiğimde bakışlarını benden kaçırmadı.

"Beni ne zamandan beri takip ediyorsun?" Diye sorduğumda Aras arkasına yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirip beni izlemeye devam etti. "Sorularıma cevap vermeyeceksen üzgünüm ama buraya gelmemin bir anlamı yok." Dedim ben de onun gibi kaşlarımı çatarak.

"Peki baştan başlayalım o zaman." Dedi Aras hafifçe öne eğilerek. "Senden istediğim şey benimle bir anlaşma yapman." Kaşlarımı çattım. Ağzımı açıp ne anlaşması olduğunu soracağım sırada Aras konuşmaya devam etti. "Faruk Ataman'ın çöküşünü görmek isteyen sadece siz değilsiniz, onun senin babanı kullanarak Aslı'yı öldürttüğünü, annemizi zorla tuttuğunu ve de şimdi de Atlas'ı öldürmeye çalıştığını biliyorum."

"Peki benden tam olarak istediğin ne?" Diye sorduğumda Aras başını salladı ve devam etti.

"Faruk Ataman'ın suçlu olduğunu kanıtlayacak tüm belgeler, üzeri örtülen davaların dosyaları gibi," Dedi üzerine basa basa. "Kendi evinde tutuluyor." Gözlerimi kıstım, benden ona yardım etmemi isteyecekti. "Eğer ki bu dava dosyalarını ve bu davaların üzerlerini örten avukatları bulabilirsem onun suçlu olduğunu kanıtlayabilirim." Derin bir nefes aldı. "Böylece hepimizin çocukluğunu çalan bu adamı yasalar önünde de saf dışı bırakırım."

"İyi de bunun için bana ihtiyacın yok, madem o kadar istiyorsun seni tutan ne Aras?" Diye sorduğumda parmağını şıklattı. "Çünkü Faruk Ataman benden şüpheleniyor ve dosyaları tuttuğu kasanın şifresini bilmiyorum." Biraz daha öne eğildi. "Eninde sonunda ayağı başka bir şekilde kayacak ve o evde dosyaları emanet etmesi gereken birini arayacak." Derin bir nefes aldı. "Bu ben değilim, annemiz hiç değil." Tekrardan arkasına yaslandı ve gözlerimin içine bakmaya devam etti. "Bu işin içinde olan biri ona en büyük güveni veren olacaktır. Eğer ki benimle Faruk Ataman'ın evine gelir ve ona güven vermek için onun safında gibi davranıp kasanın şifresini bir şekilde ondan alabilirsen o dosyaları evden kaçırabiliriz. Böylece dosyaların gittiğinden bile şüphelenmez çünkü işin içinde senin öz baban varken ve katil konumundayken böyle bir işe kalkışmayacağını düşünür." Söylediği şeyler mantıklı geliyordu ama ne yapmam gerektiğine karar veremiyordum. Diğerleri böyle bir şey için ne derdi? "Ayrıca şu telefonunun ucunda Atlas'ın olduğunu biliyorum, telefondan dinlemeyi kes de gel." Belli etmemek için ona neden bahsediyorsun dercesine baktım ama Aras oldukça zekiydi.

Çok geçmeden Atlas, Nihan ve Atakan kafeye girdiğinde Atlas direkt olarak hafifçe kolumu tuttu. "Bu saçmalığa daha fazla katlanamayacağım, gidiyoruz."

"Sen de çok iyi biliyorsun ki bunun başka bir yolu yok Çağhan." Dedi Aras, Atlas'a gözlerini çevirerek. "Babanı benden daha iyi tanıyorsun ve o kasanın varlığını da biliyorsun." Ağzını itiraz etmek için açan Nihan'a çevirdi. "Hayır basit yöntemlerle veya karmaşık yöntemlerle de açılmıyor Nihan, her yöntemi denedim." Ardından Atakan'a döndü. "Hayır eve polis çağırsam da o kasa özel mülk, arama emrini çıkarmaya çalışmam bile aylarımı alır Faruk Ataman'ın sandığından daha güçlü avukatları var."

Tekrardan gözlerinden alev saçan Atlas'a döndüğünde Atlas ile aralarında kısa bir bakışma geçti. "Hayır onu tuzağa çekecek kadar kötü biri değilim, bunu sen de biliyorsun." Ayağa kalktığında Atlas ile aşağı yukarı aynı boyda olduklarını gördüm. Atlas'a biraz daha yaklaştı. "Bunu sen de biliyorsun ki başka bir yolu yok." Ardından Atlas'ın gözlerinin içine bakmaya devam etti. "Her dakika telefonu açık olacak ve ona bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz."

Atlas yanıma oturduğunda Nihan ve Atakan da sandalyelere oturdu, Aras'ın yanı ise boş kalmıştı. Atlas gözlerini bile ayırmadan yüzüme bakıyordu. Mavi gözlerinin koyulaştığını görüyordum. Kafenin loş ışığının da etkisiyle saçlarından düşen birkaç telin gölgesi yüzünde karmakarışık koyu renkte çizgiler oluşturuyordu. Yutkundu. Anlamsız bir sessizlikten çok sessiz kelimelerin esir aldığı satırlar dolusu cümleler vardı. Hissediyordum. Fikrimi merak ediyordu. "Hepimiz aynı şeyi istiyoruz." Diye mırıldandım kırgınlığımı belli etmeden. "Gideceğim."

Oysa ağzımdan çıkan bu kelimeler aldığım riskin kapısının şaşalı anahtarından başka bir şey değildi. Büyük bir kapıdan girecektim, hayatım birkaç ay önce romanlar arasında gezinen bir ruhtan ibaretken kendimi içine attığım risk hayatımı bambaşka bir yöne çevirmişti. Çare gitmekti. Belki de bir daha hiçbirini göremeyecektim, belki de Faruk Ataman her şeyi anlayacak ve ilk fırsatta beni öldürecekti.

Herkes her şeyin farkındaydı ve bu oyunda ilk vazgeçilen ben olmuştum.

Bir masada oturuyorduk ve bu anlamsız sessizlikte herkes kendimi feda edişimin farkında usulca susuyordu.

Hayatım boyunca haykırmam gereken her şeye sustuğum gibi.  

HERKESE MERHABA. UZUN BİR ARADAN SONRA YİNE BURADAYIM, UMARIM HERKES İYİDİR. BÖLÜM HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİNİZİ YORUMLARDA BEKLİYORUM.

-SİZCE HİKAYENİN GİDİŞATINDA NE OLACAK?

-FARUK ATAMAN HER ŞEYİ ANLAYACAK MI? 

Continue Reading

You'll Also Like

124K 962 8
Aile baskısı olan bir genç ne kadar cesaretli olabilir? Hayallerini yaşamak sadece rüya mı? Belki de elinden tutacak bir ele ihtiyacı vardır. O el s...
3.5M 76.4K 25
• Daddy issues • || Mardin'den Kaçış Serisi: I || * Kurgu ve isimler değiştirildi. "Bazen evler, dört duvar olmaz." Kadın küçücüktü fakat adamın k...
34.1K 563 8
04052024
1.4M 32.5K 43
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...